Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Sponsorunu arayan ödüller çoğalıyor

$
0
0

Gerilim yazarı John Le Carré, 2011 yılında İngiltere'nin uluslararası edebiyat ödülü Man Booker adaylığından geri çekildiğinde büyük bir tartışma başlatmıştı.

Yazar, gerekçesini “Bir ödüle aday gösterilmek kuşkusuz yazar için büyük gurur kaynağı. Ben bunu reddederek ödülü ya da veren kurumu küçümsüyor değilim. İyi niyetli olduklarını biliyorum ama bu benim yaşam biçimim. Ödüllere karşıyım.” şeklinde dile getirmişti. Fakat Le Carré, aynı yıl, 1955'ten bu yana verilen Goethe Ödülü'nü kabul ettiğinde epey topa tutuldu.

Yazarın ödülü reddetme hakkı elbette var, buna karşılık edebiyat ödüllerinin işlevini yitirdiği kanısı da gittikçe ağır basıyor. Öte tarafta edebiyat ödüllerini bekleyen başka bir sıkıntı gündemde. Sponsor bulmakta zorlanan kurumlar bir bir ödüllerini askıya aldıklarını duyuruyor. Britanya'nın önemli edebiyat ödüllerinden Folio da önümüzdeki yıl için ödülü vermeyeceğini ilan etti. Saygın edebiyat ödülü Man Booker'a karşı bir alternatif olarak yola koyulan Folio'nun bu açıklaması edebiyat dünyasında ödüllerin işlevini yeniden tartışmaya açarken sponsorların bu ödüllerin işlevine çok da inanmadığı sorusunu gündeme getirdi.

Ödüller okur için bir rehber

Herhangi bir tür kısıtlaması yapmayan ödül, dünyanın dört bir yanından İngilizce yayımlanan tüm kitaplara açık. Seçici kurulunda seçkin ve usta isimlere yer veren Folio, 40 bin sterlin para ödülüyle önemli ve saygın bir işleve sahip. 2014'te ilk ödülünü veren Folio Edebiyat Ödülü'nün jürisinde Margaret Atwood, Peter Carey, A.S. Byatt ve J.M. Coetzee gibi usta isimler vardı. Geçtiğimiz yıl ödüle George Saunders; bu yıl ise Akhil Sharma layık görüldü. Folio, ödülünü gelecek yıl vermeyeceğini duyuran tek kurum değil. Kurmaca dışı eserlere verilen Samuel Johnson ödülü de mayıs ayında sponsor sıkıntısı yaşadığını duyurmuştu. 100 bin Euro ödül miktarıyla yirmi yıldan bu yana verilen Dublin Impac Edebiyat ödülü de haziranda sponsor bulamadığını açıkladı. Ödül daha sonra Dublin Şehir Konseyi tarafından karşılandı fakat Dublinliler kendi vergilerinden çıkan bu ödüle karşı eleştirilerini dile getirdi. Yine Britanya'da çocuk edebiyatına verilen Roald Dahl Funny adlı ödül de geçtiğimiz yıl askıya alındığını duyurduktan sonra geçtiğimiz eylül ayında ödülün sona erdirildiğini ilan etti.

Türkiye'de olduğu kadar Batı'da da ödül kurumu sürekli tartışmaların gündeminde. Ödülün yazara edebi kariyer ve satış anlamında önemli bir katkı sağladığı gerçek. Sponsor bulmakta zorlanan edebiyat ödüllerinin yavaş yavaş askıya alınması sevindirici değil, zira kurumsallaşmış olanlar, okur için bir rehber niteliği taşıyorlar. Fakat, bu saygın edebiyat ödüllerinin yerini popülerliğin aldığını söyleyebiliriz. Kalıcı ve incelikli edebiyata dikkat çeken ödüllerin sponsor çıkmazına girmesi elbette üzücü, zira bu ödüller yeni yazarlara bir teşvik niteliği taşırken okurların da yeni isimlerle tanışmasını sağlıyor.


Çağın ‘Taş Kıranlar'ı

$
0
0

Fransız ressam Gustave Courbet'nin 1849'da yaptığı ‘Taş Kıranlar' tablosuyla aynı adı taşıyan sergi, Çukurcuma'daki Block Art Space'te açıldı. Köylü sınıfının maruz kaldığı zorlu, hatta gaddar gerçeklikleri tasvir ettiği için anıtsallık atfedilen tablo ve o tabloyu referans alan Güney Afrikalı genç sanatçı Nicky Broekhuysen acaba bugüne ne söylüyor?

Fransız ressam Gustave Courbet (1819-1877), gerçekçilik akımının en önemli temsilcisiydi. Yaşadığı çağı resmetti. Fakat, ‘Taş Kıranlar', ‘Köyün Genç Kızları', ‘Ornans'ta Cenaze Töreni' gibi tabloları o dönem için beklenmeyen bir tarzdı, bu yüzden ağır eleştiriler almıştı. Eleştirmen Kaya Özsezgin'in belirttiğine göre özellikle Taş Kıranlar ve cenaze töreni, ilk sergilendiğinde skandal olarak nitelenmiş, işçi sınıfının resme konu olması bayağılık olarak görülmüştü. Nihayetinde resim yüksek bir sanattı! Peki, Beyoğlu'ndaki Block Art Space'te açılan, Courbet'nin eserine gönderme olduğu ifade edilen ‘Taş Kıranlar' sergisi bugüne ne söylüyor? Güney Afrikalı genç sanatçı Nicky Broekhuysen'in, Türkçede ikili sayılar olarak tanımlanan 0 ve 1 rakamlarını kullanarak yaptığı yağlıboya el baskısı çalışmalarının, Courbet'nin yol kenarında taş kıran iki köylüyü resmettiği tablosuyla ilgisi ne?

