Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Türkiye'nin fotoğraflı tarihi

$
0
0

Fotoğraf ajansı DEPO PHOTOS'un arşivindeki 600 bin fotoğraftan seçilen 75 özel kare, Beyoğlu'ndaki Fototrek Fotoğraf Merkezi'nin içinde yer alan Olympus Galeri'de dün sergilenmeye başladı.

“Depodaki Türkiye Tarihi” adlı sergi, Adnan Menderes'in darağacına yürümesi ve idam sehpasından hayata son bakışı, “Taçsız Kral” Metin Oktay'ın gol kralı tacıyla omuzlara alınışı, 12 Eylül sonrası siyasi mahkûmlarla tıka basa dolu Mamak Cezaevi koğuşları, Anıtkabir'in inşaatının sürdüğü yıllar, 1930 Türkiye Güzellik Yarışması finalistleri, Soma maden faciası, Hababam Sınıfı filminin ünlü kopya sahnesi ve daha birçok kareyle Türkiye'nin tarihine ışık tutuyor.

Ankara'da Şekerspor'u yenen Galatasaray 1968 - 1969 Şampiyonu olurken, Kaptan Metin Oktay da 17 golle ligin gol krallığına adını yazdırdı.

(Hikmet Tanılkan, 1969)

Depo Photos Başkanı Abdurrahman Antakyalı, Türkiye'nin görsel tarihine ulaşabilmede en önemli kaynak olma hedefiyle yola çıktıklarını ve bu yolda önemli mesafe aldıklarını söylüyor. Antakyalı, üç yıla yaklaşan bir çalışma sonucunda ilk etapta 250'ye yakın önemli foto muhabiri, belgesel fotoğrafçı ve koleksiyonerlerin siyasetten magazine, spordan sanata 25 milyondan fazla fotoğrafını inceleyerek bir milyon karenin üzerinde dev bir fotoğraf arşivi oluşturduklarını ifade ediyor ve ekliyor: “Daha önce gün yüzüne çıkmamış, hiçbir yerde yayınlanmamış yüz binlerce kare film taranarak dijital ortamda arşivlendi ve bunların 600 bini online sisteme aktarıldı. Yazılım ekibimizin özel olarak yazdığı arşiv programı sayesinde kullanıcılarımız aradıkları görsellere kolayca ulaşabiliyor. Depo'da sadece geçmiş değil, bugünün de birbirinden yetenekli isimlerin vizörlerinden fotoğraflar yer alıyor. Medya dünyasının önemli kuruluşlarının içerik abonesi olduğu ajansımız, görsel araştırmalarında danışmanlık ve editörlük hizmeti veriyor, özellikle fotoğraf alanındaki eğitim çalışmalarını destekliyor.”

Türkiye'de eksikliği ciddi bir şekilde hissedilen ‘editöryal görsel arşiv' konusundaki açığı kapatmak amacıyla üç yıl önce kurulan Depo Photos arşiv sergisi 17 Kasım'a kadar görülebilir.. (www.fototrek.com)

Hababam Sınıfı'nın kopya sahnesi.

(Güngör Özsoy, 1975)


Plaza gölgesinde kalan insanlık

$
0
0

İş dünyasında var olmak için insanlar doğruluk, merhamet, diğerkamlık, hasbilik gibi pek çok duygudan taviz veriyor. Yalana, aşağılamaya, önyargıya tevessül ediyor. Ankara Devlet Tiyatrosu Şinasi Sahnesi'nde önceki akşam prömiyeri yapılan İspanyol yazar Jordi Calceran'ın Grönholm Metodu oyunu da plaza ‘profesyonelliğini' mercek altına alıyor.

Bir akşamüstü, şık bir plaza, büyük bir şirketin satış müdürlüğü pozisyonu için yapılan mülakatın son etabı. Görüşüne bakılırsa masanın etrafındaki dört kişi de işe talip. Ancak sıra dışı bu mülakat, bir ‘oyun'a dönüşüyor. Adaylar, dışarıdan toplantı odasına uzatılan zarflarla yönlendiriliyor. Her zarfta bir adaydan o pozisyona en çok kendisinin ihtiyacı olduğuna diğerlerini ikna etmesi isteniyor. Böylece sona kalan kişi görevi kapacak. Gelen ilk zarfta içlerinden birinin şirket elemanı olduğu bilgisi verilerek, bu kişinin bulunması isteniyor. Ayrıca, ‘herhangi bir nedenle toplantı odasından çıkan işe alınmayacak' şartı konuluyor. Böylece herkesin birbirinden şüphelendiği, ikna için yalan söylediği ve merhametsizce davrandığı bir döngü başlıyor.

Mesela Enriqua (Deniz Gökçe Yersel), “Eşimden ayrıldım, küçük çocuklarım var, işimi kaybetmek üzereyim, ayrıca kötü bir ilişki yaşadım ve depresyona girdim.” diyerek, işe ihtiyacı olduğuna diğerlerini inandırmaya çalışıyor. Bu aşamada oyunun tamamında baskın bir karakter olarak öne çıkan Fernando (Cüneyt Mete), kadının hikâyesiyle alay ediyor, küçümsüyor, aşağılıyor. Carlos (Ünsal Coşar) ve Mercedes (Nur Yazar), Enriqua'nın hikâyesine inanmayı tercih ediyor. Bir sonraki zarfta ise başka bir hikâye…

Sürpriz bir finalle sonlanan Grönholm Metodu, modern yaşamda iş bulmak için başkalarının ayağını kaydırma çabasına giren, yalan söyleyen, acılarıyla alay eden, empati yoksunu insanları sorguluyor. Bu arada ‘oyun'un kendisi de Fernando'nun özel hayatını didik didik edip, ona tuzak kurarak, bir çelişkiye sahne oluyor. Bu yönüyle seyirci, işe alımda kullanılan Grönholm Metodu'nun da bir yalan düzeneği olduğunu düşünmeye başlıyor. Bu haliyle Grönholm Metodu oyunu, çoklu okumaya açık.

Şinasi Sahnesi'nde önceki akşam yapılan oyunun prömiyerinde oyuncular Cüneyt Mete, Nur Yazar, Ünsal Coşar, Deniz Gökçe Yersel'in performansları uzun süre ayakta alkışlandı. Yönetmenliğini Sinan Pekinton'un yaptığı tek perdelik oyunda rahatsızlık veren tek şey, argo kelimelerin çok sık kullanılmasıydı. Kurgusu, sürükleyiciliği ve sürpriz finaliyle Devlet Tiyatroları'nın bu sezon en çok beğenilen oyunları arasına gireceğe benzeyen Grönholm Metodu, Şinasi Sahnesi'nde 31 Ekim'e kadar saat 20.00'de izlenebilir.

Oyuna adını veren Grönholm Metodu, İsviçreli bilim adamı Isaach Grönholm tarafından bulunmuş.

