Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

‘Benimle Oynar Mısın' 41 yaşında

$
0
0

17 Kasım 2015, Bülent Ortaçgil konserine gitmek için pek çok nedenimiz olabilir ama herhalde en önemlisi şarkılarının yanı sıra onun izleyicisiyle kurduğu samimi, sıcak muhabbet olmalı.

Ortaçgil, önceki akşam ENKA İbrahim Betil Oditoryumu'nda verdiği konserde sanki kendisiyle mutfakta karşılıklı yemek yiyormuşuz gibi başlıyor söze... “Sizden bir ricam var. Lütfen ciddi bir dinleyici olmayın. Konuşmak, soru sormak serbesttir.” diyen Ortaçgil'e kulak vermeyip de ne yapalım! Daha o dakikadan itibaren günlerdir bozuk olan moralimiz düzeliyor ve "Hatta birlikte şarkı söyleyelim çünkü 40 yıl sonra şarkılarım popüler olmuştur." cümlesine gizlediği sitemkar, biraz da naif tebessümüne eşlik ediyoruz.

EN AZ SATAN ALBÜMÜYDÜ

Ortaçgil, konserine en yeni şarkılarıyla başlıyor. 2011'de yayımladığı 'Sen' albümünün ilk şarkısı 'Hiç Canım Yanmaz' ve 'Denize Doğru' ile. Keyfi çok yerindeydi. Mütebessim bir çehresi, insanı ferahlatan ses tonu ve derviş sakinliği vardı. “Adını düşürenlere üzülsen değmez/Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz/Kararımı çoktan verdim/ Denize doğru”yu tamamladıktan sonra hepimize sordu: “Duyuyor musunuz sesimizi?” diye. Evet, herkes onu can kulağıyla dinliyordu. Kararını vermişti. Kendisi de bunu fark etmiş olmalı ki, “Şunu çal, bunu çal da diyebilirsiniz ama daha sonra. Şimdi ben bir aklımdakileri çalayım, sonra isteklerinizi söyleyebilirsiniz.” uyarısını ekledi. Bir kısım sanatçıların hakaret saydığı, istek parçalarımızı kağıt peçeteye yazıp göndersek belki onu da kabul edecekti. Bu aşmışlık, başka bir dünyanın insanlarına ait özellikler olmalı.

Bülent Ortaçgil, her şarkısını bitirdikten sonra kendi hikâyesine kapılar araladı, çoğu dinleyicinin duymadığı bilgiler paylaştı ve adeta kısa bir Ortaçgil tarihinde gezdirdi dinleyenleri. Mesela en sevilen şarkısı “Benimle Oynar mısın”ın yayınlanışının bu yıl 41. senesi. Şarkıyla aynı adı taşıyan albümü 1974 yılında çıkmıştı. Üstelik, onca yıl sonra popüler olan bu albüm 'Ortaçgil albümleri' içinde satış grafiği en düşük olandı. Konserden sonra yaptığımız imza sohbetinde dedi ki, “Biliyor musun, burada isimleri bulunanlardan birkaç kişi kaldı hayatta!” Albümün hazırlamasına emek veren 'Şat Yapım Yaylı Sazlar Topluluğu'nu kast ediyor. O birkaç kişi Atilla Özdemiroğlu, Erol Duygulu, Ali Kocatepe ve kendisi… Ergun Pekakcan (piyano), Nükhet Ruacan (vokal), Onna Tunç (bas gitar), Cezmi Başeğmez (davul), Sıtkı Acim (Stüdyo kayıt) hepsi çoktan göçüp gitmiş ve bize nasıl bir miras bırakmışlar…

Bülent Ortaçgil, konserde 'Benimle Oyar mısın'ın, en otantik yorumlarından birini okudu. 'Otantik yorum' tamlaması ona ait: “Bir yandan gurur duyuyorum, popüler müziğin hızlı tüketildiği bir zamanda bu şarkılar hâlâ dinlendiği için. Bir yandan da kırk yıldır aynı şarkıyı söylemek zor. Şarkılar da bizim gibi söylene söylene deforme oluyor. Ben size otantik bir yorumu söyleyeyim bu gece.” diyor.

SICAK, ÇOK SICAK, REZALET BİR SICAK...

“Memurun Şarkısı”, 1980-1986 yılları arasında Ortaçgil'in yaşadıklarının hatırasıydı. Mühendislik yaptığı yıllarda yazdığı tek şarkı... ‘Olmalı Mı Olmamalı', ilk yazdığı şarkılardan biriydi, ilk değilse de ikinci ya da üçüncü… “Sıcak'ı ise çok sık Ortaçgil dinleyenler için, değişik bir şey çalmak adına bu konserin repertuarına almış. Hikayesini anlatırken epeyce güldürdü bizi. “Bu şarkı Bodrum'da yazıldı. 1990'lı yıllarda. Temmuz ayında, çok güzel bir ortamda, şarkı yazmam lazım, yazıcam, yazıyorum filan dediğimiz bir anda çıktı. Ama hava o kadar sıcaktı ki, yani sıcaktan başka hiçbir söz yazamadık şarkıya. Bütün sözler sıcak. Rezalet bir sıcak var ortada. Her tarafımız şıpır şıpır damlıyor. Ressam bir arkadaşım var. O da resim yapmaya çalışıyor benimle beraber. Bu şarkının “Sıcak çok sıcak” satırını daha sonra Emre (Altuğ) istedi. Ben de kullan dedim ama ee şarkı benimdir, onu hatırlatmak zorundayım.” dedi kendisi de gülerek, sonra okumaya başladı. “Eller sıcak/Gözler sıcak/Yüzün sıcak/Duvarlar sıcak../Çok sıcak daha da sıcak olacak” dedikçe yüzünde oluşan muzip gülümseme salonda kahkahalara neden oldu.

“25 YILDIR TÜRKİYE'DE BİR ŞEY DEĞİŞMEDİ”

Fikret Kızılok ile birlikte Çekirdek Sanatevi döneminde yaptıkları "Uyusun da Büyüsün" şarkısı ise onun ifadesiyle hâlâ bir Türkiye şarkısı değilse neydi? Hem eski dostunu anmak için hem de Türkiye'de bir şeyin değişmediğini anlatmak için söyledi bu parçayı: “Fikret'le beraber biz 10-15 şarkı yazdık. Bu şarkıların dengesi şöyledir. O çok rahat ve çabuk söz yazdığı için sözleri o yazıyordu, besteleri ben yapıyordum. Zaten Fikret'in dili hemen belli oluyor. Çok keskin, zeki ve somut… Şarkıyı ilk kez 25 sene önce okudum. Türkiye'de 25 yılda çok ciddi değişim olmadı aslında. İsimleri atın, başkalarını yerine koyun.” İşte o şarkı sözleri bizden, yer değiştirmesi sizden: “DYP, SHP, IMF, KDV / AET, TRT, TKP, Tukaka / Liberal, alaturka, hicaz taksim, darbuka / Vicdan ve de cüzdan, karakol, zindan, anayasa / Uyusun da büyüsün ninni, tıpış tıpış yürüsün ninni /Danalar girdi bostana gücün yetiyorsa kovalasana”. Ortaçgil bu şarkıdan sonra “Bundan sonra ciddi şarkı çalmıyorum.” diyerek ‘light Ortaçgil' bestelerine geçti. Aşk Var ve en sevdiği ‘Şarkılarım Senindir'le mest etti bizi. “Bu Su Hiç Durmaz”, “Değirmenler”, “Mavi Kuş” “Bozburun” da tabi ki teveccüh şarkıları olarak repertuarda yerini almıştı.

“HALA MI EYLÜL AKŞAMI?!”