2004'ten beri Berlin'de yaşayan ve artık her şeyin yolunda gittiği şehirlerde değil, Şanghay, İstanbul, Beyrut gibi kaosun, hareketin yoğun olduğu kentlerde sergi açmayı tercih eden Broekhuysen'a kulak verirsek, ‘Courbet, Taş Kıranlar resmiyle, sıradan insanların statüsünü yükseltti. Soylu sınıfı ile işçi sınıfını yüzleştirdi ve aynı seviyeye getirdi. Ve elbette statükonun çözülüşünü resmetti. Bir sanatçı olarak o dönemde yaşananlardan etkilendiği için bunu yaptı.' Broekhuysen'a göre Courbet'nin tavrı, günümüz sanatçısını da çok iyi temsil eden bir şey. Diyor ki: “Hepimizin böyle bir görevi olmalı. Taş Kıranlar adı, resimde kullandığım teknikle de çok uyuyor. 2006'da keşfettim bu tekniği. 1 ve 0 benim için bir dil, aslında bütün dünyanın kullandığı bir dil. Dijital çağda yaşadığımız için tüm devinimlerin temelinde sıfır ve bir var. Ekonomiden bilgisayar programcılığına her türlü veriyi, bilgiyi temsil ediyor bu rakamlar. Sağlam bildiğimiz temellerin sağlam olmaması gerektiğini, değişebilir, kırılabilir, tekrar yapılabilir olması gerektiğini savunuyorum. Nitekim, bu tekniği kullanmaya başladığım dönem; dünya ekonomisinin sarsıldığı, Arap Baharı gibi savaşlarla sistemlerin yıkılıp yeniden kurulduğu bir dönemdi. O yüzden Taş Kıranlar buna çok güzel bir referans. Çok sağlam olan bir şeyi kırıp tekrar yapıyorsunuz. Benim yapmaya çalıştığım tam da bu.”

Sanatçının da dediği gibi hayatımızdaki hiçbir şey sabit değil, sistemler, yapılar, fikirler, inançlar sorgulanabilir, değişebilir, dönüşebilir ve yeniden inşa edilebilir. Bu yüzden olsa gerek sanatçı eserlerinde yığın formunu sık kullanıyor. Çünkü insan iki şey için bir şeyler yığıyor. Ya üretmek ya da kurtulmak için... Taş Kıranlar sergisi, 15 Kasım'a kadar açık. (www.blokartspace.com)

Özel tiyatrolara rekor destek

$
0
0

Kültür Bakanlığı tarafından özel tiyatrolara verilen destekler dün açıklandı. Bakanlık, 2015-2016 projeleri için toplam 4 milyon 590 bin TL destek dağıttı.

Bu rakam, şimdiye kadar bir sezon için verilen en yüksek para desteği. Proje başvurusu yapan 390 özel tiyatrodan 221'ine destek çıktı. Başvurular, müsteşar Özgür Özaslan'ın başkanlığındaki Müsteşar Yardımcısı Kemal Fahir Genç, Murat Salim Tokaç, Mustafa Kurt, Prof. Dr. Semih Çelenk, Refik Erduran ve Turgay Nar'dan oluşan değerlendirme komisyonu tarafından incelendi. Komisyon, 67 profesyonel, 33 çocuk oyunu, 81 amatör ve 40 geleneksel olmak üzere toplamda 221 tiyatroya destek verdi. KÜLTÜR-SANAT

Altın Safran Film Festivali'nde Zaman muhabirine ödül

$
0
0

Bu yıl 16. kez düzenlenen Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali dün akşam sona erdi. Safranbolu'da, üç gün süren festivalin yarışma bölümünde Kırgız yönetmen Tynai İbragimov'un Onüçüncü / Thirteenth adlı filmi birinci seçildi.

Panel, söyleşi ve sergi gibi yan etkinliklerin de yapıldığı festivalin bu yılki teması Kültürel Miras ve Korumacılık'tı. Bu kapsamda, Safranbolu'nun ‘en iyi restore edilen ev'ine de bir ödül verildi. Festival Komitesi Başkanı ve Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy, festivalin, 2000 yılından beri yapılan festivali desteklemeyi sürdüreceklerini ifade etti.

KIRGIZ YÖNETMENİN FİLMİ BİRİNCİ OLDU

54 belgesel filmin yarıştığı 16. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali'nde Tynai İbragimov'un Onüçüncü filmi birinci olurken, ikincilik ödülünü Zaman fotomuhabirlerinden Mehmet Ali Poyraz'ın Ateşten Eller adlı çalışması kazandı. Musa Ak ve Hasan Basri Özdemir tarafından çekilen Turab adlı eser de üçüncülüğü kazandı. Festivalde ayrıca Azeri yönetmen Adil Azay'a Halvatte Kalmış Bilge (Mürid) belgeseli ile Türk Dünyası Belediyeler Birliği Özel Ödülü, Mehmet Akif Erbaş'a Kırgız'ın Yok Edilen Hafızası Atabey Katliamı çalışmasıyla TÜRKSOY Özel Ödülü verildi. Süha Arın Özel Ödülü'nün sahibi ise Stepin Efendileri belgeseli ile Gülnar Kara oldu. Yönetmen Tevfik Şenol başkanlığındaki Altın Safran jürisinde senarist-yönetmen Yaşar Taşkın Koç, yönetmen Ramis Hasanov, görüntü yönetmeni Yusuf Güven, Avrasya Yazarlar Birliği Başkanı Yakup Ömeroğlu ve yönetmen Mustafa Karakaya yer aldı.

‘Filme cin de koy' dediler

$
0
0

Dünya prömiyerini 40. Toronto Film Festivali'nin Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde yapan korku filmi Baskın'ın Türkiye'deki ilk gösterimi Filmekimi'nde yapıldı. Gösterim sonrası film ekibiyle birlikte seyirci karşısına çıkan yönetmen Can Evrenol, “Filmi çekerken, bana ‘Bunun içine cin koy, güzel bir kız koy, yoksa işin zor' dediler.” ifadelerini kullandı.

Filmekimi'nin merakla beklenen yapımlarından biri de Baskın'dı. Üstelik Baskın, festivalin diğer filmleri gibi, farklı sinemalarda birkaç seansta değil, sadece bir gösterimde seyirciyle buluşacaktı. Dolayısıyla önceki akşam Atlas Sineması'nda ‘bilet savaşı'nı kazanan sinemaseverlerin doldurduğu salonda gösterildi film.

Can Evrenol'un ilk uzun metraj filmi Baskın, 10-20 Eylül arasında düzenlenen 40. Toronto Film Festivali'nin Geceyarısı Çılgınlığı bölümüne kabul edilmişti. Toronto seyircisinden ve yabancı eleştirmenlerden olumlu eleştiriler alan yapım, festivalin bu bölümüne seçilen ilk Türk yapımı olarak tarihe geçti.

beş polisin korku gecesi

Beş polisin gece devriyesi sırasında gelen yardım çağrısı üzerine destek için gittikleri terk edilmiş tarihi bir Osmanlı karakolunda yaşadıklarını konu alan Baskın'ın gösterimi sonrası Can Evrenol ile birlikte film ekibi söyleşi için sahnedeydi. Başrol oyuncuları Ergun Kuyucu, Görkem Kasal, Mehmet Cerrahoğlu, Fatih Dokgöz ve Sabahattin Yakut ile birlikte sanat yönetmeni Sıla Karakaya da söyleşiye katıldı. Can Evrenol'un 2013 yılında çektiği aynı adlı kısa filmin uzun metrajı olan Baskın için genç yönetmen, “Ekibin neredeyse tamamı ilk kez bir uzun metraj projede çalıştı ve yine tamamına yakını ilk kez bir korku filmine dâhil oldu.” diyerek filmin hikâyesini kısaca özetledi. Gündüz çekimleri ve sahneleri olmayan film toplamda 28 gecede çekilmiş.

