Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

"Efes Antik Kenti, UNESCO'yu hak ediyor"

$
0
0
İzmir'in Selçuk İlçesi'ndeki Efes Antik Kenti'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girebilmesi için beş yıldır tüm planlama çalışmalarını tamamlayan Selçuk Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne adaylık başvurusunun yapılmasını bekliyor. Selçuk Belediye Başkanı CHP'li Hüseyin Vefa Ülgür, "Her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen Efes Antik Kenti'nin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi çoktan hak ettiğini düşünüyoruz" dedi.İzmir Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü verilerine göre, 1 Ocak ile 30 Haziran arasındaki altı aylık sürede İzmir'deki tarihi ören yeri ve müzeleri ziyaret eden yerli ve yabancı turist sayısı 1 milyon 271 bin 818 oldu. Bu turistlerin en çok ziyaret ettiği ilk iki ören yerinin de Selçuk'ta olması dikkat çekti. Efes Antik Kenti 779 bin 520 kişi ile en çok ziyaret edilen birinci, St. Jean Kilisesi ise 144 bin 458 ziyaretçi ile ikinci oldu. Bu ziyaretçi sayısı ile Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü kasasına giren 5 milyon 202 bin 175 lira gelirin 3 milyon 648 bin 410 lirası Efes Antik Kenti'ni ziyaret eden turistlerden geldi ve Efes yine en çok kazandıran ören yeri oldu.Efes'in UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girebilmesi için Eylül ayında UNESCO'ya ön başvurunun, Şubat 2014'te ise resmi başvurunun yapılması gerekiyor. Selçuk Belediye Başkanı CHP'li Hüseyin Vefa Ülgür, "Efes dünya halklarının en çok merak ettiği ören yerlerinden biri. Bu anlamda her yıl milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen Efes antik kentinin UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmeyi çoktan hak ettiğini düşünüyoruz. Biz belediye olarak bu konuyla ilgili olarak beş yıldır çalışıyoruz. Üzerimize düşen her şeyi de yaptık. Şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Efes'i UNESCO'ya aday göstermesini bekliyoruz. İnanıyoruz ki 2014 Şubat ayı itibariyle Efes UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girecek ve UNESCO Efes'in sigortası olacak" dedi.(DHA)

Ramazan’a yakışan hediye: Hilye ve hüsnü hat levhaları

$
0
0
Ramazan ayının bereketi İslam sanatlarını canlandırdı. Belediyeler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları ve TV kanallarının ay boyunca sürecek etkinlikleri unutulmaya yüz tutan tezhip, minyatür, hüsnü hat (güzel yazı) gibi İslam sanatlarını yeniden gündeme taşıdı. İslam sanatlarına gönül verenler İslam sanatı eserlerinin sadece Ramazan'da değil, modern sanatlar gibi yıl boyunca gündemde kalmasını arzuluyor. Bu bağlamda Türk İslam eserlerinin Ankara Çukurambar 1425.cadde üzerindeki satış merkezi Sufiyane, önemli bir kampanyaya imza attı.'Hilyesiz ev kalmasın' sloganıyla hareket eden sanat evi, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV) bir kompozisyon içinde tasvir eden levhaları ile birlikte tüm hüsnü hat levhalarında indirime gitti. Sanat evinin sahibi Sami Oral, Ramazan vesilesiyle Osmanlı döneminde her evde bulunan Hilye-i Şerife kültürünü yeniden hatırlatmak düşüncesiyle yola çıktıklarını aktarıyor. Oral kampanyayı ilişkin şu bilgileri verdi: 'Efendimiz'in (SAV) mübarek şemaili şerifinin bulunduğu eve huzur, mutluluk ve bereket getirdiğine, hırsızlık, yangın gibi kötülüklerden koruduğuna inanılır. Biz de Ramazan ayını anlamlı kılmak, bu güzelliği tüm hanelere taşımak amacıyla Hilye-i Şerife levhalarıyla birlikte tüm levhalarda indirime gittik. Sufiyane'de ay boyunca Hilyeler 40 liradan başlayan fiyatlarla satışa sunuldu. Sloganımız 'Hilye Ramazan'a yakışan en güzel hediye.'"Sufiyane, Çukurambar Mah. 1425.Cadde No:9/C Çankaya adresinde hizmet veriyor. (CİHAN)

Pîrî Reis'in Akdeniz dünyası

$
0
0
UNESCO, 2013 yılını dünyada 'Pîrî Reis’in Dünya Haritası’nın 500. Yıldönümü' olarak tanıdı. Ünlü dünya haritasını çizmesinin üzerinden 500 yıl geçen Osmanlı denizcisinin bir başka eseri de Kitab-ı Bahriye olarak bildiğimiz, Akdeniz limanlarını anlatan kitabı.Doğu Akdeniz kıyılarından Cebelitarık Boğazı'na kadar birçok bölge ve şehirler, girinti ve çıkıntılar, tepeler, kuleler ve hatta şehirlerin simgesi haline gelmiş yapılar haritalarda yerini almış. İşte Pîrî Reis'in kaleminden, Alanya’dan Granada'ya, Cebelitarık'tan İskenderiye'ye Akdeniz şehirleri...

