Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Edith Piaf’tan sonra Lady Macbeth olacak

$
0
0
Fransız sinemasının Oscar'lı yıldızı Marion Cotillard, Lady Macbeth rolünde oynayacak.Ünlü şarkıcı Edith Piaf’ı oynadığı 2007 yapımı ‘Kaldırım Serçesi / La Môme' filmiyle Oscar alan Cotillard, bu kez Shakespeare'in klasik eseri Macbeth'in yeni uyarlamasında yer alacak. Daha önce Natalie Portman'ın oynayacağı açıklanan filmin kadrosunda değişikliğe gidildi. Mayıs ayında yapılan açıklamada, Lady Macbeth rolünü ünlü oyuncu Natalie Portman'ın oynayacağı ifade edilmişti. Fakat filmin yapımcılarından Iain Canning, Nathalie Portman yerine Marion Cotillard’ın başrolde olacağını açıkladı. Çekimleri bu yılın sonunda başlayacak Macbeth'in diğer başrol oyuncusu ise Michael Fassbender. Filmin kamera arkasına ise 2011'de çektiği ‘Snowtown' filmiyle Cannes Film Festivali'nden ödülle dönen Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel geçecek.KÜLTÜR-SANAT

Arabalar’ın ‘yan sanayii’

$
0
0
Meraklısı bilir, otomotiv sektörünün yedek parça alanında, orijinal üretim olmayan parçalar için ‘yan sanayi’ ifadesi kullanılır. Bu parçalar aslı gibidir, fakat kalitesi düşüktür; dolayısıyla daha ucuza mal edilir.Haftanın animasyon filmi ‘Uçaklar/Planes’, işte böyle bir yan sanayi ürünü. Başka bir deyişle ‘Uçaklar’, Walt Disney’in 2006’da başladığı ve 2011 yılında devamını getirdiği Arabalar serisinin gökyüzüne uyarlanmış hali. Hikâye olarak da ana kurguda değişen bir şey yok. Üç boyutlu olarak gösterime giren animasyon film, hava yarışçısı olarak mücadele etme hayalleri kuran tek pervaneli, 680 beygir gücündeki kasaba uçağı Dusty’nin hikâyesini konu alıyor. ‘Pır pırlı’ Dusty’nin hava yarışları alanında dezavantajı çok olsa da hayalleri büyüktür. En başta, rakiplerinin tasarımı ve dayanıklılık gücü onunkinden kat kat fazladır. Donanma pilotu Skipper’a başvuran Dusty, ondan gerekli dersleri alır ve yarış parkurunun son şampiyonu Ripslinger’la boy ölçüşecek seviyeye gelir. Zorlu rakipleri arasında cesareti ve azmiyle öne çıkan Dusty’nin gayreti ‘aşağıda’ onu izleyenlere uçmak için ilham verir. ‘Uçaklar’, üç boyutun eğlenceli dünyasında çocuklu ailelere -teknik açıdan- iyi bir haftasonu seyirliği vaat ediyor fakat içerik açısından fazlasıyla militarist. İki filmlik ‘Arabalar’ serisindeki iyi adamlar-kötü adamlar mücadelesi çocuklar için fazla bir ‘yük’ getirmiyordu. Fakat Uçaklar’ın ağır askerî havası, küçük bünyeler için hazmı zor bir lokma olabilir. Bunun yanı sıra, başta değindiğimiz kalite sorunu var ki, filmin albenisini hepten yok ediyor. 120 milyon dolar bütçeli Arabalar ve 200 milyon dolar bütçeli Arabalar 2’nin yanında ‘Uçaklar’, 50 milyon dolar bütçesi ile ‘yan sanayi’ kanaatini güçlendiriyor. Elbette bütçe tek başına kriter değil, filmin esas sorunu, seyirciye hiçbir yenilik sunmaması; başka bir deyişle suyunun suyu olması.

Allah bir yastıkta kocatsın

$
0
0
İngiliz romantik komedilerinin son dönemde öne çıkan fimlerinin yapımcıları benzer bir öykü ile karşımızda.2003 yapımı ‘Aşk Her Yerde / Love Actually’yi anımsatan filmde, Nat ve Josh çiftinin evliliğinin iniş çıkışları anlatılıyor.Tanışmalarından kısa bir süre sonra evlenen Nat ve Josh’un evliliğinde ‘cicim ayları’ bitmiş, pembe bulutlar dağılmıştır.Evlilikte ilk yılları dolarken iyice gün yüzüne çıkan sorunlar, çifti birbirinden uzaklaştırır. Nat ve Jones, her şeye rağmen evliliklerini sürdürmeye kararlıdır.

Büyümek bir ömür sürer

$
0
0
‘Adam Sandler komedisi’ diye bir tür var. Aile komedisine yakın ama gençlere göz kırpan, kadın izleyicinin hassasiyetlerini gözeten, fakat ergenlerin vazgeçemediği tuvalet komedisine de yabancı kalmayan bir ‘tür’!İlki 2010’da çekilen ‘Büyükler 2’de Lenny ve Roxanne çocuklarıyla birlikte ailelerinin eski evine taşınarak sakin bir hayata kavuşmayı planlar.Çocuklukları aynı kasabada geçen ve ardından yolları ayrılan arkadaş grubu, yıllar sonra buraya geri dönerek yeniden bir araya gelir ve çocuklarıyla zorlu bir dönemden geçer.

Şeytan bunun neresinde?

$
0
0
Kökeni bir hayli eskilere dayanan ‘şeytan tohumu’ teması, bu kez Danimarkalı yönetmen Ole Bornedal’ın bakışıyla beyazperdeye geliyor.Filmde, yakın zamanda eşi Stephanie’den ayrılan Clyde’ın yaşadığı gerilim dolu olaylar anlatılıyor.Clyde ve küçük kızı Em, komşularından birinin eşyaları satışa çıkınca göz atmak için oraya gider.Üzerinde gizemli yazılar bulunan bir ahşap kutuyu almakta sakınca görmeyen baba-kız, kutunun evlerine gelmesiyle başlayan esrarengiz olayların hedefi olur.