ABD'de gösterime girecek

Özel efekt sorunu yaşadıklarını söyleyen Can Evrenol, “Çalıştığımız bazı kişiler gerekli profesyonellikten yoksundu, bazıları ise bizim için çok pahalıydı. Neyse ki sanat yönetmenimiz Sıla Karakaya ile yollarımız kesişti. Yoksa biz Sultanahemet'ten ip, kantar vs. alıp elişine girişiyorduk!” diyerek çekim sürecinde yaşananlara değindi.

Son dönem yerli korku filmlerinin ağırlıkla ‘cinli' filmlerden oluşmasına atıf yapan genç yönetmen, kendisine de senaryo aşamasından itibaren bu yönde telkinler geldiğini söyledi: “Filmi çekerken, bana ‘Bunun içine cin koy, güzel bir kız koy, yoksa işin zor' dediler. Ama ben başka bir şey istiyordum ve istediğimiz gibi çekmeyi başardık.” Filmin bütçesi için net bir rakam açıklamayan Evrenol, “Cinli filmlerin bütçesi kadar işte.” demekle yetindi.

Toronto ve Filmekimi'nin ardından Meksika, İspanya, Los Angeles ve Stockholm'de festival yolculuğuna devam edecek Baskın'ın Amerika'ya satışı gerçekleşmiş bile. Filmin ABD gösterim haklarını, son olarak Babadook'u da ABD'de gösterime sokan IFC Midnight şirketi satın aldı. Baskın'ın Türkiye'deki gösterim tarihi ise 13 Kasım.

Kore sineması Pera'da

$
0
0

Türk sineması dünya festivallerini dolaşırken, son yıllarda yükselişe geçen Kore sineması da İstanbul'a geldi.

Önceki gün başlayan Kore Film Günleri etkinliğinde son dönem Kore sinemasının öne çıkan beş filmi Pera Müzesi'nde gösterilecek. 16 Ekim'e kadar devam edecek gösterimlerdeki filmler: Yüz Okuyucu (2013 / Han Jae-rim), Sadece Sen (2011 / Song Il-gon), Hayatımızın En Güzel Anı (2008 / Lim Soon-rye), Dongmakgol'a Hoşgeldiniz (2005 / Park Kwang-hyun), Bir Köpeği Kaçırmanın Mükemmel Yolu (2014 / Kim Seong-ho)” (2014). Orijinal dilinde ve Türkçe altyazılı yapılacak gösterimlere katılım ücretsiz. (0212 334 99 00)

Attilâ İlhan'ın 90. yaşı kutlanıyor

$
0
0

Türk edebiyatının usta şairi, romancı, gazeteci, senarist ve eleştirmen Attilâ İlhan'ın 90. yaşı Caddebostan Kültür Merkezi'nde kutlanıyor.

Kadıköy Belediyesi ve Attilâ İlhan Vakfı'nın işbirliğiyle bugün saat 20.00'de başlayacak olan “Attilâ İlhan 90 Yaşında” anma gecesi halka açık ve ücretsiz olacak. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Genel Müdürü Ahmet Salcan, Ataol Behramoğlu, Biket İlhan, Doğan Hızlan, Erol Manisalı, Ezgi Öksüzbakan, Haydar Ergülen, Nedret Çatay, Solmaz İlhan ve Yakup Çelik bu özel gecede Attilâ İlhan'ı anlatacaklar. Ahmet Mümtaz Taylan, Deniz Uğur, Kerem Alışık ve Levent Ülgen'in şiir dinletilerine sahne olacak gece, ünlü müzisyen Vedat Sakman konseriyle sona erecek.

11 Ekim 2005'te 80 yaşındayken hayata veda eden Attilâ İlhan, ardında pek çok eser bıraktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlatmasıyla biliniyor. Yunus Nadi Roman Armağanı, Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü ve Sertel Demokrasi Ödülü gibi birçok prestijli ödülü olan İlhan'ın kitapları 2001 yılından bu yana Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanıyor.

Türkiye'de şiir ortamı parçalı bulutlu

$
0
0

İhsan Deniz, ikinci toplu şiir kitabı, ‘Dut Ağacında' ile okurunu selamladı. Hece Yayınları tarafından yayınlanan kitapta, şairin 1980-2015 arasında yazdığı şiirleri yer alıyor. Deniz diyor ki: “Benim hayata, hayatın bana temas ettiği tüm ‘kızışma noktaları' burada!”

Bir yazınızda, şiiri ve sigarayı bırakmaktan bahsediyordunuz. Biri size ‘tılsımlı bir büyü' mü yaptı da ‘Buz ve Fire'den sonra, ikinci toplu şiirler ile çıktınız karşımıza?

Sigarayı bırakmak için şiiri bırakmaktan söz açmıştım galiba. Yani ancak şiiri bırakırsam sigarayı bırakabilirim gibi bir şartlanma, bir önkabul. Oysa ‘bu gidişle sigarayı bırak(a)mayacağım' yargısı, neredeyse bir sabit fikir hâline geldi bende. O yüzden, ‘şiiri bırakmak' gibi bir tasarrufa, dahası bir lükse uzağım şimdilik. Dut Ağacında'nın çıkışı sürpriz oldu benim için. Düşünmüyordum bu aralar. Benim şiir kitaplarım ekonomik olarak ‘kendini kurtarsa da' çok satmaz, yayınevlerine pek bir şey kazandırmaz. Bu bakımdan, böyle hacimli bir kitabı, bir şiir kitabını basan Hece Yayınları'na ve ilk başta da Ömer Faruk Bey'e müteşekkirim.

“Ben kabullendim kabullen sen de/yaşlanmak güzel şey dut ağacında.” diyorsunuz. Malum, ipek böceğinin çok sevdiği bir ağaçtır dut ağacı. Buradan mülhem, şiirlerinizde kendini kemiren bir hayatın resmi mi duruyor; yoksa kelebeğin yaşama sevinci mi?