Sanatçı, ‘Aşk Tesadüfleri Sever' filmi sayesinde 2000'li yıllarda popüler olan 1994'te yazdığı 'Bir Eylül Akşamı' şarkısını bis'e saklamıştı fakat dinleyiciden gelen ilk ‘Eylül Akşamı' isteklerine "Hâlâ eylül akşamını mı istiyorsunuz?" diye tatlı bir sitemde bulundu.” Dinleye dinleye bıkmadınız mı demek istiyordu. Malum Mehmet Günsür'ün filmdeki yorumu her yerde. Ortaçgil, şarkıyı çalmadan önce şöyle bir açıklamada bulundu. Bilmeyenler için kayda geçsin: “Filmi görmedim, bilmiyorum aslında ama ben bu şarkıyı 1994'te yazdım, film 2000'in filmi. Ve ben bu şarkıyı sonradan eşim olduğu için ona yazmıştım. Sonra başka yerlerde, başka amaçlarla duyuyor olduk. Hoşuma gitmedi. Ama küçümseyelim, 'Ortaçgil şarkısı' olarak bütün Türkiye'de film sayesinde tanındı. Bana yararı dokundu açıkçası.” Bir teşekkürü de Müslüm Baba'ya yaptı Ortaçgil. Sanatçı, bazı şarkıları, küçük ama sadık ve nesilden nesle geçen dinleyici grubuna söylüyor. Ama bazı şarkıları, başkaları söylediği için ve onlar çok ünlü isimler olduğu için onun genel dinleyicisinin kat kat dışında Türkiye'ye yayıldı. Kendisinin ifadesiyle “Ortaçgil şarkıları kitlesel şarkılar haline dönüştü.” Müslüm Gürses'in söylediği Sensiz Olmaz gibi. Bu yüzden Gürses'e teşekkür borcunu bir kez daha iletiyor sahneden.

BU İŞ ZOR YONCA, ÇOK ZOR...

Bülent Ortaçgil'i dinlemeye, iyileşme, acılarımızı sarma adına gitmiştik, ama zor, çok zor bugünlerde… Niyesini ‘Bu İş Zor Yonca” şarkısında olduğu gibi anlatıyoruz Yonca'lara ama nafile: “Bu iş zor, çok zor yonca / çünkü gülmeyi unutunca / taş yüreklerde kilitli duygular / kapılar açılmayınca / bu iş zor, çok zor yonca / çünkü bizler istemeyince / en çok bağıran en doğru sayılır / insanlar işitmeyince / bu iş zor yonca / çünkü insanlar günler boyunca / hiç soru sormadan durur”…

Sanatçıya konserde her zamanki gibi dostları eşlik etti. Cem Aksel (davul), Erdal Akyol (kontrabas) ve gitarıyla sahnenin sağ köşesinde yerini alan Erkan Oğur o isimlerden biriydi. Dinleyici haklı olarak Erkan abisinin sesini duymak istedi. Ama esprili bir cevap aldılar: “Yok öylee, hani bir laf vardır ya, hem iki buçuk lira, hem en önden. Erkan bu akşam bana eşlik ediyor. Aralıkta onu da bu sahnede dinleyebilirsiniz.” E şimdiden yerinizi ayırtın, 27. Yıl ENKA Kültür Sanat Müzik Buluşmaları bu yıl güzel başladı ve öyle devam edeceğe benziyor. (www.enkasanat.org)


Orhan Pamuk'un son kitabı en iyi romanı seçildi

$
0
0

Edebiyat dergisi Sabitfikir, 56 yazar, editör ve eleştirmene 2015'in en iyi yerli ve yabancı romanın hangisi olduğunu sordu. Listenin ilk sırasında Orhan Pamuk'un İstanbul sokaklarında boza satan Mevlut'un hikâyesini anlattığı Kafamda Bir Tuhaflık romanı yer aldı. Listenin genelinde yabancı roman ağırlığı göze çarparken, yerliler ilk sıralarda yer buldu.

Sabitfikir dergisinin beş yıldır yaptığı ‘yılın en iyi romanları' soruşturması, 2015 yılı için de yapıldı. Kasım 2014 ile Kasım 2015 tarihleri arasında yayımlanmış en iyi 50 roman belirlendi. Soruşturma kapsamında aralarında A. Ömer Türkeş, Bâki Asiltürk, Behçet Çelik, Faruk Duman, Hakan Bıçakcı, Halil Türkden, Hande Öğüt, küçük İskender, Levent Cantek, Meltem Gürle, Sibel Oral, Tanıl Bora, Tülin Er gibi isimlerin bulunduğu 56 yazar, eleştirmen ve editöre 2015 yılında yayımlanmış en iyi 10 romanı yazmaları istendi. En iyi romanlar listesi de bu seçilmiş 10'ların ortaklığından çıktı.

LİSTENİN İLK SIRALARINDA YERLİ ROMAN AĞIRLIĞI VAR

Beşinci yılına giren soruşturmada, geçen yılların aksine bu yıl yerli romanlar daha fazla öne çıktı. Soruşturmanın başladığı ilk iki yılda telif ve çeviri romanlar ilk sıralarda yer alırken, 2013 ve 2014 yıllarında yerli romanlar ilk sırayı almıştı. 2015 yılında da durum değişmedi. Listenin genelinde yabancı ağırlığı öne çıkarken, ‘En iyi 50 roman' listesinin ilk sırasında Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık romanı yer aldı. Listenin ikinci sırasında ise Ayhan Geçgin'in Uzun Yürüyüş kitabı yer aldı. Akif Kurtuluş'un Ukde'si listeye yedinci sıradan girerken, Burhan Sönmez'in İstanbul İstanbul'u dokuzuncu, Sema Kaygusuz'un Barbarın Kahkahası ise onuncu sırada yer aldı. Eleştirmen Semih Gümüş'ün ilk romanı olan Belki Sonra Başka Şeyler de Konuşuruz da yirmi dördüncü sırada yer aldı.

LİSTEDE YABANCI AĞIRLI DİKKAT ÇEKİYOR

Yabancı dillerde yayımlanmış romanların ağırlığı listede kendini hissettiriyor. Listenin üçüncü sırasını Elena Ferrante'nin Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım romanı alırken, şimdiden adı ‘klasikler' arasında sayılan Karl Ove Knausgaard'ın Kavgam I Cilt dördüncü sırada yer aldı. Ferrante'nin Yeni Soyadının Hikayesi kitabı listeye otuz ikinci sıradan girerek, bu yılda iki kitapla listede yer alan tek yazar oldu. Listede Carlos Maria Dominguez'in Kağıt Evi sekizinci, Umberto Eco'nun Sıfır Sayı'sı ise on üçüncü sırada kendine yer buldu. Nobel ödüllü Herta Müller'in Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım kitabı ise listeye on altıncı sıradan girdi. George Orwell'in Boğulmamak İçin ve Harper Lee'nin Tespih Ağacının Gölgesinde isimli romanları da Kasım 2015 tarihinde yayımlanmış oldukları için bir sonraki yılın listesine kaldılar. Haruki Murakami, Mo Yan ve Mario Vargas Llosa geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da birer romanıyla listede yer alan yazarlardan. Listenin son sırasında ise Thomas Bernhard'ın Kireç Ocağı kitabı yer aldı.

KİMLER SEÇTİ?

A. Ömer Türkeş, Ahmet Ergenç, Ali Bulunmaz, Arzu Erol, Asuman Kafaoğlu-Büke, Aysu Önen, Bâki Asiltürk, Behçet Çelik, Behlül Dündar, Berrak Göçer, Burcu Arman, Burcu Bayer, Bülent Usta, Can Semercioğlu, Cenk Gündoğdu, Ceyhan Usanmaz, Derviş Şentekin, Egem Atik, Elif Tanrıyar, Eray Ak, F. Cihan Akkartal, Faruk Duman, Ferhat Uludere, Fırat Demir, Gökçe Gündüç, Hakan Bıçakcı, Halil Türkden, Hande Gürses, Hande Öğüt, Hasan Cömert, Hayati Roman, Hikmet Hükümenoğlu, Hilmi Tezgör, İpek Şoran, Kaya Genç, Kıvanç Koçak, küçük İskender, Levent Cantek, Mehmet Said Aydın, Melisa Kesmez, Meltem Gürle, Mert Tanaydın, Mustafa Çevikdoğan, Müge Karahan, Nazan Maksudyan, Nilay Kaya, Nurduran Duman, Oylum Yılmaz, Sabri Gürses, Seda Ateş, Sibel Oral, Şima İmşir Parker, Tanıl Bora, Tülin Er, Yankı Enki, Yenal Bilgici.

