Safranbolu Kültür ve Eğitim Merkezi (SAKEM) tarafından açılan 'kâğıt sanatı kursu'na katılan kursiyerler, atık kâğıtları kolye, yüzük, bileklik gibi takılara dönüştürüyor. SAKEM'de 5 gün sürecek kursa 30 kursiyer katılıyor.Karabük'ün Safranbolu Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, SAKEM'in ülke ve dünya gündeminde bile olmayan bir konuyu kendi bünyesinde gündeme getirdiğini ve böylesine güzel bir sanatın Safranbolu'da da yapılabileceğini gösterdiğini söyledi.Aksoy, "Bu eserler ilk bakıldığında kâğıttan olduğu kolay kolay düşünülemeyecek güzelliktedir. Bu çalışmalarla atık kâğıtların değerlendirilmesi yanında, ortaya o kadar değerli eserler çıkıyor ki bunlar birer sanat eseri olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda bu çalışmalar dünyada da bir ilktir. Bu sanatın ülkemizde yapılması ise bizlere ayrıca gurur veriyor. Safranbolu Belediyesi olarak bu tür etkinliklere halkımızdan talep geldiği sürece devam edeceğiz." dedi.Halktan gelen her türlü kurs talebine açık olduklarını ve talep edilen kursların açılması için ellerinden gelen tüm çabayı gösterdiklerini dile getiren Safranbolu Eğitim Kültür Merkezi (SAKEM) Müdürü Hacı Sağlam ise SAKEM olarak el sanatları kursunun yanı sıra yemek kursu, bilgi evinde öğrenciler için eğitim kursu ve aile içi iletişim seminerleri de düzenlediklerini anlattı.Kursiyerlere atık kâğıtları nasıl değerlendireceklerini öğrettiklerini söyleyen kurs öğretmeni Ali Rıza Kart, bununla atık kâğıtların insanların hayatına takı ve mücevher olarak girmesini amaçladıklarını söyledi. Atık kâğıttan takılar yaparak ürünün geri dönüşümünü de sağladıklarını dile getiren Kart, yapılan çalışmaları şöyle anlattı: "Burada tamamen atık kâğıttan yüzük, kolye, tesbih ve çeşitli takılar ortaya çıkıyor. Yeni olmasına rağmen başarılı bir çalışma yürüyor. İyi bir geri dönüşüm olduğunu düşünerek bunu yapıyoruz. Buradan çıkan ürünleri Safranbolu Belediyesi sergileyecek. Sonra belki maddi bir kazancı da olabilir. Ayrıca ilk defa bir belediyeden davet aldım ve bu da Safranbolu Belediyesi oldu. Bu nedenle Belediye Başkanımız Sayın Dr. Necdet Aksoy Bey'e de ayrıca teşekkür ediyorum."
↧
Atık kağıtlar, sanatla takılara dönüşüyor
↧
Yılın polisiye kitabı Ateş Etme İstanbul
Dünya Kitap Dergisi tarafından 21 yıl önce dağıtılmaya başlanan Yılın En İyileri Ödülleri’nin sahipleri açıklandı.Aylık edebiyat dergisi SabitFikir tarafından belirlenen “2013 yılının öne çıkan 50 romanı” arasında da yer alan Celil Oker imzalı Ateş Etme İstanbul, bu kez de Dünya Kitap Dergisi’nce Altın Sayfa Yılın Polisiye Kitabı Ödülü’ne değer görüldü. Metin Celâl, Nevzat Işıltan, Selim İleri, Sevin Okyay, Faruk Şüyün ve Erol Üyepazarcı’dan oluşan Altın Sayfa kategorisinin seçici kurulu, “Yılın Polisiye Kitabı” olarak yedi kitaplık Remzi Ünal polisiyelerinin son kitabı Ateş Etme İstanbul’u ödüle değer buldu.
↧
↧
Şehir Tiyatroları’ndan iki oyun, iki turne
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, yeni sezon turnelerine iki oyunla devam ediyor.Tarık Şerbetçioğlu’nun yazıp yönettiği İstanbul Hatırası, 9 Aralık Pazartesi günü saat 20.00’de Deniz Harp Okulu’nda sahnelenecek. Dramaturgisini Gökhan Aktemur’un, koreografisini Selçuk Borak’ın yaptığı İstanbul Hatırası’nda kırık bir aşk hikâyesi anlatılıyor. Oyunda Toron Karacaoğlu, İbrahim Şirin, Naci Taşdöğen, Tarık Şerbetçioğlu ve Ergun Üğlü gibi isimler rol alıyor. Turneye çıkan diğer oyun ise A.Kadir Bozkurt’un yazdığı Zuhal Ergen’in yönettiği Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli. 8 Aralık’a kadar Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde sahnelenecek olan oyun, 10 Aralık Salı günü saat 19.00’da ise Adapazarı Kültür Merkezi’nde seyirciyle buluşacak. Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli’nde ülkenin birinde yaşanan siyasal ve toplumsal değişimler, evlilikleri boyunca bu sürece şahitlik ederek ölümle şakalaşan yaşlı bir çiftin ilişkisi ekseninde mizahi bir dille aktarılıyor. Kendini değiştirmeyi akıl edemezken dünyanın düzenini değiştirmeye çalışan ve eşiklerde kalmanın sancısını yaşayan bir adamın baskılar karşısındaki tavrı hicvediliyor. Onlar için hayat tıpkı sirke tadında böğürtlen reçeli gibi… Biraz acı, biraz buruk ama bazen de tatlı… Dramaturgluğunu Arzu Işıtman’ın yaptığı oyunda Mert Tanık ve Bensu Orhunöz rol alıyor. (www.ibst.gov.tr)