Her ikisi ve daha başka şeyler de... Bilinen bilinmeyen, anlaşılan anlaşılmayan, sezilen sezilemeyen… pek çok şey var. Son 35 yıllık ömrümdeki hemen her şeyimi o iki kapak arasında bulabilirsiniz. Benim hayata, hayatın bana temas ettiği tüm ‘kızışma noktaları', hepsi bir arada ‘Dut Ağacında'…

Üzerinde değişikliğe gittiğiniz şiirler oldu mu ya da toplama almadığınız şiirler?

‘Buz ve Fire'yi yayıma hazırlarken birkaç imlâ değişikliği yapmıştım, özellikle ilk kitabım ‘Mağara Külleri'ndeki şiirlerde. ‘Dut Ağacında'da hiçbir değişikliğe gitmedim. Dolayısıyla daha önceki kitaplarda basılıp da bu kitaba almadığım şiirim olmadı. Bilâkis, on iki şiir kitabımın yanı sıra, yıllar önce dergilerde yayımlandığı halde kitaplarıma girmeyen iki şiir ile son dönemde basılan üç şiiri de ‘1985-2015' başlıklı bölümde bir araya getirdim.

“Ben gelenekle bağ kurmayı, o şiirin salt formel özelliklerini, mısra yapısını, veznini, kafiyesini vs. bugünün şiirine monte ederek bir ilişkilendirme örneği olarak görmekten yana değilim.” diyorsunuz. Şiiriniz hâlâ bu düzlemde mi?

Hiç kuşkunuz olmasın. Ben gelenekten yararlanmayı ruh planında gördüm daha ziyade. Kök aramak/bulmak noktasında gördüm. Aidiyet his ve hassasiyetini beslemek bağlamında gördüm.

“Cahit Zarifoğlu'nun Yedi Güzel Adamı'nı ilk okuduğunda, kutsal kitap zanneden insanlar tanıdık.” diye konuşuyorsunuz. Bu sözü genişletirsek; günümüz şiir dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'de şiir ortamı parçalı bulutlu. Dün de böyleydi esasen. Bu şu demek: İyi şiir ile kötü şiirin örneklerini, açtığınız herhangi bir edebiyat/şiir dergisinde görebilirsiniz. Yan yana, peş peşe, iç içe… Ne var ki has şiir, hakiki şiir kendi yolunu, mecraını bulur her zaman. Bunun için gürültü koparmaya, çığırtkanlık yapmaya gerek yok. Sanki bir pazar yerindeymişiz gibi ‘Gel vatandaş!' türü nidalara gerek yok. Bakın, birileri stadyumların, parti mitinglerinin ‘belaltı dili'ni şiire boca etmeye yeltenerek vitrinde yer kapmaya çalışsa da, esasen, şiir dediğimiz şey bir dip akıntısı gibi usul usul akar. Akıyor da nitekim.

Eliot diyor ki: “Hiçbir dürüst şair, yazdıklarının kalıcı değerinden emin olamaz. Bütün zamanını ziyan etmiş ve bir hiç için hayatını altüst etmiş olabilir.” Yazdıklarınızın geleceğe kalması hakkında neler düşünürsünüz?

Eliot çok haklı! Öte yandan bir hiç (söylemek bile fazla, burada ‘hiç' şiir oluyor) için hayatın altüst edilmesi, doğrusu hiç de yabana atılır bir iş olmasa gerektir. Ve zaten şair dediğimiz kişi/kişilik, şiir için/adına hayatını heba/feda edendir. Esasen, bir şairden geriye kaç kitap/şiir kalır ki? Pek az! Benden de geriye ‘pek az' şiir kalacaksa/kalırsa, mutlu olurum hiç kuşkusuz. Mutlu olmak için umutluyum.

Peki, yeni şiirlerin heyecanını duyuyor musunuz? İhsan Deniz şiiri yeni bir evrilme yaşayacak mı?

Yeni şiirler var. Daha doğrusu üzerinde çalıştığım bir şiir dosyası mevcut: Çok Şey Olmuş Bana. Yine/yeniden uzun şiir yazıyorum. Bazı bölümlerini yayımladım. İlk dört bölümünü ‘Dut Ağacında'ya da aldım. Şiirin akışına göre kimi yenilikler deniyorum bu çalışmada. Bazılarından vazgeçiyorum sonra. Belli bir bütünlük içinde kalmakla/tutmakla birlikte, metnin ‘dağınık' olmasına itina gösteriyorum. Evrilme midir, şimdiden bilemem..

1980 kuşağı şairisiniz… Edebiyat dergilerine baktığınızda okul olma hüviyetini devam ettiren dergiler var mı hâlâ?

Bana göre yok. Yok ama esasen, ‘okul' hâlâ bir ihtiyaç mı; bunun sorgulanması lâzım. Baksanıza, şiirle ilgili her türlü gevezelik okul işlevine soyunmuş görünüyor. ‘Okul'a ne hâcet!

Son olarak, 1995'te yayıma sunduğunuz ve 1999'da kapısını kapattığınız ‘İpek Dili' dergisini yeniden çıkarmayı düşünüyor musunuz?

Düşünmüyorum. İpek Dili'yle ilgili son bir kapanış sayısı yapmak istiyorum. Bu arzumu çeşitli vesilelerle o kadar dillendirdim ki, nerdeyse gına geldi, artık utanır oldum kurduğum bu cümleden.. Galiba çıkaramayacağım o tek sayıyı.


Edith Piaf, 100 yıl sonra İstanbul'a konuk oluyor

$
0
0

Fransa'nın divası, dünyaca ünlü müzisyen Edith Piaf'ın (1915-1963) 100. yaşı çeşitlik etkinliklerle kutlanıyor. Tiyatro Boyalı Kuş da, Yerevan Gençlik Tiyatrosu'nun sahneye taşıdığı “Edith Piaf-Marcel” adlı tek kişilik oyuna ev sahipliği yapacak.