Karikatür birincisi Arnavut sanatçı Agim Sulaj

$
0
0

Aydın Doğan Vakfı tarafından bu yıl 32'ncisi düzenlenen Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması'nın birincisi Arnavut sanatçı Agim Sulaj oldu.

Sanatçı, hiperrealist (fotogerçekçi) tarzda çizdiği karikatürlerinde, yoksulluk, çevre kirliliği, göçmenlerin yaşamı gibi 21. yüzyılın başlıca sosyal ve siyasal sorunlarına yoğunlaşıyor. Yarışmada ikincilik ödülüne İran'dan Mohsen Nouri Najafi, üçüncülük ödülüne ise yine İran'dan Jalal Pirmarzabad değer bulundu. Trump Alışveriş Merkezi Kültür ve Gösteri Merkezi'nde önceki gün gerçekleştirilen ödül töreninde konuşan Aydın Doğan Vakfı Başkanı Hanzade Doğan Boyner, “Aydın Doğan Vakfı olarak ülkemizin çağdaşlaşmasına destek olmak amacıyla 32 yıldır bu ödül törenini düzenliyor, dünyanın her tarafından karikatüristleri bir araya getiriyoruz. Karikatür bize aslında hoşgörüyü öğretiyor. Bugüne kadar 137 ülkeden 7,800 sanatçı bu platforma katıldı. Dünyanın dört bir yanından bambaşka insanlar çizgileriyle insanlığın ortak acısını, ortak sevincini kağıt üzerine döküyor ve biz de vakıf olarak bu ortak mesajı dünyaya yaymaya yardım etmiş olmaktan dolayı onur duyuyoruz. Karikatüristlerimiz sadece dünyamızı renklendirmediler, dünyamızın daha iyi, daha renkli olmasını sağlamadılar aynı zamanda zekalarıyla bizi güldürdüler, koydukları anlamla içimizi burktular. Ama dünyanın daha iyi bir yer olmasına katkı sağladılar.” dedi.

66 ülkeden 787 sanatçı 2,289 karikatür gönderdi

Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması'na bu yıl 66 ülkeden 787 sanatçı 2,289 karikatürle katıldı. Yarışmada dereceye girenleri, Michael Kountouris, Ercan Akyol, Latif Demirci, Selçuk Demirel, Bayram Hajizadeh, Piyale Madra, Godfrey Mwampembwa, Tan Oral, Yuko Shimizu ve Jen Sorensen'den oluşan uluslararası Seçici Kurul belirledi.

Birinciliği kazanan Agim Sulaj'a 8 bin ABD Doları, ikincilik ödülünü kazanan Mohsen Nouri Najafi'ye 5 bin ABD Doları, üçüncülük ödülünü kazanan Jalal Pirmarzabad'a ise 3.500 ABD Doları takdim edildi. Ayrıca Seçici Kurul, Alberto Morales Ajubel (İspanya), Angel Boligan Corbo (Küba), Moacir Knorr Gutterres (Brezilya), Musa Gümüş (Türkiye), Cemalettin Güzeloğlu (Türkiye), Ishimaru Hide (Japonya), Frank Hoffmann (Almanya), Jose Antonio Garci Nieto (Meksika), Didier Pizzi (Fransa), Saman Torabi (İran), Jugoslav Vlahovic (Sırbistan), Mikhail Zlatkovsky'i (Rusya) Başarı Ödülü'ne değer buldu. Sanatçılara 500 ABD Doları ödül verildi.

Agim Sulaj kimdir?

1960 yılında Arnavutluk'un başkenti Tiran'da doğdu. 1985'te Tiran Sanat Akademisi'ni bitirdi. Aynı yıl siyaset ve hiciv dergisi Hosteni'de çalışmaya başladı. Çok erken yaşlarında yeteneğinin farkına vararak sanata, özellikle de resme ilgi duydu. Hiperrealist (fotogerçekçi) tarzdaki karikatürlerinde, yoksulluk, çevre kirliliği, göçmenlerin yaşamı gibi 21. yüzyılın başlıca sosyal ve siyasal sorunlarına yoğunlaşıyor. 1993'te ilk kez, İtalya'daki ‘Rally di Rimini' başlıklı kişisel sergisinde, komünist döneme ait çalışmalarını sergiledi. Gördüğü ilgi üzerine Rimini'ye yerleşti. Çok sayıda sergi açtı, karikatürleri müzelere kabul edildi. Sanatçının bu karikatürleri ‘Gerçek üstü bir satirik illüstrasyon, çevrenin durumu ve korunamamasına yönelik bir metafor' olarak tanımlanıyor.

Antalya'da genç besteciler gecesi

$
0
0

Bu yılki en önemli misyonlarından biri Türk bestecilerine sahip çıkmak olan 16. Antalya Piyano Festivali, ikinci gününde her biri pek çok ödüle sahip genç bestecileri ağırladı.

Genç bestecilerin gecesinde 7 eser ilk kez müzikseverlerin beğenisine sunuldu. 17 Kasım'da başlayan 16. Uluslararası Antalya Piyano Festivali, ikinci gününde genç bestecileri ağırladı. Erdem Çöloğlu şefliğinde AKM'de gerçekleştirilen konserde, Alp Durmaz, Yiğit Özatalay, Yiğit Kolat, Murat Omur Tuncer, Turgut Pogun ve Eray Altınbuken'in besteleri seslendirildi. Piyano Festivali için eserler besteleyen genç isimler, var olan eserlerini de yeniden düzenleyip müzikseverlerin beğenisine sundular.

!f'te bu kez ‘Arcade Fire' var

$
0
0

!f İstanbul'un 15. yılına özel hazırladığı ve bugüne dek “Roger Waters – The Wall” ve “Human/İnsan” filmlerinin Türkiye galalarına ev sahipliği yapan “!f İlham Serisi”, “The Reflektor Tapes” ile devam ediyor.

24 Kasım'da saat 20.00'de Babylon Bomonti'de gösterilecek olan film, Montrealli indie rock'un en sevilen gruplarından Arcade Fire'ın 2013'te çıkardığı ve eleştirmenlerce “yılın albümü” seçilen Reflektor'un yolculuğunu anlatıyor. Grubun, dünya turnesi kapsamında uğradıkları Haiti, Los Angeles ve Londra'da yaşadıkları deneyimler de yer alıyor. Dünyada 24 Eylül'de sınırlı sayıda sinema salonunda gösterime giren film, Türkiye'de ilk kez ve sadece ‘!f İlham Serisi' kapsamında seyirciyle buluşacak.

Henüz dördüncü albümlerini çıkarmalarına rağmen indie rock dünyasının en iyi gruplarının başında gelmeyi başaran Arcade Fire, özellikle samimi sözleri ve anakımdan uzak duruşlarıyla sıkı bir hayran kitlesine sahip. 2004'te yayınladıkları ve müzik dünyasını sarsan ilk albümleri ‘Funeral'ın yankısı dinmeden 2005'te Central Park'ta verdikleri konserde David Bowie'nin ‘Wake Up' adlı şarkılarına eşlik etmesiyle geniş kitlelere ulaşan grup, asıl şöhreti 2011'deki Grammy'lerde üçüncü albümleri ‘The Suburbs' ile ‘Yılın Albümü' ödülünü kazanmalarıyla yakalamıştı. 2013'te yakın dostları Spike Jonze'un “Her” filminin müziklerini yaparak hayranlarını ikiye katlayan grup, aynı yıl yayınlanan albümleri ‘Reflektor' ile büyük bir başarı elde etmişti. LCD Soundsystem'ın yaratıcısı James Murphy'nin yapımcılığında çıkardıkları ve disko, punk-funk, dub ve glam rock gibi türlerin etkileyici bir karması olan albüm, ‘Funeral'dan bu yana yaptıkları en serbest ve emprovizasyona dayalı çalışma sayılmış, müzik otoritelerince de “yılın albümü” seçilmişti.

