Bursa'da Reşat Nuri Güntekin'in yazdığı Çalıkuşu romanının da geçtiği Zeyniler Köyü'ne Mahalle Konağı ve Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu Evi açıldı. Son dönemde köyün gelişimi için çalıştıklarını ve bugün aynı zamanda Yamaç Paraşütü Kalkış Alanı'nın açılışını da yaptıklarını söyleyen Yıldırım Belediye Başkanı Ak Parti'li Özgen Keskin, Zeyniler'i turizm ile canlandıracaklarını belirtti.Reşat Nuri Güntekin'in Bursa'da öğretmenlik yaptığı dönemde Çalıkuşu romanına konu olan Zeyniler Köyü Mahalle Konağı ve Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu Evi açılışına Vali Yardımcısı Eyüp Sabri Kartal, AK Parti Milletvekilleri Hakan Çavuşoğlu, İsmail Aydın, Mustafa Öztürk, Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin, Osmangazi Belediye Başkanı Ak Parti'li Mustafa Dündar ve çok sayıda vatandaş katıldı. Zeyniler Köyü Muhtarı Mahmut Yıldırır, köye 25 yıl önce yol yapıldığını, 1 yıl önce de elektriğin gelmesi ile modern yaşama geçildiğini kaydetti.Yıldırım Belediye Başkanı Özgen Keskin ise Zeyniler Köyü'nde tarih yattığını ifade ederek, birçok medeniyetin burada yaşadığını ifade etti. Köyün turizm ile gelişmesini istediklerini dile getiren Keskin, buradaki tarihin ayağa kaldıracaklarını söyledi. Zeyniler'in 30 Mart'tan itibaren mahalle olacağını belirten Keskin, "Burası 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı döneminde 65 hanelik bir köymüş. Turizmle canlandırmak ve tanıtmak için çalışıyoruz. Dağ koşusu, bisiklet yarışı, seyir terasları gibi farklı çalışmalar yaptık. Çalıkuşu romanı da burada yazıldı. Reşat Nuri Güntekin'in anısını yaşatmak istiyoruz. Bunun anısına da Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu Evi ve Mahalle Konağı'nı inşa ettik" dedi.Konuşmaların ardından kurdele kesimi ile Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu Evi ve Mahalle Konağı açıldı. Ardından Yıldırım Belediyesi tarafından Yamaç Paraşütü Kalkış Alanı, meraklıların da katılımıyla faaliyete geçti. Taş parke döşemeli alan, yamaç paraşütü severlerin de beğenisini topladı.(DHA)
↧
Çalıkuşu'nun köyü turizme kazandırılacak
↧
Kutsal emanetler sergisine yoğun ilgi
Erzincan'da 2 gün devam eden Erzincan Kültür Günleri etkinlikleri kapsamında, Erzincan Üniversitesi Rektörlük Sanat Galerisi'nde kutsal emanetler ve sakal-ı şerif sergisi açıldı. Erzincanlıların büyük ilgi gösterdiği sergide, vatandaşlar duygusal anlar yaşadı.Kaynak Kültür Yayın Grubu öncülüğünde Anadolu'nun dört bir yanında gerçekleştirilen kültür günleri devam ediyor. Erzincan Kültür Günleri programında, konferans ve seminerler, okur-yazar buluşması gerçekleştirildi, kermes ve resim sergisi düzenlendi. 23-24 Kasım tarihlerinde yapılan etkinliklerde yazarlar okurları ile buluştu, uzmanlar da Erzincanlılara belirledikleri konularda konferans ve seminerler verdi. Kültür Günleri programında ayrıca, Ressam Yazdani, eski Mekke-Medine fotoğrafları ve kutsal emanetler sergileri yer aldı. Rektörlük Sanat Galerisi'nde açılışı Vali Abdurrahman Akdemir, Belediye Başkanı Yüksel Çakır, Erzincan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İlyas Çapoğlu, Emniyet Müdürü Mustafa Elaman ve çok sayıda davetlinin katılımı ile yapılan 'kutsal emanetler sergisi' büyük ilgi gördü. Sergide Ulu Cami'den getirilen sakal-ı şerif, ziyarete açıldı. Tekbirler eşliğinde sergiyi gezen vatandaşlar heyecan içerisinde sakal-ı şerifi inceledi. KEMAL GÜLEN ERZİNCANLILARLA BULUŞTUErzincan Kültür Günleri etkinliklerinin ikinci gününde Samanyolu ana haber spikeri Kemal Gülen, Erzincanlılar ile buluştu. Müftülük Konferans Salonu'nu dolduran yüzlerce Erzincanlıya hayattan kesitler anlatan Kemal Gülen, 'Canım Arka Yüzü' kitabından bahsetti. Gülen, "Önemli olan düşünebilmektir. Önemli olan görüp gördüğü, etrafında gelişen hadiselere farklı bir pencereden bakabilmektir. Bu kitabın çıkış kaynağı belki biraz odur. Etrafımızda farklı hadiseler cereyan ediyor. Seyahatler ediyoruz. Bir şehirden, bir ülkeye gidiyoruz." dedi. Erzincan Kültür Günleri etkinliklerinde yazar Ali Demirel 'İslam'da Kadının Yeri', Prof. Dr. Davut Akyüz 'Namazı Anlayarak Kılmak', Bahattin Karataş 'Dünden Bugüne Hizmet Hareketi', Dr. Reşit Haylamaz 'Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz' konulu söyleşi gerçekleştirdi. Dr. Ergün Çapan, Prof. Dr. İsmail Özsoy ve Prof. Dr. Hamdi Döndüren'in katıldığı panelde ise 'İslam'da ticaret ahlakı' ele alındı.(CİHAN)
↧
↧
Dostları Tuncel Kurtiz’i anlatacak
Geçtiğimiz eylül ayında vefat eden Tuncel Kurtiz, Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen Ustalara Saygı toplantısında anılacak.Faruk Şüyün’ün hazırladığı etkinlik, bu akşam saat 20.00’de başlayacak. Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek etkinlikte, Atilla Dorsay, Ayla Algan, Melek Baykal, Melike Demirağ, Nebil Özgentürk, Sema, Sevi Algan, Tarık Akan, Tomris Giritlioğlu ve Yılmaz Atadeniz gibi isimler konuşmacı olarak katılacak. Nebil Özgentürk’ün, Kurtiz için hazırladığı “Bir Yudum İnsan” belgeselinden özel kurguladığı bir bölümün de gösterileceği “Ustalara Saygı” etkinliğinde ayrıca, Melike Demirağ ve Sema, Kurtiz’in sevdiği eserlerini seslendirecek. Gecede Şeyh Bedrettin, Mahabharata, Teneke, Yolcu, Devri Süleyman gibi oyunları, Çirkin Kral, Umut, Otobüs, Kanal, Sürü, Gül Hasan, Bereketli Topraklar Üzerinde, Güz Sancısı gibi filmleri ve Asi, Ezel, Muhteşem Yüzyıl gibi televizyon dizilerindeki oyunculuğu ve sesiyle önemli işler ortaya koyan sanatçının çalışmalarından görüntüler de sunulacak. (0212 351 93 82)
↧
Özel tiyatro desteği Anadolu’ya gitti
