Aylık kitap tahlili ve eleştiri dergisi Ayraç, ağustos sayısını yavaşlığa ayırdı. Tüm dergiye yayılan ‘Cittaslow: Salyangoza Saklanan Şehirler’ başlıklı dosyada sadece; yavaş yaşamak ne demektir, bir şehir nasıl yavaş şehir olur gibi soruların cevapları yok. Yavaşlığın felsefesi, hızın psikolojisi ve kendini yavaşlığa adamış kitapların tahlilleri var. Hızımızı biraz azaltmak için belki işe yarar...Dosya, Milan Kundera’nın “Her şey çok hızlı geliştiğinde kimse hiçbir şeyden emin olamaz, kendisinden bile…” cümlesiyle açılıyor ve yine onun cümleleriyle devam ediyor: “… unutma arzusu bir saplantı haline gelmiştir, bu nedenle, bu arzuyu tatmin etmek için, hız iblisine teslim olmuştur çağımız; kendi anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir…” Yine Kundera’ya göre yavaşlıkla anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Bu yüzden de bir şeyi anımsamak isteyen kimse yürüyüşünü yavaşlatır, buna karşılık, az önce yaşadığı bir olayı unutmaya çalışan insan da elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır. Hayatımız artık nasıl unutmak istediklerimizle doluysa biz koşuyoruz her yere. O yüzden de görmeden geçiyoruz her şeyi. Çünkü yavaşlamak biraz da fark etmek demek. Ve fark ettiklerinden keyif almak… Yavaşlığın keyfini kaçırdık, şimdi yeniden keşfinin telaşındayız.“RUHLARIMIZ BİZDEN UZAKTA KALDI”“İnsan fıtratında hız yoktur, insanın fıtratı olup bitenleri anlamaya ayarlıdır.” diyen Prof. Dr. Kemal Sayar’a göre ne yazık ki “Hızlanan insan bir ruh taşıdığını unutuyor.” Sayar’ı sanat bilimci Salime Kaman’ın anlattığı hikâye destekliyor: “Meksika’da İnka Tapınakları’na çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog birkaç yerli rehberle yola çıkar ve upuzun yolu çok kısa sürede yarılar. Ama yerliler yolun bir yerinde kendi aralarında konuştuktan sonra yere oturur ve beklemeye başlar. Ancak saatler sonra yerliler tekrar kalkıp yola devam eder. Arkeologlardan biri neden uzun süre durup beklediklerini yaşlı rehbere sorduğunda şu cevabı alır: “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden uzakta kaldı. Oturup onların bize yetişmesini bekledik.” Benzer bir şekilde harita mühendisi Mevlüt Uçpınar’ın aktardığına göre; bir asır öncesinde hac niyetiyle yola çıkacak bir mümin, o dönemin en hızlı seyahat aracını değil, daha yavaş olanını tercih eder. Çünkü gidilen yol, varılmak istenen hedeften daha değersiz değil; aksine ulaşılacak hedefin bizzat kendisidir.“ÇOCUKLARA 1 DAKİKALIK MASALLAR”Modern ve hızlı bir dünyada yani günümüzde yaşayan Kanadalı gazeteci Carl Honore, akşamları yorgun argın eve gider ve oğlunu hızlıca uyutmaya çalışır çünkü daha yapacak çok işi vardır. Oğluna her akşam masal okumak bile ona yorucu gelmeye başlar. Tam o günlerde gazetede bir ilan görür: “Çocuklara 1 dakikalık masallar” Tam ‘işte aradığım şey’ derken birden bir şeylerin yanlış gittiğini fark eder ve onlarca dile çevrilen ‘Yavaşlığa Övgü’yü yazar. Hızlı yaşamanın aslında hiç yaşamamak olduğunu söyleyen Honore’i ‘Yürümeye Övgü’nün yazarı David Le Breton “Zamanın ve mekânın tadını çıkarma olan yürüyüş modernliğe bir naniktir.” diyerek destekler. Yavaşlığın felsefesini en iyi öyküleyen yapıtlardan biri ise J. M. Coetzee’nin ‘Yavaş Adam’ıdır. Coetzee kitapta; 60 yaşında geçirdiği bir bisiklet kazasından sonra o güne dek yalnız ve hızlı yaşadığı hayatını bir anda insanlara bağımlı ve çok daha yavaş yaşamak zorunda kalan Paul Rayment isimli bir fotoğrafçının öyküsünü anlatır.PAZARDA NAYLON YERİNE FİLEMutlu bir hayattan bahsetmenin ancak ve ancak yavaşlıkla mümkün olduğunu düşünenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Üstelik bu keşif bir yerel kalkınma modeline dönüşerek yeryüzüne yayılıyor. Şimdilik 150 kentin üyesi olduğu Cittaslow’un (Sakin/Yavaş Şehir) temelleri; 1986’da Roma’da ünlü İspanyol Merdivenleri Meydanı’nda yaşanan bir olayla atılıyor. Meydanda açılan bir fast food dükkânının başta gazeteci Carlo Petrini olmak üzere pek çok kişi tarafından protesto edilmesi sonuç veriyor ve dükkân kapatılıyor. Bu zafer, mutfağıyla gurur duyan İtalyanları cesaretlendirince adını fast food karşıtı olan slow food’dan alan bir hareket başlıyor. Zamanla sadece yemek yemeyi değil bütün yaşamı etkilemeye başlayan bu hareketin felsefesi 1999’da kentlere uygulanmaya başlıyor ve Cittaslow Birliği kuruluyor. Birliğe Türkiye’den ilk katılan kent İzmir’in Seferihisar ilçesi. (2009) Onu Muğla’nın Akyaka, Aydın’ın Yenipazar, Çanakkale’nin Gökçeada, Sakarya’nın Taraklı, Isparta’nın Yalvaç, Kırklareli’nin Vize, Ordu’nun Perşembe ve Şanlıur-fa’nın Halfeti ilçesi izliyor. ‘Sakin Şehirler Hareketi’ne üye olan ilçelerde hayatın sakinliği ve yavaşlığı her alanda kendini gösteriyor. Örneğin oraların pazarlarında sadece yerel ürünler satılıyor, hatta naylon yerine file kullanılıyor. Ama olay bununla sınırlı değil. Mesela Seferihisar’da yaşı 75’i aşmış 400 kişiye onur yemeği veriliyor ve her birinin hatıraları tek tek dinleniyor. Bu hatıralar kitap olmakla kalmıyor ve hayata geçirilmeye çalışıyor. Yenipazar’da ise yerel bir kahraman Yörük Ali Efe öne çıkarılıyor, onun yaşadığı ev müzeye çevriliyor. Olan şey aslında tam da olması gereken yani insanlarla, daha doğrusu dünya ile gerçek bir bağ kurmak. Evet... Hepimizin hayatı çok telaşlı ama Mevlânâ’nın da dediği gibi, “Ey tez canlı, aceleci, ham kişi! Bir dama bile basamak basamak merdivenle çıkılır. Tencereyi ocakta yavaş yavaş ustaca kaynatmak gerekir. Delice kaynayan tencerenin pişirdiği yemekten hayır gelmez.”