İşte bu albümün çıkış sürecini konu alan ve Sundance tescilli yönetmen Kahlil Joseph'in imzasını taşıyan “The Reflektor Tapes”, Babylon Bomonti'de ücretsiz gösterilecek. Filme davetiye kazanmak isteyenler için detaylar ise www.ifistanbul.com'da!

Mars Cinema Group ortaklığında yapılacak 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, 18-28 Şubat 2016 tarihlerinde İstanbul'da, 3-6 Mart 2016 tarihlerinde ise Ankara ve İzmir'de gerçekleştirilecek.

Yazarın okura karşı sorumluluğu değişiyor mu?

$
0
0

Elias Canetti, sorumluluk duyan birinin yazar olabileceğini söyler ve “Her şeyden önce yazara düşen, kendi iç dünyasında sürekli genişleyen bir yer açmaktır.” der.

Sosyal medyanın hayatımızı daha çok işgal etmesiyle okurun ve yazarın sorumlulukları Canetti'nin sözünü ettiği ‘yer açmayı' daha da zorunlu hale getiriyor. Twitter, Facebook ve Instagram gibi mecralarda yazarla iletişime geçmeyi bekleyen yeni nesil okurların yanı sıra bu alanın dışında kalmayı tercih edip klasik iletişim yolunu (imza ve söyleşi günlerinde buluşma) seçen okurlar var. Bunların ötesinde yazarın sadece yazdıklarıyla konuşmayı seçenleri de anmak gerekir. Dijital çağın, günümüz yazarından gittikçe artan talebi, pek çok yazarı yorgun düşürse de okurun beklentileri de karşılanmayı bekliyor.

İngiliz romancı Joanne Harris, geçtiğimiz hafta Manchester'da düzenlenen edebiyat festivalinde bu konuya değinen dikkat çekici bir açıklama yaptı. Yazarın ‘sevgili okur'a hitap eden 12 maddelik manifestosu İngiliz yazarlar arasında yeni bir tartışmayı da başlattı. Dijital çağda yazarın okura olan sorumluluğuna dikkat çeken metinde Harris, sosyal medyanın insanları, yazarın okur tarafından sürekli erişilebilir olması gerektiği düşüncesine ittiğini düşünüyor. Harris'in bu açıklamasından sonra Colm Tóibín gibi kimi yazarlar ise tek sorumluluklarının kelimelere karşı olduğunu dile getirerek, okurun beklentilerine cevap vermek gibi bir görevlerinin olmadığını ifade etti.

Joanne Harris'in 12 maddelik manifestosunda şu sözler dikkat çekiyor: “Bunu benden isteseniz bile, çok satmamaya söz veriyorum”; “Okurlarıma borçlu olduğumu asla unutmayacağım; siz olmadan, sadece sayfalarda kelimelerden ibaretim. Sizinle birlikte bir diyalog kuruyoruz”; “Hikâyem beni nereye götürürse götürsün onu takip etmeye söz veriyorum, bu en karanlık mekânlar olsa dahi”; “Hikâyelerime her türden bireyleri ekleyeceğim, çünkü insanlar son derece büyüleyici ve çok çeşitli”; “Başkalarının bana ne yazmam gerektiği konusunda yönlendirmesine asla izin vermeyeceğim, bu yayıncım, menajerim, piyasa veya okurun kendisi olsa bile.”

Yazarlığın kuralları

Türkçede ‘Şeftali Kokulu Günler', ‘Merhaba, Hoşça kal', ‘Centilmenler ve Oyuncular' ve ‘Çikolata' gibi pek çok kitabı olan Harris'in bu manifestosu yazarları ikiye bölmüş durumda. Fakat profesyonel yazarlık müessesinin kendine göre kuralları olduğu kesin. Enis Batur'un tanımıyla bu yazar tipi şöyledir: “Çok sayıda okura karşı sorumluluk duyma eşiğinde yazar, tecim dünyasının kurallarıyla tanışır: Medyayla ilişkiler, okuma ve imza seansları, kitap tanıtım seferleri, aynı kitabın onlarca dilde, ülkede tekrarlatacağı “fazla mesai” etkinliklerinin başlıcalarındandır. Yayıncıların, menajerlerin, editörlerin, çevirmenlerin, başka yan unsurların sayısı çığ gibi büyür. Her biri, yazıyı uğraş olarak seçmiş birinin gözünde ayrı kâbustur.”

Sosyal medyada sıklıkla görülen yazarın bunu bir sorumluluktan öte okuruyla iletişime geçmenin bir yolu olarak gördüğü bir sınıf varken, bu iletişim aracını bir zorunluluk olarak görenler de var. Fakat en büyük tehlike, yazarın edebi üretime ayıracağı vakti buralarda öldürmesi. Kimileri bu dengeyi koruyabilirken, kimileri de bu sonsuz alanın cazibesinden kurtulamıyor.

Yazarların sosyal medyada popüler olmaları eserlerinin satışlarının da arttığı veya artacağı anlamına gelmiyor. Kimi yazarların politik görüşlerini dile getirdiği bu mecra okurların gözünde eleştirilmeye daha açık bir yazar profili ortaya koyarken, yazar ve okurları arasında da kırılmalara neden olabiliyor. “Ey yazar neredesin?” sorusunu zihninde sürekli sıcak tutan okur, yazarı kimi zaman bir kurtarıcı gözüyle değerlendirip güncel olaylara karşı bir yorumda bulunmasını bekliyor.

Milan Kundera'nın, yazarın her şeyden önce edebiyata karşı sorumlu olduğu fikrini savunan yazarlar çoğunlukta. William Faulkner, “Yazarın tek sorumluluğu sanatına karşıdır. İyi bir yazarsa tamamen acımasız olur. Bir hayali vardır. Hayal öyle bir acı verir ki, ondan kurtulmak zorundadır. Kurtulana dek rahat etmez.” der. Harris'in dijital çağda okur ile yazar arasında sorumlulukların değiştiğine dikkat çeken manifestosu yeni bir yazar-okur ilişkisinin habercisi. Ülkemizde yazarların sosyal medyada yazdıklarından dolayı yargılandığını görünce Tomris Uyar'ın şu sözlerini anmak gerekiyor: “Türkiye gibi bir ülkede yazar olmak bana gittikçe gülünç ve acınılası bir çaba gibi gözüküyor.”

Frank Sinatra ve arkadaşlarıyla üç gün

$
0
0

1950 ve 1960'lı yıllarda Humphrey Bogart, Frank Sinatra, Dean Martin, Sammy Davis Jr., Peter Lawford ve Joey Bishop gibi isimler hep birlikte gece kulüplerinde şarkı söyledi, doğaçlama sohbet yaptı, komedi sahneledi.

O yıllarda popüler olan ve ‘The Rat Pack Show' adı verilen bu gösteriler, sanatçıların ölümünden sonra da bir efsane olarak devam etti ve yayınlanan videoları büyük ilgi gördü. Unutulmaz gösteriyi, Londra müzikal tiyatrosu West End ise, ‘Sinatra&Friends' adıyla 10 yıldır sahneliyordu. 1 milyondan fazla kişinin izlediği bu gösteri, Frank Sinatra'nın 100. yaşı anısına üç günlüğüne İstanbul'a geliyor. IEG Live organizasyonuyla Türkiye'de ilk kez sahnelenecek Sinatra&Friends'te, Frank Sinatra'yı Thomas Ward, Sammy Davis Jr.'ı George Danial Long, Dean Martin'i Mark Adams canlandırıyor. 16 kişiden oluşan West End sanatçılarının Rat Pack'in efsane isimlerini; görünüşleri, mimikleri, sesleri, esprileri, dansları ve şarkılarıyla sahneye taşıdıkları gösteri, yarından itibaren 22 Kasım'a kadar Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde izlenebilir. (www.zorlucenterpsm.)

