Türkiye’nin belleği konumundaki Milli Kütüphane’nin depolarından, bugüne kadar çürümeye terk edildiği anlaşılan 346 bin eser çıkarıldı. Koleksiyon, aralarında Atatürk Belgeliği, Türk Ocağı tarafından 1976’da kütüphaneye bağışlanan 40 bin kitaptan ve yüzlerce Osmanlıca eserden oluşuyor.TBMM’nin kuruluşundan itibaren görev yapan din ve siyaset adamı Mustafa Tevfik Gerçeker’in bağışladığı koleksiyon ve elyazmalarının bulunduğu depolarda tespit edilen eserlerin çürümeye terk edildiği görüldü. Kütüphanedeki durumun ortaya çıkmasının ardından eserlerin kurtarılması için çalışma başlatıldı. İlk iş olarak patoloji, restorasyon bölümü oluşturulacak. Fizikî alana, yetersiz koşullara dair sorunlar çözülecek, mevcut depoların ıslahı için başlatılan proje ihale aşamasına getirildi. Çıkarılan eserlerin sınıflandırılması, künyelerinin çıkarılması ayrıca el-yazmaları eserler için de üç ayrı komisyon kuruldu. Sınıflandırmaları tamamlanan, künyeleri oluşturulan yapıtlar kataloglanarak sisteme yerleştirecek.
↧
Milli Kütüphane’nin deposundan 346 bin kitap çıktı
↧
Dostoyevski’nin vasiyeti yerde kalmadı
Dostoyevski'nin romanlarında yer alan karakterlerin nasıl ete kemiğe büründüğünü merak eder miydiniz? Yahut romandaki bir sahnenin bir sergi salonunda karşınıza çıkmasını... Daha önce İhsan Oktay Anar'ın Uzun İhsan Efendi'sini karşımıza çıkaran heykeltıraş Çağdaş Erçelik'in Dostoyevski'nin roman karakterlerinden esinlenerek hazırladığı sergi, 26 Mart'ta Galeri Eksen'de açılacak. Dostoyevski, "Budala"da romanın başkahramanı aracılığıyla ressam bir kıza vasiyette bulunur. Ressam kız, Budala'ya bir insanı hangi haliyle resmetmesi gerektiğini sorar ve ondan kendisi için bir konu bulmasını ister. Budala, ressam kıza bir arkadaşının idam mahkûmu olduktan sonra, idam mangasının önünde tam öldürülecekken affedildiğini anlatır ve ondan, tam o anda idam mahkûmunun gözlerindeki ifadeyi çizmesini ister. O idam mahkûmu Dostoyevski'nin ta kendisidir! Çağdaş Erçelik, edebiyatla bağı en sıkı heykeltıraşlardan biri. Öyle ki, okuduğu kitaplar, sevdiği edebiyatçılar onun en büyük esin kaynağı. Sanatçı, daha önce Puslu Kıtalar Atlası adlı romanın başkarakteri Uzun İhsan Efendi'nin büyülü dünyasıyla çıkmıştı karşımıza, ardından “Dersaadet”in Sait Faik, Nazım Hikmet, Yahya Kemal ve Orhan Veli gibi usta yazarlarını bir araya getirmişti. Erçelik'in şimdiki uğraşı ise Dostoyevski karakterleri. Birkaç yıl önce Yeraltından Notlar'ı okuduktan hemen sonra romanla ilgili bir şeyler yapmak istediğini anlatıyor Erçelik. Başta sergi hazırlama amacı yokmuş ama yoğun bir şekilde Dostoyevski'nin dünyasına girip sürekli olarak eskizler, resimler yapmaya başlayınca “Bu neden bir sergi olmasın?” diye düşünmüş. Böylece, Erçelik'in henüz tamamlanmamış sergisinin ilk heykeli, Yeraltından Notlar'ın isimsiz kahramanı olmuş. Bu isimsiz kahraman hırsla, yolda kendisine omuz atan adamla bir daha karşılaştığında ona gününü nasıl göstereceğini düşünüp türlü varyasyonlar üretiyor; bir yandan da odasında bir aşağı bir yukarı volta atıyordur. Erçelik, “Ben Dostoyevski'den önce hiçbir romancının böyle bir ruh halini incelediğini görmemiştim.” diyor ve belki de insanların Yeraltından Notlar'ı okuduğunda bu yüzden büyülendiklerini söylüyor. Aynı kitapta kahraman şöyle der: “O sıralar beni üzen bir mesele daha vardı: Ne ben kimseye benziyordum ne de herhangi biri bana.” Ancak Erçelik, Dostoyevski kahramanlarının bu toprakların insanlarıyla çok benzeştiğini düşünüyor ve diyor ki: “İki toplumun da yaşadığı sıkıntılar çok benziyor. İkisi de Batılı gibi olmaya çalışıyor ama olamıyor, ikisi de Batı'ya karşı hayranlık ve öfke duyuyor. Onun hem bir ezikliği var hem de entelektüel stresi. Dostoyevski'den önce ilgilendiğim yazarların da ondan etkilendiklerini gördüm. Yeraltından Notlar'daki ismi olmayan karakter, Türk edebiyatına sızmış ve romanlarda geziniyormuş gibi...” Sanatçı, eserlerinde izleyicinin hayal gücüyle doldurabileceği sahneler seçmiş çoğunlukla. Sözgelimi, Raskolnikov'un baltayla kadını öldürdüğü anı değil de, cinayeti işledikten sonra odasına gelip kaldığı o ilk anı canlandırmış. Böylece sahneyi vurgulamak yerine, izleyicinin de tamamlayabileceği boşluklar bırakmış. Roman kahramanlarıyla uğraşmanın hem bir avantajı hem de dezavantajı beraberinde getirdiğini söylüyor Erçelik. Ona göre avantaj, çünkü özgürce, kendi hayal gücüne dayanarak üretimde bulunabiliyor. Dezavantaj, çünkü herkes bunları okuyor ve insanların hayalinde canlandırdığı tipler var, onlara uymadığında tepki verebiliyorlar. Çağdaş Erçelik'in şimdilik hazır olan 8 heykeli, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza, Budala, Kumarbaz, Karamazov Kardeşler ve Yeraltından Notlar adlı eserlerini kapsıyor. Cinler'le ilgili bir heykel yapım aşamasında ve Dostoyevski heykeliyle birlikte sergide 20'ye yakın eser yer alacak. Bunun dışında 20 kadar resmin de yer alacağı serginin sürprizi ise Dostoyevski'nin Budala'da vasiyet ettiği resim olacak. Dostoyevski hayranlarını mutlu edecek sergi, 26 Mart 2014'te Galeri Eksen'de açılacak.