Kültür ve Turizm Bakanlığı, her yıl özel tiyatrolara sanat sezonu başında yaptığı desteği geçtiğimiz hafta açıkladı.Bakanlığın bu desteği, bugüne kadar verilen en büyük yardım olarak değerlendirilirken, bir yandan da Gezi olaylarını destekledikleri için İstanbul'daki kimi özel tiyatrolara yardım yapılmadığı tartışmaları yaşandı. Geçen yıllarda destek alan, fakat bu yıl listeye giremeyen İstanbul'daki özel tiyatrolar Bakanlığın bu yaklaşımını eleştirdi. Bugüne kadar İstanbul tiyatrolarının ağırlık kazandığı destekleri Anadolu tiyatrolarına yayma kararı aldıklarını belirten Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, İstanbul tiyatrolarının artık kurumsallaşmış ve devlet desteğine ihtiyaç duymaması gereken tiyatrolar olduğunu söyledi. Çelik, Anadolu tiyatrolarına, genç tiyatrolara, yerli oyun sahneleyen tiyatrolara ağırlık verdiklerini dile getirdi. Alınan kararla Anadolu tiyatrolarının ve genç tiyatrolarının çok daha gelişeceğini belirten Çelik, kurumsal tiyatroların bu karara itiraz etmesini eleştiriyor. Çelik, bugüne kadar İstanbul tiyatrolarının devleti bu şekilde çalışmaya mecbur kıldığını, bu hali ile, kurumsal tiyatroların, devlet eli ile sanatta oligarşik yapı oluşturduğunu ifade ediyor. Çelik, bundan sonra da kurumsallaşmış tiyatrolar yerine, Anadolu tiyatrolarını, genç tiyatroları desteklemeye devam edeceklerini belirtiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2013 yılında özel tiyatrolara 4 milyon 312 bin TL'lik rekor miktarda destekte bulundu. Destek alan özel tiyatro sayısı önceki yıl 178 iken bu yıl 221'e yükseldi. En büyük ödenekler ise yeni kurulan veya ilk defa başvuru yapan özel tiyatrolar ile yerli oyun sahneleyecek tiyatrolara gitti. Bakanlığın aldığı karar doğrultusunda geçen sezon sadece 6 yeni kurulan veya ilk defa başvuru yapan tiyatro grubu destek alırken, bu yıl rakam 87'ye yükseltildi. Bakanlığın bir diğer kararı ise yerli oyunlara yönelik. Buna göre, geçtiğimiz yıl destek alan tiyatroların sadece yüzde 63'ü yerli oyun sahnelerken, bu sezon bu oran yüzde 80'e çıkarıldı. Yani, destek verilecek özel tiyatrolar özellikle yerli oyun sahneleyecekler arasından seçildi. Bakanlık ayrıca bu yıl, Hacivat-Karagöz gibi geleneksel tiyatrolara, çocuk tiyatrolarına ve amatör tiyatrolara da verilen destek miktarını artırdı. Geçen yıla göre, çocuk oyunlarına verilen pay yüzde 13,6'dan yüzde 19,2'ye, amatör tiyatrolara verilen destekler yüzde 12'den yüzde 17'ye, geleneksel tiyatrolara verilen destekler yüzde 4,4'ten yüzde 5,3'e çıkarıldı. Bakanlık bu yıl ilk kez Diyarbakır, Kırşehir ve Kastamonu'daki özel tiyatrolara destek verirken, engelliler tarafından, engellilere yönelik oyunlar hazırlamak üzere kurulan ve işitme engelli çocuklar için Aksiyon Organizasyon tarafından hazırlanan “Çizmeli Kedi” adlı oyunu da destekleme kararı aldı. İlk kez engelliler için bir oyun desteklenmiş oldu.
↧
İstanbul’un tanımadığı ressam: Eşref Üren
İş Sanat Kibele Galerisi, belki bu defa diyerek, yeni sezonunu Eşref Üren retrospektifiyle açtı. Ama 24 Ekim’de açılan sergiyi ne öyle çok kişi gezdi ne de duydu. Galiba Üren’in kaderi bu. O, her ne kadar Fransız terbiyesine sahip olsa da Doğulu bir ressamdı. Yakın çevresine göre de tam bir boya ustası. Ömrünü resme adamış bu mütevazı adamı bilmeyenler için sergi ve katalog büyük fırsat.Türk resim tarihinin ıskaladığı adam, Eşref Üren. Ankara sanat çevresi biraz da olsa tanıyor onu. Ama İstanbul… Hayattayken İstanbul'da birkaç sergisi açılmış olsa da, kendisi bile demiş zaten: “İstanbul beni tanımaz, sevmez…” Saray terbiyesi almış bir İstanbullu olmasına, hatta küçükken paşa dedesinin evinde gözüne kestirdiği bir resmi kesip üzerini boyayacak kadar sanatla iç içe olmasına rağmen; ki o resim Şeker Ahmet Paşa'nınmış; İstanbul'da anlaşılamamış Üren. İş Sanat Kibele Galerisi, belki bu defa diyerek, yeni sezonunu Eşref Üren retrospektifiyle açtı. Ama 24 Ekim'de açılan sergiyi ne öyle çok kişi gezdi ne de duydu. Galiba Üren'in kaderi bu. Onu yakından tanıyan ressam İmren Erşen'in çabalarıyla hazırlanan sergi ve katalog, ömrünü resme adamış bu mütevazı adamı bilmeyenler için büyük fırsat. İsmail Eşref Üren, 27 Kasım 1897'de Osmanlı'nın çökmemek için direndiği günlerde İstanbul'un güzide köşklerinden birinde doğdu. Çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği bu köşk, padişah 2. Abdülhamit'in sütkardeşi olan büyükbabası İsmet Bey'indi. Babası Fehim Paşa padişahın özel hafiyesiydi. Baskı ortamında şikâyet sonucu 1907'de Bursa'ya sürgüne gönderildi, 1908'de ise linç edilerek öldürüldü. Bu olayla kalbinden vurulduğunda küçük Eşref sadece 11 yaşındaydı. Annesi yeniden evlenince öğrenim hayatını Bursa-İstanbul arasında mekik dokuyarak tamamladı. Ziraat okudu. İş aradığı ve boşlukta kaldığı günlerden birinde Yeşil Türbe'nin resmini yapan İbrahim Çallı'yla karşılaşınca “Anne! Ben ressam olacağım” diyerek yaşamının ilk ciddi kararını verdi. Sanayi-i Nefise'ye yazıldı. Okulu; Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Feyhaman Duran atölyelerinde imkânsızlıklar içinde bitirdi ama yaşı büyük olduğu için diploma alamadı. Parasızlığına çare olur diye düşünerek Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı resim öğretmenliği sınavına girdi ve kazandı ama bu defa da atanamadı. “Allah’ım bana fena resim yaptığımı gösterme”Tam o günlerde, 1928 yılında, Ankara'da karma bir sergiye katıldı ve bir resmini Afgan kralı satın alınca, arkadaşları gibi Paris'e gitmeye karar verdi. Orada Andre Lhote Atölyesi'nde çalıştı. Yurda döndüğünde yeni bir sınava girdi ve sonunda 1930'da Erzurum Öğretmen Okulu'na atandı. İlk günlerde, “Paris'ten sonra Erzurum, insanda hayal diye bir şey bırakmıyor, o kadar katı bir gerçek ki…” dese de sonraları sanatkârlıkla öğretmenliği aynı kazanda kaynatmayı başardı. Erzurum'da bir resim atölyesi bile kurdu. Bu sırada gazete ve dergilerde sanat yazıları yazmaya başladı. Artık kendisiyle barışmıştı, âşık olabilirdi. 