Altın Koza’da jüri başkanı Probst

$
0
0
Bu yıl 16-22 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek 20. Uluslararası Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda jüri başkanlığını Berlin Film Festivali Avrupa Film Pazarı Başkanı Beki Probst yürütecek.İstanbul’da doğan Beki Probst, 25 yıldır film endüstrisine yön veren isimler arasında yer alıyor. Çalışma hayatına Tercüman Gazetesi ve Hayat Mecmuası’nda başlayan Probst, Berlin ve Locarno film festivallerinin organizasyonlarında görev aldı. Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen festival, 20. yaşına özel bir programla hazırlanıyor. Son başvuru tarihi 2 Ağustos olan Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması için geri sayım devam ediyor. Festival kapsamında Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın yanı sıra her yıl olduğu gibi Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması düzenlenecek. Festivalin para ödüllerinde ise verilen miktar değişmedi. Festival kapsamında Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ile Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması’nda toplam 700 bin lira ödül dağıtılacak. (www.altinkozafestivali.org.tr) KÜLTÜR-SANAT

Çağdaş ustalar bir arada

$
0
0
Nişantaşı’ndaki Tem Sanat Galerisi’nde açılan usta isimlerin eserlerinden oluşan resim, heykel ve fotoğraf sergisi devam ediyor.31 Ekim’e kadar sürecek sergide Adnan Varınca, Avni Arbaş, Mustafa Aslıer, Gökşin Sipahioğlu, Mürşide İçmeli, Ömer Kaleşi, Alecos Fassianos (Yunanistan), Nevin İşlek, Güngör İblikçi, Abraham Haddad (Fransa), Metin Talayman, Yuri Kuper (Rusya), Hale Sontaş, Mehmet Güler, Zeki Fındıkoğlu, Miharu Shiota (Japonya), Hüseyin Ertunç, Abdulkadir Öztürk, Yavuz Tanyeli, Angelos Panayiotidis (Yunanistan), Gülden Artun, Nur Özalp, İsmail Yıldırım, Talat Enlil, Mithat Şen, Selma Gürbüz, Gürhan Yücel, Devabil Kara, Bilgehan Uzuner ve Özlem Özkan’ın eserlerini görebilirsiniz. (0212) 247 08 99 KÜLTÜR-SANAT

Geleneksel ‘Meşk’ sergisi açıldı

$
0
0
Küçükçekmece Belediyesi’nin Cennet Kültür Merkezi’nde bu yıl dördüncüsünü düzenlediği “Meşk IV. Uluslararası Geleneksel Sanat Buluşmaları” sergisi açıldı.Uluslararası bir buluşmaya dönüşen organizasyona aralarında Pakistan, Mısır, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Filistin, Irak, Özbekistan, Kazakistan, Rusya, Ürdün, Hindistan, Başkırdistan Cumhuriyeti ve Türkiye’den toplam yetmiş sanatçı yüzün üzerinde eserleriyle katılıyor. Hat, tezhip, minyatür, kaatı, ebru ve çini gibi farklı sanatlarda eserlerin yer aldığı “Meşk IV. Uluslararası Geleneksel Sanat Buluşmaları” sergisi 25 Ağustos’a kadar açık. (0212) 411 08 05 KÜLTÜR-SANAT

‘Sultanahmet’e yayıncılar için sembolik stantlar yapılabilir’

$
0
0
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, önceki gün ziyaret ettiği 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’nda, 21 Temmuz 2013’te bu sayfada yayınlanan “Yayıncıların gönlü hâlâ Sultanahmet’te” başlıklı haberle ilgili açıklama yaptı.Son dört yıldır Beyazıt’ta açılan 32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’na katılan yayınevlerinin Sultanahmet’e geri dönme talebini değerlendiren Topbaş, Sultanahmet’e ilginin Ramazan boyunca yoğun bir şekilde devamından dolayı cami avlusuna yayınevlerini temsil eden sembolik stantlar kurulması konusunda bir çalışma yapılabileceğini ve konuyu Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ile değerlendireceklerini belirtti. KÜLTÜR-SANAT

Türk sanatçılar ‘dışarı’ya kaçıyor!