Hayatta kalmak için bir ‘Metot' daha…

Jordi Galceran'ın oyunu, İstanbul Kocamustafapaşa'daki Çevre Tiyatrosu'nda da yaklaşık 4 yıldır sahnede. Prömiyeri 21 Mart 2012'de yapılan, Semaver Kumpanya'nın hazırladığı oyun 23-24 Ekim'de saat 20.30'da izlenebilir. Metot adıyla sahnelenen oyunu Serkan Keskin yönetiyor. Sarp Aydınoğlu, Sezin Bozacı, Mustafa Kırantepe ve Serkan Keskin rol alıyor. Jordi Galceran'ın 2003'te yazdığı oyun, yazarına dünya çapında bir ün kazandırmıştı. Türkiye'de iki farklı yorum, iki farklı şehirde var. Ankaralılar Şinasi Sahnesi'nde, İstanbullular da Çevre Tiyatrosu'nda izleyebilir.

Arkadaşlar yarışıyor

$
0
0

1980'lerde başta ABD olmak üzere dünyada birçok ülkede yayınlanan My Little Pony (Küçük Midilli) adlı çizgi dizi, sinema macerasında son dönem gençlik filmlerinin ‘yarışma' formatına sırtını yaslıyor.

Hasbro'nun üretimi animasyonda, Canterlot High, düzenlenen Arkadaşlık Oyunları'nda diğer okul takımlarıyla yarışmakta, kupa hep Crystal Prep'e gitmektedir. Ekip, kupayı bu kez kendi okullarına getirmek ister. Ancak arkadaşları Twilight Sparkle rakip takımda yer alınca çok şaşırırlar.

Yangından korkan itfaiyeci

$
0
0

Yaktın Beni, son dönem sulu sepken komedi filmlerinden biri. Kötü oyuncu performansları ve dağınık senaryosu ile akıllarda yer edecek filmin yönetmen koltuğunda Uğur Yücel'in oğlu Can Yücel var.

Ailesini kaybettikten sonra tek başına yaşayan Selam, itfaiye teşkilatında işe başlar. Yangından korkan Selam, evlenme planları yaparken, yıllardır görmediği dayısı Macit ile karşılaşır. Dayısının hayatına girmesi, Selam'ın tüm dengesini bozar. Macit gelince işler daha da kötüye gider...

Amy, bir kırılgan çocuk

$
0
0

Belgeselleriyle tanıdığımız İngiliz yönetmen Asif Kapadia, yeni filminde ünlü şarkıcı Amy Winehouse'u perdeye taşıyor.

27 yaşında hayatını kaybeden şarkıcının kameralar önünde yaşanan hayatının perde arkasına geçen belgesel, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarışmıştı. Film, 14 yaşındaki Amy'nin çocukluk arkadaşı Juliette Ashby ile ortak arkadaşlarının doğum gününde çekilen şarkı söyledikleri bir video ile başlıyor. Belgeselde, Winehouse'un hiç görülmemiş fotoğrafları, videoları ve şarkıları Amy belgeselinde yer alıyor.

Ne evler gördüm aslında boştu

$
0
0

Meksika sinemasının son dönemde çıkardığı üç yönetmenden biri olan Guillermo del Toro'nun (diğerleri Cuarón ve Iñ·rritu) fantastik hikâyelere düşkünlüğü malum.

Kızıl Tepe / Crimson Peak, Del Toro'nun dünyasını gotik üslup ile buluşturuyor. Hatta merkezinde yazar bir genç kızın olduğu hikâyenin tali damarlarında Viktoryen dönem sınıf sorunları, kadınların ve kadın yazarların tutunma mücadelesi akıyor.

Kızıl Tepe, 19. yüzyılın sonlarında aristokrat bir babanın himayesinde annesiz büyüyen Edith'in yaşadıklarını anlatıyor. Babasının şüpheli ölümünden sonra Edith (Mia Wasikowska), Thomas (Tom Hiddleston) ile evlenir. Hemen ardından da kıta değiştirerek Thomas ve kardeşi Lucille'in (Jessica Chastain) Londra'daki aile yadigarı malikanesine taşınır. Bu gotik ve haliyle gizemli malikanenin bulunduğu muhit, kan kırmızı kil madeni üzerinde olduğu için Kızıl Tepe adıyla anılmaktadır. Edith yeni hayatına alışırken, küçüklüğünden beri gördüğü hayaletler, bu kez ona yardım etmek için gelecektir.

İlk başta, rakip ‘gelin adaylarının' da dalga geçtiği üzere bir Jane Austen profili çizen Edith'in, hikâye ilerledikçe aslında Mary Shelley olduğunu görürüz. Hikâyenin Viktoryen damarı da kadın-erkek ilişkileri ve sınıfsal göndermelerde tıpkı bir Jane Austen romanı gibi ilerlerken Shelley'de karar kılıyor. Bu yönüyle Edith'in seyirci nezdindeki karakter gelişimi ile hikâyenin akış güzergahı benzer bir çizgiye sahip. Baba evinde geçen ilk bölümdeki aristokrat düzen, balolar, akşam toplaşmaları ve yazar olmaya çalışan genç kız ne kadar ‘Austenyen' ise hikâyenin Londra'ya taşındığı ikinci bölüm o kadar gotik ve Viktoryen. Dolayısıyla kadınsı el yazısı anlaşılmasın diye hikâyesini daktilo ile yazmaya karar veren genç kızdan, kalem sayesinde hayatını kurtaran eli kanlı bir evli kadına dönüşmesi de bu mekan ve tarz/üslup değişikliğine gayet uygun.

Guillermo del Toro'nun teknik/görsel işçilikteki titizliği, renk kullanımı, kostüm-saç tasarımı, sanat yönetimi… Hepsi göz alıcı olan bu tercihler hikâyenin iki ana damarına göre şekilleniyor. Ancak bütün bu ışıltının ve estetik tercihlerin üzerine oturduğu hikâye, fazlasıyla geleneksel bir şablona hapsoluyor. Öyle ki, 15. dakikada -belki daha da erken- hikâyenin tüm akışını açık ediyor film. Dolayısıyla hikâyeyi takip etmek giderek zorlaşıyor. Hal böyle olunca geriye filmin teknik-görsel titizliği, oyuncu performansları ve gotik tarzın kasveti kalıyor.

Siyaset mafya ‘kardeşliği'

$
0
0

Sinemanın en ‘baba' serilerinden The Godfather'ın üçüncüsü, seri içinde biraz sakil durur.

Belki de bu yüzden, Michael Corleone rolünü oynayan Al Pacino, “Baba III, büyük bir hataydı.” demekten kendini alamaz. Oscarlı oyuncu, 1990 yapımı filmden 12 yıl sonra, ticari kaygılar ve tipik Amerikan izleyicisinin beğenilerine uygun bir senaryo endişesiyle önceki iki filmin saygınlığının ve estetik mirasının yerle bir edildiğini söylemişti.

Her ne kadar Al Pacino bir hata olarak görse de Baba III, sinema tarihine unutulmaz ‘özlü sözler' bıraktı. ‘Aile'sini yeraltı dünyasından çekip yasal işlere yönlendirmeye çalışan Michael Corleone'nin iş için görüştüğü İtalyan politikacıları kastederek söylediği şu cümle bunlardan biri: “Bu adamlar yüzyıllardır orada. Gerçek mafya onlar.”