↧
Yavaş, yavaş, biraz daha yavaş!..
↧
2 bin 600 yıllık surlar gün yüzüne çıkarılıyor
Yozgat'ın Sorgun ilçesine bağlı Şahmuratlı köyünde, Kerkenez Antik Kenti'ni çevreleyen, 2 bin 600 yıllık tarihi geçmişi olan, uzaydan görülen en büyük tarihi kalıntılardan biri olarak kayıtlara geçen 7 kilometrelik surlar gün yüzüne çıkarılıyor.Yozgat Valisi Abdulkadir Yazıcı, kazı çalışmalarının sürdüğü Şahmuratlı köyünde, Yard. Doç. Dr. Abdulkadir Baran’dan çalışmalarla ilgili bilgi alarak kazı gruplarının yaptığı çalışmaları inceledi. Yozgat'ın nadide tarihi eserleri bünyesinde barındıran bir il olduğunu belirten Yazıcı, bu eserlerin turizme kazandırılması yönünde çalışmaların sürdüğünü söyledi. Kerkenez'de, zamanla kaybolan 7 kilometrelik daire içerindeki surların, Yozgat turizmine kazandırılması gerektiğini vurgulayan Yazıcı, "2 bin 600 yıllık tarihi bir geçmişi olan bu nadide eserimizin bulunduğu alanın bir an önce görünürlüğünün sağlanması gerekiyor. Bu eserimiz dünyada, uzaydan görülen en büyük kalıntılardan bir tanesi. Kerkenez'in ilimiz turizmine kazandırılması için çalışmalar hızlı ve başarılı bir şekilde sürüyor." diye konuştu. Tarihi mekânda gezinti alanları, parklar ile yol yapımı için planlamalar yapacaklarını belirten Vali Yazıcı, yerli ve yabancı turistleri tarihi eserin bulunduğu köye çekmeye çalışacaklarını kaydetti.KERKENES ANTİK KENTİ'NDE YÜZEY ARAŞTIRMALARIKerkenes Dağı antik kentinde ilk yüzey araştırması çalışmalarının 1993 yılında başladığını hatırlatan Yazıcı, 1998-2000 yıllarında çalışmaların katılımlı araştırma şekline dönüştüğünü ve 2001 yılından bugüne kadar kazı ve araştırmaların aralıklarla sürdüğünü hatırlattı. Şehrin demir çağında Milattan Önce 600 yıllarında Medler tarafından kurulduğunun tahmin edildiğini, 2003 yılında yapılan kazı çalışmalarında Frigce yazıtlar bulunduğunu kaydetti. Kentin yaklaşık 7 kilometrelik surlarla çevrili olduğunu belirten Yazıcı, şunları aktardı: "Antik kaynaklarda Pteria olarak kaydedilen kentin burası olduğu düşünülüyor. Milattan Önce 547 yılında Persler tarafından kent zaptedilmiş, halkı esir alınarak kent yakılmış ve surlarının bazı alanları da yıkılmıştır. Yerleşim alanı kamu yapıları ve sivil yapı adaları ile gelişmiş bir su toplama ve kullanma sistemi içermektedir. Kazı çalışmaları sırasında bulunan bir mobilyaya ait fildişi süsleme parçası Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir. Antik kent yakılıp yağmalandığı için nitelikli kültür varlıklarına nadir olarak rastlanmaktadır. 2004 yılında yapılan çalışmalarda saray yapı grubu girişinde kazı çalışması yapılmış, avlu döşemeleri ortaya çıkarılmıştır." Vali Yazıcı, ayrıca öğrenci guruplarının ve bilim adamlarının rahatça ikamet ve çalışmalarını temin için eski ilkokul bina ve lojmanının tamiratını tamamlayarak hizmete kazandırılacağını belirtti.Yazıcı, Şahmuratlı köyünde incelemelerde bulunan Abdullah Gül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nur Urfalıoğlu ve Mimarlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Burak Asiliskender ile görüştü. Öğretim üyeleri, köyün geleneksel yapı elemanlarının tetkik ve tatbikinde örnek geliştirme ve incelemelerde uygun bir zemin olduğunu, ODTÜ Öğretim Üyesi Françoise Summers tarafından yıllardır üzerinde çalışmalar yapılarak belli mesafeler alınmış bir uygulamalar olduğunu, köyün doğal gıda üretimi konusunda altyapısı olması nedeniyle ortak çalışmalara imza atılabileceğini anlattı. CİHAN
↧
↧
Magarsus Antik Kenti gün yüzüne çıkarılıyor
Tarihi milattan önceki ilk yıllara dayanan Grek, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim kenti olma özelliğini gösteren ve şuanda toprak altında bulunan Karataş ilçesindeki Magarsus Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkarılması için kazı çalışmalarına başlandı.Düzenlenen törene Adana Valisi Hüseyin Avni Coş, Karataş Kaymakamı Mustafa Kılıç, Karataş Belediye Başkanı Fatih Balıkçı, Kazı Başkanı Çukurova Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatih Gülşen, kazı ekibi, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile çok sayıda vatandaş katıldı.Vali Hüseyin Avni Coş, törende yaptığı konuşmada gönlü, kalbi Karataş ve Adana için çarpan, kültürün, turizmin önemine inanmış insanların, bir araya gelerek bu güne şahit olduklarını söyledi.Magarsus Antik Kenti'nin en önemli eserlerin bulunduğu bu yerde, kazıyı başlatacaklarını belirten Vali Coş, "Öncelikle hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Magarsus Antik Kenti'nde yapılacak kazı çalışmaları ile ilgili konuyu Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ömer Çelik'e ilettiğimizde, bu konuyla yakından ilgilendi. Sayın Bakanımızın talimatları doğrultusunda kazı çalışması ile ilgili onaylar çıkarıldı. Şuanda kazı ile ilgili hiçbir ödenek sorunumuz yok" dedi.Vali Coş, yapılacak kazı çalışmalarının hafriyat çalışması olmadığını vurgulayarak, "Makineli kazı yapmıyoruz. Tabir yerindeyse iğneyle kuyu kazıyoruz. Çıkacak kültür varlıklarını muhafaza etmemiz, kaybolmamasını sağlamamız ve korumamızda önemlidir. Eserlerin korunması konusunda Karataş'ın, Adana'nın büyük bir kararlılık içerisinde olduğuna inanıyorum. Gösterdikleri ilgi ve destekten ötürü başta Kültür ve Turizm Bakanımız Sayın Ömer Çelik'e teşekkür ediyor ve kazı çalışması yapacak arkadaşlarımıza da üstün başarılar diliyorum. Bu kazının Adana'mıza ve Türkiye'mize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum" dedi.Vali Coş, konuşmasının ardından, gelecekte çok önemli bir kültür yapısı olarak, yerli ve yabancı turistlerin ilgiyle ziyaret edeceği, şuanda toprak altında bulunan Magarsus Antik Kenti'nin gün yüzüne çıkarılması için ilk kazmayı vurdu.İlgiyle izlenen kazı çalışmaları törene katılan vatandaşlar tarafından büyük alkış aldı.(İHA)