Devlet Tiyatroları, orkestra sanatçılarının işine son verdi

$
0
0

Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oyunlarda sözleşmeli sanatçı olarak görev alan müzisyenlerin işine son verildi. ‘Tasarruf' amaçlı yapıldığı iddia edilen bu işlemle onlarca orkestra sanatçısı işsiz kaldı. Sanatçılara, oyunlarda ‘müziklerin artık kayıttan kullanılacağı' söylendi.

Ankara Devlet Tiyatrosu, müzisyenlerin işten çıkarılmasıyla çalkalanıyor. Oyunlarda canlı orkestrada görev alan sanatçılar, ‘tasarruf yapılıyor' denerek kapı önüne konuldu. ‘Kadrolu' değil diye müzisyenlerin işine son veren DT'nin bünyesindeki kadrolu müzisyen sayısının tek bir oyuna yetmeyecek kadar az olduğu öğrenildi. Tiyatro sanatçıları ve müzisyenler, kadrolu olmayan müzisyenlerle senelerdir çalışan DT'nin bu uygulamasına bir anlam veremediklerini belirtiyor. DT'de sözleşmeli çalışan bir tiyatro oyuncusu, “Bunların asıl amacı sanat kurumlarında kadroyu bitirmek. Kadrolu olmayan müzisyenlerle senelerdir çalışıyorlar, işlerine gelmeyince haber bile vermeden oyundan atıyorlar.” diye konuştu.

UYGULAMA İKİ OYUNDA KESİN

Ankara Devlet Tiyatrosu'nun müzisyenlerin işine son verme uygulamasının ilk olarak geçtiğimiz sezon Ali Düşenkalkar'ın yönetmenliğinde sahnelenmeye başlanan Haldun Taner'in ‘Gözlerimi Kaparım, Vazifemi Yaparım' oyununda başladığı öğrenildi. Bu oyunda sözleşmeli sanatçı olarak görev alan müzisyenler, haber verilmeksizin işten çıkarıldı. Halen devam eden oyunda ‘müziklerin artık kayıttan kullanılacağı' söylenerek tüm orkestranın işine son verildi. Geçtiğimiz ay Türkmenistan turnesine çıkan oyunun orkestrasız gittiği de öğrenildi. Benzer şekilde ‘Yeşilçam' oyunundaki sanatçıların da işine son verildi.

KAYITTAN MÜZİK KULLANILACAK

Bir oyundaki işine son verilen ve adını vermek istemeyen devlet konservatuvarı mezunu bir sanatçı, işten çıkarılmaları doğruladı. Kendilerine ‘tasarrufa gidildiği ve artık canlı orkestra kullanılmayacağının' söylendiğini belirten sanatçı, “Sadece orkestra sanatçılarına değil, mezun sanatçı oyunculara da uygulanmış bu tasarruf. Çoğu kişi çıkartılmış. Kayıttan müzik kullanacaklarmış. Müzikal oyun kayıttan müzikle saçma sapan bir şeye dönüşmüş. Kimseye haber bile verilmedi, sezon açılacak diye beklediği için işsiz kaldı şimdi, birçok sözleşmeli.” ifadelerini kullandı.

MEZUN SANATÇI OYUNCULAR DA ÇIKARILDI

Sözleşmeli olarak Ankara DT'de çalışan müzisyenlerin işten çıkarılmasının ardından, sözleşmeli oyunculardan bazıları da işten çıkarıldı. Dört yıldır Ankara Devlet Tiyatrosu'nda çalıştığını vurgulayan bir müzisyen, işten çıkarmalarla ilgili bir başka detayı da, “Sadece orkestra sanatçılarına değil, mezun sanatçı oyunculara da uygulanmış bu tasarruf.” sözleriyle açıkladı. Halihazırda devam eden bazı oyunlarda orkestra kullanılmaya devam edildiğini, ancak onların da Ocak 2016'da işine son verileceği duyumları aldıklarını belirtti.


DT: ‘Kadrolu değiller...'

Devlet Tiyatroları'ndan bir yetkili oyunlarda orkestranın susturulmasının söz konusu olmadığını söyledi. Zaman'a konuşan DT yetkilisi, “Öyle bir şey söz konusu değil. Yeni çocuk oyunlarımız var, onlar için müzisyenler aranıyor. Zaten çalışan müzisyen sanatçılar da bizim kadrolu sanatçılarımız değil, dışarıdan temin yoluyla çalışıyorlar. Bütün oyunlarda öyle bir şey yok. Ankara Müdürlüğü istediği her oyunda da değişikliğe gidebiliyor zaten. Ya da Genel Müdürlük değişikliğe gidebiliyor. ‘Oyundan alındık.' diyen sanatçının oynadığı oyuna özgü bir şey sadece. Hangi oyun bilmiyorum ama o oyuna özgüdür. Genel bir şey söz konusu değil.” açıklamasını yaptı.


Ankara'da tiyatro heyecanı başlıyor

$
0
0

Her yıl kasım ayında Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından Ankara'da düzenlenen Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali'nin 20.si yarın başlıyor. Yurtiçi ve yurtdışından tiyatro gruplarının 50 oyun sahneleyeceği festival, 30 Kasım günü sona erecek.

Festivalin, Devlet Opera ve Bale Salonu Leyla Gencer Sahnesi'nde yapılacak galasında, Gürcistan'dan Tiflis Vaso Abaşidze Müzikal Komedi ve Dram Profesyonel Devlet Tiyatrosu'nun ‘Carmen (Choreodrama)' isimli oyunu gösterilecek. Festival kapsamında Avusturya, Hollanda, İran ve Azerbaycan'dan gelen tiyatro topluluklarının yanı sıra üniversite tiyatro toplulukları, özel tiyatrolar ve çocuk tiyatroları performans sergileyecek. Ayrıca sokak tiyatrosu grupları da festival çerçevesinde Kuğulupark, Yüksel Caddesi ve Sakarya Caddesi'nde 3 oyun sahneleyecek. Avusturya'dan Daskunst isimli tiyatro grubunun Almancı isimli oyunu sahneye taşıyacağı festivalde Hollanda'dan TiyatroRast, Azerbaycan'dan Gence Devlet Tiyatrosu, İran'dan Omid Darvishi tiyatro grupları atölye çalışması yapacak. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ise Deste Şeş Tili (Kürtçe) isimli oyunu sahneleyecek.

Festival kapsamında 27 Kasım Cuma günü düzenlenecek olan “Türkiye'de Alternatif Tiyatro Araştırmaları ve Sanata Desteğin Dünü Bugünü” konferansına Tüzel Ezici, Filiz Arel, Ayça Köklü, Seyda Hilal Erbilgin ve Gülşen Karakadıoğlu katılacak. 22 Kasım Pazar günü saat 20.00'de Farabi Sahnesi'nde ünlü yazarlar Ercan Kesal ve Nermin Yıldırım, müzisyenler eşliğinde öykülerini katılımcılarla paylaşacak.

Öte yandan festivalin bu yıl Emek Ödülü Erhan Gökgücü'ne, Onur Ödülü Rutkay Aziz'e, Sevda Şener Tiyatro Yazarlığı Ödülü Özen Yula'ya verilecek. Ödüller, yarın akşam saat 19.30'da Leyla Gencer Sahnesi'nde gerçekleştirilecek açılış galasında takdim edilecek. Sanatı kitlelere ulaştırmak, ulusal ve uluslararası özel ve amatör tiyatro topluluklarını destekleyerek çalışmalarını sürekli hale getirmek için düzenlenen festival, uluslararası dayanışmaya ve barışa sanat yolu ile katkıda bulunmayı da hedefliyor. (www.ankaratiyatrofestivali.org)

Sanırım bize nazar değdi

$
0
0

Son dönemin ‘şeddeli' korku filmleri halkasına eklenen Hüddam, paranormal bir hikâye anlatıyor.