1934'te öğrencisi Melahat Hanım'la evlendi. Aynı yıl tayini Sivas'a çıktı. Eşiyle birlikte ikinci defa Paris'e gitti. Dönüşte Ankara'ya yerleştiler. Üren bir yandan öğretmenliğe bir yandan da resme devam ediyor, sergilere katılıyordu. İlki 1939 yılında düzenlenen Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne katılmak istedi ama resimleri çok şeffaf bulunduğu için reddedildi. Sonraki yıllarda bu sergilere ödüller eşliğinde katıldı. Yine aynı yıllarda yurt gezileri kapsamında Yozgat ve Ağrı'da çalıştı, D grubu sergilerine katıldı, Venedik ve Tahran Bienalleri gibi toplu sergilere davet edildi. Ama ilk kişisel sergisini 1947'de Ankara'da açtı. "Allah'ım sen bana fena resim yaptığımı gösterme." Hayatının en zor zamanlarını 1969'da eşini kaybettiğinde yaşadı. Bir yıl boyunca resim bile yapamadı ama sonuçta hayata yine çalışarak tutundu. 32. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu'nun hayran olduğu büyük boy bir tabloyla katıldı. Beğenilmek, takdir edilmek onu çok mutlu ediyordu; “Anlayanların beğenisi, bu bambaşka! Allah'ım sen bana fena resim yaptığımı gösterme.” diyordu. 74, 75, 76 ve 80 yıllarında İstanbul'da sergileri açıldı ama pek kıymet görmedi. Sağlığında İş Bankası tarafından hazırlanan küçük bir kitap dışında ne bir sergi kataloğu, ne bir broşür… Hakkında hiçbir yazılı kaynak yoktu. Nihayet 1981'de devlet sanatçısı unvanı aldı, 18 Kasım 1984'te de bu dünyada hoş bir sada bırakarak öldü. Bu hoş sada abartısız resimleriydi. Onları beğenene, kıymet bilene hediye etmekten büyük keyif alırdı. En büyük özelliği içtenliğiydi. İçinden geldiği gibi ve içinden geldiği zaman resim yapardı. Ama çalafırça değil, özenle… Fırçasını rahat kullanır ve ince işçilik yapmazdı belki ama bilgi ve deneyimiyle bunu dengelerdi. Her ne kadar Fransız terbiyesine sahip olsa da Doğulu bir ressamdı. Yakın çevresine göre de tam bir boya ustası... Bu, resimlerinin boyası acaba kurumuş mu diye bakma isteği uyandırmasından anlaşılıyordu. İş Sanat Kibele Galerisi'ndeki retrospektif sergi; yemişler, parıltılı çiçekler, portreler, bulvarlar, kar peyzajları ve bozkır görüntüleri bir yana… Eşref Üren'i tanımak için bire bir. Serginin son tarihi 30 Kasım.
↧
↧
Hat sanatçısı Goki, Türk vatandaşlığı için başvurdu
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkmen asıllı hat sanatçısı Azim Bedri Goki'yi kabul etti. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçme talebinde bulunan Goki'ye yardım edeceklerini belirten Bağış, "Kendisi Türkmen asıllı bir kardeşimiz. İnşallah biz de kendisinin başarılarıyla gururlanmaya devam edeceğiz." dedi.Bakanlığın Ortaköy'deki ofisinde gerçekleşen buluşmada Goki, Bakan Bağış'a üzerinde Türkmen yaşamından ve doğal hayattan figürler bulunan tablo hediye etti. Bakan Bağış, burada yaptığı konuşmada, Goki'yi Küçükçekmece Belediyesi'nin bir sergisinde tanıdığını belirterek, "Kendisi benim çok takdir ettiğim uluslararası bir sanatçı." dedi. Boki'nin Türkiye'de yıllardır çok değerli çalışmalara imza attığını ve bakanlık ofis duvarlarında da onun eserlerinin bulunduğunu dile getiren Bağış, bugün de Boki'nin kendilerine güzel bir müjde ile geldiğini söyledi.Boki'nin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına başvurmaya karar verdiğini anlatan Bağış, "Zaten Türkmen asıllı bir kardeşimiz. Dünyanın dört bir yanında uluslararası makalelere konu olan bir sanatçının bizim vatandaşımız olması gururunu yaşayacağız. İnşallah biz de kendisinin başarılarıyla gururlanmaya devam edeceğiz." diye konuştu.Sanatçı Boki ise Türk vatandaşlığına geçişinin hızlı olması dileğinde bulundu. Dünya genelinde kendisine gelen davetlere cevap veremediğini dile getiren Boki, her şeyin güzel olacağını ifade etti.(CİHAN)
↧
Taş mektep, Milli Mücadele Müzesi oluyor
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından Kayseri Lisesi'ne yaptırılan ve eğitim camiasının hizmetine sunulan ek bina, 28 Kasım Perşembe günü düzenlenecek törenle açılacak. Taş Mektep olarak bilinen eski bina ise yakın zamanda Milli Mücadele Müzesi'ne dönüştürülecek.Kayseri Lisesi'ne kazandırılan 10 derslikli binada 160 kişilik tribünlü spor salonu ve 260 kişilik konferans salonunun yanısıra, yönetim odaları ve diğer birimler bulunuyor. Belediye tarafından ayrıca yenilenen C Blokta ise 20 derslik, laboratuarlar ve kütüphane yer alıyor.AÇILIŞ RENKLİ GÖSTERİLERE SAHNE OLACAKBüyükşehir Belediyesi'nin yaptırmış olduğu yeni lise binasının açılışı 28 Kasım Perşembe günü saat 13.00'te çeşitli etkinliklerle yapılacak. Törende, Yetenek Sizsiniz programıyla adını duyuran Karizma Şov, Kaya Adamlar ve bisikletli akrobasi gösterileri yer alacak. Kayseri Lisesi'nin Taş Mektep olarak bilinen ana binası ise Milli Mücadele Müzesi'ne dönüştürülecek. Müzede, Kayseri Lisesi'nin Sakarya Meydan Muharebesine giden öğrencileri nedeniyle 1920-21 döneminde mezun verememesi başta olmak üzere milli mücadele yıllarının en çarpıcı örneklerini anlatan eserler ve görsel malzemeler yer alacak.(CİHAN)
↧
Malezya'da Kapadokya tanıtım günleri düzenlendi