↧
Kurt Russel da ‘hızlı ve öfkeli’ olacak
2001 yılında başlayan ‘Hızlı ve Öfkeli’ (Fast and Furious) serisinin Türkiye’de 24 Mayıs’ta gösterime giren altıncı filmi, dünya genelinde yaklaşık 800 milyon dolar gelir elde etti.Bunun üzerine Universal yapım şirketi, yedinci film için çalışmalara başladı. Başrollerde yine Vin Diesel ile Paul Walker’ın olacağı ‘Hızlı ve Öfkeli 7’nin kadrosuna Kurt Russel katıldı. Russel’ın rolünün daha önce Denzel Washington’a teklif edildiği, fakat Oscar’lı oyuncunun bunu reddettiği, kulislerde dolaşan bilgilerden. Türkiye’de 11 Temmuz 2014’te vizyona girmesi planlanan ‘Hızlı ve Öfkeli 7’nin yönetmenliğini James Wan yapacak. 2004 yapımı ‘Testere’ filminin yönetmeni Wan’ın son filmi ‘Korku Seansı’, geçtiğimiz cuma günü Türkiye’de vizyona girmişti. KÜLTÜR-SANAT
↧
‘Bizim kuşak, barış için adım atmalı’
Zaman’ın aylık kitap eki Kitap Zamanı, yarın çıkacak eylül sayısının kapağını 25 Eylül 2003’te dünyadan göçen ünlü entelektüel ve yazar Edward Said’e ayırdı. Kızı, oğlu, asistanı, öğrencileri ve çalışma arkadaşları Said’i Kitap Zamanı’na anlattı. Can Bahadır Yüce’ye bir söyleşi veren Najla Said, babasıyla ilgili önemli ayrıntılar aktardı.20. yüzyılın en önemli entelektüellerinden Edward Said (1935-2003), bu dünyadan gideli 10 yıl oldu. Bugün Ortadoğu sanki onun yokluğunu iyice göstermek ister gibi ‘bahar’ ile hazan arasında gidip geliyor. Yaşasaydı, hiç şüphesiz Batı medyası ve akademi dünyası, onun Ortadoğu konusunda ne söyleyeceğine kulak kesilirdi. 1978 tarihli Şarkiyatçılık (Orientalism) kitabıyla düşünce tarihinde silinmez bir iz bırakan Edward Said’i, 10. ölüm yıldönümünde kızı Najla anlattı. New York’ta yaşayan tiyatro sanatçısı Najla Said, Kitap Zamanı’nın eylül sayısında Can Bahadır Yüce’nin sorularını cevapladı. Oyunlarıyla Doğu-Batı arasında köprü kurmayı amaçlayan Najla, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Looking for Palestine adlı kitabında çocukluğundan bu yana süregelen kimlik arayışını ve babasına dair anılarını anlatıyor. Najla, Edward Said’in kendisi için öncelikle ‘baba’ olduğunun altını çiziyor: “Ben Edward Said’in öğrencisi olmadım. O benim babamdı. Kim olduğumu ve olacağımı belirlemekte, kitaplarının çok az etkisi oldu. Benim için Edward Said bir yazar ya da akademisyen değil bir insandı. ‘Babacığım’dı. Ve her iyi babanın yapacağı gibi özgüvenimi kazanmama yardımcı oldu.” Hassasiyetini, tutkusunu, sanata ve edebiyata olan ilgisini, çalışma alışkanlıklarını ve empati duygusunu babasından aldığını söyleyen Najla, ‘Looking for Palestine’ kitabının Amerikan göçmen anlatısındaki bir boşluğu dolduracağını düşünüyor. Ortadoğu gibi zor ve kafa karıştırıcı bir konuda, yaşadığı tecrübelerin ve kimlik arayışının ‘uzlaştırıcı’ bir tarafı olduğunu ifade ediyor.ÜNLÜ ‘TAŞ ATMA’ FOTOĞRAFI BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL!Najla Said, söyleşisinde Edward Said’in ‘İsrail askerlerine taş attığı’ o ünlü fotoğrafa dair gerçeği de açıklıyor. Kitapta da yazıya dökülen olayı Said’den dinleyelim: “Haziran 2000’de ailece Lübnan’ın güneyini ziyaret etmiştik. İsrailliler o bölgeyi 25 yıl işgal ettikten sonra yeni çekilmişlerdi. Güney Lübnan’ın bağımsızlığını sembolik bir şekilde kutlamak için insanların (Lübnan’da) terk edilmiş bir İsrail kontrol kulesini taşlayabildikleri bir yer vardı. Babam ve ağabeyim kimin daha iyi taş fırlatabileceği konusunda bir yarışa girdi (bu elbette taşları niyetlenen amaçla atmıyorlardı anlamına gelmez, çünkü öyle atıyorlardı ama orada kimse yoktu). Sonra bir fotoğrafçı fotoğrafı patlattı, ardından da bir basın ajansına sattı. Fotoğraf, babamın ‘İsrailli askerlere’ taş attığı şeklinde yanlış bir altyazıyla birlikte internet sitelerinde ve gazetelerin manşetlerinde yer aldı. Olay son derece gülünç ve saçmaydı.” Bugünlerde Ortadoğu barışına dair umutlu olmanın zorluğundan bahseden Najla Said, atılması gereken adımlara vurgu yapıyor. Babasının kendisine söylediği, “Biz dünyadan çekip gidene kadar –benim kuşağım, Şaron’lar, Arafat’lar, hepimiz- hiçbir şey değişmeyecek. Bu işi düzeltmek sizin kuşağa düşer.” sözünü ise âdeta bir hedef olarak görüyor: “Temel sorunların ben hayattayken, bizim kuşak tarafından çözülüp çözülmeyeceğini bilmiyorum ama kesinlikle ileriye dönük adımlar atacağımızı biliyorum. Atmak zorundayız. Atacağız.”
