Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Müzikli ve ‘neşeli' pazarlar

$
0
0

ENKA'nın gelenekselleşen Kültür Sanat Buluşmaları çocuklar için alternatif bir etkinliğe evsahipliği yapıyor.

‘Geleceğin müzisyenleri' ile geleceğin sanatseverlerini aynı sahnede bir araya getiren etkinlik kapsamında bugün saat 11.30'da Barış İçin Müzik Orkestrası bir konser verecek. 5-16 yaş arası tüm çocukların ücretsiz olarak katılabileceği etkinlik, ENKA İbrahim Betil Oditoryumu'nda gerçekleşecek. Etkinliğe katılacak yetişkinler için ise bilet fiyatı 34,5 TL.

2005 yılında kurulan Barış İçin Müzik Vakfı, barışın sesini müzik aracılığıyla duyurmak için yüzlerce imkanı sınırlı çocuğa karşılıksız müzik eğitimi sağlıyor. Bu amaçla kurulan topluluklardan biri olan Barış İçin Müzik Orkestrası, geleceğin sanatçılarının imkan verildiğinde neler başarabileceklerini gösteriyor.


Boğaziçi'nde sinema günleri

$
0
0

Kanada-Filistin ortak yapımı Aranan 18'li / The Wanted 18 filminin özel gösterimi ile başlayan 3. Uluslararası Boğaziçi Film Festivali 27 Kasım'a kadar devam edecek. Festivalde ulusal ve uluslararası kısa kurmaca ve belgesel filmlerin yanı sıra bu yıl ilk defa 50 bin dolar ödüllü uzun metraj yarışması da yapılacak.

Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, önceki akşam yapılan açılış töreni ile başladı. Uluslararası Boğaziçi Sinema Derneği tarafından gerçekleştirilen festival, Beyoğlu Atlas Sineması'nda düzenlenen açılış kokteyli ve ardından, Kanada-Filistin ortak yapımı Aranan 18'li / The Wanted 18 filminin özel gösterimi ile başladı. 27 Kasım'a kadar devam edecek festivalde usta isimlerin katılımıyla gerçekleşecek etkinlik, panel ve söyleşilere ev sahipliği yapacak.

3. Boğaziçi Film Festivali'nde ulusal ve uluslararası kısa kurmaca ve belgesel filmlerin yanı sıra bu yıl ilk defa uluslararası uzun metraj filmlere de yer veriliyor. Festival, Borderless, Journey to the Shore, Our Everyday Life ve Chasuke's Journey Our Every Day Life ve Johnny Walker filmlerinin de yer aldığı 11 filmin prömiyerine de ev sahipliği yapacak. Festival kapsamında, Hollywood'lu ünlü isimlerin oyuncu koçu Susan Batson da masterclass dersleriyle ilk kez Türkiye'de profesyonel oyuncularla bir araya gelecek.

Atlas sinemasında yapılacak gösterimlerde bugün saat 15.00'te Amerikalı yönetmen Andrew Droz Palermo'nun yeni filmi Bir–İki, yarın saat 20.00'de ise Japon yönetmen Sabu'nun Chasuke'nin Yolculuğu adlı filmi gösterilecek. Dünyaca ünlü Japon mango ve anime sanatçısı Hayao Miyazaki'nin 9 animasyon filmi Çağdaş Masallar bölümünde izleyiciyle buluşacak. ‘Bir Portre' bölümünün bu yılki konuğu ise Reha Erdem. Yönetmenin tüm uzun metraj filmleri ile birlikte Lost in the Post ve Bana Yalan Söyleme adlı iki kısa filmi de festival kapsamında izlenebilecek.

En İyi Ulusal Kısa Kurmaca, En İyi Ulusal Kısa Belgesel, En İyi Uluslararası Kısa Kurmaca ve En İyi Uluslararası Kısa Belgesel kategorilerinde ödül verilecek. Ayrıca İstanbul Medya Akademisi'nin Genç Yetenekler Ödülü de festival kapsamında verilecek. Festivale bu yıl eklenen Uluslararası Uzun Metraj Filmler kategorisinde en iyi film ödülü 50 bin dolar.

Festivalin atölye çalışmalarında film yapım süreçleri ilk adımından son adımına kadar ele alınacak. Yamaç Okur ile ‘Yaratıcı Yapımcılık', Derviş Zaim ile ‘Senaryo Yazımı ve Film Yapımı', Ümit Ünal ile “Sinemada Hikâye” ve Dolunay Soysert ile “Oyunculuk Atölyesi” çalışmaları; Yüksel Aksu, Nesli Çölgeçen, Belçim Bilgin ve Engin Hepileri'nin de katılacağı söyleşiler ile genç sinemacılar alanında usta isimlerle buluşacak.

Tuşların izinde geçen 85 yıl

$
0
0

Piyanist Ece Demirci'nin “Tuşların İzinde 85 Yıl: 1929'dan 2014'e Türk Bestecileri” adlı CD'si Lila Müzik tarafından yayınlandı.

2 CD'den oluşan albüm, 85 yıl içinde piyano edebiyatında bestelenen eserlerin yıllar içinde nasıl bir yol izlediğini ilk kez toplu olarak gözler önüne seriyor. Cemal Reşit Rey'in son öğrencileri arasında da yer alan ve halen MSGSÜ Devlet Konservatuvarı'nda profesör olan Demirci, albümü yapmaya karar verdiğinde, hocası Cemal Reşit Rey'in On Halk Türküsü'nü yorumlamak istemiş. Zamanla genişleyen proje, Özkan Manav ve Hasan Uçarsu'nun sanatçı için yepyeni birer eser yazmaları fikri ile büyümüş ve sonunda 11 bestecinin eserlerini kapsayan son halini almış. Ece Demirci CD'de, eserleri yorumlarken Cumhuriyet'in ilk yıllarında Türk Beşleri'nin önderliğinde başlayan müzik alanındaki gelişmelerin, nasıl farklı bir düzeye geldiğini vurgulamayı amaçlıyor.

