Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

İstanbul’daki Miro sergisi, sahte eser şüphesiyle kapatıldı

$
0
0
Geçtiğimiz günlerde Tophane-i Amire’de açılan Miro İstanbul’da sergisi, Miro Vakfı’ndan gelen ‘sahte eser’ uyarısı sebebiyle kapatıldı.Merkezi Barcelona’da bulunan Miro Vakfı, 20 Kasım’da açılan sergide yer alan bazı eserlerin sahte imzalı olabileceği şüphesini MSGSÜ Rektörü Prof. Yalçın Karayağız ve sergiyi düzenleyen KÜLT Organizasyon’a bildirdi ve serginin acilen kapatılmasını istedi. Sergi, Miro Vakfı eserleri kontrol edinceye kadar kapalı kalacak. KÜLT Organizasyon, dün itibarıyla serginin kapısına kilit vurdu ve sergide yer alan 57 baskı resmin Ankara’daki ARETE Sanat Galerisi’nden geldiğini, onların da eserlerin orijinal olduğunu belgeleriyle taahhüt ettiğini söyledi ve ekledi: “Ama yine de her şeye rağmen Miro Vakfı’yla ARETE Sanat Galerisi arasındaki bu anlaşmazlık giderilinceye kadar sergiyi kapalı tutacağız.” ARETE Sanat Galerisi’nden Emre Sefer ise, “Miro Vakfı sergideki eserlerin yarısından fazlasının sahte olduğunu söylüyor. Gelip inceleme yapacaklar ve olay netleşecek. Ben şahsen öyle bir ihtimal olduğunu sanmıyorum çünkü bunlar herkesin internetten bile satın alabileceği 2.000-3.000 Euro’luk litografi eserler. Biz bunları Kanada ve Amerika’daki çeşitli galerilerden aldık. Hepsinin sertifikası var.” diyerek ekledi: “Zaten vakfa, hangi eserlerin sahteliğinden şüphelendiklerini sorduk; kesin bir cevap alamadık. Vakfın asıl rahatsızlığı katalog, afiş ve belki de hediyelik eşya gibi şeylerde eserlerin görsellerinin kullanılması olabilir. Çünkü o zaman devreye telif meselesi giriyor. O yüzden de bir uzman gönderecekler. Yoksa kimse satın aldığı eserleri sergilemekte bir problem yaşamaz.” Katalan ressam Joan Miro’nun yine ARETE Sanat Galerisi’nden alınmış eserleri içeren bir başka sergisi geçtiğimiz aylarda İzmir’de açılmış ve sergi ücretsiz ziyaret edilmişti. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve KÜLT işbirliğiyle Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki sergi içinse ‘Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan altmış eser’ ibaresi kullanılmıştı. Sergi normalde 19 Ocak’a kadar devam edecekti.

Çok sesli bir Osmanlı panoraması sunmak istedim

$
0
0
Elif Şafak'ın yeni romanı “Ustam ve Ben” (Doğan Kitap) hafta içi raflardaki yerini aldı. Bir fil ile filbazın saraydaki hayatlarına, oradan Mimar Sinan'la dostluklarına uzanan hikâyede sürprizlerle dolu bir sona ulaşılıyor. Şafak ile son romanını konuştuk.Ustam ve Ben'de artı ve eksi yönleriyle bir Mimar Sinan resmi çiziyorsunuz. Sinan'a ilginiz nasıl başladı? Sizi Sinan'a yönlendiren ne oldu ve onda ne aradınız?Hep Sinan'ın muhteşem eserlerinin yanından geçip gidiyoruz ama pek sormuyoruz kendi kendimize, “Acaba nasıl inşa edildi bu camiler, köprüler, medreseler?” Ben biraz durup bir bakmak istedim, okumaya başladım. Öteden beri Sinan'a hayranlığım hep vardı, ama hayatını bu kadar yakından bilmiyordum. Okudukça kişiliğine de çok büyük saygı duymaya başladığımı fark ettim ve beni içine çekti. Çok üzücü buluyorum, hem Sinan Sinan diye ismini zikrediyoruz ama aslında o kadar tanımıyoruz ve dünyaya da çok az anlatıyoruz. İstedim ki hikâyesi daha iyi bilinsin. Klişelerin ötesinde, insan olarak, kahramanlaştırmadan, putlaştırmadan, heykelleştirmeden... Zaaflarıyla, o müthiş çalışkanlığıyla, en önemlisi kalfaları, çırakları, onunla beraber çalışan muazzam bir ekip var. Biz bunu hiç düşünmüyoruz. Bir caminin inşası bazen 8-9 sene sürebiliyordu. Kaç kişi çalıştı acaba, onların hikâyeleri neydi? Cami yapımı esnasında hayatını kaybedenler vardı, neler yaşadılar, ne zorluklar çektiler, hep bunlara ışık tutan bir roman yazmak vardı gönlümde, öyle öyle şekillendi.Ustam ve Ben'in çekirdeğinde ne var? Bu kitabın özünü sorsam ne derseniz?Öğrenme aşkı var derim. Mimar Sinan'da beni en çok etkileyen damarlardan biri oydu. O kadar çalışkan bir insan ki, hiç boş bir anı geçmemiş, tembellik etmemiş. Yaşı ilerleyince, onu sevenler istiyor ki artık biraz evde otursun, çocuklarıyla vakit geçirsin ama o sürekli çalışıyor, son ana kadar, yatağa düşene kadar. Çünkü bu insanlar, gökbilimci Takiyeddin de öyleydi, kendilerindeki yeteneğin Tanrı’nın onlara lütfettiği bir hediye olduğunu düşünüyorlar. O hediyeye layık olmak için çalışmaları gerektiğine inanıyorlar. Bu aslında Yaradan’la yaptıkları bir akit, bir sözleşme... Sinan'a baktığımda çalışarak ibadet eden birini görüyorum. Bu fikri kovalamak istedim.Kitapta Mimar Sinan, kalfası Cihan ve fil Çota'nın hikâyesinin yanında, yer yer akışa dâhil olup sonra oyundan çıkan bir sürü olay ve karakter var. Onlarla boşluklar mı bırakmak istediniz?Onlar benim için halının motifleri gibi. Okur tekrar döndüğü zaman ana hikâyeye, tazelenerek geliyor. Bir onun için yaptım, yani roman tekniği açısından. Ama bir de çok daha renkli, çok sesli bir Osmanlı panoraması sunmak istedim, bu benim için önemliydi. Biz Osmanlı'yı hep insansız anlatıyoruz, hâlbuki o kadar çoğulcuydu o kadar çok renkliydi ve çok sesliydi ki, onları da hatırlatmak istedim. Resmî tarihin görmediği, yok saydığı, kenara ittiği insanları, kesimleri, konuları hatırlatmak için sürekli tabloya o renkleri eklemek çabası bilinçliydi.Çingenelerin ötekileştirilmesinden Yahudilere ve Hıristiyanlara yapılan saldırılara, cücelerin, farklı olanların hiç de kabul görmemişliğine değiniyorsunuz. Osmanlı'ya bakışımızdaki romantizmi üzerimizden atıp gerçeklerle yüzleşmemizi mi istediniz?Türkiye'de her şey çok politize olduğu için, tarihi okumalarımız da çok politize oldu. Bizde genelde şöyle iki eğilim gelişti. Bir: tarihi hiç umursamayanlar, bilmeyenler, modernleşme adına sırtını tamamıyla bu kültürel mirasa çevirerek olduğu gibi batıyı takip etmeye çalışan bir eğilim. İki: bu eğilime tepki olarak çıkan bir de karşıt eğilim oldu. Onlar da ecdadımız ne yaptıysa doğru yapmıştır diyerek bu sefer tarihi romantikleştirdiler, yücelttiler ve bence dondurdular. Ne o, ne bu... İkisi de gerçekçi değil, ikisi de politikadan besleniyor, tarihi sevgisinden değil. Bizim çıkış noktamız tarih sevgisi olmalı. Nasıl ki bugün çok çelişkiler varsa, dün de çelişkilerimiz vardı. O yüzden kutuplaşmadan, aşırı politize olmadan ve insanı öne çıkararak okuma yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Temel çıkış noktamız insan olmalı.Cihan bir yerde diyor ki, “Ama insan öyle mi? İster aç olsun ister olmasın, fenalık etmiyor mu? Demem o ki, karnı tok bir aslanın yanında mı daha rahat uyursunuz, yoksa karnı tok bir yabancının mı?” Sizin için de bu böyle midir?Tabii Cihan çok sorguluyor, çünkü hayvanları kendimizden aşağı görüyoruz ama hayvan kötülük etmiyor; fesatlık, dedikodu, habislik etmiyor. Açsa hayatta kalmak için bir başka hayvanın canını alıyor ama bunu anlayabilirsiniz. Arkadan iş çevirmiyor, çamur atmıyor, dedikodu yapmıyor, öyle düşününce hangimiz daha üstünüz acaba, tartışılır. İnsan çok özel bir mahlûk, çok güzel şeylere de yeteneği var ama maalesef çok alçalmaya da eğilimi var. Bence romancının işi de bunu anlatmak zaten. Ben yazarken çok içime dönüp bakıyorum, inşallah her okurun kendi içine dönüp bakmasını sağlar.‘Sinan’ın mirasını geriye götürdük’Sinan günümüz İstanbul’unu görseydi, ne hisseder, ne söylerdi?Ağlardı. O kadar hoyratız ki bu şehre karşı. Ne tarihini, ne dokusunu, ne yeşilini muhafaza ediyoruz. Çok hoyrat davrandığımızı düşünüyorum. Beni Sinan’da en çok etkileyen noktalardan biri buydu. Sadece inşa etmekle kalmıyor, şehri korumak için inanılmaz bir mücadele veriyor. Sokakların belli bir genişlikte tutulması, iki kattan fazla kat çıkılmaması gibi. Sinan’ın bize hatırlattığı, şehrin bir canı, bir ruhu var, o bizden daha yaşlı, daha kadim. Estetik yok, güzellik yok, sağlamlık da yok, geldik bu güne. Acı olan da bu, Sinan’ın mirasını ilerletmek yerine, geriye götürdük biz.