Bu topraklarda yaşayanlar için mafya-siyaset-istihbarat üçgeni filmlerden ibaret değil, hayatın göbeğinde. Günümüzde bu ilişkilerin eskisi kadar gizli kapaklı olmamasına şaşırıyoruz sadece. Susurluk kazası, toplum için şok etkisi sayılabilirdi ancak bugün düğünlerde, mitinglerde, kameralar önünde yaşanıyor her şey.

‘360 DERECELİK' ÜÇGEN

ABD'nin yakın tarihinde yaşanmış meşhur bir mafya-siyaset-istihbarat üçgenini konu alan Kara Düzen / Black Mass, bu ilişkinin sırlarına ortak ediyor bizi. 1970'lerin Güney Boston'unda FBI Ajanı John Conolly (Joel Edgerton), çocukluğunda aynı mahalleden tanıdığı İrlandalı gangster Jimmy ‘Whitey' Bulger'a (Johnny Depp) bir teklif götürür. Buna göre, Jimmy'nin verdiği bilgiler ile Boston'un en büyük suç örgütü İtalyan Mafyası'nı çökertmek için işbirliği yaparlar. O dönem, küçük bir çete lideri olan Jimmy, aynı zamanda eyalet senatörü Billy Bulger'ın (Benedict Cumberbatch) kardeşidir. Bu karanlık işbirliğinde bir süre her şey yolunda gider. Ancak mafya, siyaset ve istihbarat dünyasının savunduğu değerler arasında “180 derece değil, 360 derece” fark olduğu için işler bozulur.

FBI MUHBİRİ MAFYA BABASI

Dünya prömiyerini Venedik Film Festivali'nde yapan Kara Düzen, küçük bir çete liderinin istihbarat teşkilatıyla işbirliği yaparak büyümesinin hikâyesi. Yönetmen koltuğunda, bir oyuncu olarak başladığı kariyerinde Jeff Bridges'e Oscar kazandıran Çılgın Kalp (2009) ile kamera arkasına geçen Scott Cooper oturuyor. Son olarak Kardeşim İçin'i (2013) yöneten Cooper, üçüncü filminde çok iyi bir oyuncu kadrosuyla çalışıyor. Ve şaşırtıcı bir şekilde, bu iyi kadronun tek kötü performansı Johnny Depp'ten geliyor.

Bir sorgu sahnesiyle açılıyor Kara Düzen. Jimmy Bulger'ın 1970'lerden başlayarak 25 yıla yayılan hikâyesini kendi adamlarının sorguda anlattıkları üzerinden takip ediyoruz. Muhbirlere karşı acımasızlığıyla bilinen Bulger'ın üst düzey bir FBI muhbiri olması, kendi işleri için planladığı bir strateji doğrultusunda gelişiyor. FBI'ın da bu işbirliğinde kendine göre bir hesabı var. Ancak yıllar geçtikçe, Jimmy Bulger'ın bu ‘ortaklık'tan güçlenerek çıktığı anlaşılınca medya marifetiyle bu ilişki sona erdirilir. Dolayısıyla ‘dördüncü kuvvet' de hikâyenin kilit bir noktasında devreye giriyor.

JOHNNY DEPP'E MAKYAJ YARAMAMIŞ

Ağır ağır ilerleyen, kimi zaman size tarifsiz bir gerilim veren gangster filmlerini özleyenlerin hasret gidermesi için iyi bir film Kara Düzen. Ne var ki, gangster filmlerinin olmazsa olmazı düzen, kanun, adalet vb. gibi meselelerde söz söylemekten geri duruyor film. Atmosfer oluşturmadaki başarısını, hikâyesini felsefi bir zemine oturtmak ve güçlü bir alt metne yaslamak konusunda gösteremiyor. Güney Boston'lu mahalle arkadaşlarının ‘sadakat' temelli dayanışması belki de bu yüzden biraz havada kalıyor. Art arda dizilen infaz sahnelerinin tekrar duygusuna sebep olması bir yana, Bulger karakterinin iç dünyasına bir türlü giremiyor film.

Johnny Depp, belli ki Karayip Korsanları serisi ve arada çektiği sade suya tirit filmlerden dolayı tartışmaya açılan ismini yeniden Oscar potasına sokmak için bu rolü kabul etmiş. Fakat filmi izledikçe, ağır makyajın Depp'in performansına büyük zarar verdiği görülüyor. Diğer oyuncularda ise neredeyse hiçbir ‘falso' yok. Kısacık rolünde Juno Temple bile rolünün hakkını veriyor. Özellikle Jimmy Bulger'ın adamlarından Kevin rolünde Jesse Plemons, etkileyici performansıyla kadronun içinde bir adım öne çıkıyor.

Sahaflar, Beyoğlu'ndan Üsküdar'a taşındı

$
0
0

Bu yıl sahaf festivalleri peşi sıra açıldı. Artık gelenekselleşen ve belli bir kitlesi oluşan 9. Beyoğlu Sahaf Festivali 17 Eylül'de başladı, 9 Ekim'de sona erdi.

90 sahafın katıldığı bu festival kapanır kapanmaz, neredeyse tüm tezgâhlar Üsküdar'a taşındı. Bu yıl ikincisi düzenlenen Üsküdar Sahaf Festivali, geçtiğimiz cumartesi başladı. Geçen sene eylül başında yapılan festival 1,5 ay gecikmeli açılsa da ilk gün olmasına rağmen saat 22.00'ye kadar yoğunluk bitmedi.

Üsküdar sahiline kurulan festival çadırında bu sene 70 sahaf ağırlanıyor. Geçen sene 40 dükkân katılmıştı. 70'ten fazla başvuru yapılmış ama ancak bu kadar yer ayrılabildiği için 30 sahaf liste dışında kalmış. İki yıldır Üsküdar Sahaf Festivali'ne katılan Müteferrika Sahaf'ın sahibi Lütfü Seymen, geçen yıl memnun ayrıldığı için bu yıl da Üsküdar'da olmak istediğini söylüyor. Beykoz, Sarıyer, Kadıköy, Küçükyalı, Beyoğlu, Şişli, Bakırköy gibi İstanbul'un neredeyse tüm semtlerinden sahafların yer aldığı festivalde bu yıl biraz Üsküdar sahaflarına pozitif ayrımcılık yapılmış. Yaklaşık 15 tezgâh Üsküdar'dan. Kırk Ambar Sahaf, Selçuklu Sahaf, İslambol Sahaf ve Ege Sahaf bunlardan birka.ı. Ayrıca festivale ilk kez Ankara'dan iki sahaf katılıyor: Anadolu Sahaf ve Berdelacuz Sahaf.

Festivaller, sonbaharın esintili ve yağmurlu günlerine denk gelince sahaflar biraz zorlanıyor. Beyoğlu'nda yağmurlu günlerde kitap tezgâhlarının üstü hep kapalıydı, bu durum ziyaretçi sayısını epeyce etkiledi. Geçen sene deniz tarafı açık olan Üsküdar çadırının ise bu yıl her yeri tamamen kapatılmış. Lütfü Seymen, Ali Gökhan Tuğ (Anadolu Sahaf) ve Sedat Yardımcı (Gezegen Sahaf), kendilerine bu yıl daha kapalı bir mekân yapıldığı için -yağmur sızıntıları dışında- durumdan memnunlar.