Kayıtları 6 ay süren albümde, N.Kazım Akses'in “Beş Piyano parçası” (1929), U. Cemal Erkin'in “Duyuşlar”ı (1937), A. Adnan Saygun'un “Anadolu'dan” (1945), İlhan Usmanbaş'ın “Altı Prelüd”ü (1945), Muammer Sun'un “Yurt Renkleri” (1955), Cemal Reşit Rey'in “On Halk Türküsü” (1967), İlhan Baran'ın “Siyah ve Beyaz”ı (1979), Kamran İnce'nin “My Friends Mozart”ı (1987), Mahir Cetiz'in “Triptych”den I'i (2003), Özkan Manav'ın “Bulutsu Zerrecikler”i (2013) ve Hasan Uçarsu'nun “Eşik” (2014) isimli eserleri yer alıyor.

Ressamların gözünden Kadıköy değişirken...

$
0
0

Evinizin ilk katından Kalamış sahilini görürken, onuncu kattan Sivriada'yı görememek... Kırk elli sene önce akvaryum gibi bir denizin bataklık gazları üreten ürkütücü halleri...

Palamut büyüklüğündeki akıntı istavritleri anılarından sonra minik kraçalara (istavritin küçüğü) razı olmak... Ve son noktayı koyacağa benzeyen kentsel dönüşüm hamlesi... İstanbul'un en eski semtlerinden Kadıköy değişiyor dönüşüyor. Yirmi yıl önce açılan Kızıltoprak Sanat Galerisi de bu değişimi “Kadıköy Değişirken” adlı karma sergisiyle gündeme getiriyor. Muhsin Kut'un ‘Bakırköy'den Kadıköy'e Bakış', Mustafa Pilevneli'nin ‘Mor Salkımlı Bahçe-Yok Olan Değerler', Haşim Nur Gürel'in ‘Sivriada', Dilek Işıksel'in ‘Adalar', Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun ‘Fenerbahçe', Naile Akıncı'nın ‘Kadıköy', Mehmet Pesen'in ‘Kalamış Köhne', Birsel Bosut Gürbüz-Cumbalı Sokak'ı, Demet Yersel'in ‘Gökdelenler' adlı tabloları bu değişime tanıklık eden eserlerden bazıları. Resim, heykel ve seramikten oluşan 28 eserin yer aldığı 20. yıl özel sergisi 2 Aralık'a kadar açık. (www.kiziltopraksanatgalerisi.net)

Barışı beklerken, elde var savaş!

$
0
0

Yönetmenin ‘barış için bir savaş öyküsü' dediği İki Arada Bir Yerde, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın yeni oyunlarından. Savaş konusunda geçmişten ders almaya pek niyeti olmayanların özellikle izlemesi gereken oyun, Bosna Savaşı'nı konu edinen No Man's Land (Tarafsız Bölge) adlı filmin başarılı bir uyarlaması.

“Her şey zıddı ile kaim” sözünün en çok mana kazandığı konu savaş ve barış olsa gerek. Neden derseniz, dünyada savaşı konu edinen tüm başyapıtlar aslında barışı anlatır. Barış, neden bu kadar ehemmiyetli olduğunu göstermek için savaşın anlamsızlığına muhtaçtır. İşin doğrusu, savaş yeterli miktarda manasızlık barındırır barındırmasına da anlamak için gören bir göz, selim bir akıl gereklidir. O yüzden sanat mühimdir ve bu sebeple savaşı sevenlerle sanatı sevmeyenler çoğu zaman aynı kişilerdir.

Yugoslav Yönetmen Danis Tanovic, 2001 yılında Tarafsız Bölge (No Man's Land) adıyla bir film çeker ve savaşın saçmalıklarını yüzümüze tokat gibi çarpar. Bosna Savaşı sırasında düşman hatları arasındaki tarafsız bölgede kendilerine yardım gelmesini bekleyen ve zoraki de olsa işbirliği yapmak durumunda kalan iki düşman askerin hikâyesidir anlatılan. İki askeri işbirliğine yönelten şey ise mayın üzerinde yatan üçüncü bir askerdir. ‘Zıplayan mayın' adı verilen mekanizma, üzerinde bulunan kişinin yerinden kalkması halinde etraftaki herkesi havaya uçuracak güce sahiptir. Gerisi umut ve umutsuzluk hattında gidip gelen bekleyiş. İnsanlığı, vicdanı, aklıselimi bekleyiş…

Katıldığı birçok festivalden ödüllerle dönen No Man's Land'i, İstanbul Şehir Tiyatroları ‘İki Arada Bir Yerde' ismiyle sahneye uyarladı. Yönetmen koltuğunda oyunda aynı zamanda Sırp askeri başarıyla canlandıran Yıldıray Şahinler var. Boşnak askeri ise Cengiz Tangör oynuyor. Aslında filmdekinin aksine oyunda Boşnak-Sırp ayrımı pek belirgin değil. Filmi izlemediyseniz askerlerin hangisinin Boşnak hangisinin Sırp tarafından olduğunu anlamak zor bile olabilir. Yıldıray Şahinler'in özellikle yaptığı bir şey mi bilinmez ama şu sözler kendisine ait: “Bu oyunun uyarlandığı film Bosna'da geçiyordu. Bizim oyunumuzsa hiçbir yerde. Ya da her yerde. Kardeşin kardeşi öldürdüğü savaşlar nerede yaşanıyorsa orada…” Ne kadar haklı değil mi? 2001'den bu yana bir değişmedi. Kavga etmek için sebep bulma konusunda her zamankinden daha kararlıyız.

Savaştan beslenenlere nanik

Sorunu çözmesi için beklenen Barış Gücü'nün güçsüzlüğüne şahit olduğumuz ikinci perdenin ilk perdeye nazaran daha durağan olduğunu söylemekte fayda var. ‘Düşman olmasalar dost olacak' kadar birbirlerine benzer hayatları olan askerlerin karşılaşma anlarını içeren ilk perde ise seyirciyi oyunda tutmayı bırakın, oyunun içine nüfuz etmesini sağlayacak kadar başarılı. Bunda, espri konusunda elini korkak alıştırmayan senarist Tanovic'in etkisi tartışılmaz. Yıldıray Şahinler de yerinde ve dozunda tutarak yaptığı eklemelerle kendi deyişiyle savaş saçmalığını yaratanlara nanik yapıyor.

