Türk edebiyatı ve kültürü hakkında çalışmalarıyla tanınan Dr. Müjgan Cunbur, dün 87 yaşında vefat etti.Bugün öğle namazını müteakip Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınacak cenaze namazından sonra Cebeci Asrî Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 1926’da İstanbul’da doğan Cunbur, Ankara Kız Lisesi’nden sonra Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 1952’de doktorasını tamamladı. Önce fakültesinin kütüphanesinde, ardından da Milli Kütüphane’de çalıştı. Türk Kadın Yazarlar Bibliyografyası (1955), Yunus Emre’de Namaz (1956), Ali Kuşçu Bibliyografyası (1974), Türk Kadının Şiiri (1970), Karacaoğlan-Hayatı ve Şiirleri (1972) gibi pek çok esere imza atan Cunbur, 1959 yılında “Batıya Kaçırılan Kitaplarımız” isimli makalesi ile Türkiye’den Avrupa’ya götürülen yazma kitapların kaçırılış hikâyelerini anlatmıştı. KÜLTÜR-SANAT
↧
Dr. Müjgan Cunbur vefat etti
↧
Beyoğlu Sahaf Festivali başlıyor
Beyoğlu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı işbirliğiyle düzenlenen 7. Beyoğlu Sahaf Festivali yarın başlıyor.İlk yıllarda Taksim Meydanı’nda açılan, ancak yol çalışmaları dolayısıyla geçen iki yılda Tepebaşı’na taşınmak zorunda kalan Sahaf Festivali, bu yıl tekrar Taksim Meydanı’na dönüyor. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, en çok önem verdikleri etkinliklerin başında Sahaf Festivali’nin geldiğini belirterek, “Sahaflarımızla kitap dostlarını buluşturacak olan bu festivalimiz her yıl büyük ilgi görüyor. Bu yıl programımızı daha da zenginleştirerek ünlü yazar ve şairlerimizle edebiyat sohbetleri gerçekleştirecek, çok anlamlı bir mekânda edebiyatçılarımızı okurlarıyla buluşturacağız. Beyoğlu Sahaf Festivali’ne tüm İstanbulluları bekliyoruz.” dedi. Festival boyunca, kitapların yanı sıra tarihe tanıklık eden dergiler, hat eserleri, eski fotoğraflar, film ve tiyatro afişleri, nadide levhalar, mektuplar, kartpostallar ve özel koleksiyonlar da stantlarda meraklılarının ilgisine sunulacak. KÜLTÜR-SANAT
↧
↧
Türk sineması ondan soruluyor
100. yaşını kutlamaya hazırlanan Türk sinemasında bugüne kadar çekilen 6 bin filmin 4 bininin haklarını satın alan Nejdet Arkın, hak sahiplerinin açtığı davalar yüzünden adliyeden çıkamıyor. Kültür Bakanlığı dahil, herkesin kapısını çaldığı Arkın, eldeki filmlerin içler acısı halini anlattı."Türk sinemasında 6 bin film var. Bunlardan bininin nerede olduğu bilinmiyor... Bini muhtelif kişilerde. Geri kalan 4 bini bende..." Bu sözler, Horizon International'in sahibi Nejdet Arkın'a ait. 100. yılını kutlamaya hazırlanan Türk sinemasının arşivi, artık büyük ölçüde onun elinde. Fakat bu arşive sahip olmak, onu pek de mutlu etmiş görünmüyor. Değişen telif yasası, birbiri ardına açılan davalar, Kültür Bakanlığı'ndan beklediği desteği görememesi, televizyonların tutumu ve adliyede geçen günler... Bir arşiv oluşturmayı kafasına koyup ilk 15-20 filmin mülkiyetini aldığında hissettiği sahiplik duygusunun, filmler çoğaldıkça değiştiğini anlatıyor Arkın: "Arşivim genişledikçe bunların sahibi olmadığımı hissettim. Bunlar Türk halkının, ben de geçici bekçisiyim." Başta bakanlık olmak üzere, üniversiteler ve hatta bu işin ilgilileriyle birlikte çalışmaya hazır olduğunu söylüyor Arkın. Bakanlıktan hiç kimseyle görüşemiyor olmasına, özellikle TRT'nin Türk filmlerine olan ilgisizliğine üzülüyor. ‘Bakanlık size müze teklifiyle gelse ne dersiniz?' sorusuna ‘seve seve' cevabını veriyor. Görüntü kalitesi düşük filmlerin restorasyonu, dünyanın dört bir yanından film toplamanın zorlukları ve en önemlisi yayınlanan filmlerden talep edilen haklar. "Biz toplamaya başlayınca kıymete bindi." demesi boşuna değil. Yeşilçam'ın ve filmlerinin içler acısı durumunu görmüş bu sayede. "Hiç kimse hiçbir şeyi saklamamış. Çok kötü Yeşilçam'ın hali. Ben bunu gördüm. Yatıp kalkıp Mimar Sinan Üniversitesi'nden Sami Şekeroğlu'na dua etsinler. Zamanında ondan bundan toplayıp bir arşiv oluşturmuş. O arşiv sayesinde bazı filmler orada saklanmış."18 KAYIP FİLM YUNANİSTAN'DA ÇIKTINejdet Arkın'ın arşiv tutma hikâyesi yıllar öncesine dayanıyor. Show TV'de çalıştığı dönemde, bir kanun çıkar. Kanuna göre; 20 yıllık koruma süresi biten filmler ilk sahibine geri dönecektir. Daha sonra çıkarılan bir kanunla da bu süre 70 yıla çıkarılır. Ne olduysa bundan sonra olur. Bu durumda kanalın para verip aldığı filmler elinden gitmek üzeredir. Kanal yönetimi hak sahiplerine yeniden para vermeyi kabul etmez ve Türk filmi yayınlamama kararı alır. Nejdet Arkın'ın hikâyesi de tam burada başlıyor. Kanal sahiplerinden ‘olur' alarak şirket kurar ve hak sahiplerine paralarını ödeyerek 2004'te filmleri toplamaya başlar. Agah Özgüç ile çıktıkları yolculukta artık bu iş onun için bir tutku haline gelmiş, başta Türkiye olmak üzere Almanya, Avustralya, Fransa, Yunanistan, Kıbrıs gibi pek çok ülkedeki kayıp filmlerin peşine düşer. Pek çok filmi de kâğıt üzerinde alır. Zira ortada ne film ne de kopyası kalmıştır. Kimine borçlanır, kimini banka kredisiyle alır; Memduh Ün gibi kimi yapımcıdan da vadeyle... İşinin çok zor olduğunu bilse de değeceğini düşünmektedir. Negatiflerin gittiği ve bir daha gelmediği ülkeleri tespit eder. "Yunanistan'da 18 kayıp filmin izini buldum. Negatifler için para gönderdim. Oradaki arkadaşlar kutuları açınca filmlerin tamamen tozlandığını ve işime yaramayacağını söylediler. Çok üzüldüm. Hatta ‘bir filmi saklayamadınız' diye sitem ettim. ‘40 yıldır filminiz burada biriniz aramamışsınız' cevabını alınca diyecek bir şey bulamadım. 