‘Kadın Sahaflar' deneyimlerini anlatacak

Üsküdar Belediyesi'nin düzenlediği festivali kapsamında küçük ama arşiv değeri taşıyan paneller yapılıyor. Mesela en eski sahaflardan İbrahim Manav, geçen hafta sahaflıkta geçirdiği 60 yılı anlattı. Hattat Hüsrev Subaşı da babası sahaf İbrahim Subaşı'nı ve Beyazsaray Dersaadet Kitabevi'ni anlattı. Bugünkü programlar da ilgi çekici. Bayram Koç ve Kurtuluş Beyazıt, saat 16.00'da Üsküdar'da sahaf geleneği hakkında bilgi verecek. 18.00'de ise yazar Beşir Ayvazoğlu, araştırmacılar ve sahafları anlatacak. Bu yıl festival kapsamında ilk defa müzayede de düzenleniyor. Kitap koleksiyonerliğine meraklıysanız yarın 15.00'te yapılacak açık artırmaya katılabilirsiniz. Sahaflığın erkek mesleği olduğunu dair bir algı vardır. Öyle değil tabii. Festivalde dört kadın sahafın tezgâhı bulunuyor. Yirmi yıldır sahaflık yapan Mihrican Keskin (Mihrican Sahaf) ve Selma Güner (Doğa Kitap), yarın 16.00'da deneyimlerini ve mesleğe nasıl başladıklarını anlatacak. Sahaflar Birliği Başkanı Nedret İşli ve Beyoğlu'ndaki Aslıhan Pasajı'nın en eski sahaflarından Halil Bingöl'ün 18.00'deki konuşmalarını da kaçırmamak lazım. Çünkü konu ‘sahaflık hikâyeleri'. 25 Ekim'de sona erecek festivalde önümüzdeki hafta sonu da iki güzel program var: 24 Ekim Cumartesi / 16.00 “Genç Sahaflar” Konuşmacılar: Ali Bağı, Sedat Yardımcı. 25 Ekim Pazar / 16.00 “Türkiye'de Sahaflık ve Sahaflık Anıları” Konuşmacı: Adil Sarmusak. Festival her gün 10.30-22.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir. (www.uskudarsahaffestivali.com)


Yeşilçam'ın son ustası veda etti

$
0
0

Sinemamızın usta yönetmeni Memduh Ün, Bodrum'da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. 95 yaşında hayata veda eden Ün, oyunculukla başladığı kariyerine yönetmen olarak devam etti. Sanatçının hayat arkadaşı Fatma Girik, “O benim her şeyimdi. 56 yıllık hayat arkadaşımdı. Öldüğüne hâlâ inanamıyorum.” dedi.

İki yıl önce Zaman Cumartesi'ne konuşan Türker İnanoğlu, "Ben ölünce Yeşilçam bitecek" demişti. Allah ömrüne bereket versin, bugün 79 yaşında İnanoğlu ve çalışmaya devam ediyor. Türker İnanoğlu, Yeşilçam'ın bitişi için kendi ölüm tarihini verse de dün Memduh Ün'ün hayatını kaybetmesiyle bir devir sona erdi. Bodrum'da 95 yaşında hayata veda eden usta, geçen yılın 11 Kasım'ından bu yana, akciğerlerinde sıvı birikmesi, yüksek tansiyon ve yaşa bağlı organ yetmezliği teşhisiyle tedavi altına alındığı Bodrum Acıbadem Hastanesi'nin yoğun bakım servisindeydi. Dün sabah saat 10.15 sularında hayatını kaybetti. Onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan, yaklaşık bir yıldır her sabah hastaneye gelip akşama kadar iyi haber bekleyen hayat arkadaşı Fatma Girik, “O benim her şeyimdi. 56 yıllık hayat arkadaşımdı. Ben ailemden çok onunla birlikteydim. Hâlâ inanamıyorum.” diyebildi ancak.

Sinemamızın büyük yönetmenler kuşağının son temsilcisiydi Memduh Ün. Oyuncu olarak girdiği Yeşilçam'ın usta yönetmenlerinden biri oldu. Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Lütfi Akad ve Metin Erksan'dan sonra o da sahneden çekildi. Arif Memduh Ün, 14 Mart 1920'de İstanbul'da doğdu. Vefa Lisesi'nden sonra girdiği İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden üçüncü sınıfta ayrıldı.

'BABA HAKKI'NIN TAKIM ARKADAŞI

1940'ların başında Beşiktaş takımında, İstanbul ve Ankara karmalarında futbol oynadı. Tartışılmaz sinema kariyerine rağmen “Sinema mı, futbol mu?” sorusuna, “Her şeye rağmen futbol” diyecek kadar tutkundu bu oyuna. 70 yaşına kadar bilfiil futbol oynayan Ün, bu spora tutkusunu 2006 yılında Atilla Dorsay'a şöyle anlatmıştı: "İyi futbolcuydum. Beşiktaş'ı o yıl (1940-41) şampiyon yapan ekibin içindeydim. Daha öncesinde Ankara karmasında, Çukurova formasında oynamış, milli takım seçmelerine katılmıştım. Ama hep amatördüm. Bir yandan maliyede, belediyede, elektrik idaresinde filan çalışırken öte yandan futbol oynardım. Kulüp iş verir, ama para vermezdi.”

Sinemaya adım atmadan önce Eskişehir Şeker Fabrikası'nda, Devlet Demir Yolları İşletmesi'nde ve elektrik idaresinde de çalışan Memduh Ün, 1948'de Lütfi Ömer Akad'ın 'Damga' filminde Turhan Ün adıyla oyunculuğa başladı. 1951'de Arşavir Alyanak ile birlikte Yakut Film'i kurarak yapımcılığa başladı. Bu arada Turhan Ün adıyla da oyunculuğa devam etti. 1955'te 'Yetim Yavrular' filmiyle ilk kez yönetmen koltuğuna oturdu.

'ÜÇ ARKADAŞ', İKİ FİLM

Sadece Memduh Ün'ün kariyerinin değil, sinemamızın da dönüm noktalarından biri sayılan Üç Arkadaş'ı 1958'de çekti. O güne kadar çekilen melodramların dışına çıkan bu klasik filmi 1971'de farklı oyuncular bir kez daha çekecekti. 1960'ta 'Kırık Çanaklar' ile 2. Türk Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ve İyi Film ödüllerini aldı. Bu filmden sonra yönetmenin 'uyarlama dönemi' başladı. Orhan Kemal, Kerime Nadir, Peride Celal, Esat Mahmut Karakurt, Reşat Nuri Güntekin gibi yerli yazarların yanı sıra Graham Green, Wiliam Irish ve Shakespeare gibi dünya edebiyatından yazarların eserlerini de sinemaya uyarladı. Yönetmenlik kariyerinde henüz 10 yılı geride bıraktığında 'melodramların ustası' olarak anılır olmuştu bile.