Dün dağlarda dolaştım evde yoktum

$
0
0
Amerikan bağımsız sinemasının hamisi Robert Redford, ABD tarihinin kıyıda köşede kalmış parçalarını beyazperdeye taşımaya devam ediyor. Usta oyuncu ve yönetmen, bir önceki filmi ‘Suikast’te (The Conspirator), Abraham Lincoln suikastı sonrası kurulan mahkeme vesilesiyle ülkesinin tarihindeki bir hukuki kırılmayı anlatmıştı. Redford, bu kez 1970’lerden bir ‘gizli örgüt’ dosyası bırakıyor kucağımıza.Neil Gordon’ın aynı adlı romanından uyarlanan ‘Geçmişin Sırları / The Company You Keep’, 1960’ların sonunda Vietnam Savaşı karşıtı gösterilerde aktif rol alan bir yeraltı örgütünün yıllar sonra deşifre olma öyküsünü anlatıyor.Yaklaşık 40 yıl önce Weather Underground adlı Vietnam Savaşı karşıtı militan grubun aktif bir üyesi olan Nick Sloan, şimdilerde Jim Grant adıyla avukatlık yapmaktadır. Cinayet ve soygun suçlamasıyla FBI tarafından yıllarca aranan Grant, sürekli kimlik değiştirerek saklanmayı başarır. Ancak aynı grubun üyesi, iki çocuk annesi Sharon’ın beklenmedik bir şekilde FBI’a teslim olmasıyla örgütün diğer üyeleri için işler sarpa sarar. Olayların göbeğinde FBI kadar, yerel bir gazetenin acar muhabiri Ben Shepard da yer almaktadır. Köşeye sıkışan Jim Grant, yıllardır başarıyla gizlendiği FBI’dan kurtulmak için eski yöntemleri ve dostlarını kullanarak kaçmaya başlar.SENİN HİKÂYEN NE?‘Geçmişin Sırları’nın esas meselesi 70’ler kuşağının (68 de diyebiliriz) şimdilerde yaşadığı iç hesaplaşmadan ziyade, yeni nesle sorulan “Senin hikâyen ne?” sorusu. Esasında bu topraklarda da sıklıkla karşılaştığımız bir durum. Her nesil, üzerine düşen hesaplaşmayı yapmadan yeni nesillere kendi gençliklerini, heyecanlarını, ideallerini, başka bir deyişle ‘görev ve yükümlülüklerini’ miras bırakma derdinde. Haliyle bu da, toplumsal olarak ‘yüzleşememe’ sorunu şeklinde karşımıza çıkıyor. Savaşı protesto etmek için giriştikleri bir banka soygunu ve cinayet nedeniyle aranan Weather Underground örgütünün üyelerinin yıllar sonraki hesaplaşmasında da bunu görüyoruz. Kimisi elde ettiği konumu koruma derdinde, kimisi bedel ödemeye yanaşmıyor. FBI’a itirafta bulunarak çözülme sürecini başlatan Sharon (Susan Sarandon) ise ‘yine olsa yine yaparım’ diyor. Malum, Susan Sarandon, Gezi Olayları vesilesiyle Türkiye gündeminde bir süre yer etmişti. Oscar’lı oyuncu, 25 Haziran’da eylemlere destek çağrısı yapmış, sonrasında ise Times’taki meşhur ilanın altına imza atmıştı. Bu filmdeki karakteriyle ‘pişman olmadığını’ bir kez daha vurguluyor! Oyunculuk açısından filmin Robert Redford, Susan Sarandon, Nick Nolte, Julie Christie, Richard Jenkins ve Sam Elliott’tan oluşan eski toprakları hayli sağlam. Fakat ‘yeni nesli’ temsil eden Shia LaBeouf için bunu söylemek zor. Transformers’ın setlerinde gezinen LaBeouf ile bu filmdeki ‘acar muhabir’ arasında kompozisyon olarak pek bir fark yok. Ne var ki, filmin meselesinin muhatabı da o. Eski topraklar, “Biz hata yapmış olabiliriz, ama hiç olmazsa hayata, devlete, dünyaya karşı bir duruşumuz vardı. Sizin neslin hikâyesi nedir?” diyor. Soru kışkırtıcı, fakat günümüz neslinin vereceği cevabı tahmin etmek zor değil: “Tweetlerime bakabilirsin!”

Celil Oker, Avrupa Polisiye Kurgu Ödülü’ne jüri seçildi

$
0
0
“Polisiye Kurgu” alanında Avrupa’nın en büyük uluslararası etkinliği olan “Mord am Hellweg Festivali” kapsamında verilen “Avrupa Polisiye Kurgu Ödülü” için Türk polisiye edebiyatının usta kalemi Celil Oker, jüri üyesi olarak seçildi.Avrupa’da polisiye ve gerilim türünün önemine dikkat çekmek amacıyla 2002 yılından beri iki yılda bir düzenlenen festival, ulusal ve uluslararası katılımcıları ile dünyanın en büyük edebiyat olaylarından biri olarak görülüyor. 2014 sonbaharında yedincisi düzenlenecek festivalde bugüne kadar Fred Vargas, Henning Mankell ve Håkan Nesser gibi önemli isimlere ödül verildi.

Spike Lee, yeni filmi için 1,4 milyon dolar bağış topladı

$
0
0
Bağımsız sinemacılar, filmlerine destek bulmak için her geçen gün farklı yollar deniyor.İnternet üzerinden bağış toplanan siteler de bunlardan biri. Öyle ki, iki kez Oscar’a aday olmuş, Hollywood’un ünlü yönetmeni Spike Lee bile ‘bu yollardan geçiyor’! Lee, yeni filmi için Kickstarter.com internet sitesi üzerinden 1,4 milyon dolar bağış topladı. Lee, yeni filmi için yapılacak yüksek bağışlar karşılığında ‘ödül’ olarak NBA takımlarından New York Nicks’in maçlarına ‘saha kenarından’ bilet vereceğini açıklamıştı. Anlaşılan bu açıklamalar etkili olmuş ki geçtiğimiz çarşamba günü öğleden sonra sona eren ve bir ay devam eden kampanyaya 6 bin 500 kişi bağışta bulundu. Spike Lee’nin topladığı 1,4 milyon dolar dikkat çekici bir rakam olsa da, daha yüksekleri de var. Kickstarter.com internet sitesi üzerinden yapılan bağışlarda, Veronica Mars adlı film projesi ilk sırada. ABD’de yayımlanan televizyon dizisi Veronica Mars, yayından kaldırılınca, dizinin hayranları film projesi için harekete geçerek 5.7 milyon dolar destek topladı. ‘Kitlesel fonlama’ (Crowdfunding) platformları, kitap, film, oyun ya da herhangi bir teknolojik aygıt üretmek için projesi olan fakat yeterli imkanı olmayan insanlar ile tüketiciyi doğrudan iletişime geçiriyor. Bu platformların en ünlüsü Kickstarter, 2009’da Perry Chen, Yansey Strickler ve Charles Adler tarafından kuruldu ve şimdiye kadar yaklaşık 44 bin projeye 693 milyon dolar yardım topladı. Indiegogo internet sitesi de en çok tercih edilenlerden. Hüseyin Karabey, son filmi ‘Sesime Gel’ için Indiegogo üzerinden 18 bin dolar bağış toplamıştı. Atıl İnanç ise ‘Daire’ filmi için şu ana kadar bin 800 dolar rakamına ulaştı. Kickstarter'a Türkiye'den ilk başvuru yapan Monochroma adlı oyun projesi ise 80 bin dolara ulaşmıştı.

Her kesimi kucaklayan bir repertuar yaptık

$
0
0
Geçtiğimiz sezonu kapanma söylentileriyle tamamlayan Devlet Tiyatroları’nın Genel Müdürü Mustafa Kurt, yeni sezon için iddialı konuşuyor.Bugüne kadar tiyatro ile hiç tanışmayan bir kesimin bulunduğunu ifade eden Kurt, yeni sezondaki oyunlarla, Devlet Tiyatroları’nın kapılarını bu kesime açacağına inandığını ifade ediyor. Kurt, bugüne kadar bu kesime ulaşılamamasının sorumlusu olarak da kendilerini, yani sanatçıları görüyor. Tiyatro biletlerinin arkasında yetişkin oyunlarının ‘10 yaş üstü herkes tarafından izlenebileceği’nin yazıldığını hatırlatan Kurt, bugüne kadar oynanan oyunların 10 yaşındaki çocuklar için çok da uygun olmadığını ifade ediyor. Bundan sonraki süreçte, biletlerde belirtildiği gibi çocukların aileleri ile rahatlıkla oyun izleyebileceklerini söylüyor.HERKES TİYATROYA GELECEK DT’nin yeni Genel Müdürü Mustafa Kurt, tiyatro severlerin veya tiyatroyla yeni tanışacakların, yeni sezonda nasıl bir repertuarla karşılaşacağını anlattı. Ekim ayı başında perdelerini açacak olan Devlet Tiyatroları’nın oyun sayısı sezonun ilk yarısı için 100’ü bulacak. Bu oyunların büyük bölümünü yerli ve prömiyer yapacak oyunlar oluşturuyor. “Bu seneki repertuar, insana ve aileye odaklı.” diyen Kurt, belirledikleri repertuarın her kesimi kucaklayan bir içeriğe sahip olduğunu anlatıyor: “Ülkemizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğine, barışa odaklı bir repertuar yaptık. Herkesi kucaklayan, her kesimi kucaklayan bir repertuar yaptık. Bundan da kastımız şu; tarihi oyunlar, dönem oyunları, klasik eserler var. Biz sadece DT’nin sezonunu değil tüm Türkiye’nin sezonunu açıyoruz. Tüm Türkiye’ye hitap eden bir repertuar yaptık çünkü biz belki ilk defa tiyatroya gelecek seyircileri de düşünerek oyunları seçtik. Onların da anlayabileceği oyunlar seçtik, buna örnek olarak Necati Cumalı’nın ‘Nalınlar’ oyununu verebiliriz. Ergun Uçucu’nun ‘Kiraz ile Mestan’ oyununu örnek verebiliriz. Yıllardır ihmal edilmiş yazarlarımız var; bir türlü sahneye çıkmayan, Necip Fazıl gibi. Onun ‘Para’ oyununu ilk kez oynayacağız. 40 yıl önce DT’ye verilmiş, repertuarda duran bir oyundu.”TARİHİ OYUNLAR AĞIRLIKTAMustafa Kurt, bu sezon Turan Oflazoğlu’nun ‘Kösem Sultan’ oyununu zengin bir kadro ile sahneleyecekleri bilgisini vererek, geçtiğimiz yıllarda eksikliği dile getirilen tarihi oyunlara ağırlık verdiklerini ifade ediyor: “Bu sezon yerli oyunlara ilgi gösterdik ve tarihi oyunlara daha çok yer verdik. Tarihimizle daha fazla iç içe olalım istiyoruz. Ben tarihi oyunların ihmal edildiğini düşünüyorum, onları gün yüzüne çıkartmak istiyoruz. Çünkü her oyunu on yılda bir yenilemek lazım, bir çocuğun hiçbir tarihi oyun izlemeden büyümesini istemiyoruz. Tarihi oyun yazarı da az. Biz mümkün olduğunca önümüzdeki dönemlerde de tarihi oyunlara daha fazla yer vereceğiz. Zengin bir repertuar hazırladık. Repertuarı hazırlarken şuna dikkat ettik, bu sezon 10 yaşından büyük çocuklarımız yetişkin oyunlarını rahatlıkla izlesin istiyoruz.” Tiyatroya gitmeyen büyük bir kesimin olduğunu belirten Kurt, bu durumun tiyatrocuların suçu olduğunu kabul ediyor: “Tiyatrodan haberdar olmayan, tiyatroya gitmeyen bir kesim varsa bu bizim suçumuz, çünkü gitmemiz lazım. Seyircinin ayağına kadar gideceğiz. Biz repertuara çalışırken, tiyatroya hiç gelmemiş seyirci için de oyunlar seçtik. Tiyatrodan haberdar olmayana gitmemiz lazım. Yeni dönem için bunu da hedefledik. Turnelere devam edeceğiz. Gidilmeyen yerlere gideceğiz. DT, 23 bölgede 56 sahnede çalışıyor. Onun dışında kalan tüm illere de turne yapacağız.”‘MUHAFAZAKAR TİYATRO EleştiriLERİ haksız’Mustafa Kurt, yeni sezonda özellikle ‘muhafazakar yazarlara yer verildiği’ eleştirileri için de şöyle diyor: “Çok zengin bir repertuar var, herkes var. Tarık Buğra, Yaşar Kemal, Murathan Mungan, Refik Halit Karay da var. Herkesi kucaklayan bir anlayışa sahibiz. Bizim hassasiyetlerimiz var, toplumun da hassasiyetleri var; bunları gözettik.” DT yeni dönemde yeni projeleri hayata geçiriyor. Bursa’da Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali, Ankara’da Shakespeare ve Çehov Haftaları, Kazan’da Dede Korkut’un hikayelerinden oluşan oyun haftası düzenlenecek. Ayrıca Türk tiyatrosuna yeni yazarlar ve yeni oyunlar kazandırmayı hedefleyen oyun yazma yarışması düzenlenecek. Yarışmanın ilki “1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu” ana başlığını taşıyacak. İlk üçe giren oyunlar ise gelecek sezonlarda sahnelenecek.

Ayas, 22 Kasım’da vizyona giriyor

$
0
0
Türk sineması animasyon alanında her geçen gün mesafe kat etmeye devam ediyor.İki yıl önce gösterime giren Allah’ın Sadık Kulu: Barla’dan sonra bu alanda yeni yapımlar vizyon için gün sayıyor. Bunlardan biri olan ‘Ayas’, bir çocuk kahramanı seyirciyle buluşturacak. Çok sevilen çizgi dizi Pepee’nin ardındaki Düşyeri ekibinin, BKM Film ile birlikte gerçekleştirdiği ‘Ayas’, 22 Kasım’da çocuklarla tanışacak. 6 yaşındaki Ayas’ın yaşadıklarını anlatacak animasyon film, 75 kişilik bir ekibin üç yıllık emeği ile ortaya çıktı. Filme adını veren başkarakteri kadar müzikleri ile de izleyiciye ulaşmayı amaçlayan Ayas’ın vizyon haftasında çocuklara özel bazı sürprizler de olacak.

Mısır’dan Türk filmine veto

$
0
0
Sinema festivalleri içinde önemli bir yeri olan ve eylül ayında 29. kez düzenlenecek İskenderiye Film Festivali başlamadan bir ‘kriz’ haberi geldi.Reis Çelik’in yazıp yönettiği ‘Lal Gece’ filmi, önce festival komitesi tarafından yarışma bölümüne alındı. Ardından da Türkiye hükümetinin Mısır olaylarına bakışı gerekçe gösterilerek filmin festival programından çıkarıldığı açıklandı. Uluslararası festivallerde 35 ödül alan Lal Gece, 7 Ağustos’ta festival başkanı ve sekreteryası tarafından gönderilen bir yazıyla 29. İskenderiye Film Festivali ana yarışma bölümüne seçilmişti. Filmin Arapça ve İngilizce altyazı kopyası hazırlanıp gönderileceği gün festival koordinatörü Jihan Abdel Latif tarafından gönderilen mailde ‘Türkiye-Mısır arasındaki siyasi gerginlik nedeniyle filminizi yarışma bölümünden ve festival programından çıkardığımızı üzülerek belirtiriz. Bizi anlayışla karşılayacağınızı umarız.’ denildi.

Bir hâsılat toplayıcı olarak süper kahraman filmleri

$
0
0
Yeni Batman filminde başrolün Ben Affleck’e verilmesinin yankıları sürüyor. Bu durum, süper kahraman filmlerinin yapım şirketleri için yüksek ve ‘garantili’ gelir kapısı olduğu gerçeğini ise değiştirmiyor.Yeni Superman filmi ‘Man of Steel’in devamında Batman ve Superman’in karşı karşıya geleceği bir süredir konuşuluyordu. Önceki gün Warner Bros bu projede Batman rolünün ‘Operasyon: Argo’ ile en iyi film Oscar’ı alan Ben Affleck’e verileceğini açıkladı. Kariyerindeki kötü gidişin ardından tekrar yükselişe geçen Ben Affleck’in Batman olması Twitter ve bloglarda en çok konuşulan konu oldu. İlk yorumlar Affleck’in “kötü oyuncu, iyi yönetmen” olduğu noktasında ağırlık kazansa da, onun Batman’e derinlik katacağını düşünenler de var. Sosyal medya araştırma şirketi Fizziology’e göre, bu konuda atılan tweet’lerin yüzde 71’i olumsuz yönde. Anketlerde de Affleck’in iyi bir Batman olamayacağı fikri öne çıkıyor. Ancak, 2000’li yıllarda süper kahraman filmlerinden yüksek gelir elde eden yapım şirketleri için bu karar, ticarî açıdan kârlı görünüyor. 2000’li yılların başında X-Men ve Örümcek Adam serileriyle dünya pazarına yeniden açılan Hollywood’un süper kahraman filmleri, topladığı hasılatla dikkatleri çekti. 2000’de Bryan Singer’ın yönettiği X-Men, bütçesinin üç katı gelir elde ederken, 2002’de Sam Raimi’ye çektirilen Örümcek Adam, dünya çapında 1 milyar dolara yaklaşan hasılatıyla stüdyoların iştahını kabarttı. 2004’te Warner Bros., Batman serisini canlandırmayı tercih etti. O sırada Memento filmiyle çıkış yapan Christopher Nolan’a emanet edilen yeni Batman, ilk filmde beklenen patlamayı yapamasa da, Kara Şövalye ve Kara Şövalye Yükseliyor adımlarında dünya çapında 1 milyar dolar barajını aştı. Öyle ki, süper kahraman filmlerinin en kötüleri bile gişeden kârlı çıkmayı başarıyordu. Nihayet 2012’de süper kahramanları bir araya toplayan Marvel’in Avengers filmi, dünya çapında 1,5 milyar dolarlık hasılata ulaştı. Superman’in yeni sürümü ‘Man of Steel’, henüz gişede hedeflenen patlamayı yapamadı. Ancak Ben Affleck gibi Oscar’lı bir ismin Batman rolünü alması, serinin 2015’te gösterime girmesi planlanan filmi için beklentileri yükseltti. Bu filmler, bir yandan Hollywood’a yeni yüzler ve yönetmenler kazandırırken, diğer yandan birçok oyuncunun kariyerini canlandırmaya yaradı. Robert Downey Jr., Demir Adam (Iron Man) serisiyle beyazperdeye geldiğinde, artık dünyada en çok tanınan Amerikalı aktörlerden biriydi. 2003’te Daredevil filminde kötü bir peformans sergileyen Ben Affleck’in, yeni Batman için yanlış tercih olduğunu savunanlara karşı geliştirilen argümanlar da bunu öne sürüyor. Christian Bale, Batman olmadan önce bu kadar büyük bir yapımda yer almamıştı. Aynı şekilde, daha önce Batman’i canlandıran Michael Keaton, kariyerindeki en büyük sıçramayı bu filmler sayesinde yapmış, rolü bırakınca Hollywood’un ıssızlığına gömülmüştü. Çizgi roman dünyasının iki boyutlu kahramanları beyazperdeye taşınınca, ABD’li film stüdyoları garanti kazanç kapılarını bulmuş oldu bir bakıma. Öyle ki, bu yapımlarda film başına hayli yüksek ücretler talep eden Hollywood yıldızlarını yan rollerde oynatmaktan çekinmiyor. Çünkü ne kadar fazla tanınmış yüz varsa, filmin hâsılatı o kadar artıyor. 2000’lerin süper kahraman filmlerini sadece “para kaynağı” olarak nitelendirmek elbette doğru değil. Özellikle Christopher Nolan’ın yönettiği Batman üçlemesi, bu filmlere derinlikli ve karanlık hikâyeler de eklenebileceğini gösterdi. Birçok eleştirmen, bu filmlerin görsel efekt teknolojisine katkısını alkışlıyor. Ancak bu durumun bir rahatsızlık uyandırdığı da aşikâr. ‘Man of Steel’ vizyona girdiğinde ünlü yönetmen Steven Soderbergh, bu tür filmlerin sektörün maddi imkânlarını sömürerek diğer filmlere alan bırakmadığından yakınıyordu sözgelimi. Bazı eleştirmenler ise bu filmlerin ABD’nin süper-güç söylemini güçlendirmek ve meşrulaştırmaktan öteye gitmediği görüşünde birleşiyor.

Klasikler yeniden çevriliyor

$
0
0
Kitap okumayı sevenler için dünya klasiklerinin ayrı bir yeri vardır. Kimi okur sıkıcı bulur, kimisi okumaya bu kitaplarla başlar…Öyle ki sadece klasik roman tercih eden okurlar bile vardır. Fakat Türkiye’de birkaç öncü yayınevi dışında pek de iç açıcı değil dünya klasiklerinin durumu. Yayıncılığı, sadece dünya klasiği kitaplar yayımlamaya indirgeyen yayınevlerinin olduğu bir ortamda, ortaya çıkan eserler de pek kaliteli olmuyor. En güzel örneği Victor Hugo’nun Sefiller romanı. Bu romanı iki yüz-üç yüz sayfalık kırpılmış çevirilerden (ne kadar çeviri denirse) okuyup, sonra kitabın aslının beş cilt olduğunu öğrendiği zaman şaşıranların sayısı hiç de az değildir. Dünya klasiklerinin başına gelenler sadece “kırpma” değil elbette. Bir de kötü bir Türkçe yapılan kötü çeviriler var. Timaş Yayınları’nın markası Antik Kitap da, yayımladığı dünya klasiklerinin çevirisi ve dili nedeniyle eleştiriler alıyordu. Yayınevi bir karar alarak, hem Timaş ve hem de Antik Kitap yayınlarından okura sunduğu dünya klasiklerini, yeni çevirilerle yayımlamaya başladı.Timaş Yayınları’nın ‘Dünya Edebiyatı’ dizisinden çıkan kitaplardan ilki Türkçeye Kemal Atakay’ın çevirisiyle kazandırılan Anne Michaels’ın Bölük Pörçük Yaşamlar adlı romanı. Yeni bir çeviriyle Türkçeye kazandırılan ve Timaş’tan ilk kez okura sunulan bir diğer roman ise Tolstoy’un meşhur romanı Anna Karenina. Leyla Şener’in dilimize çevirdiği roman, orijinal iki cildi tek ciltte bir araya getiriyor.‘Dünya Edebiyatı’ dizisinde okurla buluşan bir başka kitap ise Nobel ödüllü Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ı. Daha önce Antik Kitap’tan çıkan eser, yeni bir çeviri ile bu diziden tekrar yayımlandı. Bir başka Nobel ödüllü yazar André Gide’in Pastoral Senfoni’si de Buket Yılmaz tarafından Türkçeye kazandırıldı. Dizide elbette sadece yeni çeviriler bulunmuyor. Örneğin Nobel’li yazar Knut Hamsun’ın Victoria adlı romanı Behçet Necatigil’in çevirisiyle yayımlandı. Ayrıca Dante’nin İlahi Komedya’sı ile Virginia Woolf’un öyküleri de matbaada bekleyen kitaplar arasında.Yaşayan yazarların eserleri ile dünya edebiyatı klasiklerini ‘Dünya Edebiyatı’ dizisinde bir araya getiren Timaş Yayınları, yıl sonunda yapılacak İstanbul Kitap Fuarı’na kadar diziye on üç kitap kazandırmayı planlıyor. Yayınlar gelecek yıl da devam edecek.

‘Kerkük’ün Anadolu’nun bir parçası olduğunu herkese anlatmak istedim’

$
0
0
Kerkük’ün Anadolu’nun doğal bir uzantısı olduğunu anlatmak için yıllardır uğraşan Prof. Dr. Suphi Saatçi, Çamlıca’da yapılacak caminin İstanbul’a bir silüet kazandırmayacağını söylüyor ve ekliyor: “Orada bir camiye ihtiyaç var mı, varsa bu cami 30 bin kişilik mi olmalı?”Geçtiğimiz aylarda yaptığı “Sinan olmasaydı Ayasofya günümüze gelemezdi.” açıklamasıyla dikkatleri üzerine çeken mimar Prof. Dr. Suphi Saatçi, uluslararası bir ödüle layık görüldü. Saatçi’nin ‘Kent Dokusu ve Geleneksel Evleriyle Kerkük’ başlıklı kitabı, İslam Başkentleri ve Kentleri Teşkilatı tarafından 3 yılda bir verilen Mimarlık Ödülü’nü almaya hak kazandı. Saatçi’ye ödülü, 1-3 Eylül tarihlerinde Mekke’de yapılacak törende verilecek. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı yapan Saatçi’yle kitabını, memleketi Kerkük’ü ve ülkemizin mimari gündemini konuştuk.Kerkük sizin zamanınızda nasıldı?Ben liseyi Kerkük’te bitirdim. O zamanlar bu kadar karışık değildi. Sonra üniversite için Türkiye’ye geldim. Mezun olunca geri dönmek istedim ama ailem ‘dönme, durum burada çok kötü, biraz oyala kendini’ deyince kaldım ve doktora yaptım. O da bitince yine dönmek istedim ama abim, ‘şimdi daha kötü, sen orada devam et’ dedi. Bekledim, Saddam gider belki diye... 1978’den 2003’e kadar tam 25 yıl hiç gidemedim.Onca yıl hiç gitmeden Kerkük Evleri’yle ilgili araştırmanızı nasıl yaptınız?Akademi’de mimarlıkta okurken, tatillerde gittiğimde evlerin malzemelerini toplardım. Demek ki bu konuda bir şeyler yapmak kafamdaydı hep. Sonra doktora yapmak için Doğan Kuban’a gittim. Konumun Kerkük olduğunu söyleyince ‘Olmaz, ben Kerkük’ü bilmiyorum.’ dedi önce. Dedim ki, hocam sizin Kerkük’ü bilmeniz gerekmez. Orayı ben biliyorum. Siz bana bilimsel yöntemleri gösterin yeter. Sonra ‘kimse böyle derin bir çalışma yapmamıştı’ diyerek tebrik etti beni. Ben ömrümü verdim bu işe, inanın. Kerkük’ün Anadolu’nun doğal bir uzantısı olduğunu herkese anlatmak istedim.Şimdi nasıl oralar?Her gün daha kötüye gidiyor. Sadece Kerkük değil, bütün Irak… Kerkük bir Türkmen kenti; rengiyle, insanıyla, musikisiyle… Ama şimdi… Propagandalara bakmayın. Diyarbakır Kürt şehri mi? Değil. Yani… Kerkük de öyle. İstanbul gibi o da işgal altında. Nereden geliyorlar bilmiyorum; kardeşlerimiz onlar... Tamam ama… Bir sessiz işgal var. Nereye gidecek bu iş bilmiyorum.Barış sürecine inanmıyor musunuz bu durumda?İki taraf da iyi niyetli olmalı. Bizim iyi niyetimizden şüphem yok ama… Bu memleket benimdir diyen insan otobüs yakmaz. Aptal yerine koymasın kimse bizi. Herkes sessiz sessiz seyrediyor ama herkesin içinde bir hınç var. Dolayısıyla bu işin yürüyeceğini zannetmiyorum.ÇAMLICA CAMİİ’NDEN SİLÜET ÇIKMAZ!Bir Mimar Sinan uzmanı olarak çağdaş Türk mimarisini nasıl değerlendiriyorsunuz?Çok iyi mimarlarımız var. Fakat özellikle cami mimarisinde bir sefalet dönemi yaşıyoruz. Neden seçilen eserler halk tarafından beğenilmiyor, bunu bir soruşturmak lazım. Sinan günümüzde yaşasaydı, bu betonarme imkânı elinde olsaydı ne yapardı? Akıllı ve yetenekli mimarlar böyle düşünmeli. Mimari nedir, boşluğu biçimlendirme sanatı. Rahmetli Turgut Cansever’in dediği gibi mimarın görevi dünyayı güzelleştirmek olmalı. Şu anda İstanbul, Menderes döneminin yüz misli tahrip edilmiş durumda. Delik deşik.Siz aslında geçtiğimiz günlerde temeli atılan Çamlıca’daki caminin jürisindeydiniz…Başbakanlık talepte bulunmuş, rektörümüz bizi önermiş. Görevimizi yerine getirdik. Toplantılara katıldık. Jürinin çoğu TOKİ’dendi, hepsi bir arada el kaldırıyor, indiriyor. Baktım olmayacak. Kardeşim dedim, bu seçmeye çalıştığınız şey ilkel bir plandır. Ayrıca araştırma yapıldı mı, orada bir camiye ihtiyaç var mı, varsa 30 bin kişilik bir camiye ihtiyaç var mı? Osmanlı’da önce bakarlardı, cemaate yetmiyorsa ikinci bir camiye başlarlardı. Mesela Taksim’de camiye ihtiyaç var. Ortada. Ben namaz kılarken sıkıntı yaşadım orada. Ben yani, yaşadım. Belki mimarlar namaz kılmaya camiye gitmezler ama ben giderim.Projeye tam olarak neden karşı çıktınız?Çamlıca bir seyir tepesidir. Çamlıca’dan İstanbul çok güzel görünür. Ama İstanbul’dan Çamlıca güzel görünmez. Aksini iddia etmek bir mimara yakışmaz. İnanmayan çıkıp baksın. Oraya üç misli Selimiye kubbesi koysanız, yani 32 metre değil, 93 metre koysanız yine de silüet oluşturmaz. Sinek gibi durur. Ben bunları toplantılarda da anlattım. Oylarını çekenler oldu. Hatta jüri başkanı, ‘benim oyum sizindir’ dedi. En son iş Başbakan’a brifing vermeye geldi.Başbakan’a da anlattınız mı bunları?Allah’a tevekkül ettim, dedim ki, ‘Sayın Başbakan’ım hoşa gidecek şeyler mi söyleyelim, yoksa doğruları mı?’ Dedi ki: ‘Biz bilim insanlarından doğruları duymak isteriz.’ Cümleleri seçe seçe anlattım: Bir kere biz camiye karşı değiliz. Ama belki oraya bir ulusal park ve içine daha küçük bir mescit yapılabilir. Büyük bir cami orada silüet vermez. Bu mümkün değil. Görmek istersek gidelim o çapta bir balon şişirip buradan bakalım. Ayrıca orada o kapasitede bir camiye ihtiyaç var mı, emin değilim. Ben cuma namazlarını kaçırmam. Sultanahmet’e gidiyorum, en merkezi yer olmasına rağmen cuma namazında bile dolmuyor, dedim. ‘Nasıl olur, ben gidiyorum, hep dolu.’ dedi. Sayın Başbakan’ım o kalabalık sizin için dedim. Özetle bu önünüzdeki iptidai bir plandır, çok geridir, Türkiye’nin çağdaş imajına hiç uygun olmayan bir plastiğe sahiptir dedim. İkna olmadı ama ben hâlâ o iş yapılmaz diye düşünüyorum açıkçası.Yapılırsa… Sizce boş mu kalır?Ataşehir’deki Mimar Sinan Camii bile zorla doluyor. Belediyeler cuma günleri otobüslerle insanları götürüyorlar, biraz kalabalık görünsün diye. O da Selimiye’nin kopyası. Tek başına güzel ama gökdelenlerin arasında, çevresiyle hiç uyumlu değil.

André Rieu ile tanışmak ister misiniz?

$
0
0
Klasik müziğin usta ismi André Rieu, kasım ayında İstanbullu müzikseverlerle buluşacak.3 Eylül’e kadar ünlü sanatçının konserine bilet alan her 25. kişi ‘Klasik Müziğin Madonna’sı’ Andre Rieu ile tanışma fırsatı yakalayacak. Dünya müzik otoritelerince yüzyılın en önemli müzisyenlerinden kabul edilen André Rieu, dünyanın en seçkin orkestralarından Johann Strauss Orkestrası ile birlikte 29 Kasım’da Sinan Erdem Spor Kompleksi’nde konser verecek. MAP, Piu Music ve CEO Event işbirliğiyle İstanbul’a gelecek André Rieu, olimpiyat statlarında konser veren tek klasik müzik sanatçısı unvanına sahip. (Biletix) KÜLTÜR-SANAT

John Snow gladyatör oldu!

$
0
0
Popüler televizyon dizisi ‘Game of Thrones’taki John Snow karakteriyle yıldızı parlayan İngiliz oyuncu Kit Harington, beyazperdedeki ikinci filminde gladyatör olarak karşımıza çıkacak.Harington, geçtiğimiz yıl gösterime giren ‘Sessiz Tepe 3D’ filmiyle sinemaya adımını atmıştı. İngiliz oyuncu, ikinci sinema filmi ‘Pompeii’de Milo adlı bir gladyatörü oynayacak. Genç yıldızın başrolünü oynadığı yapım, Resident Evil serisi ve Ölüm Yarışı gibi aksiyon filmleriyle tanınan Paul W.S. Anderson’ın yönetmenliğinde çekiliyor. M.S. 79 yılında Vezüv yanardağında gerçekleşen meşhur patlamanın hemen öncesinde geçen bir hikâyeyi anlatan ‘Pompeii’, yanardağın püskürmek üzere olduğu günlerde başlıyor. Film, Napoli’ye doğru yelken açan gemide yer alan Milo adlı bir kölenin evine dönüp sevdiği kadını ve arenada esir tutulan gladyatör arkadaşını kurtarmasını anlatıyor. Pompeii’nin kadrosunda Emily Browning, Kiefer Sutherland, Jared Harris, Carrie-Anne Moss ve Paz Vega gibi isimler yer alıyor. Film, ABD ile aynı gün, 21 Şubat 2014’te Türkiye’de gösterime girecek. KÜLTÜR-SANAT

Julie Harris 87 yaşında öldü

$
0
0
ABD’li tiyatro ve sinema oyuncusu Julie Harris geçtiğimiz cumartesi günü hayatını kaybetti.87 yaşındaki oyuncu, West Chatham, Massachusetts’teki evinde kalp yetmezliği sonucu hayata veda etti. 2 Aralık 1925’te doğan Harris, kariyerinde beş Tony ödülü ve üç Emmy ödülü kazandı. Ayrıca, 2002 yılında Tony Ödülleri’nde ‘Hayat Boyu Başarı Ödülü’ ile onurlandırılmıştı. 1953 yılında ‘The Member of the Wedding / Düğün Hatıraları’ filmiyle En İyi Kadın Oyuncu dalında Akademi ödülüne aday olan oyuncu, American Theatre Hall of Fame üyesiydi. Harris’in kariyerindeki en ünlü film, 1955 yapımı ‘East of Eden / Cennetin Doğusu’ idi.

Dünyanın en eski film festivali başlıyor

$
0
0
Dünyanın en ‘yaşlı’ film festivali Venedik Film Festivali yarın başlıyor. Bu yıl, 70. yaşına basan festival 28 Ağustos-7 Eylül arasında düzenlenecek.Festival, Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’un merakla beklenen üç boyutlu (3D) uzay filmi ‘Yerçekimi/Gravity’ ile açılıyor. Filmde, George Clooney ile Sandra Bullock başrolleri paylaşıyor. İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’nin başkanlığını yaptığı ana yarışmada aralarında Amos Gitai, Hayao Miyazaki, Tsai Ming-liang, Stephen Frears, Terry Gilliam, Xavier Dolan ve James Franco’nun da yer aldığı genç ve usta kuşaktan 20 yönetmenin filmi, büyük ödül ‘Altın Aslan’ı almak için yarışacak. Festivalde ayrıca, geçen yıl ‘Acı/Pieta’ filmiyle Altın Aslan alan Kim Ki-duk, Polonyalı usta yönetmen Andrzej Wajda ve İtalyan yönetmen Ettora Scola’nın son filmleri yarışma dışı bölümde gösterilecek. Festivalin bölümlerinden ‘Ufuklar / Orizzonti’de bu yıl Belçika’da yaşayan Bülent Öztürk’ün yönettiği 15 dakikalık ‘Küçük Pencereli Ev’ adlı kısa film de dikkat çekiyor.

Sanat eserinde Kur’an mührü

$
0
0
Prof. Dr. Murat Sülün’ün daha önce prestij bir baskısı da yapılan Sanat Eserlerine Vurulan Kur’ân Mührü adlı çalışması, gözden geçirilerek Kaynak Yayınları’ndan yeniden okura sunuldu. Eserde Sülün, sanat eserleri ve ayet-i kerimelerin birbirleri ile olan ilişkileri üzerine yoğunlaşıyor.Dinî, dünyevî her türlü yapıda, bazen bir çeşmenin kitabesinde, bazen bir mezar taşında, bazen bir caminin kubbesinde, bazen bir kitabın cilt kapağında rastladığımız, sanatkâr eliyle günlük hayatın içine yerleştirilen İlâhî mesajlar, Sanat Eserlerine Vurulan Kur’ân Mührü adıyla bir araya toplandı. Prof. Dr. Murat Sülün’ün çalışması, gözden geçirilerek Kaynak Yayınları’ndan yeniden okura sunuldu. Daha önce prestij bir baskısı da yapılan ve sunuş yazısını Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın kaleme aldığı çalışmada Sülün, sanat eserlerinde yer alan ayet-i kerimeler üzerinde yoğunlaşıyor.Sanat Eserlerine Vurulan Kur’ân Mührü kitabını on yılda hazırlayan Prof. Dr. Murat Sülün, İstanbul, Bursa, Edirne, İzmir, Konya, Manisa, Mekke, Medine hatta Kahire’de yüzlerce cami, medrese, türbe, okul, kütüphane, saray, çeşme, mezar kitabelerine, sancaklara, kılıçlara işlenmiş pek çok eseri bizzat incelemiş. Ayrıca Halep, Şam, Buhara, Semerkant, Herat, Meşhet, Delhi gibi birçok şehirdeki sanat eserlerinde bulunan yazıları da yayınlanmış fotoğraflarından yararlanarak incelemiş.Kitabın ilk bölümünde Kur’an, sanat, hat ve mimari arasındaki ilişki özetleniyor; ikinci bölümünde sanat eserlerinde Kur’an’dan ayet iktibas etmenin felsefesi anlatılıyor; üçüncü bölümde ise sanat eserlerinde iktibas örneklerine yer veriliyor. Akademik çalışma alanı Kur’an tefsiri olan Sülün, eserinde ayetleri veya sanat eserlerini esas alan bir tasnif uygulamak yerine, sanat eserleri ile üzerlerindeki ayet veya hadislerle irtibat kurmak yolunu tercih ediyor. Mesela Üsküdar Selimiye Camii hünkâr kasrında “Allah’a hamd olsun, beğenip seçtiği kullarına selâm olsun.” (Neml Suresi, 59) ayeti yazılı. Bu yazı ile padişah, sahip olduğu devlet nimetine şükrünü ifade ediyor. Murat Sülün, bir ayrıntıya daha dikkat çekiyor; ayetteki ‘selâm’ kelimesi ile ‘seçtiği’ anlamına gelen ‘ıstafâ’, camiyi yaptıran Sultan Selim ve babası Sultan Mustafa’nın isimleriyle aynı kökten gelmekte. Bir diğer örnek, Kanuni’nin Kâbe’ye gönderdiği minber kapısında bulunan, “Muhakkak ki bu Süleyman’dandır ve muhakkak ki Rahman ve Rahim olan Allah adıyladır.” ayeti. Bu yazı, Neml Suresi’ndeki besmele ayeti olmanın yanı sıra mihrabın Kanuni tarafından Harem-i Şerif’e hediye edildiğini de anlatıyor.Mekânın özelliğine göre ayetlerKitaptaki örneklere bakıldığında Os-manlı’nın hiçbir yazıyı sadece süs olsun diye yazmadığı görülüyor. Cami kapılarına yazılan selam ayetleri, hem bu mekânlara girenlerin selâmete ereceğini müjdeliyor, hem de kapıdan girişte selam verme edebini hatırlatıyor. Yusuf Suresi’nde Yakup Aleyhisselâm’ın oğullarına hitaben söylediği, “Farklı kapılardan giriniz.” ifadesi ise izdihama sebep olmamak için cemaate ayrı ayrı kapılardan girip çıkmayı tavsiye ediyor. Mezar taşlarında, türbelerde, dünyanın faniliğiyle, ölümle; çeşmelerde, sebillerde su ile; okullarda, kürsülerde ilim ile; sancaklarda, askerî yapılarda fetih ve cihad ile; tekkelerde zikir ile ilgili Kur’anî ifadeler yer alıyor. Bu ilişkiyi gösteren örneklerden biri de Topkapı Sarayı Hırka-i Saâdet dairesinin Has Oda’sında II. Mahmud’a kadar taht vazifesi gören şebekeye işlenen ayetler: “De ki: Sen, ey mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. Bütün hayırlar Senin elinde... Sen her şeye kadirsin.” (Âl-i İmrân Suresi, 26). Bu ayetler, aynı mekâna nakşedilen Âyete’l-kürsî ile birlikte tahtın gerçek sahibinin Yüce Allah olduğunu hatırlatmaktadır.Sanat Eserlerine Vurulan Kur’ân Mührü kitabının güzel yanlarından biri de görsel zenginliği. Kitap, hat sanatının dünyanın dört bir tarafına yayılmış en nadide örneklerini bir araya getiriyor.

Filistin kültürüne dair her şey

$
0
0
Bu yıl beşincisi düzenlenen Filistin Kültür Haftası etkinlikleri, yarın Ankara’da başlıyor.Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in açılışını, Filistinli mevkidaşı Dr. Anwar Abuaishah ile birlikte yapacağı etkinlikler, 9 Eylül 2013’e kadar el sanatlarından sahne sanatlarına Filistin’i Türkiye’ye taşıyacak. Filistin Kültür Haftası, başkent ile sınırlı olmayacak. İzmir, Manisa ve İstanbul’da yapılacak etkinlikler çerçevesinde, folklor gösterileri, el sanatları sergisi yer alacak ve ayrıca el zanaatkârları hünerlerini sergileyecek.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live