↧
↧
Ridley Scott'ın 'Danışman'ı vizyona giriyor
Sinemaseverler bu hafta 6 yeni film ile buluşuyor. Dram, fantastik, aksiyon, korku, animasyon türlerinin yer aldığı seçkiler arasında öne çıkan yapım “Danışman”. Usta yönetmen Ridley Scott’ın kamerasından çıkan filmin başrolünde Michael, Fassbender, Javier Bardem, Brad Pitt, Penelope Cruz ve Cameron Diaz rol alıyor. “Danışman” ABD, İngiltere, İspanya ortak yapımı…Efsanevi yönetmen Ridley Scott ve Pulitzer Ödüllü "İhtiyarlara Yer Yok" filminin yazarı Cormac McCarthy, başrollerinde Michael Fassbender, Javier Bardem, Brad Pitt, Penelope Cruz ve Cameron Diaz'ın rol aldığı "Danışman" filminde güçlerini birleştiriyorlar. "Danışman" da McCarthy, ilk defa senaryo yazarlığına soyunuyor ve Scott, yazarın kendine özgü zekası ve mizah anlayışını, saygın bir avukatın uyuşturucu dünyası ile flörtünün kontrolden çıkışını anlatan kabus dolu bir senaryoyla bir araya getiriyor. Uyuşturucu işine karışan bir avukat, işlerin sarpa sardığını görünce geri çekilmek ister fakat artık çok geçtir. Çünkü olaylar onun boyunu çok aşmıştır... 25 milyon dolar bütçeli "Danışman" ABD, İngiltere, İspanya ortak yapımı.NIKO 2: KÜÇÜK KARDEŞ, TATLI BELANoel günün gelmek üzeredir ve küçük ren geyiği Niko'nun ailesinin bir araya gelecek olmasından dolayı oldukça mutludur. Ancak bunun yerine annesi Oona, yeni partneri Lenni ve onun küçük oğlu Jonni ile birlikte çıkagelir. Niko tam bir hayal kırıklığına uğrar, artık tek dileği sinir bozucu Jonni'nin bir an önce ortadan kaybolmasıdır. İlginçtir ki dileği bir anda kabul olur ve Jonni, kötü beyaz kurdun çetesi tarafından kaçırılır. Kari Juusonen ile Jorgen Lerdam'ın yönettiği "Niko 2: Küçük Kardeş, Tatlı Bela" animasyon türünde.YARIM KALAN ŞARKIAksi ve huysuz Arthur, kanserle boğuşan çok sevdiği karısı Marion'un ısrarıyla yerel bir koroya katılır. Arthur, karısının neden böyle alışılmadık bir koroda aptal şarkılar söylemek istediğini anlayamaz. Koronun genç ve güzel şefi Elizabeth, tüm gruba yaşam sevgisi aşılarken, Arthur kendisine hiçbir şey için geç olmadığını ispatlayacaktır. Paul Andrew Williams'ın yönettiği ve Terence Stamp, Gemma Arterton, Christopher Eccleston ile Vanessa Redgrave'in oynadığı "Yarım Kalan Şarkı", romantik komedi türünde.RUHLAR BÖLGESİ: BÖLÜM 2"Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2" de, hayaletlerin musallat olduğu bir aile, kendilerini tehlikeli bir şekilde ruhlar dünyasına bağlayan, dehşet verici bir sırrı açığa çıkarma mücadelesi veriyor. James Wan'ın yönettiği ve Patrick Wilson, Rose Byrne, Ty Simpkins, Lin Shaye, Barbara Hershey, Steve Coulter, Leigh Whannell, Angus Sampson, Andrew Astor, Hank Harris, Jocelin Donahue, Lindsay Seim ile Danielle Bisutti'nin oynadığı "Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2", ABD yapımı.BİR VAMPİR HİKAYESİ200 yıldır insan kanıyla beslenen gizemli bir kadın olan Clara işlediği bir cinayetin ardından kızı Eleanor'la beraber bir kıyı kasabasına sığınır. Striptizcilik yapan Clara, Noel ile tanışır ve onun Byzantium adlı pansiyonunda kalmaya başlarlar. Eleanor ise, yeni arkadaş edindiği Frank'ten etkilenerek ona ölümcül sırlarını anlatır. Neil Jordan'ın yönettiği ve William D. Johnson, Sam Englebardt, Stephen Woolley ile Alan Moloney'in oynadığı "Bir Vampir Hikayesi", dram, fantastik gerilim meraklıları için.TAMAM MIYIZ?Usta yönetmen Çağan Irmak'ın yeni filmi kasım ayının son haftasında vizyona giriyor. Temmuz, kendi hayatını yaşamak için baba evinden ayrılır. Sevgilisi tarafından terk edildiğinde işini de kaybetmiştir. Hayatı ile yüzleşen Temmuz, yaşama küser. İhsan ise, bedensel dezavantajı sebebiyle, hayatını annesine bağlı yaşamak zorunda genç bir adamdır. Temmuz ve İhsan hayatları dibe vurduğu bir anda karşılaşır, bu buluşma Temmuz'u hiç tanımadığı bir ailenin içine sokacaktır. Deniz Celiloğlu, Aras Bulut İynemli, Sumru Yavrucuk ile Zuhal Gencer Erkaya'nın oynadığı "Tamam mıyız?" dram türünde.(CİHAN)
↧
İtalyan sineması sizi çağırıyor
İtalyan sineması yağmur çamur dinlemeden yarın İstanbul’a geliyor. ‘İtalyan Sinemasıyla Buluşma’ adlı etkinliğin dördüncüsü bugün Beyoğlu Cine Majestic Sineması’nda başlıyor.5 Aralık’a kadar sürecek etkinlikte gösterilecek filmler orijinal dilinde ve Türkçe alt yazılı olarak izleyici ile buluşacak. İtalya’nın son dönem sinemasına ışık tutacak etkinlikte seyirciyle buluşacak yedi film Venedik, Tokyo, Montréal, Londra, Toronto, New York, Busan ve Locarno gibi dünya festivallerinden ödüllerle dönen örneklerden oluşuyor. İtalyan sinemasının Roberto Ando, Paolo Zucca, Maria Sole Tognazzi gibi usta yönetmenlerinin ve Toni Servillo, Margherita Buy, Antonio Albanese, Stefano Accorsi, Valerio Mastandrea gibi en parlak oyuncularının yer aldığı filmler İstanbullu sinemaseverlere maceralı bir ‘İtalya yolculuğu’ vaat ediyor. 5 TL bilet ücretiyle izlenebilecek filmlerin gösterimlerinden sonra yönetmen ve oyuncular sinemaseverlerin sorularına cevap verecek. (www.iicistanbul.esteri.it)
↧
‘Yıllar Sonra’ Meksika sineması