↧
↧
‘Body Worlds’ sergisi İzmir’de açılacak
2010’da İstanbul’da, geçen yıl Ankara’da açılan ve ilgiyle izlenen ‘Body Worlds Orijinal Vücut Dünyası-Yaşam Döngüsü’ sergisi 12 Eylül’de İzmir Fuar Atlas Pavyonu’nda açılıyor.Body Worlds bedenin ızdırap, hastalık ve sağlıklı hallerindeki anatomik çalışmalar yoluyla insan bedeninin karmaşıklığını, direncini ve savunmasızlığını gösteriyor. İlk kez 1995 yılında sergilenen Body Worlds, bugüne kadar Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika olmak üzere 60’tan fazla ülkede, 36 milyon ziyaretçiye ulaştı. KÜLTÜR-SANAT
↧
‘Sema’yı merak edenler için
Mevlânâ Kültür ve Sanat Vakfı’nın (MEKÜSAV) düzenlediği “Semâ töreni” 8 Eylül’de saat 17.00’de Galata Mevlevihânesi Müzesi’nde gerçekleştirilecek.Törende Hüseyin Fahreddin Dede Efendi’nin bestesi olan acemaşiran makamında Ayin-i Şerif’i icrâ edilecek. (0212 245 41 41) KÜLTÜR-SANAT
↧
Kore Geleneksel Senfoni Orkestrası Sultanahmet’te
Açılışı önceki gün yapılan Kore Kültür Günleri-Gyeongju Dünya Kültür Expo 2013 programı çerçevesinde Kore Geleneksel Senfoni Orkestrası bu akşam saat 20.00’de Ayasofya Meydanı’nda konser verecek.Ayrıca 31 Ağustos’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda açılan Türkiye-Kore Çağdaş Sanatlar Sergisi 22 Eylül’e kadar devam ediyor. Türkiye-Kore Edebiyat Sempozyumu 4-5 Eylül’de Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanat Fakültesi’nde gerçekleştirilecek. Türkiye-Kore Filmleri Haftası’nın açılışı ise 12 Eylül’de saat 19.00’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak. KÜLTÜR-SANAT
↧
Kardeş Türküler’den özel bir konser
Müzikte 20. yılını kutlayan Kardeş Türküler, 9 Eylül’de Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde gerçekleştireceği özel bir dans-müzik konseri ile sahneye çıkacak.Grup, 20 yıl önce söylemeye başladığı şarkıya yeni sözler yazarak, dansa yeni adımlar ekleyerek “Memleket de sahnemiz gibi olsa…” nakaratını konsere katılan herkesle birlikte söyleyecek. Konserin başlama saati 21.00. KÜLTÜR-SANAT
↧
↧
Bir yönetim merkezi olarak Hırka-i Saadet
Fatih Sultan Mehmed’in, Topkapı Sarayı’nın en prestijli mekânı olarak inşa ettirdiği Has Oda, günümüzde Mukaddes Emanetler Dairesi olarak ziyaret edilebiliyor. Böylesine önemli mekânla ilgili olarak bugüne kadar iki eser yayımlanmıştı. Sevgi Ağca’nın hazırladığı üçüncü eser Hırka-i Saadet, Has Oda’yı Kutsal Emanetler’in muhafaza edildiği bir mekân olmasının yanı sıra yönetim merkezi olarak ele alıyor.Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi’ni yani Has Oda’yı gezerken belki dikkatinizi çekmiştir, köşede siyah kapağı bulunan bir kuyu yer alır. Osmanlı döneminde Hırka-i Saadet temizlendikçe bir saygı ifadesi olarak odadan çıkan tozlar, bu kuyuya dökülürmüş (Altta, sağdaki küçük fotoğraf). Has Oda’nın temizliği zaten başlı başına bir tören. ‘Pars temizliği’ diye özel bir adı dahi bulunuyor. Padişahlar, her yıl Ramazan ayının 12 ile 14’ü arasında kendilerinin nezaretinde yapılan bu temizliğe katılmayı şeref addederlermiş. Çünkü burası sarayın, tozlarının bile emanet kabul edildiği önemli bir mekân. Peygamber Efendimiz’e (sas) ait kutsal emanetler Hırka-i Saadet Dairesi’nde muhafaza ediliyor.Hırka-i Saadet Dairesi’ne adını veren, bizzat Peygamberimiz’den intikal eden mübarek Hırka-i Şerif’i, Uhud Savaşı’nda kırılan dişinin bir bölümü, Sakal-ı Şerif’i, saçları, ayak izi, nal-ı saadet adı verilen sandaleti, su içtiği tası, kılıcı, yayı ve mührünün burada yer alması önemini anlamak, anlatmak ve sahip çıkmak için yeterli.Hırka-i Saadet Dairesi ile ilgili bugüne kadar üç eser yayımlandı. İlki 1953’te müzenin ilk müdürü Tahsin Öz’ün hazırladığı, siyah beyaz fotoğraflarda oluşan 80 sayfalık bir eserdi. 2004 yılına kadar, aradan geçen 51 yılda maalesef sadece Osmanlı padişahları ve Mukaddes Emanetler bölümü sorumlularının görebildiği bu kıymetli eserlerle ilgili bir çalışma yapılmamıştı. 2004’te Topkapı Sarayı eski müdürlerinden Hilmi Aydın, ‘Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler’ (Kaynak Yayınları) adıyla geniş ve kapsamlı ilk çalışmayı hazırlamıştı. Hırka-i Saadet Dairesi’nde, sayısı 605 olarak tespit edilen Mukaddes Emanetler’in tek tek fotoğrafları ilk kez bu çalışma sırasında çekilmiş ve kitapta bir araya getirilmişti. Aydın’ın on yılda hazırladığı eser, 2005’te Avusturya’da düzenlenen, 35 ülkeden altı bin kitabın değerlendirildiği yarışmada en iyi ikinci kitap ödülü aldı.Hırka-i Saadet Dairesi ile ilgili üçüncü eseri ise geçtiğimiz günlerde Korpus Kültür Sanat Yayıncılık yayımladı. Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler sorumlusu Sevgi Ağca’nın “Hırka-i Saadet” adıyla yayına hazırladığı kitabın diğerlerinden farkı, Has Oda olarak da adlandırılan Hırka-i Saadet’i Mukaddes Emanetler’in yer aldığı ve korunduğu bir mekân olmasının yanı sıra sarayın idari bir bölümü ve diğer bölümlerle olan ilişkisiyle birlikte ele alması.