Hagob Ghazanchyan'ın yönettiği, Mariam Ghazanchyan'ın rol aldığı oyun, 15-16 Ekim'de Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi'nde saat 20.30'da sahnelenecek. Kaldırım Serçesi lakabıyla tanınan Piaf, 19 Aralık 1915'te doğdu. Çocukken Paris sokaklarında şarkı söylemeye başladı. Champs-…lysées'de gece kulübü işleten Louis Leplée'nin tarafından keşfedildi. Yüzü aşkın şarkıya hayat veren Piaf, 19 Aralık 1963'te karaciğer kanserine yenik düştü. ‘Edith Piaf-Marcel' adlı müzikli oyun, sanatçının en büyük aşkı olan Dünya Boks Şampiyonu Marcel Cerdan'ın ölümünden sonra yaşadıklarını konu alıyor. Oyunda Piaf, 1949'da bir uçak kazasında hayatını kaybeden Marcel Cerdan'la iletişime geçmek için hayali bir dünya kuruyor.

‘Resim benim eylem biçimim'

$
0
0

Kendi kuşağının en ayrıksı isimlerinden biri olan Frank Auerbach (1931), başka bir deyişle İngiltere'nin yaşayan en önemli ressamlarından, Londra'da seneler sonra bir sergi açtı. Ülkenin önemli müzelerinden Tate Britanya'daki sergi, 90 yaşına yaklaşan sanatçıya saygı niteliğinde.

1939'da henüz sekiz yaşındayken, Nazi zulmünden kaçıp bir mülteci olarak İngiltere'ye sığınan çocuğun en büyük hayali, sanatçı olmaktı. Geride bırakmak zorunda kaldığı ailesi toplama kampında öldü. Londra'nın kuzeyinde savaş döneminden bu yana kendini kapattığı atölyesinde, yılın üç yüz altmış beş gününü üreterek geçirdi. Çok zorunlu olmasa yolculuk yapmadı. Müzelere, sergi açılışlarına ve bienallere yolunu düşürmedi. Yapı olarak biraz çekingen olduğunu itiraf eden ressam, yüksekten ve iri köpeklerden korktuğunu; araba kullanmayı ve yüzme bilmediğini dile getirerek, sahillerden ve köprülerden de uzak durduğunu söylüyor. Münzevi bir hayat süren sanatçı, “Resim sanatı, cesur olmak için nispeten güvenli bir alan.” diyor.

Sözünü ettiğimiz ressam, Frank Auerbach. İngiltere'nin yaşayan en önemli ressamlarından, kendi kuşağının en ayrıksı isimlerinden biri. Sanatçı, Londra'da on beş yıl sonra bir sergi açtı. Ülkenin önemli müzelerinden Tate Britanya'daki sergi, 1950'lerden günümüze uzanan yetmişe yakın tablo ve çizimle, 90 yaşına yaklaşan Auerbach'a saygı niteliğinde.

Aynı görünümün farklı halleri

Bir Yahudi ailenin çocuğu olan Auerbach, Londra'da sanat okuluna gider. 1950 ve 1960'lı yılların sanat ortamında Francis Bacon, Lucian Freud, Leon Kossoff ve R.B. Kitty gibi isimlerle yakın bir dostluk kurar. Londra'nın Camden Town semtindeki evini bir merkez alarak burayı kuşatan sokaklar, evler, dükkanlar ve insanlar resminin malzemesi olur. Resimlerindeki derinlik, doku ve mekan algısı unutulmaz bir tecrübe sunarken bu kendine özgü sesi ve ritmi Auerbach'ı özel kılar.

Tablolarında çok kalın bir boya tabakası oluşturan ressamın eserleri, bir kabartmayı andırıyor. Etrafında gördüklerini bir nevi kayıt altına aldığını söyleyen sanatçının portresini yaptığı insanlar senelerdir hiç değişmemiş. Dar bir alan olarak görülebileceği bu tutum ve odaklandığı çevre ancak onun münzeviliği ile açıklanabilir. Bir Auerbach ritüeline dönüşen bu tekrar, sıradan olanın her seferinde başka bir görme biçimiyle yeniden üretimi.

Sanatçının resim ile kurduğu duygusal bir bağ var, bu organik ilişki bir taraftan çekiliyor, öte taraftan artıyor ve onun ellerinde bir dile dönüşüyor. Bir tablosunu bitirmesi uzun bir zaman alabiliyor, zira yakalamak istediği sesin kendisini tatmin etmesi uzun sürebiliyor. Mükemmeliyetçi bir yapıya sahip Auerbach'ın bu dürtüsü onu seneler önce sattığı tabloları beğenmeyip geri satın almasına ve bunları imha etmesine kadar uzanabiliyor.

'Tek arzum unutulmayacak bir resim yapmak'

Boyanın oldukça kalın uygulandığı bu tablolarda sanatçının fırça ve ıspatula izleri, seneler içinde kullandığı renkler ve değişimler açıkça gözlemlenebiliyor. Serginin bu kronolojik kurulumu böyle bir deneyime imkan sağlıyor. E.O.W, S.A.W. ve J.J.W gibi isimler verdiği portreleri, kendi çevresinden isimlere işaret ederken, kent manzarası da Londra'ya bir övgü niteliğinde. Londra'da bir metro istasyonu olan Mornington Crescent adlı pek çok farklı görünümü olan eserinde, kentin sürekli değişen görüntüsüne bir göndermede bulunuyor. Günlük yaşamın kendisinden malzemeler ve görüntüler biriktiren sanatçının resimlerinde yabancılaşma ve yitirme gibi temalar da dikkat çekiyor.

Stüdyo adlı seri çalışması ise sanatçının kendi dünyasına bir davet niteliğinde. Çalışma ortamı ve onu kuşatan her şey bu içe bakışta öne çıkıyor. Resim serüveninde, bir mülteci çocuğun gözü kendisini gölge gibi takip ederken, şehre ve insanlara bu açıdan dikkat kesiliyor. İlk dönem tabloları Nazi zulmüne inceden göndermelerde bulunurken, kötülüğün sıradanlaştığı günümüze de bir ağıt niteliğinde. Dünyayı daha önce hiç görmemişçesine ele alışı ve onu yeniden üretimi de kullandığı renkler ve ışık oyunlarıyla cazibeli bir hal alıyor.

İlerleyen yaşına rağmen hâlâ ilk günkü gibi üreten sanatçı “Yaşlandıkça, zoraki tevazu sessizce yaklaşır. İnsan az bir zamanının olduğunun farkına varır. Bu yüzden, tek arzum unutulmayacak bir resim yapmak. Ardından bir tane daha üretmek. Sonrasında, bir tane daha yapabilmek için Allah'a dua etmek. Hepsi bu, başka bir şey yok!” diyor. Yılın en önemli sergilerinden biri olarak görülen bu retrospektif 13 Mart'a kadar ziyarete açık.