$
0
0
Son yıllarda yabancı galerilerle anlaşan çok sayıda Türk sanatçı var. Bu konudaki en önemli işbirliği bu yılın başında kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin Gallery ortaklığı ile geçtiğimiz günlerde açıklanan Ahmet Güneştekin-Marlborough Gallery anlaşması. Sanatçıların bir kısmı, Türkiye’deki galerilerinin kendilerine yeterli uluslararası görünürlük sağlayamamasından şikâyetçi.Geçtiğimiz günlerde, ressam Ahmet Güneştekin’in Marlborough Gallery ile anlaştığı açıklandı. Anlaşmaya göre bundan sonra Güneştekin’i uluslararası sanat fuarları ile dünyanın önemli sanat etkinliklerinde Marlborough Gallery temsil edecek. Sanatçı ABD’deki ilk sergisini, bu işbirliği vesilesiyle 26 Kasım’da New York Marlborough Gallery’de açacak. Güneştekin’in bir sonraki sergisi ise 2014’te yine Monaco Marlborough Gallery’de gerçekleşecek. Yabancı bir galeri tarafından temsil edilen/edilecek ilk ve tek Türk sanatçı Ahmet Güneştekin değil. Aksine son yıllarda yabancı galerilerle anlaşan çok sayıda Türk sanatçı var. Bu konudaki en önemli işbirliği bu yılın başında kesinleşen Taner Ceylan–Paul Kasmin Gallery ortaklığı. Sanatçıların yabancı galerilerle işbirliğini tercih etme girişimlerini, temmuz başında hayata karışan iki aylık süreli yayın Istanbul Art News’ten Merve Dalar masaya yatırdı. Dalar’ın ‘Galerilerde yaprak dökümü’ başlıklı haberinde son dönemde galerisiyle yollarını ayıran sanatçılar etraflıca inceleniyor. Bu ayrılıkların bazılarının arkasında ekonomik ya da kişisel nedenler yatsa da bazılarının arkasında, yeterli uluslararası görünürlüğün sağlanamaması var. Sanatçıların bir kısmı, Türkiye’deki galerilerinin kendilerine yeterli uluslararası görünürlük sağlayamamasından şikâyetçi. Bu sebeple hem Türkiye’deki hem de yurtdışındaki bir galeriyle aynı anda çalışmayı tercih eden pek çok Türk sanatçı var. Bazı sanatçılar ise Türkiye’deki galerisiyle yollarını tamamen ayırma ve yabancı galerilerle anlaşma yolunda ilerliyor. Bunlardan biri Yaşam Şaşmazer. Uzun yıllardır Çağla Çabaoğlu Sanat Galerisi ile çalışan Şaşmazer artık yoluna Berlin Art Projects ile devam ediyor. Şaşmazer, kararının gerekçelerini şöyle sıralıyor: “Artık Türkiye’de yapacak çok fazla şey yok. Berlin, çok daha köklü, gelişmiş bir sanat noktası benim gözümde. Son zamanlarda Türk sanatçılar, yurtdışında daha görünür olmaya başladı, çünkü Türkiye yeterli olmuyor. Buradan, uluslararası bir sanatçı olarak istediğim irtibatlar sağlanamıyor.” Türkiye’deki galerisiyle yolunu ayıran bir diğer sanatçı İrfan Önürmen. Türkiye’deki galerisi Pi Artworks’ten ayrılarak New York’taki C24 Galeri ile çalışmaya başlayan Önürmen’in bu galerideki ilk kişisel sergisi geçtiğimiz ocak ayında açıldı. Yalnız burada şaşırtıcı iki şey var. Birincisi, New York’ta faaliyet gösteren C24, bir Türk galerisi. Merve Dalar’ın verdiği bilgiye göre ortakları da Maide ve Emre Kurttepeli, Aslı ve Erkut Soyak ile Melih Doğan. İkincisi ise geçtiğimiz ocak ayındaki serginin alımlarının büyük kısmının yine Türk alıcılar tarafından yapılmış olması. Benzer şekilde Şaşmazer’in anlaştığı Berlin Art Projects de Tarık Yoleri isimli bir Türk tarafından işletiliyor. Ama tabii hepsinde böyle tesadüfler yok. Örneğin bir süre önce galerisi Dirimart’la yollarını ayıran Ramazan Bayrakoğlu tamamen Fransız bir galeriyle, Galerie Lelong ile anlaştı. Türkiye’deki galeriler ise sanatçıların ülkemizden ellerini ayaklarını çekerek sadece yabancı galerilerle çalışma gibi özel bir eğilimi olduğu görüşüne katılmıyor. Galeri Nev’in kurucu ortağı Haldun Dostoğlu, “Ben Türk sanatçıların yabancı galerilerle çalışmayı tercih ettiklerine dair bir eğilim olduğunu hiç sanmıyorum.” diyor. Aslında benimsenen en yaygın durum iki ayrı galeriyle birden çalışmak. Zaten Haluk Akakçe, Ali Kazma, Nilbar Güreş ve Selma Gürbüz gibi pek çok sanatçı bunu yapıyor; hem Türk hem de yabancı birer galeriyle aynı anda çalışıyor.YABANCI GALERİLERLE ÇALIŞAN BAZI TÜRK SANATÇILARAhmet Güneştekin - Malborough Gallery (New York)Ali Kazma - C24 Gallery (New York)Ayşe Erkmen - Galerie Barbara Weiss (Berlin)Azade Köker - Otto Galerie (Münih)Canan Tolon - Gallery Paule Anglim (San Francisco)Hale Tenger - Green Art Gallery (Dubai)Haluk Akakçe - Alison Jacques Gallery (Londra)Kezban Arca Batıbeki - Leila Heller Gallery (New York)Kutluğ Ataman - Thomas Dane Gallery (Londra)Nevin Aladağ - Wentrup Gallery (Berlin)Nilbar Güreş - Galerie Martin Janda (Viyana)Sarkis - Galeri Nathalie Obadia (Paris)Selma Gürbüz - Lawrie Shabibi (Dubai)Taner Ceylan - Paul Kasmin Gallery (New York)

Bir tezim var!

$
0
0
Bu haftanın bir diğer polisiye filmi Arjantin sinemasından. Roberto Bermudez bir hukuk fakültesinde profesörlük yapan eski bir ceza avukatıdır. Bir gün ders verdiği fakültenin önünde bir cinayet işlenir.Katil, Roberto’yu bu tehlikeli oyuna çekmek istercesine bazı ipuçları bırakmıştır. Roberto Bermudez, cinayet üzerine kendisiyle sürekli teorik tartışmalar yapan zeki öğrencisi Gonzalo’dan şüphelenmeye başlar.CİNAYET TEZİTESIS SOBREUN HOMICIDOYÖNETMENHERNAN GOLDFRIDOYUNCULARRICARDO DARIN, ALBERTO AMMANN