1940'lı, 50'li siyah beyaz filmler çoğu. İçlerinde Memduh Ün, Acar Film, Saner Film ve Birsel Film'den çeşitli filmler var.."FİLMLERİ 50 TL'LİK GÜMÜŞÜ İÇİN YAKMIŞLAR Kimi yapımcılar 50 liralık gümüş çıkarmak için 35 ve 16'lık negatifleri yakarken, kimileri de kopya parasını vermemek için yurtdışına gönderdikleri filmleri geri istememiş. Yunanistan'a giden negatifler gelmezken Almanya'ya giden yüzlerce film ise betakam parası ödememek için geri istenmemiş. Bunların tamamı ‘kayıp filmler' hanesine yazılmış. Kayıpların bazılarına da Türkiye'de rastlamış Nejdet Arkın. Gördüğü bir manzarayı şöyle anlatıyor: "Bir yerde kayıp film olduğunu duyduk. Hemen gittik. Onlarca film makarasından yapılmış bir masa görünce şok oldum. Bizim verdiğimiz değer bu işte!" Şimdilerde bulunan negatiflerin çoğu, restore edilip nemlenmeye karşı korunaklı Mimar Sinan Üniversitesi'ndeki arşive konuluyor. Kasetleri bulunan bazı filmler ise yeniden düzenleniyor. Tabii bunun da bir maliyeti var. En fazla bin TL'ye alıcı bulan bir filmin restorasyon maliyeti 5 ila 30 bin TL'yi buluyor. Bu arada sadece kayıp filmleri almıyor Arkın. ‘Uğur Film', ‘Acar Film ve ‘Saner Film gibi şirketleri de alarak isimlerini ve kaşelerini yaşatıyor. Hatta şu sıralar Uğur Film'in kaşesiyle bir sinema filmi çekiyor. Türk sinemasını yaşatmak, korumak ve toparlamak için çıktığı bu yolculukta, başta Kültür Bakanlığı olmak üzere kanallardan destek bekleyen Arkın, "ABD, Rusya ve Macaristan gibi ülkeler arşivlerini devlet eliyle topladılar. Zaten devlet olmadan bu iş olmaz." diyor.Kültür Bakanlığı'ndan destek görmedim"Kültür Bakanlığı'ndan en ufak bir destek göremedim. Oysa bana yardım etmeleri lazım. 'Müze' desinler, ben ona da hazırım. Yaptıklarımı takdir ettiklerini de biliyorum. Topluyorum, düzenliyorum ve en önemlisi kaybolmasını engelliyorum. Ayrıca, Türk sinemasının 100. yılı için bir 'Türk Filmleri Sözlüğü' adında bir kitap hazırladık. Türk sinemasını bir kitapta topladım, bakanlık bir tane almadı. Para da istemiyorum. Bütün üniversitelere göndermeleri lazım bu kitabı. Sinemanın tarihi var o kitapta. Yakında İngilizce basılacak ve herkes onu konuşacak."Önüne gelen bize dava açıyor"Filmleri alınca, oyuncular bile hak iddia etmeye başladı. Değere bindi filmler. Birçok davayla uğraşıyoruz. Adliyeden çıkamaz oldum. Biz bunları o günkü kanunlara göre aldık. Ne diyor yasa '1995 öncesi filmlerin hak sahipleri yapımcılardır.' Bunlar kanunu geriye doğru işletmeye çalışıyorlar. 2014'te yeni bir yasa çıkacak. Oyunculara bu hak verilecek. Bir filmde 50 kişi rol almış. Bunların yarısı ölmüş. Ben şimdi kimle muhatap olacağım? Neyi kime nasıl vereceğim? Olacak iş değil... Ayrıca yapımcı 10 milyon dolar para harcayıp film çekiyor. Herkesin parasını da ödüyor. Eser yönetmenin, oyuncunun olacak. Bu nasıl olacak?"
↧
Dünya müziği İstanbul'da geliyor…
Klasik müzikten caza, geleneksel Türk müziğinden dünya müziğine farklı konser ve sergilerle İş Sanat'ın 14. sezonu kasım ayında başlıyor.İş Sanat'ın Mayıs 2014'te sona erecek 14. sezon programının detaylarını, geçtiğimiz akşam Radisson Blu Bosphorus Hotel'de yapılan toplantıda Sanat Yönetmeni Filiz Ova Karaoğlu anlattı. Yeni sezonda İş Sanat'ta, 15 klasik müzik, 5 caz, 6 dünya müziği, 5 yerli proje, 2 dans gösterisi, 5 şiir dinletisi, 4 Parlayan Yıldızlar konseri ile çocuk gösterileri yer alacak. Kibele Sanat Galerisi ise biri 24 Ekim-30 Kasım arasında görücüye çıkacak Eşref Üren Retrospektif sergisi olmak üzere dört sergiye ev sahipliği yapacak.İş Sanat, sezonu 2 Kasım'da, geleneksel hale gelen Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) konseri ile açacak. Orkestra genç piyanist Özgür Aydın'a eşlik edecek. Klasik müzikte İngiliz Barok topluluğu Red Priest (12 Aralık) ile Joshua Bell yönetimindeki Academy of St Martin in the Fields (8 Ocak) konserleri öne çıkıyor. İş Sanat'ın Virtuoso serisinde ise keman virtüözü Shlomo Mintz, piyanist Itamar Golan ve çellist Dmitry Yablonsky üçlüsü 15 Ocak'ta sahnede olacak. 29 Ocak'ta İtalyan şef Giovanni Antonini'nin yöneteceği Basel Oda Orkestrası'na genç çellist Sol Gabetta eşlik edecek. 11 Şubat'ta ise Maxim Vengerov yönetimindeki Polonya Oda Orkestrası sahneye çıkacak.18 Şubat'ta Württemberg Oda Orkestrası ile İş Sanat'ta sahneye çıkacak olan Alman kemancı Frank Peter Zimmermann ise sezonun ilklerinden. 26 Mart'ta Paavo Järvi yönetimindeki Frankfurt Radyo Senfoni Orkestrası'na kemanıyla Hilary Hahn eşlik edecek. Şef Zoltán Kocsis yönetimindeki Macaristan Ulusal Filarmoni Orkestrası 1 Nisan'da, Türkiye'de ilk kez konser verecek olan kemancı Baiba Skride ile birlikte çalacak. 17 Nisan'da Patricia Kopatchinskaja'nın kemanına Bavyera Radyo Oda Orkestrası eşlik edecek. Konserde Mauricio Sotelo'nun bestelediği “Red Inner Light Sculpture” adlı eserin dünya prömiyeri yapılacak. Sezonun ilklerinden biri de klasik müziğin “YouTube starı” Ukraynalı piyanist Valentina Lisitsa… Sanatçı Türkiye'de ilk kez 13 Mayıs'ta konser verecek ve sahnede Stefan Vladar şefliğinde Viyana Oda Orkestrası da olacak.Cazın ustaları İş Sanat'taYeni sezonunda gitarist John McLaughlin ve tabla sanatçısı Zakir Hüseyin müzikal birlikteliklerinin 40'ıncı yılını “Remember Shakti” projesiyle 23 Kasım'da İş Sanat'ta kutluyor. 5 Aralık'ta caz vokalisti Madeleine Peyroux, 24 Ocak'ta Luisa Sobral, 16 Mayıs'ta Ravi Coltrane sahnede olacak. “The Spring Quartet” ise 9 Nisan'da müzikseverler ile buluşacak. Dünya müziği serisinde Chambao grubu, fado vokalisti Teresa Salgueiro, Latin pop müziği sanatçısı Paloma San Basilio ve Ayo dinleyicilerle buluşacak. Meksika asıllı sanatçı Lila Downs ve Pedro Almadovar filmlerinin Flamenko sesi olarak tanınan Estrella Morente 6 Şubat'ta dünya müziği serisinde İş Sanat'a konuk olacak. İş Sanat yerli isimlerden bu sezonda Emre Aydın, Şevval Sam, Volkan Konak ve Funda Arar konser verecek. Ayrıca birinci ölüm yıldönümünde Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş, Cengiz Özkan, İsmail Altunsaray, Volkan Konak ve Olgun Şimşek'in katılacağı bir konserle anılacak. (0212 316 10 83)
↧
Çin, 6 bin kitapla geliyor!
