Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

‘İncirlerimiz, buğdaylarımız dururken Osmanlı arşivini niye sattınız?'

$
0
0

Türk edebiyatının en büyük romancılarından biri olarak kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bugüne kadar kitaplarına girmemiş dört yazısı gün ışığına çıktı.

Tanpınar'ın, 1931 yılında Hız adlı “İlim ve Sanat Gazetesi”nde neşrettiği yazılar, Tanpınar külliyatının tamamlanması adına önemli bir adım olarak kabul ediliyor.

Yapı Kredi Yayınları'nın iki aylık edebiyat dergisi “kitap-lık”ın 182. sayısında yer verilen yazıları Necati Tonga ortaya çıkardı. Tanpınar'ın süreli yayınlarda yayınlanan çalışmaları, İlyas Dirin, Şaban Özdemir ve Turgay Anar'ın 2002 yılında neşrettikleri “Mücevherlerin Sırrı: Derlenmemiş Yazılar, Anketler ve Röportajlar” adlı kitapta bir araya getirilmişti. 5 ay önce ise Mehmet Can Doğan, Tanpınar'ın “Şöhret ve Ebediyet” adlı neşredilmiş ilk yazısını bularak edebiyat âlemine kazandırmıştı. Bulunan son dört yazı ile Tanpınar'ın yazarlık serüvenindeki imzalı yazıları büyük ölçüde tamamlanmış oldu.

Necati Tonga'nın verdiği bilgilere göre, söz konusu yazıları Tanpınar, Ankara'da hoca iken kaleme aldı. 1927 yılında Ankara'ya öğretmen olarak atanan Tanpınar, Ankara Lisesi'nde, Gazi Terbiye Enstitüsü'nde ve Ankara Kız Lisesi'nde ders verdi. Tanpınar, gün ışığına çıkan yeni yazılarını Gazi Terbiye Enstitüsü'nde görev yapan ediplerin çıkardığı Hız Gazetesi'nde neşretti. 1931'de yaz aylarında 7 sayı olarak çıkan gazetede Ahmet Hamdi'nin yanı sıra Hasan Ali Yücel, Suut Kemalettin Yetkin gibi edebiyatçıların da yazısı yer aldı.

Tanpınar'ın Hız'a yazdığı yazıların ikisi deneme türünde diğer ikisi ise kitap tanıtımı. Tanpınar, yazılardan birinde “A.H.”, diğer üçünde ise “Ahmet Hamdi” imzasını kullandı. Hız'da “Bir Alışveriş Münasebetile” başlığıyla yayınlanan ilk yazısında Tanpınar, Osmanlı arşiv belgelerinin 1931'de hurda olarak Bulgaristan'a satılmasını eleştiriyor: “İzmir'de incirlerimiz, Samsun'da tütünlerimiz ve her köy anbarında buğdaylarımız müşterisiz beklerken, birden bire dünyaya parmak ısırtan bir alış veriş yaptık. Dirayetli bir memurumuz kalktı, başka işi kalmamış gibi, bizi hiç rahatsız etmeyen bir malımıza, zavallı hazine-i evraka müşteri buldu. Ne denir, Allah sâyini meşkûr etsin!”

Tanpınar, “Kitabiyât: Estetik” başlıklı yazısında, yakın arkadaşı Suut Kemal Yetkin'in aynı adlı eserini tanıttı. Hız'da yayınlanan üçüncü yazısında Paul Morand'ın 1931'de basılan Papier D'ıendite (Kimlik Kartı) adlı eserini tanıtıyor. Gazetedeki diğer yazılarına göre hacimli olan bu yazıda Tanpınar, “Seyahat Edebiyatı” hakkındaki düşüncelerini uzun uzun anlatıyor. Tanpınar'ın son yazısı ise “Kadın-Sanatkar” adını taşıyor. Hız Gazetesi 7 sayısının ardından kapandığı için bu yazı, Tanpınar'ın Hız'da neşredilen son yazısı olur.


‘Filmimizi televizyonda bile gösteremiyoruz'

$
0
0

İlk uzun metraj filmi Gişe Memuru ile dikkatleri üzerine çeken Tolga Karaçelik'in ikinci filmi “Sarmaşık” yarın vizyona giriyor. İlk gösterimini Sundance Film Festivali'nde yapan Sarmaşık, bir armatörün iflas etmesiyle 5 mürettebat ve bir kaptanın çalıştıkları gemide mahsur kalmasını anlatıyor.

Sarmaşık'ın farklı bir hikâyesi var, nasıl ortaya çıktı?

Ben bu senaryoyu 5-6 sene önce düşünmeye başladım. Arkadaşımın arkadaşı, bir kaptanın mahkemeye yazdığı mektubu çeviriyordu. Gemideki yağcıyı bıçaklamış ve şöyle diyordu: “Tamam ben suçluyum ama sizin hiç mi suçunuz yok?” Filmdeki olaya benzer bir durum yaşamışlar ve karaya çıkmalarına izin verilmemiş. Gemide uzun bir süre kalınca mürettebat arasında çatışma başlıyor. Ardından kaptan yağcıyı bıçaklıyor. Dinlediğimde hikâye bana çok çarpıcı geldi. Biraz araştırdım. Günümüzde de bu tür olaylar hâlâ yaşanıyor. Öyle arabayı bırakır gibi gemiyi bırakıp gidemezsiniz.

Gişe Memuru filminde o dünyayı tanımak amacıyla gişelerde memurluk yaptığınızı biliyoruz. Sarmaşık için böyle bir hazırlık süreci yaşandı mı?

Gemilerde yolculuğa çıktım. Uzun yol seferlerine katıldım, raspa yaptım ve gemicilerle konuştum. Gemicilerin kendine has dilleri ve davranışları vardır. Filmde kullandığım birçok argo sözcüğü oralardan aldım. Oyuncuya rolünü anlatabilmek için de o dünyayı tanımam gerekiyordu.

Sarmaşık'ın senaryosunu Gişe Memuru'nu çekmeden oluşturmaya başlamışsınız. Peki, neden çekim sıralamasında Sarmaşık ikinci sırayı aldı?

Evet, öyle oldu. Benim için hep böyledir. Şu anda bile yazdığım üç senaryo var. Gişe Memuru bir kutudan çıkma çabasıdır. Aslında benim de kutumdan çıkma hikâyemdir. Beni sinema adına en çok motive eden şey hikâyelerimin benimle olan tarafıdır. Kendime dokunmuyorsa yazabileceğimi düşünmüyorum. Sarmaşık mesela bu ülkede yaşamaya dair hissettiğim şeyler üzerinedir. Türkiye'deki iktidar mücadelesi üzerine çok kafa yordum.

Sarmaşık iktidar, hiyerarşi ve otorite üçleminde güçlü söylemlere sahip bir film. Hikâyenin altyapısını kurarken bu anlamda sizi besleyen kaynaklar nelerdi?

Yaşadığımız ülke sağ olsun çok fazla besliyor. Ben bunu yazdıktan sonra Gezi yaşandı ve yalnız olmadığımı gördüm. Benzer şeyleri düşünen insanların az olmadığını fark ettim. Sürekli bir müdahale ile karşılaşıyorsunuz. Bu durumda şunu hissettim; “İktidar işlevini kaybettiği zaman hiyerarşiyi ve o statükoyu devam ettirmek için neler yapar?” Gemi gitmiyorsa gemi değildir. “O zaman kaptanla ne yapacağız?” Benim için esas sorun buydu.