Faik Kırımlı için bir sergi, bir de panel

$
0
0
Çini sanatçısı Faik Kırımlı (1935-2011), bütün ömrünü İznik çinisinin sırrını çözmeye adadı.Çini sanatında bir dönüm noktası olarak kabul edilen Faik Kırımlı’nın eserlerinden oluşan bir retrospektif sergi, dün Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde açıldı. Erkan Doğanay’ın küratörlüğünü üstlendiği sergi, 20 Ocak 2014 tarihine kadar açık kalacak. Sergi kapsamında bir panel düzenlenecek. 24 Aralık günü saat 19.30’da başlayacak panelde Kırımlı’nın hayatı ve sanatı konuşulacak. Etkinliğe Güvenç Güven, Latife Aktan Özel, Kazım Küçükköroğlu, Semih İrteş ve İbrahim Hakkı Yiğit katılacak.

Yunus Emre de, Fatih de devrimciydi

$
0
0
Sinemada gişe rekoru kıran ‘Fetih 1453’ filminin başrol oyuncusu, tiyatrocu Devrim Evin, yeni filminde Yunus Emre olarak karşımıza çıkacak. Yunus Emre ile tanışıklığının yıllar öncesine dayandığını söyleyen Evin, “Ondan etkilenmemek mümkün mü?” dediği Yunus’u ve Fatih Sultan Mehmet’i ‘devrimci’ olarak tanımlıyor.Sinema izleyicisinin ‘Fetih 1453’te Fatih Sultan Mehmet rolüyle tanıdığı Devrim Evin, 10 Ocak’ta yeni filmi ‘Yunus Emre Aşkın Sesi’ ile perdeye çıkmaya hazırlanıyor. Üç yıl önce Adana Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen ‘Yunus Emre’ oyununda Molla Kasım’ı oynayan Evin, Yunus’un felsefesini ve fikirlerini uzun yıllar önce araştırmaya başlamış. Sadece oynamak için değil, etkilendiği için Yunus Emre’yi oynadığını söyleyen Evin; rolüne nasıl hazırlandığını, Yunus’un kendisinde nasıl bir iz bıraktığını, tarihî şahsiyetleri oynamanın zorluklarını ve ‘sıradaki projem’ dediği, Şeyh Bedrettin’i anlattı.Fatih Sultan Mehmet’ten sonra şimdi de Yunus Emre olarak seyirci karşısına çıkacaksınız. Oyunculuk açısından riskli bir durum değil mi?Bıçak sırtı işler bunlar. Bazı şeylerin benzerlik taşıması gibi birtakım riskler teşkil eder. Benim tedirginliğim sakal ve bıyık konusunda oldu. Hangisini kullanalım diye. Ancak benim oyunculuk eğitimim biraz farklı. Ben mask’larla çalıştım. Maskla çalışır sonra da onu çıkarırsınız, yüzünüz o mask olarak devam eder. Bire bir fiziğimde değişiklik olmamasına rağmen Yunus Emre ile Fatih Sultan Mehmet arasında en ufak bir benzerlik yok.Tarihin en önemli şahsiyetlerini oynadınız, oynuyorsunuz. Bundan sonra daha ne oynayacaksınız?Fatih’i oynadığımda “Bir oyuncu daha ne oynayabilir ki?” denmişti. Ben bunun yanlış olduğunu o zaman da söylemiştim. Benim de kendime göre düşüncelerim var. O zaman ortada proje bile yokken Yunus Emre’yi oynayacağımı söylemiştim. Şimdi de Şeyh Bedrettin’i oynayacağım diyorum...Yarın bakarsınız Şeyh Bedrettin teklifi gelir...Bu, bir niyettir. Siz kendinizi nasıl hazırlarsanız kariyer planınızı nasıl yaparsanız, ona göre beklemek gerekiyorsa beklersiniz. Onun olmaması gibi bir şey söz konusu değil. Bir de bu tür roller kısıtlı imkânlarla yapılıyor. Yunus Emre, bir daha ne zaman yapılabilir ki? Öldükten sonra ‘adam oynamış’ dedirtsin yeter.Tarihî şahsiyetlerin sinemaya aktarılması konusunda bir eksiklik var mı sizce?Evet, var. Fetih 1453 ile bunun aşılabileceği ve bazı imkânların ortaya konularak dünyaya da pazarlanabileceği ortaya çıktı. Kahire’de, Dubai’de gala yaptık. Sonuçlarına baktım, Avrupa’da 1,5 milyon insan izlemiş. İnanılmaz rakam! Kapalı gişe oynadı Londra’da... Ben bu filmin de doğru bir tanıtım çalışmasıyla o noktalara gelebileceğini düşünüyorum.Yunus Emre ile tiyatroda hemhal oldunuz. Rolden önce bir ilginiz var mıydı?Onu okumaya ve araştırmaya çok önceden başlamıştım. Proje bana ilk geldiğinde uzun uzun Yunus Emre’yi konuştuk. Nerede doğduğu, mollalar ile çatışmaları, İslamiyet’i yorumlama biçimi, Moğol istilası ve dönemin siyasi durumuna dair ciddi araştırmalarım olmuştu. Hatta bu yolda benim senaryoya da ciddi bir