Türkiye'nin gözde tatil ve turizm mekanlarının başında gelen Kapadokya'nın tanıtılması için THY ve Ahiler Kalkınma ajansı işbirliği ile Malezya Kuala Lumpur İmpiana Otel'de Türk ve Malezyalı turizm acentalarının katılımı ile"Let' Go Cappadocia!" sloganıyla bir tanıtım resepsiyonu düzenlendi.Malezya basının da ilgi gösterdiği tanıtım organizasyonuna Türkiye Cumhuriyeti Kuala Lumpur Büyükelçiliğini temsilen Büyükelçilik Maslahatgüzarı Ahmet Doğan, Basın Müşaviri Bora Er, Ticaret Müşaviri Esat Durak ve İkinci Katip Bahar Doğan katıldı.Toplantının açılış konuşmasını yapan Ahiler Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Kırşehir Valisi Özdemir Çakacak, "Bu insanlık mirasını görmek üzere ülkemize her yıl 30 milyondan fazla turist gelmektedir. Bu değerleri görmek adına daha fazla Malezyalı turisti ülkemizde görmek istiyoruz. Bu itibarla da, Ahiler Kalkınma Ajansı olaraksektör temsilcilerini biraraya getirmek üzere söz konusu etkinliği düzenlemiş bulunuyoruz" dedi.Resepsiyonda konuşma yapan Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği Basın Müşaviri Er, "Ülkemizin güzide turizm bölgelerinden biri olan Kapadokya'nın potansiyellerini Malezya'ya anlatmak gayesiyle düzenlenen tanıtım ve resepsiyonda emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Malezya'da görev yaptığımız süre zarfında herhangi bir yerde Türkiye konu olduğunda Malezya insanının azından çıkan ilk cümlelerin öncelikli olarak ülkemizin son yıllarda yükselen imajı başta olmak üzere, bilhassa İslam coğrafyasına yapmış olduğumuz insani yardımlar ve çoğunlukla iki ülke arasında günden güne gelişmekte olan ticari ilişkiler üzerine olduğuna sıklıkla şahit olmuşuzdur. Ancak burada en dikkat çekici olan nokta ise; belki de birçoğunun hayatında Türkiye'yi bir defa bile görmemiş olmasına rağmen, Malezyalların büyük çoğunluğunun Türkiye algısınınİstanbul ve Kapadokya'nın eşsiz tarihi ve turistik güzellikleri ekseninde şekillendiğine şahit olabilirsiniz. Aslına bakacak olursanız, bu algının oluşmasında burada turizm acentası sahibi olan vatandaşlarımızın çabalarını da göz ardı etmeksizin, Büyükelçimiz Sayın Serap Ataay'ın tanıtım faaliyetlerine yönelik her daim destekleyici tutumu başta olmak üzere,bir süre önce görev süresi dolarak ülkemize dönen Kültür ve Tanıtma Müşavirimiz Ali Gülen'in başından sonuna kadar desteğini esirgemediği ve Malezya'nın en beğenilen sanatçılarından Lisa Surihani'nin rol aldığı"İstanbul Aku Datang" (İstanbul Ben Geldim) adlı sinema filminin Malezya toplumunda uyandırdığı Türkiye merakı olduğunu, basını takip eden biri olarak söylebileceğimi düşünüyorum" ifadesini kullandı.Er konuşmasında Malezya'nın en beğenilen sanatçılarından olan Nur Fazura'nın da rol aldığı ve 2014 Mart ayında galası yapılacak olan "Manisniya Cinta Di Cappadocia"(Kapadokya'da Aşk Başkadır) adlı sinema filminin Kapadokya'nın tanıtımına büyük ölçüde katkı sağlayacağına inandığınıkaydederek şunları dedi:"Bu günde burada bulunan Valilerimiz, Ahiler Kalkınma Ajansı ve THY yetkililerimizle yaptığımız görüşmeler neticesinde Malezya toplumunun zihninde Kapadokya'nın yer edeceğine inandığımızbirtakım projelere destek verme konusunda son derece gönüllü yaklaşmış olmaları bile bu ziyareti bizim için son derece anlamlı kıldı. Bu sebeple, bu organizasyonu düzenleyenlere bir kez daha teşekkür etmek isterim."(İHA)
↧
Deniz Palas satılmıyor
İstanbul Kültür Sanat Vakfı Yönetim Kurulu, vakfın tüm borçlarının Eczacıbaşı Holding tarafından üstlenilmesi üzerine Deniz Palas’ın satışından vazgeçti.Eczacıbaşı Holding tarafından yapılacak 46 milyon TL düzeyindeki yeni bir bağışla borçları sıfırlanacak olan İKSV, çalışmalarını aynı binada sürdürmeye devam edecek. Vakıf, binanın on yıllık bir süre içinde satışa çıkarılmamasını da taahhüt edecek. Kararı açıklamak üzere Deniz Palas’ta bir basın toplantısı düzenleyen İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, İKSV yönetim binasının satışa çıkarılması sonrasında kamuoyunda ortaya çıkan duyarlılığa dikkat çekerek, “Görüyoruz ki sanatseverler İKSV’ye önem veriyorlar, vakfımızı çok yakından izliyorlar, İKSV’nin kendi kimliği ile bütünleşmiş olan değerleri elden çıkarmasını istemiyorlar ve aynı duyarlılığı İKSV’yi yönetenlerden de bekliyorlar.” dedi. Son bir ay içinde yaşanan gelişmelerin ve gelen tepkilerin, sanatseverlerin İKSV’yi ne ölçüde benimsediklerini ortaya koyduğunu ifade eden Bülent Eczacıbaşı, “Bu duyarlılığın göz ardı edilmemesi gerekiyordu. Eczacıbaşı Holding konuya çözüm getirmek amacıyla bir teklif oluşturdu ve geçtiğimiz hafta başında yapılan teklif, 22 Kasım’daki İKSV Yönetim Kurulu toplantısında oybirliği ile kabul edildi.” diye konuştu. İKSV’nin elindeki bu değerli binanın sahibinin toplum olduğunu belirten Bülent Eczacıbaşı, “Binanın sadece bir bina olmadığı gördük, çok daha fazla değer ifade ediyor, insanlar bu binayla çok sınırlı ölçüde irtibatta olmasına rağmen, burayı çok benimsemiş. Bu bizi şaşırttı. Bu bina, kısa sürede İKSV’yi temsil eden bir hale büründü.” dedi. Bu kararla, bilançosu borçlardan tamamen arındırılacak olan İKSV, kültür-sanat alanındaki hizmetlerini sürdürürken karşılaştığı en büyük kısıtlamalardan kurtulacak, 46 milyon TL tutarındaki yeni bağışla birlikte, Eczacıbaşı Holding’in sponsorluk bedelleri dışında son dört yıl içinde İKSV’ye yaptığı bağışların tutarı da 58 milyon TL’ye ulaşmış olacak. İKSV, önümüzdeki dönemlerde üç ana kaynağı olan kamu, sponsor ve etkinlik gelirlerine daha da odaklanacak ve bu değerli binanın her köşesini en verimli şekilde değerlendirmeye çalışacak. Deniz Palas’ın satılması ve vakfın daha mütevazı koşullarda başka bir binada faaliyetlerine devam etmesi kararı yaklaşık bir ay önce alınmış, 24 Ekim’de verilen gazete ilanı ile teklif toplanması süreci başlatılmıştı. Teklif alma süreci 29 Kasım tarihinde sona eriyordu, ancak Eczacıbaşı Holding’in aldığı kararla vakfın borçlarından kurtulması üzerine süreç tamamlanmadan satış durduruldu.
↧
↧
[Röportaj]Üniversiteler Kürt edebiyatının ciddiliğini artırdı
Çağdaş Kürt edebiyatının en çok okunan yazarlarından Firat Cewerî, uzun bir zamandır İsveç’te yaşıyor. Yazı yolculu-ğuna şiirle başlayan Cewerî da-ha sonra öykü türünde eserler verdi. Geç Bir Sonbahardı, Birini Öldüreceğim, Lehî ve Maria Melekek Bû (Maria Bir Melekti) adlı romanları, Cewerî’nin daha çok romancı kimliğiyle tanınmasını sağladı. Cewerî, Dostoyevski, Sartre, S. Beckett, Çehov, Yaşar Kemal gibi dünya edebiyatının önemli yazarlarını Kürtçeye çevirdi. Cewerî ile Türkçe yayımlanan Birini Öldüreceğim ve Lehî (Everest Yayınları) romanları üzerine konuştuk.“Birini Öldüreceğim”in başkahramanları Temo ve Diana hayatları berhava olmuş insanlar. Ama siz bu kahramanları sağaltacak bir umudu da okura vermekten özenle kaçınıyorsunuz. Kahramanlarınızın yaşadığı travmalar, sağalmayacak şekilde derine mi indi?Her iki kahramanın ruhlarında derin yaralar açılmış. Ruhlarında açılan yaraların onarılması için bazen zamana ihtiyaç duyuluyor gibi bir duygu yaratılsa da aslında bireysel ve toplumsal rehabilitasyona gereksinimleri var. Vücutta açılan fiziki yaralar bazen iz bıraksa da, yok olup gidebiliyor, ama ruhta açılan yaraların onarılması zor, hatta bazen imkânsızdır. Bu iki ana kahramanım püripak insanlar aslında, hiçbir kişisel çıkar peşinde koşmamış, inandıkları düşünceler uğruna hayatın bataklığına düşmüş insanlardır. Onların çığlığı, onların düştüğü bataklığa sebep olan güçlere değil, onların uğruna mücadele ettiği insanlardır. O insanların onları görmesini, ellerini uzatıp, o bataklıktan çıkarmasını isterler. Ama görülmüyorlar, çığlıkları duymazdan geliniyor, onlara yardım eli uzatılacağına, bataklığın diplerine itiyorlar.“Birini Öldüreceğim”in devamı niteliğindeki “Lehî” romanında ise Diana bu kez karşımıza Lehî ismiyle çıkıyor. Karakterini ve hikâyesini bir önceki romanınızda anlattığınız bir kahramanı, yeni romanda tazelemek, anlatıyı sürdürmek zor olmadı mı?Teknik açıdan zor olmadı, çünkü bütün roman-larımda hep açık bir kapı bırakırım. Bazen oku-yucu tamamlasın isterim, bazen de ben bir gün tekrar geri dönerim düşüncesiyle bırakırım o açık kapıyı. Bu romanda da aralanmış o kapıdan içe-ri girerken, hâlâ ruhsal yaralardan kurtulamamış karakterlerimle karşılaştım. Zaten birinci romanda, yani “Birini Öldüreceğim”de bu kahramanlar-la uzun süre yaşamıştım. Onlar yaşamımın gerçek birer karakteri haline gelmişlerdi. Evet, ben yarattım bunları, adlarını ben koydum, onlara bir yığın fikir ve düşünce vererek harekete geçirdim. Ama yazma sürecinde onlar artık birer edebi figür değil de, birer gerçek insanmış gibi geldi bana ve öylece hayatıma girdiler. ‘Etik, estetik ve ideoloji’ Cewerî romancılığının üçlü sac ayağı anlamında bir belirleme hatırlıyorum. “İdeoloji” etik ve estetik anlayışınızı nasıl etkiliyor?On altı, on yedi yaşlarımda siyasete girdim ve yirmili yaşlarımda da bıraktım ve bir daha da siyasete geri dönmedim. Tamamıyla politize olmuş olan Kürt toplumunda tarafsızlığımı korumak kolay olmadı, ama birey olarak gelişmeme yardımcı oldu. Çünkü amacım sadece Kürtlerin bir kesimi için; yani bir parti, bir aşiret, bir ideoloji, bir tarikat için edebi eserler yazmak olmadı; kendimi oto sansüre tabi tutup onların estetik, etik ve ideolojik anlayışları doğrultusunda yazmadım. Zaten yazım sürecinde dış dünyayı tamamıyla unutuyorum, tasarlayıp kurduğum edebi dünyada karakterlerimle bir oluyorum. Etik ve estetik anlayışımı hiçbir zaman ideolojiye kurban etmiyorum, bazen, belki de ideoloji olarak öne sürüyorum.Son romanınız “Maria melekek bû” (Maria Bir Melekti) Firat Cewerî romancılığı için nasıl bir değişimi ima ediyor?Konu itibarıyla yine unutulmuş insanların ruh hallerini ve psikolojik buhranlarını anlatmaya çalışıyorum, ama teknik açısından yeni bir tarz kullanmayı yeğledim. Kürtçe okuyucularımdan ve kimi eleştirmenlerden aldığım olumlu tepkiler bu romanın yazılması gerektiği yönünde bir kanaat oluşturdu bende. Üniversitelerde açılan Kürtçe bölümler, okullardaki Kürtçe seçmeli dersler, Kürtçe eserlerin okunurluğunu artırdı mı?Evet, ciddi bir biçimde artırdı. Bir zamanlar yasak olan, yok sayılan dilin edebiyatının üniversitelere girmiş olması hem dilin akademik açıdan gelişmesine yardımcı olacak hem de edebiyatın gelişmesini etkileyecek. Son bir yıldır bunu açık bir biçimde hissediyor, görüyorum. Üniversite öğrencileri tezlerini yazmak üzere bana başvuruyor, yayınladığım Nûdem ve yeniden yayına hazırladığım, Celadet Bedirxan’ın emaneti Hawar dergilerinin yanı sıra, öykü ve romanlarımı da istiyorlar. Henüz eğitim dili olmayan, ama kişisel çabalarla oluşmuş olan modern Kürt edebiyatının üniversiteler sayesinde ciddiliği artmış ve geniş okur kitlesine ulaşma imkânı bulmuştur.Sanat ve edebiyatın ömrü iktidardan daha uzun olmalıPolitikacılar ve ideolojiler sanat ve edebiyatın bağımsızlığından korkarlar, onun için kendi çıkarları doğrultu-sunda olmasını isterler. Bu, bütün totaliter fikir ve düşüncelerde geçerlidir. Bu faşizmde de, komünizmde de öyle olmuştur. İktidara yürüyen Bolşevikleri eleştiren bir edebi eser karşı devrimci damgası yiyor ve yerden yere vuruluyordu. Edebi değeri ne kadar yüksek olsa da yine de ölüme mahkûm ediliyordu. Sanat ve edebiyatın ömrünün bir iktidarın, ideolojinin ömründen çok daha uzun olması gerekir. Eğer bugün edebiyatımız savaşları körüklemek ister, insani değerleri yüksek tutmaktan çok, insanı ve bireyi yok sayan, hiçleştiren ideolojik değerleri merkeze alırsa, bazı fikirleri yüceltip insanı ve insani değerleri unutursa yaratıcılığımız eleştirel olamaz.