‘Bir teşkilat olarak Hırka-i Saadet’in işlevleri nelerdir? Osmanlı payitahtında inanç ve törenler nasıl yapılırdı, Has Odalılar kimlerdi ve Has Oda Teşkilatı neden önemliydi?’ gibi soruların cevaplarını bol fotoğraflar eşliğinde sunulan kitabın bu bölümlerinde bulabiliyoruz.Padişahlar, tahta ilk olarak Has Oda’da oturmuş, ilk biat merasimini Hırka-i Saadet Odası’nda yapmış ve ardından yapılan cülüs merasimine bu kutsal odadan çıkıp katılmış, yıllar içinde resmi saltanat törenlerinden biri haline gelen Hırka-i Saadet Resmi Âlisi de Hırka-i Saadet Dairesi’nde yapılmaya devam etmiş.Taht ile teneşir arasındaki mesafeKitapta, 9 bölümden oluşan Hırka-i Saadet Dairesi’nin bir planı da yer alıyor. Şadırvanlı Sofa ile başlayan daire Şadırvanlı Sofa II. Bölüm, Has Oda Koğuşu/Destimal Odası, Has Oda/Hırka-i Saadet Odası, Arzhâne, Silahdar Ağa Hazinesi I. Bölüm/Hafız Odası, Silahdar Ağa Hazinesi II. Bölüm, Mermer Dibek ve Musalla Taşı adı verilen bölümlere ayrılıyor.Has Oda’nın Osmanlı yönetiminde önemi büyük, fakat bize göre en etkileyici bölümü, sadece padişahların ve şehzadelerin tabutlarının yerleştirildiği mermer musalla taşı. Padişahlar nasıl ki bu odada tahta çıkıyorsa cenazeleri de aynı odadan törenle çıkarılıp defnediliyordu. Sevgi Ağca, bir padişah vefat edip diğeri tahta çıkarken yapılan ibretlik geleneği bugün de ibret olsun diye kitaba not düşüyor: 1918 ‘de vefat eden Sultan V. Mehmed Reşat’ın naaşı, Has Oda çeşmesinde yıkandıktan sonra buraya konulur. Tahta çıkma merasimi için Topkapı Sarayı’na gelen VI. Mehmed Vahideddin Bağdat Köşkü’nde dinlendikten sonra Babüssaade’ye cülüs töreni için geçerken Sultan Reşad’ın naaşı önünde durup Fatiha okur, ardından da kendisini tahta çıkaran talihin bir diğerini mezara götürmesini “Taht ile teneşir arasındaki mesafe çok kısa” veciz cümlesiyle dile getirir.
↧
Antakya Medeniyetler Korosu barış temalı klipte rol aldı
Antakya Medeniyetler Korosu, Ortadoğu ülkelerindeki iç savaşın sona ermesine yönelik hazırlanan klipte rol aldı.İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şansın Tüzün'ün barış için seslendirdiği son çalışması "I am going with my wings" parçasının klibini barış ve hoşgörü kenti Antakya'da çekildi. Yönetmen Mustafa Altıoklar tarafından çekilen klipte Şansın Tüzün'e eşlik eden Medeniyetler Korosu üyeleri Ortadoğu'da barışın sağlanabilmesi için bir anlamlı projeye daha dahil olmuş oldu.Antakya Medeniyetler Korosu Başkanı Yılmaz Özfırat dünyada barış için verdikleri konserlerin yanı sıra anlamlı projelerde yer aldıklarının altını çizerek, "Daha önce Müzisyen Demir Demirkan, etnik ve inançsal bütünleşmeyi anlatmak istediği 'Biriz' projesinde Sertab Erener, Aynur ve Ayşenur Kolivar ile birlikte yer almıştık. Söz konusu dünya barışı olduğunda her zaman destek vermeye hazırız. Şansın Tüzün'ü bu güzel çalışmasından dolayı kutluyor ve Ortadoğu'da barış için katkısı olmasını ümit ediyoruz." dediYönetmen Mustafa Altıoklar ise Şansın Tüzün'ün bestesi için kamera arkasına geçtiğini ifade ederek, "Doktor hanım benim hekimlikten de meslektaşım olan değerli bir arkadaşımdır. Çok güzel ve farklı bir sesi var. Yapmış olduğu bu güzel bestenin klibini tamda olması gereken yerde, Antakya da çekiyoruz. Umarım bu şarkı ile beraber başka bir çok enerjinin bir araya gelmesi ile dünya barışına bir katkısı olur." dedi.Yaptığı beste ile barışa katkı koymayı hedeflediğini kaydeden sanatçı Şansın Tüzün ise şöyle konuştu: "Şarkımız Ortadoğu'da barışla ilgili üç dinin birleşme temalarını anlatmak için yola çıktığımız bir proje ve bu güzel çalışmamızla dünya barışına katkımız olacağını ümit ediyorum. Klibimizde de her yerde dünya barışı için mesajlar veren medeniyetler korosu ile bir araya geldik. Bu yaptığımız tamamen gönüllü bir iş ve Antakya medeniyetler korosu ile kendimi özdeşleştirdim ve amatör bir ruhla çok güzel bir çalışma ortaya çıkaracağımıza inanıyorum. Benimde memleketim olan ve tüm dünyaya örnek olan medeniyetler şehri Antakya'da klibimizi çekmeye karar verdik. St Simon manastırı ve Antakya'nın değişik mekanlarında çekimlerimiz devam edecek".(CİHAN)
↧
‘Türkiye’nin Çarşıları’ fotoğraflanıyor
Sanalpazar.com ve İFSAK işbirliğinde düzenlenen “Türkiye’nin Çarşıları” temalı fotoğraf yarışmasına başvurular 4 Ekim’e kadar devam ediyor.Sonuçları 15 Ekim tarihinde açıklanacak olan yarışma sayesinde, Türkiye’nin dört bir yanındaki tarihi çarşıların yepyeni bir gözle fotoğraflanmasının yanı sıra ülkedeki geleneksel ticarete dair görsel bir bellek oluşturulması amaçlanıyor. Yarışma sonucunda birinciye 5 bin, ikinciye 4 bin, üçüncüye 3 bin TL ödül verilecek.