katkım oldu. Yunus’u zaten okuyordum, kütüphanemde en başta Risaletü’n-Nushiyye var.Yunus’u yorumlarken, kendinizden neler kattınız?Yunus deyişlerini yorumlarken kendi dünya görüşümüz doğrultusunda yorumlamıyoruz. Yunus’u evrensel boyutta tamamen merkezine insanı oturtarak yorumlamak lazım. Yunus ciddi bir filozof ve devrimciydi. Kendi çağının içinde dini en katı şekliyle yorumlayan mollalar vardı. Çeşitli baskılar vardı o dönemde, bu olay İslamiyet’in ya da herhangi bir dinin ve inancın özüne aykırı. Hiç kimseyi alıp dönüştürmemeli, değiştirmemelisin. Din bunu emretmez. Mollalar ile Yunus arasında çatışma vardı. Gerçek anlamda bir din adamının olması gereken yer halkın yanıdır.Yunus Emre’nin en çok hangi yönünden etkilendiniz?Devrimci olması. Fatih Sultan Mehmet de devrimciydi, Şeyh Bedrettin de... Gerçi ‘devrimci’ kelimesi insanları biraz geriyor ama nedir devrimcilik; bir şeyi yıkmak ve onun yerine çok daha iyi, uyumlu ve insana yararlı şeyi, eşitlikçi ve paylaşımcı bir şeyi yerine koymak. Şimdi hepsinin dönemine bakalım, Fatih bunu yapmış. İstanbul’a girdiğinde yakıp yıkmak yerine oradaki kültürleri korumuş. Yunus, mollalardan biri olmak yerine söylemlerini halktan yana kullanıyor; çıkarını düşünmüyor. Şeyh Bedrettin de insanların kapitalist ve emperyal yama içinde nasıl yıkıldığını ve ezildiğini görüyor, onlarla beraber derviş olarak kılıç kuşanıp savaşa çıkıyor.Buradan Yunus Emre’nin sizi çok etkilediğini anlıyoruz...Yunus’tan etkilenmemek mümkün mü? ‘Yunus Emre popüler, oynasam’ demedim. Yunus’tan etkilendiğim için Yunus’u oynadım. Bana pek çok sinema filmi teklifi geliyor. Şu an 6-7 tane var 2014 için. Ama ‘evet budur’ dediğim olmuyor. Bende bir şey uyandırması lazım. Benim iç dünyamla, felsefemle uyumlu olması lazım. O hikâyeyi anlatan kişiyim, benim anlattığım hikâyeye inanmam lazım.Fetih 1453 gibi gişe rekoru kırmış bir iş var. Ancak devamı olan Fatih dizisi tutmadı. Bunu neye bağlıyorsunuz?Onu bilemem. Ne dersem yanlış olur. Bu konuyla ilgili bir dava var. O dava sonuçlandığı zaman bir cümlelik bir şey söyleyeceğim. Ama şunu söyleyeyim ki; adaletsizlik söz konusu. Bunun karşısında gereğinin yapılması için yargıya müracaat ettim. Umuyorum adaletli bir şekilde sonuçlanır.

Samanyolu'nda iki gün şiir konuşuldu

$
0
0
3. Samanyolu Yağmur Şiir Günleri, 20-21 Aralık’ta Ankara Samanyolu Eğitim Kurumları Merkez Kampüsü’nde yapıldı.Yağmur Dergisi ve Samanyolu Eğitim Kurumları'nın işbirliği ile bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen şiir etkinlikleri “Şairler Aramızda” söyleşileri ile başladı. Şiirin gündemini gençlere taşımayı amaçlayan etkinliğin bu yılki müzakere toplantısında, “Sanal dünya şiiri öldürüyor mu? Şiir gencin hayatını güldürüyor mu?” sorularına cevap arandı. Yağmur dergisi Şairleri Hüseyin Kaya, Yaşar Beçene, Mustafa Uçurum, Kalender Yıldız, Ahmet Doğru ve Kardeş Kalemler dergisi şairlerinden Ali Akbaş'ın katıldığı şiir söyleşileri, ilk gün Ziya Paşa Akyürek'in moderatörlügünde altı farklı oturumda gerçekleşti. İlk günkü ikinci oturumda yazmanın önemine değinen Mustafa Uçurum, şiirin gitgide tükendiği tartışmasına, “Bence hayat devam ediyorsa şiir devam ediyordur. Ama iyi şiir, kötü şiir ayrımını iyi yapmak önemli. Bir de birçok tattan anlamak lazım. Şiir nerden besleniyor ona bakmalı.” diyerek cevap verdi.Akşam programında ise şairler şiirlerini seslendirdi. Ardından öğrenciler arasında düzenlenen "İlk Dizeler Şiir Yarışması" ödül töreni yapıldı. 20 şiirin ödüllendirildiği gecede, ilk üçe giren Osman Dindar, Yavuz Örge ve M. Kerem Deli’nin şiirlerini Ziya Paşa Akyürek seslendirdi. 3. Samanyolu Yağmur Şiir Günleri, ikinci gün gerçekleşen “şairler ve edebiyat öğretmenleri buluşması” ve “şairler arası şiir gündemi değerlendirmesi” ile sona erdi.