Kasım ayı boyunca Akbank Sanat’ta devam eden ‘Yakın Dönem Meksika Sineması’, yarın sona eriyor. Bir ay süren etkinlik, ‘Yıllar Sonra/Anos Despues’ filminin gösterimiyle sinemaseverlere veda edecek.Yarın saat 17.00’de Akbank Sanat’ta izleyiciyle buluşacak 2011 yapımı filmin yönetmenliğini Laura Gardos Velo üstleniyor. Meksika sinemasının son yıllardaki yükselişinin öne çıkan örneklerinden olan filmde, başkent Mexico City’de sessiz bir hayat süren ve tek yakını annesi olan Andrés’in hikâyesi anlatılıyor. Bir gün, büyükbabasının Galiçya’da bir köyde yaşadığını öğrenen Andrés, geçmişini aydınlatmak ve büyükbabasıyla tanışmak üzere her şeyi geride bırakarak İspanya’ya gitmeye karar verir. Orijinal dilinde ve Türkçe altyazılı gösterilecek ‘Yıllar Sonra’ filmi, ücretsiz olarak izlenebilir. (0212 252 68 12)
↧
↧
Yeni Sinema’da sıra ‘Zerre’nin
Beşiktaş Belediyesi ve Yeni Sinema Hareketi işbirliğiyle Levent Kültür Merkezi'nde ücretsiz olarak gerçekleştirilen ‘Her Cuma Yeni Sinema' etkinliğinde bu hafta ‘Zerre' filmi gösterilecek.Erdem Tepegöz'ün ilk uzun metraj filminde başrolleri Jale Arıkan, Rüçhan Çalışkur ve Özay Fecht paylaşıyor. İlk gösterimini 49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde yapan film, festivalden En İyi Yönetmen, En İyi İlk Film ve En İyi Sanat Yönetmeni de dâhil olmak üzere beş ödülle dönmüştü. Başroldeki Jale Arıkan'ın yıldızlaştığı filmde, yaşlı annesi ve hasta kızıyla derme çatma bir evde kalan Zeynep'in ailesini geçindirmek için gösterdiği gayret anlatılıyor. Bu akşam saat 19.00'da başlayacak gösterimin ardından filmin yönetmeni Erdem Tepegöz, izleyicilerin sorularını cevaplayacak. ‘Zerre', önümüzdeki hafta boyunca pazartesi, salı, çarşamba, perşembe günleri 14.00 ve 16.30 seanslarında da izlenebilecek. (0212 325 73 71)
↧
Duyarlı mıyız, tamam mıyız?
Çağan Irmak sinemasında bir süredir gözlemlenen ancak tam adı konulamayan bir özellik, ‘Tamam mıyız?’ vesilesiyle iyice öne çıkıyor.‘Duyarlılık istismarı’ diyebileceğimiz bu tutum, dönemine göre ‘trend’ olan bir eğilimin yönetmenin sinemasında ‘ucuz’ hamleler ile kendini göstermesi şeklinde ortaya çıkıyor. Irmak, bu kez toplumun dışladığı ya da hor gördüğü eşcinsel ile engelliyi bir araya getiren ‘cin fikirli’ bir hikâye ile karşımızda. Eşcinselliğin görsel olarak değil, bir kimlik olarak karşımıza çıktığı filmde, engelli karakter ve onun hayata tutunma mücadelesi üzerine yoğunlaşılıyor. Tabii ki erkeklerin zayıflığı, kadınların hesap edilemez gücü ve dayanışması hikâyenin ana motivasyon unsurlarını oluşturuyor. Senaryo ve karakterler üzerindeki ‘aceleciliğin’ göze çarptığı filmin ana çatısının bazı yabancı filmleri hatırlatması ise orijinalliğini zedeliyor. ‘Tamam mıyız?’ın hikâyesi şöyle: Temmuz, kendi hayatını yaşamak için baba evinden ayrılır. Hayat arkadaşı tarafından bir mesaj ile terk edildiğinde işini de kaybeder. Yaşadıkları sonucu hayata küsen Temmuz, bir gün tekerlekli sandalyeye mahkum İhsan ile karşılaşır.
↧
Kılavuzu ‘danışman’ olanın...
Her yıla birkaç hayal kırıklığı sığdırdığımız vizyon takviminde 2013'ün payına ‘Danışman / The Counselor' düştü.Kötü film kontenjanından bağımsız bir kategori olan ‘hayal kırıklığı' dalındaki filmler, beklenti ile doğru orantılı olduğu için kağıt üzerinde üst düzey kadroya sahip ‘Danışman', listenin üst sıralarına tırmanmakta zorluk çekmiyor. Cormac McCarthy'nin senaryosunu yazdığı film, Meksika sınırında bir uyuşturucu pazarlığının arasında kalan avukatın (danışman) yaşadıklarını konu ediniyor. Uyuşturucu baronlarına çalışan Reiner ile tekinsiz bir pazarlığa girişen danışman, kendi hesabına göre her şeyi garantiye almıştır. Bu işlerde acemi olduğu için Westray'in tavsiyelerini dinler. Ancak Reiner'ın hayat arkadaşı Malkina'yı hiç hesaba katmaz. Avukat, arkadaşı Laura ile yeni bir hayatın hayalini kurarken işin teslimatında bir sorun çıkar ve fatura kendisine kesilir. Ancak danışman ile birlikte Reiner, Westray ve Laura da tehlikededir. Usta yönetmen Ridley Scott, son yıllardaki vasat filmler zincirini ‘Danışman' ile kırar diye ümit etmiştik. Üstelik ‘yıldızlar topluluğu' bir kadroyla bu beklenti daha da artmıştı. Hatta senaryonun Cormac McCarthy'ye emanet edilmesi de işi ‘garantiye' almıştı. Fakat insan en güçlü olduğunu düşündüğü yerden yermiş darbeyi. 2007'de Coen Kardeşler’e en iyi film dâhil olmak üzere dört Oscar ödülü kazandıran ‘İhtiyarlara Yer Yok' filmine kaynaklık eden kitabın yazarı McCarthy, bu kez ‘Danışman'ın hayal kırıklığı olmasının baş müsebbibi. Başka bir deyişle, ‘Danışman', edebiyat ve sinemanın birbirinden beslenmekle birlikte neden asla birbirine tamamen teslim olmaması gerektiğinin taze bir örneği. Hikâyedeki kopukluklar, senaryonun attığı düğümleri muallakta bırakması ve daha da önemlisi insan ruhunun karanlık yönleri üzerine ‘derin' felsefi analizler yapayım derken, ritmi ve sinema duygusunu kaybetmesi filmin en önemli sorunları. Ayrıca, Tarantino'ya rahmet okutturacak vahşilikteki ‘adam öldürme teknikleri'nin plan ve icra aşamasının en ince ayrıntısına kadar gösterilmesi ve bunların bir yere bağlanmayışı da başka bir handikap. Filmi aşağıya çeken bir başka özelliği ise hikâyeye hiçbir katkı sunmayan diyaloglardaki ve bazı sahnelerdeki itici müstehcenlik. Bütün bunlar bir araya geldiğinde yönetmenin ve senaristin ismi ya da yıldızlar topluluğu oyuncu kadrosu bile filmin ‘hayal kırılığı' olmasını engelleyemiyor.