Bu yıl 2-10 Kasım tarihleri arasında 32.si düzenlenecek olan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın ana teması “Tarih: Geçmişteki Gelecek”.Taner Timur’un onur yazarı olarak katılacağı fuarda konuk ülke olan Çin, 100’ün üzerinde yayınevi, Çin edebiyatının önemli 15 yazarı ve ülkenin en bilinir 17 sanatçısıyla katılıyor. TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nin ev sahipliği yaptığı fuara Çin Halk Cumhuriyeti, 6 binden fazla kitap ve 10 binin üzerinde yayınla katılacak. Ayrıca söyleşiler, paneller, kaligrafi atölye çalışmaları ve plastik sanatlar sergisi gibi pek çok etkinlik düzenleyecek. Mustafa Ata’nın onur sanatçı olarak ilan edildiği 23. İstanbul Sanat Fuarı–ARTİST 2013 ile de eşzamanlı gerçekleştirilecek kitap fuarı hafta içi 10-19, hafta sonu ise 10-20 saatleri arasında ziyaret edilebilir. KÜLTÜR-SANAT
↧
↧
Göç, önyargılar ve aşk
Orhan Tekeoğlu’nun yönettiği ‘Öyle Sevdim ki Seni’, az çok tanıdık bir hikâyeyi perdeye taşıyor.Bu açıdan, geçtiğimiz yıl gösterime giren Kadir İnanır’lı ‘Elveda Katya’ ile benzer temalara sahip. Kırık bir aşk öyküsü anlatan filmde, taş ustası olarak Santa’dan Yalta’ya giden Mustafa Usta’nın torunu Olga, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla işsiz kalır ve Trabzon’a çalışmaya gelir. Olga, Rusya’dan gelen her kadının Nataşa olarak algılandığı bir dönemde Cemal’in karşısına çıkar. Göç, parçalanan aileler ve önyargıların derin etkisi etrafta kol gezerken, bir taraftan da naif bir aşk öyküsü filizlenmektedir.ÖYLE SEVDİM Kİ SENİYÖNETMEN: ORHAN TEKEOĞLUOYUNCULAR: OKTAY GÜRSOY, ALMA TERZIC
↧
Tanıklık başa bela
Kariyerinin ilk dönemindeki parlak işlerinden bir hayli uzaklaşan Luc Besson, bu hafta ‘çerezlik’ bir film ile karşımızda.Oyuncu kadrosuyla tercih sebebi olacak film, tanık koruma programından yararlanan eski bir mafya üyesinin ailesiyle birlikte yaşadığı sorunları anlatıyor. Giovanni Manzoni ve ailesi, bir suç örgütünün kirli işlerini ele verdikten sonra tanık koruma programı ile Fransa’nın küçük bir kasabasına yerleştirilir. FBI ajanı Stansfield’in tüm çabalarına rağmen Manzoni, karısı Maggie ve çocukları Belle ve Warren, eski alışkanlıklarından kurtulamaz ve problemlerini ‘aile’ yöntemleri ile çözerken kimliklerini ele verirler.BELALI TANIK - MALAVITAYÖNETMEN: LUC BESSONOYUNCULAR: ROBERT DE NIRO, MICHELLE PFEIFFER, TOMMY LEE JONES
↧
Alis, büyükler diyarında
‘Karnaval’, Hollywood’da örneklerini çok sık gördüğümüz ‘kendini iyi hisset’ filmlerinin yerli versiyonu. Alis adlı başkarakteri ile ‘Alice Harikalar Diyarında’nın meşhur Alice’ine naif bir referans sunuyor.Âdeta, her gün yeni bir gündem ile uyanan Türkiye’de, bir tavşan deliğinden geçerek 36 yaşındaki ana kuzusu Ali Sinan’ın (ki herkes ona Alis diyor) dertlerine tanıklık ediyoruz. Lewis Carroll’ın Alice’inin dertleri ne kadar evrensel ise ‘Karnaval’daki Alis’in dertleri o kadar yerel. İzmir’de geçen hikâyede, 15 yıldır babasının işyerinde çalışan Alis, bir gün kendine başka bir hayat kurmak istediğini söyleyince “Neyin eksik?” diyen babası tarafından nankörlükle suçlanır ve evden kovulur. 36 yaşında bekar bir adam olarak, dayısının eski model arabasında yaşamaya başlar. Annesinin ‘lojistik’ desteğiyle hayata tutunurken bir taraftan da iş ilanlarına bakar. Ve sonunda, ‘Karnaval’ adlı halı yıkama makinesinin pazarlamacılığını, havalı ifadesiyle ‘satış temsilciliğini’ yapmaya başlar. Diğer taraftan Demet de benzer bir hayatın içine sıkışmıştır. Babasının kendi adını verdiği düğün salonunda çalışmaktan bıkmış, alıp başını uzaklara gitmek istemektedir. Derken, Demet ile Alis bir gün karşılaşır... Lewis Carroll’un Alice’ini bir ‘büyüme hikâyesi’ olarak okuduğumuzda, Karnaval’ın Alis’i, orijinal Alice’in hâlâ büyüyememiş İzmirli adaşı. Masalsı haliyle gerçek dünyada göze batıyor. Babasının kanatları altından çıkmak isterken bile naif bir Doğulu. “Ben kimin için çalışıyorum?” diyen, elleriyle kurduğu işi oğullarına devretmek isteyen tipik bir babanın, masal diyarından çıkmaya çalışan oğlu Alis. Bir çıkabilse her şey daha güzel olacak gibi. Ancak İnan Temelkuran’n ‘Bornova Bornova’sından biliyoruz; Alis o masaldan çıkarsa işler hiç de beklediği gibi gitmeyecek. Ana kuzusu oğlanlar ile babasının kızı evlatların ülkesinde ‘Karnaval’ın anlattıklarına ‘gerçeküstü’ demek zor! Demet ile Alis’in çırpınışlarıyla birlikte, kendi hayallerini bir alın yazısı gibi evlatlarının hayatı kılmak isteyen ebeveynlerin öyküsü de geliyor önümüze. Bir taraftan da “Güzel çocuklarını hep İstanbul’a kaptıran İzmir”in hüzünlü hikâyesini izliyoruz. Küçük bir film ‘Karnaval’; büyük lafları yok. Fakat nice büyük filmden daha gerçek. Her gün etrafımızda gördüğümüz, hayatımızın bir döneminde yaşadığımız ‘ağır’ gerçekleri bir masal dünyasının naifliğinde anlatıyor. Serdar Orçin ve Tülin Özen’in ‘garanti’ oyunculukları ise bu masalın hediyelerinden.KarnavalYÖNETMEN: CAN KILCIOĞLU, OYUNCULAR, SERDAR ORÇİN, TÜLİN ÖZEN
↧
Mavi giderse geriye ne kalır?