Köprüden görünmeyen Amerikan rüyası…

$
0
0

Amerikalı yazar Arthur Miller'in ünlü oyunu Köprüden Görünüş, sezonun iddialı yapımlarından. Oyun Atölyesi'nin sahnelediği yapımda, eserin Eddie karakterini Bülent İnal canlandırıyor. Televizyondan aşina olduğumuz İnal'ın ilk tiyatro deneyimi görülmeye değer.

“Onu dinlediğimden çok gözlerinin içine baktım. Doğrusu ne konuştuğumuzu güçlükle hatırlıyorum ama bana baktığında odanın nasıl bir karanlığa gömüldüğünü hiçbir zaman unutmayacağım. Gözleri bir tünel gibiydi.”

Amerikalı oyun yazarı Arthur Miller'ın Köprüden Görünüş adlı eserinden akıllarda kalan en çarpıcı replik bu. En azından bahsi geçen kişiyi canlandıran oyuncunun Bülent İnal olduğu düşünüldüğünde… Oyun Atölyesi'nin yeni oyunu ‘Köprüden Görünüş'ün saplantılı karakteri Eddie'nin odayı karanlığa gömen bakışları İnal'da fazlasıyla mevcut çünkü. Dizilerden aşina olduğumuz İnal, oyunda ‘tiyatro sahnesinde daha sık görürüz inşallah' dedirten bir performans sergiliyor. Hikâye ise göçmenlik, aşk, kıskançlık, tutku gibi konuların iç içe geçtiği bir dram.

Eddie, Brooklyn'de kendi halinde bir liman işçisidir. Hayatı ‘çok çalışıp evi döndürmekten' ibaret olan bu adamın çevresi tarafından bilinen özellikleri ise dürüst ve ahlaklı oluşudur. Fakat yıllar sonra bütün bu iyi hasletleri bir anda silinir gider. Eddie'nin herkesten hatta kendisinden bile sakladığı tutkusunu açığa çıkaran olaylar, İtalya'dan gelen uzak akrabanın, eşinin yeğenine âşık olması ile başlar. Çünkü Eddie de yeğen Catherine'e karşı karmaşık hisler beslemektedir. Eddie'nin, Catherine'e ‘büyüyeceğini hesap edemedim' sözleri ile belli belirsiz verdiği mesaj, genç kızın evden uçup gitme zamanı geldiğinde saplantıya dönüşür.

Aynı zamanda anlatıcı olan avukat rolündeki Alfieri (Kubilay Karslıoğlu) ete kemiğe bürünmüş bir vicdan gibidir Eddie için. Eddie'ye sürekli yanlış yolda olduğunu anlatmaya çalışır. Fakat tutkularının esiri olmuş bir adama ‘doğruyu anlatmak' yetmez.

Bu bir maharet mi bilinmez ama Köprüden Görünüş, ‘ben tiyatro eseriyim' diye bas bas bağıran yapımlardan değil. Arthur Miller'ın söylemek istediğini, lafı dolandırmadan veren berrak metnine, abartısız oyunculuklar –yeğen rolü için aynı şeyi demek çok mümkün olmasa da- ve sade bir dekor ile müzikler eklenince ortaya sinema tadında, izleyiciyi hiç sıkmadan oyunda tutan 110 dakikalık bir performans çıkmış.

Rüya kâbusa dönüşürken…

Köprüden Görünüş'ü, aşk-tutku-kıskançlık üçgeni ile örülü klasik bir dramdan ayıran şey oyunun isminde saklı. Olayın geçtiği semt, Brooklyn Köprüsü'nün altındaki Red Hook. Semtin varlığından sadece orada yaşayanlar haberdar. Bir de köprüden gelip geçenler biliyor. O da başlarını o yöne doğru çevirirlerse… Semtin nüfusunun çoğu Amerikan rüyasının peşinden gelen İtalyanlar. Sıradan Amerikalılar ise bu yeni misafirleri ya üçüncü sayfa haberlerinden ya da kulaktan kulağa dolaşan hikâyelerden tanıyor.

Köprüden Görünüş'ün iskeletini Miller'ın avukat bir arkadaşından dinlediği gerçek bir olay oluşturuyor. Rüyanın kâbusa dönüşmeye başlaması önce evlerin içinde hissediliyor. Tıpkı Eddie ile eşi Beatrice'in evliliğinde olduğu gibi. Buram buram bunalım kokan eve nefes aldıran yeğen Catherine'in (Nazlı Bulum) varlığı mühim o yüzden. Beatrice'in iki İtalyan akrabasının Brooklyn'e gelmesi ve bunlardan birinin Catherine'e âşık olması, yeğenin evdeki ‘mühim' varlığını tehlikeye atıyor. Ve Eddie'nin durağan hayatına hiç olmadığı kadar aksiyon geliyor. Keşke hiç gelmeseydi dedirten türde bir aksiyon… Sahnede gerçek bir hayat ve inandırıcı bir performans görmek isteyenler, ajandasına Oyun Atölyesi için bir tik atabilir.

Yaşar Kemal'e saygı konseri

$
0
0

Geçtiğimiz şubat ayında kaybettiğimiz, Türk edebiyatımızın büyük ustası Yaşar Kemal için bir saygı konseri düzenleniyor.

İngiliz şef James Judd'un yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası'nın vereceği konser 30 Kasım'da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda gerçekleştirilecek. Konserde, Yaşar Kemal'in gençliğinde derlediği ağıtlarından, Zülfü Livaneli'nin bestelediği film müziği Yer Demir Gök Bakır'ın yanı sıra 2007'de Milano'daki La Scala Operası'nda sahnelendiğinde büyük ses getiren, Kemal'in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Teneke' operasının da bazı bölümleri Türkiye'de ilk kez seslendirilecek. İdil Biret'in de konuk olacağı konser 20.30'da başlayacak.

VW skandalının filmini çekecek

$
0
0

Hollywood, otomotiv sektörünü olumsuz etkileyen Volkswagen (VW) skandalını fırsata çevirmenin peşinde.

Ünlü yapım şirketi Paramount Pictures ile ünlü oyuncu Leonardo DiCaprio'nun yapım şirketi Appian Way, skandalın kitap haklarını satın almak için harekete geçti. İki şirket, skandalın hikâyesini kaleme alan New York Times muhabiri Jack Ewing'in kitabının film hakları için ön anlaşma yaptı. Ewing, adı açıklanmayan kitabında büyük şirketlerdeki “daha fazla, daha iyi, daha hızlı” anlayışının etkilerini ve bu skandalın nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. VW, geçen ay patlak veren skandalın ardından dünya genelinde 11 milyon aracını geri çağırmış, şirketin CEO'su Martin Winterkorn istifa etmişti.