↧
Divanhana’dan sevdalinka şarkıları
Saraybona Müzik Akademisi’nde okuyan 7 gencin kurduğu Divanhana müzik grubu, 11 Aralık Çarşamba günü Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nde konser verecek. Boşnak halk müziğinin dalı olan ve kökleri Osmanlı’ya uzanan ‘sevdalinka’ şarkılarını seslendiren grubun vokalisti Leila Catic, İstanbul’da ilk kez konser veren gruplarını anlattı.Divanhana ya da bugünkü karşılığı ile divanhane, ev halkının bir araya gelip sohbet ettiği, şarkılar söylediği, kimi zaman da bir konuyu tartıştığı oda demek. Bosna’da, 1463 yılından bu yana, yani Osmanlı Devleti’nin Bosna’yı fethinden sonra kullanılan bir kelime. Günümüzde ise Bosnalı bir müzik grubuna ilham olmuş bu sözcük. Saraybosna Müzik Akademisi’nde okuyan 7 gencin 2009’da kurduğu Divanhana, Boşnak halk müziğinin bir dalı olan ve kökleri Osmanlı’ya uzanan sevdalinka şarkılarını modern bir şekilde yorumlamak için yola çıkmış. Grup, ‘divanhane’nin tüm işlevini de yerine getiriyor. Sohbet, muhabbet, şarkılar ve bazen de ‘Bosna kültürünün sadece sevdalinka şarkılarından ibaret olmadığını’ söyleyenlerle tatlı tartışmalar… Osmanlı Devleti’nin Bosna Hersek’i fethinden sonra ortaya çıkan bir müzik türü olan sevdalinka, Boşnakçada sevda şarkıları anlamına geliyor. “Horonda, düğünlerde, akşam toplantılarında, aile buluşmalarında, avluda, bahçede, çardakta, piknikte, yolda, handa, mahallede, hamamda, çayırda, avlanırken, esarette, askeri seferlerde kısacası yaşamın tüm alanlarında söylenmiş bu şarkılar. Osmanlı’ya özgü; avlusu, çardaklı bahçesi, âşık penceresi, kapısı olan evlerden oluşan mahallelerin ortaya çıkması, sevdalinka şarkılarının konusunu ve fonunu oluşturuyor.” Fakat Batı kültürünün Bosna’nın yaşamına girmeye başlamasıyla sevdalinkanın altyapısını oluşturan yaşam biçimi değişiyor. Sevdalinka elbette Boşnak müziğinin bir parçası ama abartılmasını, bütün Boşnak kültürü ondan ibaretmiş gibi algılanmasını istemeyenler bulunuyor ülkede. Grubun vokalisti Leila Catic’e bu konu hakkında ne düşündüklerini soruyoruz. Onlar da çok kültürlü bir toplum olduklarının farkında, “Sevdalinka, Boşnak kültürünü oluşturan tek şey değil.” diyor ve ekliyor: “Bunun dışında nesne ya da hikâyeler, ninni gibi ya da daha önce hiç duyulmayan farklı türlerde müzik türleri gibi pek çok mirasa sahibiz. Boşnak kültürü kompleks ve ilgi çekici bir özelliğe sahip. Bizi ülkemizle ilgili fazla bilgi sahibi olmayan kişilere yaklaştıran ve anlatan geleneksel müziğimiz gibi öğelere sahip olmak bizim için iyi bir şey. Dolayısıyla bu durumdan rahatsız değiliz.” Divanhana, İstanbul konserinde ‘sevda’ müziği ve buna bağlı olarak Balkanlar’ın, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan bölgesinin geleneksel müziklerinden örnekler ile Çingene ezgilerini seslendirecek. İlk albümleri dünyaca ünlü caz ve etnik müzik yapımcısı Walter Quintus tarafından çıkarılan Divanhana grubu, geleneksel akordeon, vokalleri tamamlayan pirinçten üflemeli çalgılar, piyano, bas ve davuldan oluşan orkestrasıyla 11 Aralık Çarşamba günü, saat 20.00’de Zorlu Center PSM, Drama Sahnesi’nde olacak. (www.zorlucenterpsm.com)
↧
Antik "Kurşunlu Manastırı" kurtarılmayı bekliyor
Aydın'ın Kuşadası İlçesi Davutlar Beldesi'ndeki Samson Dağları'nın Kuşadası Körfezi'ne bakan yamacındaki 11'inci Yüzyıl'dan kaldığı tahmin edilen Kurşunlu Manastırı, ilgisizlikten yıkılmaya başladı. Kubbesindeki ağaçların köklerinin, Bizans yapısı olduğu tahmin edilen tarihi manastırın taş duvarlarının çatlamasına neden olduğu belirtilerek, bir an önce önlem alınması istendi.Aydın sınırlarındaki, Beşparmak Dağları'nda bulunan Stylos (Arapavlusu) Manastırı'ndan sonra tarihe tanıklık etmiş ikinci manastır olma özelliğine sahip Kurşunlu manastırı, ayakta kalma mücadelesi veriyor. Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği (EKODOSD), her yıl manastırın içinde bulunduğu durumu tespit edip, kamuoyunu ve yetkilileri bilgilendiriyor. EKODOSD Başkanı Bahattin Sürücü, tarihi manastırın her an yıkılabileceğini belirtip, uyardı. Manastırın son yıllardaki en büyük sorununun, kubbesinin üzerindeki ağaçlar olduğuna dikkati çeken Sürücü, "İyice büyümeye başlayan ağaçların kökleri manastır duvarlarını çatlatıp, taşları yerlerinden oynatmaktadır. Yüksek bir tepede olan manastır iklim koşulları nedeniyle sık sık rüzgar almakta, manastır kubbesinin üzerindeki ağaçlar rüzgarda sallanmakta ve bu durum da duvarların çatlamasına yol açmaktadır. 'Tehlike geliyorum' diyordu. O da oldu, kubbenin taşıyıcı payelerinden birinin ve taşıyıcı kemerin yarısının tamamen yıkıldığını gördük. 8 asırı aşkın süredir ayakta kalan ve 200 yıl öncesine kadar işlevini sürdüren manastırın bugünkü hali çok kötü durumda" dedi.Sürücü, manastırın yaz aylarında safari turlarıyla gelen turistlerin, kış aylarında ise mantar toplayıcılarının uğrak yeri olduğuna da dikkat çekip, "Bu haliyle insan güvenliği açısından büyük tehlike içermektedir. Özellikle insanlar içindeyken manastırın çökmesi bir faciayla sonuçlanabilir. Bu nedenle acil olarak tehlike yaratan bölgelerin etrafı çitle çevrilip, uyarı tabelaları konulması gerekir. Bir yandan da manastırın kurtarılması için gerekli iyileştirmelerin yapılması gerekir. Yoksa yöremizin bir kültür hazinesi ve Kuşadası turizmi için önemli bir tarihsel mekan olan bu manastır hızla yok olup gidecektir. Bu konuda ilgili kurumlara bilgilendirme yazısı göndereceğiz" dedi.Kurşunlu ManastırıDilek Yarımadası- Büyük Menderes Deltası Milli Parkı'nın doğusunda, eşsiz bitki zenginlikleri arasında yer alan Kurşunlu Manastırı, Bizans yapısı bir Ortodoks Manastırı olup, 11. yüyzılda kurulduğu tahmin edilmektedir. Rumların Panagia Kurşuniatissa dedikleri manastır, Panagia sözcüğünden de anlaşılacağı üzere Meryem'e ithaf edilmiştir. Kurşuniatissa adı Türkçe kurşun kelimesinin Rumca bir ek almasıyla oluşmuş, muhtemelen yapıların üstünü örten kurşundan geldiği tahmin edilmektedir. Davutlar Beldesi'ne 12 kilometrelik bir tırmanışla ulaşılabilen manastır, ikonaperestlerin ve dinsizlerin saldırılarına karşı savunma ve eğitim amacıyla, gizlenebilmeleri ve tapınabilmelerine uygun bir coğrafyada olması nedeniyle, baskıdan kaçan din adamları tarafından kurulduğu bilinmektedir. Etrafı duvarlarla çevrili Kurşunlu Manastırı'nın merkezinde bir kilise bulunmaktadır. Manastır duvarlarının dışında 100 metre doğusunda bir mezar şapeli vardır. Kilisenin batısında, Bizans manastırlarındaki ofis binalarını akla getiren kule görünümlü üç katlı bir yapı bulunmaktadır.(DHA)
↧
↧
Özbekistan Minyatürleri Hünkâr Kasrı’nda
Minyatür sanatçısı Jahongir Ashurov’un “Özbekistan’dan Minyatür Esintiler Sergisi” 12 Aralık Perşembe günü Eminönü Yenicamii Hünkâr Kasrı’nda saat 15.00’te açılıyor.Sözlü gelenekten gelen hikâyelerden esinlenen Jahongir Ashurov’un minyatürleri, bu hikâyelerdeki derin felsefi ve insani bakış açısı üzerine temellendiriliyor. İstanbul Ticaret Odası tarafından düzenlenen sergi 27 Aralık’a kadar ziyaret edilebilir.
↧
Tord Gustavsen, Caz Günleri’nde
4 Aralık’ta başlayan Akbank Sanat Caz Günleri, ünlü isimleri ağırlamaya devam ediyor.10 Aralık Salı günü geleneksel Kuzey Cazı’nın ustalarından Tord Gustavsen sahne alacak. 13 Aralık’ta ise, 22. Akbank Caz Festivali JamZZ Genç Yetenekler Yarışması En İyi Performans Ödülü sahibi baterist Olgun Açar, grubuyla bir konser verecek. Danimarka’nın caz divası Caecilie Norby ile İsveçli Lars Danielsson ise 18 Aralık Çarşamba günü Akbank Sanat’ta olacak. Etkinlik 26 Aralık Perşembe günü Uraz Kıvaner’in konseriyle sona erecek.
↧
Yalıçapkını’na 600’den fazla kısa film başvurdu
İzmir’de ilki 13-15 Aralık’ta gerçekleştirilecek Yalıçapkını Kısa Film Yarışması’na rekor başvuru yapıldı.Uluslararası Artemis Film Festivali kapsamındaki yarışmaya ilk yılı olmasına rağmen 600’den fazla eser müracaat etti. Yalıçapkını kuşunun bu festivalle beraber İzmir’in en önemli simgelerinden biri haline geleceğini söyleyen Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan, “Konak Belediyesi olarak sadece Türkiye’deki değil, dünyadaki bütün kısa filmcilere kapımızı açtık. Gelen filmlere bakıldığında, birçok ülkeden katılım olduğunu görmekteyiz. Bunların arasında İran, İspanya, Amerika, İngiltere ve Almanya başı çekiyor. Festivalimize bütün İzmirlileri davet ediyoruz.” dedi.