↧
Analı kızlı bir vampir hikâyesi
İrlandalı yönetmen Neil Jordan, ‘Vampirle Görüşme’den 19 yıl sonra yeniden ‘kan emiciler’in dünyasına giriyor. Vampirlerin aristokrat hallerine bir kez daha karşı çıkan Jordan, ‘Byzantium’da kadın dayanışmasından destek alıyor.Bağımsız sinemanın ustalarından Jim Jarmusch’un bile ‘vampir filmi’ çektiği göz önüne alınırsa ‘vampir sineması’nın yükselişinden endişe duyabiliriz! Jarmusch, ülkemizdeki festivalleri dolaşan, vizyon için ise 14 Şubat 2014’ü bekleyen ‘Sadece Âşıklar Hayatta Kalır’ adlı filminde, modern zamanlardaki yozlaşmaya ‘vampir asaleti’, müzik ve aşk ile karşı koyabileceğimizi fısıldıyor. İrlandalı yönetmen Neil Jordan ise bugün gösterime giren ‘Bir Vampir Hikâyesi / Byzantium’ filmiyle vampir asaleti denen aristokratik tavra karşı savaş açıyor. Eğlence sektöründe çalışan Clara, herkesin gözü önünde yaşamasına rağmen gizemli bir hayata sahiptir. İşlediği cinayetin ardından kızı Eleanor’la birlikte bir kıyı kasabasına sığınır. Burada Noel adlı bir adamla karşılaşan Clara, onun annesinden miras Byzantium adlı pansiyonunda kalmaya başlar. Hayatını yalanlar üzerine bina eden Clara’nın aksine Eleanor, gerçekleri söyleyip üzerindeki yükten arınacağı bir arkadaşa ihtiyaç duyar. Arkadaş canlısı Frank tam aradığı gibidir; ancak Eleanor’un söyleyeceği gerçekler sadece kendisini değil, annesi de dâhil olmak üzere hayatındaki herkesi geri dönüşü olmayacak şekilde etkileyecektir. Hatırlanacağı gibi, yönetmen Neil Jordan, vampirlerin dünyasına yabancı değil. 1994 yılında Ann Rice’ın romanından uyarladığı ‘Vampirle Görüşme / Interview with the Vampire’ filminde Tom Cruise, Brad Pitt, Antonio Banderas ve Christian Slater’ı bir araya getirmiş ancak teknik dallar dışında BAFTA ve Oscar listesine girememişti. 19 yıl önce vampirler arasındaki o aristokrat tavrı eleştiren Jordan, bugün onlara savaş ilan ediyor! ‘Vampirle Görüşme’de erkekler cephesinden anlattığı hikâyeyi bu kez ‘ezilen’ kadınların yanında durarak perdeye taşıyor.VİKTORYA DÖNEMİNİN KADINLARI‘Byzantium’, vampirlerin tıpkı Tapınak Şövalyeleri ya da gizemli bir aristokrat topluluk gibi konumlandırıldığı vampir filmleri kervanına yeni bir halka ekliyor. Bu yönüyle öncüllerinden pek bir farkı yok. Ancak işin içine kadın dayanışmasını katarak ‘farkını’ gösterme telaşında. Bunun için de toplumun alt tabakasından, geçimini ‘bedenini kiralayarak’ kazanan bir kadın ve onun masumiyet timsali kızını merkeze alıyor. Hikâyenin kaynağının 19. yüzyıla kadar gitmesi ve aristokrat erkeklerin ‘kullanıp attığı’ bir kadının asırlar sonra intikamını alması şeklindeki okunmaya müsait olması da kadın dayanışmasını pekiştiriyor. Filmin erkekleri ya aristokrat kibrinden mustarip ya da hain, üçkâğıtçı ve sefil. En iyi erkek ise annesinin mirasını bile idare etmekten aciz, beceriksiz ve hımbıl Noel, ki o da adıyla bile bir ‘varlık’ olmaktan uzak… ‘Erkek düşmanı’ olarak nitelenebilecek filmi aslında (Clara’nın durumu dolayısıyla) ‘kötü kan’ın ortadan kaldırılma öyküsü olarak görmek de mümkün. İrlandalı Neil Jordan’ın ‘Byzantium’u başka bir gözle izlendiğinde ise Viktoryen hikâye anlatıyor seyirciye. Clara ve kızı Eleanor’un erkekler dünyasında, erkeklere rağmen ama onların yardımını umarak var olma savaşı, vampir öyküsünden bağımsız olarak Kraliçe Viktorya’nın 19. yy. İngiltere’sini resmediyor. Bu yönüyle Clara ve kızı Eleanor’u Dickens, Doyle, Conrad, Eliot ve Wilde gibi erkek yazarlar karşısında çetin bir var olma savaşı veren Bronte Kardeşler, Emily Dickinson ya da Christina Rossetti’ye benzetebiliriz. Dahası, Eleanor’un Frank’la yaşadığı aşka benzer ilişkiden beklentisi, kendisinin olduğu gibi kabul edilmesi ve yazdığı hikâyelerin birileri tarafından okunmasıdır. Filmin oyunculuk kısmında, son dönemin yükselen genç oyuncularından Saoirse Ronan görevini hakkıyla yerine getirirken, Gemma Arterton’a kötü diyemesek de karakterinin yükünü omuzlamakta biraz zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Sam Riley’yi ise başta ‘Kontrol’ olmak üzere daha iyi rollerde izlemiştik; burada biraz ‘idareci’ davranmış. Neil Jordan ise ‘Vampirle Görüşme’ye nazaran içerik yönüyle daha dolu ama teknik açıdan daha zayıf bir filme imza atıyor. Filmin efektli bölümleri ve dönem sahneleri yetersiz kalıyor. Dolayısıyla hikâyesindeki katmanlarını, senaryo ve teknik alanlar ile yukarılara taşımayı başaramıyor.