1965'te Kemal Tahir'in senaryosunu yazdığı 'Namusum İçin' filmiyle 3. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülünü aldı. 1989'da çektiği 'Bütün Kapılar Kapalıydı' filmiyle de 27. Antalya Altın Portakal Film Festivali ile 9. İstanbul Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü kazandı. 1993'te yönettiği 'Zıkkımın Kökü' filmiyle 7. Adana Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi oldu. 1995'te 14. İstanbul Film Festivali ve 2003'te Sinema Yazarları Derneği Onur Ödülleri'ni aldı.

SON FİLMİ 'SİNEMA BİR MUCİZEDİR'

Yine Atilla Dorsay'dan dinleyelim: "Memduh Ün, 90'larda da Bütün Kapılar Kapalıydı, Gün Ortasında Karanlık gibi değişik filmler çektikten sonra, bir arzuya kapılmış: Ödül alacak bir film yapmak… “Herkesin bir uluslararası ödülü vardı, benim yoktu. Hep üzülürdüm buna. Zıkkımın Kökü'nü açıkça ödül almak için çektim.”

Sanat hayatında 41 filmde oyuncu olarak yer alan, 75 filmin yönetmenliğini, 33 filmin senaristliğini ve 121 filmin yapımcılığını üstlenen Memduh Ün'ün son kez yönetmen koltuğuna geçtiği film ise 2005 yapımı Sinema Bir Mucizedir. Ün, Ülkü Tamer'in hikâyelerinden Tunç Başaran'ın senaryolaştırdığı filme başlar ancak sağlığı elvermediği için yarıda bırakır. Kadir İnanır ve Fatma Girik'in oynadığı filmi Tunç Başaran tamamlar.

Sinemamızın klasiklerinden 1958 yapımı Üç Arkadaş, 2011 yılında restore edilerek 30. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilmişti. Film için yeniden kurgu masasına oturan Memduh Ün, Atlas Sineması'nda yapılan gösterime de Fatma Girik ile birlikte katılmıştı.


Bodrum Torba'da defnedilecek

Memduh Ün için 19 Ekim Pazartesi günü saat 11.00'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Profesör Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi'nde bir tören düzenlenecek. Ün'ün cenazesi, 20 Ekim Salı günü Bodrum Torba Camii'nde öğle namazını müteakiben kılınacak cenaze namazının ardından Bodrum Torba Mezarlığı'nda toprağa verilecek.


Türk sinemasını var edenlerden biriydi

Türkan Şoray

Sinema, bir değerini daha kaybetti. Memduh Ün, sinemanın temel taşlarından biriydi. Maalesef ki onu da yitirdik. Sevgili arkadaşım Fatma Girik'in acısını yürekten paylaşıyorum.

Cüneyt Arkın

Türk sinemasını var edenlerden biriydi Memduh Ağabey. Sinema onun her şeyiydi, annesiydi, babasıydı, sevgilisiydi, eşiydi, çocuğuydu, dostuydu, arkadaşıydı... O kuşak için sinema her şeydi. Memduh Ağabey de bu kuşağın başında geliyordu.

Hülya Koçyiğit

Memduh Ün, Türk sinemasının dilini oluşturan kurucularından. Yönetmen, aktör, senarist, yapımcı ve öğretmen... Ardında çok değerli eserler bıraktı ve ömrü boyunca yeni sinemacıların yetişmesine emek verdi. Şimdi aramızdan ayrılırken hepimizde emeği ve hatıraları olan bu büyük sanatçıyı saygıyla ve sevgiyle anıyorum. Onun hayat arkadaşı ve her şeyi olan canım arkadaşım Fatma Girik'e Allah'tan sabır ve metanet, güç diliyorum. Türk sinemasının ve sevenlerinin, başımız sağ olsun.

Filiz Akın

Aksi görünüşünün ardında pamuk gibi bir kalbi vardı. Sinemada bir akım yaratmak istedi. Hiçbir zaman yeri doldurulmayacak. Fatma'nın, Memduh Bey'i çok sevenlerin başı sağ olsun.

Perihan Savaş

Memduh Ün, Türk sinemasının en önemli değer taşlarından biriydi. Kendisine çok saygı duyardım. Türk sineması için büyük bir kayıp. Fatma Girik'e de sabırlar diliyorum.

Hale Soygazi

Türk sinemasının çok değerli bir ismi, prodüktör ve yönetmendi. Memduh Ün, sinemamızın temel taşlarından biridir. Türk sinemasının başı sağ olsun. Fatma Girik'in acısını paylaşıyorum, sabırlar diliyorum.

Selda Alkor

Sonbaharı sevmemeye başladım artık. Büyük isimler tek tek veda ediyor. Memduh Ün, Türk sineması için çok değerli, kendine has tarzı olan yönetmenlerden biriydi. Yanında çok değerli bir arkadaşımız Fatma Girik vardı, hastalık sürecinde de hep yanındaydı. Sinema dünyası çok büyük bir değerini kaybetti, onunla çalışmaktan her zaman onur duydum. Kalbimizde yaşamaya devam edecek büyük isimlerden.

Selma Güneri

Sinemanın kurucularından büyük usta, Türk sinemasına büyük yapıtlar kazandırmış çok değerli hocamızı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyorum. Gözleri güzel, kendi güzel, vefalı eş ve Türk sinemasının büyük oyuncusu çok sevdiğim değerli dostum Fatma Girik'e ve yakınlarına sabırlar diliyorum. Türk sinemasının başı sağ olsun.


‘Baba Hakkı'nın takım arkadaşı

Memduh Ün, 1940'ların başında Beşiktaş takımında, İstanbul ve Ankara karmalarında futbol oynadı. Tartışılmaz sinema kariyerine rağmen “Sinema mı, futbol mu?” sorusuna, “Her şeye rağmen futbol” diyecek kadar tutkundu bu oyuna. Bu tutkusunu 2006 yılında Atilla Dorsay'a şöyle anlatmıştı: “İyi futbolcuydum. Beşiktaş'ı o yıl (1940-41) şampiyon yapan ekibin içindeydim.”

(Soldan) Hakkı Yeten, Memduh Ün ve kaleci Mehmet Ali

Shakespeare's Globe, Hamlet için geliyor

$
0
0

Shakespeare'in klasik eseri Hamlet, ‘Globe to Globe' turnesi kapsamında İstanbul'a geliyor.

Shakespeare'in 450. doğum günü olan 23 Nisan 2014'te başlayan ve iki yıl sürecek dünya turnesinin duraklarından biri de İstanbul. ‘Hamlet'in yepyeni ve canlı bir yorumu' olarak nitelenen oyun, 10-11 Kasım'da üç kez Zorlu PSM'de seyirciyle buluşacak.

Globe to Globe'un Hamlet yorumu, oyunun gizli kara mizah yönünü açıklığa kavuşturan, Shakespeare'in klasik geç kalınmış intikam trajedisinin yeni ve canlı bir versiyonu olarak tanımlanıyor. Yalnızca 12 oyuncunun, ahşap sade bir sahnede 2 saat 40 dakika boyunca ortaya koyduğu oyun şimdiye kadar 130 ülke gezdi; Afrika, Amerika ve Avrupa'da 70 binden fazla izleyiciyle buluştu. İngiliz Tiyatro Ödülleri'nden Renee Stepham En İyi Gezici Tiyatro Sunumu Ödülü'ne layık görülen Globe to Globe Hamlet, 2015 yılının Ocak ayında Uluslararası Sahne Ödülü'nü de aldı. Globe Tiyatrosu'nun 2 yıl sürecek dünya turnesi, Shakespeare'in ölümünün 400'üncü yılında son bulacak. (0850 222 67 76)

Kemalettin Tuğcu mezarı başında anılacak

$
0
0

Türkiye'de 1945-1985 yılları arasında kitapları çocuklar tarafından en çok okunan yazar Kemalettin Tuğcu, vefatının 19. yılında Çengelköy Mezarlığı'nda ailesi ve Çocuk Vakfı'nca düzenlenecek törenle anılacak.