↧
Emin Işık, Mevlânâ’yı anlatıyor
Türk Edebiyatı Vakfı’nın bu haftaki “Çarşamba Sohbeti”nde Mevlânâ konuşulacak.Yazar Emin Işık, “Hz. Mevlânâ ve Mesnevî” başlığı altında bir konuşma yapacak. Toplantının başlama saati 17.00. (0212 526 16 15)
↧
Ahilik için 80 bin TL ödüllü tiyatro eseri yarışması
Ahi Evran Üniversitesi Ahilik Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin düzenlediği “Ahi Evran ve Ahilik” konulu “Uluslararası Tiyatro Eseri Yarışması”na başvurular bugün başlıyor.Jüri başkanlığını yönetmen Semih Sergen’in yaptığı yarışmanın edebi kurulunda, Yrd. Doç. Dr. Ayfer Şahin, Canan Kırımsoy (Devlet Tiyatroları baş dramaturgu), İsmail Kasap (AEÜ öğretim elemanı), Hilmi Zafer Şahin (İstanbul Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmeni), Hüseyin Sorgun (tiyatro eleştirmeni), Mustafa Kurt (Devlet Tiyatroları genel müdürü), Necmettin Erken (Esnaf Sanatkârlar genel müdür yrd.), Prof. Dr. Selda Öndül (AÜ Tiyatro bölümü başkanı), Doç. Dr. Şahmurat Arık (AEÜ öğretim üyesi), Tuncer Cücenoğlu (oyun yazarı) bulunuyor. Yarışmaya başvurular 27 Nisan 2014’te sona erecek, yarışma sonucu 26 Ağustos 2014’te açıklanacak. Birinciye 30 bin, ikinciye 20 bin, üçüncüye 10 bin Türk Lirası’nın verileceği yarışmanın ödül töreni 27 Eylül 2014’te yapılacak. (akam.ahievran.edu.tr)
↧
‘Malta Şahini’ 4 milyon dolara satıldı
Usta yönetmen John Huston’un 1941 tarihli filmi ‘Malta Şahini’ bir müzayede vesilesiyle yeniden gündemde.Zamanında üç dalda Oscar’a aday olan fakat törenden ödülsüz dönen filmde kullanılan meşhur heykel, önceki gün yapılan açık artırmada satıldı. Humphrey Bogart’ın başrolünü oynadığı filmde kullanılan ve filme de adını veren ‘Malta Şahini’ heykeli 4 milyon 85 bin dolara alıcı buldu. New York’taki Bonhams Müzayede Evi’nden yapılan açıklamaya göre, film için yapılan iki siyah kuş heykelinden biri olan eser, açık artırmaya telefonla katılan ve kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoner tarafından satın alındı. John Huston’ın, Dashiell Hammett’ın aynı adlı romanından uyarladığı ve yönettiği 1941 yapımı film, mücevherlerle kaplı ve milyonlarca dolar değerindeki bir şahin heykeli için verilen mücadeleyi anlatıyor.
↧
↧
Dövüş Kulübü’nün yapımcısından casusluk itirafı
Hollywood’un ünlü yapımcılarından Arnon Milchan, bir dönem İsrail ajanlığı yaptığını itiraf etti.‘Dövüş Kulübü’, ‘Özel Bir Kadın’ ve ‘Los Angeles Sırları’ gibi ödüllü filmlerin yapımcısı, uzun bir süredir hakkında dolaşan dedikoduları önceki gün katıldığı bir televizyon programında teyit etti. İsrail’de yayın yapan Kanal 2 televizyonunda bir programa konuk olan Milchan, İsrail’in nükleer silah programı için gereksinim duyduğu iddia edilen teknolojileri satın almasına yardımcı olduğunu belirtti. Hollywood’da başarılı bir yapımcı olmadan önce bir gübre tesisi işleten Milchan, “Her şeyi ülkem için yaptım ve bundan da gurur duyuyorum.” dedi. Los Angeles’ta casusluk faaliyetlerine devam ettiğini söyleyen ünlü yapımcı, “Hollywood’a geldiğimde kendimi gerçek tutkum olan film yapımına adamak istedim. Ama bazen diğer faaliyetlerimi de sürdürmek zorunda kaldım.” dedi. Milchan, ayrıca ‘casusluk’ konusunda sinema dünyasında yalnız olmadığını da ima ederek, gizli saklı işlerine kimi zaman sinema dünyasının ünlü isimlerinin de bulaştığını söyledi. New Regency film şirketini kuran Milchan, aralarında ‘Dövüş Kulübü’nün (Fight Club) de bulunduğu 120 filmin yapımcılığını üstlendi. Milchan’ın iki yıl önce izinsiz yayımlanan biyografisinde ünlü yapımcının İsrail’in gizli savunma programları için bilgi toplayan Bilimsel İlişkiler Bürosu için çalıştığı ileri sürülmüştü. Lekem adıyla bilinen büro, 1987’de ABD Donanması’nda istihbarat analisti olarak çalışan Jonathan Pollard’ın ömür boyu hapse mahkûm edilmesine neden olan casusluk olayına karıştığı için feshedilmişti.