‘Mavi Yasemin’ Woody Allen’ın son dönem filmleri arasındaki en iyi işi. Allen’ın entelektüel ‘gevezeliğini’ bir kenara bıraktığı film; öyküsü, kurgusu, dokundurmaları ve Cate Blanchett’in olağanüstü oyunculuğuyla göz dolduruyor.Woody Allen, uzun zamandır ‘turistik’ bir yönetmendi. Delice bir tutkuyla sevdiği New York’tan 2005’te ayrılıp 7 yıl süren 7 filmlik bir Avrupa turuna çıkmıştı. Bu süre içinde, dünya ahvali ile insanoğlunun kadim dertleri karşısında takındığı snob ve ‘entelektüel geveze’ hallerini seven takipçileri için ‘Kim Kiminle Nerede?’yi çekti. Onu dışarıda tutarsak; Londra, Barcelona, Paris ve Roma’da çektiği sade suya tirit filmler ile kariyerini ‘Avrupa turizm elçisi’ olarak noktalayacak diye endişelenmedik değil. O kadar ki, Brezilya ve İsveç’ten “Ne olur gel, buralarda da film çek, turizme katkın olsun” yollu teklifler almaya başlamıştı. Neyse ki Woody, postu hepten Avrupa’ya sermedi! Flamenko, chanson ve arya günlerinin ardından, iflah olmaz bir caz sevdalısı olarak nihayet memleketine döndü. ‘Mavi Yasemin / Blue Jasmine’, sahip olduğu her şeyi kaybeden Jasmine’in yeniden hayata tutunma çabasını anlatıyor. New York’ta seçkin bir hayat süren Jasmine, yatırımcı kocası Hal’ın iflası ve oğlunun onu terk etmesiyle bir başına kalır. Kendini toparlamak için, San Francisco’da kıt kanaat geçinen kardeşi Ginger’ın yanına taşınır. Ancak, iki çocuklu Ginger ile Jasmine arasında kökleri eskiye dayanan bir gerilim vardır. Ginger bu durumu ‘Jasmine’in genlerinin iyi olmasına’ bağlasa da Jasmine açısından mesele nettir: Ben hep daha iyisini istedim ve aldım! Bu gerilimi su yüzüne çıkaran asıl olay ise yakın zaman önce Ginger’ın bütün parasını Jasmine’in kocası Hal’a kaptırmış olmasıdır. Bu yüzden, eşi Augie ile anlaşmazlığa düşen Ginger boşanmak zorunda kalır. Dolayısıyla tıpkı Jasmine gibi o da yeni bir hayat kurmanın peşindedir. Bu noktada devreye tamirci Chili girer. Jasmine için ise çok geçmeden ufukta beyaz atlı bir prens belirir. Fakat geçmişte yaşadıkları, Jasmine’in peşini kolay kolay bırakmaz… BİR ‘TUHAF’ YASEMENJasmine’in asıl adı Jeanette’tir; fakat daha alımlı olduğu için kendine Jasmine ismini seçmiştir. Onun ruh halini daha iyi anlamak için filme ismini veren ‘mavi yasemin’ çiçeğinin özelliklerine bakmak elzem. Necati Güvenç Mamıkoğlu’nun benzersiz kitabı ‘Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları’nda mavi yasemin maddesi şu şekilde: “Mavi yasemin çiçeği, ‘Plumbago Capensis’ veya ‘Plumbago Auriculata’, çalı şeklinde, kışın yaprağını döken bir bitkidir. Sarkıcı, yayılıcı olan bu bitkiye değişik formlar verilebilir. Mavi yasemin, yasemin (Jasminum) cinsi bir çiçek olmayıp kurşunkökler (Plumbaginaceae) familyasındandır. (…) İlkbahardan kışa kadar yasemin çiçeğine benzeyen soluk mavi renkli, kokusuz çiçekler açar. (…) Kuraklığa dayanıklı olmasına rağmen, yazın bol su ister, soğuktan etkilense de kökünden tekrar filiz verir.” Woody Allen’ın nevrotik, kendi kendine konuşan Jasmine’i de aynen böyle. Lüks markalar giyer, yani gösterişlidir; fakat insanları anlama konusunda gayret sarf etmez, dolayısıyla ‘kokusuzdur’. Her zaman daha fazlasını ister; yayılmacıdır. Aslında New York-Manhattan ahalisinden değildir; ama onlardan biriymiş gibi davranır. Sürekli ilgi ister, şımartılmaya muhtaçtır; fakat soğuktan etkilense bile tekrar filiz vermek için çabalar. Woody Allen, Jasmine’in ‘yeniden filiz verme’ sürecini anlatırken bir taraftan da onun bu hale nasıl geldiğini geriye gidişlerle (flashback) seyirciye gösteriyor. ‘Mavi Yasemin’, Woody Allen’ın ciddi anlamda ‘fedakârlık’ sergilediği bir film! Zira kendi takıntılarını (en başta ölüm korkusu) ve hayatın anlamına dair felsefî ‘gevezeliklerini’ bir kenara bırakıyor usta yönetmen. Ve 2008 krizinde etkin bir rol oynayan Wall Street’in zenginleri dâhil olmak üzere toplumun farklı kesimlerinden insanların dünyasına dalıyor. Finans dünyasındaki sahtelikten, seçkinlerin insani ilişkilerdeki ruhsuzluğuna, kadın-erkek ilişkilerindeki ikiyüzlülüğe kadar, Allen önüne geleni ‘tokatlıyor’. Jasmine ve Ginger gibi iki farklı sınıftan karakterin kadın-erkek ilişkileri konusunda gösterdikleri ‘aynı’lık ise ancak Allen’ın ustalığıyla bu kadar görünür olabilirdi. Filmin, klasik ‘Woody Allen kaybedenlerini’ anlatmadığını ve Manhattan elitlerinin varoluşsal dertleriyle boğuşmadığını fakat ustanın ‘kaybedenlerinden’ çok da uzaklaşmadığını söyleyelim. Sözün özü ‘Mavi Yasemin’, Woody Allen’ın ‘eve döndüğü’ film. Yıllar sonra, bir Woody filmine gönül rahatlığıyla gidilebilir. Üstelik, ilk defa bir Woody Allen filminde yönetmeni unutturan, şahane bir oyunculuk gösterisi sunan Cate Blanchett’ın olağanüstü performansı da filmin 2014 Oscar listesindeki yerini garantiliyor.MAVİ YASEMİN - BLUE JASMINEYÖNETMEN - WOODY ALLENOYUNCULAR: CATE BLANCHETT, ALEC BALDWIN, SALLY HAWKINSHAFTANIN FİLMLERİ-Tanıklık başa bela-Alis, büyükler diyarında
↧
↧
Kitap fuarına ilgi yayınevlerini memnun etti
Bu yıl 32.’si düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, son gününde de vatandaşların akınına uğradı. Fuarda stant açan yayınevleri, kitapseverlerin ilgisinin bu yıl daha fazla olduğunu söyledi.TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile 2 Kasım Cumartesi günü Büyükçekmece'deki TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde açılan 32. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bugün kapanıyor. 8 gün boyunca ziyaretçi akınına uğrayan fuara son gününde de vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi.690 yayınevi ve sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı stantlarda 7'den 70'e herkese hitap eden milyonlarca kitap 8 gün boyunca kitapseverlerle buluştu. Bu buluşmadan yayınevleri de memnun kaldı. Stant görevlileri, kitaplara ilginin geçen yıla oranla daha çok olduğunu belirtti, genç okurlarının sayısının fazla olduğunu ifade etti.Pegasus Yayınları Genel Müdürü Yunus Sönmez, "Bu sene ilgi daha yoğundu. Geçtiğimiz yıllara göre ilgi daha fazlaydı. Bayan okurlar çok daha fazla katılım sağladı. En çok da 10-35 yaş arası okur sayımız fazlaydı. Genç okurların fazla olması, ne kadar okumaya hevesli olduğunu gösteriyor. Biz de buna biraz katkıda bulunduysak ne mutlu." ifadelerini kullandı.Kaynak Yayınları stant sorumlusu Tahsin Ülke ise "Kitaplara yoğun bir talep vardı. 7'den 77'ye çok fazla ziyaretçimiz oldu. Mukaddes Emanetler, Kuran'ı Kerim Atlası, Osmanlı'nın Çılgın Projeleri ve Ekrem Dumanlı Beyin kitabı yoğun ilgi gördü. İl ve ilçelere ait rehber kitaplarımız da yoğun ilgi gördü." şeklinde konuştu.Kürtçe yayın yapan, Peywend Yayınları ortağı Suat Özalp de, "Dergi de bulunuyor bizde kitap da. Ağırlıklı olarak ilgiyi Kürtçe dergi gördü. İnsanlar rahat okuyamıyor, ama merak ediyor. Kitap satışlarımız da dergi kadar yoğun değil." diye konuştu.(CİHAN)
↧
Genç kısacılar kalmasın!