Mayının üzerinde bırakılan askere gelince... Asker bir sembol… Tanovic için Bosna, Yıldıray Şahinler içinse kaderine terk edilmiş herhangi bir ülke… Ölen çocukların birer sayı değil, sizin-bizim gibi insanlar olduğunun anlaşılacağı mutlu gelecek çok yakın görünmese de sanat göstermekte ısrarlı. Ve gösterme aracı bu kez sahne!

Ataol Behramoğlu 50. sanat yılını kutluyor

$
0
0

Usta şair Ataol Behramoğlu, 50. sanat yılını yarın Akbank Sanat'ta kutluyor.

Sunuculuğunu Nebil Özgentürk'ün yapacağı “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” isimli gece, yönetmenliğini Nebil Özgentürk'ün üstlendiği Ataol Behramoğlu belgeseliyle başlayacak. Programda hafızalarda yer etmiş Ataol Behramoğlu şiirleri Rutkay Aziz, Işık Yenersu, Dilek Türker ve Nebil Özgentürk gibi usta sanatçılar tarafından okunacak. Ayrıca şairin müzisyenler tarafından bestelenen şiirleri ise Vedat Sakman, Haluk Çetin, Tuna Kiremitçi, Ekrem Ataer, Edip Akbayram ve Timur Selçuk tarafından seslendirilecek. Saat 20.00'de başlayacak programa katılım ücretli. (www.akbanksanat.com)

Ressam, mühendis Calder sunar

$
0
0

Amerikalı heykeltıraş ve ressam Alexander Calder (1898-1976), sanat tarihine hem renkli hem de hareket eden heykeller bıraktı. İngiltere'nin başkenti Londra'daki Tate Modern'de açılan retrospektif, yüze yakın eseriyle Calder'in Britanya'daki en büyük sergisi. Daha çok metal levha ve çubuklardan meydana gelen heykeller, halden hale dönüşürken sanatseverlere özgür bir alan sunuyor ve renkli bir şenliğe davet ediyor.

Fransız şair, senarist Jacques Prevert, 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biri olan Amerikalı heykeltıraş ve ressam Alexander Calder'i (1898-1976) şu dizelerle anar: “Eyfel Kulesi'nin - Üstü Mobil - Altı Stabil / Tıpkı Calder'e benzer / Demirin oymacısı - Rüzgarın saatçisi / Kara canavarları terbiye eden / Güleç mühendis - Tedirginlik veren mimar / Zamanın yontucusu - İşte size Calder” İngiltere'nin başkenti Londra'daki Tate Modern'de açılan retrospektif, Prevert'in sözlerinde haklılığının açık bir göstergesi. Britanya'da onun adına düzenlenen en büyük retrospektif özelliği taşıyan sergide yüz kadar heykel, resim ve çizimleri sunulan Calder'in modernizm tarihine yaptığı katkıların hatırı sayılır bir etkisi var. Heykeli durağan bir yapıdan kurtararak sürekli değişen hareketli bir objeye dönüştüren Calder, sanatseverlere, ürettiği eserin halden hale geçişini anbean yaşatıyor. Elde üretilmiş mekanizmalar sayesinde hareket eden eserleri renkli bir görsel şenlik sunuyor.

Makine mühendisi olan Calder'in babası ve dedesi heykeltıraş, annesi ise ressamdır. New York'ta Art Students League'de sanat eğitimi almadan önce çeşitli işlerde çalışır. 1920'li yıllarda ise yolunu Paris'e düşürür. Bronz, ahşap ve taştan heykellerin rağbet gördüğü bir dönemde oldukça öncü bir işe girişerek tellerden eserler üretmeye başlar. Büyük bir kitle yerine çizgiyi tercih eden bir heykeltıraş olan Calder, eleştirmenlerin ifadesiyle “boşlukta çizen” biridir. Bu tercihiyle figürlerin şeffaf olmasını sağlayan Calder, başka objelerin bu heykellerin içinde görünür olmasını sağlıyor. 1926'da ise tellerden sirkleri ve burada yaşananları anlatan eserler üretir. Joan Miro, Piet Mondrian ve Jean Cocteau gibi sanatçılar bu eserleri görmeye gelenler arasındadır. Sergide bu döneminden pek çok çalışma var.

Boşluğu işgal eden heykeller

Baledeki bir koreografiyi yönetir gibi, bu heykelleri kontrol etmek istediğini söyleyen Calder, hareket üzerine daha çok kafa yorar. Hava hareketi açık mekanizmalar onun uğraş alanı olur. El yordamıyla üretilen bu eserlerin kırılganlığını göz önünde bulunduran sanatçı, heykellerin özgürce hareket edeceği bir kurguyu yakalamaya çalışır. Marcel Duchamp'in mobile adını verdiği bu hareketli heykelleriyle, klasik durağan heykel anlayışını yıkar ve sanatsevere her yönüyle keşfedebileceği bir eser sunar. Daha çok metal levha ve çubuklardan meydana gelen heykellerini, tek bir noktadan dengeli bir şekilde kurgular. İzleyiciyle bu türden bir iletişim kuran sanatçı, herkesin kendine göre bir yorum yapabileceği özgür bir alan sunuyor.

Elle veya motorla hareket eden Calder'in bu mobilleri kinetik sanatın önemli ürünlerindendir. Sirklere meraklı bir sanatçı olan Calder buradaki hareketliliği yansıtmaya çalışırken hayvanlar, akrobatlar ve palyaçolar onun malzemesi olur. Asılı duran eserler Calder'in merak alanıdır. "Ben, bakması eğlenceli olan şeyler yapmak istiyorum.” diyen Calder, tel heykeller ve devinen oyuncaklar üretir. Hava akımıyla zincirleme hareket eden heykelleri dev bir metal örümceği çağrıştırıyor. 1930'larda ise heykelleri geometrik bir yapıdan kurtulur ve daha doğal bir forma dönüşür. Denge ve hareket üzerine kafa yoran Calder, sahne sanatlarına epey ilgilidir. Sergideki eserlerden bunun izlerini görmek mümkün.