↧
↧
1700 yıllık elma figürlü mozaik Amasya Müzesi'ne taşındı
Amasya'da bulunan 1700 yıllık elma figürlü mozaik Amasya Müzesi'ne taşındı. Mozaiğin müzede teşhiri için alan hazırlandığını belirten Müze Müdürü Celal Özdemir, "Bu mozaiğin ortasında bulunan elma, Amasya elmasının da tarihi tescilidir" dedi.Amasya'nın merkeze bağlı Yavru Köyü yakınında geçen temmuz ayında kaçak kazı yapılan alanda gerçekleştirilen kurtarma kazısında 1700 yıllık mozaikler gün yüzüne çıkarıldı. Milattan Sonra 3'üncü yüzyıla ait olduğu belirlenen şapelin (küçük kilise) zeminini oluşturan 20 metrekarelik mozaik, Amasya Müzesi Müdürlüğü tarafından alınarak müzeye nakledildi.Üzerinde elma ağacı, elma tasviri, keklik ve çeşitli geometrik figürler bulunan mozaiğin müzede teşhir edileceği bölümün hazırlandığını dile getiren Müze Müdürü Celal Özdemir, "Bu mozaik Amasya tarihi için çok önemli. Yaklaşık 1700 yıllık bir geçmişte de bu mozaiğin ortasında bulunan elma, Amasya elmasının da tarihi tescilidir. Mozaikler bakanlığımızdan gelen uzmanlar tarafından bulundukları alandan müzemize taşınmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gelecek uzmanlar tarafından bu mozaikler birleştirilecek" dedi.Kaçak kazı nedeniyle mozaiğin küçük bir kısmının tahrip olduğunu dile getiren Özdemir, "Elma figürlü mozaiğin bulunduğunun duyulmasının ardından müzemize gelen vatandaşlar görmek için bize başvuruyorlar. Mozaiğin teşhir edilmesinin ardından yeni turizm sezonunda ziyaretçilerimiz yoğun ilgi göstermesini bekliyoruz" diye konuştu.(DHA)
↧
Orhan Şaik Ödülü, Yusuf Bilge’nin
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) Orhan Şaik Gökyay’ın manevi oğlu ve öğrencisi Kudret Ünal’ın himayesinde düzenlediği “Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü” önceki gün sonuçlandı.Prof. Dr. Durali Yılmaz, Kudret Ünal, Ahmet Özdemir, İsa Kocakaplan, Şerif Aydemir ve Mehmet Nuri Yardım’dan oluşan jüri, bu yılki ödülü, 2010’da yayımlanan Sıla Boyutu adlı kitabıyla Yusuf Bilge’ye verilmesini kararlaştırdı. “Orhan Şaik Gökyay Şiir Ödülü”nün töreni 2 Aralık Pazartesi günü saat 14.00’te Ahmet Hamdi Tanpınar Müzesi’nde (Alayköşkü) gerçekleşecek. Törende, dinleyicilere Yusuf Bilge’nin şiir kitapları da armağan edilecek.
↧
Kalemişi sanatı, Floransa Bienali’nde
IX. Floransa Çağdaş Sanat Bienali bugün İtalya’nın Floransa kentinde dünyanın 70 ülkesinden 600 sanatçının katılımıyla başlıyor.Bienale Türkiye’den; Zafer Akşit, Mediha Didem Türemen, Emel Vardar, Sevim Arslan, Şeyma Bobaroğlu, Kaya Uçer, Aydan Uğur, Umut Yalım, Gül Delemen, Nilüfer Ergin, Anber Hacıraifoğlu, Hale Karaçelik, Naciye Subaşı, Fatma Tunç Gökte ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) kalemişi sanatçısı Yrd. Doç. Kaya Üçer katılıyor. Floransa’nın “Fortezza da Basso” Kalesi’nde 22 bin metrekare olan etkinlik alanında düzenlenen bienal 8 Aralık’ta sona erecek.
↧
Altın Ayı Onur Ödülü, Ken Loach'a verilecek
Önümüzdeki şubat ayında 64. kez düzenlenecek Berlin Film Festivali'nin onur ödülü İngiliz yönetmen Ken Loach'a verilecek.6-16 Şubat 2014 arasında düzenlenecek festivalin genel sanat yönetmeni Dieter Kosslick, Loach için şu ifadeleri kullandı: "Filmlerindeki mizahı ve sosyal adaletsizliklere gösterdiği tepki ile hayranlık uyandıran Ken Loach gibi bir yönetmeni ödüllendirmekten onur duyuyoruz." 77 yaşındaki Ken Loach, ‘işçi sınıfının yönetmeni' olarak da biliniyor. 1966 yılında BBC çatısı altında yönetmenliğe başlayan Loach, belgesel ile kurgu arasındaki çizgiyi seyrelten yönetmenlerin başında geliyor. Filmlerinin çoğunda amatör oyuncularla çalışan yönetmen, sıradan insanların hayatındaki sıradışı cesaret ve tutkuyu yansıtmaktaki ustalığıyla ün saldı. Dünya festivallerinden sayısız ödülün sahibi olan Loach, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü alamasa da toplamda yedi ödül kazandı. 64. Berlin Film Festivali kapsamında Ken Loach'un 10 filminin gösterileceği bir de retrospektif gerçekleştirilecek.