Türkiye’de 13-19 yaş arası gençlere yönelik uluslararası tek kısa film yarışması TISFEST Kısa Film Yarışması’nın (Teen International Shorts Festival) bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek.Yarışmanın son katılım tarihi 1 Mart 2014. Yarışma sonuçları, genç sinemacıların ustalar ile bir araya geleceği ve ödüllerin sahiplerini bulacağı festivalin son gecesinde, 26 Nisan’da açıklanacak. Yarışmada ödül olarak birinciye 1000, ikinciye 750, üçüncüye 500 Euro veriliyor, ayrıca önjüri ve jürinin takdirine göre mansiyon da verilebilecek. Yarışma süreci, katılım şartları, iletişim bilgileri ve tüm gelişmelere TISFEST’in internet sitesinden (www.tisfest.com) ulaşmak mümkün.
↧
Zorlu’da ilk sergi: 41 metre
Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi (PSM) ve Art On Istanbul bir işbirliğine girerek ilk sergilerini Zorlu PSM’de açıyor.İstanbul çağdaş sanat sahnesine yeni bir soluk getirmeyi hedefleyen Zorlu Center’daki galeri mekanı bu ilk sergisinde Türk çağdaş sanatının soyut işler üreten önemli isimlerinden Kemal Seyhan’ı ağırlayacak. 13 Kasım–16 Aralık tarihleri arasında “41 metre” isimli sergisiyle izleyicinin karşısına çıkacak olan Seyhan, tuval üzerine yağlıboya tekniğinde yaptığı soyut çalışmaları, kağıt üzerine grafit işleri ve mermer ve metalden yaptığı heykelleri sergileyecek.
↧
Bilinçaltının karanlık sularında
Çağdaş Türk edebiyatının iki ismi Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy, Borges’ten Freud’a, Kafka’dan Murakami’ye bilinçaltının karanlık sularında okuru bir gezintiye davet ediyor.Rüya İçinde Rüya başlıklı etkinlikte Tunç ve Gülsoy, Türk ve Dünya edebiyatından örneklerle insana ve edebiyata dair temel meseleleri konuşacak. Etkinlik, yarın saat 19.00-20.30 saatleri arasında Beyoğlu’ndaki eski adı Aynalı Pasaj olan Avrupa Pasajı’nın üst katındaki Aynalıgeçit’te gerçekleştirilecek. Programa katılım ücretsizdir.(www.aynaligecit.com, 0212 244 41 60)
↧
↧
Türk sineması 99. yaşını kutluyor
Türk sinemasının ilk adımı olarak kabul edilen Fuat Uzkınay imzalı ‘Ayastefanos’taki Rus Âbidesi’nin Yıkılışı’ filminin 99. yıldönümü bir dizi etkinlikle kutlanacak. 12-17 Kasım arasında düzenlenecek programlarda sinemamızın ustaları anılacak.Geçtiğimiz ay düzenlenen 50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Türk sinema tarihini değiştirecek ‘Manaki kardeşler’in filmleri gösterildi. Osmanlı vatandaşı olan Yanaki ve Milton Manaki kardeşlerin filmlerinde İkinci Meşrutiyet kutlamaları, Piskopos Emilianos’un Grevena’daki cenaze töreni, Osmanlı Padişahı V. Mehmed Reşat’ın Selanik ve Manastır ziyareti de yer alıyor. Bu açıdan Manaki kardeşlerin filmleri Türk sinemasının ‘ilk filmi’ tanımını yeniden tartışmaya açıyor. Ancak Türk sinemasının doğum tarihi 14 Kasım 1914 olarak kabul edilir. O gün, Rum bir Osmanlı subayı olan Fuat Uzkınay, nasıl kullanacağını Avusturyalı teknisyenlerden öğrendiği kamerasıyla 14 Kasım 1914’te Ayastefanos’taki (Yeşilköy) 150 metrelik Rus Abidesi’nin yıkılışını görüntüledi. Manaki kardeşlerin filmleri tarih kitaplarında yerini alıncaya kadar da Türk sinemasının ilk adımı ‘Ayastefanos’taki Rus Âbidesi’nin Yıkılışı’ olarak anılmaya devam edecek. Fuat Uzkınay’ın 16 mm’lik belgesel filminin yıldönümü bir dizi etkinlikle kutlanıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü, 12-17 Kasım arasında düzenlenecek programlar ile sinemamızın 99. yaşını kutlayacak. Türk sinemasına katkı sunmuş Muhsin Ertuğrul, Halit Refiğ, Metin Erksan, Erol Günaydın ve Giovanni Scognamillo için düzenlenecek saygı ve anma programlarında, aralarında Hülya Koçyiğit, Can Gürzap gibi birçok sanatçının da yer alacağı paneller düzenlenecek, Safa Önal ve Yılmaz Atadeniz’in belgeselleri gösterilecek.METİN ERKSAN’DAN HALİT REFİĞ’E...Fatih Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek programların ilki 12 Kasım Salı günü ‘Erol Günaydın’ı Anma Programı’ olacak. Sinema yazarı Alican Sekmeç’in yöneteceği açık oturumda Tacettin Diker, Rasim Öztekin, Levent Tülek, Ahmet Yenilmez ve Emre Altuğ, Erol Günaydın’ı ve onun sinemasını konuşacak. Saat 18.00’de başlayacak oturumun ardından Haldun Dormen’in yönettiği, Erol Günaydın’ın senaryosunu yazıp Belgin Doruk ile birlikte başrolde yer aldığı ‘Güzel Bir Gün İçin’ filminin gösterimi yapılacak. 13 Kasım’da saat 18.00’de başlayacak Giovanni Scognamillo’ya Saygı programında sinema tarihçisi ve yazar Scognamillo hakkındaki belgeselin gösterimi ile başlayacak. Gösterimin ardından İhsan Kabil’in yönetiminde, Barış Saydam, Burçak Evren ve Kaya Özkaracalar’ın katılımıyla bir panel düzenlenecek. 14 Kasım’daki ‘Muhsin Ertuğrul Belgesel Film Gösterimi ve Söyleşi’ saat 14.00’te başlayacak. Program kapsamında Muhsin Ertuğrul filmleri gösterilecek ve ‘Muhsin Ertuğrul Belgeseli’nin yönetmeni Yılmaz Atadeniz ile bir söyleşi gerçekleştirilecek. Türk sinemasının unutulmaz filmlerine imza atmış usta yönetmen Metin Erksan anısına 15 Kasım saat 18.00’de düzenlenecek program ‘Sevmek Zamanı’ filminin gösterimi ile başlayacak. Film gösteriminin ardından Özcan Ünlü yönetimindeki oturumda Çetin Tunca, Coşkun Çokyiğit ve Sadık Battal, usta yönetmeni ve onun sinemasını değerlendirecek. Sinemamızın bir başka ustası Halit Refiğ için düzenlenecek anma programı ise 16 Kasım akşamı saat 18.00’de ‘Bir Türk’e Gönül Verdim’ filmiyle başlayacak. Film gösteriminin ardından Hülya Koçyiğit, Can Gürzap ve Beşir Ayvazoğlu, yönetmenin filmografisini konuşacak. Türk sinemasının 99. yıl kutlamaları kapsamındaki etkinlikler, 17 Kasım Pazar günü ‘Yeşilçam’ın Yüzyılı Belgesel Film Gösterimi ve Söyleşi’ programı ile sona erecek. Saat 14.00’te başlayacak etkinlikte, film gösteriminin ardından, Türk sinemasının en üretken kalemi, senarist Safa Önal bir söyleşi gerçekleştirecek. Program kapsamındaki tüm etkinlikler ücretsiz ve halka açık olacak. (0212 312 63 09)
↧
Dünya mirasına aday 'peri bacaları' hayvanların otlak alanı oldu