Calder'in yedi eserinin yer aldığı, farklı koleksiyonlarda dağınık halde bulunan Panel adlı serisi de ilk kez bir arada sergileniyor. Sanatçının yeni bir görsel dil kurguladığı bu heykeller, hareketli eserlerinin ilk ürünlerinden olmasıyla önem taşıyor. Bu panellerin yanı sıra Calder'in Tarantula adını verdiği ve kocaman bir örümceği andıran bu oldukça büyük ve uzun siyah metal heykeli, Brezilya'da yer aldığı enstitüden 50 yıldan sonra ilk defa çıkıyor. Senelerdir burada sergilenen eser, sanatçının başyapıtı niteliğinde. Akrobatlar (1929) adlı telden heykeli de uzun bir süre iki parça olarak sergileniyordu, Calder Vakfı'nın yaptığı restorasyonlardan sonra bu eserin tek bir parça olduğu ortaya çıktı ve bu eseri de ilk kez bu sergide. ‘Güleç mühendis' Calder'in eğlenceli sergisi 3 Nisan 2016'ya kadar açık kalacak.

Öykü ve roman yazarı Faruk Duman: Karşıt görüşten bir yazarın iyi olduğu bile söylenmiyor

$
0
0

Öykü ve roman yazarı Faruk Duman'ın ikinci deneme kitabı “Tom Sawyer'ın Kitap Okuduğu Kulübe” (Can Yayınları) yayınlandı. Duman'la yeni ve klasik edebi metinlerden, yazarlardan, eleştirilerden, anılardan oluşan kitabını konuştuk…

Trenler, eski elişi meslekler, doğa; hıza ayak uyduramadığınızdan da bahsediyorsunuz. Nostalji sever bir yanınız var mı?

Yeni şeylere adapte olamayan bir yanım var elbette. Hayatımıza yeni giren şeyleri reddetme anlamında değil de kendime küçük hayatın, küçük bir çevrenin yettiğini düşünüyorum. Mesela otururum, basit bir deftere yazarım. Tutup da yazı yazmak için çok şık bir defter peşinde koşmam. Yazmak yetiyor. Onun gibi. Nostalji tutkunu bir yanım var, diyemem. 80'den sonra Türkiye çok hızlı değiştiği için, aslında hepimiz kıyaslama yapıyoruz. Neydi, ne oldu; nereden nereye geldi; iyi mi oldu, kötü mü oldu. Ben de tabii kişisel olarak trenlerden bahsetmekten mutluluk duyuyorum çünkü benim babam demiryolcuydu. O dönem yaşadığımız hayatın verilerine bakıyorum ve şöyle bir şey görüyorum: Küçük memur ama bir lojmanı var, çocukların gittiği iyi bir okul ama parasız bir okul… Bunu eskiyi övmek anlamında söylemiyorum. Yalnızca biz nasıl yaşadık, çocukluğu nasıl geçirdik, nasıl hikâyeler dinledik, nasıl oyunlar oynadık... Bunlar, benim tarafımdan anlatılsın, beni okuyanlar bilsin, istediğim bu.

Kitapta “Yazardan Ne Bekleriz” diye bir denemeniz var. Bu beklentiyi karşılayabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Aslında bu yazdıklarımın bugünkü edebiyat ortamında pek bir anlamı kalmadı. Çok dar bir çevreyi ilgilendiren şeyler bunlar maalesef. Yazarın yapması gereken tek şey, yeteneği varsa, edebi anlamda ve estetik anlamda kendi en beğendiği yazarları aşmak. Ortaya çıkan şeyin ne olduğuna tabii ki edebiyat tarihi ve okur karar verecek ama öncelikle yazarın hitap edeceği kişi, önemli bulduğu, kendinden önceki yazarlardır. Bu sayede ancak edebiyat bir yapı gibi üst üste yükselebilir, gelişebilir. Uzunca bir süredir yazarın, eleştirmenin bütün dikkati piyasaya yönelmiş durumda. Dolayısıyla Türkiye'de bu bahsettiğim kriter işlevsiz hale gelmiş, öyle görünüyor. Benim esasında yapmak istediğim de, bu söylediğim işte. Çok beğendiğim yazarların yaptıklarının yanına bir şey koymak. Üstüne bir şey koymak biraz iddialı olur ama estetik anlamda onlar gibi yazabilmek.

Dil konusuna da sık sık değiniyorsunuz. Türkçeye inanan bir yazar olarak dil üstüne dönen tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkçe, çok büyük bir dil. Aydınımızda, sadece dil konusunda değil her konuda, özellikle Batı'ya karşı bir aşağılık kompleksi var. Dönemin başbakanı ne demişti: ‘Türkçeyle felsefe yapılmaz.' Bu bir aşağılık kompleksi ve benim görüşüm şu ki, hiçbir dil öbür dilden üstün değildir. Dil ihtiyaca göre büyür, dolayısıyla da toplumsal ihtiyacınız neyse diliniz de o kadardır. Bir de şöyle diyen bir grup var: ‘Dil devrimi oldu, bir gecede biz tarihimizden koptuk.' Bu yanlış çünkü bizim dil kompleksimiz Osmanlı yazarlarında da vardı. Onlar da öyle düşünüyorlardı. Bu kompleks genel, çok eskiden beri bizde var olan bir şey.

Ama alfabenin değişmesinin bir gecede okur-yazarlığı etkilediği bir gerçek.

Tam tersi aslında, bunları Niyazi Berkes de yazdı, Melih Cevdet de. Dil devriminden sonra okuma-yazma oranının nasıl fırladığına bakabilirsiniz. Çok bariz farklar var. Ama mesele o değil. Benim orada değindiğim, çok net bir kompleksimizin olduğu. Bu dille felsefe yapamıyorsanız, bu dille edebiyat yapamıyorsanız o zaman Yaşar Kemal'e, Orhan Kemal'e, Nermi Uygur'a ya da Oğuz Atay'a hakaret edersiniz.

“Kişisel özgürlüğümüzü sağlayamazsak sanatsal özgürlüğümüzü de sağlayamayız.” diyorsunuz bir yerde. Bir yazar-editör penceresinden baktığınızda yazarın düşünsel özgürlüğü ne anlama geliyor?

