Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

İKSV Salon kapılarını açıyor

$
0
0

Sanatın farklı dalları ile dünyanın dört bir yanındaki uluslararası sahnelerde boy gösteren müzisyenlere ev sahipliği yapan İKSV Salon, yeni sezonda ağırlayacağı isimlerle takipçilerine yine renkli ve yoğun bir program vaat ediyor.

Salon'da sezon, İzlanda'dan iki ses, Sóley ve grup Miss Crowley'nin Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında sahneye çıkmasıyla başlayacak. Miss Crowley ile Sóley, 3 Ekim Cumartesi 21.30 ve 22.40 olmak üzere arka arkaya sahnede olacak. Salon'un yeni sezonunda ayrıca, William Doyle 9 Ekim'de, folk-rock grubu Great Lake Swimmers 10 Ekim'de Sons of Kemet 14 Ekim'de Amerikalı indie-rock grubu Sebadoh 15 Ekim'de Brezilyalı Céu 16-17 Ekim'de, İsveçli Neneh Cherry ise ekim ayının son konserinde, Londralı grup Rocketnumbernine ile birlikte 30 Ekim'de konser verecek. (0212 334 07 52)


Ada sahillerinde bir düğün

$
0
0

Babasız büyüyen bir kızın, düğün günü yaşadığı babasını bulma telaşının ‘kendini arama' öyküsüne dönüşmesini anlatan Mamma Mia!'yı izlemek için fuayede beklerken, bu ‘basit' hikâyenin nasıl olup da 17 yıldır bütün dünyada kapalı gişe oynadığını düşünüyordum.

Müzikalin ‘kerameti' midir nedir, cevap yanıbaşımdan geçip gidiyordu. İki kızıyla birlikte oyuna gelen bir baba, kızlarından beş ya da altı yaşında olan küçüğüne sordu: “İçeri girmeden önce sana oyunun hikâyesini anlatayım mı?” Muhtemelen ilk kez Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi'ne (PSM) gelen ve etrafına şaşkınlıkla bakan kız babasına bakmadan “Hı, hı” dedi. Konuyu bildiği her halinden belli ablası da dinlerken küçük kıza müzikalin hikâyesini ayaküstü anlatıverdi baba: Bir kadının hayatında üç erkek varmış. Sonra bir kızı olmuş. Ama kızın babasının hangisi olduğunu bilmiyormuş. Yıllar sonra kız evleneceği zaman babasıyla tanışmak istiyor ve bu üç adamı da düğüne davet ediyor… “Nerde oluyor?” Efendim? “Düğün nerde oluyor baba?” Bir Yunan adasında.

Yaklaşık 20 yıldır birkaç nesli büyüten Mamma Mia! müzikali 7 yıl aradan sonra BKM organizasyonuyla geldiği İstanbul'da hikâyesini önceki akşam yeni kuşaklara da aktardı. 1999 yılında ilk kez sahnelendiğinden bu yana ‘dünyanın en eğlenceli ve en coşkulu müzikali' olarak anılan Mamma Mia!, annesiyle birlikte bir Yunan adasında yaşayan Sophie'nin hikâyesini anlatıyor. İngiliz yazar Cathrine Johnson tarafından kaleme alınan müzikal, hiç tanımadığı babasının kimliğini arayan bir kızın hikâyesi.

Donna Sheridan karakterinin son oyuncusu Judy McLane ile Sophie'yi canlandıran genç oyuncu Elena Ricardo'nun performansıyla önce çıkan müzikalde oyuncuların sahne ve müzikal hakimiyeti seyirciden tam not aldı. ABBA üyesi Björn Ulvaeus ve Benny Andersson'un bestelediği müzikler, ışıklandırma ve kostüm tasarımı Mamma Mia!'nın neden bir klasik olduğunu gösteriyordu.

Waterloo şarkısının müziğiyle açılan sahnede oyuncular Honey, Honey, Chiquitita, Money, Money, Money, S.O.S., Our Last Summer gibi klasikleşmiş ABBA şarkılarını coşkuyla seslendirdi. Final sonrası ‘encore' bölümünde ise seyircinin yoğun alkışları ile Mamma Mia!, Dancing Queen ve Waterloo şarkıları bir kez daha PSM'de yankılanırken seyirci ayaklanmıştı bile.

4 Ekim'e kadar her gün sahnelenecek müzikal, bugün ve yarın saat 21.00'de, cumartesi günü 15.30 ve 20.30'da, pazar günü ise 14.30 ile 19.30'da PSM'de seyirciyle buluşacak. (biletix)

Tüm arşivim bu sergide

$
0
0

Türkiye'nin görsel arşivinde önemli yere sahip usta fotoğraf sanatçısı İzzet Keribar, meslek hayatında 60. yılını ‘Millennium' sergisiyle kutluyor.

Seyahat ettiği 70 ülkede ve Anadolu'da çektiği karelerin yer aldığı serginin açılışı dün Teşvikiye'deki Galeri Işık'ta gerçekleşti. Açılış öncesi usta sanatçıyla sergide yer alan çalışmalarını konuştuk. İzzet Keribar, sergisinin ilk çocuğunun Ayasofya çalışması olduğunu söylüyor. Ayasofya'yı defalarca fotoğrafladığını söyleyen Keribar, bu sergi için gidip bir daha çekim yaptığını anlatıyor. “Çalışmanın ilk çocuğu çok sevildi. Sonra ardından kardeşi Sultanahmet'i yaptım. Çalışmalarda ilk ritim, çizgi çalıştık. Sonra küpleri yaptık. Küplerin olduğu 3 çalışmam var. Farklı ülkelerde çektiğim portreler ve Fas sokakları. Küpleri yapabilmek için çocuk oyuncakları satılan bir dükkândan küp aldım. 3 boyutlu algılanmasını istedim.'' Sergi, ülkeler arası bir yolculuğa çıkarıyor ziyaretçilerini. İstanbul'un incileri Ayasofya'dan, Sultan-ahmet'ten, Fas'ın saklı mavi incisi Chefchaoen'e, Mimar Sinan'ın dünyaca ünlü Selimiye Camii'nden Küba'nın rengârenk otomobillerine, Venedik Karnavalı'nın gizem dolu maskelerine kadar geniş bir dünyanın kapıları aralanıyor.

“FOTOĞRAF TÜM HOBİLERİMİN ÖNