2008 yılında UNESCO tarafından ‘Yaşayan insan hazinesi' seçilen Sıtkı Usta (Olçar) üç yıl önce bu dünyadan göçtü. Ustanın ismini artık, yaptığı Kütahya çinilerinde ‘Sıtkı II’ adını kullanan kızı Nida Olçar yaşatıyor.‘Yaşayan insan hazinesi' Sıtkı Usta (Olçar) üç yıl önce bu dünyadan göçtü. 2008 yılında UNESCO kendisine bu unvanı verdiğinde Sıtkı, ustalık eserlerinin en güzellerini geleneksel kızgın fırınından çıkarıp maviler, çivitler, çintemaniler giydirerek görücüye çıkarıyordu. Amansız hastalık sebebiyle yalan dünyaya veda ettiğinde geride çok önemli bir miras bıraktı. Ne koleksiyonerlerin ellerindeki değerli eserler, ne depolarında bekleyen önemli işler ne de çocuklarına bıraktıklarıydı bu miras: ‘Sıtkı', imzasıydı. Japonyalı zanaatkârlar, öldüklerinde çocuklarına mal-mülk değil, iyi bir toprak bırakırlarmış. Vefatından kısa süre önce Kütahya'da yapılan Sıtkı Olçar Sempozyumu'nda dile getirilen bu Japon geleneğinden mülhem, o da değerli toprakla birlikte tertemiz bir isim bıraktı. Bundan sonra bu geleneği devam ettirecek olan takipçileri ki, şimdi kızı Nida Olçar ‘Sıtkı II' adını kullanıyor. Tabağa, kâseye, sefer tasına, kuşlara, kedilere dönüşen Kütahya'nın bereketli toprağı şimdi kızının ellerinde şekilleniyor. Yeni formlar, desenler ve renkler Nida'nın ve geleneksel Sıktı atölyesinin el emeği göz nuru olarak üretilecek. Böylece hem bir gelenek ihya edilmiş olacak, hem de son yüzyılda Kütahya çini geleneğinin müceddidi Sıtkı Usta'nın adı yaşatılacak. "Sıtkı II imzası, koleksiyonerlere karşı da bir sorumluluktu." diyor Nida Olçar. "Zaman içinde bizim devam ettirdiklerimiz ve yeniden yaptıklarımızla babamın özgün çalışmaları karışmayacak." diyerek babasını sevenlere ve eserlerini edinenlere karşı taşıdığı sorumluluğu da ifade etmiş oluyor. Sıtkı Usta'nın kızı Nida Olçar, elinin ürünü eserleri geçtiğimiz ay İstanbul Ritz Hotel'deki Ekav Sanat Galerisi'nde sergiledi. Yapılmamışı yapma saikiyle renklere bürünen ‘Sıtkı II' imzalı taş karo çini saatler, çeşmeler, Anadolu kartalları ve hilaller daha farklı mekanlarda zamanın ruhunu taşıyan eserler olarak kendisini, şehrini ve ülkesini temsil edecek.Sıtkı Usta Müzesi yakında açılıyor Bildiğimiz 'Sıtkı Usta' işlerini ise öncelikle koleksiyonerlerin himmetiyle açılacak sergilerde ve tabii en önemlisi Sıtkı Usta müzesinde görebileceğiz. Çünkü zorlu süreçlerin ardından Kütahya'da bir Sıtkı Usta Müzesi kurulması için çok az engel kaldı. Kütahya Belediye Meclisi'nin tarihi Sipahi Konağı'nı tahsis etmesiyle şimdi Kütahya belki de çevrede emsali olmayan modern bir geleneksel sanatlar müzesine kavuşacak. Şimdilik restorasyon çalışmaları bütün hızıyla sürüyor. Süreç tamamlandığında Maruf Mahallesi'ndeki Kemer Hamamı yanında bulunan konakta Sıtkı Usta ziyaretçilerini bekleyecek.
↧
Usta’nın adı ‘Sıtkı II’ ile yaşayacak
↧
Çin’de Türk filmleri haftası başladı
''2013 Çin'de Türk Kültür Yılı'' faaliyetleri kapsamında Türk Filmleri Haftası başladı.Pekin'deki MOMA sinemasında dün akşam, gösterimi yapılacak filmlerin bazılarının yönetmen ve oyuncularının da hazır bulunduğu bir açılış töreni düzenlendi. Törene, organizasyonu düzenleyen Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Çin Devlet Basın Yayın ve Radyo Televizyon Genel Müdürlüğü ile organizasyona destek veren İzmir Film Derneği'nin temsilcileri katıldı.Açılışta Raşit Çelikezer'in yönettiği "Can" filmi gösterildi. Pekin'in ardından Çin'in kuzeyindeki eski başkentlerinden Xian'da da 21-26 Ağustos tarihlerinde gösterilecek 7 Türk filmi arasında Babam ve Oğlum, Selvi Boylum Al Yazmalım, Zerre, Lal Gece, Bir Avuç Deniz ve Bu Son Olsun yer alıyor. Filmler Çince alt yazılı olarak gösterilecek.(CİHAN)
↧
↧
Toplanın uşaklar!