Bana göre bir düşünceye, bu siyasi olmak zorunda değil, bir alışkanlığa çok fazla bağlıysanız, yaratımınız da sınırlı olur. Çünkü aslında sanat eseri, düşüncenin bir ürünüdür. Dolayısıyla siz oraya bağımlı kaldığınız zaman, onun çerçevesi içinde yaratabilirsiniz. Çok kabaca, ben gerçekçi romanlar yazacağım diye tutturursanız yazdıklarınız çok gerçekçi olmayabilir. Bu tabii ki üretme zevkine sahip olmamak değil ama bu kafada belli sınırları aşmış olmak lazım. Hem kişisel olarak içinizden gelen reflekslere cevap vermek, hem de dışarıdan söylenenlere kulak tıkamak... Ben yazımı yazdığım zaman yanımda kimse yok, orada olmayanın görüşünü önemsememek lazım gibi geliyor.


“Bu parçalanma bizi infilaka götürür”

‘Zorbanın Sonu' bölümünde Zweig aracılığıyla baskılara sitem ediyorsunuz...

Şöyle diyor Zweig: “Halk genelde kendisine başlangıçta birtakım avantajlar sağlayan baskıcı iktidarların nelere yol açtığını geç fark eder.” Çok doğru. Şimdi Türkiye'de tabii ki baskıcı bir iktidar var ama galiba bu bizim gibi ülkelerin biraz da dışarıya fazla bağımlı olmalarıyla ilgili. Bana öyle geliyor ki, bizim sınıfımızdaki ülkelerde aslında sonuca biraz emperyalizm karar veriyor. Hep bir yanılsama içindeyiz. Türkiye'nin düşünce özgürlüğüne, hoşgörüye ihtiyacı var. Ben siyasetçilere hitap etmenin artık gereksiz olduğunu düşünüyorum, uzun zamandır böyle. Siyasetçilerle anlaşılamayacağını ve aydınlar arasındaki tartışmanın da sonuç vermeyeceğini düşünüyorum. Maalesef. Çünkü herkes çok fazla politize olmuş, kamplaşmış durumda. Bu hatta o kadar kötü bir halde ki, eğer karşıt görüşten bir yazarsa, insanlar onun iyi yazdığını bile söylemiyor. Hâlbuki söyleyin. Adam sağcıdır ama iyi şiir yazıyordur. Solcudur ama müthiş yazıyordur. Şimdi bu durumdayız. Bunu bile söyleyemeyecek kadar kamplaştık. Tabii benim en çok üzüldüğüm, halk arasındaki kamplaşma. Her gün sokakta tanık oluyorum. İnsanlar siz, biz diye konuşmaya başladılar. Bu korkunç bir şey. Bu bizi parçalanmaya değil, infilaka götürür.


Mustang'e ‘Lux' ödül

$
0
0

Avrupa Parlamentosu, bu yılki LUX Film Ödülü'nü Türk yönetmen Deniz Gamze Ergüven'in Mustang filmine verdi.

Fransa yapımı film, Cannes Film Festivali'nde de ödül almış ve Fransa'nın ‘En İyi Yabancı Film' dalında Oscar adayı seçilmişti. Finale kalan filmlerde emeği geçenleri tebrik eden AP Başkanı Martin Schulz, “Bu Avrupa filmleri desteğimizi hak ediyor. Bu filmlerin mümkün olduğu kadar çok izleyiciye ulaşması için vereceğim destekten dolayı gururluyum.” dedi. Finale kalan diğer filmler Mediterranea ve Urok'tu. Finale kalan filmler tüm AB üyelerinin resmi dillerine çevrilecek.

Türk filmleri Kanada yolcusu

$
0
0

Dünyanın birçok ülkesinde yapılan ‘Türk Filmleri Festivali'ne bir yenisi daha eklendi.

Bu yıl ikincisi yapılacak Altın Boynuz Vancouver Türk Filmleri Festivali (VTFF) Kuzey Amerika'nın 3. büyük sinema yapım üssü olan Vancouver şehrinde sinemaseverleri Türk sinemasının en seçkin eserleriyle buluşturmayı hedefliyor. Festival, 4-7 Aralık arasında Vancouver'ın prestijli Vancity Theatre sinemasında gerçekleştirilecek. Türkan Şoray'ın yıllar sonra kamera arkasına geçtiği Uzaklarda Arama filmiyle açılacak festivalde, Limonata, Abluka, Ana Yurdu, Nefesim Kesilene Kadar, Toz Ruhu, 8 Saniye, Tepecik Hayal Okulu gibi filmler gösterilecek. Ayrıca festival kapsamında Türk Kadın Yönetmenler Seçkisi, Kısa Film Seçkisi, Türk-Kanada Vitrini, Belgesel Film Seçkisi bölümleri de Kanadalı sinemaseverler ile buluşacak.

ABD'nin en çok konuşulan kitabı

$
0
0

Bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri'nde bir şiir kitabı konuşuluyor.

Claudia Rankine'in Citizen (Vatandaş) adlı uzun şiiri 2014 sonunda yayımlanmış ve çok konuşulmuştu. Kitap çıkar çıkmaz ülkede en çok okunan yapıtlardan biri oldu ve Amerika'da yıllar sonra çoksatanlar listesine giren ilk şiir kitabı unvanını aldı. Irk ayrımcılığı ve adalet temasının öne çıktığı Citizen, Ulusal Kitap Ödülü'ne de değer görülmüştü. Rankine'in şiiri ilk basımından 13 ay sonra bu kez siyasetin gölgesinde gündeme geldi ve yeniden çoksatanlar listesine girdi.

Şiir kitabının gündemde olmasının sebebi şu: Amerikan başkanlık seçimlerine hazırlanan Cumhuriyetçi Parti'nin aday adaylarından Donald Trump'ın ırkçı tınılar taşıyan, göçmen karşıtı söylemleri biliniyor. Trump son olarak Paris saldırılarının ardından ülkedeki Müslümanları fişleyeceğini ve camileri kapatacağını söylemişti. Emlak milyarderi siyasetçi, hafta sonu yaptığı salon mitinginde siyah haklarını savunan bir eylemciye “Çık dışarı!” diye bağırdı. Bunun üzerine konuşmacı kürsüsünün tam arkasında oturan bir izleyici, 23 yaşındaki Johari Osayi Idusuyi, Trump'ı dinlemek yerine Claudia Rankine'in şiir kitabını okumaya başladı. Genç okurun şiirli protesto biçimi objektiflere takılınca Citizen ülkede en çok konuşulan kitap oldu. Rankine'in yayıncısı önümüzdeki günlerde kitabın 11. basımının (100 bin adet) yapılacağını duyurdu.