James Bond, Kıbrıs'ta mayın arayacak

$
0
0

Sinemanın en uzun süreli serisi James Bond'un yeni görevi belli oldu.

Seride, James Bond'u oynayan Daniel Craig'in yeni rotası Kıbrıs. Birleşmiş Milletler gönüllüsü olarak Kıbrıs'a gidecek Craig, mayınlı bölgelerin temizliğinde yer alacak. Birleşmiş Milletler, son 10 yılda Yeşil Hat adı verilen tampon bölgede 27 binden fazla mayını etkisiz hale getirdi. Fakat bölgede halen binlerce mayın olduğu tahmin ediliyor. Daniel Craig, bugün ve yarın, 20 kişilik bir Kamboçyalı mayın arama ekibiyle birlikte adada ‘temizlik' yapacak.

Şehre Koudelka gelmiş!

$
0
0

Bu yıl ikincisi düzenlenen Uluslararası Beşiktaş Fotoğraf Festivali Fotoİstanbul dünyaca ünlü çok sayıda fotoğrafçıyı konuk ediyor. Bu isimlerden biri olan usta fotoğrafçı Josef Koudelka, İstanbul'u gezdi, geçtiğimiz pazar günü bir söyleşide fotoğraf tutkunlarıyla buluştu. Beş yıldır Türkiye'nin arkeolojik alanlarını fotoğraflayan Koudelka, 20 yıl boyunca Akdeniz havzasında yaptığı çalışmaları, 2017'de Paris'te açacağı dev sergide ortaya çıkaracağını açıkladı.

2017 yılında Paris'in önemli tarihi mekânlarından Panthéon görkemli bir sergiye ev sahipliği yapacak. Dünyanın yaşayan en önemli fotoğrafçılarından Josef Koudelka, bunun müjdesini İstanbul'da verdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi konferans salonunu dolduran fotoğraf tutkunları aynı zamanda önemli bir haberi de bizzat almış oldu. 20 yıl boyunca bütün Akdeniz havzasında yaptığı çalışmalarını sergileyeceği dev etkinlikle ilgili “Türkiye'nin en ilginç yönü arkeolojinin önemli bir mirasına sahip olması ve dünyanın bunun farkında olmaması.” diyen Koudelka'ya göre önümüzdeki yıllarda dünya bunu daha çok konuşacak. Sergi ile eşzamanlı olarak hazırlanacak kitaptan sonra da 5 yıl boyunca arkeolojik alanları fotoğraflamak için geldiği Türkiye'den kopmayacağını söyleyen Koudelka, “Ben yine gelmeye devam edeceğim.” dedi.

1975 yılında, aralarında “Sürgünler” (1988), “Kaos” (1999), “İşgal 68: Prag” (2008) ve “Duvar” (2013) gibi eserlerin de bulunduğu bir düzine kitabın ilki olan “Çingeneler” yayımlandığında çoktan dünya fotoğraf tarihinde yerini almıştı Koudelka. 1991 yılında ise Yunanistan'ın başkenti Atina'da bulunduğu sırada bir sergi gördü. Sonra otelinin terasından baktığında önünde geçmiş zamanlardan kalma taş sütunlar ilgisini çekti ve arkeolojiyle ilgili ilk kare için deklanşöre bastı. Bu kare bundan sonra hayatını şekillendireceği yeni meşgalesinin de ilk kilometre taşıydı.

20 yıl boyunca adım adım Akdeniz havzasını gezdi. Her bir ülkeyi en az iki defa ziyaret etti. “Artık şimdi gitme imkânım yok, şanslıymışım.” dediği Libya'dan İtalya'ya, Yunanistan'dan Tunus'a çıktığı yolculuklarla arkeoloji fotoğrafına yeni bir soluk getirdi. Özel tercihi panoramik formatlı çerçevelere geçmiş zamanın izlerini zamansız anlar olarak dondurdu. Ama Türkiye onun için özeldi. Özel olduğu için de sadece beş yılını Türkiye'ye ayırdı. Ege'den Akdeniz'e taş kesilen uygarlıkların peşine düştü. En çok dünyanın Türkiye'deki arkeolojik mirastan yeteri kadar haberinin olmamasına şaşırdığını ifade eden Josef Koudelka, “Eminim ki yakın zamanda daha fazla insan bununla ilgilenecek.” diyor. Her ne kadar kilise olarak inşasına başlanmış ve aralıklarla bu fonksiyonu icra etmiş olsa da bugün Fransız entelektüellerinin gömüldüğü anıt mezar olarak bilinen Panthéon, kuşkusuz iki yıl sonra gözlerin Türkiye'ye ve Akdeniz'e çevrileceği önemli bir çekim merkezi olacak.

Afrodisias-Aydın

MİMAR SİNAN'DA SÖYLEŞİ YAPTI

9 Ekim Cuma günü başlayan İkinci Uluslararası Beşiktaş Fotoğraf Festivali Fotoİstanbul için Türkiye'ye gelen 145 fotoğraflık bir seçkisiyle Beşiktaş'taki sergi alanında yerini alan Koudelka, Mimar Sinan Üniversitesi'ndeki usta söyleşilerinde ise gösterdiği fotoğraflarının ardından soruları cevapladı. Kalabalık bir izleyici tarafından takip edilen gösterinin ardından usta fotoğrafçıya yöneltilen sorularla izleyiciler, Koudelka'dan fotoğrafçılık kariyeri, tecrübeleri, yeni nesle tavsiyeleri hakkında bilgi aldılar.

Söyleşi sonrasında bir izleyicinin, “Dün sabah erken saatlerde Ayasofya çevresinde fotoğraf çekerken sizi gördüm. Şaşırdım. Bu bir rüya olmalı dedim. Size selam verdim. Gülümsediniz bana, hatırlıyor musunuz?” sorusunu, “Birçok kişiyle selamlaştım. Siz onlardan biri olmalısınız...” derken, 77 yaşında uzak hayaller kuran bir genç adam enerjisini salondakilerle paylaşıyordu. 8 Kasım'da sona erecek festival ile ilgili ayrıntılı bilgi www.fotoistanbul.org'da.