↧
Pi’nin yeniliği, kader ve din konusundaki olumlu yaklaşımı
4 dalda Oscar alan Pi’nin Yaşamı romanının yazarı Kanadalı Yann Martel Türkiye’deydi. MCT Danışmanlık tarafından düzenlenen etkinlikte okurlarıyla buluşan Martel ile Pi’nin felsefesini ve yaklaşık on yıl önce kitap hakkında çıkan çalıntı iddialarını konuştuk.Pi’nin Yaşamı tüm dünyada hem çok izlendi hem de çok okundu. İnsanları Pi’nin hikâyesine çeken felsefe, onların hayatındaki hangi boşluğa işaret ediyor? Neden bu kadar sevildi?Pi’nin Yaşamı’nın üslubundan dolayı bu kadar sevildiğini düşünüyorum. İyiliğe inanılmayan bir dünyada yaşıyoruz. Hiçbir şeye inanmamak çok kolay. İnsanların, dinin ya da yönetimlerin iyiliğine inanmamak kolay. Pi’nin Yaşamı’nda hikâye bu ironiyle akmıyor, din’i örnek verelim: pozitif! Demek istediğim din’i çok kolay eleştirebilirsiniz. Pek çok dindar cinsiyetçi, Yahudi aleyhtarı, ataerkil; böyle kesin dini örnekler bulmak kolay, ama Pi kader ve din konusunda oldukça olumlu. Ve yeni olan da bence bu. Özellikle Batı’da yayımlanan, dinle ilgili kitaplar konuya çok negatif yaklaşıyorlar. Pi’nin Yaşamı, başlangıçta büyük sorular soruyor ve bir çocuk ve kaplanın maceralı hikâyesi üzerine kuruluyor. Yüzeyi yakalıyor. Kitabın gerçeği ise neye inanmak istediğini sorgulamasında, rastgele birine ya da bir şeye mi inanmak istiyorsun yoksa bir şekilde anlamı olan bir şeye mi? Bunlar herkesin mutlaka hayatında bir kere bile olsa kendine sorduğu sorular.Pi bütün dinlere inanıyordu. Oysa geçmişte din savaşları yaşandı. Pi, insanlığa ne öğütlüyor?Aslında bu, dinler arası bir savaş değil, din için savaştığını söyleyen insanların savaşı. Hıristiyanlıkta ya da İslam’da Allah kendi adına öldürmeyi emretmez. İnsanlar birbirlerini öldürmek için dini alet ediyorlar. Mesela İslam’ın Batı’da kötü bir imajı var. Çünkü insanlar Allah’ın adını kullanarak birilerini öldürüyorlar. Bu Kur’an’da yazmaz, istediğin için birini din adına öldüremezsin. Bunu hepimiz biliyoruz. Dinlerin ana mesajı sürtüşmeleri, farklılıkları yargılamamak. Yargılama! Yargıladığın sürece yalnız kalırsın. Tabii ki eleştirel ol ama kendini birilerini öldürecek kadar yargı sahibi görme. Bütün dinler bunu öğütler. Her dinin kendine özgü karakteristiği var. Kültürler farklı ama bu onların kavga etmesi gerektiği anlamına gelmez.“Dünya göründüğü gibi değildir. Onu anladığımız gibidir, öyle değil mi?” diyorsunuz. Siz dünyayı nasıl anlıyorsunuz? Ona neler kattınız?Bu büyük bir soru. Kitapta dediğim gibi, kendime hangisi daha iyi hikâye diye sorduğumda, daha iyi olan hikâyeye inanmayı tercih ediyorum. Burada hayalperest olmaktan bahsetmiyorum. Yani bir binanın tepesinden atlayıp kanatlarınla yere konmayacağın kesindir, atladığında ölürsün. Demek istediğim, gerçekleri ele alıp iyi hikâyeyi seçerim, çünkü böyle yapmazsam eğer o hikâyeye inanması hayli güçleşir. Ve bu insanı kesinlikle çözüme götürmez. Hayatın belalarından uzak kalmak için en iyi yol, açık fikirli ve açık kalpli olmak, tek çözüm bu.2002’de Man Booker ödülünü aldıktan sonra, kitabın kurgusu Moacyr Scliar’ın “Max and the Cats” kitabıyla aynı olduğu için çalıntı / intihal ile suçlanmıştınız. Bu konuda ne söylersiniz?Bu çok saçmaydı çünkü o kitabı hiç okumamıştım. Kitabı skandaldan sonra okudum. Yıllar önce bir gazetede Scliar’a ait kitabın bir incelemesini okumuştum. Unutmuştum, sonra birden aklıma geldi, aaa evet, bir adam, vahşi bir hayvanla bir sandalda mahsur kalıyor. Benim hatam kitapta ona teşekkür etmek oldu. Ondan ilham aldığım için ona da değindim teşekkür yazısında. Ama değinmesem bunu kendisi bile anlayamazdı. Eleştirisini okuduğum için dürüst davranmak adına teşekkür etmem gerekeceğini düşündüm, çalacak olsam bunu yapmazdım. Peki, size göre bir kitabın kurgusu mu yoksa onun dil, üslup ve anlatımı mı daha fazla önem taşıyor?İkisi de. Hikâyesi güçlü olup da üslubu yetersiz olan kitaplar hızlıca okunup unutuluyor. Popüler, kötü yazılmış kitaplar gibi, iyi hikâyeleri var ama korkunç yazılmışlar. Öte yandan, hikâyesi olmayan, harika yazılmış kitapları da okuması güç. Doğru ayar, kitabın hem iyi bir kurguya hem de iyi bir dile sahip olması. Yazmaya yeni başlayanların yaptığı en büyük hata üslup üzerine çok fazla çalışmaları. Uzun, okunması zor cümleler...