Bugün saat 13.00'te mezarı başında yapılacak törene ailesi, dostları, okurları ve çocuk kitabı yazarları katılacak. “Yazarken yazdığım hayatı yaşayıp avunuyorum.” diyen Kemalettin Tuğcu, 1902-1996 yılları arasında yaşadı, 439 çocuk kitabı ve 29 yetişkin romanı yazdı.

Zeki Demirkubuz'un hapishane günleri

$
0
0

Aylık hayat ve sanat dergisi Yedirenk, “Yalnızlık bir ceza mıdır?” sorusundan hareketle ekim sayısında hapishane ile sanatın ilişkisine odaklanıyor. ‘Cezaevinde doğan edebiyat' ve ‘Beyazperdedeki hapishaneler' adlı dosyaların da yer aldığı derginin kapak konuğu Zeki Demirkubuz.

Son filmi Bulantı 2 Ekim'de gösterime giren Demirkubuz, sinema kariyerine ilişkin tespitlerinin yanı sıra şimdiye kadar pek bahsetmediği hapishane ve hastane günlerini M.Nedim Hazar'a anlattı. Demirkubuz, kendisi için dile getirilen “12 Eylül'de hapis yatmış, işportacılık yapmış; tabii ki bu filmleri çekecek” şeklindeki yaklaşıma karşı çıkıyor: “Çektiğimiz acılar çok değerlidir, bize yeni ufuklar açabilir ama bunların yer aldığı kişilik, bunların üstünde durduğu bir vicdan olması lazım. Ben vicdansızın teki olup hayatı bu şekilde sorgulamasam, meraksız biri olsam ya da bir inanç arayışım, bir ahlak arayışım olmasa; bırakalım bu yaşadıklarımı, daha korkunç şeyler yaşamış olsam ne yazar?”

Usta yönetmen, hapishane ve hastane günlerinin üzerinde üniversiteden daha fazla etki bıraktığını söylüyor. Masumiyet filminin hastanelerden çıktığını belirten Demirkubuz, “Yatılı okul, hapishane ve biraz da hastaneler... Mesela Masumiyet filminin çekilmesine neden olan, hastalık ve hastanelerdir. Bu dönemde benim gibi, hayata böyle bakan insanlara, üniversitelerin, bilim merkezlerinin, eğitim merkezlerinin, bir sürü güzel yerlerin hiçbir zaman etki edemeyeceği kadar etkileri oldu.”

Yedirenk'in diğer söyleşi konukları usta kuklacı Cengiz Özek, keman virtüözü Cihat Aşkın ve polisiye yazarı Mustafa Becit. Tiyatrocu Serkan Öztürk ile konuşan Cengiz Özek, kuklanın Türk tiyatrosundaki yerini ve 18. Kukla Festivali'ni anlatıyor. Ali Pektaş'ın sorularını cevaplayan Cihat Aşkın, müzik sektörünün sorunlarına değiniyor. İlk kitabı Her Şey Ben Yaşarken Oldu ile dikkat çeken Mustafa Becit ise psikoloji merakından polisiye tutkusuna memleketin mutsuzluk hallerine kadar birçok konuda Cem Güler'e içini döküyor. 10. ölüm yıldönümünde edebiyatımızın ‘kaptan'ı Attila İlhan'ı unutmayan Yedirenk'in ekim sayısı kitabevlerinde ve bayilerde... (0212 244 77 77)

Doğu cephesinde yeni bir şey yok Miller!

$
0
0

20. yüzyılın en önemli oyun yazarlarından Arthur Miller, 1985'te Türkiye'de yazarlara yapılan baskıları araştırmak üzere Türkiye'ye gelmişti. Otuz yılın ardından insan hakları ihlalleri ve siyasî; nedenlerle hapiste olanların bulunduğu Türkiye manzarasında çok şey değişmedi. Doğumunun 100. yılında Miller'ın oyunları günümüze hâlâ çok şey söylüyor.

Çağımızın iki oyun yazarı, 2005'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan İngiliz Harold Pinter (1930-2008) ile Amerikalı Arthur Miller (1915-2005), 17 Mart 1985'te, hapisteki Uluslararası PEN üyesi yazarları ziyaret etmek için Türkiye'ye gelir. PEN adına gelen iki yazarın çevirmenliğini Orhan Pamuk ve Gündüz Vassaf üstlenir.

12 Eylül baskısı altındaki aydınlara destek olmak zorlu bir süreçti ve kötü başlamıştı. Havaalanında iki valizinden birini kaybeden Pinter, çorapsız kalır ve imdadına Miller yetişir. Pinter, Miller'ın ABD büyükelçiliğindeki yemekte -ki apar topar buradan kovulurlar- şöyle dediğini aktarır: “Şu anda Türkiye'de yüzlerce insan düşüncelerinden ötürü hapiste. Bu zulüm, ABD tarafından destekleniyor.” Miller ve Pinter bu sözler nedeniyle ABD büyükelçiliğinden kovulur.

UNUTULAN ‘AYDIN DURUŞU'

Dönemin başbakanı Turgut Özal, bu yaşananlardan sonra şöyle konuşur: “Miller ve Pinter, Türkiye'ye gelip, basın toplantısı düzenlediklerinde ben ülkede değildim. Sıkıyönetim yetkilileri, yazarların sözlerinin gazetelerde yazılmamasını söylemişler, ama ben o kanıda değilim. Basının bunları yazmasına izin vermeleri gerekirdi.”

1985'ten bu yana politik aktörler değişse de aynı baskıcı ve ‘cadı avcısı' zihniyetin kuşatması günümüzde de sürüyor. Bu iç daraltan politik gürültü bir yana, Sabahattin Eyüboğlu'nun deyişiyle Miller “Tiyatrodaki başarısını genel olarak titiz bir gerçekliği ve gözlem derinliğini bir dram gerginliğine vardırmasına borçludur.”

Dün, Arthur Miller'ın 100. doğum yıldönümüydü. Çağının vicdanı olan yazar için çeşitli sempozyum, konferans ve edebiyat okumaları düzenleniyor. Pulitzer gibi ödüllere layık görülen yazarın eserleri Penguin gibi saygın yayıncılarından yeniden basılıyor ve oyunları bugün de sahnelenmeye devam ediyor.