Çukurova Kitap Fuarı'nda Orhan Kemal anlatılacak

$
0
0
Adana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi'nde 14 – 19 Ocak 2014 tarihleri arasında düzenlenecek Çukurova 7. Kitap Fuarı'nda Türk edebiyatının önemli kalemlerinden Orhan Kemal, çeşitli etkinliklerle ele anılacak.TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile yılın ilk kitap fuarı Adana'da açılıyor. Çukurova 7. Kitap Fuarı yurt içinden 200'ün üzerinde yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenirken fuar süresince 50 kültür etkinliği gerçekleştirilecek. Girişin ücretsiz olduğu fuar 14-18 Ocak 2014 tarihleri arasında 10.00-20.30 kapanış günü 19 Ocak 2014 tarihinde ise 10.00-19.00 saatlerinde ziyaret edilebilecek.Fuarda, Türk edebiyatının en üretken yazarlarından biri olan Orhan Kemal, doğumunun 100. yılı dolayısıyla bir dizi söyleşi, panel ve sergi ile 'Orhan Kemal 100. Yaşında Sempozyumu' kapsamında memleketi Adana'da anılacak. Sempozyum kapsamında gerçekleştirilecek etkinlikler "Yaşamı ve Eserleri ile Orhan Kemal", "Türkiye Yazarlar Sendikası'nın Anıt Yazarı Orhan Kemal 100 Yaşında", "Çukurova'dan bir Orhan Kemal Geçti" "Edebiyattan Sinemaya Orhan Kemal", "Bursa Cezaevi'nde Bir Çukurovalı: Orhan Kemal"ve "Orhan Kemal ve İzleri", başlıkları altında paneller düzenlenecektir. Sempozyum aynı zamanda yaşamı, Adana'da geçirdiği yıllar ve eserlerinden seçme metinlerden oluşan "Orhan Kemal 100 Yaşında" sergisi ile fuar süresince kitapseverlerle buluşacak.(CİHAN)

Antik Antandros'a müze için sponsor aranıyor

$
0
0
Balıkesir'in Edremit İlçesi'ne bağlı Altınoluk Beldesi yakınlarındaki Antandros Antik Kenti'nde, yürütülen kazı çalışmalarından elde edilen eserlerin sergileneceği müze kurulması için girişim başlatıldı.Altınoluk Tarihi Antandros Kentini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Mehmet Sakaroğlu, kazı çalışmalarının 13 yıldır devam ettiğine dikkat çekip, elde edilen antik buluntuların sergilenmesi için bir müzeye ihtiyaç olduğunu söyledi. İğne ile kuyu kazdıklarını belirten Sakaroğlu, "Bunun için işimiz çok zor. Ayrıca kazı alanında çıkan buluntuların, Edremit'te sergilenebilmesi için kurmayı planladığımız müze için sponsorlar arıyoruz" dedi.AÇIK HAVA MÜZESİ GİBİAntandros'un nekropol (mezarlık) bölgesinde yapılan çalışmalarda çok değerli eserlerin çıktığını vurguayan Sakaroğlu, kazılarda Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Gürcan Polat ve üç farklı üniversiteden arkeolog ve arkeoloji örgencilerinin görev aldığını kaydetti. Sakaroğlu, kazı çalışmalarındaki malzeme ve parasal ihtiyaçların karşılanması için sponsor firma arayışlarının sürdüğünü belirtip, "Bir bölgenin, bir ülkenin kalkınmasında tarihi eserleri, müzeleri çok önemlidir. Çünkü birçok ülkeye gittiğimizde ilk önce heyeti müzelere götürüyorlar. Müzeleri ziyaret edersiniz fakat bizim bölgemiz açık hava müzesi olduğu halde bundan hiçbir zaman faydalanamadık ve faydalanamıyoruz. Geç kalındığına inanıyorum" diye konuştu.ÇIKAN ESERLER BURSA'DA SERGİLENİYORHedef Alliance Sigorta ve Altınoluk Belediyesi'nin destekçileri olduğunu belirten Sakaroğlu, "Bu sponsorlarımızın sayılarını çoğaltarak kazıyı hızlandırmak ve bir an önce tarihi eserleri halkımızın izlenimine sunmak istiyoruz. Hedefimiz buraya turist otobüslerini getirmek. Sonrasında buraya bir bölge müzesi kazandırmak istiyoruz. Çünkü 13 yıldır kazı devam ediyor. Çıkan eserler Bursa Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmekte, oraya sığmayan çok değerli eserlerimizin bir kısmı da Balıkesir Arkeoloji Müzesi'nde sergileniyor. Ancak çoğu depolarda ne yazık ki. Eserlerin ne kadar emniyette olduğundan ne kadar korunduğuna bilemiyoruz, endişeliyiz. Bölgeye bir müze kazandırmak asıl hedefimiz" dedi.(DHA)

‘Şiir meydanı’ kurulacak

$
0
0
Sefaköy Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’nde 26 Aralık Perşembe günü saat 19.30’da ‘Şiir Meydanı’ kurulacak.Şiir Derneği’nin katkılarıyla düzenlenen programda, Nevzat Bayhan, Metin Celal, Ömer Erdem, Ahmet Kot, Mehmet Ocaktan ve Adnan Özer; Behçet Necatigil ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan şiirler okuyacak. Şair ve şiir severlerin bir araya geldiği “Şiir Meydanı” etkinliğine katılım ücretsiz. (0212 411 08 05)

Değirmen’den Diyarbakır özel sayısı

$
0
0
Edebiyat ve düşünce dergisi Değirmen, 37-38. sayısını Diyarbakır'a ayırdı.Dosyaya, Ercan Çağlayan “Diyarbekir'den Diyarbakır'a Bir Cumhuriyet Şehrini Tahayyül Etmek”, Şeyhmus Diken “Diyarbekir'in Hangi Mahallesindensiniz?”, Ferman Salmış “Diyarbakır'da Göç ve Göçün Öteki Yüzü Travma” adlı makaleleriyle, Mehmet Ali Abakay, “Suriçinden Şehri Anlamak”, Serdar Bülent Yılmaz, “Kıyıya Vuran Ceset Medeniyetten Maduniyete Bir Şehrin Ölümü”, Fikri Amedi, “Amed Hêlîna Medenîyetê Ye”, Yıldız Ramazanoğlu, “Barıştan Önce Diyarbakır Sokakları”, Menderes Daşkıran, “Özdeşlik: M.Sait Şanlı – Feta Yürüyüşü- Barış Yürüyüşü-Diyarbakır Kasaplar Odası”, Semanur Budak “Bir Kardeşlik Öyküsü: Ekmeği Paylaşmak” ve Rüstem Budak “Diyarbakır Bizim Neyimiz Olur?” yazıları ile katkıda bulunuyor. Araştırma yazılarında ise Diyarbakır özelinde Alevilik anlayışını, peygamberler ve sahabeler şehri ismini almasının sebeplerini, son yüzyıla kadar ulaşan isyan kültürüne dair çalışmalar yer alıyor. Ayrıca, Diyarbakır'ın yetiştirdiği Hattat Hamid Aytaç, Ali Emiri Efendi, Ziya Gökalp, Sezai Karakoç, Cahit Sıtkı Tarancı, Esma Ocak, Ahmed Arif, Celal Güzelses, Ubeydullah Dalarve Sait Şanlı'nın düşünce ve hayat dünyası ele alınıyor. Diyarbakır'ı araştırmak isteyenler için geniş bibliyografyanın yer aldığı dergi, Diyarbakır'ı yeniden okumaya, anlamaya ve tanımaya çağırıyor. (www.degirmendergisi.com)

Bir eleştirmen olarak Doğan Hızlan

$
0
0
İki aylık edebiyat dergisi Granada, aralık-ocak sayısında “Doğan Hızlan ve Eleştirinin Durumu” kapağına taşıyor.Dosyada Türk edebiyatının yaşayan önemli isimlerinden Doğan Hızlan’ın eleştirmen kimliği irdeleniyor, ayrıca Türkiye’de edebiyat eleştirisinin durumu ortaya konuyor. Dosyaya Cahit Koytak, Hızlan’a ithaf ettiği bir şiirle katılmış. Jale Parla ise “Tanıdığım Doğan Hızlan” adlı yazısında yazarın eleştirel yönteminin temelini inceliyor. “Eleştiri Kavramına İtibarını İade Etmek Yahut Eleştirinin Doğan Hızlan’cası” adlı yazısında Şaban Sağlık, Hızlan’ın “eleştirmenlik” ve “edebiyat tarihi” kavramına getirdiği farklılığa dikkat çekiyor. Sağlık, Hızlan’ın edebiyat karşısındaki tavrının, bizde nasıl “yeni bir edebiyat tarihi” tarzı olması gerektiğine işaret ettiğini vurguluyor. “Eleştiride Yeninin Takibi ve Doğan Hızlan” adlı yazısıyla Bâki Asiltürk ise Doğan Hızlan’ın Türk edebiyatındaki eleştiri zincirinin neresinde durduğunu sorguluyor. Derginin dikkat çekenler arasında Emrah Pelvanoğlu’nun “Tanpınar ve Avrupa Merkezci Şiir Eleştirisi” adlı inceleme yazısı ile Yılmaz Yılmaz’ın “İdiot”, Recep Şükrü Güngör’ün “Uyudum Uyandım” adlı öyküleri de alıyor. (0212 588 12 66)

Sinemanın unutulmayanları kukla oluyor

$
0
0
Vav Sanat’tan kukla sanatçısı Hakan Arısoy, Türk filmlerinin unutulmayan sahnelerinin ve tiplemelerinin kuklasını hazırlıyor. “Yeşilçam Hatıraları” adlı kukla sergisi, TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi’nin Beyoğlu’ndaki merkezinde Mart 2014’te açılacak.Bir kahvede bütün minibüs şoförleri toplanır, masanın etrafına dizilerler. Ortaya abi konumunda Ahmet Mekin oturur. Önce Şener Şen başlar: “Aşıksan vur saza, şoförsen bas gaza.” İlyas Salman devam eder: “Sevene can feda, sevmeyene elveda.” “Sen batan bir güneş, ben yollarda çilekeş. Şoförün bahtı kara, muavinin gönlü yara. Gaz, fren, şanzıman, halin duman, sev beni, seveyim seni. Kabahat sende değil, seni sevende...” diye devam eden ve topu topu 1 dakika 25 saniye süren bu sahne, 1982 yapımı Çiçek Abbas'tan. Şener Şen ve İlyas Salman'ın kırmızı deri ceketlerini giyip karşılıklı atışmaları, Türk sinemasının en kült sahnelerinden biri oldu. Şimdiki çocuklar bile onların birbirinden komik, ilginç repliklerini ezbere biliyor. Yeşilçam filmleri arasında daha ne sahneler var. Köyden İndim Şehire'deki altın sayma sahnesini unutmak şöyle dursun, film adıyla günümüzün espri malzemesi olmaya devam ediyor. Zeki Alasya, Metin Akpınar Kemal Sunal ve Halit Akçatepe'nin başrolde olduğu filmde, dört kardeş köydeki arsalarında buldukları altınları saymak için bir odaya kapanırlar ve Zeki Alasya başlar saymaya… Ama bir türlü sonu gelmez bu sayma işleminin, her seferinde lafı ya balla, ya kebap muhabbeti ile ya da keklik türküsüyle kesilir, hangi sayıda kaldığını unutur gariban. Tekrar döner başa. Hababam Sınıfı'nın müfettiş sahneleri, Mahmut Hoca'nın sert bakışları, Hafize Ana'nın şen kahkahaları… Selvi Boylum Al Yazmalım, Küçükhanımefendi, Süt Kardeşler, Muhsin Bey, Kapıcılar Kralı, Arkadaş, Susuz Yaz, son dönem filmlerden Eşkıya, Babam ve Oğlum, Vizontele, Gora'dan ne çok sahne akıllarda kaldı. Artık sadece akılda kalmayacak bu sahneler, yakında TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi'ndeki yerlerini de alacaklar. Vav Sanat'tan kukla sanatçısı Hakan Arısoy, Türk sinemasında gelmiş geçmiş en çok beğenilen ve hafızalarda kalan sahnelerin ve tiplemelerin kuklasını Ümraniye'deki atölyesinde yapıyor. Kuklalardan oluşan “Yeşilçam Hatıraları” sergisi, TÜRVAK Sinema-Tiyatro Müzesi'nin Beyoğlu'ndaki merkezinde Mart 2014'te açılacak. Şimdilik 30 ile 40 arasında film belirlediklerini ifade eden Vav Sanat'ın Genel Müdürü Vural Arısoy, sergide filmlerin hikayelerini görüntüler eşliğinde LED ekranda anlatacaklarını söylüyor. “Yeşilçam'dan Hatıralar” sergisi TÜRVAK'ta üç ay açık kaldıktan sonra dünyayı dolaşacak. Kuklaların NewYork Metropolitan Müzesi'nde sergilenmesi için şu anda görüşmeler devam ediyor. Her hafta sonu çocuklar için TÜRVAK'ta kukla atölyesi düzenleyen Vav Sanat, yine çocuklar için Yeşilçam karakterlerinin kuklalarını da içine alan bir çocuk oyunu hazırlıyor. www.vavsanat.comAile boyu kukla sanatçılarıBurak Tarık tarafından dört yıl önce kurulan Vav Sanat'ın tüm kukla projelerini ve gösterilerini Hakan Arısoy ve yine kendisi gibi sanatçı olan abisi Vural, kardeşi Alp ve babası Nural Arısoy'la birlikte yürütüyorlar. Merkezi Fransa'da bulunan Milletler Arası Kukla ve Gölge Oyunları Birliği (UNİMA) tarafından 2011 yılının kukla sanatçısı seçilen Hakan Arısoy, “Bu proje uzun zamandır aklımızdaydı. TÜRVAK'a sunduk, manevî desteklerini istedik. Her türlü yanımızda olacaklarını söylediler. 2014, Türk sinemasının 100. yılı. Bu sergi bizden Türk sinemasına armağan olsun.” diyor.

Mevlana, Petersburg'da Türk ve Rus neyzenler eşliğinde anıldı

$
0
0
Mevlana, Rusya'nın kültür ve sanat başkenti St. Petersburg'daki Rus-Türk Kültür Merkezi'nde anıldı. Birçok üniversiteden öğretim görevlileri ve öğrencilerin katıldığı programda, Türk ve Rus neyzenler birlikte ney üfledi.Büyük İslam mütefekkiri Mevlana Celaleddin Rumi'yi anma programın açılışında konuşma yapan St. Petersburg Smolniy Üniversitesi öğretim görevlisi Tatyana Babarikina, Mevlana'dan övgüyle bahsetti.'MEVLANA SADECE DOĞU'DA TANINMIYOR'Mevlana'nın hayatından kesitler sunan Babarikina, ünlü mütefekkirin sadece doğuda şiirleri okunan ve ismi bilinen bir figür olmadığını, aynı zamanda Avrupa'dan Amerika'ya kadar dünyanın her yerinde tanındığını söyledi. Mevlana'nın farklı kültür ve dinlerde de değer bulduğuna değinen Babarikina, "Ünlü Amerikalı şair ve tarihçi Reynold Alleyne Nicholson 40 yıl boyunca Mesneviler üzerinde çalıştı ve Rumi'nin eserinin tamamını İngilizceye çevirdi. Daha sonrada İngilizceden Rusçaya aktarıldı…Kısa bir süre önce de Amerika'da piyasaya çıkan "A Gift of Love" adlı albümde ünlü şarkıcı Madonna onun eserinden bir şiir seslendirdi. Gördüğünüz gibi o sadece Doğu'da tanınan bir kişilik değil." ifadelerini kullandı.Tatyana Babarikina daha sonra katılımcıların isteği üzerine Mevlana'nın eserlerinden Rusça bazı paragraflar okudu ve ne anlama geldiklerini anlattı.Açılış konuşmalarının ardından misafirlere Türk ve Ruslardan oluşan bir grup tarafından ney dinletisi sunuldu. "Severim Ben Seni" ve "Göçtü Kervan" gibi parçaları seslendirilirken neyzenlere defle eşlik edildi.Dinletinin ardından bir Rus öğrenciler Mesnevi'den hazırladıkları parçaları tiyatro şeklinde sundu. Daha sonra davetlilerin beğenisine semazen gösterisi sunuldu.Programın ardından davetliler Rus-Türk Kültür Merkezi'ndeki Ressam Esma İnce'nin Mevlana konulu kara kalem resim sergisini gezdi. Gecenin sonunda misafirlere hediye olarak semazen figürlerinden oluşan anahtarlıklar dağıtıldı ve tatlılar ikram edildi.(CİHAN)

Naile Akıncı retrospektifi İzmir’de

$
0
0
Eyüp ressamı olarak tanınan Naile Akıncı’nın, retrospektif sergisi İstanbul’dan sonra 26 Aralık Perşembe günü İş Sanat İzmir Galerisi’nde açılıyor.Aile koleksiyonundan derlenen eserlerle oluşturulan sergi, Akıncı’nın sanat hayatına başladığı 1949’dan günümüze kadar uzanan 75 yıllık sürecin değişik evrelerini içeriyor. “Eyüp Çeşitlemeleri”, “Bebek Çeşitlemeleri”, “Boğaziçi” ve “Marmara ve Ekinlik Adaları” gibi serilerin yer alacağı sergi 30 Ocak’a kadar açık kalacak. (www.issanat.com.tr)