↧
↧
Tokat Müzesi'ndeki altın ağız ve göz bandı dikkat çekiyor
Tokat Müzesi'nde Roma döneminde vefat edenlerin defnedilirken ağız ve gözüne kapatılan altın band dikkat çekiyor.Tarihi Sulusokak Çarşısı'nda Roma, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait bir çok tarihi eserle bütünleşen Tokat Müze'sinde, Maşat Höyük, Hanözü kazısı eserleri, Hristiyanlık eserleri ve etnografya temelli eserlerin yanı sıra sikkeler ve süs eşyası sergileniyor. Eserlerin içinde ise lahitteki 2 bin yıllık insan iskeletinin yanı sıra Roma döneminde ölenlerin defnedilirken gözü ve ağzına kapatılan altın bant ile sikke ve kolyeler dikkat çekiyor.Öte yandan Osmanlı yapısı Arastalı Bedesten'e taşınan Tokat Müzesi 2012 yılında 13 bin 966 olan ziyaretçi sayısı 2013 yılın 11 ayında 23 bin 127'ye çıktı. Müze Müdürlüğü'ne bağlı Atatürk evin'e 2012 yılında 10 bin 885, 2013 yılının ilk 11 ayında 8 bin 535; Latifoğlu Konağı'na 2012 yılında 11 bin 781, 2013 yılında ise 13 bin 230 kişi ziyaret etti. Toplamda ise 2012 yılında 36 bin 632 kişi, 2013 yılının 11 ayında 44 bin 892 kişi Tokat müzesi, Atatürkevi ve Latifoğlu Konağı'nı ziyaret etti.(İHA)
↧
Necati Cumalı 2014 Şiir Ödülü Onur Akyıl’ın
Seçici kurulunda Cevat Çapan, Refik Durbaş, Celal Soycan, Sina Akyol, Metin Cengiz, Metin Celâl ve Asuman Susam’ın yer aldığı “Necati Cumalı 2014 Şiir Ödülü”nü kazananlar açıklandı.129 başvurunun kabul edildiği yarışmada “Unutacak Kimse Yok” adlı dosyanın sahibi Onur Akyıl ödüle layık görülürken, şiire verdiği emekten dolayı usta sinema sanatçısı Fikret Hakan da “Eski Biri” dosyasıyla jüri özel ödülüne layık görüldü. Urla Belediyesi ile Cumalı-Seferis Gökyüzü Kültür ve Sanat Derneği’nin birlikte düzenlediği yarışmanın ödül töreni 13 Ocak 2014 tarihinde Urla Belediyesi Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılacak. Ödüle değer görülen dosyalar “Unutacak Kimse Yok” ve “Eski Biri” 2014 yılında kitap olarak yayımlanacak. Bu yıl şiirle başlayan Necati Cumalı Edebiyat Ödülleri, 2015 yılında öykü dalında sahibini bulacak.
↧
Hattat Hamid Aytaç’ın izinden
1982 yılında vefat eden son Osmanlı hattatı Hamid Aytaç’ın izinden giden günümüz hat sanatçılarından Mahmut Şahin, yetiştirdiği öğrencilerinin hat meşklerini bir sergide bir araya getiriyor.11 Aralık Çarşamba günü Sultanbeyli Muhsin Yazıcıoğlu Kültür Merkezi’nin içindeki Galeri İstanbulensis’te saat 19.00’da açılacak sergide, Ahmet Türk, Arif Çelik, Bahri Bingöl, Betül Demir, Dr. Rümeysa Günay İnanç, Erkan Bakım, Esra Gün, Eyüp Can Sarı, Hidayet Şen, İsmail Tülüce, Kadriye Özkul, Murat Oruç, Ömer Kısa, Özlem Çaldemir, Sibel Temelkıran, Şerife Çavuşoğlu ve Ülfet Balon’un eserleri yer alacak. “Hattat Hamid Aytaç’ın İzinden” adlı sergiyi 25 Aralık’a kadar gezebilirsiniz. (0216 564 13 00)
↧
A’mâk-ı Hayal tiyatro sahnesinde
Tasavvuf edebiyatının klasik eseri A’mâk-ı Hayal ilk kez tiyatro sahnesine taşındı. Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl aynı adla oyunlaştırdığı eser yeni kurulan Tiyatro Nefes’in de ilk oyunu. A’mâk-ı Hayal, tiyatroseverler için özgün ve farklı bir uyarlama.Kimi eserler vardır; daha baştan ismiyle sizi kendisine çekmeyi bilir. Adını duyduğunuz anda etkisi altına girmeye başlarsınız. Ve artık kaçarı yoktur, behemehal okunacak, daha sonra mutlaka yeniden okunmak üzere kütüphanenizin en nadide yerlerinden birine özenle yerleştirilecektir. Filibeli Ahmet Hilmi’nin hakikat aşkıyla yanan Raci’nin hayal âlemindeki yolculuğunu anlatan A’mâk-ı Hayal adlı kitabı, bu tanımlamayı en çok hak eden eserlerden biri. İşte; okuyanların, hele hele gönül gözü ile okumayı başaranların ‘arayışın romanı’ addedip başucu kitabı yaptığı bu eser ilk kez tiyatro sahnesine taşındı. Raci; havvasın hemen her an, avamın nadiren, yani akıl ve izan sahibi her beşerin hayatında en az bir kez de olsa kendi kendine sorduğu ‘hakikat nedir’ sorusuna cevap arayan bir gençtir. Sualine cevap bulmak için ‘Aynalı Baba’ namlı bir zatın mihmandarlığında çıkacağı yolculuğa ihtiyaç duymaktadır. Bu yolculuğa çıkması için hayale dalması gerekir. Zahiren uyuyup batıni olarak uyanan Raci, yokluk ve varlığın aynı şey olduğunu öğrenene kadar bir dizi sınavdan geçecektir. Hindistan’da Buddha’ya uğrayıp onun öğütleriyle ‘Yokluk tepesi’ne ulaşmaya çalışacak, Fars diyarında Zerdüşt’ün huzuruna çıkıp Hürmüz ve Ehrimen’in yani aydınlık ve karanlığın yenişememesine şahit olacaktır. Anka kuşunun sırtında âlemleri gezecek, gezdikçe hakikate yaklaşacaktır. Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl Zaman Kitap’tan yayımlanan aynı adlı oyununu ilk kez sahnelemek, yeni kurulan Tiyatro Nefes’e kısmet olmuş. Önceki akşam Cennet Kültür Merkezi’nde galası yapılan oyun, kitabın kendisi gibi oldukça sıradışı. Ağır tasavvufi ve fantastik öğeler barındıran bir eserin, tiyatroda hele ki yeni kurulan bir grup tarafından sahnelenmesi dolayısıyla oluşabilecek muhtemel endişeler, daha ilk sahnelerde gideriliyor. Genç ekip, ‘zamane’ genci Raci’nin faydalı faydasız bir dolu bilgiyle çöplüğe dönmüş aklını bugüne göndermeler de içeren eğlenceli bir yolla anlatarak selamlıyor izleyiciyi. Nitekim oyunu uyarlayan Hüseyin Sorgun ve yönetmen Öncü Alper, ‘kitabın felsefî ağırlığı tiyatronun didaktik ruhu ile birleştiğinde seyirciyi mesaja boğacak bir eser’ ortaya koymaktansa, absürt öğelerle örülü sıradışı bir oyun sunmayı tercih etmiş. Ne yalan söyleyelim iyi de olmuş. ‘Yokluk tepesine’ çıkmaya hazırlanırken kendisine sunulan yiyeceklerde aklı kalan Raci ile dalga geçen bir Buddha karakteri görmenin, izleyiciyi şaşırtırken oyunu cazip kıldığını söylemekte sanırız bir sakınca yok. Ya da Hürmüz-Ehrimen savaşında aydınlık tarafta mı yoksa karanlık tarafta mı olması gerektiğine karar veremeyen şaşkın Raci karakterinin oyuna oldukça sempatik bir hava kattığını da... Ancak aynı durumun, eserin ‘duygu’ kısmının seyirciye geçmesini önlediği de bir gerçek. A’mâk-ı Hayal amiyane tabirle ‘değişik’ bir oyun. Ve tam da bu yüzden başarılı. Türk tasavvuf edebiyatının kült eserine de ‘sıradan’ bir uyarlama yakışmazdı zira. ‘Okuduğu eşek yükü kitaplar’a rağmen hakikati bulamayan bir gencin, sonunda bilmekle bilmemeyi bir tutan bir meczuba dönüşümünü özgün bir uyarlama ile sahnede görmek isteyenlere duyurulur.
↧
↧
Strasbourg'da 'Türk Sinema Günleri' başlıyor
Türk sineması ile kültürünün 25 yıldan bu yanatanıtıldığı Strasbourg Odyssee sinemasında 12 Aralık Perşembe günü 'Türk Sinema Günleri' başlıyor.Yurt dışında ilk kültürel sinema etkinliğine 25 yıl önce imza atan 'Strasbourg Türk Sinema Günleri' bu yıl 14 Ocak tarihine kadar 14 sinema filmiyle sinema severleri tarihi Odyssee salonuna davet ediyor. Yeni sinema filmleriyle beraber çok sayıda Yeşilçam sanatçıları Odyssee'de filmlerin öykülerini hayranlarıyla paylaşma imkanı buluyor. Avrupanın başkenti Strasbourg'ta Türkiye'nin kartviziti olan 25. Türk Sinema Günleri etkinliğinde beyaz perdeye gelecek filmler yönetmen Kudret Güneş'in belgeseli 'Bedianın İzinde', Pelin Esmer'in 'Gözetleme Kulesi', Uğur Yücel'in 'Soğuk' ve 'Benim Dünyam', Çağan Irmak'ın 'Tamam mıyız', Fatih Akın'ın 'Cennet Bahçesinde Çöp' belgeseli, Özcan Deniz'in 'Su ve Ateş', Mahmut Fazıl Coşkun'un 'Yozgat Blues', Atalay Taşdiken'in 'Kız Kardeşim' ve 'Meryem' Tamer Levent'in 'Tepenin Ardı', Tolga Örnek'in 'Senin Hikayen', Serdar Akar'ın 'Behzat Ç. Ankara Yanıyor', Sermiyan Midyat'ın 'Hükümet Kadın' filmleri bulunuyor. Dünyanın en eski altı sinemasından biri olan 'Odyssee' salonu 3 Ocak tarihinde 100. yaşına giriyor.Fransa'da en eski 64 yıldır yaşayan Türk olarak isminden söz ettiren Odyssee sinemasın yönetmeni Faruk Günaltay bu yıl özenle seçtiği filmleri Türk ve Fransız sanatseverler için Fransa'ya getiriyor. Eski başbakanlardan Şemşettin Günaltay'ın yeğeni olan Faruk Günaltay Avrupa sinema ve kültürüne verdiği destekten dolayı 2005 yılında Fransa Kültür Bakanlığı tarafından 'şövalye' nişanı' ithaf edilmişti. Onaltı yıldır Avrupa Konsey'in Avrupa Sinema Fonu ' Euroimages' Türkiye temsilcliği görevinde bulunan sinemacı Günaltay Fransa'da ilk sinema dergisini çıkartan başarılı Türk olarak Avrupa sineması tarafından anılıyor. Filmlerini paylaşacak Yeşilçam sanatçıları içinde Uğur Yücel, Atalay Taşdiken, Beren Saat, Ayça Bingöl, Kenan Doğulu, Tolga Örnek bulunuyor.(DHA)
↧
Matrakçı’dan günümüze minyatür
Minyatür sanatçısı Nükhet Erer’in “Matrakçı’dan Günümüze” başlıklı sergisi, 18 Aralık Çarşamba akşamı TEB Nişantaşı Özel Bankacılık Merkezi’nde açılıyor. 16. yüzyılda yaşayan, ancak eserleri günümüzün modern anlatım tarzıyla örtüşen Matrakçı Nasuh’u örnek alan Erer, minyatüre çağdaş bir yorum getiriyor.Geleneksel minyatürlerin yanı sıra modernize edilmiş temalarda çalışmalar yapan sanatçının eserlerinde; Anadolu folklorik kıyafetleri, İstanbul, İzmit ve Şile’nin tarihi bina ve bahçeleri, Osmanlı kaleleri yer alıyor. Sergiyi 31 Ocak 2014’e kadar hafta içi her gün 11.00-18.00 saatleri arasında gezebilirsiniz. (0212 219 09 30)
↧
Zeki Demirkubuz, yeni filminde ‘Kor’ olup yakacak!