Bir katilin peşinde

$
0
0
Kariyerleri düşüşte olan iki isim, Nicolas Cage ile John Cusack’a ‘taze kan’ Vanessa Hudgens’ın eşlik ettiği film, vasat bir çizgide ilerliyor.Dedektif Jack, son iki yılda 8 kadının benzer şekilde ortadan kaybolmasının ardında bir seri katil olduğundan şüphelenmektedir. Ancak ortada tek sağlam bir ipucu bile yoktur. Bir süre sonra Cindy adlı genç bir kız, katilin elinden kurtulmayı başarır. Dedektif Jack, Cindy ile görüşüp kanıt toplamaya çalışırken katil Cindy’nin peşindedir.KARANLIK CİNAYETLERTHE FROZEN GROUNDYÖNETMENSCOTT WALKEROYUNCULARNICOLAS CAGE, JOHN CUSACK, VANESSA HUDGENS

Deliliğin sınırlarında

$
0
0
Filmleriyle seyirciyi ve eleştirmenleri ikiye bölen yönetmen Bruno Dumont, bu kez bildiğimiz tarzından farklı bir yapımla karşımızda. Dumont, ünlü heykeltıraş Auguste Rodin’in gölgesinde kalan Fransız heykeltıraş Camille Claudel’in deliliğin sınırlarında gezindiği günleri anlatıyor.Film, 1915 yılında geçiyor. Camille Claudel eğilip yerdeki bir taşı alır ve dikkatle inceler. Sanki işine yoğunlaşmış bir heykeltıraştır izlediğimiz. Zihninde basit bir taşı yepyeni bir şeye dönüştürüyor gibidir. Ama sonra taşı atar, bir daha da sanata dönmez.CAMILLE CLAUDEL 1915YÖNETMENBRUNO DUMONTOYUNCULARJULIETTE BINOCHE JEAN LUC VINCENT

Ya aşk içinde harap ol ya şevk içinde gönül

$
0
0
Daha ismiyle bile insanı hüzünlendiren bir film ‘Son Konser / A Late Quartet’. Münir Nurettin’in bestesiyle gönlümüze süzülen, Yahya Kemal’in o meşhur dizelerini hatırlatıyor: “Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç / Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç / Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile / Avunmak istemeyiz böyle bir teselli ile”...Dünyaca ünlü İngiliz klasik müzik dergisi Gramophon’a kapak olan, kendileri hakkında belgesel çekilen yaylı çalgılar dörtlüsü Füg’ün (The Fugue) son konserini anlatıyor film. Grubun yaşlı çellisti Peter, amansız bir hastalığa yakalanınca grup dengesini kaybeder. Peter’ın ‘jübile’ teklifinden sonra diğer üyeler arasındaki bastırılmış duygular ve geçmiş hesaplar ortaya dökülür. 25. yıldönüm konserleri yaklaştığından, grup üyeleri birlikteliklerini korumak ile sonsuza dek ayrılmak arasında seçim yapmak zorundadır. Bu sırada, Beethoven’ın 14 no’lu yaylı çalgılar dörtlüsü bestesi op. 131, zaman zaman araya girerek onları hüzünlü bir sona hazırlamaktadır. Yaron Zilberman’ın yönettiği film, seyircide uyandırdığı ‘hüzün beklentisi’nin hakkını büyük ölçüde veriyor. Christopher Walken ile Philip Seymour’un oyunculuklarından güç alan filmin bir başka güçlü aktörü de Beethoven’ın son dönem bestelerinden op. 131. Alışılmışın aksine dört değil, yedi bölümden oluşan bu eser, sanatçının ‘ömrünün dökümü’ gibi. Yaklaşık 40 dakika süren eserin, bilhassa son bölümü, filmin vermeye çalıştığı, fakat tam anlamıyla yakalayamadığı manevi hüznü tek başına insanın kalbine bırakmaya kâdir. Yönetmen Zilberman, filmin ikinci yarısında hüzün ile gündelik kaygı arasındaki farkı unutarak, Woody Allen’vari bir kadın-erkek ilişkisine gönül indirmeseymiş, muhtemelen Beethoven’ın o eşsiz eserinin ruhuna uygun bir yapım olacakmış ‘Son Konser’. Op. 131 ile Christopher Walken ve Philip Seymour Hoffman’ın oyunculukları hatırına tercih edilebilir.SON KONSERA LATE QUARTETYÖNETMENYARON ZILBERMANOYUNCULARPHILIP S. HOFFMAN CHRISTOPHER WALKEN

Mutantlaşmak istiyorum, mutantlaşmak!