‘Beybaba' karakterinin yaşadıklarını iktidarı kaybetme korkusunun temsili sayabilir miyiz?

Sonuçta bir propaganda filmi çekmiyorum. O yüzden bütün karakterlerimi anlamak ve onlarla ilişki kurmak zorundayım. Ben kaptanı çok iyi anlıyorum aslında. Kaptanın derdi şu: Gemide hiyerarşi çok önemlidir. Bu yüzden de otoritesini kaybetme korkusu yaşıyor.

Filmi üç bölüm halinde sunuyorsunuz. Bu tercihinizin sebebini seyirciyi filmin gerçekliğinden çıkartmak olarak görebilir miyiz?

Sarmaşık'ı Samuel Taylor Coloridge'in Yaşlı Gemici şiiri üzerine kurdum. Bütün şiir bölümleri oradan geliyor. Hikâyesi kısaca şöyle: Bir gemi Londra'dan yola çıkar. Bir martı da gemiyi takip eder. Ama içlerinden biri martıyı öldürür ve gemiyi lanet vurur. Bir kişi kalır geriye. Gemiyi hayaletler basar ama yaşlı gemici kurtulmayı başarır. Her bölümün başındaki dizeler ona aitti. Seyirciyi gerçeklikten çıkartmak için değil, aksine seyirciyi sıkmadan zaman atlamalarını verebilmekti. Nefes aldırıp yeniden başlatmak istedim. Anlattığım şey kadar anlatma biçimine de önem veriyorum.

Türkiye'de sinema sektörüne gelecek olursak, bildiğiniz gibi bağımsız sinemaya kapılarımızı hâlâ tam açamadık. Siz yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açıkçası bazen umutsuzluğa kapılıyorum. Sarmaşık'ı 30 bin kişi mi izleyecek imkânsız, belki 20 bin. Ayrıca sadece Başka Sinema kapsamında vizyona girebiliyoruz. İzleyen herkesin sürükleyici ve izlemesi kolay bir film demesine rağmen ne yazık ki böyle bir durum var. Bu algıyı değiştirmemiz lazım. Bu da yapımcı ve yönetmenlere düşüyor. İnsanlara kendimizi tam anlatamıyoruz galiba. İzlenmek ve böyle bir şey de var demek zorundayız. Lüks bir şey sunuyoruz ve ilgi talep ediyoruz. Çok iyi yönetmenlerimiz var. Tanıtıma önem vermeliyiz ama tanıtım işlerini düzeltmemiz için de fona ihtiyacımız var. Biz çok az para kazanıyoruz. Ben mesela bu filmi borçlu bitireceğim büyük ihtimalle. Filmlerimizi televizyonda bile gösteremiyoruz.

NADİR SARIBACAK

‘Bütün oyuncular, çok iyi oynadı'

Filmde Nadir Sarıbacak ve Özgür Emre Yıldırım'ın oyunculuğu çok beğenildi ve her ikisi de ödül kazandı. Oyuncu seçiminizin bu kadar olumlu tepkiler almasını bekliyor muydunuz?

Nadir ve Özgür'ün iyi olmalarının dışında rollerinin bu kadar öne çıkmasının bir diğer önemli sebebi, diğer oyuncuların da çok iyi oynamalarıdır. Yazarken en çok üzerinde düşündüğüm karakterlerden biri İsmail karakteridir. Korkuyu o kadar çok yaşayan ve yaşatan bir insan ki rolü oluştururken de çok düşündüm. Baştan beri Cenk karakteri hep Nadir Sarıbacak'tı. Nadir benim 12 yıllık dostum. Ona hep benzer roller geliyor. Böyle bir karakteri çok güzel oynayacağını biliyordum. Ama Alper rolü için Erkan Koçak Köstendil'i düşünmüştüm. Kendisi de heyecanlıydı. Adana'daydı galiba o dönem olmadı. Özgür Emre geldi, iyi oynadı ve rolü aldı.

Mersin Kitap Fuarı'nı 30 bin kişi gezdi

$
0
0

Bu yıl ilk kez düzenlenen ve geçtiğimiz hafta sonu başlayan Mersin Kitap Fuarı'nı, Mersin ve çevre illerden 30 bin okur gezdi.

100'ün üzerinde yayınevinin katılımıyla CNR EXPO Yenişehir Fuar Merkezi'ndedevam eden fuarda, pek çok söyleşi, panel, çocuk etkinlikleri, sergi, imza günleri ve dinletiler gerçekleştiriliyor. CNR Holding'in düzenlediği, fuar 6 Aralık Pazar günü sona erecek fuarda İpek Ongun, Sabahattin Önkibar, Nevin Nesrin Aydın, Ali Nesin, Koray Avcı Çakman, Nehir Gökduman, Mehmet Ercan, Hasan Söylemez de okurlarıyla buluşacak.. (www.cnrmersinkitapfuari.com)

Mültecilerin hakları ne olacak?

$
0
0

Bu yıl mültecilere geniş yer ayıran '7. Hangi İnsan Hakları?' Film Festivali, yarın Kongolu mülteci müzisyen Enzo Ikah ve grubunun The Mekan'da vereceği konserle başlıyor.

En güncel sorunlardan biri olan ‘mültecilik' olgusunu yılın teması olarak belirleyen festivalin programında Direniş Öyküleri, Kadın Hakları, İklim İçin, Yüzleşme, Hayvan Hakları gibi başlıklar altında 40'tan fazla belgesel gösterilecek. Festival kapsamında önemli bir konser daha gerçekleştirilecek. Üyelerinin çoğunluğu Suriyelilerden oluşan Maisa Alhafez yönetimindeki Istanbul Mosaic Oriental Korosu, 7 Aralık Pazartesi akşamı Fatih'teki Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde ‘Mültecilerin Sesi / Sound of Refugees' başlıklı bir acapella konser verecek. Festival haftası boyunca ayrıca hayvan özgürleşmesi, Paris İklim Konferansı ve Soma davası ile ilgili bilgilendirme toplantıları da gerçekleştirilecek. Tüm etkinlikleri ücretsiz olan festivalin gösterimleri SALT Beyoğlu ve Aynalı Geçit'te, yan etkinlikler ise SALT Galata'da izlenebilir. 9 Aralık'ta sona erecek festival ile ilgili ayrıntılı bilgi www.hihff.org'da.

Hızlı yaşa, fotoğraf ver

$
0
0

Anton Corbijn'in yönettiği film, 1955'te Magnum fotoğrafçısı Dennis Stock'un Life dergisi için oyuncu James Dean'in fotoğraflarını çekmekle görevlendirilmesini ve zamanla gelişen dostluklarının hikâyesini anlatıyor.

Dean, aralarında biraz güven oluşana kadar Stock'un fotoğraf çekmesine karşı koyuyor. Life dergisinde Dean fotoğraflarının yayınlanmasından sonra Stock, uzun bir kariyere sahip olur. Aynı zamanda genç yaşta ölümü nedeniyle James Dean de efsaneleşir. Filmde, Stock'un ünlü fotoğraflarının doğuşu ve ardında yatan aşamalar anlatılıyor.