Yerli yapımlar için zorlu geçen yaz sezonunda gösterime giren Tepenin Uşakları, İsmet Eraydın’ın ilk filmi.12 Eylül 1980 darbesine giden süreçte Karadeniz’in bir köyünde yaşananları anlatan filmde, doktor olmak isteyen Hikmet’in en büyük hayali Züleyha’ya kavuşmaktır. Ancak Züleyha’nın babası Sabri Ağa’nın, başka planları vardır. Yedi köyün ortaklaşa kullandığı tepeyi de sahiplenmektedir Sabri Ağa. Kendi kararlarının önünde engel olarak gördüğü herkes ve her şey için de sinsi planlar geliştirmektedir.TEPENİN UŞAKLARIYÖNETMENİSMET ERAYDINOYUNCULARSAMET KARAHASANOĞLU, AYŞE ÖZTÜRK
↧
Senin baban bir melekti
Robert de Niro’lu kadrosuyla yanıltıcı bir intibaya sebep olan ‘Kirli Oyun’, ABD’li ünlü rapçi 50 Cent, gerçek adıyla Curtis Jackson için çekilmiş bir film.Jessy Terreno imzalı filmde usta oyuncu de Niro’nun hangi saikle yer aldığı ise ayrı bir muamma! Hayli klişe bir hikâyeye sahip filmde, New York polisi olan babasının öldürülmesinden 15 yıl sonra Jonas Maldonado, polis akademisinden mezun olur. Mesleğe başladığı ilk gün, babasının eski ortağı Vito Sarcone’un başını çektiği ‘kirli’ polislerin bulunduğu bir gruba dahil olur.KİRLİ OYUNFREELANCERSYÖNETMENJESSY TERRENOOYUNCULARCURTIS JACKSON, FOREST WHITAKER, ROBERT DE NIRO
↧
Savaşta büyüyen çocuklar
Avustralyalı yönetmen Cate Shortland’ın ödüllü filmi ‘Lore’, 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da geçen dokunaklı bir öykü anlatıyor.Başroldeki Saskia Rosendahl’ın yıldızlaştığı filmde, anne ve babası Hitler yanlısı olan Lore, savaş sonrası kardeşleriyle bir başına kalır. Nazi sempatizanları teker teker yakalanarak öldürülürken Lore dört kardeşini yanına alarak büyükannesinin yanına doğru uzun bir yolculuğa çıkar. Tehlikelerden kaçmaya çalışan Lore, bir Yahudi mülteciyle karşılaşır. Hayatta kalmak için hayatı boyunca düşman bildiği bir Yahudi’ye güvenmek zorundadır.SAVAŞIN GÖLGESİNDELOREYÖNETMENCATE SHORTLANDOYUNCULARSASKIA ROSENDAHL, KAI PETER MALINA
↧
↧
Eleni Karaindrou, Altın Portakal jürisinde
Bestelediği film ve tiyatro müzikleriyle sinema dünyasında müstesna bir yeri olan Yunan besteci ve piyanist Eleni Karaindrou, 50. Altın Portakal’ın Türkan Şoray başkanlığındaki ulusal jürisinde görev yapacak.Çağdaş sinemanın ozanı kabul edilen Teo Angelopulos ile uzun yıllar birlikte çalışan, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır ve Ulis’in Bakışı gibi pek çok filme hazırladığı müziklerle geniş bir hayran kitlesine sahip olan Karaindrou, Altın Portakal’ın büyük jürisinde yer almanın kendisi için mutluluk verici olduğunu söyledi. Chris Marker, Jules Dassin ve Margarethe von Trotta gibi ünlü yönetmenler için de özel müzikler besteleyen ve geleneksel Yunan müziğini batı formlarıyla birleştiren piyanist, Avrupa’dan Asya’ya çok sayıda müziksevere ulaşmayı başarmış bir sanatçı. 20 film, 35 tiyatro oyunu ve 12 televizyon dizisi için müzik besteleyen Karaindrou, 20 uluslararası müzik ödülünün yanı sıra, 1982 yılında Selanik Film Festivali’nde en iyi müzik ödülünü almış ve 1992 yılında Europa Cinema’nın Premio Fellini ödülüne değer görülmüştü.
↧
Akbank Caz’dan gençlere jest
Bu yıl 23. yaşını kutlayan Akbank Caz Festivali, 25 Eylül-12 Ekim tarihleri arasında üç hafta boyunca İstanbul’da caz rüzgârları estirecek.Festival, kendini yıldız isimlerden ziyade genç yeteneklere adadı. Bu yıl ikincisi düzenlenen Liselerde Caz Atölyeleri, 30 yaşını aşmamış amatör genç yeteneklere festivalin bir parçası olma fırsatı sunan JAmZZ Akbank Caz Festivali Genç Yetenekler Yarışması ve bu yıl rotasına yeni şehirler ekleyen Kampüste Caz bunun en büyük kanıtı. Kampüste Caz, 4-19 Kasım tarihleri arasında İstanbul’un yanı sıra 11 farklı şehirde toplam 19 üniversitede cazın coşkusunu ve heyecanını üniversiteli gençlerle buluşturacak. Ayrıca önceki akşam Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı’nın açıkladığı üzere festival sahnesinde İlhan Erşahin, Jim Rotondi, Cassandra Wilson, Mos Def, Mulatu Astatke, Lost Fingers, Harriet Tubman, Enrico Rava, Mare Nostrum ve Nicholas Payton gibi pek çok isim yer alacak. Festival 45 ayrı mekanda 50 konser, 3 panel, 6 atölye çalışması kapsamında 280 müzisyeni ağırlayacak. (www.akbankcaz.com)
↧
iPod, iPhone, iBored
Apple’ın kurucusu ve CEO’su Steve Jobs’u anlatan film, onun 1970’lerdeki üniversite yıllarından başlayarak 2000’lere kadar uzanan hayatına odaklanıyor. Daha doğrusu, Jobs’un etrafında üretilen efsanelere...Efsaneler olmasa ne yapardık? Herhalde gerçekliği kabul etmemiz biraz daha zorlaşırdı. Modern zamanlarda, tam da efsanelerin gündemden düşmesi beklenen ‘akıl çağı’nda, modern efsaneler, kendinden öncekilere göre daha ‘inandırıcı’ geliyor. Bir bakıma, gerçeğin saf hali yeterince cazip görünmediği için sarılıyoruz onlara. Kapitalizmin günümüz insanına bir hediyesi olan ‘başarı hikâyeleri’ de bu türden bir efsane sayılabilir. Kapıcı olarak girdiği apartmanı satın alan ya da bekçi olarak işe başladığı fabrikanın patronu olan insanlar hayal değil, tamamıyla gerçek. Fakat bu yaşanmış hikâyelerin herkesin başına gelebileceğinin düşünülmesi onların efsaneleşmesini kolaylaştırıyor. Modern çağların başarı kültürü, daha doğrusu ‘başarı saplantısı’, bu tip efsaneler ile tahkim ediliyor. Her daim rüzgârlı ve dalgalı sosyal medya denizi ise bu efsanelerin yelkenini şişirmek için hazır kıta bekliyor zaten. Teknoloji devi Apple şirketinin kurucusu ve CEO’su Steve Jobs’un etrafında üretilen efsaneler, biraz da böyle. Onun ‘kreatif’ tarafı ve arızalı kişiliği göz ardı edilince hakkındaki efsanelere inanmak cazip hale geliyor. Gerçi, Jobs’un bu özelliklerine takılıp kalınca başka türlü handikaplar ortaya çıkıyor. ‘Jobs’ filmi de bu dertten muzdarip. Joshua Michael Stern’in yönettiği film, Steve Jobs’un 1970’lerdeki üniversite döneminden Apple’ın CEO’su olduğu 2000’lerin başına kadar olan süreci anlatıyor. Tabii ki onun inişli çıkışlı iş hayatındaki kırılma anları, kendisi ve yakın çevresiyle mücadelesi; en önemlisi de hırsı hikâyenin akışında kendine yer buluyor. Lafı dolandırmadan söylersek, ‘Jobs’un iki önemli eksiği var: Senaryo ve yönetmenlik. Joshua Michael Stern’i, Kevin Costner’lı ‘Oyum Kime / Swing Vote’ (2008) filminden tanıyoruz. Amerikan siyasetini iğneleyen film, zayıf ölçekli bir komedi olarak kayda geçmişti. ‘Jobs’ da vasatın altında bir biyografi filmi olarak anılmaya mahkûm. Stern’e yüklenmeden önce ‘taşın büyüğünü’ elimize alalım. Benzer bir biyografi yapımı olan ‘Sosyal Ağ’ı (2010) hatırlayalım. Dünyaca ünlü arkadaşlık sitesi Facebook’un ortaya çıkışı ile sitenin kurucusu Mark Zuckerberg’in hikâyesini güçlü bir trajedi çizgisinde birleştirmişti. Üç Oscar’lı ‘Sosyal Ağ’ın en büyük kozu yönetmen David Fincher’ın yanı sıra senarist Aaron Sorkin’di. ‘Jobs’un eksikliği ise böyle bir ikiliye sahip olamaması. İlk senaryo denemesinde Mark Whiteley, bizi Steve Jobs’un dünyasına ortak etmekten bir hayli uzak. Senaryo, Jobs’un etrafında üretilen efsanelerden bir demet sunuyor seyirciye; onun kişisel dünyasına, zaaflarına, duygularına ve karakterine dair sahici bir şeyler söyleme gereği hissetmeden. Dolayısıyla başta değindiğimiz ‘efsane’ meselesine takılıp kalıyor film. Üstelik Jobs’un ‘kreatif’ yanını ve arızalı kişiliğini göz ardı ederek değil; tam aksine, bunları tesbih tanesi gibi art arda dizerek ilerliyor. Dahası, final jeneriği akmaya başladığında, yani seyirci olarak, efsane enstantanelerini bir bir çektikten sonra püsküllü imame kıvamında bir somut sonuç da gelmiyor avuçlarınıza. Bu durumda başroldeki Ashton Kutcher’ı suçlamak, taşın küçüğüyle oyalanmak olur. Haddizatında oyunculuk deryasında hatırı sayılır bir menzile ulaşamamış Kutcher’dan ahım şahım bir performans beklenmemeli. Zaten o da, meselenin ruhuna değil, şekline kafa yormuş. Jobs’un yürüyüşü, el hareketleri, küçümseyici bakışları tamam da ortada bir karakter yok. Ne var ki, senaryoda olmayan karakteri, Ashton Kutcher gibi bir oyuncudan beklemek haksızlık olur. Steve Jobs hakkında bilginiz yoksa, ‘Jobs’ filmi genel bir kanaat verebilir ama sinema adına daha fazlasını beklemek hayal kırıklığıyla sonuçlanabilir. Can sıkıntısı da cabası…
↧
‘3+1’, Saraybosna Film Festivali’nde
Serdar Yılmaz’ın yönettiği ‘3+1 Apartment for Sale’ adlı uzun metraj sinema filmi projesi, 19. Saraybosna Uluslararası Film Festivali’ne gidecek.Proje, dün başlayan ve 24 Ağustos’a kadar devam edecek festivalin Cinelink Project Development Workshop ve Co-Production Market programlarına seçildi. Güneydoğu Avrupa’daki 18 ülkeden 90’dan fazla projenin başvurduğu son 16 proje içerisinde yer almaya hak kazanan ‘3+1 Apartment for Sale’, 21-24 Ağustos tarihleri arasında CineLink Co-Production Market’te sunulacak. Farklı kategorilerde yapılacak değerlendirmeler sonucunda seçilen projelere Cinelink tarafından toplam 160 bin Euro destek verilecek.
↧
↧
Kim Ki Duk filmleriyle geliyor
Güney Kore sineması eylül ayında bir haftalığına Türkiye’ye konuk olacak. 13-19 Eylül tarihleri arasında toplam 21 Türk ve Kore filmi Beyoğlu Sinemajestik ve Mimar Sinan Üniversitesi’ne ait Yeşilçam Sinema Salonu’nda izleyicilerle ücretsiz olarak buluşacak.Türk–Kore Film Haftası’nda, Cannes Film Festivali’nde ödül alan Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminden Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta filmine kadar birçok Türk filmi ve dünyaca ünlü Koreli yönetmenlerin filmleri gösterilecek. Etkinliğin 12 Eylül’de gerçekleştirilecek galasına G. Kore sinemasının dünyaca ünlü yönetmeni Kim Ki Duk da katılacak. Tüm gösterimlerin ücretsiz yapılacağı Türk-Kore Film Haftası’nın ilk gününde Kim Ki Duk sinemaseverlerle Mimar Sinan Üniversitesi Yeşilçam Sinema Salonu’nda buluşacak. Türk-Kore Film Haftası boyunca “Türk-Kore Film Afişleri” ise yine Mimar Sinan Üniversitesi Yeşilçam Sinema Salonu’nda sergilenecek. Etkinliğe katılacak yerli filmler ve yönetmenleri şöyle: Momo Kızkardeşim (Atalay Taşdiken), Ateşin Düştüğü Yer (İsmail Güneş), Uzak İhtimal (Mahmut Fazıl Coşkun), Bir Zamanlar Anadolu’da (Nuri Bilge Ceylan), Pandora’nın Kutusu (Yeşim Ustaoğlu), Gölgeler ve Suretler (Derviş Zaim), Yumurta (Semih Kaplanoğlu), 120 (Özhan Eren, Murat Saraçoğlu), Lal Gece (Reis Çelik) ve Hayatın Tuzu (Murat Düzgünoğlu). Kore sinemasından yapımcı ve yönetmenlerin de katılacağı film haftasında Kim Ki Duk’un Altın Aslan’lı filmi Acı, İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış ve İlkbahar..., Boş Ev ve Zaman filmleriyle birlikte Güney Kore sinemasında son yıllarda üretilen 15 film gösterilecek.
↧
İstanbul Bienali kamusal alandan çekildi
Kavramsal çerçevesi açıklandığından bu yana kamusal alan fikrine odaklanacağını ve sergi mekânı olarak da kamusal alanları kullanacağını duyuran 13. İstanbul Bienali geri adım attı.“Anne, ben barbar mıyım?” başlığıyla Fulya Erdemci küratörlüğünde gerçekleşecek bienalin sergileri kamusal alanlarda değil, eskiden de kullandığı mekânlarda olacak. Bienalin mekânları arasında Antrepo No.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu ve 5533 yanı sıra ARTER ile SALT Beyoğlu bulunuyor. Küratör Fulya Erdemci mekânları değiştirme kararını şöyle açıklıyor: “13. İstanbul Bienali için, Gezi Parkı, Taksim Meydanı, Tarlabaşı Bulvarı, Karaköy ve Sulukule mahallesi gibi kentteki en tartışmalı -ve de bienalin varlığıyla soylulaştırma tehlikesi olmayan- kentsel mekânlara odaklanmıştık. Ama vatandaşların özgür ifadelerine izin vermeyen otoriteden alacağımız izinle sokaklarda sanat projeleri gerçekleştirmenin ne demek olduğunu sorguladığımızda, bağlamın tamamen değişerek bu projelerin ortaya çıkış nedenlerini ötelediğini gördük. Bu açıdan, kamusal alan sorunsalını irdeleyen bu projeleri bu koşullarda gerçekleştirmenin onların varlık nedenleri ile çelişebileceğine karar verdik. Ve kentsel kamusal mekânlardan çekilme kararı aldık.” Politik bir forum olarak kamusal alan fikrine odaklanmayı sürdürecek 13. İstanbul Bienali, 14 Eylül-20 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek. “Anne, ben barbar mıyım?” başlığını şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alan bienal bu defa tamamen ücretsiz olacak. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen ve Koç Holding’in desteğiyle gerçekleşen 13. İstanbul Bienali ile ilgili ayrıntılı bilgi için: 13b.iksv.org
↧
Eylül dergilerinde Miyasoğlu var
1 Ağustos’ta aramızdan ayrılan şair-yazar Mustafa Miyasoğlu, önceki akşam Timaş Kitap Kahve’de düzenlenen bir programla anıldı. Duaların yanı sıra etkinlikten sevindirici bir haber çıktı: Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat, Berceste ve Ayvakti dergileri, eylül sayılarında Miyasoğlu’nu ağırlayacak.Mustafa Miyasoğlu, Ramazan ayının son haftasında aramızdan ayrıldı. Hatırası henüz çok sıcak. Sevenleri, adını her gün her yerde anıyor, ona dualar ediyor. Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) Bâbıâli Sohbetleri’nin sonuncusunda, Miyasoğlu’nun dostlarını bir araya getirerek, hem sıcağı sıcağına hatıraların yad edilmesini sağladı hem de merhuma dualar edilmesine vesile oldu. Önceki akşam Timaş Kitap Kahve’de düzenlenen etkinlikte 1 Ağustos’ta aramızdan ayrılan şair-yazar Miyasoğlu’nun ailesi, dostları ve okuyucuları onunla tanışıklıklarını, merhuma dair hatıralarını anlattı. Miyasoğlu’na edilen duaların yanı sıra, anma toplantısından çıkan sevindirici bir haber daha var: Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat, Berceste ve Ayvakti dergileri, önümüzdeki ay usta yazar ve şair adına birer özel sayı hazırlayacak. Perşembe akşamı saatler 18.00’e yaklaşırken Timaş Kitapkahve’nin samimi ortamında kalabalık iyiden iyiye artmaya başladı. 80’lik ‘delikanlılar’ da koşup geliyordu, henüz 13’ünde 15’inde olanlar da. Programın sunuculuğunu yapan, Mustafa Miyasoğlu’nun mesai arkadaşı Hüseyin Sarıkoç, sırayla Miyasoğlu’nun dostlarına verdi sözü. Ayhan İnal, Gazi Altın, Vahap Akbaş, Abdurrahman Şen, Muzaffer Doğan, Zeki Kuşoğlu, Dursun Gürlek, usta yazara hasretini dile getiren ilk isimlerdi. “Yazdıkları olmasaydı da hayatıyla eser olacaktı” görüşünde birleştikleri Miyasoğlu hakkında ilk konuşanlardan biri Beşir Ayvazoğlu’ydu. Merhum için, “Hayatını edebiyata adayan, edebiyatla nefes alıp veren bir insandı. Bütün hücreleriyle edebiyatı yaşardı.” diyen Ayvazoğlu, Miyasoğlu’nun romanlarında, çok sevdiği Necip Fazıl’ın değil de daha çok Ahmet Hamdi Tanpınar’ın izleri olduğuna dikkat çekti.‘FİKİRMATİK’ MUSTAFA!Mustafa Miyasoğlu’nu yâd edenler arasında edebiyatçılar kadar siyasiler de vardı. Dinleyiciler arasında bulunan Milletvekili Mehmet Tekelioğlu, merhum ile dostluklarını anlattı. Tanışmaları, 1960’lı yıllarda, henüz lisede, Büyük Doğu Fikir Kulübü’ne dayanıyor. “İlk defa ailem dışında beni ciddiye alan bir adam vardı karşımda.” sözleriyle başlayan duygusal bir konuşma yapan Tekelioğlu, ilgi çekici bir ayrıntıyı da aktardı: “İstanbul’a üniversite okumak için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile geldiğimizde ikimize birden abilik etti, hatta bizi Vakıflar Yurdu’nda kendi odasında barındırdı.” Yazar, şair ve eski milletvekili Recep Garip ise Miyasoğlu’nun çalışmalarının salt bir dergi ya da yayınevi adına olmadığını, büyük bir ideal uğruna mücadele ettiğini belirtti ve yazarın öğretici yanını vurguladı: “Necip Fazıl, Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı, Sezai Karakoç hocalarla birlikte süren bu süreçte bizi evire çevire pişirdiler.” Toplantı boyunca neredeyse her söz alan ismin vurguladığı nokta, Miyasoğlu’nun düşünce hızıydı. Telefonda ya da yüz yüze hiç fark etmez, kiminle görüşse aklına gelen yeni fikirleri, projeleri anlatan bir fikir adamıydı Miyasoğlu. “Yeni bir dergi çıkarsak, şöyle bir kültür sanat işi yapılsa, günlük ya da haftalık bir kültür sanat dergisi çıksa…” Bir telefon konuşmasında dahi o kadar çok fikir ve proje ortaya koyuyordu ki, telefonun ucundaki diğer kişi pek çoğunu aklında bile tutamıyordu. Gazi Altın, bu dinmek bilmeyen fikir yağmurundan dolayı ona “fikirmatik” dediklerini hatırlatıyor ve Miyasoğlu’nun son zamanlarına dair bir hatırayı ve unutulmayacak bir sözünü aktarıyor: “Ameliyattan sonra şuuru yerine geldiğinde, ‘Ya Rabbi, bana 80 yaşına kadar müsaade et, daha çok söyleyeceklerim var!’ demişti.” Toplantının sonunda, Mustafa Miyasoğlu’nun ailesi duygularını aktardı. Oğulları Mehmet, Eren ve Emre’nin de bulunduğu toplantıda yazarın eşi Nilüfer Hanım, eşinin kendisi için yazdığı şiiri okudu.
↧
Sezen Aksu Bodrum Antik Tiyatro’da
Sezen Aksu, yaz konserlerine Bodrum’da devam ediyor. Bu akşam saat 21.00’de Bodrum Antik Tiyatro’da gerçekleşecek Sezen Aksu Geleneksel Yaz Konserleri’nde sanatçı, hayatın tüm renklerini şarkılar ve samimi sohbeti vasıtasıyla dinleyici ile paylaşacak.Konserde Sezen Aksu’ya Fahir Atakoğlu önderliğindeki Acoustic Band eşlik edecek. Türk popunun usta isminin Bodrumlu müzikseverlere sürprizleri de olacak. Her biri kendi alanında isim yapmış uluslararası müzisyenler, ‘tadımlık’ doğaçlamalarla Aksu’ya eşlik edecek. KÜLTÜR-SANAT
↧
↧
Köyceğiz’de sinemalı günler
Kültür ve Turizm Bakanlığı, TRT, Köyceğiz Belediyesi ile Kültürler Arası İşbirliği ve Diyalog Derneği tarafından düzenlenen ‘8. Kaunos Altın Aslan Türk Filmleri Festivali’, 24-30 Ağustos arasında gerçekleştiriliyor.Entelköy Efeköy’e Karşı, Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi, Uzun Hikâye, Gözetleme Kulesi, Zerre, Çanakkale: Yolun Sonu ve Yük filmlerinin gösterileceği festivalin onur konukları Aytaç Arman, Selma Güneri ve Ali Özgentürk olacak. Festival vesilesiyle sinemaseverlere nitelikli filmleri izleme imkânının sunulması amaçlanıyor. Festivalin açılış töreninde ise Yeni Türkü bir konser verecek. KÜLTÜR-SANAT
↧
Oyun kahramanımız romancı!
Amerikalı yapımcı Kent Hudson, ‘The Novelist / Romancı’ adlı bir bilgisayar oyunu geliştirdi. Ay sonunda satışa çıkacak ‘Romancı’, oyun dünyasında merakla bekleniyor. Hayatının en önemli eserini yazmak için ailesiyle birlikte deniz kıyısına çekilen bir yazarın başkahraman olduğu oyunda ipler, ailenin mutluluğu için çalışan gizli hayaletin elinde.Edebiyatta özellikle baba-oğul ilişkisi çokça işlenen temalardandır. Kopuk, gergin ve sürekli çatışan bir ilişkiler ağı kendini belli eder. Hele yazar bir babanın/annenin çocuğu olmak başlı başına bir başka çatışmanın/buluşmanın alametidir. Tüm babaları yazar zannederek büyüyen Cahit Zarifoğlu’nun kızı Betül Zarifoğlu Koç’un, evdeki çoğu vaktini yazmakla geçiren babasına dair anlattıklarını dinleyelim: “İlkokul 2. sınıfta, bir arkadaşımın evinde daktilo olmadığını öğrendiğimde hayretle ‘Peki baban yazılarını neyle yazıyor?’ diye sormuştum. O konuşmayla kavradım, bütün babaların yazar olmadığını.”Amerikalı yapımcı Kent Hudson, bir yazar için iş, eş ve çocukları arasında denge tutturmanın zorluğundan yola çıkarak bir bilgisayar oyunu geliştirdi. Romancı (The Novelist) adlı bu oyun, bir yazarın iş hayatında başarıya ulaşmak için yaptığı seçimleri ve bunları yaparken ihmal edebileceklerini konu alıyor. Bu ayın sonunda satışa çıkması planlanan Romancı, oyun dünyasında merakla bekleniyor. Oyunun resmi sitesinden (http://www.thenovelistgame.com) ön satışlara başlayan Romancı, 14.99 dolara alıcı buluyor. Türkiye’den de Romancı’nın meraklıları oyunun Türkçe versiyonu için harekete geçmiş durumda.MUTLU ROMANCININ HUZURLU AİLESİ‘Hayallerinize, sevdiğiniz insanları bir kenara itip ulaşabilir misiniz?’ sorusunun peşine düşen Romancı’nın kurgusu şöyle: Dan Kaplan adlı romancı, bir baba ve eş olarak hayatının en önemli eserini yazma sürecinde zorluklar yaşar. Kaplan ailesi bu yüzden deniz kıyısında bir eve yerleşir. Evde üçünden başka, Kaplan ailesinin bireylerinin düşüncesini okuyabilen, gizemli bir hayalet vardır. Bu hayalet aslında bilgisayarın başındaki oyunu yöneten kişidir. Bu gizemli hayalet dışarıdan müdahalelerle (tıklamalarla), ailedeki bireylerin hayatlarını yönlendirmeye çalışır, lakin oyunu kazanmak için varlığını hissettirmemek zorundadır. Ailenin hayatı bizim hayaletin katkılarıyla gelişir ve oyunu oynayan, Kaplan ailesinin fertlerinin birbirlerini ihmal etmeyeceği bir ortam oluşturmaya çalışır. Oyun her başladığında yeni bir hikâyeye açılır. Gizemli hayalet bir dedektif gibi ilişkileri çözmek ve karakterlerin ne istediklerini anlamakla yükümlüdür. Oyunda bölümler ilerledikçe evdeki her bir bireyi yakından tanımak, gizemli hayaletin işini kolaylaştırır.“BİZ BABACIĞIM, BİRBİRİMİZİ BÖYLE ANLAMADAN SEVDİK”Kaplan ailesindeki her bireyin mutluluğu için çalışmak ve en önemlisi, Dan Kaplan’ın romanını en iyi şekilde bitirmesine yardımcı olmak öyle kolay bir iş olmasa gerek, zira yapılan her seçim hikâyenin gidişini ve ailenin mutluluğunu etkileyecektir. Romancı oyunu, Tolstoy’un meşhur Anna Karenina’sının girişinde söylediği cümleyi andırıyor biraz da, “Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Oyunun yapımcısı Kent Hudson, Romancı’nın bir bilgisayar oyunu olmanın ötesinde, kişinin hayatta yaptığı seçimleri sorgulayan ve bunlar üzerine kafa yormayı gerektiren bir tarafı olduğunu söylüyor.Yazarlığın doğasından olsa gerek iş, eş ve çocuk ağında bir denge tutturmak öyle kolay olmuyor maalesef. Artık oyunlara bile konu olan yazarlığın zorluğu her edebiyatçı için farklı hatta kimi zaman öyle dışarıdan müdahaleye açık değil. Nar’ın babası şair Haydar Ergülen’in, Kitap Zamanı’nda Murat Tokay ile söyleşisinde dediği gibi: “Şiir azaldı çünkü artık gece tamamen Nar’a ait. Şiiri gece yazardım, sabaha kadar oturduğum çok olmuştur. Ama baba olunca en geç on ikide yatıyoruz. Öyle olunca düzyazı çoğaldı, şiir azaldı. Şiiri gece yazamadığım için bazen akşamüstü başlıyorum.”Romancı, elbette bir oyunun ötesinde pek çok tartışma ve yoruma müsait, fakat edebiyattan beslenen bir damarın, teknolojinin tam da ortasına konması en güzel haber olsa gerek. Kim bilir belki de oyunun sonundaki gelişmeler, tıpkı Oğuz Atay’ın babasına yazdığı mektuptaki gibi olur: “Galiba biz babacığım, birbirimizi böyle anlamadan sevdik”.