$
0
0
‘The Wolverine’, Hollywood filmlerinin Uzakdoğu’yu mesken tutup gişe hasılatını şişirme taktiğinin son halkası. Yönetmen James Mangold’un farkının hissedildiği filmin tamamına yakını Japonya’da geçiyor. Temel mesele ise geçmişin yüklerinden kurtulmak isteyen Wolverine’in, mutant olmakla imtihanı!Sinemadaki uzun soluklu serilerde geriye dönüp bakmak gerekiyor. İki yıl önce yine bu zamanlar gösterime giren ‘X-Men: Birinci Sınıf’ filminde, genetik dönüşüme uğrayan mutantlar, Soğuk Savaş’ın en ‘sıcak’ olayında, 1962’deki ‘Küba Füze Krizi’nde aktif rol oynamıştı. Hatta, ABD ile Rusya arasındaki muhtemel 3. Dünya Savaşı’nı, Kennedy’nin değil, Wolverine ve ekibinin engellediğini öğrenmiştik! Ayrıca film, başlangıç noktası olarak 2. Dünya Savaşı’ndaki bir Nazi kampını tercih etmişti.Serinin altıncı adımı ‘The Wolverine’, tıpkı öncülü gibi, 2. Dünya Savaşı’ndan trajik bir kesitle açılıyor. Geçmişin yüklerinden kurtulamayan Wolverine, 9 Ağustos 1945 günü, Japonya’nın Nagazaki şehrine atom bombası atıldığında oradadır. O gün hayatını kurtardığı Japon asker Yashida, yıllar sonra izini bulur ve ‘helalleşmek’ için onu çağırır. Ancak Wolverine, ölüm döşeğindeki Yashida’nın son isteğini kabul etmeyince işler karışır. Yashida’nın oğlu, Japonya Adalet Bakanı ve Japon mafyası Yakuza peşine düşer. Wolverine, sadece kendini değil, Yashida’nın torunu Mariko’yu da korumak zorundadır.‘The Wolverine’, Hollywood filmlerinin Uzakdoğu’yu mesken tutup gişe hasılatını şişirme taktiğinin son halkası. Büyük bütçeli yaz filmlerinin maliyeti o kadar arttı ki, Kuzey Amerika pazarı yapımcılar için tek başına yeterli gelmiyor. Dolayısıyla, önceleri ABD dışında genelde Londra galasında arz-ı endam eden Hollywood yıldızları, artık Tokyo, Hong Kong, Mumbai ve Seul’de düzenlenen özel galalara da katılıyor. Tabii ki bu galalar için, filmin hikâyesine bir tutam Uzakdoğu sosu katmak gerek. Bu sos, ABD iç pazarında da otantiklik ve egzotiklik iştahını belli ölçüde tatmin ettiği için ürünü albenili hale getiriyor.JAPONYA’YA BİR KIRIK DİLEKÇESöz konusu ‘taktik’, ‘The Wolverine’de zirveye çıkıyor. O kadar ki, isminden ‘X-Men’ ibaresini atan ve sadece başkarakterin adıyla yola çıkan film, hikâyesinden de mutantları çıkarıyor. Wolverine’in güçlerinin zayıfladığı ve ölümü arzuladığı film, X-Men serisinden ziyade, mesleğinde gözden düşmüş bir Amerikalının Japonya’da kendini bulma hikâyesine dönüşüyor. Bu durumda, hikâyenin ‘Son Samuray’ ya da ‘Lost in Translation’ ile çağrışım kurma ihtimali doğuyor. Ancak, meseleyi politik bir zemine oturtmak için Wolverine’in geçmişindeki hatalar ile ABD’nin geçmişindeki ‘nükleer hatalar’ aynı potada eritiliyor. Serinin önceki adımlarında karısını öldürmek zorunda kalan Wolverine, bu filmde vicdan azabıyla mücadele ediyor. “Beni nasıl öldürebildin?” diyen karısına karşı kendini, “Ama sen insanlara zarar vermeye başlamıştın.” sözleriyle savunuyor. Hikâyenin, Wolverine ile ABD’nin günahlarını paralel bir şekilde temize çekmesinden hareketle bu diyalog pek âlâ, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasına karşılık “Ama siz de Çin’e, Tayvan’a ve Pearl Harbour’a saldırdınız; bize zarar verdiniz!” savunması olarak görülebilir. Filmin ‘egzotiklik’ takıntısı ise rahatsızlık veren bir başka unsur. Wolverine’in, 70’lerdeki kafası karışık Batılıların hayatın anlamını Uzakdoğu’da araması gibi bir ruh haliyle gezinmesini hazmetmeye çalışırken, Japon karakterler vasıtasıyla oryantalizm durağını es geçip doğrudan oksidentalizme yuvarlanıveriyoruz. Yashida’nın torunu Mariko’nun, gelenekle modern arasında sıkışmış Japon neslini işaret etmesi yerinde bir tespitken, mevzu bir anda “Biz birbirimizi sevdik, dedem izin vermedi; geleneklere takıldık; sen Batılısın anlamazsın bizim geleneklerimizi, biz çok tutucuyuz vs.” içlenmelerine yol alıyor. Wolverine, iki dünya arasında sıkışan Mariko’yu (Japonya da diyebiliriz) kurtaran bir süper kahraman (ABD). Dolayısıyla mesele, ‘Atom bombası attık ama bak sonunda sizin için iyi oldu!’ noktasına kadar geliyor. E, Hollywood’un özrü de bu kadar olur. Amma velakin, algınızı bu tür alternatif okumalara kapatabilirseniz, ‘The Wolverine’, politik göndermeleri ve nispeten yakaladığı derinlik ile bu yaz önümüze gelen ‘gişe canavarları’nın en derli toplusu. Üstelik; Yakuza’ların, kimonoların, çay servis törenlerinin, Japon sofra âdâbının otantik cazibesine kapılmak; yanı sıra Son Samuray, Kill Bill ve Başlangıç (Batman sonrası çizgi roman uyarlamalarındaki ‘Christopher Nolan etkisi’ ayrı bir bahis) filmlerinden aroma tadında esintiler devşirmek de vereceğiniz bilet ücretine dâhil…

‘Keloğlan Keleşoğlan’ Çin’de

$
0
0
Ulviye Karaca’nın yazıp yönettiği Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı “Keloğlan Keleşoğlan”, Çin’in başkenti Pekin’de bugün ve yarın sahnelenecek.2013 Türk Kültür Yılı etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen “3. Uluslararası Çocuk Tiyatroları Festivali”ne katılan oyunu, 8 sezondur küçük sanatseverler beğeniyle izliyor.KÜLTÜR-SANAT