Gençlerden Küllük Kıraathanesi’ne vefa

$
0
0
1950’li yılların sonunda kapanan tarihi Küllük Kıraathanesi, yolu Beyazıt’tan geçenlerin uğrak mekanıydı.Birbirinden farklı dünya görüşüne sahip yazarları, entelektüelleri, edebiyatçıları, şairleri ağırlayan ve bir kahvehanenin ifa ettiği fonksiyonu aşan bir ilim ve kültür yuvasıydı. Anılarda, şiirlerde, öykülerde yerini hâlâ koruyor. Tarihi Küllük Kıraathanesi’nden esinlenen İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, bu özel mekânı unutturmamak adına Küllük Edebiyat Dergisi yayımlamaya başladı. İlk sayısı kasımda çıkan derginin yayın yönetmenliğini Muhammed Bâkır Köse yürütüyor. Yayın kurulu ise Recep Alptekin, Kübra Taşkıran, Ozan Salmış, Mustafa Taşkın ve Muhammed Bâkır Köse’den oluşuyor. Yayın ekibi, Küllük dergisini, seleflerine karşı bir vefa olarak görüyor. Farklı görüşleri ‘edebiyat’ çatısı altında toplamayı, insanları ortak bir paydada birleştirmeyi hedefliyorlar. Derginin ilk sayısında “Selam-Kelam Niyetine” adlı yazıda neden edebiyatsız olmayacağı; kimliklerdeki, kalıplardaki ve aidiyetliklerdeki farklılıkların “Edebiyat Sevgisi” ortak paydasında buluşmaya engel teşkil etmeyeceği, etmemesi gerektiği anlatılıyor. Küllük, genel itibarıyla üniversite öğrencilerinin yazı ve şiirlerini yayımlamayı ilke edinen bir dergi. Fakat aynı zamanda edebiyat dünyasının tanınmış yazar ve şairlerinin eserlerini de neşrederek öğrencilerle yazarları buluşturmayı amaçlıyor. Bu bağlamda derginin ilk sayısında Yılmaz Odabaşı, “Aşk Tek Kişiliktir” yazısı ile, ikinci sayısında ise Beşir Ayvazoğlu “Küllük Kahvesi” yazısıyla misafir ediliyor. (editor.kullukdergisi@gmail.com facebook.com/kullukdergisi)

Film festivalleri tartışılacak

$
0
0
Yerli ve uluslararası sinemacıları, film eleştirmenlerini, festival organizatörlerini ve akademisyenleri bir araya getiren ‘Film Festivali Sempozyumu’; 27 Aralık Cuma günü Kadir Has Üniversitesi’nde saat 10.30’da başlıyor.Sinema alanında son on yılda film festivallerinde meydana gelen gelişmelerin değerlendirileceği sempozyumun ilk oturumu “Türkiye’de Film Festivalleri ve Film Kültürü”. Moderatörlüğünü Melis Behlil’in yapacağı oturuma, Ahmet Boyacıoğlu (Gezici Festival), Engin Ertan (Sinema Yazarı), Dina Lordanova (University of St. Andrews), Lalehan Öcal (Yeditepe Üniversitesi), Azize Tan (İstanbul Film Festivali) konuşmacı olarak katılıyor. Bir festivalin nasıl hazırlandığının tartışılacağı ikinci oturum, saat 13.30’da başlayacak. Bahçeşehir Üniversitesi’nden Savaş Arslan’ın yöneteceği bu bölümde, Serra Ciliv, (!F Istanbul Independent Film Festivali), Emel Çelebi (Documentarist), Alisa Lebow (University of Sussex) ve Emine Yıldırım (Yapımcı) konuşacak. Saat 15.30’daki son oturumda ise film festivalleri, cinsiyet ve cinsel kimlikler konuşulacak. Konuşmacılar: Zeynep Dadak (Yönetmen), Özlem Kınal (Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali), Skadi Loist (Hamburg Üniversitesi / Hamburg Uluslararası Kuir Film Festivali), Bilge Taş (Pembe Hayat KuirFest). Katılımın ücretsiz olduğu sempozyumun dili İngilizce.

‘Hızlı ve Öfkeli’ 2015’e kaldı

$
0
0
Bir araba kazasında hayatını kaybeden aktör Paul Walker’ı ününe kavuşturan ‘Hızlı ve Öfkeli’ (Fast and Furious) filminin yeni vizyon tarihi belirlendi.Açıklama Walker’ın filmdeki rol arkadaşı ve yakın dostu Vin Diesel’dan geldi. Facebook sayfasından duyuru yapan Diesel, yedinci filmin 10 Nisan 2015’te vizyona gireceğini yazdı. Diesel açıklamasına Walker ile birlikte setteki son fotoğraflarını ekledi ve “Paul ilk sizin bilmenizi isterdi.” yazdı. Filmde Walker’ın kendisine çok benzeyen kardeşi Cody Walker’ın başrolde olacağı daha önce belirtilmişti. Ancak nasıl bir karakteri oynayacağı henüz bilinmiyor. Hızlı ve Öfkeli, 2014 yazında gösterime girecekti ancak Walker’ın ani ölümünün ardından çekimler durduruldu.

Kanlı bir Cape Town öyküsü: Zulu

$
0
0
Yılın son film festivali 16. Randevu İstanbul’da gösterimler devam ediyor. 19 Aralık akşamı, bu yılın Oscar yarışında adından sıkça söz ettiren Steve McQueen imzalı ‘12 Yıllık Esaret’ filmiyle açılan festivalde, bugünün gözdesi Güney Afrika-Fransa ortak yapımı ‘Zulu’.Bu akşam saat 21.30’da Cinemaximum Kanyon’da gösterilecek filme kaynaklık eden eser ise Caryl Ferey’in piyasaya çıktığı 2008 yılında yazarına noir roman dalındaki en büyük ödülleri kazanan kitabı. Bu yıl Cannes Film Festivali’nin de kapanış filmi olan ‘Zulu’, günümüz Güney Afrika kültürü ve toplumunu gözler önüne seren tüyler ürpertici bir polisiye öykü anlatıyor. Fransız yönetmen Jerome Salle’ın yönettiği bu aksiyon filminde Oscar’lı oyuncu Forest Whitaker ve Orlando Bloom bir araya geliyor. TÜRSAK Vakfı tarafından gerçekleştirilen ve bu yıl 16. senesini geride bırakacak festivalin filmleri, Levent Cinemaximum Kanyon, Beyoğlu Cine Majestic, Fransız Kültür Merkezi ve Cinemaximum Zorlu Center ev sahipliği yapıyor. (www.randevuistanbul.com)