↧
↧
Türkiye, 20 yıl boyunca Venedik Bienali’nde kalıcı bir mekâna sahip olacak
İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın girişimi ve 21 destekçinin katkılarıyla Türkiye, dünyanın en önemli güncel sanat ve mimarlık etkinlikleri arasında sayılan Venedik Bienali'nde uzun süreli bir mekâna sahip oldu.Bienalin iki ana mekânından biri olan Arsenale'de, 2014-2034 yılları arasında tahsis edilen bu mekân sayesinde Türkiye Pavyonu, önümüzdeki yıl ilk kez Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı, 2014 yılından itibaren 20 yıl boyunca, Venedik Bienali Uluslararası Sanat Sergisi'nin yanı sıra Mimarlık Sergisi'nde de yer alacak Türkiye Pavyonu'nun koordinasyonunu yürütecek. Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 7 Haziran-23 Kasım 2014 tarihleri arasında Rem Koolhaas küratörlüğünde gerçekleştirilecek. “Fundamentals” başlığını taşıyan bienalde ana serginin yanı sıra Giardini ve Arsenale'de birçok ülke pavyonu da yer alacak. Venedik Bienali 14. Uluslararası Mimarlık Sergisi'nde yer alacak Türkiye Pavyonu'yla ilgili detaylar önümüzdeki günlerde açıklanacak. Türkiye'nin Venedik Bienalleri'nde kalıcı bir mekânda yer almasını sağlayan kişi ve kurumlar arasında Akbank, Mehveş-Dalınç Arıburnu, Nezih Barut, Ali Raif Dinçkök, Vuslat Doğan Sabancı, Füsun-Faruk Eczacıbaşı, Oya-Bülent Eczacıbaşı, Enka Vakfı, Nesrin Esirtgen, Eti Gıda San. ve Tic. AŞ, Kadir Has Üniversitesi, Öner Kocabeyoğlu, Maçakızı, Tansa Mermerci Ekşioğlu, Polimeks İnşaat, SAHA Derneği, Taha Tatlıcı, T. Garanti Bankası AŞ, Vehbi Koç Vakfı, Zafer Yıldırım, Yıldız Holding AŞ yer alıyor.55. Uluslararası Sanat Sergisi'ni 475 bin kişi gezdi1 Haziran 2013 tarihinde açılan Venedik Bienali 55. Uluslararası Sanat Sergisi, 24 Kasım Pazar günü sona erdi. Arsenale'nin Artigliere binasında bulunan Türkiye Pavyonu'nda bu yıl Ali Kazma'nın “Rezistans” başlıklı video serisi yer aldı. Emre Baykal'ın küratörlüğünde gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu'nun bulunduğu Venedik Bienali'ni 6 ay boyunca 475 binin üzerinde ziyaretçi gezdi. Bienalde, Massimiliano Gioni küratörlüğünde “Il Palazzo Enciclopedico/The Encyclopedic Palace” başlıklı ana serginin yanı sıra Türkiye Pavyonu'nun da aralarında bulunduğu 88 ülke pavyonu yer aldı. Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi'nde yine İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın koordinasyonunda gerçekleştirilecek Türkiye Pavyonu'nun küratörü 2014 yılında duyurulacak. (www.iksv.org)
↧
‘Süreli yayınlar kütüphanesi kurulsun’
Edebiyat dünyasının önemli dergilerinden Türk Edebiyatı, Varlık, Yağmur, Hece, Yedi İklim ve Karabatak'ın yöneticileri, önceki gün Süleyman Şah Üniversitesi'nde düzenlenen panelde bir araya geldi. Türk Edebiyatı Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Beşir Ayvazoğlu, süreli yayınlar kütüphanesi kurulması için çağrıda bulundu.Türkiye'nin en uzun soluklu dergisinin kurucusu Yaşar Nabi, "Dergicilik zor iş.” demişti bir yazısında ve eklemişti: “Bir derginin edebiyata yeni isimler kazandırıp kazandırmadığı çok önemlidir." Süleyman Şah Üniversitesi'nde önceki gün düzenlenen “Günümüzün Fikir ve Sanat Vadileri: Edebiyat Dergileri” başlıklı panel de günümüzün dergi yöneticilerini buluştururken dergiciliğin hâlâ zor bir zanaat olduğunu gözler önüne serdi. Beşir Ayvazoğlu (Türk Edebiyatı), Enver Ercan (Varlık), Hüseyin Su (Hece), Ali Haydar Haksal (Yedi İklim), Hasan Ahmet Gökçe (Yağmur) ve Naime Erkovan’ın (Karabatak) katıldığı söyleşiyi, Süleyman Şah Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Fatih İyiyol yönetti. Edebiyat ile bağı olan herkesin dergicilikle bir ilişki kurduğunu söyleyen Beşir Ayvazoğlu, “Gözünü edebiyat dergilerinde açan bir yazarım. Sekiz yıldır dergiyi tek başıma yönetiyorum. Edebiyat dergileri yazar, şair ve eleştirmen yetiştiren mekânlardır. Sabırlı bir şekilde çalışırsanız ve kendinizi geliştirirseniz zamanı geldiğinde o derginin sayfalarından taşarsınız.” dedi. Dergilerin bir tarafta şairler ve yazarlar mezarlığı olduğunu, öte tarafta ise bu koleksiyonların bir hazine şeklinde meraklısını beklediğini belirten Ayvazoğlu, “Dergilerde dönemin ruhunu, edebiyat tartışmalarını görmek mümkün. Türk yayıncılık tarihinde uzun soluklu dergilerden tutun da, batan çıkan ve tek sayılık yayımlanan Küllük gibi dergiler de var.” dedi. Yeni fikirlerin dergilerden çıktığını dile getiren Ayvazoğlu, “Bir edebiyat dergisinin başarısı geleceğe kalacak isimler yetiştirmesidir.” dedi. Basılı derginin en az 40-50 sene daha varlığını koruyacağını düşünen Ayvazoğlu, ülkemizde bir “Süreli Yayınlar Kütüphanesi” kurulması için de çağrıda bulundu. Ayvazoğlu'nun bu fikrinin temelinde, sahipsiz ve bakımsız kaldığı için mahkeme kararıyla 2003'te Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ne devredilen Hakkı Tarık Us Kütüphanesi yatıyor. Bir şahıs kütüphanesi