Gelenekten geleceğe bir dergi

$
0
0
Bu yılın başında mevsimlik olarak çıkmaya başlayan Gelenekten Geleceğe dergisinin “Sanat” başlığını taşıyan ilk sayısından sonra “Medeniyetimiz” konulu ikinci sayısı çıktı.“Yirmi birinci yüzyılın anahtar kelimesi medeniyet olacaktır” düşüncesini öne süren dergiye göre birçok medeniyetin beşiği olan Anadolu’da var olan tüm kültürlerin katkısı ile kadim değerlerimizin üzerindeki şalı kaldırıp medeniyet tasavvurumuzun içini yeniden doldurma zamanı gelmiştir. Bu düşünceyle hazırlanan derginin yeni sayısına Bedri Gencer, Ahmet N. Helvacı, Bilal Sambur, Özlem Cavlak, Ali Osman Sezer ve Şeyhmus Diken medeniyet eksenli makaleleri yer alıyor. Dergide ayrıca Medeniyetler İttifakı Enstitüsü Müdürü sosyolog Prof. Dr. Recep Şentürk, Prof. Dr. İskender Pala ve Prof. Dr. Mehmet Aydın ile yapılan söyleşiler bulunuyor. Mimariden siyasi düşünceye, şehir hayatının estetiğinden kitabiyata kadar pek çok konunun ele alındığı derginin en dikkat çekici bölümleri ise Hasan Aksakal’ın kaleme aldığı “Yüzyıl Önce, Yüzyıl Sonra: İbrahim Şinasi ve Cemil Meriç’in Medeniyet Anlayışları Üzerine” adlı makalesi ve Mahmut Şenol’un hazırladığı “Nurettin Topçu’nun Medeniyet Anlayışı ve Neo-Genç Osmanlıcılık” başlıklı yazılar. Aksakal, makalesinde medeniyet kavramı hakkında ilk sözü söyleyen Şinasi Efendi ile kendisinden 100 yıl sonra en bilindik sözü söyleyen Meriç’in birbirlerine zıt fikirleri savunduklarını ortaya koyuyor.KÜLTÜR-SANAT

‘İstanbul kültürü, en çok Ramazan’da kendini gösterir’

$
0
0
32. Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı kapsamında gerçekleştirilen Beyazıt Ramazan Sohbetleri’nin önceki günkü konuğu senarist, gazeteci ve yazar Üstün İnanç’tı.Eski İstanbul’u, eski İstanbulluları, eski Bâbıâli’yi en iyi bilen ve anlatan simalardan biri olan İnanç, konuşmasında İstanbul kültürüne dair bilgiler aktararak, İstanbul kültürünün en çok Ramazan’da kendini gösterdiğini anlattı. Ramazan’da gayrimüslimlerin Müslümanları rahatsız etmemek adına evlerinin en alt katlarında yemek pişirdiklerini, meyhane işletenlerin de Ramazan ve bayram boyunca işletmelerini kapattıklarını, bugün kimliğinde Müslüman yazanların bile bu titizliğe riayet etmediğini vurgulayan yazar, “Böyle bir terbiye ile gelişen bu kültür Ramazan medeniyetidir. Mekanik tarafının yani yiyip içmemenin ötesinde ruhî yönünü temsil eder.” derken sinemaların gürültüsüne gizlenmiş zikir ortamlarından da bahsetti. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Beyazıt Soğanağa’da geçen İnanç, “Veren kişi alandan, alan kişi de verenden haberli değildi ve kimsede o kompleks yoktu. Mahalle kahvesinde karşılıklı otururlar, ancak yardımlaştıklarını da kendileri bilmezdi. Bu hem felsefi hem de sosyolojik olarak derin bir konuydu. İnsanlar böyle damıtılmışlardı. İstanbul Anadolulaştı ki bu olacaktır, nihayetinde olmalıdır. Ama İstanbul’a bir imeceyi bile getirememiş olmamız büyük bir kayıptır. Eski İstanbulluların modern insanlara göre kötülükleri yok, iyilikleri çoktu. Hürmet her yerdeydi.” dedi.KÜLTÜR-SANAT