E-kitaptaki vergi indirimi yetersiz

$
0
0
E-kitap ve benzeri yayınlarda KDV oranı 1 Aralık’ta yüzde 18’den 8’e düşürüldü. Bu vergi indirimi, diğer ülkelerle kıyaslandığında, farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Avrupa’daki kimi ülkeler basılı kitabı vergiden muaf tutarken, e-kitaplara yüzde 3,5 ile yüzde 7 oranında vergi uyguluyor. Avrupa Birliği Komisyonu bu farklılıkları göz önünde bulundurarak yeni bir taslak hazırlığında.Türkiye, dünyadaki e-kitap gelişmelerine biraz mesafeli dursa da yayıncıların son yıllarda dile getirdikleri e-kitapta vergi indirimi tartışmaları yeni bir zemine oturdu. Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararına göre, elektronik kitap ve benzeri yayınların elektronik ortamda satışında uygulanacak KDV oranı, 1 Aralık’ta yüzde 18’den 8’e düşürüldü. Bu indirimle birlikte basılı kitap ile e-kitabın vergi oranı eşitlendi. Yayıncıların ve okurların uzun süredir beklediği bu vergi indirimi, diğer ülkelerle kıyaslandığında öyle çok mutlu edecek bir tablo değil. Avrupa’nın pek çok ülkesinde e-kitaplardaki vergi oranı yüzde 3,5 ile yüzde 7 arasında değişiklik gösteriyor, basılı kitaplar ise vergiden muaf tutuluyor. Avrupa Komisyonu, geçtiğimiz ekim ayında dijital teknolojideki vergi oranlarında yeni bir düzenlemeye gideceğini duyurmuştu, çünkü Avrupa Birliği’ne üye kimi ülkeler teknoloji endüstrisini çekmek için vergi oranlarında indirime giderek haksız bir rekabet sağlıyor. Pek çok teknoloji devi de bu boşluğu fırsat bilerek o ülkeler üzerinden ticaretini sürdürüyor. Fransa, hem basılı kitaba hem de e-kitaba yüzde 5,5; Lüksemburg ise yüzde 3 oranında vergi uyguluyor. Özellikle bu iki ülke Amazon, Kobo ve Nook gibi e-kitap firmalarının merkezi konumuna dönüşüyor. İngiltere ve Almanya gibi ülkeler ise bu durumdan rahatsız. İngiltere’de basılı kitaplar (buna dergiler, gazeteler ve basılı yayımlar da dâhil) vergiden muafken, e-kitaptan yüzde 20 vergi alınıyor. Yayıncılık sektöründe büyük pay sahibi olan Almanya’da ise basılı kitapta yüzde 7, e-kitapta yüzde 21 oranında vergi uygulanıyor. Avrupa Birliği Komisyonu bu farklılıkları göz önünde bulundurarak e-kitaptaki vergi oranında standart bir indirim yapmaya veya vergileri tamamen kaldırmaya yönelik çeşitli taslaklar üzerinde çalışıyor. Avrupalı yayıncılar da birliğe üye ülkeler için ortak bir vergi politikası oluşturulmasından yana.‘Vergi indiriminin hem yayıncıya hem okura faydası var’Basılı kitaba ve e-kitaba uygulanan vergi indiriminin hem yayıncılar hem de okurlar açısından pek çok getirisi var. Özellikle kitap çeşitliliğinin artması ve bağımsız yayıncıların varlığını sürdürmesi bunlar arasında. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nin 2011’de basılı kitaplara ve e-kitaplara uygulanan vergi konusundaki kapsamlı araştırmasının sonuçlarına göre, dünyanın gelişen 8. büyük yayıncılık endüstrisine sahip Güney Kore, vergi konusunda model bir ülke. Güney Kore’de standart vergi oranı yüzde 10 iken, basılı ve e-kitap ise vergiden muaf tutuluyor. Uluslararası Yayıncılar Birliği’nden Jens Bammel, basılı kitap ve e-kitaptaki vergi oranlarının azaltılmasının okumayı ve kitap alım gücünü artıracağını söylüyor. Ülkemizde e-kitap ve basılı kitaptaki vergi oranı eşit durumda. Son yapılan vergi indirimiyle e-kitabın ve basılı kitabın vergi oranının eşitlenmiş olması elbette sevindirici, fakat diğer ülkelerdeki vergi oranlarıyla yan yana okunduğunda farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Yayıncılık dünyasında e-kitap çeşitliliğinin azlığı, e-kitap cihazlarının yüksek fiyatlara satılıyor olmasının da bu kitaplara olan ilgiyi azalttığı söylenebilir. Türkiye’de e-kitap sektörünün önümüzdeki yıllarda daha da hareketleneceği konuşulurken, bu kitaplara uygulanan vergi oranının hem okurları hem de yayıncılık sektörünü nasıl etkileyeceğini ise zaman gösterecek.

Hz. Mevlânâ ve Galata Mevlevîhanesi

$
0
0
Türk Edebiyatı Vakfı’nın bu haftaki “Çarşamba Sohbeti”nde, gazeteci yazar Dursun Gürlek “Hz. Mevlânâ ve Galata Mevlevîhânesi” başlıklı bir konuşma yapacak.Saat 17.00’de başlayacak olan sohbete katılım ücretsiz. (0212 526 16 15 / 527 50 32)

İyi senaryo için edebiyatçı-sinemacı işbirliği şart

$
0
0
Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) tarafından bu yıl ikincisi gerçekleştirilen “En iyi ilk senaryo yarışması” önceki akşam düzenlenen bir törenle sahibini buldu.Konu senaryo olunca Vakıf, tören öncesinde “Türk sineması senaryo sorununu neden aşamıyor?” konulu bir panel düzenledi. Film Yönetmenleri Derneği Başkanı Reis Çelik'in başkanlık ettiği panelde ortaya çıkan sonuç şaşırtıcıydı: İyi senaryolar üretilemiyor, çünkü edebiyatla bağımız zayıf! Objektif kriterler olmadığı için iyi senaryo nedir, ne değildir, bunun cevabını vermenin zor olduğunu dile getirdi yönetmen Ümit Ünal. “Türkiye'de bir çeşit atlama oldu. Yeni sinema, bağımsız sinema bambaşka bir dil yarattı ama o da dramatik gelenekten beslenmekten çok, fotoğrafın, atmosferin ve karakter incelemesinin ön planda olduğu filmlerdi. Hem gelenek eksikliği hem de edebiyat ve tiyatronun sinemaya fazla yansımamasından kaynaklanıyor.” dedi. Az okuyan bir ülke olmamızın yanında sinemacıların da az okuduğundan bahsetti Ünal: “Halbuki sinemamızın edebiyattan öğreneceği çok şey var!” Senarist ve oyuncu Ercan Kesal, iyi bir film için kendini feda eden edebi metinler olduğunu söyledi. Ve geçmişte büyük sinemacıların ofis arkadaşlarının Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi isimler olduğunu, günümüzde ise bu edebiyatçı-sinemacı işbirliğinin ortadan kalktığını söyledi. Doç. Dr. Şükran Akpınar, medyadaki bütün yönlendirmenin popüler yönetmen ve oyuncular üzerine kurgulanmasından dolayı iyi işlerin gözden kaçtığını dile getirdi. Eleştirmen ve senarist Burak Göral ise senaristlerin henüz hak ettikleri yere getirilmediklerini anlattı. Panelin ardından düzenlenen ödül töreninde Atasay Koç “Reprodüksiyon” adlı senaryosuyla birincilik ödülünü aldı.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live