‘SANAT TANIKLIK ETMEYİ GÖREV BİLMELİ'

Miller'ın, Cadı Kazanı (Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol çevirisiyle), Hepsi Oğlumdu (Ülke Tamer çevirisiyle), Bedel, Satıcının Ölümü ve Köprüden Görünüş gibi Türkçede oyunları yer alıyor. ABD'deki McCarthy dönemini resmeden Cadı Kazanı için yaptığı yorumda Miller şöyle der: “Cadı avcılığı halkın bütün tabakalarında uyanan bir korkunun sapık bir belirtisi oldu.” Bu sözler, ülkemizdeki son günlerdeki politik kavgaya denk düşüyor. Savaşın trajik sonuçlarını sergileyen ve aynı zamanda savaşı bir kazanç kapısı görenleri eleştiren Hepsi Oğlumdu adlı eseri de güncelliğini koruyor.

Miller'ın tiyatro sahnesinden düşmek gibi bir tehlikesi yok. Metinlerindeki kurmaca ve anlatım ustalığının yanı sıra güncel konuları işlemesi yazarı kalıcı kılan etkenler arasında. Yazarın edebi mirası, kimi sanat yönetmenlerinin sınırları aşmak istemesine karşı, ailesi tarafından özenle korunuyor. Yazarın kızı ve aynı zamanda oyun yazarı Rebecca Miller, bu konuda epey yardımsever davranıyor.

Miller'ın günümüz pek çok yazarının ıskaladığı şu tespitlerine kulak verelim: “Sanat, yapmacığa ve hatır kırmamaya düşmek pahasına da olsa tanıklık etmeyi görev bilmelidir. Ben sanattan tanık olarak söz ediyorsam, bu sadece ona sahte bir konfor sağlamak değil de, gözleri hayata açmak olan asıl fonksiyonunu kazandırmak içindir.” Bir hatırlatma, Oyun Atölyesi'nin sahnelediği Arthur Miller'ın Köprüden Görünüş adlı oyunu 25 Ekim'e kadar izlenebilir.

“Hayatımdaki en gurur verici anlardan biri”

1985'te Arthur Miller ile birlikte Türkiye'ye ilk kez gelen Harold Pinter, sonrasında Türkiye'ye olan ilgisini hiç kaybetmedi. Bir Tek Daha ve Dağ Dili adlı oyunları bu geziden sonra yazdı. 2004'te Hasankeyf'i korumak için Ilısu Barajı'na karşı bir kampanya da başlattı. Pinter, Miller ile birlikte ABD Büyükelçiliği'nden kovuluşunu şöyle anlatmıştı: “Galiba kovuldum” dedim. “Ben de senle geleceğim” dedi Arthur, hiç tereddüt etmeden. Gönüllü bir sürgünle, Arthur Miller'la Ankara'daki ABD Büyükelçiliği'nden kovulmak hayatımdaki en gurur verici anlardan biriydi.”

‘Edebiyat Mevsimi' başlıyor

$
0
0

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul şubesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı tarafından bu yıl yedincisi düzenlenen Edebiyat Mevsimi bugün başlıyor.

Sultanahmet'teki Kızlarağası Medresesi'nde gerçekleştirilecek programın bu yılki teması, “Hür Tefekkürün Kalesi: Dergiler”. 24 Ekim'de sona erecek etkinliklerde Necip Fazıl'ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç'un Diriliş, Nurettin Topçu'nun Hareket, Nuri Pakdil'in Edebiyat, Cahit Zarifoğlu'nun Mavera dergisi konuşulacak. Bugün saat 13.00'te “Dergilerin Misyonu ve Geçmişten Bugüne Edebiyat Dergileri” başlıklı panele Beşir Ayvazoğlu, Ali Haydar Aksal, Ali Ural ve Hüseyin Su katılacak. 15.00'te Mehmet Doğan, Hareket dergisini, 17.00'de ise Belkıs İbrahimhakkıoğlu “Ahmet Kabaklı ve Türk Edebiyatı Dergisi”ni anlatacak. İlk günün programı 18.00'deki “Şairlerin Dergilerde Yayımlanan İlk Şiirleri” adlı şiir akşamı ile sona erecek. (0212 527 75 17)

En kısa gecenin mutlu sonu

$
0
0

Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eseri Moda Sahnesi'nin yeni sezon oyunlarından. En Kısa Gecenin Rüyası adıyla uyarlanan oyun, sadece Mert Fırat ve Melis Birkan gibi popüler simalar dolayısıyla değil başarılı bir uyarlama olmasıyla da seyirciyi kolaylıkla içine çekiyor.

Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eseri, ‘sevdiğim beni sevmiyor, seveni ben sevmiyorum' klişesinin trajik değil de komik kısmına odaklanan bir oyun. Aşkta mantığın devre dışı kalmasını, sevenin mızıkçı bir çocuğa dönüşümüyle görürüz daha ilk sahnede. ‘Benim aşırı derecede sevdiğim kişi nasıl olur da karşılık vermez, bir de üstüne başkasını sever?' sorusudur olayları içinden çıkılmaz bir hale dönüştüren. Üstelik bu soruyu soran kişi de bir başkasının sevdiğidir. O başkası da tamı tamına aynı soruyu sormaktadır kendisine. Seven, sevilen, sevilmeyen birbirine girmiştir.

Shakespeare, zincirleme bir aşk kazasına dönüşen hikâyeyi dramla değil mizahla anlatma yolunu seçmiş Bir Yaz Gecesi Rüyası'nda. Zaten eser, yazarın en eğlenceli oyunlarından biri olarak biliniyor. Moda Sahnesi'nin ise uyarlama konusunda özenle çalıştığı belli. Hiç eskimeyecek bir hikâyeye doğal oyunculuk, günümüze ait kostümler ve göze sokmadan yapılan hafif bir uyarlama eklenince ortaya seyirciyi içine çekmekte hiç zorlanmayan bir performans çıkmış.

Mert Fırat ve Melis Birkan etkisi

Hermia ve Lysander birbirlerini sevmektedirler. Ancak Hermia'ya sevdalı bir kişi daha vardır: Demetrius. Demetrius'un gözü Hermia'dan başkasını görmezken Hermia'nın en yakın arkadaşı Helena da Demetrius'a âşıktır. Hermia'nın babası Egeus, Lysander ile evliliğini onaylamaz. Böylece Demetrius için bir umut kapısı aralanır. Ancak âşıklar için bir çözüm yolu daha vardır. Kaçmaya karar verirler ve ormanın yolunu tutarlar. Onların ardından Demetrius, Demetrius'un ardındansa doğal olarak Helena gider... Sonrası, zaten yeterince zor olan aşk denkleminin iyice kördüğüme dönüşmesi.

Demetrius ve Helena rolünde Mert Fırat ve Melis Birkan'ı izliyoruz. Dört asır önce yazılmış bir oyunu sanki bugünden bir hikaye izliyormuş gibi olmamızda yönetmen Kemal Aydoğan kadar oyuncuların da katkısı var. Özellikle Mert Fırat ve Melis Birkan'ın. Nedeni, bu isimlerin popüler simalar olması değil sadece. İki oyuncu da birçok özelliği yanında ‘sempatik' taraflarıyla biliniyor. Ve sanıyoruz o doğallık ve samimiyet, zaman zaman yorucu olabilen Shakespeare metinlerinden seyri kolay, eğlencesi bol bir performans çıkmasına büyük katkı sağlamış.