Can, annesi Derya ile yaşarken, Derya'nın paranormal davranışlar sergilemesi üzerine hayatı alt üst olur. Derya hiç bilmediği antik dilleri konuşmaya başlayınca bunun nedenini araştıran Can, işlerin annesinin doğduğu köye kadar dayandığını öğrenir. Köydeki evlerine dönen Can ve Derya'ya burada sadece tek bir kişi yardım eli uzatacaktır. Bu kişi Havas ve Hüddam ilmiyle yakından ilgilenen Asaf'tan başkası değildir.

Yumurta kardeşliği!

$
0
0

Haftanın tek animasyon filmi Pırdino: Sürpriz Yumurta, birkaç kafadarın müze ziyaretiyle başlayan yerli bir yapım.

Dinozor müzesine gezi düzenleyen birkaç arkadaş, bir maceranın eşiğinde olduğundan habersizdir. Pırdino'nun aile özlemi, gördüğü dinozor maketleri yüzünden iyice artar. Pırdino'yu ailesine kavuşturmak isteyen Tarık, Porsuk ve Sansar, çareyi zaman makinesi yapmakta bulurlar. Böylece, yolları dâhi fizikçi Sündüz Yekovan'la kesişir. Fakat müzenin sahibi onlara engel olur.

“Yayınevlerine el konulması yayıncılığımızı geriletir”

$
0
0

Önceki gün Kaynak Holding'e kayyım atanmasına dair Türkiye Yayıncılar Birliği bir açıklama yayınladı.

TYB, yayıncılık ve kültür hayatını sarsan atamayla ilgili “Kaynak Holding'e bağlı yayınevleri, kitabevleri, matbaa, kağıt satışı ve dağıtım firmalarına kayyum marifetiyle el konulması, Türkiye'nin yayıncılık hayatını sarsacak, yayıncılığımızı geriletecek ciddi bir müdahale olarak değerlendirilmelidir.” dedi. Açıklamanın tamamı şöyle: “Paralel devlet yapılanması”yla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında Kartal'daki İstanbul Anadolu 10. Sulh Ceza Hakimliği'nin kararıyla Kaynak Holding'e bağlı 19 şirket, bir vakıf ve bir derneğe kayyum atandığı, kayyumların holdingin yönetim binalarına polis ekipleriyle birlikte girdiği öğrenilmiştir. Kaynak Holding'e bağlı şirketler arasında, özellikle eğitim yayıncılığının önde giden firmaları ve sınava hazırlık kitapları yayınlayan yayınevleri ile kurgu ve kurgudışı kültürel yayınlar yapan yayınevleri yer almaktadır. Grup yayınevleri gerek yurtiçindeki faaliyetleri gerekse yurtdışına yaptıkları ihracat ve telif hakları satışlarıyla yayıncılık sektörünün büyümesine, kültür hayatına katkıları bakımından önemlidir. Kaynak Holding bünyesinde ayrıca, yüzlerce mağazasıyla bir kitabevi zinciri ve dağıtım şirketleri de bulunmaktadır. Bu kitabevleri ve dağıtım ofisleri özellikle Anadolu'nun küçük şehirlerindeki okurların kitapla buluşmasına önemli bir aracı durumundadır. Holding'e bağlı matbaa ve kağıt satış firmalarına el konulması da yayıncılığımızı kuşkusuz olumsuz etkileyecektir.

Kaynak Holding'e bağlı yayınevleri, kitabevleri, matbaa, kağıt satışı ve dağıtım firmalarına kayyum marifetiyle el konulması, Türkiye'nin yayıncılık hayatını sarsacak, yayıncılığımızı geriletecek ciddi bir müdahale olarak değerlendirilmelidir. Bu el koymaların sonucunda yayınevlerinin içeriklerine müdahale edilmesi ve belirli içeriklerin sansürlenmesi yoluyla yayınlama özgürlüğünün darbe alması ihtimali de endişe vericidir. Süreli ve süresiz yayıncılığın özgürlüğünün Anayasa teminatında olduğunu ve bu Anayasal hakların korunmasının gerekliliğini hatırlatırız. Türkiye Yayıncılar Birliği olarak, Kaynak Holding'e bağlı yayınevleri ve ilgili firmaların faaliyetlerini durduracak bu operasyonunun durdurulmasını ve yayın faaliyetinin sürdürülmesine izin verilmesini talep ediyoruz.”

Gözler yalan söylemez

$
0
0

Yabancı Dilde En İyi Film Oscar'ı alan Arjantin yapımı Gözlerindeki Sır / El Secreto de sus Ojos (2009) filminin Holly-wood uyarlaması, elindeki yıldızları iyi kullanamadığı gibi, orijinal yapımı da mumla aratıyor.

Dedektif Ray ve Jess bir cinayet haberi üzerine olay yerine gittiklerinde maktulün Jess'in kızı Carol olduğunu öğrenirler. İpuçları bir şüpheliyi göstermektedir. Ancak bu kişi 11 Eylül sonrası yapılan terör operasyonlarındaki önemli muhbirlerden biri olduğu için korunmaktadır.

Anneye yazılmış bir veda mektubu

$
0
0

Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışan Annem / Mia Madre, İtalyan yönetmen Nanni Moretti'nin iç dünyasına ortak ediyor bizi.

2010'da Habemus Papam filminin çekimleri sırasında hastalanan Moretti'nin Latince öğretmeni annesi bir süre sonra hayatını kaybeder. Annem, bu yönüyle yönetmenin kendiyle hesaplaşmasının filmi.

Mizanseni, oyunculuğu, kamera açılarıyla kötü çekilen bir sahne ile başlıyor Annem. Hakları için mücadele eden işçileri konu alan ve bir sahnede adının Noi Siamo Qui (Buradayız) olduğunu öğrendiğimiz bir filmin çekimlerindeyiz. Sahneyi kestiğinde, yönetmen Margherita'nın (Margherita Buy) memnun olmadığı her halinden bellidir. Film ilerledikçe bu memnuniyetsizlik halinin, Margherita'nın genel anlamdaki huzursuzluğuyla ilgili olduğunu anlarız. 50'li yaşlarındaki yönetmen, özel hayatında ve kariyerinde taşları bir türlü yerine oturtamamıştır. Bunun kökeninde annesiyle ilişkisi olabilir mi? Geçmişi hatırladığı bazı sahnelerde buna dair işaretler görürüz.

Filmin çekimleri için gelen Amerikalı oyuncu Barry Huggins'in (John Turturro) kaprisleri Margherita için işleri iyice zorlaştırır. Ölüm döşeğindeki annesi Ada (Giulia Lazzarini) ile ilişkisi ise sorumlu ve prensip sahibi ağabeyi Giovanni'nin (Nanni Moretti) gölgesinde kalır. Bu konuda da kendini eksik hisseden Margherita, iyice çıkmaza girer. Bütün bu açmazların anahtarı, geçmişteki hataları tekrar etmeden, sadece kendi dünyasında yaşamaktan vazgeçip başta kızı olmak üzere etrafındaki insanlarla sağlıklı bir iletişim kurmaktan geçer.

Nanni Moretti'nin otobiyografik hikâyesinde onun yerine geçen Margherita Buy, rolünün hakkını veriyor. John Turturro'nun kaprisli Amerikalı rolüyle filme ‘renk' katması bir yana, Nanni Moretti'nin filmin bir sahnesinde söylediği “Yönetmenle ters düşme. Çünkü o her zaman savaşır.” sözü doğrudan adrese teslim bir replik. Bu tür hoşluklara ve iyi oyunculuklara rağmen, hikâye kurma ve karakter dramatizasyonundaki sorunları çözemeyen filmin olay örgüsü ve hikâyesi bir türlü genişlemiyor. Ritmi de zedeleyen bu sorun, filmin etkisini zayıflatıyor.