Yönetmen Zeki Demirkubuz, yeni filminin hazırlıklarına başladı.Antraksinema.com’un haberine göre usta yönetmen, onuncu filminde de kendi izleğinde devam edecek. Filmin Türkçe adı henüz netleşmezken, Demirkubuz’un yapım şirketi Mavi Film adına uluslararası destek ve fonlara yapılan başvurularda isim olarak ‘Ember’ kullanılıyor. Türkçesi ‘Kor’, ‘Köz’ anlamına gelen filmin senaryosu Zeki Demirkubuz imzalı. Ön hazırlık aşamasında olan ve projenin maliyet bütçesinin edinilmesi için yurtdışı destek fonlarına ve proje marketlerine gönderilen ‘Ember’, üç kişilik yakıcı bir aşk öyküsü anlatıyor: Kocası Cemal’in Romanya’ya kaçak işçi olarak gitmesinin ardından evde giysi dikerek geçimini sağlayan Emine, bir giyim atölyesinde eski patronu Ziya ile karşılaşır. Ziya, Emine’nin durumunu görüp yardım eder; ancak bir süre sonra Cemal, Romanya’dan döner. Sonrasında gelişen olaylar, üçünün de hayatını dönüşü olmayacak şekilde değiştirecektir.
↧
Kurtiz’in belgeseli, 35 yıl sonra gösterilecek
Sinema sanatçısı Tuncel Kurtiz’in, 1978 yılında İsveç televizyonu için çektiği, fakat Türkiye’de hiç gösterilmeyen “E5: Ölüm Yolu” adlı belgesel 35 yıl sonra İstalbul’da gösterilecek.Bu yıl, 14-18 Aralık tarihleri arasında 5. kez yapılacak “Hangi İnsan Hakları? Film Festivali” kapsamında seyirciyle buluşacak belgeselin günü ve saati ile ilgili bilgi www.hihff.org sitesinden duyurulacak. Festivalde ayrıca göçmenlik, kadın hakları, ekoloji gibi konulara değinen 40’a yakın film yer alıyor. (www.hihff.org)
↧
↧
46. SİYAD Ödülleri 20 Ocak’ta
Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 46. kez gerçekleştireceği geleneksel ödül töreni 20 Ocak 2014 Pazartesi gecesi saat 19.30’da İstanbul-Harbiye’deki Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak.Törende SİYAD’ın 93 üyesinin 2013 yılında sinema salonlarında en az yedi gün ticari gösterime girmiş yerli ve yabancı filmler arasında yapacağı değerlendirme sonuçlarına göre seçilen ‘en iyiler’ açıklanacak. Yerli yapımlar dalında en iyi film, yönetim, senaryo, müzik, görüntü yönetimi, sanat yönetimi, kurgu dalları, kadın oyuncu performansı, yardımcı kadın oyuncu performansı, erkek oyuncu performansı, yardımcı erkek oyuncu performansı ile toplam 11 ana dalda verilecek SİYAD Ödülleri’nde 2013 yılının en iyi yabancı filmi de açıklanacak. SİYAD’ın Onur Ödülü sinema ve tiyatro oyuncusu-çevirmen Serra Yılmaz; yönetmen ve senaryo yazarı Ali Özgentürk; senaryo yazarı, sinema ve tiyatro oyuncusu Macit Koper’e verilecek. Emek Ödülü ise yayıncı, tasarımcı, fotoğraf sanatçısı ve sinemamızın unutulmaz afişlerine imza atmış olan Erol Ağakay’a verilecek.
↧
Görsel algınızı sorgulamaya hazır olun!