Türk tiyatrosunda eski eserleri bugüne uyarlama konusunda sıkça başvurulan bir eğilim var. O da uyarlamayı bugüne ait olduğu apaçık belli olan bir söz, bir slogan, bir esprinin metne yedirilmesinden ibaret gören anlayış. Fakat bunda dozu tutturamamak gibi bir risk söz konusu ki çoğu zaman ortaya zorlama performanslar çıkmasına neden olabiliyor. En Kısa Gecenin Rüyası bu yola başvurmadan, uyarlamayı hissettirmeden seyirciye geçirebilen bir oyun. Bunu bozan tek şey ise orijinal piyeste ‘oyun içinde oyun' olarak değerlendirilebilecek sahne olmuş.

Bahsi geçen, Atina Dükü ile Amazonlar Kraliçesi'nin düğün şenliklerinde sahne almak için çalışan esnaf tiplemeleri. Shakespeare'in alt sınıf üst sınıf uçurumuna vurgu yapmak amacıyla yazdığı bölüm, En Kısa Gecenin Rüyası'nda fazlasıyla ‘biz gibi' anlatılmış. Oyun içindeki oyunun başrolünde gördüğümüz Anadolulu tiplemeleri müstakil olarak başarılı olsalar da oyunda emanet gibi durduğunu söylemek zorundayız. En azından daha kısa tutulabilirdi. Böylece uzun bir süre seyirciyi oyundan koparmamak gibi bir başarı gölgelenmezdi. Bu küçük kusura rağmen En Kısa Gecenin Rüyası genel izleyiciye hitap eden, sezonun en başarılı yapımları arasında bulunuyor.


Ana Yurdu'na iki ödül

$
0
0

Dünya prömiyerini Venedik Uluslararası Film Festivali'nde gerçekleştiren Ana Yurdu, 31. Varşova Film Festivali'nde FIPRESCI (Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu) Ödülü'nü kazanırken NETPAC (Asya Filmleri Teşvik Ağı) jürisi tarafından ise En İyi Asya Filmi seçildi.

Yönetmenliğini Senem Tüzen'in yaptığı, Esra Bezen Bilgin ve Nihal Koldaş'ın başrollerini paylaştığı Ana Yurdu, romanını bitirmek için anneannesinden kalan köy evine giden Nesrin'le, beklenmedik bir şekilde ziyaretine gelen annesi Halise'nin gerilimi gitgide yükselen hikâyesini anlatıyor. Adana Altın Koza Film Festivali'nden 5 ödülle dönen film festival yolculuğuna 6-15 Kasım tarihlerinde düzenlenecek 56. Selanik Uluslararası Film Festivali ile devam edecek.

'Eşanlamlı Kelimler' sergisi

$
0
0

26 Eylül Türk Dil Bayramı etkinlikleri kapsamında Özel Reyhan İlkokulunda sınıf öğretmeni Aydın Gökalp özel bir sergi hazırladı. Akşehir'in ilk özel okulu olan Özel Reyhan İlkokulu'nun lobisinde yer alan sergide yaklaşık yüz elli kelimenin eş anlamı ile birlikte gazete, dergi ve kitaplardan kesilmiş görselleri öğrencilerin beğenisine sunuluyor.

Aydın Gökalp, “Amerikan liselerinin birinde iki sınıf üzerinde bir deney yapılıyor. Bu iki sınıfa devem eden öğrencilerin yaşları ve muhitleri birbirinin aynı. Sınıflardan biri o okulda öğretilen normal dersleri alıyor. Öteki sınıf, ilave olarak kelime öğretimi yapan özel bir kurs görüyor. Belirlenen devrenin sonunda kelime öğrenimi yapan sınıfın yalnız dil dersinde değil matematik ve fen dersleri dahil, bütün derslerde öteki sınıf öğrencilerinden daha yüksek not aldığı görülüyor. Ayrıca dil alimi Norman Lewis'in ‘Riyazi bir katiyetle söyleyebiliriz ki kelime bilgisinin hududu, zekanızın hududunu tespit eder. Kelime bilginiz arttıkça, zekanız da artacaktır' sözü rehberliğinde öğrencilerimizin kelime hazinelerini kitap okuma alternatifi dışında da nasıl arttırabileceğimizi düşünürken bu sergi çalışmasının renkli olacağına karar verip veri biriktirmeye başladık. Üç yıllık bir sürecin ardından sergimizi açtık.” diyor. “Eşanlamlı Kelimeler” adlı sergi, iki hafta görülebilecek.

Uluslararası PEN'in yeni başkanı Jennifer Clement

$
0
0

PEN Dünya Yazarlar Birliği'nin 16 Ekim'de Kanada Quebec'te yapılan kongresinde yeni başkan seçildi.

Türkiye'den gazeteci-yazar Zeynep Oral'ın da adaylar arasında bulunduğu seçimin kazananı Meksikalı yazar Jennifer Clement oldu. Böylelikle Clement, Uluslararası PEN'in 94 yıllık tarihinin ilk kadın başkanı unvanına sahip oldu. İngiliz edebiyatı ve antropoloji dallarında eğitim alan Clement, 2009-2012 yılları arasında PEN Meksika'nın başkanlığını yürüttü.

Akbank Caz Festivali başlıyor

$
0
0

Bu yıl 25. yılını kutlayan Akbank Caz Festivali yarın başlıyor. Festivalin ilk konserini yarın Ku·ra Duo grubu Beyoğlu Akbank Sanat'ta verecek.

Manu Katché, Carmen Lundy, Dave Douglas, Sinkane, Şirin Soysal gibi ünlü caz sanatçılarının katılacağı festival, 1 Kasım'a kadar sürecek. Detaylı bilgi için www.akbanksanat.com

‘Kafamda Bir Tuhaflık' Londra'da liste başı

$
0
0

Orhan Pamuk'un Yapı Kredi Yayınları'nın 2014'te yayımladığı son romanı Kafamda Bir Tuhaflık, Londra'da çok satanlar listesinde 1 numara oldu.

Kitap için “Pamuk, Nobel'den sonra daha da iyi romanlar yazıyor.” diyen Independent gazetesinden sonra başka bir İngiliz gazetesi Evening Standard'da çıkan habere göre Orhan Pamuk'un Kafamda Bir Tuhaflık romanı Londra'da çok satanlar listesinde 1 numaraya yükseldi. Evening Standard'ın haberinde fiction (kurgu) ve non-fiction (kurgu dışı) kategorilerinde beşer kitabın yer aldığı iki farklı liste bulunuyor. A Strangeness in My Mind (Kafamda Bir Tuhaflık), Blackwells, Daunt Books, Foyles, Heywoods Hill, Waterstones gibi Londra'nın büyük kitapçılarından alınan satış rakamlarıyla oluşturulan listenin fiction (kurgu) bölümünde bir numarada. Kafamda Bir Tuhaflık, Ekin Oklap tarafından İngilizceye çevrilerek Eylül 2015'te İngiltere'de yayımlandı. ABD'de de 20 Ekim'de piyasaya çıkacak olan roman şu ana kadar 38 dile çevrildi. Pamuk, ABD'de kitabının yayımlanmasıyla birlikte 6 şehirlik bir tanıtım turuna da çıkacak.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live