Dünya müzik otoriteleri Türkiye’de toplanacak

$
0
0
İngiltere merkezli Uluslararası Geleneksel Müzik Konseyi tarafından iki yılda bir düzenlenen “Makam Çalışma Toplantısı”, 2014’ün Aralık ayında Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde yapılacak.Dünyanın en büyük müzikoloji kongresi olarak kabul edilen “42. Uluslararası Geleneksel Müzik Konseyi Dünya Konferansı” (ICTM) 11-17 Temmuz 2013 tarihleri arasında Çin’in Şanghay kentinde gerçekleştirildi. Türkiye’yi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Danışmanı ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cenk Güray’ın da bulunduğu 7 akademisyenin temsil ettiği toplantıda, konseyin, ‘Makam Çalışma Grubu Toplantısı’nın 2014 yılı Aralık ayında Türkiye’de yapılması kararı çıktı. Cenk Güray, “İki senede bir yapılan Makam Çalışma Grubu Toplantısı, geçen yıl Bosna’da gerçekleşmişti, önümüzdeki yıl Ankara’da Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde yapılacak. Makam konusunda dünyadaki en büyük toplantıdır bu. Müzik alanında dünyanın önde gelen kurum ve kuruluşları ile müzik otoritelerini bir araya getirecek toplantıda makamın tarihsel süreci, güncel uygulamalar, kültürel arası etkileşimler tartışılacak. Dünyanın değişik yerlerinde bu konuda çalışma yapan araştırmacılar gelecek ülkemize. Bizim de geleneksel müziğimizin temeli makamlardır.” diyor.84 ÜLKEDEN 550 KATILIMCIMüzik sosyolojisinden müzik arkeolojisine, müzik antropolojisinden müzik teorisine kadar pek çok konu başlığının derinlemesine tartışıldığı bilimsel kongreye dünyanın çeşitli ülkelerinden çok sayıda üniversite ve araştırma merkezi katıldı. Kongrede 84 ülkeden 550 katılımcı, geleneksel müzik kültürlerine dair bulgu ve analiz sonuçlarını dinleyicilerle paylaştı. Cenk Güray’ın yanı sıra Başkent Üniversitesi’nden Okan Murat Öztürk, araştırmacı Ali Fuat Aydın, Çankırı Karatekin Üniversitesi’nden Dr. Emin Soydaş, İTÜ Müzikoloji bölümünden Serkan Şener, Burcu Yıldız ve Dila Ş. Kıroğlu kongrede bildirilerini sundular.İLK TEMSİLCİSİ ADNAN SAYGUN’DULondra’da 1947 yılında kurulan ICTM, UNESCO ile danışmanlık statüsünde resmi bağları olan bir ‘sivil toplum’ kuruluşu. Türkiye, ilk kuruluşunda yönetim kurulu üyesi olarak yer alan Adnan Saygun’dan sonra ICTM’de etkin rol oynayan ülkelerden biri oldu. Geçmişte Kunst, Kodaly, Seeger gibi müzikolojinin simge isimleri tarafından yönetilen kurumun şu anki yöneticisi müzik bilimcisi Adrienne L. Kaeppler. 19 ayrı çalışma grubuna sahip olan ICTM, her yıl bu çalışma gruplarının düzenlediği “Makam, Müzik Arkeolojisi, Türkçe Konuşan Ülkelerde Müzik” gibi bazı özel uzmanlık alanlarına hitap eden kongreler de gerçekleştiriyor.

'Sürgün edilen' ilk ineğin filmi çekiliyor

$
0
0
2009 Mayıs…Yer Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı Köyü…Kırdan, bayırdan eve getirilemeyen Gülsüm, bir gün hiç yapmadığı bir şey yapar. Köydeki okulun bahçesine izinsiz girer. Bununla da yetinmez okulun büstünü ‘istemeden’ kırar.Tam da bundan sonra başlar aslında Gülsüm’ün hikâyesi. Milli Eğitim Müdürü büstü kıranın kim olduğunu bulmak için harekete geçer ...Tüm köylü tek tek sorgulanır. Gülsüm’ün sahibi çok korkmuştur ve Gülsüm’ü başka bir köyde yaşayan yakınlarının yanına sürgüne göndermeye karar verir… O, sürgüne gönderilen ilk inek olarak dünyada eşine az rastlanır bir olayın kahramanı olmayacak, yaşadıkları dillerden dillere bir efsane gibi dolaşacaktır.Öyle de oldu. Sarıkız adlı bir ineğin ‘başrolde’ olduğu ‘Sürgün İnek’ adlı filmin çekimlerinde sona yaklaşıldı.28 Şubat’ta gösterime girecek filmde elbette sadece Sarıkız yok. Çekimleri Muğla’ya bağlı Boğazköy ve civarında devam eden filmde; Hasan Kaçan (Şevket Çetin), Şebnem Dönmez (Cemile Çetin), Fırat Tanış (Nihat Çetin), Yılmaz Gruda (Cebrail), Eşref Kolçak (Mikail), Tarık Papuççuoğlu (Kenan) Vildan Atasever (Gülay Öğretmen) ve Cezmi Baskın’ın (Muhtar Sami) da aralarında bulunduğu kalabalık bir oyuncu kadrosu rol alıyor. Yaşanmış bir olaydan esinlenen filmin senaryosunu Serkan Öztürk kaleme alırken, yönetmen koltuğunda Ayhan Özen oturuyor.SETİN EN NAZLISI SARIKIZAntik Köy’deki düğün sahnelerine denk geldiğimiz çekimlerde, Sarıkız hariç herkesle konuşma imkanı buluyoruz! Başta teknik ekip olmak üzere, oyuncuların da ortak görüşü; başrolünde inek olan başka bir film daha yok… Köpekleri, kuşları ve daha pek çok hayvanı merkezine alan filmler izlesek de, Serkan Öztürk’ün 1960’larda çekilen sahibi ile bir ineği anlatan İran filminin dışında –ki o da farklı bir proje- dünyada da benzeri yok. Öyle ki sette, ‘bu film Hintlileri kıskandırır’ yorumlar yapılmasına dahi neden oluyor. Bu arada, zirvedeki yalnızlık sendromuna tutulan (!) Sarıkız hala ortalarda yok. ‘Hocam inek nerde?’, ‘Gelmeyecek mi?’ sorularından bunalan prodüksiyon çalışanları, ‘otunu yiyor’ diyerek savuşturuyor meraklıları.Toplu fotoğraf için herkes yerini aldığına göre Sarıkız’da gelebilir artık. Elinde bir tutam otla kalabalığı yaran bakıcısı ve tabii ki Sarıkız, insanların arasından salına salına geçiyor. Gerçekten zor başrol olmak. Dur şuna birde ben dokunayım…EŞREF KOLÇAK: HAYATIMDAKİ İLK KOMEDİ FİLMİMİnek aralarında magazincilerin de bulunduğu çok sayıda basın mensubuna poz veredursun, oyuncularla da konuşmak lazım…Yeşilçam’ın yüzlerce filminde rol alan Eşref Kolçak, uzun zaman sonra ilk kez bir sinema filminde çıkacak sevenlerinin karşısına. Bu ilginç bir ayrıntı. Hatta Kolçak’ın bir komedi filminde ilk defa rol aldığını da öğreniyoruz. Filmin 28 Şubat’ta gösterime girmesiyle ilgili bir soruya, ‘Filmin başrolü inek. Biz de yardımcılarıyız.Yurdumuzun filmini yapıyoruz. İnsanlarımızın filmini yapıyoruz. Sağa sola çekmek yanlış olur. Düşündürücü tarafları var ama ne siyasi nede dini bir tarafı yok projenin.’ Filmin, toplumda oluşturulan korkulara dikkat çektiğini ve bunu da komik bir dille anlattığını söyleyen Yılmaz Gruda’ya ise destek, Tarık Pabuççuğlu’ndan geliyor:Bu insanı anlatan bir film. İnsanların yaşadıklarını ve gösterdikleri tepkileri, nelerden korktuklarını perdeye taşıyor…’Vildan Atasever ise tecrübeli oyuncularla çalışmanın kendi oyunculuğuna kattığı artıları anlatıyor.YÖRE HALKI OYUNCULUĞU SEVDİKalabalık sahnelerin bolca yer aldığı Sürgün İnek için figüranlar Bozöyük’ten getiriliyor. Günlük 40 TL’ye oyunculuk yapan amcalar, teyzeler hallerinden memnun. ‘Pazar paramız çıkıyor be oğlum…’ Sürgün İnek onların ilk filmleri değil. ‘Baba Ocağı’ dizisiyle alıştıkları kamera, onlara beldelerinde çekilen Dabbe, Türksel reklamları ve bazı televizyon filmlerinin kapısını açmış… Tek dertlerinin beldelerinin gelişmesi olduğunu söylüyorlar. Filmin yapımcıları ve prodüksiyon ekibi de onlardan memnun: ‘Muğla özellikle Bozöyük halkının hakları var üzerimizde, destek oldular. Biz de onlardan birileri gibi olduk.’ Filmin çekimlerinin bitecek olmasına üzülseler de izleyecekleri günü bekleyip mutlu oluyorlar… 4 Milyon TL bütçeli (şimdilik) filmde ortalama 40’a yakın oyuncu ve 100’ün üzerinde figüran rol alıyor bilgisini de vermekte fayda var…Serkan Öztürk (Senarist): İzleyici eğlenecekYaşanmış bir hadiseden aldığımız hikaye. Yan karekterlerle renklendirdik.Güçlü oyuncu kadrosuyla daha iyi yere gelecek. Umut ediyorum perdeye de aynı şekilde yansır.Filmde bir cümbüş var. Sinema seyircisinin sevdiği isimler… Bir durum mizahı var biz bunu yakalamaya çalıştık. Siyasi politik bir mesaj verelim derdimiz yok. Anlatıldığında yok bu kadar da olmaz denilen şeylere hep birlikte beyaz perdede güleceğiz. İzleyici çok eğlenecek.