↧
Renkler, Roma’dan sesleniyor
Roma, önümüzdeki hafta Vatikan Büyükelçiliği himayesinde ebru sanatçısı İlkay Şamlı’nın “Renklerin Seslenişi” isimli ebru sergisine ev sahipliği yapacak.Kahramanmaraş Belediyesi, Üsküdar Belediyesi ve Türk Hava Yolları sponsorluğunda, 10 Eylül-1 Ekim 2013 tarihleri arasında L’Ufficio Cultura e Informazioni’de açılacak sergide Şamlı, Arap alfabesini oluşturan 28 harfi, İbn Arabi’den aldığı ilhamla, çeşitli ebru teknikleri ve tasavvufi sembollerle sunuyor. Vatikan’da daha önce Vatikan Büyükelçisi Prof. Dr. Kenan Gürsoy öncülüğünde hat, tezhip, kalemişi sergileri açılmış, klasik Türk musikisini tanıtan konserler verilmişti.
↧
↧
Altın Koza’yı ‘dört yapraklı yonca’ açacak
20. Altın Koza Film Festivali’nin, 16 Eylül Pazartesi akşamı yapılacak açılış törenine, sinemamızın ‘dört yapraklı yonca’sı olarak kabul edilen Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın katılacak.Merkez Park Amfi Tiyatro’da saat 20.30’da gerçekleştirilecek programda Göksel de eski Türk filmleri müziklerinden seçtiği repertuarla sahneye çıkacak. 22 Eylül’e kadar devam edecek festivalde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması’nın yanı sıra Türkiye prömiyerlerini yapacak filmler ile atölyeler ve sergiler sanatseverlerle buluşacak.
↧
Osmanlı’nın son dönemi beyazperdede
Balkanların ilk sinemacıları Yanaki ve Milton Manaki Kardeşler’in restore edilen belgesel niteliği taşıyan filmlerinin tamamı Türkiye’de ilk kez Altın Portakal’da gösterilecek.Manaki Kardeşler’in 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk döneminde yapımını üstlendiği filmler, Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle düzenlenen 50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali içinde yer alan ‘Pelikülün İzinde’ programı kapsamında sinemaseverlerle buluşturulacak. Makedon besteciler Blogaj Maratov ve Bojan Maratov tarafından Manaki Kardeşler’in restore yapıtları için hazırlanan bestenin de çalınacağı müzik performansı eşliğinde yapılacak gösterimler, Makedonya Sinematek’inin katkıları ve Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) işbirliğiyle gerçekleştirilecek. Pelikülün İzinde programı 6-7 Ekim günlerinde AKM Perge Salonu’nda gerçekleştirilecek. “Fotoğraf makinesi ve film kamerasının sihirbazları” Manaki Kardeşler, 7 Ekim günü tüm gün devam edecek özel bir sergi ve Makedonya Sinematek’inden Igor Stardelov’un katılacağı bir söyleşi programıyla anılacak.Manaki Kardeşler’in filmlerinde Osmanlı Devleti’nin son dönemine dair önemli kareler yer alıyor. İkinci Meşrutiyet kutlamaları, Türk süvari, piyade ve topçularının geçit töreni, büyük bir Romanya heyetinin Makedonya ziyareti, Piskopos Emilianos’un Grevena’daki cenaze töreni, Osmanlı Padişahı V. Mehmed Reşat’ın Selanik ve Manastır ziyareti, Manaki Kardeşler’in İngiltere’den aldıkları ünlü ‘Camera 300’ ile çektiği bu filmlerde yer alan görüntülerden bazıları. Osmanlı’nın son dönemine ilişkin görsel belgeler anlamına da gelen, bazı sinema tarihçileri tarafından ‘Türk sinemasının ilk filmleri’ olarak kabul edilen bu filmler, özel bir müzik performansı eşliğinde perdeye yansıyacak. Pelikülün İzinde programı kapsamında ayrıca 79 fotoğraftan oluşan bir de sergi yer alıyor. Manaki Kardeşler’in objektifinden çıkan, Balkanlar’ın o günkü tarihsel panoramasına ışık tutan fotoğraflardan oluşan sergi festival süresince açık kalacak.