Kanlar Macbeth için akıyor

$
0
0

Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan film, Shakespeare'in klasik eserinin biçimci bir uyarlaması.

Görsel yönü, müzikleri ve oyuncu performanslarıyla öne çıkan filmde, korkusuz bir savaşçının hırs, ihanet ve ihtiras dolu hikâyesi anlatılıyor. Macbeth, karısının ihtirasları ve engelleyemediği hırsının etkisiyle, Kral Duncan'ı öldürerek tahta geçer. Eline geçen güçle gitgide yalnızlaşan kral, iktidarına engel gördüğü herkesi ortadan kaldırmaya kararlıdır.

Kardeşlerin tedirginliği

$
0
0

Dünya prömiyerini Saraybosna Film Festivali'nde yapan Dolanma, üç kopya ile gösterime giriyor.

Mevsimlik orman işçisi iki kardeş Kemal ve Cemal, Batı Karadeniz'deki bir köyün dışında, babadan kalma evde yaşamaktadır. Kadro alamamaları onları belirsiz bir geleceğe sürükler. Yeni bir hayat kurma umuduyla Kemal'in peşine takılıp gelen Nalan, kısa sürede evi sahiplenir. Nalan'ın varlığı, annelerinin ölümüyle sarsılan Cemal'e huzur verirken Kemal'in kaygılarını artırmaktadır.

Oldu da bitti maşallah

$
0
0

İlk filmiyle gişe rekoruna imza atan Düğün Dernek'in ikincisinde işler yine karışıyor.

Evlenip yuva kuran Tarık, oğluyla çıkıp gelince köy halkına yine düğün yolları görünür. Tantanalı bir düğün sonrası oğlunu köyden uğurlayan İsmail, bu kez torununa sünnet düğünü yapmanın derdine düşer. Haliyle, eski ekip bir araya toplanır, onlar toplanınca da aksilikler, yanlış anlamalar, belalar art arda gelir ve İsmail'in torununa düzenlediği sünnet düğünü Sivas çapında bir hadiseye dönüşür.


‘Direkler eğik, burnumuz batmış suya'

$
0
0

İlk gösterimini Sundance Film Festivali'nde yapan Sarmaşık, sadece sinopsis üzerinden değerlendirildiğinde Serdar Akar'ın Gemide (1998) filmini anımsatıyor.

Bir gemi, erkeklik halleri ve iktidar mücadelesi… Filmi izlemeye başladığınızda ise bunun başka bir hikâye olduğunu anlamanız çok uzun sürmüyor.

Bir gemide mahsur kalan altı erkeğin hikâyesini anlatıyor film. Sarmaşık adlı gemi, Mısır'a yük götürmekteyken geminin armatörü iflas eder. Mısır'a vardıklarında armatörün liman parasını ödemediği anlaşılır, üstelik geminin üstünde haciz vardır. Limanda bekletilen gemi hiçbir yere hareket edemez. Mürettebatın ayrıldığı gemide kaptan dahil altı kişi kalır. Pasaportlarına el konulduğu için karaya da çıkamazlar. Altı adamın yolculuğun başında başlayan gruplaşmaları zamanla yerini sert tartışmalara bırakır…

İlk filmi Gişe Memuru'nda (2011) seyirciye Kafkaesk bir karakter sunan Tolga Karaçelik, ikinci filmini İngiliz romantik şair Samuel Taylor Coleridge'in dünyasında kuruyor. Sarmaşık, Coleridge'in Yaşlı Gemici (The Rime of the Ancient Mariner) adlı şiir kitabının izinden gidiyor. Şiirden alıntı şu dizelerle başlıyor film: “Direkler eğik, burnumuz batmış suya / İnsan düşmanının sillesinden kaçar ya / Soluğunu ensesinde duya duya / Ve koşar başını hiç kaldırmadan / Gemi öyle koştu, rüzgar öyle coştu / Kaçtık güneye, hiç durmadan.”

TÜRKİYE ALEGORİSİ

Sarmaşık'ın karakterleri ve evreni, şiirlerini afyon etkisinde gördüğü halüsinasyonlar neticesinde yazdığı söylenen Coleridge'e uygun. Yaşlı Gemici'de şair, ‘düğün konuğu'na anlatır her şeyi. Yönetmen Tolga Karaçelik de seyirciyi düğün konuğu olarak kabul edip anlatıyor hikâyesini. Esrarkeş iki karakterin etrafında dönen hikâyede tıpkı şiirde olduğu gibi ‘Albatros'un öldürülmesi kilit sahne. Şiirde, Yaşlı Gemici'nin Albatros'u öldürmesi sonucu gemiye bir lanet çöker. Samarşık'ta Kürt karakterinin öldürülmesiyle gemideki gerilim artıyor; herkes birbirine düşüyor, işler ters gidiyor, hiyerarşi allak bullak oluyor, isyan çıkıyor...

Karakterlerin bir araya gelmesinden itibaren bir Türkiye profili inşa eden film, Kürt'ün (Seyithan Özdemir) devreye girmesiyle tamamen Türkiye alegorisine dönüşüyor. Kürt'ün dışında mütedeyyin karakter İsmail (Kadir Çermik), isyankâr Cenk (Nadir Sarıbacak) ve otorite ve sistemi temsil eden Kaptan Beybaba (Osman Alkaş) Türkiye dinamiklerini tamamlıyor. Ustabaşı İsmail'in durumu ise hayli tanıdık. Otoritenin gözüne girebilmek için mağdur ve mazlumken zalime dönüşen karakter, bizim için sadece bir kurgu değil, yaşadığımız ülkenin gerçeği. Kaptan köşkündeki otoritenin mürettebatı idare edebilmek için hepsinden ayrı ayrı muhbir çıkarma gayreti, yönetmek için paranoya ve hayali düşmanlara sarılması da Türkiye'de yaşayanlar için hayli tanıdık. Fakat bir süre sonra gemi yönetilemez hale gelince işler çetrefilli bir hal alıyor: “Su su nereye baksan yalnızca su, / Ama hiç bir yerde yok içecek bir damla.”

KUSURSUZ BİR OYUNCU KADROSU

Sarmaşık'ın atmosferi, Türkiye dinamikleri ve yönetmenin güçlü anlatım dilini destekleyen en önemli faktör oyuncu kadrosu. Nadir Sarıbacak, Özgür Emre Yıldırım, Osman Alkaş, Kadir Çermik ve Hakan Karsak'ın bireysel ve karşılıklı performansları bir oyunculuk dersi gibi. Hepsi kusursuza yakın bir kompozisyon çıkaran ekipte kariyerinde çok farklı bir yerde duran Cenk karakteriyle Nadir Sarıbacak öne çıkıyor. Hikâyenin kilit karakteri Cenk rolünde Sarıbacak, kariyerinin en iyi performansına imza atıyor.

Tolga Karaçelik, Türkiye dinamiklerini temsil eden karakterlerini İngiliz romantik Coleridge'in fantastik dünyasına atarak hayli ilginç bir senteze ulaşıyor. Bir taraftan lanetlenmiş bir gemi ve içinde sürüp giden hiyerarşi sıkıntısı, otorite mücadelesi ve ezilen halkların birlikteliği… Coleridge'in mistik dünyasına aşina olan seyirci/okur için filmin sarmaşık metaforu hiç şaşırtıcı değil. Tıpkı geminin salyangozlarla kaplanması gibi… Filmi izlemeden önce Şavkar Altınel'in incelikli çevirisiyle yayımlanan Yaşlı Gemici (İletişim Yayınları) kitabını okuyan seyirci filmin dünyasında daha rahat dolaşacaktır. Ve kitabın sonundaki şu cümleyi filmin çıkışında hatırlayacaktır: “Öyle kalakaldı Düğün Konuğu / Dinledi üç yaşında bir çocuk gibi / Gemici alt etmişti onu.

Antalya'nın ‘festival teyzeleri' sır oldu!

$
0
0

Antalya Film Festivali'nde bu yıl gözle görülür bir eksik var. Dillere destan ‘festival teyzeleri' sır oldu uçtu. Festivalin ekimden aralığa kaymasından mı, ülkenin gerilimli atmosferinden mi yoksa havalardan mı bilinmez; agresif sorular soran, yönetmeni azarlayan, etrafındakilere dolma, börek ikram eden teyzelerin yerini genç izleyiciler aldı.

Antalya'da bu yıl ‘Kasımda festival başkadır' demek için bin şahit gerek. Havalar hâlâ güneşli olmasına rağmen yarışma filmlerinin gösterildiği, gala mekânı Atatürk Kültür Merkezi'nde (AKM) ‘festival havası' ve coşkusu geçen yıllara nazaran sönük. Öğle vakti, AKM'nin kafeteryasında oturacak yer bulamazdık geçen yıllarda, şimdi masa beğenmiyoruz! Ulaşımı sağlayan bir görevli, “Şu kadar aracımız var, hazırlandık ama geçen yıla göre çok az kişi geldi.” diyerek durumu özetledi.

Festivalin ekimden kasıma hatta aralığa kayması en çok da ‘festival teyzelerini' etkiledi. Antalya'nın dillere destan festival teyzeleri bu yıl sır olmuş uçmuş. Alışkanlıktan, salona girdiğimizde yanındakine sarma, dolma, börek ikram eden teyzeleri arıyor gözlerimiz, ama boşuna! Film söyleşilerinde mikrofonu eline alıp “Bu filmde neden bu kadar küfür var, utanmıyor musunuz?” ya da “Filmi beğendim ama bence adı bu değil de şu olmalıydı” diyen bir festival teyzesi çıkmadı bu yıl. Ama umutluyuz, henüz festivalin bitmesine üç gün var. Festival teyzelerinin yokluğunu, ülkenin son bir yılda yaşadığı seçim atmosferi, kutuplaşma ve gerilim ile izah eden de var. Genellikle Cumhuriyetçi ve Kemalist bir yapıya sahip festival teyzeleri bu kutuplaşma ortamında festivale küsmüş olabilir. Yerel yönetim değişeli üç yıl oldu ama bu da göz ardı edilmeyecek bir ihtimal. Havaların serinlemesi de festival alanının sakinliğinde etkili bir faktör sayılabilir.

RÜZGÂRIN HATIRALARI BEREKETİ

AKM'deki yarışma filmlerinde salondaki boş koltuk sayısı geçen yıllara göre bir hayli fazlaydı. Festivalin bu makus talihini önceki akşam gerçekleşen Rüzgârın Hatıraları filmi değiştirdi. Özcan Alper'in üçüncü filminin galası sayesinde AKM'nin salonu bu yıl ilk kez doldu. Oyuncular Onur Saylak, Mustafa Uğurlu, Tuba Büyüküstün ve Sofya Kozko'nun yanı sıra görüntü yönetmeni Andreas Sinanos ve filmin kadrosunda olmamasına rağmen Erdal Özyağcılar da gösterime katıldı. 1943 yılında geçen bir hikâye anlatan Rüzgârın Hatıraları, Ermeni tehcirini merkezine alarak Varlık Vergisi, Tek Parti dönemi, gazete baskınları gibi konuları da içinde barındırıyor. Film sonrası söyleşide Özcan Alper, beslenme kaynağının daha çok edebiyat olduğunu dile getirdi. Filmdeki hikâye ile bağlantılı olarak, Can Dündar'ın tutuklanmasına dair bir soru üzerine, “Söylenecek çok bir şey yok, her şey ortada. Kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu çok açık.” cevabını verdi.

Oyunculardan Tuba Büyüküstün, birlikte sahneleri olmadığı için eşi Onur Saylak ile aynı sette olmadığını söyledi ve ekledi: “O gitti, ben kaldım; ben gittim, o geldi. Üç ay birbirimizi görmedik. Biz evli değilken de birlikte çalıştık, evli olmamız işimizi etkilemiyor, sonuçta bu profesyonel bir iş.”

Galaya bebeğiyle katıldı

Geçtiğimiz yıl yaşanan sansür krizi sonrasında belgesel yarışmasının iptal edilmesiyle programa serpiştirilen belgesellerden biri de Artık Hayallerim Var'dı. Ulusal yarışmanın tek belgeseli, Türkiye'nin 6 şehrinde 72 öğrenci ile birlikte yapılan bir AB projesinin hikâyesini konu alıyor. Gala gösterimine yeni doğan bebeği ile katılan Nefin Dinç, gençlere “Söyleyecek bir sözünüz olsa ne söylerdiniz?” sorusunu yöneltip kendilerini ifade etmelerini sağladıklarını belirtti. Bu gençlerden yedisinin televizyon ve sinema sektöründe çalışmaya başlaması ise projenin meyvesi olarak değerlendirilebilir.

Dün yarışmada Erdal Rahmi Hanay imzalı Pia ile Atalay Taşdiken'in Arama Motoru filmleri gösterildi. Bugünün programında ise yarışmanın iddialı filmlerinden Sarmaşık ve Ufuk Bayraktar'ın ilk yönetmenliği olan Kümes filmleri var.

Talât S. Halman anısına Shakespeare konseri

$
0
0

Geçen yıl hayatını kaybeden Türkiye'nin ilk kültür bakanı, şair, yazar, çevirmen Talât Sait Halman anısına 8 Aralık Salı günü özel bir konser düzenleniyor.

Uzun yıllarını Shakespeare'in sonelerini çevirmeye adayan Halman için yapılacak konserde Alper Almelek ve Oğuz Kasap Shakespeare'in sonelerini seslendirecek. Özyeğin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Esra Gençtürk'ün ev sahipliğinde Çekmeköy kampüsünde gerçekleştirilecek konser 18.00'de başlayacak.

Tiyatroda, 10 Ekim dayanışması

$
0
0

İstanbul'daki özel tiyatrolar, 10 Ekim'de Ankara Tren Garı önünde meydana gelen patlamada ölenlerin ailelerine yardım etmek için perde açıyor.

Craft, Çıplak Ayaklar Kumpanyası, D22, Dostlar Tiyatrosu, Emek Sahnesi, Galata Perform, GRİ Sahne, İkinciKat Tiyatro, İstanbulimpro, Kadıköy Teatron, Kumbaracı50, 6'dan Sonra Tiyatro, MekanSahne, Moda Sahnesi, Oyun Atölyesi, Sahne 3, 3 Mota Oyuncuları, Seyyar Sahne, Şermola Performans, DestAr Tiyatro, Tiyatro BeReZe, Tiyatro Boğaziçi, Tiyatro NeKi, TiyatroTEM, aralıkta sahneleyecekleri bir oyunun tüm gelirini sivil inisiyatif grubu 10 Ekim Dayanışması'na bağışlayacak. 24 tiyatro, yaptıkları ortak açıklamada amaçlarını şöyle açıkladı: “102 insanımızın yakınları için, ağır yaralar ve uzuv kayıpları sebebiyle tedavisi hastanede devam eden insanlarımız için, yaralılara aylardır hastanede refakat eden yakınları için ve hâlâ tedavisi evde devam eden tüm insanlarımız için oynuyoruz. Oyunlarımıza gelin, siz de dayanışmanın bir parçası olun!” (10ekimdayanisma@gmail.com)

Berlinale, Coen Kardeşler'in filmiyle açılacak

$
0
0

Geçtiğimiz mayıs ayında düzenlenen Cannes Film Festivali'nde jüri başkanlığı yapan Coen Kardeşler, bu kez Berlin Film Festivali'nin açılışına katılacak.

Amerikalı yönetmen kardeşler Joel ve Ethan Coen'in son filmi ‘Hail, Caesar!' 66. Berlin Film Festivali'nin açılış filmi olarak ilan edildi. Bu yıl 11-21 Şubat 2016 tarihlerinde düzenlenecek festivalin 11 Şubat akşamı yapılacak açılış törenine Coen Kardeşler ve film ekibi de katılacak. George Clooney, Scarlett Johansson, Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Josh Brolin, Frances McDormand ve Channing Tatum'dan oluşan yıldız oyuncu kadrosuna sahip filmde, 1950'lerin Hollywood'unda Eddie Mannix adlı bir yapımcının etrafında gelişen olaylar ve dönemin sinema dünyası mizahi bir bakış açısıyla anlatılıyor. 4 Oscar ödüllü Coen Kardeşler'in İz Peşinde / True Grit filmi de 2010 yılında Berlin Film Festivali'nde açılış yapmıştı.

Ara Güler ile Picasso Antalya'da buluştu

$
0
0

4 Aralık 2015, Ara Güler, dünyaca ünlü ressam Picasso'yu 1971'de İspanya'daki atölyesinde fotoğraflamıştı.

Sonra bir daha görüşemediler. Picasso, 1973'te öldü. İki dev sanatçı, yaklaşık 45 sene sonra Antalya'da buluştu. 16 Eylül'de sessiz sedasız açılan Antalya Kültür Sanat, ilk sergisinde Güler ve Picasso'nun eserlerini bir araya getiriyor.

Bugünlerde Türkiye'nin neredeyse tüm kültür-sanat basını Antalya'da. Önce 17 Kasım'da başlayan Antalya Uluslararası Piyano Festivali için yazar-çizer-muhabir takımı şehre iniş yaptı, ardından sinemacılar Altın Portakal için yola düştü. İki buçuk ay önce ise şehirde sessiz sedasız bir sanat merkezi açıldı. İlk sergisinde iki dev sanatçı; Pablo Picasso ve Ara Güler'i buluşturan Antalya Kültür Sanat'ın (AKS) resmi açılışının yapılacağı günlerde Dağlıca'da 16 asker şehit düşünce AKS'nin ve dolayısıyla serginin açılışı ertelenmiş, yerel çaplı küçük bir tören düzenlenmişti. Geçtiğimiz salı günü ise butik bir açılış gerçekleşti ve İstanbul'da kalan diğer gazeteciler bu sergiyi görmeye gitti.

Bu kadar sanat gazetecisini aynı anda bir araya getiren Anadolu'da kaç şehir var? Bu bile, Antalya'nın ‘kültür ve sanat kenti' olma konusundaki kararlılığını gösteriyor. Fakat sanatın sadece ekim-kasım-aralık ayına sıkışması değil, tüm yıla yayılması önemli. Bu misyonu bundan sonra AKS göğüsleyecek. Daha 2,5 ayda iki sergiyi 7 bin 500 kişi gezmiş. Üstelik ziyaretçiler sadece yerli değil. AKS'nin bir misyonu da yılda 12 milyon turist ağırlayan Antalya'da, ticareti sahilden şehir merkezine taşıyabilmek. Bunu kısmen başarmışlar. Japon ve Alman turistler sergilere bir hayli ilgi göstermiş.

2016'da Andy Warhol geliyor

Picasso ve Ara Güler'den sonra ise şehre Andy Warhol sergisi gelecek. 17 Mart-28 Ağustos 2016 tarihleri arasında açılacak Warhol sergisi, Slovakya'nın ve Avrupa'nın en önemli özel koleksiyonlarından Zoya Müzesi koleksiyonundan derlenecek ve Warhol'un ikonik serilerini kapsayacak.

AKS'nin arkasında iki önemli kurum bulunuyor. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) ve müzecilikte on yıllık tecrübeyi geride bırakan Suna-İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi. AKS'deki tüm sergilerin küratörlüğünü Pera Müzesi yürütecek. Pera Müzesi'nde, daha önce iki Picasso sergisi açılmıştı. İlki Mapfre Vakfı ile ikincisi İspanya Malaga'daki Picasso Vakfı ve sanatçının dünyaya geldiği müzeye dönüştürülen Picasso Evi Müzesi Koleksiyonu'ndan gelen bir seçkiyle. AKS'deki “Picasso: Kadın ve Boğa - Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisi için de yine müze evden 54 parça gravür ve baskı (1929-1964) geldi.

Picasso, kadın ve boğa...

Pablo Picasso, İspanya M·laga'da, Merced Meydanı'na bakan bu evde 1881'de doğdu. Çocukluğundan itibaren, annesi, iki kız kardeşi, iki teyzesi, bir büyükanne ve bir hizmetçiyle birlikte bu evde büyüdü, ailede kendisi dışındaki tek erkek babasıydı. Bu yüzden kadınlar, sanatçının hayatında önemli bir yer tutuyor. AKS'deki serginin en üst katı işte bu kadınlara ayrılmış. Bayan Rosengart, 1961'de evlendiği son eşi Jacqueline Raque, on yıllık hayat arkadaşı, son iki çocuğunun annesi genç ressam Claude, Paloma'nın annesi Françoise Gilot daima ilham perisi olur. Fakat hiçbir onunla mutlu olmaz, olamaz.