Sonuç olarak, Annem, yönetmenin hayatından izler taşıyan, duygusal ve sıcak bir aile draması; bir bakıma Moretti'nin kendiyle hesaplaşması.

Devrim, devrim dedikleri... [VİZYONDAKİLER]

$
0
0

“Açlık Oyunları yokken Battle Royale (2000) vardı” demenin bir anlamı yok artık. “Biz Sineklerin Tanrısı (1963) ile büyüdük” burun kıvırmasının da...

Devir, Açlık Oyunları devri; en az bir nesil bu kitap ve film serisiyle büyüdü, büyüyor. Sadece o da değil, son dönemde gençlerin kurban veya kurtarıcı olduğu distopik filmleri hatırlayalım: Labirent, Uyumsuz, Göçebe, Uzay Oyunları, Sinyal, Dünya: Yeni Bir Başlangıç... Bunlar arasında Açlık Oyunları, Suzanne Collins'in çoksatan kitabının da rüzgarıyla diğerlerinden birkaç adım öne çıktı ve kısa sürede seriye dönüştü.

‘Arkası yarın' mantığıyla kesilip ikiye ayrılan finalin ilk bölümünün üzerinden bir yıl geçti. İkinci bölüm, ilkinin kaldığı yerden devam edince geriye dönüp bakmak gerekebilir. Finalin ilk bölümünde, Panem halkları için bir umut ışığı olarak beliren Katniss Everdeen (Jennifer Lawrence), gönülsüz de olsa devrimin ‘yüz'ü olmayı kabul etmişti. 13 bölgeden oluşan Panem'in halkları ise henüz birliği sağlayamadığı için kendi aralarında savaşmaya devam ediyordu. Serinin son filminde Katniss, nihayet liderlik özelliklerini gösteriyor. İsyanın lideri Coin (Julianne Moore), devrimin umut ışığı olarak görevini yerine getiren Katniss'in biraz geri planda kalması gerektiğini düşünür. Fakat Katniss, Başkan Snow'un (Donald Sutherland) Peeta'ya (Josh Hutcherson) yaptıklarını görünce tek çözümün Snow'u ortadan kaldırmak olduğuna karar verir. Yakın arkadaşlarını da yanına alan Katniss, korunaklı 13. Bölge'den ayrılıp başkente doğru yola çıkar...

DEVRİME İNANMA, DEVRİMSİZ KALMA

Üç kitaplık Açlık Oyunları'nın dört film halinde sinemaya uyarlanması, ‘bir koyundan kaç post çıkarsak kârdır' anlayışının yansıması. Nitekim, bu anlayışın izlerini final bölümünün ilkinde görmüştük. Yayıldıkça yayılan sahneler ve diyaloglar, bir türlü ilerlemeyen hikâye, Coin ve Snow'un bitmeyen ‘ulusa seslenişleri', Katniss'in uzatmalı tereddütleri... İlk bölümdeki ritmik aksamalar, ikinci bölümde hızlı kurgu ile nispeten aşılıyor. Buna rağmen serinin ilk iki filmindeki aksiyon dozunun yakalanamadığını da söylemek gerek.

Serinin devrim bahsindeki çiğliği, bir önceki filmde açığa çıkmıştı. Halkı kurtuluşa götürecek devrimin tamamen bir PR (Halka İlişkiler) ‘projesi' olarak yürütülmesi yine sorun edilmiyor. Gerçi, -günümüz reklamcılık mantığından bağımsız olarak- her otoriter rejim gibi devrimlerin de bir ‘halkla ilişkiler' ve imaj çalışması olduğunu akıldan çıkarmayalım. Goebbels hatırlatmalarına hiç gerek yok; nihayetinde Türkiye'de yaşıyoruz!

Açlık Oyunları serisinin Arap Baharı ve Gezi Olayları ile eşzamanlı dolaşıma girmesi, gençliğin ‘isyan ruhu' üzerinde ne derece etkili olmuştur, bilinmez. Fakat serinin son filmi, “Devrim, devrim dedikleri bu muydu?” dedirtiyor. Evet, insanlık tarihi “Devrim, önce kendi çocuklarını yer” kaidesini anımsatan örneklerle doludur. Bu konuda Açlık Oyunları da benzer şeyler söylüyor. Beklenmedik olan ise her şeyin sonunda yeniden ‘kurulu düzene' dönülmesi.

LEYLA HALİD Mİ, KATNISS EVERDEEN Mİ?

Kardeşini korumak için Açlık Oyunları'na katılan Katniss, gençlerin isyan ateşini tutuşturup onları coşturduktan sonra bizdeki ‘Kadirizm'in telkinlerini hayata geçirircesine ‘Evinin kadını, çocuklarının anası' olup çıkıyor. Bu durumda, serinin gençlere söylediği şey kabaca şu: “İsyan, devrim vs. bunlar iyidir ama siz aile kurmaya bakın.” Ne de olsa, ‘evcilleştirilmiş, ehlileştirilmiş' devrimciden zarar gelmez! Diğer taraftan, her devrim biraz da “Güzel günler göreceğiz, güneşli günler” motivasyonuyla yapılır. Çoluk çocuğa karışıp mutlu bir aile kuramadıktan sonra devrimin anlamı nedir ki?! Bu haliyle Katniss Everdeen'in, bir dönemin hızlı kadın devrimcisi ve Filistin Halk Kurtuluş Örgütü üyesi Leyla Halid'i anımsattığı söylenebilir.

İlk iki filmde gençliğin isyan ruhunu depreştiren Açlık Oyunları, son filmde bu ruhu teskin ediyor; devrim ateşinin üzerine bir doz ‘kurulu düzen' boca ediyor. Katniss'in yaşadıkları, Fransız devriminden Humeyni devrimine kadar, hak ve özgürlükler mücadelesinin değişmez yazgısını bir kez daha hatırlatıyor: Her devrim, yıkmak için savaştığı ‘düzene' dönüşür.


350 bine Şeker Ahmet Paşa!

$
0
0

Asar-ı Atika Antika Sanat Galerisi, Osmanlı karma eserleri ve özel aile koleksiyonlarından oluşan 19'uncu müzayedesini, yarın saat 14.30'da, Conrad İstanbul Oteli'nde gerçekleştiriyor.

Müzayedede Osmanlı saray eserleri, Türk seramikleri, Osmanlı hat sanatının nadide örnekleri, farklı dönem ve coğrafyalardan klasik tablolar, tombak parçalar ile ünlü ailelere ait antika ev eşyaları satışa sunuluyor. Müzayedenin dikkat çeken parçalarının açılış fiyatları ise şöyle: Şeker Ahmet Paşa'nın karton üzerine yağlıboya natürmort resmi 350 bin lira, Fransız Limoges porselen fabrikasının Sultan II. Abdülhamit Han için yaptığı, her bir parçasının üzerinde 24 ayar altın kabartma ile A.H. İnsiyalli bulunan 48 parça yemek takımı 80 bin lira, üzerinde Kanuni Sultan Süleyman'ın tuğrası olması nedeniyle çok nadir sayılan berat 35 bin lira, Sultan II. Mahmut'un tahta geçmesi şerefine Fransızlar tarafından saraya hediye edilmiş, boyun kısımları altınlı, üzerinde Sultan II. Mahmut tuğralı bir çift porselen aşurelik 25 bin lira. (www.atikaart.com.tr)

Altın Portakal jürisi belli oldu

$
0
0

Bu yıl 29 Kasım-6 Aralık arasında gerçekleştirilecek 52. Uluslararası Antalya Film Festivali'nin Ulusal Yarışma Jürisi'ni oluşturan isimler açıklandı.