Geçtiğimiz hafta Budapeşte’de, algı illüzyonları akımının en önemli temsilcilerinden Macar sanatçı Istvan Orosz’un atölyesini ziyaret ettik. 20 Aralık’ta Ankara Güler Sanat’ta Türkiye’deki ilk kişisel sergisini açacak olan sanatçı, Edgar Allan Poe, Einstein, M.C Escher, Shakespeare, Velazquez ve Jules Verne gibi sanatçı, yazar ve bilim adamlarından ilham alıyor.Amerikan edebiyatının kurucularından Edgar Allan Poe, Amerikan toplumu tarafından bir türlü anlaşılamadı ve sadece bir polisiye yazarı olarak kaldı. Ondan beklenen, şiirleri bir kenara bırakıp gizemli, kanlı ve heyecanlı cinayet öyküleri yazmasıydı. Geçtiğimiz yıl gösterime giren ‘Kuzgun’ (The Raven) filmi de bunu doğruladı. Filmde Poe’nun kişiliği ve hayatı hakkında neredeyse hiçbir ayrıntı yoktu. Ne yetimliği, ne terk edilme korkusu, ne tutarsızlığı, ne gururu, ne inandırıcı yalancılığı, ne ruhunun derinlerindeki korkuları, ne de tedirgin edici yüz ifadesi… Beyazperdeye hiçbiri yansımadı. Neyse ki Amerika’ya epey uzak bir coğrafyada, Macaristan’da, onu anlayan, özümseyen ve eserlerinde baş tacı eden bir sanatçı var: Istvan Orosz. Istvan Orosz, bir eserinde Poe’yu ‘Kuzgun’ şiirini yazarken resimliyor ve Poe’nun yetenek ya da ilhama değil çalışma ve analitik zekâya övgüsünü yine matematiksel bir zekâyla cevaplıyor. Görünen ve görünmeyen taraflardan oluşan bu çok katmanlı eserde Orosz, Poe’nun edebiyatta yapmaya çalıştığını resimde yapıyor ve dikkatleri başka bir yere çekiyor. ‘Edgar Allan Poe’ isimli eserde Poe, ‘Kuzgun’u yazarken resmediliyor. Ama çalışmaktan yorulduğu ve başını masaya koyduğu için yüzü görünmüyor. Dağınık masada kuzgun resimleri, gözlük, not defterleri, pergel, kalemler, kâğıtlar, saat, jilet, kozalak, raptiye, anahtar ve bardak gibi pek çok şey var. Tüm bu nesnelerin de elbette Poe’nun hayatında bir karşılığı… Ama resmin asıl şifresi bardağın açık ağzına bir silindir ayna yerleştirildiğinde ortaya çıkıyor ve Edgar Allan Poe’nun portresi tüm tedirginliğiyle karşımızda beliriyor. Rönesans sanatçılarının şifreleme ve bilgi saklamada kullandığı bir teknik olan anamorfik tekniğin, yani yeniden anlamlandırmanın çağdaş bir yorumcusu sayılan Istvan Orosz, Edgar Allan Poe’nun yanı sıra Dürer, Einstein, M.C Escher, Shakespeare, Velazquez ve Jules Verne gibi önemli sanatçı, yazar ve bilim adamlarından da ilham alıyor. Bu isimlerin dünya görüşleri ve felsefelerinden çok etkilendiğini söyleyen Orosz, “Onlara ait bazı fikir ve düşüncelerin benim olmasını çok isterdim.” diyerek kıskançlığını itiraf ediyor. Günümüzde doğan her sanat eserinin içerisinde bir şekilde, belki de farkında olmadan, tarihin sayısız katmanları ve etkileşimlerini sakladığını düşünen Orosz, anamorfik tekniğin yanı sıra optik illüzyonlar, var olmayan objeler, imkânsız mimariler ve çift anlamlı imgeleri de çalışmalarında kullanıyor. Istvan Orosz’un gravür, yağlıboya ve üç boyutlu ahşap çalışmalarıyla birlikte baskı, animasyon filmler ve karakalem işlerinin yer aldığı 30 eserlik sergisi, 20 Aralık’ta Ankara Güler Sanat’ta açılacak. Hollandalı ressam ve grafik sanatçısı M.C. Escher’dan sonra algı illüzyonları akımının en önemli temsilcisi kabul edilen Istvan Orosz’un Türkiye’de açılacak bu ilk sergisinin ismi ‘Master of Deception’. 20 Şubat’a kadar açık kalacak sergide, izleyici perspektif oyunlarıyla baş başa kalacak ve görsel algısının mutlaklığını sorgulamaya başlayacak.‘Yoldaşlar, bitti!’Uluslararası pek çok müze ve koleksiyonda eserleri bulunan Istvan Orosz, aynı zamanda Pannónia Film Studio’da yönetmen ve University of West Hungary’da öğretim görevlisi. 1951 Macaristan doğumlu sanatçı; algı oyunları, çift anlamlı imgeler, imkânsız mimariler ve anamorfik işlerin çağdaş yorumcusu. Ama grafik, resim, poster tasarımı ve animasyon filmler de yapıyor. Hatta sanatçının Sovyetler’in dağılmasıyla 1989 yılında Macaristan’daki rejim değişikliğine ilişkin hazırladığı ‘Yoldaşlar, bitti!’ isimli posteri bir gecede bütün Macaristan’a asılarak dünya çapında ünlü oldu.Anamorfoz tekniğiAnamorfoz genellikle perspektifle uğraşırken ortaya çıkan bir teknik. Aslında perspektifin abartılması ya da hızlandırılması… Görüntünün büyük bir çarpıtmaya uğrayarak ve ancak özel bir metotla, belirli bir açıdan ya da yansıtıcı yüzeylerin yardımıyla anlaşılabileceği bir teknik. Bu teknikte Orosz’un geliştirmeye çalıştığı, çarpıtılan görüntüye bağımsız bir anlam kazandırarak, birbirini tamamlayan ya da birbirinin tamamen zıddı olan iki görüntü ortaya çıkarmak.
↧
Kent, bellek, hareket...
Tarih Vakfı Perşembe Konuşmaları'nın 12 Aralık Perşembe günkü konuğu, İstanbul Üniversitesi Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Yıldız Salman.Saat 18.30'da başlayacak “Kent, Bellek, Hareket” başlıklı konuşmada, İstanbul Yedikule Bostanları'nı dönüştürme projesinden hareketle tarımsal peyzaj, kent belleği ve sivil toplum ilişkisi tartışılacak. Yıldız Salman, “Neyi korumaya değer buluyoruz, içinde yaşadığımız kentleri, yapıları düşündüğümüzde varlığını sürdürmesini istediğimiz değerler nelerdir, yaşadığımız çevrelerin ‘ruhu'nu hangi değerler oluşturuyor?” sorularından yola çıkarak “koruma” kavramıyla güncel algı ve yaklaşımlarımızın ilişkisini tartışmaya açacak. Yer: Aynalıgeçit, Meşrutiyet Caddesi, Avrupa Pasajı, No: 8, Kat: 2, Galatasaray/Beyoğlu
↧