Bir alt katta ise boğa çizimleri sergileniyor. Picasso, M·laga'da geçen çocukluğu sırasında, boğa güreşlerine meraklı olan babası sayesinde boğalarla ilgilenmeye başlamış ve 1899'da ilk gravürü El Zurdo'dan itibaren, son yıllarına dek bu temayı eserlerinde işlemiş. Boğa, sanatçının hayatında öyle büyük bir yer tutar ki, Picasso'nun fotoğrafçılara boğa maskeleriyle poz vermeyi çok sever. Sergideki boğa gravürleri, daha görünüşüyle insanı korkutan boğaya sempatiyle, sevgiyle yaklaşmanızı sağlıyor. Özellikle kübizm etkisindeki t boğalara bakmaya doyamıyorsunuz…

Yaklaşık 2 bin metrelik bir alana sahip AKS'nin ikinci katında yer alan Ara Güler'in özel arşivinden derlenen “Işık ve Tarih: Ara Güler'in Gözüyle Antalya” sergisinde ise sanatçının Kaş, Patara, Xanthos, Myra, Pınara, Side ve Perge'de çektiği 40 fotoğraf sergileniyor. Antalya'ya ilk olarak Hayat dergisi için röportaj yapmaya gelen Ara Güler, o dönemde kentte havalimanı bile olmadığını hatırlıyor ve ilk izlenimini şöyle anlatıyor: “Antalya'ya her zaman sempatim olmuştur çünkü ışığı hem tatlıdır hem de sıcaktır. Ama sıcaklık bir felaket haline de gelebilir. Buna karşılık Antalya'nın özelliklerinden en mühim olanı etrafındaki harabelerdir, ama diyeceksin ki alt tarafı harabedir onlar. Hayır, onlar sadece harabe değillerdir. Onlar insanlarla konuşur; Bizans'tan beri, Roma'dan beri... O taşlar içinde bir hayat var. Akan bir su varsa sana bir şey mırıldanıyor.” Ancak, sanatçı, şimdiki Antalya'dan çok hoşnut değil. Niye olduğunu tahmin etmek zor değil.

Ara Güler, dünyaca ünlü ressam Picasso'yu 1971'de İspanya'daki atölyesinde fotoğraflamıştı. Sonra bir daha görüşemediler. Picasso, 1973'te öldü. İki dev sanatçı, yaklaşık 45 sene sonra Antalya'da buluştu. Elbette fiziki olarak değil, fakat her ikisinin de sanat aşkı ve ruhu o gün aramızda dolaşıyordu. Her iki sergi de 28 Şubat 2016'ya kadar açık kalacak.

Sinan Genim tasarladı

Antalya Kültür Sanat'ı, İstanbul'daki Pera Müzesi'ni de restore eden mimar Sinan Genim tasarladı. Bu yüzden olsa gerek Pera Müzesi'yle oldukça benziyorlar. Sergi salonları, merdivenler, devam eden sergiyle ilgili asansöre giydirilen sanat eseri konsepti bile aynı. Kalekapısı'nda kentin tam merkezinde yer alan Antalya Kültür Sanat'ın binası ATSO'nun eski yönetim yeri. 1971-2008 tarihleri arasında ATSO'nun kullandığı bina 2013'te yıkılmış ve 2014'ün ilk aylarında temeli atılmış. Dalgalanıyormuş hissi uyandıran görüntüsüyle dikkat çeken binanın dış cephesine, gökkuşağı renklerini taşıyan dikey borular döşenmiş. Genim'e boruların ne ifade ettiğini sorduk, güzel bir hikâye anlattı:

“Bu yapının cephesinde yer alan boruların bir insan veya insan grupları olduğunu düşünmenizi isterim. Beyaza veya siyaha boyanmış bu boruların çatıdan sokağa kadar dümdüz indiğini düşünün, bakınca ne görürüz, asker nizamı dizilmiş, hikayesi olmayan renksiz ve ruhsuz bir görüntü. Halbuki onların dalgalanmalarını, kendilerini özgürce ifade etmelerini sağladığımızda ortaya bir hareket, alışılmışın dışında bir görüntü çıkıyor. Daha ötesi eğer onları renklendirir ve kendilerini daha fazla ifade etmelerine sağlarsak burada bir hikaye var diye düşünüyoruz.

Bu boruların hepsi sıkı sıkıya arkalarındaki yüzeye, ait oldukları yere, var olmalarını sağlayan yapıya bağlılar. Bu bağlantılar gördüğünüz gibi birer kelepçe değil, kimi kısa, kimi dalgalanmaya imkan verecek kadar uzun ve dikkat etmediğinizde görülmez haldeler. Boruların birbirlerine değmeden özgürce dalgalanmalarına ve renklerini ifade etmelerine imkan veriyorlar. Eğer onların her rüzgârda sallanıp birbirlerine sertçe veyahut yumuşakça değmelerine olanak verseydik, birbirlerine zarar verir, boyalarının dökülüp paslanmalarına sebep olurduk.

Eğer yeterince sıkı sıkıya bağlı olmasalardı bir süre sonra yerlerinden kopup hem birbirlerine hem de çevrelerine zarar verebilirlerdi. Burada gördüğünüz düz borular hukuk, adalet, güvenlik gibi esnetilmeye müsait olmayan konuları, dalgalanmalar sanat, edebiyat, ticaret, sanayi gibi günün şartlarına ve dünyanın gelişimine uyumlu atılımları ifade ediyor. Düşüncede özgür, eylemde sınırlı olduğumuzun görsel bir ifadesi. Bu cephe düzeni bize gelişmiş bir toplumu hatırlatmalı. Herkesin birbirine saygı duyduğu, düşüncesinde ve yaşamında kendini istediği gibi ifade edebildiği, kimsenin bir diğerinin özgürlük ve düşünce alanına müdahale etmediği bir ülke... Amacımız çukurlarda toplaşmak yerine doruklarda birleşmek olmalı.”

‘AVM değil, sanat merkezi olsun istedik'

Sinan Genim, Suna-İnan Kıraç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İnan Kıraç, ATSO Başkanı Davut Çetin, Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol.

Serginin açılışına Suna ve İnan Kıraç Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İnan Kıraç, Sinan Genim, ATSO Başkanı Davut Çetin ve Pera Müzesi Müdürü Özalp Birol birlikte katıldı. Otuz bini aşkın üyeye sahip olan ATSO Başkanı Çetin, “Antalya'da böyle bir kültür sanat merkezi yoktu. Bu tür sergiler genelde İstanbul'da açılıyor. Biz Antalya'nın kültür ve sanatına yeni bir cephe açmak istedik. Kent merkezindeki binamızı gelir sağlayıcı bir projeye, sözgelimi AVM ya da iş merkezine dönüştürmektense, bir kültür sanat platformu olarak değerlendirmeyi tercih ettik.” dedi.

İnan Kıraç ise, “İstanbul'da on yıllık bir müzecilik tecrübemiz var. Aşağı yukarı 1 milyon 200 bin kişi sergilerimizi ziyaret etti. Vakfımız, on yılda yalnızca Pera Müzesi etkinliklerine 30 milyon lira ayırdı. Bu demek oluyor ki her gelen ziyaretçiden biz para almadık, cebine de 20 lira koyduk. Bu elbette böyle olacak, başka yolu yok. Fakat bu tür yatırımları bunu kaldırabilecek gruplar yapabilir. O nedenle ATSO Türkiye'deki diğer sanayi ve ticari odalarına örnek olacak. Başka bir şey daha söyleyeyim. Antalya Müzesi'ni yılda 71 bin kişi geziyor. Bu kadar eserin bir arada olduğu, böyle güzellikte bir müzeyi pazarlayamıyoruz. Avrupa'daki bu tarz bir müzenin kabul ettiği ziyaretçi sayısı yılda 3 milyondan başlıyor. Bu rakamlara ulaşabilmek için ATSO gibi kurumlara daha çok ihtiyaç var.” diye konuştu.