Yazar, yönetmen ve yapımcı Ömer Vargı'nın başkanlık edeceği jüride yedi isim görev yapacak. Vargı'nın ‘ekibi' şu isimlerden oluşuyor: Sinemamızın usta oyuncularından Şerif Sezer, Kusturica filmlerinin görüntü yönetmeni Mirsad Herovic, Altın Portakal'lı sanat yönetmeni Naz Erayda, Uzak İhtimal ve Yozgat Blues filmlerinin senaristi Tarık Tufan, oyuncu Şebnem Bozoklu ve Los Angeles Kent Müzesi Film küratörü, ünlü Amerikalı eleştirmen Elvis Mitchell.

Peter Jackson'dan ‘Hobbit' itirafları

$
0
0

Hollywood'un ünlü yönetmenlerinden Peter Jackson'dan beklenmedik bir ‘itiraf' geldi.

Avustralyalı yönetmen ve yapımcı “Hobbit'i çekerken ne yaptığımı bilmiyordum.” dedi. İngiliz yazar J.R.R. Tolkien'in tek kitaplık Hobbit'ini üç film (Beklenmedik Yolculuk, Simaug'un Çorak Toprakları, Beş Ordunun Savaşı) halinde perdeye taşıyan Peter Jackson, serinin son filmi Beş Ordunun Savaşı'nın DVD baskısında yer alan kamera arkası röportajında seri üzerine açıklamalar yaptı.

‘HAZIRLIK YAPAMADAN ÇEKİMLERE BAŞLADIM'

Hobbit projesinin yönetmen koltuğuna ilk başta Meksikalı yönetmen Guillermo del Toro oturmuş, Peter Jackson da yapımcı olmuştu. İki yıla yakın bir süre proje üzerinde çalışan Del Toro ile Jackson arasında yaşanan anlaşmazlık sonucu, Meksikalı yönetmen çekimlerin hemen öncesinde projeden ayrılmıştı. Peter Jackson, Hobbit ile ilgili ‘problemin' burada başladığını söylüyor: “Guillermo del Toro ayrılınca ben projeye hemen atladım. Halbuki film öncesi bütün hazırlığı Del Toro yapmıştı ve benim onun düşündüğünden farklı bir şekilde filmin tasarımını yeniden yapabilmem için bir yıla ihtiyacım vardı. Ama bu imkânsızdı; sonuç olarak filme hiç hazır olmadan çekimlere başladım.”

Kamera arkası röportajda filmin sanat yönetmeni ve ortak yapımcının açıklamaları da Peter Jackson'ı destekler mahiyette. Weta Workshop'ta görevli sanat yönetmeni Richard Taylor, “Neredeyse her sabah çekim yapılıyordu ve o güne teslim edilmesi gereken nesnelere ihtiyaç vardı.” Ortak yapımcılardan Brigitte Yorke ise “Peter'ın hazırlanmak için hiç fırsatı olmadı. Fakat bunu söyleyemedim, çünkü hiç fırsatı yoktu!” Bir ara, projeyi ertelemeyi bile düşündüklerini belirten Peter Jackson, yapımcılarıyla yaptığı görüşmeyi şöyle anlatıyor: “Çekimlere başlamak için iki ayımız vardı ve süre yaklaşıyordu. Yapımcılarımıza gittim ve stüdyo ile konuştuk. Çünkü çekimlerde ne yapacağımı bilmiyordum. Elimde storyboardlar bile yoktu.”

JACKSON'IN YENİ PROJESİ ‘TENTEN'

Yüzüklerin Efendisi seyircisini yıllar sonra yeniden Orta Dünya'ya götüren Hobbit üçlemesi, iyi bir gişe hasılatı yapsa da hem eleştirmenleri hem de serinin hayranlarını tatmin etmemişti. 655 milyon dolar bütçeyle çekilen üçleme, dünya genelinde 2 milyar 935 milyonu aşkın bir gişe hasılatına ulaştı. Oscar ödüllerinde teknik dallarda toplamda 7 adaylık alsa da hiç ödül kazanamadı. Üç Oscar'lı yönetmen Peter Jackson'ın yeni projesi ise 2016'da çekimlerine başlayacağı, Belçikalı çizer Herge'ün ünlü Tenten karakterinin maceralarını konu alan Prisoners of the Sun adlı animasyon film. Jackson, Steven Spielberg'in yönettiği Tenten'in Maceraları (2011) adlı filmin yapımcılığını üstlenmişti.

Komşularımızı göremeden yaşlanıyoruz

$
0
0

Amerikalı çağdaş sanat fotoğrafçısı Gail Albert Halaban'ın, kopuk komşuluk üzerine dikkat çeken ‘Out My Window' (Penceremden) adlı fotoğraf projesi Beyoğlu'ndaki İstanbul'74'te dün sergilenmeye başladı. Halaban, Paris ve New York'ta ses getiren projesinin İstanbul ayağı için Beyoğlu, Ortaköy, Arnavutköy, Beylerbeyi gibi semtlerde çekimler yaptı. Pencereleri karşı karşıya bakan ama birbirlerini tanımayan insanları yer değiştirip fotoğrafladı.

Komşu, komşunun külüne muhtaçtır, denir. Komşu hakkı, Allah hakkıdır, denir. Ev alma, komşu al denir. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” hadisi ezbere bilinir. Komşularımız bizim için önemlidir. Ama artık öyle mi? Epeydir değil. Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlardan çok sık duyarsınız ‘artık kimse kimsenin kapısını çalmıyor, nerede o eski komşuluklar' diye. Herkes evine, köşesine çekilmiş yaşayıp gidiyor. Amerikalı çağdaş sanat fotoğrafçısı Gail Albert Halaban'ın “Out My Window” (Penceremden) adlı fotoğraf projesi, tam da bu yakınmalarımızın sebebine dikkat çekiyor.

Halaban'ın, New York ve Paris'in ardından İstanbul'u haritasına eklediği dünya çapında ses getiren projesi dün İstanbul'74 Galatasaray galerisinde açıldı. Serginin ardından kitaba dönüştürülecek proje için önce, eylül ayında İstanbul'da fotoğraf çekimi yapıldı. Halaban, İstiklal Caddesi, Cihangir, Beyoğlu, Ortaköy Portakal Yokuşu, Bebek, Teşvikiye, Arnavutköy, Çengelköy, Beylerbeyi, Topağacı, Nişantaşı'ndaki komşulukları gözlemledi. Pencereleri karşı karşıya bakan ama hiç tanışmamış, konuşmamış, belki de selamlaşmamış komşuların yerlerini değiştirip fotoğrafladı. Yani herkes evine, komşusunun penceresinden baktı. Kendini onun yerine koydu. Halaban'ın tüm bunları yaparken bir amacı vardı: Komşuları buluşturmak. Sanatçı aslında, kopuk komşuluk ilişkilerini ve yabancılaşma konusunu gündeme getirerek şehirli insanın yalnızlığını resmediyor ve, “Her zaman aynı pencerelerden bakan bir şehir dolusu yabancıyız. Komşularımızla arkadaş olduğumuzu zannediyoruz ama çoğunlukla hiç tanışmıyoruz bile. ‘Out My Window' projesi, bu pencereler arasına bir köprü kuruyor ve bu yabancıların hayatlarını birleştiriyor.” diyor.

‘Out My Window-İstanbul' sergisi 12 Aralık'a kadar İstanbul'74 Galatasaray galerisinde izlenebilir. (www.istanbul74.com)

Yönetmen Jocelyne Saab ile buluşma

$
0
0

Boğaziçi Üniversitesi'nin uluslararası misafir programı ‘Boğaziçi Chronicles' kapsamında Lübnanlı gazeteci ve yönetmen Jocelyne Saab'ı ağırlıyor.

Özellikle kadın, Ortadoğu ekseninde son derece önemli belgesellere imza atan Saab, İstanbul izleyicisi, öğrenciler ve akademisyenler ile ilk olarak 26 Kasım Perşembe günü meslektaşı gazeteci ve sinema eleştirmeni Cüneyt Cebenoyan ile söyleşi eşliğinde buluşacak. Bir Görsel Sanatçı'nın “kuşatma altındaki şehir'' Beyrut Üzerine Düşünceleri konulu konuşması saat 16.00'da Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda yapılacak.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live