'Dünya Mirası'na aday gösterilen Erzurum'un Narman İlçesi'ndeki peri bacaları hayvanların otlak alanı oldu.Büyükbaş hayvanları peri bacaları arasında otlatan çoban Ferhan Uçar'a bölgeyi gezmeye gelen birkaç yerli turist tepki gösterdi. Küçük çoban yıllardır hayvanlarını burada otlattığını söylerken; turistler, "Dünya mirasına aday Peri bacalarında onlarca büyükbaş hayvanın otlatıldığını görünce gözlerimize inanamadık. Her biri en az 400 kilo ağırlığında olan hayvanların buraya verdiği zarara yetkililer nasıl kayıtsız kalabiliyor?" dedi.UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından 9 Temmuz 2012 tarihinde 'Dünya Geçici Miras Listesi'ne alınan Narman'daki peri bacalarında inceleme yapmak için 18 Mayıs'ta Erzurum'a gelen UNESCO Türkiye Milli Komisyonu'ndan Prof.Dr. Zeki Kaya ve Fuat Şaroğlu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü'nden Levent Keskin, Eyüp Yüksel, Orman ve Su İşleri Bakanlığı 10'ncu Bölge Müdürlüğü, Küre Dağları Milli Park Müdürlüğü'nden Semra Atçeken ve Serpil Tekebaş'a Erzurum'daki Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) uzmanları ve Eko-Agro Komite üyeleri eşlik etmişti.Ortadoğu Teknik Üniversitesi Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeki Kaya, hayran kaldığı peri bacaları için, şunları söylemişti:"Daha önce UNESCO Türkiye Milli Komisyonu tarafından değerlendirilip geçici miras listesine alınan peri bacalarını yakından görmek ve değerlendirmek istedik. Doğal güzelliklerin UNESCO miras listesinde geçici olarak değil, kalıcı olmalarını sağlamak istiyoruz. Burası belki tabiatı koruma alanı olarak da değerlendirilir. Görsellikleri ile bu değerleri hak ediyor. Fotoğraflardan tanıyordum ama yakından görünce etkileyici buldum. Peri bacaları, Kapadokya kadar büyük olmasa da oradaki bazı vadiler kadar geniş ve zengin."(DHA)
↧
Atatürk'ün taş baskı portresi 7 bin 500 TL'ye satıldı
Çukurcuma Müzayede Evi tarafından gerçekleştirilen ‘Karma Eserler Müzayedesinde’ Atatürk’ün ‘Paşa’ dönemine ait taşbaskı portresi 7 bin 500 TL'ye alıcı buldu. Eserin satışından elde edilen gelirin tamamının ise Darülaceze Vakfı Başkanlığı’na bağışlanacağı belirtildi.Çukurcuma Müzayede Evi tarafından Çırağan Sarayı'nda gerçekleştirilen Karma Eserler Müzayedesi'nde Atatürk'e ait önemli belgelerden Osmanlı saray dönemi eserlerine, 18.yy'dan kalma Edirnekari aynadan Avrupa antikalarına kadar yüzlerce eser satışa sunuldu. Müzayedeye koleksiyonerler yoğun ilgi gösterdi.Müzayedede açılış fiyatı belirtilmeyen ve teklif usulü satışa sunulan Atatürk'ün taş baskı portresi 7 bin 500 TL'ye Ali Naim Arnas tarafından satın alındı. Atatürk'ün Sultan Vahdettin'in yaveri olduğu dönemde yapılan 38 cm x 53 cm ölçülerindeki taşbaskı portresinde yer alan madalyalar dikkat çekti. Boynunda azizi nişanı, sol tarafta mecidi nişanı, sağ tarafta hamidi nişanı, sağ altta ise Çanakkale nişanı olan portrede, Arapça 'Milletinin kurtarıcısı anlamına' gelen 'Münci-i Millet Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri' yazısı bulunuyor.Atatürk'ün taşbaskı portresinin satışından elde edilen gelir, Çukurcuma Müzayede Evi tarafından Darülaceze Vakfı Başkanlığı'na bağışlandı. Çukurcuma Müzayede Evi'nin kurucusu Muzaffer Gültekin, "Bir önceki müzayedemizde Osmanlı'nın son döneminde şehit aileleriyle gazilere yardım amacıyla satılan asker temalı ipek mendili satışa sunmuş ve satıştan elde edilen gelirin yarısını, Türkiye Harp Malülü Gaziler Şehit Dul ve Yetimler Derneği'ne bağışlamıştık. 10 Kasım'da gerçekleştirdiğimiz müzayedemizin ise en anlamlı parçası Mustafa Kemal Atatürk'ün taşbaskı portresi. Eserin satışından elde edilen gelirin tamamını Darülaceze Vakfı Başkanlığı'na bağışlayarak böylesi anlamlı bir gündü hayırlı bir işe vesile olduğumuzu düşünüyorum." ifadelerini kullandı.Taş baskı porteyi alan Ali Naim Arnas ise, çok mutlu olduğunu söyledi. Arnas, "Ben aynı zamanda bir koleksiyonerim bu boyuttaki taş baskısının ilk defa çıktığını gördüm onun için almaya geldim. Ofisimde en güzel yerini bulacaktır." diye konuştu.Müzayedede teklif usulüyle satışa sunulan Atatürk'ün el yazısı mektubu ve bir telgrafı da Yılmaz Öztürk isimli koleksiyoner tarafından 11 bin liraya satın alındı.(CİHAN)
↧
Pera Film’de Sınırdaki Kadınlar
Pera Film, İstanbul Uluslararası Göç Örgütü işbirliğiyle kadın ve göç konusuna odaklanan ‘Sınırdaki Kadınlar’ isimli programı sinamaseverin beğenisine sunuyor.17 Kasım’a kadar Pera Müzesi’nde devam edecek gösterimlerde; sert, ilginç ve zorlayıcı koşullarla karşılaşan kadınların anlatıldığı sekiz film yer alıyor. Filmlerden bazıları ülkeler, evler ve sürgün arasında kalmış kadınları; diğerleriyse kadın kahramanın yaşadığı duygusal değişimleri ve yolculuğu keşfediyor. (www.peramuzesi.org.tr/film)
↧
↧
Sahaflar Sokağı, tabelasına kavuştu
TÜYAP Kitap Fuarı dün sona erdi. Fuarın 4. salonunda 19 sahafı bir araya getiren sokak, kitap fuarının son gününde "Sahaflar Sokağı" ismini aldı.Doğan Hızlan ve Sahaflar Derneği Başkanı Emin Nedret İşli'nin katılımıyla gerçekleşen tabelanın sokağa asılması merasimi sonunda Doğan Hızlan, "Bir kitap muhibbi olarak bana verilen bu vazife büyük bir hatıra olacak, bir de her yıl bu sokağın adı sahaflar sokağı olarak anılacak. Beni buraya davet eden İstanbul'dan ve Ankara'dan gelen sahaflarımıza müteşekkirim." dedi. Emin Nedret İşli Bey ise, "İzmir'de, Bursa'da, Gaziantep'te, Ankara'da ve daha Anadolu'nun pek çok şehrinde sahaflar olarak birer sokak açmak gayretimiz olacaktır." dedi. Sokak tabelasının çakılması merasiminde sahaflar, edebiyat âleminden ve sahaf müdavimlerinden mühim misafirler de hazır bulundular. TÜYAP Kitap Fuarı'nda yer alan sahafların yeni menzili Ankara'da gerçekleştirilecek başka bir kitap fuarı olacak. ‘Sahaflar Sokağı' tabelası 10 Kasım'dan itibaren sahafların birlikte katıldıkları her kitap faaliyetinde, illerde veya dünyanın her yerinde yeniden çakılacak. Böylece ‘Sahaflar Sokağı' dünyanın ilk taşınabilir sokağı olarak literatürdeki yerini alacak.Yoğunluktan köprü sallandıİstanbul Kitap Fuarı'na vatandaşlar bu yıl da yoğun ilgi gösterdi. Kitap fuarının son gününde Beylikdüzü TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'ne gidiş geliş güzergâhındaki metrobüs üst geçidi ve köprüde akşam saatlerinde yoğunluk yüzünden sallanmalar yaşandı. Aynı yoğunluk fuar salonlarında da vardı.