olmasına rağmen Hakkı Tarık Us, dergi ve gazete arşivi bakımından Türkiye'nin en önemli arşivlerinden biriydi. Bu iki kütüphane birleştiği halde hâlâ pek çok dergi ve sayının eksik olduğunu söyleyen Ayvazoğlu, “Kültür ve edebiyat tarihimize dair önemli bilgilerin yer aldığı süreli yayınların tam koleksiyonunu bulmak zor. Değişik kütüphanelerde değişik dergilerin sayıları, koleksiyonları var. Bu koleksiyonlar birleştirilip dijital ortama aktarılmalı. Bu sayede araştırmacılar her sayının peşinde kütüphane kütüphane dolaşmak zorunda kalmayacak.” dedi. Beyazıt Devlet Kütüphanesi'ni “Süreli Yayınlar Kütüphanesi”ne dönüştürme fikrini dile getirdiklerini fakat bunun için herhangi bir adımın atılmadığını belirten Ayvazoğlu, süreli yayınların yakın tarih araştırmaları açısından çok önemli birer kaynak olduğunu ifade etti. Yaşar Nabi'nin inadıEnver Ercan ise konuşmasında, Yaşar Nabi'nin kurucusu olduğu ve genç yaşta yayın yönetmenliğini üstlendiği Varlık dergisini anlattı. Ercan, derginin 80 yıllık uzun ömrünü Yaşar Nabi'nin inatçı kişiliğine bağladı, zira Yaşar Nabi, II. Dünya Savaşı'nda yedek subay olarak askere alındığında bile askeri çadırda dergiyi hazırlar ve kesintiye uğratmaz. 1981'de Yaşar Nabi'nin ölümünden sonra kızının aynı inatla yayıncılığa devam ettiğini söyleyen ve Varlık dergisinin Türk edebiyatına pek çok yeni isim kazandırdığını belirten Ercan, Yaşar Nabi geleneğini sürdürdüklerini ve ideolojik etmenlerden öte dergide yer verdikleri yazarların Türkçeye hizmet etmiş olmasını önemsediklerini dile getirdi. Ali Haydar Haksal ise kendi dergi serüveninden söz ederek Nuri Pakdil ve Cahit Zarifoğlu ile yollarının nasıl kesiştiğini ve Yedi İklim'in kuruluş hikâyesini anlattı. 164 yıllık bir dergicilik tarihimizin olduğunu dile getiren Hece dergisi yayın yönetmeni Hüseyin Su, “Edebiyat dergiciliği Abdülhamid devrinde altın çağını yaşamıştır. Dergilerimizin en büyük yükü ise Batılılaşmadır.” dedi. Su, 1997 Ocak ayında kurulan Hece dergisinin üç dergi şeklinde (edebiyat, öykü ve düşünce) planlandığını fakat düşünce dergisini hâlâ hayata geçiremediklerini söyledi. Hasan Ahmet Gökçe, Yağmur dergisinin 30 kişilik bir yayın kuruluna sahip olduğunu ve bir camianın edebiyat, kültür ve sanat anlayışını ortaya koymak için yola çıktığını ifade etti. Gökçe, 1998'den beri yayın yapan derginin, her yıl hikâye yarışması ve sempozyumlar düzenlediğini söyledi. Naime Erkovan ise Karabatak dergisinin yazarlık atölyelerinden yetişen öğrenciler için bir okul vazifesi gördüğünü ve bu atölyelere katılanlar için yazarlığın bir hayal olmadığını dile getirdi.
↧
Yahya Kemal, 129 yaşında
Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın doğumunun 129. yılı vesilesiyle 2 Aralık Pazartesi günü Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde “Bir Medeniyet Şairi Yahya Kemal” paneli düzenleniyor.Oturum başkanlığını Özcan Ünlü’nün yapacağı, Dr. Sait Başet ve İsa Kocakaplan’ın konuşmacı olarak katılacağı panel 17.00’de başlayacak. Panelin ardından sanatçı Elif Ömürlü Uyar, Yahya Kemal’in şiirlerinden bestelenmiş eserlerden oluşan bir konser verecek. Konser ücretsiz.
↧
Mersin’de Yunus Oratoryosu
Mersin Devlet Opera ve Balesi, ünlü besteci Ahmet Adnan Saygun’un 1942 yılında solo, koro ve orkestra için bestelediği ‘Yunus Emre Oratoryosu’nu sahneleyecek.Saygun’un eseri, 5 Aralık Perşembe günü saat 20.00’de Şef İbrahim Yazıcı yönetiminde Mersin Kültür Merkezi Opera Sahnesi’nde seslendirilecek. Sanatçının 1942 yılında tamamladığı Yunus Emre Oratoryosu, ilk kez 1946 yılında sahnelendi. İngilizce, Fransızca, Almanca ve Macarcaya çevrilen oratoryo, 1947’de Paris’te, 1958’de New York’ta, sonraki yıllarda ise Budapeşte, Viyana, Bremen, Berlin, Vatikan ve Moskova’da seslendirildi. Yunus Emre’nin şiirlerinden oluşan eser, Türkiye’nin ilk oratoryosu. (0324 239 04 60)
↧
↧
Yıldızı sonradan parlayan yazarlar
Kitap Zamanı, yarın çıkacak sayısında yıldızı sonradan parlayan yazarları ele alıyor.John Williams’ın 1965’te yayımlanan ve yıllar sonra yeni basımıyla şöhret kazanan ‘Stoner’ romanının Türkçeye çevirilmesiyle gündeme gelen konu, Türk ve dünya edebiyatının geç keşfedilen yazarlarını bir kez daha hatırlatıyor. Musa İğrek ve Emre Ayvaz’ın yazılarının yanı sıra, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün yeni İngilizce çevirisiyle Batı yayın dünyasında da yıldızı tekrar parlayan Tanpınar’ın çevirmeni Alexander Dawe, konu ile ilgili tespitler yapıyor. Pankaj Mishra ve Ian Almond’un Doğu-Batı meselesini yeniden düşündüren kitapları, Hilmi Yavuz’un tek kitapta toplanan ‘defterler’i, yeni basımıyla Beşir Ayvazoğlu’nun Aşk Estetiği, Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ı üzerine bir inceleme; ülkemizden, Ortadoğu’dan, Batı’dan romanlar ve öykü kitaplarıyla dolu dolu bir sayı Kitap Zamanı okurlarını bekliyor. Kitap Zamanı, yarın Zaman ile birlikte tüm bayilerde.