Bölümlere ayrılmış tek bir düzyazı şiirden oluşan Citizen, edebi türler arasındaki sınırları ortadan kaldıran güçlü bir örnek. Bir eleştiri metni olarak da tanımlanan kitap, kurmaca-dışı (non-fiction) edebiyat ödüllerine de aday gösterildi. Edebiyat tarihinde deneysel bir şiir kitabının bu kadar ilgi uyandırdığı ender görülmüştür. Citizen şimdiden çağımızın en çok dolaşıma giren şiir kitaplarından biri olmakla kalmadı, siyasetin kabalığına şiirin zarafetiyle karşılık vermenin de sembolü oldu.

Tiyatroda grev var perdeler kapanacak

$
0
0

Devlet Tiyatroları'nda (DT) sahne uygulayıcısı olarak çalışan 650 işçi, 12 Aralık'ta greve gidiyor. DT'nin 12 ildeki sahnelerinde görev yapan işçiler, kurumun ‘toplu iş sözleşmesi masasına oturmaması' sebebiyle perde açmayacak. DT, konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmazken, işçileri temsil eden TOLEYİS sendikası görüşme taleplerine olumlu cevap alana kadar grevin devam edeceğini söyledi.

Devlet Tiyatroları'nda (DT) sahne uygulayıcısı olarak çalışan 650 işçi, 12 Aralık'ta greve gidiyor. DT'nin 12 ildeki sahnelerinde görev yapan işçiler, kurumun ‘toplu iş sözleşmesi masasına oturmaması' sebebiyle perde açmayacak. Oyun dekorları taşınmayacak, sesçiler oyunların ses düzenini yapmayacak, ışıkçılar sahneyi aydınlatmayacak.

DT'nin sahnelerinde ışıkçı, sesçi, kondüvit, aksesuarcı, sahne makinisti gibi teknik ekibe bağlı 650 ‘süreli sözleşmeli' personel görev yapıyor. Bu statüdeki çalışanlar, kamudaki diğer işçilerin sahip olduğu pek çok özlük hakkından mahrum. Kurum, mevzuat gereği söz konusu işçileri yılda 15 gün zorunlu olarak ücretsiz izne çıkarıyor. Uzun yıllardır ‘süreli sözleşmeli' çalışanlar DT'nin sınav açmaması sebebiyle kadroya giremiyor.

Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) sisteminde 18. işkolunda kayıtlı bulunan DT işçileri, haklarını elde etmek amacıyla e-devlet üzerinden Türkiye Otel, Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası'na (TOLEYİS) üye oldu. TOLEYİS yöneticileri, 500 üyesi adına toplu iş sözleşmesi yapmak üzere DT yöneticileriyle görüşmek istedi. Ancak kurum yöneticileri, sendikayı muhatap kabul etmedi. Bunun üzerine TOLEYİS üyeleri, 12 Aralık'ta greve gitme kararı aldı. DT'de sahnelenen oyunların perde gerisindeki en önemli kadrosunu oluşturan 650 çalışan, 12 Aralık'ta perdeleri açmayacak.

TOLEYİS Genel Mali Sekreteri Ali Şahin, DT'de görev yapan 650 işçinin e-devlet sisteminde 13-A statüsünde işçi olarak göründüğünü ifade etti. 650 işçiden 500'ünün sendika üyesi olduğunu ve sendikanın da toplu iş sözleşmesi yetkisi aldığını ifade eden Şahin, tüm çağrılarına rağmen DT yöneticilerinin yasal süreç içerisinde sözleşme görüşmelerine katılmadığını söyledi. Bu sebeple 12 Aralık'ta DT işçilerinin greve gideceğini bildiren Şahin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın olaya el koymasını ve sendika temsilcilerini muhatap almasını beklediklerini söyledi. Şahin, işverenin ‘görüşme çağrısı' yapacağı güne kadar grevin süreceğini belirtti. Dün görüştüğümüz DT yetkilileri ise konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapmayacaklarını belirtti.

‘Kısakes' başvuru bekliyor

$
0
0

Liseliler ve üniversiteliler arasında düzenlenen Kısakes Kısa Film Yarışması'nın lise ayağı için başvurular başladı.

Yarışmaya T.C. sınırları dahilindeki liselerden birinde öğretim gören, 1997-2002 yılları arasında doğmuş senaryo yazarı ve yönetmen adayı tüm liseliler katılabiliyor. Yarışmanın tanıtımı için de kısa bir film hazırlandı. Saint Benoit Lisesi'nde çekilen filmde Sarp Levendoğlu ve Vine fenomeni Sina Özer rol alıyor. Filmin yönetmeni ise festival kurucu başkanı Arya Su Altıoklar. Yarışmaya son başvuru tarihi 1 Ocak 2016. (www.kisakes.org)

‘Bizzat Hallediniz', stop...

$
0
0

Ermeni tehcirinin 100. yılı vesilesiyle Tophane'deki DEPO'da “Bizzat Hallediniz” aslı sergi açılıyor.

2 Aralık Salı günü izleyiciyle buluşacak sergi Babil Derneği tarafından Başbakanlık Osmanlı arşivleri taranarak hazırlandı. Sergi, 1915'te Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın Osmanlı vilayetlerine yazdığı telgraflar ve bölgelerden gelen cevaplar üzerine kurulu. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan ve belli bir bölümü araştırmacılara açık olan binlerce telgraf incelenerek hazırlanan sergide, o dönemde çıkarılan yasa ve talimatnameler, tehcire tanıklık etmiş kişilerin anlatımları, dönemin gazeteleri ve Divan-ı Harb'de açılan davalar ve sonuçları ile tehcir kararını uygulayanların dava tutanaklarındaki ifadelerine yer veriliyor. Geride kalan mal-mülklerinin durumu, tehcir emirlerini verenlerin, uygulayanların, emirlere itaat etmeyenlerin başlarına gelenler, Ermeni yetimlerinin uğradıkları muameleler de resmi belgelerle sunuluyor.