↧
[Röportaj] Kültür kurumları AB hibelerinden habersiz!
Avrupa Birliği'nin (AB) oluşturduğu ve 2007-2013 yıllarını kapsayan ‘Avrupa Kültür Programı' tamamlanmak üzere. Programın Türkiye'deki ayağından sorumlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı Kültürel İrtibat Noktası'ndan Hale Ural, Tuba Köksal ve Hakan Tanrıöver ile programın değerlendirmesini, yeni hibe programını ve Türkiye'deki kültür kurumlarına önerileri konuştuk.Kültürel İrtibat Noktası olarak, Avrupa Kültür Programı süresince nasıl bir sorumluluğunuz oldu?Kültürel İrtibat Noktası olarak programın Türkiye'deki tanıtımından, yaygınlaştırılmasından ve takibinden sorumluyuz. Ankara ve İstanbul olmak üzere iki ofisimiz bulunuyor. Bu görevi yerine getirmek için iki ana noktaya odaklanmak gerekiyor. İlk olarak çok daha operasyonel işlerden bahsedilebilir. Yani tanıtım çalışmaları yapmak, proje hazırlık süreçlerinde yardımcı olacak başvuru materyallerini Türkçe olarak hazırlamak, proje hazırlama eğitimleri vermek, aktörlere bu süreçte danışmanlık vermek gibi daha çok programın işleyişine ilişkin faaliyetler. İkinci ve en önemlisi ise ülkedeki kültür ortamını, kültür altyapısını ve kültür sektörünü (alt sektörler de dahil olmak üzere) tanımaya, anlamaya yönelik çalışmalar. Biz bu konuda Türkiye olarak birçok ülkedeki kültürel irtibat noktalarından daha ileride olduğumuzu düşünüyoruz.Avrupa Kültür Programı'na Türkiye'den daha çok hangi alandan başvuru geldi?Kültür Programı'nda destek alan projeler çoğunlukla disiplinler arası projeler oluyorlar. Ancak ağırlıklı olarak görsel sanatlar ve performans sanatları ve edebi çeviriler alanlarında proje desteği alındığını söyleyebiliriz. Türkçe de programın çeviri desteği alabildiği resmi diller arasında.Programa en fazla hangi kurum başvuruda bulundu ve programdan Türkiye ne kadar hibe aldı?Merkezi İstanbul'da bulunan Amber Platform ya da diğer adıyla Beden İşlemsel Sanatlar Derneği, geçtiğimiz programda en fazla sayıda projede yer alan oluşum. Koordinatör olarak destek aldıkları projeler dışında çok sayıda projede de Türkiye'den ortak olarak rol aldılar. Anadolu Kültür, Apartman Projesi, BİMERAS Kültür Vakfı da geçtiğimiz dönemdeki en aktif kurumlar arasında sayılabilir. Avrupa Kültür Programı 2007-2013 döneminde Türkiye'den kurumlar toplamda 67 projeye dahil olmuştur. Projelerin toplam mali büyüklüğü 60.417.461,58 Euro'dur. Söz konusu projelere sağlanan AB hibesi ise 30.184.263,90 Euro olmuştur. Ancak bu istatistikler program süresince Avrupa Komisyonu tarafından yıllık bazda ilan edilen sonuçların bir derlemesi olarak oluşturulmuştur. Programdan Türkiye'deki kurumların ne kadar hibe aldığı, projelerin çok ortaklı olması sebebiyle henüz Komisyon tarafından resmi olarak açıklanmamıştır.Diğer ülkelerle kıyaslandığında Türkiye'deki tablo nasıl gözüküyor?Son yıllarda katılım ve destek oranların-da artış olduğu söylenebilir ancak Türki-ye'deki kültür aktörlerinin Avrupa Kültür Programı'na katılımı diğer ülkelere kıyasla sınırlı bir düzeyde kalmıştır.Türkiye'deki kültür kurumlarının bu hibe programını iyi değerlendirebildiği söylenebilir mi?Türkiye'den proje koordinatörü olarak destek alan sınırlı sayıda kurum vardır. Türkiye'deki kültür aktörleri daha çok proje ortağı olarak sürece dahil olmuşlardır. Son yıllarda katılım ve destek oranlarında artış olduğu söylenebilir. Bu durumun kökeninde ülkemizdeki kültür ortamına ilişkin yapısal ve sistemsel özellikler kadar Türkiye'nin Avrupa Birliği üyesi olmamasından kaynaklanan ilişkisel zorluklar (vize süreçleri, sanatçı hareketliliği, coğrafi mesafenin fazlalığı vb.) da etkili görünmektedir.2007-2013 programından Kültürel İrtibat Noktası olarak neler öğrendiniz?Kültürel İrtibat Noktası'nın çalışmaları kendi kültür politikalarımızı geliştirmek, dünyaya açmak ve diğer ülkelerle kültürel etkileşimde bulunarak daha geniş bir coğrafyadaki kültür politikaları ile ilişkilendirmek açısından önem taşıyor. Biz bu süreçte hem bu ilişkiler ağının nasıl işlediğini ve kendi ülkemize ne gibi kazanımlar getirdiğini görmüş ve tartışmış olduk hem de diğer ülkelerdeki ve kendi ülkemizdeki kültür aktörleriyle, kültür politikası alanında çalışan akademik ortam ve sivil toplum ile ortak bir dil oluşturmaya, temas etmeye çalıştık. Özellikle ülkemizdeki yaratıcı sektörü anlamaya yönelik temaslarımızla ve koordine ettiğimiz projelerle kamu, özel sektör ve sivil toplum arasında daha güçlü bir kültürel diyalog ortamı oluşturma yolunda önemli bir yol kat ettiğimizi düşünüyoruz.Yeni hibe programı 2014-2020 Yaratıcı Avrupa'dan (Creative Europe) bahseder misiniz ve programa başvuracak kurumlara neler önerirsiniz?Program, Avrupa Komisyonu'nun Kültür, Medya ve Media Mundus programlarını tek bir çatı altında topluyor. Yeni programın bütçesi yüzde 9’luk bir artışla 1,462 milyar Euro olarak belirlendi. Kültür sektörü ve yaratıcı endüstrilerde faaliyet gösteren kültür aktörlerinin desteklenmesi yoluyla Avrupa genelinde yaratıcılığın geliştirilmesini amaçlayan program çeşitli finansal destek mekanizmalarını birlikte kullanıyor olacak. Önümüzdeki günlerde programa ilişkin detaylar Komisyon tarafından açıklanacak. Dolayısıyla Kültürel İrtibat Noktası duyurularını ve faaliyetlerini takip etmelerini öneririz. Ayrıca web sayfamızın (www.ccp.gov.tr) yayınlar