Kıraç, Kaleiçi'nin de önümüzdeki on yılda Antalya'nın en önemli bölgesi olacağını söylüyor. Bu konudaki vizyonu ise şöyle çiziyor: “Fransa Nice'te Kaleiçi'nden daha küçük bir bölgede, yılda 400 milyon dolarlık resim yalnız ABD'ye satılıyor. Dolayısıyla biz buraya sanatçıları, sanatseverleri getirebilmeliyiz. İleride burası sanatkarların yaşadığı bir bölge olacak.”

“Picasso: Kadın ve Boğa - Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler” sergisinden kareler...

Kırımlı, Altın Küre yolunda

$
0
0

Geçtiğimiz ocak ayında vizyona giren, başrollerinde Murat Yıldırım ve Selma Ergeç'in yer aldığı Kırımlı filmi 73. Altın Küre Ödülleri'ne adaylık için yarışacak.

Filipinler'deki “The World Premieres Film Festivali”nden iki büyük ödülle dönen film, II. Dünya Savaşı sırasında Alman esir kamplarında rehin alınan Tatar esirlerin yaşadıkları dramı konu alıyor. Altın Küre'nin ödül töreni 10 Ocak 2016 tarihinde gerçekleşecek. Kültür-sanat


Bir yazar nasıl reddedilir!

$
0
0

Kitap Zamanı, bu ay genç yazarların ve ilk kitabını yayımlayacakların “reddedilme korkusu”nu kapak dosyası yaptı.

Dosya, Man Booker Ödülü'nü alan Marlon James'in ilk kitabının 80 yayınevi tarafından reddedilmesinden yola çıkıyor. Musa İğrek edebiyat tarihinden “reddedilme” örnekleri derledi. Kitap Zamanı, geçen ay aramızdan ayrılan usta şair Gülten Akın'ı V.B. Bayrıl'ın yazısıyla anıyor. “Çevirmen Gözüyle” sayfasında ise bu ay Yiğit Yavuz, dört kitabını dilimize kazandırdığı Nabokov'u anlatıyor. Nihayet Türkçeye çevrilen Witold Gombrowicz'in günlükleri üzerine Fatih Özgüven yazdı. Peter Mendelsun'un edebiyatla zihnin işleyişi arasındaki ilişkiyi kurcalayan Okurken Ne Görürüz adlı kitabını ise Yasemin Çongar tanıtıyor. Ali Çolak, Stefan-Friderike Zweig çiftinin “Mektuplaşmalar”ı üzerine bir deneme yazdı. Ekrem Dumanlı'nın Yobazlaşma ve Veysel Ayhan'ın Darbe Oyunu adlı kitapları üzerine yazılanlar ise 17 Aralık 2013'ten bu yana olup bitenlere dair bir hafıza tazelemesi. Çok sayıda iyi kitabın yetkin kalemlerce değerlendirildiği Kitap Zamanı, yarın Zaman ile birlikte bütün bayilerde. KÜLTÜR-SANAT

Müzelerin yeni merakı: 3D

$
0
0

Geleneksel müzecilik anlayışı yavaş yavaş kabuklarını kırıyor. Teknolojiyle birlikte bu alana kayıtsız kalamayan müzeler, sayısız şekil, doku ve model üretmeyi kolaylaştıran üç boyutlu (3D) yazıcıları kullanmaya başladı. Koleksiyonlarındaki eserlerin 3D modellerini üreten müzeler, hem yeni izleyici kazanıyor hem de sanatçılara heyecanlı bir üretim alanı sunuyor.

Teknolojiyle birlikte müzelerin de rolleri değişti. Yakın zamanda, geleneksel müzelerin bu kırılmaya karşı direnme gücü daha da azalacak. Savunma, otomotiv, sağlık, moda ve tasarım olmak üzere pek çok sahada parça ve model üretmek amacıyla kullanılan 3D (üç boyutlu) teknolojisini artık sanat kurumları da kullanıyor. Müzelerin ‘evde sanat eseri üretmek' fikriyle sanatseverleri çekmek istediği üç boyutlu modeller büyük ilgi görürken, koleksiyonlarını tarayarak online erişime açan kurumlar da çoğalıyor.

1986'da Charles Hull tarafından geliştirilen 3D yazıcı teknolojisi sayısız şekil, doku ve model üretmeyi kolaylaştırıyor. Müzeler koleksiyonlarını erişime açmak için bu teknolojiyi etkili bir araç olarak görüyor. Dünyanın en önemli müzelerinden biri olan Londra'daki British Museum, geçtiğimiz yıl başlattığı bir projeyle, koleksiyonundan derlediği 3D formatındaki pek çok eseri Sketchfab (www.sketchfab.com) üzerinden paylaştı. Üç boyutlu pek çok modelin ücretsiz erişime açıldığı Sketchfab'da Amerika, Almanya ve Fransa gibi ülkelerden de müzeler var. Koleksiyonlarını paylaşan müzeler, sanatseverlerin bunları kendi 3D yazıcılarından basmasına imkan veriyor. Londra'daki The Science Museum ve Brüksel'deki Bozar da 3D teknolojisiyle üretilmiş günlük hayattan birçok objeye yer verirken, müzelerin geleceği olarak görülen bu yeniliğe dikkat çeken sergiler açıyor.

Konservasyon kolaylaşacak

3D teknolojisiyle yeni projeler üretmeyi amaçlayan müzeler, geleneksel müze anlayışından sıyrılarak, bu mekanlarda pek de yer alamayan güncel sanatçılara da kapı açmış durumda. Sanatçı ve müze arasındaki bu ilişki her iki taraf da fayda sağlıyor. Koleksiyonlarını açan müzeler sanatçılara büyük bir hazine sunarken, bu etkileşim müzeye yeni ziyaretçiler kazandırıyor. 3D teknolojisine artan ilgi, müzelerin kendi koleksiyonlarında saklı olan pek çok eserin de gün yüzüne çıkmasına imkan tanıyor. Müzeler bu alana daha çok yatırım yapıyor, zira 3D teknolojisi müzelerin eğitim ve konservasyon alanlarında da işini kolaylaştıracak bir alan sunuyor.

Engelsiz sanat için 3D teknolojisi

3D teknolojisi sadece müzelerle sınırlı değil. Helsinkili tasarımcı Marc Dillon'un öncülüğünde başlayan “Görülmemiş Sanat” (The Unseen Art) adlı proje kapsamında sanat tarihinin klasik eserleri 3D olarak üretiyor. “3D teknolojisi sanat galerilerinden nefret eden görme engelliler için bir devrim olacak, çünkü galerilerde dokunabilecekleri bir şey yok.” diyen Dillon'un bu çabası ilgi görüyor. Leonardo da Vinci'nin ‘Mona Lisa' tablosunu 3D olarak üreten ekip, dünyanın dört bir yanından sanatçılardan ve sanat kurumlarından destek bekliyor. Proje ekibi, bu alana meraklı olanların 3D formatında eserlerini yayımlayabilecekleri ve dileyenlerin de ücretsiz olarak erişebileceği online bir site kurmayı hedefliyor. Sitenin kurulması için gerekli olan 30 bin doların toplanması için bir kampanya başlatan Dillon, bu ayın sonuna kadar parayı sağlamayı amaçlıyor.