Gezici Festival zamanı

$
0
0

Ankara Sinema Derneği'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla düzenlediği 21. Gezici Festival bugün başlıyor.

Festival, her yıl olduğu gibi Ankara'dan yola çıkacak. 2 Aralık'a kadar Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde gerçekleşecek Başkent gösterimlerinin ardından, 4-7 Aralık tarihleri arasında Bursa'da Sanat Mahal'e konuk olacak ve yolculuğunu 9-10 Aralık'ta Kastamonu'da tamamlayacak. Emi Alper'in Abluka, Tolga Karaçelik'in Sarmaşık, Zeki Demirkubuz'un Bulantı, Senem Tüzen'in Ana Yurdu, Ben Hopkins'in Hasret filmlerinin gösterileceği festival ile ilgili ayrıntılı bilgi www.ankarasinemadernegi.org'da.


Mesut İktu, 45. sanat yılını kutluyor

$
0
0

Usta opera sanatçısı Mesut İktu, 45. sanat yılını 30 Kasım Pazartesi günü Kadıköy Süreyya Operası'nda vereceği konserle kutlayacak.

Sesi ve tekniğiyle yurtiçi ve dışında verdiği opera temsillerinde olduğu kadar vokal senfonik konserler ve resitallerle de beğenilen İktu'ya konserinde Hakan Şensoy yönetimindeki İstanbul Oda Orkestrası eşlik edecek. İktu, saat 20.00'de başlayacak konserinde Çaykovski, Chopin, M.Tariverdiyev, A.Novikov, M.Fradkin, F.Frenkel, O.Tanrıkulu, E.Tuğcular, A.Saygun'dan eserler seslendirecek.

Sarkis'in bienal işi İstanbul'da gösterilecek

$
0
0

9 Mayıs 2015 tarihinde açılan Venedik Bienali 56. Uluslararası Sanat Sergisi, 22 Kasım Pazar günü sona erdi.

Bienalin, Türkiye Pavyonu'nda bu yıl, günümüzün önemli kavramsal sanatçılarından Sarkis'in Respiro başlıklı yerleştirmesi yer aldı. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) koordinasyonunda gerçekleştirilen Türkiye Pavyonu'ndaki Respiro sergisinin kapanışı vesilesiyle Ali Kazma'nın iki video çalışması, 2 Aralık Çarşamba günü Salon İKSV'de gösterilecek. Sarkis ve Ali Kazma'nın da katılacağı program 19.00'da başlayacak. Nefes / Breath (2015) adlı 5 dakikalık yeni video Respiro'yu konu alıyor. Ali Kazma'nın Respiro'nun açılışıyla eşzamanlı olarak Hrant Dink Vakfı'nda gösterilen Atelier Sarkis / L'atelier Sarkis (2015) isimli videosu da aynı akşam Salon'da izlenebilecek. İlk kez 2013 yılında Venedik Bienali Türkiye Pavyonu'nda sergilenen Rezistans serisinin devamı niteliğindeki 7 dakikalık bu videoda sanatçı, kamerasını Sarkis'in elli yılı aşkın süredir sanatsal üretimini sürdürdüğü Paris'teki atölyesine çeviriyor.

René Char ve ressam arkadaşları

$
0
0

Fransızların, ‘direniş şairi' diye tanımladıkları René Char'ın, ressamlarla yakın dostluğu biliniyordu. Kimi onun elyazması şiirlerine desen çizmiş, kimiyle de birlikte sergi açmışlar. Chiviyazıları Yayınevi, o çizimlerin bir kısmını “René Char: Yaşamı, Sanatı ve Şiirleri” adlı kitapta yayınladı. Char uzmanı olarak tanınan Fransız Serge Velay'ın yazdığı eser, şairi yakından tanımak isteyenler için de iyi bir kaynak.

Fransız şair René Char (1907-1988) hakkında ağustos ayında önemli bir eser yayımlandı. İki iyi dost olan Albert Camus ve Char'ın, 1946-1959 yılları arasında birbirlerine yolladıkları mektupları Yapı Kredi Yayınları “Yazışmalar” adıyla Türkçeye kazandırdı. Fransa'da 2007'de çıkan ve uzun bir araştırmanın ürünü bu eser, edebiyat tarihi açısından değerli bir çalışmaydı. Üç ay sonra, bu kez Chiviyazıları Yayınevi, Char ile ilgili yine önemli bir kitabı okura sundu. “René Char: Yaşamı, Sanatı ve Şiirleri” sadece edebiyat değil, resim tarihini de yakından ilgilendiriyor. Pablo Picasso, Salvador Dali, Joan Miro, Alberto Giocametti, Henri Matisse, Vasiliy Kandisky, Georges Braque, Max Ernst gibi ünlü ressam ve heykeltıraşların René Char'ın şiirleri için çizdikleri desen, illüstrasyon ve süslemelere yer veren eser, edebi dostluktan doğan ebedi bir yolculuğun izlerini taşıyor.

Picasso ve Char, 1965

René Char'ın, çağdaşı olan ressamlarla yakın dostluğu biliniyordu. Kendisi de resim yapıyor, modern resim üzerine yazılar yazıyor. Açtığı birkaç serginin afişine de kitapta yer verilmiş. Paris Musee D'art Moderne'de (Modern Sanat Müzesi) 1971'de “Char ve Resimleri” adlı bir sergi açılıyor. 1963'te Paris Üniversitesi Bibliotheque Litteraire kütüphanesinde açılan sergi, “Georges Braque ve Rene Char” adını taşıyor. 1969'da ise yine Paris Musee D'art Moderne'de Ceret (Ceret Modern Sanat Müzesi) “René Char'a Armağan” sergisi açılıyor. Bu sergide Char'a hediye edilen resimler yer alıyor ama hangi ressamlara ait eserlerin olduğu bilgisi kitapta yok maalesef.

En önemli sergi ise 1980'de Fransa milli kütüphanesi Bibliotheque Nationale'de açılan “XX. Yüzyıl Ressamlarınca Süslenmiş René Char Elyazmaları”. Çünkü “René Char: Yaşamı, Sanatı ve Şiirleri” kitabındaki çizimler, bu sergiden. Matisse'in deseni hariç diğer ressamların eserleri Türkiye'de ilk kez yayınlanıyor. Matisse'in Char şiirleri için yaptığı 16 deseni, 1980'de Ada Yayınları tarafından yayımlanan ‘Seçme Şiirler' kitabında yer almıştı.