↧
Semiha Es’i hatırlamayı hatırladık
Geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan, Türk basınının ilk kadın gezi ve savaş fotoğrafçısı Semiha Es, kapsamlı bir sempozyum ve sergiyle hatırlanıyor. Sergide Es’in çeşitli ülkelerde ve dönemlerde gönlünce çektiği otuza yakın fotoğrafı yer alıyor.Varlığını öldüğünde fark ettiğimiz isimlerden biri Semiha Es. 11 Aralık 2012’de, 100. yaşını sürdüğü günlerde aramızdan ayrıldı. Türk basınının ilk profesyonel gezi ve savaş fotoğrafçısı olmasına rağmen onu pek azımız bildi, neredeyse hiçbirimiz tanımadı. Bilen pek azımız da onu gazeteci Hikmet Feridun Es’in eşi olarak bildi. Hollywood’dan Afrika’ya, Kore ve Vietnam savaşlarından Ruanda’daki olaylara, dünyanın dört bir yanını görünür kılan Semiha Hanım’dı ama kendisi hiç görünmedi. Nihayet, günün birinde, onu hatırlamayı hatırladığımızda çok geç kalmıştık. Çünkü ne bir günlüğü, ne kapsamlı bir söyleşisi, ne de biyografisi vardı ortada. Geçen yıl kurulan İstanbul Kadın Müzesi, hayatının son aylarında onunla sözlü tarih çalışması yapmayı çok istedi ama nafile!.. Vekâletinin sahibi avukat süreci yavaşlatınca Es, kimselerle dertleşemeden göçüp gitti. Onunla ilgili tüm bildiklerimiz üç-beş gazete röportajından ibaret şimdi. Bir de küçük, kırmızı bir bavul içindeki fotoğraf arşivi… O fotoğrafların çoğu da ‘Hikmet Ferudun Es Oradaydı’ tadında. Yine de, neyse ki gönlünce çektikleri de var aralarda. İşte onların bir kısmı 29 Kasım’dan itibaren Yunanistan Başkonsolosluğu’nun İstiklal Caddesi üzerindeki sergi mekânı Sismanoglio Megaro’da sergilenecek. Es’in çeşitli ülkelerde ve dönemlerde gönlünce çektiği otuza yakın fotoğrafa; Türkiye’nin yaşayan kadın fotoğrafçılarından seçme kareler eşlik edecek. Ahu Antmen ve Laleper Aytek’in küratörlüğünü yaptığı serginin ismi “İkinci Göz: Türkiye’den Kadın Fotoğrafçılar”. Simone de Beauvoir’ın ‘İkinci Cins’ kitabına göndermede bulunan bu başlık, ‘Çeken Semiha değil de Semih olsaydı, bu fotoğraflar bunca yıl görünmeden kalır mıydı?’ sorusunu sordurmayı hedefliyor. Her şey, 5 Ocak’a kadar açık kalacak bu sergiyle bitmiyor. Bize çeyrek asır boyunca onca hikâyeyi anlatan/gösteren kadının görünürlüğünü bir kutlamaya çevirmek için bir de sempozyum düzenleniyor: “Semiha Es-Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu”. Üç-beş yılda bir tekrarlanacak sempozyumun ilki 28-30 Kasım tarihleri arasında Cezayir Toplantı Salonu’nda gerçekleşecek.Eşi yazdı, o fotoğrafladıSemiha Es, 1912 yılında Vefa’da küçük bir evde doğar. Babası, Fransızlara ait yolcu vapuru işletmelerinde bilet memurudur ve çat pat bildiği Fransızcayı çocuklarına öğretmektedir. Semiha da 15 yaşına geldiğinde yine Fransızlara ait telefon idaresinde santral memuresi olarak çalışmaya başlar. O sıralarda bir güzellik yarışması düzenlendiğini duyar, katılmak ister ama yaşı tutmaz. Başvuru işlemleri için gelgit yaptığı günlerden birinde kendisinden birkaç yaş büyük gazeteci Hikmet Feridun Es’le tanışır. Hemen evlenir ve kıt kanaat geçinmeye başlarlar. Feridun Bey yurtdışı seyahatlerine eşini de götürebilmek için ona fotoğraf çekmeyi öğretir. Ondan sonra neredeyse yarım asır boyunca biri yazar, diğeri fotoğraflar. Hikmet Feridun Es hastalanıncaya kadar bu böyle sürer; birlikte neredeyse dünyanın tamamını dolaşırlar. Hikmet Bey 1992’de vefat edince, Semiha Hanım 2012 Aralık’ına dek Balmumcu’daki evlerinde bir başına yaşar.Sempozyuma ünlü fotoğrafçılar geliyorİstanbul Kadın Müzesi’nin (İKM) ‘Kadın Kültür Mirası’ etkinlikleri çerçevesinde düzenlediği ‘Semiha Es Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu’, 28 Kasım akşamı ‘Semiha Es’ belgeselinin gösterimiyle başlayacak. Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM) ile Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’nun ortak çalışmasıyla gerçekleşen sempozyumda; 21. yüzyılda kadın fotoğrafçıların fotoğraf dünyasındaki yerleri başta olmak üzere savaş, şiddet, hafıza, belgesel ve sanat fotoğrafı gibi çeşitli konular tartışılacak. Sempozyuma Ami Vitale, Yunghi Kim, Diana Blok, Vera Lentz, Heidi Levine, Mitsu Maeda, Shadi Ghadrian, Lucia Nimcova, Lucy Azubuike, Tzeli Hadjidimitriu, Eman Mohammed Darkhalil, Fatou Kande Songhar, Lynsey Addario, Nomusa Makhubu olmak üzere farklı ülkelerden 14 kadın fotoğrafçı ile belgesel fotoğraf editörü ve stratejist Ayperi Karabuda Ecer ile Magnum, Firecracker’dan Fiona Rogers katılacak.