Natalie Portman’ın gözü kamera arkasında

$
0
0
‘Siyah Kuğu’ filmiyle en iyi kadın oyuncu dalında Oscar ödülü alan Natalie Portman, yeni projesinde kamera arkasına geçiyor.Portman, ilk kez yönetmen koltuğuna oturacağı filmde, İsrailli yazar Amos Oz’un ‘A Tale of Love and Darknes’ kitabını sinemaya uyarlayacak. Oscarlı oyuncu, Amos Oz’un otobiyografik romanının uyarlamasında aynı zamanda, ünlü yazarın henüz 12 yaşındayken intihar eden annesini de canlandıracak. İlk baskısı 2002’de yapılan kitap, Oz’un 1940’larda Kudüs’te geçen çocukluk dönemini anlatıyor. Filmin çekimleri önümüzdeki eylül ayında İsrail’de başlayacak. KÜLTÜR-SANAT

Bu 'gala' incirli gala!

$
0
0
Önceki gün gösterime giren ‘Süper İncir’, birbiri ardına sökün eden ‘gişe canavarı’ filmler arasında dikkat çeken eğlenceli bir yapım.‘Aydın ve ürünlerinin tanıtımına katkı sağlamak’ gibi mütevazı bir hedefle yola çıkan film, yönetmeninden oyuncularına kadar amatör bir ruhun eseri. Forum Aydın AVM’de gerçekleşen gala, filmin eğlenceli üslubuna yaraşır bir şekilde yapıldı. Katılımcılar arasında yer alan protokole rağmen, galada davetlilere kasalarla taze incir dağıtıldı. Gala öncesi, Aydın’ın dillere destan ‘bal damlayan’ incirleri ile ağızları tatlanan seyirciler, film sonrası kahkahalarla salondan ayrıldı. Gecenin ‘kahramanı’ olan incir, bir bakıma filmin çekiliş amacıydı. Aslında yapım ekibi de bu durumu saklamıyor. İnternette dolaşıma çıkan bir reklam videosundan hareketle sinemaya uyarlanan ‘Süper İncir’, Aydın’ın en önemli tarım ürünü olan inciri ile tarihî ve kültürel mekânlarını tanıtmak amacıyla çekildi. 95 dakikalık filme kaynaklık eden incir reklamında da yer alan oyunculardan Aydınlı Coşkun Kemer, yıllardır bu anı beklediğini belirterek, “Televizyonlarda haberleri izlerken film galalarını takip ediyordum. Hep özlem duyuyordum. Şimdi ise ilk defa kamera karşısına geçtiğimiz filmin galasındayım. Çok gururluyum.” dedi.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live