↧
‘100 Temel Eser kitapları intihal çeviriyi artırdı’
Dünya klasiklerinde görülen çalıntı çevirilere karşı TÜBİTAK desteğinde sürdürülen çeviribilim projesi hızla ilerliyor. Proje, 2015’e kadar çeviri intihalini tespit etmek ve önlemek için bilgisayar destekli bir yöntem oluşturmayı hedefliyor.Günümüzde gittikçe yaygın bir hal alan çeviri intihaline karşı TÜBİTAK destekli bir çeviribilim projesi yürütülüyor. Yayın dünyasına pek çok katkısı olacak projenin ekibine göre, 100 Temel Eser kitapları intihal çeviri sayısının artmasına yol açtı. Artan çeviri intihalini tespit etmek ve önlemek için mekanik bir yönteme ulaşmayı hedefleyen projenin başlangıcı; yazar, çevirmen Sabri Gürses’in 2006’da bir gazetenin dağıttığı klasik eserlerin çevirilerinin intihal olduğunu, geçmişte yapılmış çevirilerin küçük değişikliklerle ilk kez yayınlanmış gibi gösterildiğini fark etmesine uzanır. Gürses, bu bulguları Çeviribilim adlı internet dergisinde yayınlar. Başka intihal örneklerini de inceleyen Gürses, konunun peşini bırakmaz. 2012’de ise İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden, çeviri ve teknoloji ilişkileri üzerine çalışan çeviribilimci Yrd. Doç. Dr. Mehmet Şahin intihallerin bilgisayar destekli analiz edilebileceğini, böylece daha somut önlemler alınabileceğini saptar. Daha sonra ekibe Yrd. Doç. Dr. Derya Duman ve yüksek lisans öğrencisi Damla Kaleş katılır. Altı aydır “Çeviride İntihal” projesi üzerine çalışan ekip Rus, Fransız ve İngiliz edebiyatından üç klasik yazarın üç eserini örneklem olarak seçti. Bu üç eserin piyasadaki bütün örneklerini toplayan ekip, bunları tarayıcıdan geçirerek metne dönüştürüyor. Elde ettikleri bulgulardan yola çıkarak karşılaştırmalı metin analizi için hangi bilgisayar programının daha iyi sonuç vereceği üzerinde çalışıyorlar.İNTİHALİN ŞİFRELERİNİ ÇÖZÜYORLARÇalışmayı 2015’te tamamlamayı planlayan ekip, sayısal veriler elde etmek, metinler arasındaki benzerlik oranlarını saptamak üzere sözcük ve sözdizim düzeyinde incelemeler yürütüyor. Bunun dışında, makinelerin yeterince algılayamayacağı nadir sözcük ve ifadelerin kullanılması, tekerrürlerin yakalanması, aynı sözcük için eşanlamlı ya da öz Türkçe sözcüklerin kullanılması gibi benzerlikleri saptamak üzere semantik bir analiz yapıyor: “Burada, bu tip çalışmalarda kullanılmaya başlanmış olan adli dilbilim devreye giriyor. Ayrıca çok açık benzerlik ya da örtüşmelerde sosyolojik, bağlantısal bir analiz gerekiyor. Yayınevi, metin sahibi olarak görünen kişi, matbaa vb. kurumlar arasındaki ilişkiyi çözmeye çalışıyoruz.” İntihal çevirilerin piyasaya çıkmadan önlenmesini amaçlayan projenin yürütücüleri, olayın boyutunu ve okura zararını şöyle özetliyor: “Şu anda internet kitap satış sitelerinden kitapçılara, resmi kütüphanelere dek her yer sahte, intihal çevirilerle dolmuş durumda. Okur açısından bu öncelikle edebiyat zevkinin bozulması anlamına geliyor, çünkü bir insanın emeğiyle üretilmemiş, hazır bir metnin sözdiziminin değiştirilmesi, gerçek çevirinin kısaltılması yoluyla türetilmiş metinler anlam yoksulluğuna da yol açıyor. Bu yazarları da, onlardan beklenenleri de etkiler. Çevirmenlerse hem sahte isimler arasında itibar, saygı kaybediyorlar, hem de emekleri değersizleşiyor.”Çeviri eleştirisinin eksikliği intihali tetikliyorProjenin ekibine göre, “100 Temel Eser kitapları da intihal çeviri sayısının artmasına yol açtı, ama buna karşılık bu eserlerin seçkin örneklerinin öne çıkmasını sağlamadı nedense. Robinson Crusoe, Madam Bovary, Ölü Canlar, Sefiller.. gibi telifi geçmiş örnekler için bile, bu kitapların klasik, model alınacak çevirisi şudur diyemiyoruz. Herhalde iyi bir çeviri eleştiri geliştiremediğimiz için olmalı bu; ama biraz da yapılanları yeterince ödüllendirmediğimiz, övmediğimiz için olmalı. Gerçek, intihal olmayan çeviriler için konuşursak, her yayınevinin kendi klasik setini yapma arzusunun tek iyi yanı, farklı çevirilerin, farklı dillerin ortaya çıkması, keşke daha çok saygı gördükleri bir ortamda olsalar.”
↧
'Eski Çini' Küçükçekmece'de görücüye çıktı
Geleneksel Türk Sanatları'nın en önemli dallarından olan çinin birbirinden güzel örnekleri Küçükçekmece'de sergilendi.Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi öğretim görevlisi Ersin Fethi Öçal'ın el emeği eserlerinin yer aldığı 'Eski Çini' sergisinin açılışını Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay yaptı.Türk süsleme sanatının yüzyıllardır güzelliğini ve cazibesini yitirmemiş eskimeyen bir el sanatı olan çininin en muntazam örnekleri, Küçükçekmece Belediyesi ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi işbirliğiyle Halkalı Kültür ve Sanat Merkezi'nde (HKSM) sanatseverlerle buluştu.Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi öğretim görevlisi Ersin Fethi Öçal'ın el emeği eserlerinin yer aldığı 'Eski Çini' isimli serginin açılışını Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Duman birlikte gerçekleştirdi.İZNİK ÇİNİSİ'NE YAKIN ÇALIŞMALAR SERGİLENİYORÇiniye olan ilgisinin İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olduktan hemen sonra İznik Müzesi'ne atanmasıyla başladığını ifade eden sanatçı Ersin Fethi Öçal, çalışmalarını deneme yanılma yöntemiyle araştırarak yaptığını, eserlerinin alt yapısının kuvars olduğunu ve eserlerinin İznik Çinisi'ne yakın çalışmalar olduğunu ifade etti."YOL YAPIMLARI DEĞİL KÜLTÜR VE SANAT KONUŞULUYOR"Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa Duman'da açılışta yaptığı konuşmada, "Teknolojinin geliştiği yeni üretimlerin çoğaldığı şu dönemde böyle çalışmalar görmek mutluluk verici. Bugünlere kolay gelmedik.30-40-50'li yıllarda bu sanata ilgi duyan insanların sayısı çok azdı. Bu zinciri koparmadan üreten tüm sanatçılarımızı tebrik ediyorum" diye konuştu.Prof. Dr. Duman, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay'a da teşekkür ederek, belediyecilik anlayışının da son derece geliştiğini artık yol yapımlarının değil kültürün ve sanatın konuşulduğunu, sanata ve sanatçıya önem verildiğini dile getirdi."EŞSİZ DEĞERLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARTIYORUZ"Eşsiz değerleri gün yüzüne çıkartmak ve bundan sonraki nesillere hatırlatmak noktasında sergideki çalışmaların çok önemli olduğunu belirten Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, sanatçıyı tebrik ederek,"Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'yle pek çok etkinlik gerçekleştiriyoruz. Bu çalışmalarımız devam edecek. Sanat, kültür eğitimle ilgili bir algı oluşturup, bunu yaşam biçimi haline getirmek amacındayız" dedi.Eserlerinde Allah- Muhammed yazıları ve lale motiflerine sıkça yer veren sanatçının 'Eski Çini' isimli sergisi, 16 Aralık'a kadar HKSM'de ziyaret edilebilecek.(İHA)
↧