↧
Manzum romana dönüş
Türk ve dünya edebiyatında örnekleri bulunan manzum romana (verse novel) yeniden dönüş başladı. İngiltere’nin saygın edebiyat ödüllerinden Desmond Elliot İlk Roman Ödülü geçtiğimiz ay böyle bir romana verildi. Genç yazarların ve yayınevlerinin manzum romana dönüşünün sebepleri arasında Twitter yazarlığının etkisi gösteriliyor.İngiltere’nin saygın edebiyat ödüllerinden Desmond Elliot İlk Roman Ödülü’ne geçtiğimiz ay Ros Barber layık görüldü. Genç romancının kitabının en önemli özelliği kafiyesiz şiir şeklinde yazmış olmasıydı. Seçici kurul, Barber’ın eserini teknik ve kapsam açısından, roman türüne meraklılar için ufuk açıcı ve etkileyici bir biçim olduğunu gerekçe gösterdi. Bu eserlere Batı’da “verse novel”, bizde ise “manzum roman” başka bir deyişle ‘şiir biçiminde roman’ denilebilir. Son dönemlerde bu türde eserler üreten Ellen Hopkins, Toby Barlow ve Sonya Sones gibi Batılı yazarların sayısı artacak gibi görünüyor. Hatta Amerikalı Barnes and Norbel gibi bazı yayıncılar, ‘manzum roman’ başlığı altında dizi başlatarak bu tür eserleri ayrı bir tür olarak değerlendiriyor. Geleneksel tarzda yazılmış romanları okumaya meraklı okurların bu yeni türe alışması zor olsa da Amerika, İngiltere ve Avustralya’da manzum romanlar “yükselen” yayın türleri arasında.MANZUM ROMAN: ‘PROBLEMLİ BİR TÜR’Necmiye Alpay bu tür ‘aykırı’ metinleri “türlerarası (melez) yaratılar” olarak adlandırır ve bunların okurda ilk bakışta bir baş dönmesine yol açtığını söyler: “Ne de olsa biz okurlar, şiir, roman, tiyatro oyunu, deneme gibi geniş kalıplardan birine dökülmüş yapıtlara alışkınız. Bunlardan hiçbirine tam olarak denk düşmeyen metinler karşısında hâlâ bocalıyoruz.” Manzum romanın bir tür olarak edebiyat tarihinde tanımlanmış tam bir karşılığı yok. Bu kitapların şiir mi, roman mı olduğu tartışması bir yana manzum romanlar genel olarak problemli bir tür olarak değerlendiriliyor. Kimi eleştirmenler, okurların şiire olan ilgisini artırdığını ve biçim olarak (özellikle kafiyesiz yazılanların) rahat bir yazma eylemi sunduğunu düşünse de roman, şiir türünde yazılmaya başlandığı anda anlatıcının rolü gündeme geliyor. Başlıklar halinde ilerleyen bu tür kitaplarda bölümler genelde bir-iki sayfayı geçmiyor ve çoğu zaman herhangi bir kafiye kaygısı gütmüyor.Kimi eleştirmenler manzum romanın yeniden yükselişini, Twitter öykücülüğünün, şairliğinin gittikçe yaygınlaştığı bir dönemde kısalan cümleler, bir başka deyişle dijitalleşen kelimelerin varlığı/sorununa bağlıyor.Manzum romanın örnekleri aslında hem Doğu’da hem de Batı’da uzun bir geçmişe dayanıyor. Nihat Sami Banarlı ‘mesnevi’ adının, bir şekil ismi olduğunu, aslında bu eserlerin ‘manzum roman tarzı’ olarak değerlendirilebileceğini söyler ve Hüsrev ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Mantık’ul Tayr, Hüsnü Aşk gibi eserlerin bu türün en güzel örnekleri sayılabileceğini ifade eder. Mehmet Kaplan, Âkif’in Safahat’ını, Mustafa Miyasoğlu ise Asım’ı manzum roman olarak değerlendirir. Âkif’in yanı sıra Nâzım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları da özellikle Batı’daki çevirilerinde 17 bin satırlık ‘manzum roman’ olarak sunuluyor. Yine Nâzım Hikmet’in Dağların Havası da manzum roman şeklinde ele alınmakta.KILIK DEĞİŞTİREN ROMANManzum romanın en önemli örneklerinden biri kuşkusuz Puşkin’in, Eugene Onegin (1831) adlı romanıdır (Nabokov bu eseri İngilizceye aktarırken aynı şekilde şiir şeklinde çevirir). Puşkin, arkadaşına yazdığı bir mektupta bu eseri için bir roman değil ama şiir gibi bir roman tanımlaması yapar. Goethe’nin Hermann ile Dorothea (1797) adlı eserinin yanı sıra manzum roman Victoria döneminde de kimi yazarların sıklıkla başvurduğu bir biçimdi. Mesela Elizabeth Barrett Brownings 11 bin dizeden oluşan Aurora Leigh (1857) adlı bir roman yazar. Virginia Woolf’un Dalgalar adlı eseri de manzum roman kategorisine alınabilir. Mina Urgan, Dalgalar için “Woolf bu kitapla, o güne değin hiçbir başka romancının göze alamayacağı değişik şeyleri yapmak istediğini, bu romanın o güne değin yazılan hiçbir başka romana benzemeyeceğini biliyordu. (...) Çünkü Dalgalar, ‘hem düzyazıyla kaleme alınacak, hem de şiir olacaktı; hem roman olacaktı, hem de tiyatro oyunu.” der.Genç yazarların bu yeni arayışı şiirin imkânlarının romanda kendine yer bulması adına sevindirici. Görünen o ki, sınırların kaybolduğu bu çağda okurların romanın yeni kılıklarına hazırlıklı olması gerekiyor.