Joan Miro, Char'ın el yazması şiirlerini renklendirmiş.

ARTINE, DALİ'NİN ÇİZİMİYLE YAYINLANIYOR

Peki, hangi ressam Char için ne çizmiş? Salvador Dali, şairin yaşamöyküsünü anlattığı ilk kitaplarından Artine'e, Kandisky, ‘Le Marteaue Sans Maitre' (Ustası Olmayan Çekiç) adlı şiir kitabına illüstrasyon çiziyor. Alman ressam, heykeltıraş Max Ernst, “Fete des Arbres et du Chasseur” (Ağaçların ve Avcıların Bayramı) adlı şiir kitabını, heykeltıraş Alberto Giacometti “Poemes des Deux Annees” (İki Yılın Şiirleri) kitabının ilk baskısını resimliyor. Katalan ressam Joan Miro, Char'ın elyazması şiirlerini renklendirmiş. Kitap siyah-beyaz olsa da kenar süsü şeklindeki bu çizimler oldukça heyecan verici.

René Char'ın ressamlar arasında Picasso ile daha yakın olduğu söylenebilir. Kitapta, iki dostun birlikte çekilmiş ve hallerinden oldukça eğlendikleri anlaşılan karelerinin yanı sıra Picasso'nun iki eseri var. “Dependance de L'adieu” (Veda Bağımlılığı) şiiri için yaptığı bir illüstrasyon ile II. Dünya Savaşı'na katılan ve Fransa'da devrimci hareketlerde bulunan Char'ın “La Provence Point Omega” bildirisi için yaptığı desen. Char'ın, savaş dönemindeki edebi suskunluktan önce yayınlanmış son şiiri “Enfants qui Cribliez d'Olivies”i de Picasso resimliyor fakat kitapta bu çizim bulunmuyor. Ressam Georges Braque ise onun, suların kirletilmesine karşı yazdığı “Soleil des Eaux” (Suların Güneşi) oyununa, güneş ve balık desenleri çiziyor.

Picasso'nun “La Provence Point Omega” bildirisi için yaptığı desen.


Char'a ait 44 şiir çevrilmiş

Fransız edebiyat çevrelerinde René Char çalışmasıyla tanınan, şair, yazar ve araştırmacı Serge Velay'in yazdığı kitabı Türkçeye, Mardin Üniversitesi felsefe bölümü hocalarından Kenan Sarıalioğlu çevirdi. Kitabın editörü ise şair-yazar Salih Bolat. Orijinal kitaptan farklı olarak Türkçe baskıda, Sarıalioğlu'nun Fransızca iki kitaptan seçtiği 44 şiir de yer alıyor. Char'ın şiirlerini daha önce Tahsin Saraç, Semih Rifat, Özdemir İnce, Fuat Çiftçi, Hilmi Yavuz, Cemal Süreya ve Cevat Çapan gibi isimler Türkçeye çevirdi. Adam, Ada, Armoni, Alkım ve YKY bu çevirileri farkı zamanlarda yayımladı. Buraya, René Char'ın en son Sarıalioğlu tarafından çevrilen “Yaşasın!” şiirini alıyoruz.

Yaşasın!

benim ülkemde, ilkyazın sevecen işaretleri

ve yarı çıplak kuşları yeğlemiştir uzak hedeflere

hakikat bir mumum yanında bekler şafağı

pencereye gerek yoktur

benim ülkemde heyecanlı insana sorulmaz heyecanı.

alabora olmuş bir sandalın üstünde kötü yürekli bir gölge yoktur.

gönülsüz günaydın, bilinmez benim ülkemde.

ancak çoğaltılıp geri verilebilen, ödünç alınır.

yapraklar, ülkemin ağaçlarında çok yapraklar vardır.

dallar özgürdü meyve vermemekte.

galibin iyi niyetine güvenilmez.

şükran duyulur, benim ülkemde.

Henri Matisse'in Le Peome Pulverise (Toza Dönüşen Şiir) şiirine yaptığı desen

Bienali 545 bin kişi izledi

$
0
0

“Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığıyla Carolyn Christov-Bakargiev tarafından şekillendirilen 14. İstanbul Bienali dün sona erdi.

İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer'in katılımıyla İstanbul Modern'de bir değerlendirme toplantısı yapıldı. Bülent Eczacıbaşı, sanat dünyasının üst düzey küratörlerinden Christov-Bakargiev'in bienalde yer almasının dikkatleri bienalin üstüne çektiğini ve beklentileri yükselttiğini düşünüyor. Geçmiş yıllara oranla izleyici sayısında rekor kırılan bienali bu yıl, yüzde 30'unu gençlerin oluşturduğu 545 bin kişi ziyaret etti. İlk bienali 40 bin, 2011'de düzenlenen bienali 110 bin ve 2013 yılında ilk kez ücretsiz olarak gerçekleştirilen bienali ise 340 bin izleyici ziyaret etmişti.

Vanessa Redgrave de Antalya'ya geliyor

$
0
0

Antalya Film Festivali, dünya sinemasının yıldız isimlerini festivale konuk etmeye devam ediyor.

Catherine Deneuve ve Jeremy Irons'ın ardından Vanessa Redgrave de Antalya'ya gelecek isimler arasına eklendi. Aynı zamanda bir aktivist olan Vanessa Redgrave, 52. Uluslararası Antalya Film Festivali'nin onur konuğu olacak. Altı kez aday olduğu Oscar ödülünü Julia (1977) filmiyle kazanan İngiliz tiyatro, televizyon ve sinema oyuncusu Redgrave, festivalin kapanış gecesinde Yaşam Boyu Başarı Ödülü alacak. Redgrave'in oynadığı 1967 yapımı Camelot filmi de festival kapsamında gösterilecek. Filmin gösterimine Redgrave ile birlikte filmde rol alan eşi Franco Nero da katılacak. Ünlü çift ayrıca festival kapsamında bir de masterclass verecek.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live