↧
İzmir Fuarı, 19. Uluslararası Sanat Günleri’ne de ev sahipliği yapacak
İzmir Fuarcılık (İZFAŞ) tarafından 29 Ağustos – 8 Eylül 2013 tarihleri arasında düzenlenecek olan 82'nci İzmir Enternasyonal Fuarı'nın ev sahipliği yapacağı etkinlikler arasında 19'uncu Uluslararası Sanat Günleri Resim Sergisi de yer alıyor.İzmir Enternasyonal Fuarı'nda 18 yıldır düzenlenen ve bir gelenek hale gelen Uluslararası Sanat Günleri Resim Sergisi bu yıl 2 farklı alanda organize edildi. Sergide geçtiğimiz yıllardan farklı olarak Türki Cumhuriyetler bölümü ayrı bir alanda düzenlenecek.Kültürpark'taki Doğaltaş Müzesi'nde organize edilecek Uluslararası Sanat Günleri Resim Sergisi'nde, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Fransa, Irak, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Küba, Moldova, Rusya Federasyonu ve Türkiye yer alırken İzmir Uluslararası Fuar Alanı 2 No'lu Hol'de ise Türksoy'a üye ülkelerin sanatçılarından oluşan eserler sergilenecek.İZFAŞ tarafından Elprado Sanat Galerisi ve Türksoy Vakfı'nın desteğiyle gerçekleştirilen Uluslararası Sanat Günleri Resim Sergisi, fuar süresince ziyaret edilebilecek.(CİHAN)
↧
Mehmed Niyazi hastaneye kaldırıldı
Gazetemiz köşe yazarlarından Mehmed Niyazi Özdemir, geçtiğimiz perşembe günü yüksek tansiyona bağlı beyin damarlarının tıkanıklığı nedeniyle hastaneye kaldırıldı.Yakınlarından alınan bilgiye göre, beyin damarlarında meydana gelen tıkanıklıktan dolayı Özdemir hafif konuşma güçlüğü çekse de durumu iyiye gidiyor. Dün 29 Mayıs Üniversitesi’ne nakledilen Özdemir’in tedavisi burada devam edecek. Doktorlarının ameliyatlık bir durum görmediği Özdemir, önümüzdeki on beş gün hastanede müşahede altında tutulacak. Çanakkale Mahşeri, Ah Yemen, Plevne gibi tarihî romanları ile tanınan yazar ve düşünce adamı Özdemir’in, uygulanacak ilaç tedavisi ile kısa sürede sağlığına kavuşması bekleniyor. Birkaç hafta boyunca gazetedeki köşesinde, daha önce kaleme aldığı yeni yazıları yayımlanacak olan Mehmed Niyazi Bey için okurlarından dua istirham ediyoruz. KÜLTÜR-SANAT
↧
↧
Sinop, Mardin, Çanakkale ve Antakya’dan sonra Bodrum’da bienal
Ülkemizde bienal deyince akla gelen tek şehir İstanbul değil. Sinop, Mardin, Çanakkale ve Antakya’dan da bienal haberleriyle birlikte çağdaş sanatın ayak sesleri yükseliyor. Şimdi bunlara bir de Bodrum eklendi.Bu yıl ilk defa gerçekleşecek Bodrum Bienali 2 Eylül’de kapılarını açmaya hazırlanıyor. Bodrum’un üç ayrı sanat merkezinde -Bodrum Kalesi, Şevket Sabancı Kültür Merkezi ve Osmanlı Tersanesi Art Gallery- gerçekleşecek bienale yerli ve yabancı toplam 50 sanatçının katılması bekleniyor. İki ay sürecek bienalin küratörü Zürih Güzel Sanatlar Fakültesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde yüksek lisansını yapan Banu Grote. Bodrum Bienali’nin fikir ve projesi, yıllardır ‘Ekim Geçidi’ isimli sanat etkinliğini gerçekleştiren Modern Sanatlar Müzesi Derneği kurucusu ve onur başkanı Gülsün Erbil’e ait. Bodrum şehrine ve tarihçesine odaklanan bienalin adı, Bodrum’un tanıtımı ve yapılanmasında büyük emek sarf eden Halikarnas Balıkçısı’nın ilk romanı ‘Aganta Burina Burinata’dan esinleniyor. Bir zamanlar bir sürgün yeri olarak kullanılan Bodrum’a sürülenlerden biri Cevat Şakir Kabaağaçlı yani Halikarnas Balıkçısı, üç yıllık sürgünden sonra şehre âşık olup burayı kendine yurt ediniyor. Ve onun bu sevgi ve tutkusu pek çok romanına da ilham oluyor. ‘Aganta Burina Burinata’ ise ilk olarak denizciler tarafından kullanıldıktan sonra yerel halk tarafından da kabullenilip, konuşma diline aktarılan bir denizcilik terimi. Gemiler ilk kez açık denize yelken açtıktan sonra denizciler; göğe, denize ve karaya haykırarak bir ağızdan bu sözleri tekrarlıyor: ‘Aganta Burina Burinata!’ Bu sözler kendi başlarına bir anlam ifade etmeseler bile insanın doğaya ve çevresindeki varlıklara saygısını ve onlarla bütünlüğünü simgeliyor. Bienal hakkında ayrıntılı bilgi için: www.bodrumbienal2013 KÜLTÜR-SANAT
↧
İstanbul, kent müzesini beklerken…
Türkiye’nin pek çok şehri kent müzesine kavuştu. Çoğu da yolda, fakat İstanbul uzun yıllardır üzerinde konuştuğu, tartıştığı kent müzesine bir türlü sahip olamadı. İstanbullular konuyu en son Gezi Parkı olayları sırasında Başbakan Erdoğan’ın Gezi’de bir kent müzesi kurulabileceği sözüyle hatırlasa da geçen yıl müze için ciddi bir adım zaten atılmıştı.Şehirlerin kimliğini ortaya koyan ve dünü bugünlere bağlayan kent müzeleri, hayatın günübirlik yaşandığı ve her şeyin ‘yeni’ye odaklandığı günümüzde çok daha büyük bir anlam ifade ediyor. Çok kültürlü ve geçmişi binyıllara dayanan İstanbul’da bir kent müzesi kurmanın zorluğuysa ortada… Buna rağmen uzun zamandır İstanbul’da böyle bir müzenin eksikliği ve nasıl, nerede kurulacağı konuşuluyor. İstanbul’a bir kent müzesi kurulması tartışması, en son Gezi Parkı olayları başladığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Burada bir kent müzesi de kurulabilir’ sözüyle gündeme geldi. Fakat kamuoyu pek haberdar olmasa da geçtiğimiz yılın son aylarında bu konuda ciddi bir adım atılmış ve bir hayli mesafe de alınmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 80’den fazla müzeci, tarihçi, şehir plancısı ve ilgili disiplinlerden uzmanın davet edildiği bir çalıştay düzenlemişti. İBB Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı’nın gerçekleştirdiği İstanbul Kent Müzesi Çalıştayı 17-18 Kasım 2012’de yapılmıştı. Çalıştayın raporunda müze fikri enine boyuna tartışılırken, İstanbul Kent Müzesi’nin kurulacağı yer konusunda da çeşitli öneriler ortaya konmuştu. Önerilen yerler arasında en çok öne çıkan Topkapı Şehir Parkı’ydı. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi adına Etüt ve Projeler Daire Başkanı Atilla Alkan, müzenin Topkapı Şehir Parkı içerisinde yer almasının planlandığını belirtmiş ve müze için düşünülen yapı ve çevresi hakkında bilgilendirme yapmıştı. O bilgilendirmede; düşünülen yerin, 1453 Panorama Müzesi’ne yakınlığı ve oranın yılda alana 800-850 bin ziyaretçi çektiği gibi ayrıntılar üzerinde duruluyordu. Çalıştayda müzenin yeriyle ilgili pek çok farklı görüş ileri sürülmesine ve kesin bir sonuca ulaşılmamış olmasına rağmen –bunlar arasında Haliç, Boğaz ve Marmara kıyılarının yanı sıra Haydarpaşa Garı, Sirkeci Garı, Haliç kıyısındaki tersaneler ve Galataport proje alanı da bulunuyor– ağırlığın Topkapı Şehir Parkı’nda olduğu anlaşılıyordu. Konunun uzmanları İstanbul Kent Müzesi’nin projesinin hazır olduğunu, ihaleye verileceğini, mimarının da yakında çalışmaya başlayacağını konuşurken Gezi olayları başladı ve Başbakan malum açıklamayı yaptı. Bu durumda süreç kendiliğinden dondurulmuş oldu ve İstanbul Kent Müzesi çalışmaları yeniden bir belirsizliğe girdi. Aslında bu yeni bir durum değildi, sadece tarihin tekerrür etmesiydi…DARPHANE-İ AMİRE Mİ SİRKECİ GARI MI?İstanbul Kent Müzesi tartışmaları 1990’ların başında Tarih Vakfı’nın çabalarıyla başlamıştı. Müze için ilk düşünülen yer Darphane-i Amire binalarıydı ve binalar İstanbul Müzesi’nin kurulması için vakfa verilmişti. Fakat 1996’dan beri dillendirilen o proje bir türlü gerçekleşmedi. 2005’te Kültür ve Turizm Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Tarih Vakfı Başkanı tarafından imzalanan protokolde, İstanbul Kent Müzesi’nin beraberce yapılacağı ifade ediliyordu. Fakat 2006’da başka bir yer önerildi: Sirkeci Garı. Hatta müzenin 2010 İstanbul Kültür Başkenti’ne yetişmesi planlandı ama o plan da hayata geçirilemedi. Geçen yıllar içinde Bursa’nın, İzmir’in, Mardin’in hatta İstanbul Prens Adaları’nın bile bir kent müzesi oldu ama İstanbul hâlâ bekliyor.‘Simge olmuş bir mekânda kurulmalı’İstanbul’un ilk ve tek kent müzesi olan Adalar Müzesi’nin küratörü Deniz Koç’a göre; kent müzeleri genellikle bulundukları kentlerde simge olan, hafızalarda yer etmiş, hikâyesi kentliyi ezmeyen, bölmeyen mekânlarda kurulur. Çünkü kent müzesi aslında diğer müzelerden farklı olarak kentliyi birleştiren, farklı unsurları bağlayan bir halat işlevi de görür.‘Kent müzesi, yakın tarihin belleğini yakalar’Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’ni hazırlayan Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer’e göre, ne olursa olsun bir kentin müzesi olması önemli. Çünkü nasıl insan anılarıyla yaşıyorsa kentler de öyle yaşıyor. Aynı şekilde insanlara yaşadıkları yerin biraz öncesini anlatmak da çok önemli. Eksik kalan, arkeoloji ile günümüz arasındaki zaman. Yani yakın tarih. O da unutulmaya en müsait olanı. Kent müzesi ise yakın tarihin belleğini yakalıyor.
↧
Kristal kayısı için uzun film başvuruları başladı
Bu yıl dördüncüsü düzenlenecek Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında gerçekleştirilecek Ulusal Uzun Film Yarışması'na başvurular başladı.Malatya Valiliği'nin koordinasyonunda Kayısı Araştırma Geliştirme ve Tanıtma Vakfı tarafından 15-21 Kasım tarihlerinde düzenlenecek 4. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamındaki yarışmaya başvurular 20 Eylül'e kadar alınabilecek. Türk sinemasının yeni ve nitelikli ürünlerini izleyiciyle buluşturmak, sanat değeri yüksek filmlerin yapımını özendirmek amacıyla düzenlenen festivale başvuracak yapımlar için daha önce bir başka festivale katılmış olmak ve ödül almış olmak engel değil. Türk sinema endüstrisinin gelişimine de katkıda bulunmanın hedeflendiği festival için katılımcıların festivalin www.malatyafilmfest.org.tr adresli internet sitesinde yer alan yönetmeliği dikkate alarak formda istenen tüm materyalleri koordinasyon merkezine göndermeleri gerekiyor. Sinema Tarihçisi Burçak Evren, Sinema Eleştirmeni İhsan Kabil, Sinema Yazarı Necla Algan ve Mehmet Açar'dan oluşan ön jürinin değerlendirmesi sonucunda yarışmaya kabul edilen 10 film, 15-21 Kasım 2013 tarihleri arasında ana jürinin karşısına çıkacak. Festivalde başarılı yapımlara çeşitli ödüller verilecek. En iyi filme kristal kayısı ödülünün yanı sıra 75 bin TL, en iyi yönetmenin 15 bin TL, en iyi kadın, en iyi erkek oyuncu ve en iyi senaryonun 10 bin TL para ödülü verilecek. Ödüle layık görülen film sahiplerine ödülleri 21 Kasım 2013 Perşembe gecesi Malatya Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenecek Festival Ödül Töreni'nde takdim edilecek.(CİHAN)
↧