↧
Çocuk gelinlerin dramı sergide
Bursa'da, fotoğraf tutkunu iş adamı Faik Kaplan'ın çocuk gelinlere dikkati çekmek amacıyla hazırladığı ve çektiği fotoğraflardan oluşan 'Ölüm Bizi Ayırana Kadar' adlı sergi açıldı.Tayyare Kültür Merkezi'ndeki serginin açılışında konuşan Faik Kaplan, 2 yıl süren projeye güzel tepkiler geldiğini ve bundan büyük mutluluk duyduğunu söyledi. Kaplan, 30 Kasım'a kadar açık kalac sergide 15 fotoğrafın yer aldığını anlattı. Fotoğraf sayısını, istatistiklere göre dünya genelinde çocuk gelin yaşının 15 olmasından esinlenerek belirlediğini dile getiren Kaplan, şöyle dedi:"Televizyonda seyrettiğim bir program sırasında projeye karar verdim. Programda, çocuk yaşta, para karşılığı evlendirilmiş bir kızın, ailesinden gördüğü şiddetten kaçarak baba evine dönmesi ve burada da erkek kardeşine öldürtülmesi işlenmişti. Bu, beni çok rahatsız etmişti. 'Niye çocuk yaşta evlendiriliyor ve geçimsizlikten dolayı evine döndüğünde neden öldürülüyor?' diye sordum. Projemi, bunlara tepki koymak için yaptım. Bu projeyle bir tek kızımızın bile çocuk gelin olmaktan kurtarılmasını, bir başarı olarak görüyorum."(DHA)
↧
Emmy jürisinde iki Türk
Uluslararası Emmy Ödülleri sahiplerini buldu. Emmy jürisinde Türkiye'den de iki isim dikkat çekti.Farklı kategorilerde dünyanın en iyi TV yapımlarını ödüllendiren Uluslararası Emmy Ödülleri açıklandı. Önceki gün ABD'nin New York şehrinde yapılan 41. Uluslararası Emmy Ödül Töreni'yle farklı kategorilerde yarışan yapımların bu yılki ödüllendirme süreci de son buldu.FİNAL JÜRİSİNDE İKİ TÜRK; KEREM ÇATAY VE AHMET BÖKENBu yılki Emmy'de ödüle layık görülen programları belirleyen isimler arasında Türkiye'den de iki isim olması dikkat çekti. Drama dalındaki final jürisinde bol reytingli dizilerin yapımcısı Ay Yapım'ın sahibi Kerem Çatay'ın ismi vardı. Emmy'nin haber dalındaki final jürisinde oy kullananlardan biri ise TRT Haber Kanalı'nın yöneticisi Ahmet Böken oldu.SURİYE'DE SAVAŞ HABERİNE ÖDÜLHaber dalında birinciliği İngiliz Channel 4 (Kanal 4) televizyonunda yayınlanan ve Suriye'deki iç savaşı konu alan The Battle for Homs (Humus için savaş) adlı haber dosyası elde etti. Dosya 2012 yılının Şubat ayında Esed güçlerinin Humus'a yaptıkları bombalı saldırıyı ele alıyor. Şiddetli saldırıda pek çok sivilin yanı sıra Marie Colvin ve Remi Ochlik adlı bağımsız gazeteciler de hayatını kaybetmişti.84 YAŞINDAKİ KADIN SANATÇIYA ÖDÜLTaht Oyunları ve Yüzüklerin Efendisi'nden tanınan aktör Sean Bean 'Accused' (Suçlu) adlı yapımdaki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü.En iyi kadın oyuncu ödülü ise Sweet Mother (Tatlı Anne) adlı yapımdaki performansı sebebiyle 1929 doğumlu sanatçı Fernanda Montenegro'ya verildi. Brezilyalı oyuncu Merkezi İstasyon filmindeki oyunculuğu ile 1998 yılında Oscar ödülüne de aday gösterilmiştiTelevizyon dizisi dalında Fransız Les Revenants (Geri gelenler) adlı yapım ödüllendirildi.Komedi dalındaki ödül İrlandalı bir ailenin 11 yaşındaki çocuğunun hikayelerini konu alan Moone Boy adlı yapıma gitti.ESKİ ÇİFTÇİYDİ ÖDÜLLÜ YÖNETMEN OLDUBelgesel dalında ödülü aslen Filistinli bir çiftçi olan yönetmen Emad Burnat tarafından çekilen ve Batı Şeria'da İsrail'e yönelik direnişi ele alan Five Broken Cameras (Beş Kırık Kamera) adlı dökümanter yapım aldı. Belgesel Türkiye'de de gösterimiş ve ilgiyle izlenmişti.SANAT PROGRAMI DALINDAKİ ÖDÜLLERSanat programı dalında iki yapım ödüllendirildi. Bunlardan ilki, ünlüİngiliz Rock grubu Queen'in solisti Freddie Mercury'nin hayatını ve sanatını konu alan "Freddie Mercury: The Great Pretender" adlı program oldu.Diğer ödül ise Güney Kore'nin MBC televizyonunda yayınlanan Hello?! Orchestra adlı programa verildi. Program, viyola sanatçısı Richard Yongjae O'Neill'in yönettiği farklı kültürlerden 24 ailenin çocuklarından oluşan orkestrayı konu alıyor.Her yıl verilen Kurucu Ödülü ise Lost dizisinden bilinen ve Star Trek'in film versiyonunu çeken, televizyon yapımcısı Jeffrey Abrams'a gitti.(CİHAN)
↧
↧
Ahmet Vefik Paşa’nın ‘Meraki’si Van’da
Erzurum Devlet Tiyatrosu’nun (EDT) geçen yıl ilk kez oynadığı ‘Meraki’ adlı oyun, yarın ve 30 Kasım’da Van Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenecek.Moliere’in ‘Hastalık Hastası’ adlı oyunundan Ahmet Vefik Paşa’nın uyarladığı ‘Meraki’, hastalık hastası bir babanın doktorlarla yaşadığı trajikomik olayları anlatıyor. Ömer Naci Topçu’nun yönettiği oyunda, Levent Aras, Nazlı Polattaş, Merve Gül, Abdullah Arif Atalay, Melike Durak, Taner Köse, Cihat Faruk Sevindik, Kübra Tığtepe, Emre Yılmaz, Sinan Kaya, Samet Talayman rol alıyor.
↧
İslam, estetik ve sanat kongresi
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “VI. Dini Yayınlar Kongresi” yarın İstanbul Grand Cevahir Kongre Merkezi’nde başlıyor.Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in katılımıyla gerçekleşecek ve üç gün sürecek kongrenin ana teması “İslam, sanat ve estetik” olarak belirlendi. Kongrede “İslam, sanat ve estetik” ana teması altında Dinler ve Estetiğin Keşfi, İslam Sanatının Tarihsel Serüveni, İslam ve Edebiyat, İslam ve Mimari, İslam ve Musiki, İslam ve Görsel Sanatlar, Geleneksel Türk-İslam Sanatları, Din ve Sanat Konulu Neşriyat, İslam, Sanat ve Estetik Konulu Yayıncılıkta Gelecek İçin Perspektifler gibi konular değerlendirilecek.Kongreyle eşzamanlı olarak Klasik Sanatlar Karma Sergisi de gezilebilir.
↧
‘Seyahatname’ UNESCO’nun dünya belleğinde
Geçtiğimiz haziran ayında UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) ‘Dünya Belleği Listesi’ne giren Evliya Çelebi Seyahatname’si üzerine yarın Ankara’da bir toplantı düzenleniyor.UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, TC Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi’nin düzenlediği etkinlik, yarın saat 16.30’da Ankara Resim Heykel Müzesi Salonu’nda gerçekleştirilecek. Açılış konuşmalarını Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Merkezi Başkanı Prof. Talât Halman ile UNESCO Türkiye Millî Komitesi Başkanı Prof. Öcal Oğuz’un yapacağı toplantıya, Prof. Yaşar Tonta, Doç. Nuran Tezcan, Prof. Heath W. Lowry, Dr. Yeliz Özay, Prof. Semih Tezcan, konuşmacı olarak katılacak. Evliyâ Çelebi’nin 17. yüzyılda kaleme aldığı 10 ciltlik Seyahatnâme, UNESCO Türkiye Milli Komitesi’nin başvurusu üzerine Haziran 2013’te UNESCO Dünya Belleği Listesi’ne alınmıştı. (0312 290 27 11)
↧