bölümünden geçtiğimiz dönemde ülkemizden hangi kurumların, hangi projelerle programdan destek aldıklarını görebilirler.Başvurunuz reddedilirse yeniden deneyin, vazgeçmeyin! Başvuruların kabul edilememesi çok sayıda sebepten kaynaklanabiliyor. Bunların bir kısmı tümüyle prosedürle ilişkili. Bir bölümü ise projelerin niteliğiyle bağlantılı. Komisyon tarafından projelerin programın ana hedefleriyle örtüşecek bir vizyon ve eylem planına sahip olması bekleniyor. Ancak bunu sağlamak her zaman çok kolay olmayabiliyor. Bazı durumlarda kurumlar Avrupa genelinde sanatın ve sanatçının hareketliliğini destekleyecek, Avrupa içinde kültürel etkileşimi tetikleyecek, daha bütünsel vizyona sahip projeler hazırlamak yerine çok daha tekil ve dar kapsamlı önerilerle yola çıkıp destek talebinde bulunabiliyorlar. Burada asıl önemli olan, ülkemizden yapılan toplam başvuru sayısının yeterince yüksek olmaması. Ne kadar çok başvuru yaparsanız, içlerinden destek alma şansını yakalayacak projelerin çıkma şansı da o kadar yüksek olabiliyor. Ayrıca projelerin reddedilme gerekçeleri, program kriterleriyle ilişkilendirilerek kurumlarla paylaşılıyor. Kurumlar bu şekilde bir sonraki çağrıda projelerini iyileştirerek tekrar başvuru yapabiliyorlar.
↧
Antik kentte arkeologları heyecanlandıran buluş
Metropolis Antik Kenti kazı çalışmalarında genç yaşta bir erkeğin ve bir oğlağın ayak izlerine rastlanıldı.Sabancı Vakfı'nın desteğiyle, MESEDER (Metropolis Sevenler Derneği), Torbalı Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Celal Bayar Üniversitesi işbirliğinde 23 yıldır sürdürülen Metropolis Antik Kenti kazı çalışmalarında yeni eserler ve buluntular ortaya çıkarılmaya devam ediyor. Son beş yıldır hamam yapısı ve palaestrada (spor alanı) devam eden kazı çalışmaları sırasında keşfedilen 40 metre uzunluğunda bir koridor arkeologları şaşırttı. Hamam yapısının kuzey, güney ve batı dış duvarlarına paralel inşa edilen tuğla tonozlu koridorlariyi korunmuş halde gün ışığına çıkarıldı.Metropolis'te ilk kez karşılaşılan bir yapı olan koridorlar, 2 bin yıl önceki toplumsal yaşama ait ipuçları sunuyor. Roma İmparatorluğu döneminde hamam yapılarında karşılaşılan ve servis koridoru olarak hizmet etmesi amacıyla hamamın dış duvarına paralel inşa edilen bu yapıların, hamam çalışanları ve hizmetlileri tarafından kullanıldığı biliniyor. Kazı sonucunda hamamın yıkanma havuzlarıyla aynı paralelde inşa edilmiş ocaklar tespit edildi.Kazı Başkanı Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Öğretim Üyesi Doç.Dr. Serdar Aybek, yaptığı açıklamada "Kazı çalışmalarını sürdürdüğümüz hamam ve spor alanı içinde yer alan 6 bin metrekarelik kazı alanı bu yıl sürpriz buluntularla bizleri şaşırttı. Hamam duvarlarına paralel olan koridor yapısını 7 metrelik bir toprak dolguyu temizledikten sonra ortaya çıkardık. Yapının günümüze kadar bozulmadan ulaşması heyecan verici. Önümüzdeki yıllarda bu binaların taban seviyesine ulaştığımızda yapının tüm mimari özelliklerini anlamamız mümkün olacak" dedi.Kazı sırasında genç yaşta bir erkeğin ve bir oğlağın ayak izlerine rastladıklarını söyleyen Aybek, şunları söyledi: "Bu ayak izlerine rastladığımızda, hamamın inşa edildiği ya da onarıldığı günler gözümüzün önünde canlandı. Ayak izlerinin, yapının harcı henüz kurumamışken buraya giren bir oğlağa ve onu kovalayan bir delikanlıya ait olabileceğini düşünüyoruz."Sabancı Vakfı Genel Müdürü Zerrin Koyunsağan da Metropolis'in tarihi zenginliği, ülkemiz için önemli bir değer olduğunu belirterek şöyle konuştu:"Her yıl Metropolis Antik Kenti yeni buluntu ve eserlerle bizi şaşırtmaya devam ediyor. 2 bin yıl öncesinin toplumsal yaşamına yönelik sorular, yeni buluntularla cevap buluyor. 2013 yılı kazı çalışmaları heyecan verici keşiflerle son bulurken, 2014 yılı kazı çalışmalarını merakla bekliyoruz."ÖREN YERİ ÇALIŞMALARI TAMAMLANIYOR2012 yılında başlayan Metropolis ören yeri çalışmaları, kazı çalışmalarına paralel devam ediyor. Güvenliği sağlamak amacıyla 16 bin metrekarelik alanın çit ile çevrilmesiyle başlayan çalışma kapsamında, ziyaretçi karşılama merkezi, ziyaretçiler için seyir terasları, gezi rotasını belirleyen yürüme yolları ve meydan düzenlemesi tamamlandı. Çalışmaların 2013 yılında tamamlanması hedefleniyor.Metropolis Hakkında1990'dan bu yana sürdürülen kazılarla gün ışığına çıkarılmaya çalışılan Metropolis Antik Kenti, Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey köyleri arasında bir tepede bulunuyor. Metropolis'in tarihi, kentin yakınlarındaki Neolitik Çağ'daki ilk yerleşim izlerinden Klasik Çağ'a, Hellenistik Çağ'dan Roma ve Bizans dönemlerine, Beylikler ve Osmanlı tarihine kadar uzanıyor.Bugüne kadar yapılan kazılar sonunda Antik Tiyatro, Peristyl Evler, Stoa (Sütunlu Galeri), Bouleuterion (Meclis Binası), biri büyük diğeri küçük iki Roma Hamamı, Gymnasion (Spor Salonu), Devlet Agorası, Dükkanlar, Genel Tuvalet, Sokaklar gibi antik kent dokusunu oluşturan yapı ve mekanlar bulundu. Ayrıca, bu mekanların kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok Helenistik Dönem seramikleri ile maden eserlerden oluşan 10 bin üzerinde tarihi eser gün yüzüne çıkarıldı. Kazılarda elde edilen eserler, bugün İzmir Tarih ve Sanat, İzmir Arkeoloji ve Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.(İHA)
↧