Müzelerin arşivinden ve online sitelerden paylaşılan 3D modelleri yazıcılardan çıkarmak, meraklısı için biraz külfetli olabilir. Yazıcının fiyatının yanı sıra üretim için kullanılan malzeme düşünülünce sevdiğiniz bir eserin reprodüksiyonunu müzenin mağazasından almak şimdilik daha ucuza gelebilir. Fakat, 3D yazıcılara artan bu ilgi sayesinde cihazların daha da erişilebilir olacağını tahmin etmek zor değil.

'Bizi sevgi ve muhabbet kurtaracak'a sansür

$
0
0

52. Altın Portakal ödüllerinde en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Nadir Sarıbacak'ın konusması sırasında A Haber kanalı görüntüyü ve sesi kesti. Logosunun altında 'Sansüre hayır' yazan A Haber'in konuşmayı sansürlemesi sosyal medyada gündem oldu.

Sarmasık filmi ile en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Nadir Sarıbacak'ın teşekkür konuşması sırasında "memleketin dertleri var" sözleri ile başladığı teşekkür konuşması 'Bizi sevgi ve muhabbet kurtaracak' sözlerinin ardından A haber tarafından kesildi.

Konuşmayı yayınlamayan kanal, konuşma sırasında ise müzik ve Antalya görüntülerine yer verdi. Antalya film festivali ödlül törenini canlı yayında veren A haber'in o dakikalarda ise ekranın üst köşesinde ''sansüre hayır" logosunun yer alması dikkat çekti.

İşte Nadir Sarıbacak'ın A Haber taraından sansürlenen konuşmasının tam metni:

Bir saniyenizi alacağım. Tolga sağol böyle bir rolü bana teklif ettiğin için ve bütün ekibe teşekkür ediyorum. Jüri üyelerine de, elinize sağlık. Hasbihal etmek istiyorum. Çok kısa, 30 saniye... Memleketle ilgili dertlerim var. Bu filmden de (Sarmaşık) hareketle, çok güzel arkadaşlarım var benim. Farklı dilden, dinden, ırktan, meşrepten, mezhepten ve hepsini aşk derecesinde seviyorum. Ve bizi ancak kardeşlik ve muhabbetin kurtaracağına inanıyorum. Muhabbet... gerçekten. Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Muhabbet kurtaracak bizim dertlerimizi. Çünkü vücudun organları gibiyiz. Kulağın ağıza, elin ayağa muhalif olamayacağına göre, kesildiği zaman bütün vücut acıyacağına göre... Kader bağlılığımız var memlekette. (Konuşmanın buradan sonrası A Haber kanalı tarafından kesildi)

Mülteci karikatürleri yarışacak

$
0
0

Savaşlar, çatışmalar, doğal afetler ve baskı rejimleri her dönemde pek çok sivilin hayatında tarifi ve tamiri zor yaralar açıyor.

Genellikle daha güvenli bölgelere iltica etmek zorunda kalan siviller, uzun yolculuklarında sayısız sıkıntı ile mücadele ediyor. Güvenli bölgelere ulaşmayı başarabilenleri ise ulaştıkları ülkelerde yeni sorunlar bekliyor. Kimse Yok mu Derneği, çeşitli sebeplerle ülkelerinden kaçıp hayatlarına başka ülkelerde “mülteci” olarak devam etmek durumunda kalan sivillerin yaşadığı sorunları dünya gündemine taşımak, bu hassas durum için farkındalık oluşturmak ve sorunun çözümüne katkı sağlamak amacıyla “Mülteciler” konulu uluslararası bir karikatür yarışması düzenliyor.

Mülteci sorununa çizgisiyle dikkat çekmek isteyen tüm karikatürcülerin katılabileceği “1. KYM Uluslararası Karikatür Yarışması 2016: Mülteciler” adlı yarışmaya eser göndermek için son tarih 29 Ocak 2016. Katılımcılar, daha önce basılı ve dijital olarak yayınlanmamış ve herhangi bir yarışmada ödül kazanmamış karikatürlerini www.kymcartoon.com adresine yükleyerek yarışmaya katılabilecek. Gönderilen eserler 1-7 Şubat tarihleri arasında değerlendirilip sonuçlar 8 Şubat'ta açıklanacak. 27 Şubat'ta düzenlenecek törende birinciye 3 bin dolar, ikinciye 2 bin dolar, üçüncüye ise bin dolar ödül takdim edilecek. Ayrıca dereceye giren eserler sergilenecek. (0850 877 5 777)

Perde mültecilerle açılıyor

$
0
0

Antalya Film Festivali sona erdi ama bugünlerde iki önemli festival daha var.

İlki, 5 Aralık'ta başlayan ‘7. Hangi İnsan Hakları?' Film Festivali. ‘Mültecilik' olgusunu yılın teması olarak belirleyen festivalin programında Direniş Öyküleri, Kadın Hakları, İklim İçin, Yüzleşme, Hayvan Hakları gibi başlıklar altında 40'tan fazla belgesel gösteriliyor. Festival kapsamında önemli bir konser de gerçekleştirilecek. Suriyelilerden oluşan Maisa Alhafez yönetimindeki İstanbul Mosaic Oriental Korosu, bu akşam İstanbul Fatih'teki Zübeyde Hanım Kültür Merkezi'nde ‘Mültecilerin Sesi / Sound of Refugees' başlıklı bir acapella konser verecek. 9 Aralık'ta sona erecek festivalin gösterimleri, SALT Beyoğlu ve Aynalı Geçit'te, yan etkinlikler ise SALT Galata'da devam ediyor.

10 Aralık İnsan Hakları Günü kapsamında İstanbul'da ve Ankara'da gerçekleştirilecek olan ikinci festival, “Avrupa Birliği (AB) 5. İnsan Hakları Film Günleri”nde de yine mülteciler önplanda. Türkiye dâhil 20'den fazla Avrupa ülkesinden gelen 33 film, ‘Savaş ve Adalet', ‘Tam Eşit Olmayanlar' ve ‘Yaşanmaya Değer Bir Dünya' temaları altında üç gruba ayrıldı. Kimlik, hoşgörü, insanlık onuru ve kültürlerarası diyalog gibi konularda farkındalık oluşturmayı, önyargılara karşı çıkmayı hedefleyen festivalde, Avrupalı yönetmenler, STK temsilcileri, insan hakları aktivistleri ve akademisyenler izleyicilerle panel ortamında buluşacak. Halka açık ve ücretsiz gerçekleştirilecek gösterimler 7-10 Aralık haftası Ankara Büyülü Fener Sineması'nda, 9-18 Aralık arasında İstanbul'da Alman Goethe Enstitüsü, İspanyol Cervantes Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi, Avusturya Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi ve Hollanda Kraliyeti Başkonsolosluğu'nda yapılacak. Etkinlik kapsamında düzenlenen AB İnsan Hakları Kısa Film Yarışması'nın finalistleri 10 Aralık'ta Ankara Büyülü Fener Sineması'nda düzenlenecek ödül töreninde açıklanacak.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live