Apollon Tapınağı-Side


Havacılık mühendisiydi

1938 yılında Moravia'da (Eski Çekoslovakya) doğdu Josef Koudelka. Kariyerine havacılık mühendisi olarak başladı. 1960'lı yılların sonlarında rotasını bütünüyle fotoğrafçılığa çevirdi. 1968 yılında P.P. (Prague Photographer) mahlası ile Prag'ın Sovyetler tarafından işgalinin fotoğraflarını yayımladı. 1969 yılında bu fotoğraflar ile isimsiz bir şekilde Denizaşırı Basın Kulübü'nün Robert Capa Altın Madalyası'na layık görüldü. 1970 yılında siyasi sığınma talebiyle Çekoslovakya'yı terk etmesinden kısa bir süre sonra, Magnum fotoğraf ajansına katıldı.

Büyükşehir, festivale meydan vermedi

Beşiktaş Belediyesi'nin düzenledği Fotoİstanbul, ABD, Asya, Avrupa ve Türkiye'den 60'a yakın sanatçıyı bir araya getiriyor. Fotoğraf sanatına önemli katkı sunan festival, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Beşiktaş Barbaros Meydanı, Beşiktaş Demokrasi Parkı, Ortaköy Yetimhanesi ve Ortaköy Kültür Merkezi'nde yapılması planlandı. Fakat, Beşiktaş Meydanı'na sergiler kurulurken İstanbul Büyükşehir Belediyesi zabıtaları meydanı bastı. Stantları söktü ve görevli bir çalışanı darp etti. Dünyada görsel dilin en yetkin isimlerinin olduğu festivalin açık hava etkinlikleri için meydana yakın bir ara mekan bulundu. İş makineleriyle düzlenen ve mıcır dökülerek doldurulan alana stantlar yerleştirildi. Fotoğrafçılar bunun özel bir tercih olduğunu düşünse de geride sanata ve fotoğrafa sansürden çekinmeyen bir yerel yönetim fotoğrafı kalıyordu. Fakat bunun ne sanatçılar farkındaydı, ne fotoğraf tutkunları...


Bahariye'de Cumhuriyet sergisi

$
0
0

Kadıköy'deki Bahariye Sanat Galerisi, 15 Ekim'de büyük bir karma sergiye ev sahipliği yapacak.

“Büyük Cumhuriyet” adlı sergide, Şeref Bigalı, Bahattin Odabaşı, Ümit Gezgin, Ziynet Özdoğan, Rezzan Peynircioğlu, Güler Özcan, Sibel Sicimoğlu, Hatice Keten, Tuba Akdağ, Mehmet Korkmaz, Gülsen Çakır, Işık Sungurlar, Buğurcan Baştuğ, Sakine Düzce, Çağla Yeliz Usta, Büşra İncirkuş, Zeliha Hosman, Gülizar Karaçam Doğaray, Pakize Akkaya, Görkem Utku Alpaslan, H.Suna Sönmezalp, Meral Yalçın, Zeynep Öztürk, Şehnaz Yalçın Wells, Neşegül Ekinci, İnci Şenel, Fatma Karaoğlu, Fatih Kaya'nın eserleri yer alacak. Sergi 27 Ekim'e kadar görülebilir. (www.bahariyesanat.com)

Didem Erbaş'ın 'Sukut-u Hayal'i

$
0
0

Ressam Didem Erbaş'ın ilk kişisel sergisi 'Sukut-u Hayal' Kadıköy'deki Hush Sanat Galerisi'nde 17 Ekim Cumartesi günü açılıyor.

Resim ve fotoğraflardan oluşan sergide, sanatçı 'Umut öldüğünde insan yaşayabilir mi?', 'Gerçeklikten uzaklaşıldığında geriye ne kalır?' sorularına cevap arıyor. 'Sukut-u Hayal' 5 Aralık'a kadar görülebilir. (www.hushgallery.org)

Üç yüz çocuk barış için bir araya gelecek

$
0
0

2005'te Edirnekapı'da kurulan Barış İçin Müzik Vakfı, onuncu yılını özel bir konserle kutluyor. Bugüne kadar 5 bin çocuğa müzik eğitimi veren vakıf, barış temalı konserde 300 genci bir araya getirecek.

15 Kasım Pazar günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde gerçekleştirilecek konserde vakfın farklı düzeylerdeki Vivaldi, Mozart ve Beethoven adlı orkestralarını 5 şef yönetecek: Vakfın sanat yönetmeni Sascha Goetzel, sürekli şefi Samuel Matus, vakıf eğitmenlerinden Özmen Genç, hem Barış için Müzik Beethoven Orkestrası üyesi olan hem de Vivaldi Orkestrası eğitmenliğini sürdüren Nihan Türkyılmaz (viyola) ve Ebru Kara (keman). Konserin başlama saati 17.00. (www.barisicinmuzik.org)

Paris'te Türkan Şoray'lı randevu

$
0
0

Geçen yıl ilk kez düzenlenen “Paris'te Türk Sinemasıyla Randevu”nun ikincisi 26-29 Kasım tarihleri arasında Champs Elysées Gaumont Marignan sinemasında gerçekleştirilecek.

Programın bu yılki “Onur Konuğu” Türk sinemasının Sultan'ı Türkan Şoray. 26 Kasım akşamı Champs Elysées Gaumont Marignan sinemasında yapılacak gala gecesinde sanatçıya Yaşam Boyu Onur Ödülü takdim edilecek. Selvi Boylum Al Yazmalım, Vesikalı Yarim dışında festivalde gösterilecek filmler henüz açıklanmadı.

‘Operanın Elleri' Kukla Festivali'nde

$
0
0

18. Uluslararası İstanbul Kukla Festivali önceki gün başladı. Festival kapsamında, İtalyan kukla sanatçısı Claudio Cinelli'nin ‘Mani d'Opera' (Operanın Elleri) adlı oyunu yarın ÖzdilekPark İstanbul AVM'de sahnelenecek.

Bu yıl Mani d'Opera ve Screch adlı oyunlarıyla festivale katılan Cinelli, gösterilerinde farklı kukla tekniklerini harmanlıyor. Bedensel engelli gençlerin de rol aldığı oyun 15.00'te başlayacak. Ayrıca İtalyan, İspanyol ve Rus sanatçılar, 17-18 Ekim tarihlerinde Forum İstanbul ve Marmara Forum'da gösterilerini sunacak. İtalyan fotoğrafçı Mauro Foli'nin dünyanın çeşitli ülkelerinden çektiği kuklacılarının fotoğrafları 20 Ekim'e kadar Mall of İstanbul'da sergilenecek. (www.istanbulkuklafestivali.com)

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live