↧
Türk edebiyatı Çin'den sonra Rusya'da da tanıtılacak
Türkiye, önümüzdeki yıl Moskova’da düzenlenecek olan Moskova Uluslararası Kitap Fuarı’na onur konuğu olarak 1000 adet eserle katılacak.Moskova'da 4-9 Eylül tarihlerinde bu yıl 26'ncısı gerçekleştirilecek olan kitap fuarında Türk edebiyatı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Uluslararası Kitap Fuarları Türkiye Ulusal Organizasyon Komitesi tarafından hazırlanan ulusal stantla yerini alacak. Türkiye'den çeşitli yayınevlerine ait yaklaşık 900 eserin sergileneceği fuarda, Türk kültürü, sanatı ve edebiyatının tanıtımı için hazırlanan 2 bin 500 kitap ve katalog fuar ziyaretçilerine dağıtılacak.TEDA PROJESİ TANITIMI YAPILACAKDüzenlenecek olan fuarda ayrıca, Türkiye'nin son yıllarda yürüttüğü uluslararası kültür projelerinden biri olan TEDA Çeviri ve Yayın Destek Programı tanıtılacak ve projeyle Rusçaya çevrilen eserler sergilenecek. Yaprak Dökümü, Sessiz Ev, Damga, Kızılcık Dalları, Gazi Paşa, Çalıkuşu, El Kızı bunlardan bazıları.Öte yandan, Türkiye'den yayınevleri, dağıtımcılar, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından desteklenen telif ajansları ve diğer sektör temsilcileri, fuarda yabancı meslektaşlarıyla bir araya gelerek görüşmeler gerçekleştirecek.Çeşitli konferanslar ve özel etkinliklerin düzenleneceği fuar, 6 gün boyunca ziyarete açık olacak.(CİHAN)
↧
↧
Altın Portakal’ın kısaları belli oldu
4-11 Ekim arasında 50. kez düzenlenecek Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışacak kısa film ve belgeseller belli oldu.Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle düzenlenen festivale bu yıl 206 kısa film arasından 20, 99 belgesel film arasından 15 film yarışmaya hak kazandı. Festival yönetimi, belgesel ve kısa filmleri desteklemek için para ödüllerini artırdı. Geçtiğimiz yıl 15 bin TL olan ‘En İyi Belgesel Film’ ödülü 30 bin TL’ye, 10 bin TL olan ‘En İyi Kısa Film’ ödülü bu yıl 15 bin TL’ye yükseltildi. ‘En İyi İlk Belgesel’ seçilen filme ise 5 bin TL para ödülü verilecek. Kısa film yarışmasının jürisinde bu yıl 49. Altın Portakal’da en iyi yönetmen ve en iyi ilk film ödüllerini kazanan ‘Zerre’ filminin genç yönetmeni Erdem Tepegöz, film eleştirmeni Serdar Kökçeoğlu, kısa film dalında Altın Palmiye ödüllü yönetmen Rezan Yeşilbaş, oyuncu Esra Akkaya ve Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Zehra Yiğit yer alıyor.
↧
Nice yıllara İlim ve İrfan...
İsmiyle müsemma olan İlim ve İrfan dergisi ikinci yaşına bastı. Dergi, eylül sayısında ikinci yılına sürprizlerle başlıyor ve okurlarına her ay iki dergi sunuyor.Daha önce dergi içinde yer alan aile sayfaları artık Ailemiz eki olarak okura ulaşacak. Bu ayın dosya konusu ‘emanetlerin en güzellerinden’ olan çocukların terbiyesine dair. Çocuk terbiyesinin manevi, sosyal ve psikolojik yönlerinin ele alındığı dosyada, emir ve yargı dilinden kaçınılarak gönül dilinin merkeze alındığı bir eğitim anlayışı ve peygamberane yollar tüm incelikleriyle anlatılıyor. Ayrıca, Mehmet Çetin dostluğun temel ilkelerini, Doç. Dr. Selahattin Yıldırım hicret ve miraç ilişkisini, Sami Bayrakçı Cüneyd Bağdadi Hazretleri’nin günümüz insanına model olabilecek hususiyetlerini ele alıyor. (0212 694 98 98)
↧
Ahmet Hâşim, Venedik’te nasıl mahsur kaldı?
Derler ki; ‘insan şu dünyada kınadığını yaşamadan ölmezmiş’. Modern Türk şiirinin ustalarından Ahmet Hâşim’in 1924’te Paris’e doğru yola çıkışı böyle bir kınama hikâyesi ile başlıyor diyebiliriz.‘Paris’i Görmüş Zat’ başlığıyla 1920’de kaleme aldığı bir yazısında, Paris’e methiyeler dizen Yahya Kemal’e demediğini bırakmıyor Hâşim. Kader bu ya, dört yıl sonra Osmanlı Bankası’ndan aldığı ikramiyeyle kendisi de Paris’e gidiyor. Fakat yazar, çizer, ressam taifesinin hayran kaldığı şehir kendisini sukut-u hayale uğratsa da döndüğünde anılarını yazmaktan imtina ediyor. M.Selim Gökçe’nin ifadesiyle, “Hâşim’in Paris izlenimlerini yazmamasının nedenlerinden biri de , Paris’i Görmüş Zat yazısındaki eleştirinin kendisine de yöneltilmesinden duyduğu endişeyse de, biri de çok tatsız biten bu seyahati hatırlamak istememesidir.” Nasıl hatırlamak istesin ki! Hâşim’in bu seyahati oldukça meşakkatli bitmiş, Venedik’te parasızlık yüzünden mahsur kalmış, hatta Hotel Terminus’un ücretini bile ödeyemeyecek duruma düşmüş. Marsilya’dan kalkacak olan vapurla dönebilmek için arkadaşları Halil ve Hayri Bey’den mektup yazarak istediği 1.000 frangın banka havalesiyle gelmesini günlerce beklemiş… Mektuplardan birindeki şu cümleler, şairin yaşadığı endişenin büyüklüğünü gösteriyor: “Paranın havalesini geciktirmekle hayatımın en müthiş günlerini bana yaşattın. Benim için en müthiş felaketleri isteyenlerin arzusunu bilmeyerek yerine getirmiş oldun...” Bu bilgileri, Ahmet Hâşim’in daha önce yayınlanmamış üç mektubuna ve fotoğraflarına ulaşan Türk Edebiyatı dergisinin eylül sayısından öğreniyoruz. M.Selim Gökçe’nin “Ahmet Hâşim, Venedik’te nasıl mahsur kaldı?” adlı yazısında ayrıca Hâşim’in ünlü “Başım” şiirinin el yazısı haline de yer veriliyor. Mektupların dergiye ulaşması ve sahipleri de ayrıca bir hikâye konusu ki, bunu da meraklıları dergiden öğrenecektir... Türk Edebiyatı dergisinin ikinci kapak dosyasında ise geçen ay vefat eden şair ve yazarlara yer veriliyor. Yahya Kemal’in “Veda Gazeli”ndeki bir mısradan ilham alarak “Evvel Giden Ahbab” başlığıyla hazırlanan dosyada şair, deneme yazarı ve romancı Mustafa Miyasoğlu, sahaf Hilmi Merttürkmen, şair Ahmet Erhan, TRT yapımcısı, araştırmacı ve fotoğraf sanatçısı Servet Somuncuoğlu ve şair Sedat Umran’ı ehil kalemle ve yakın dostları anlatıyor.
↧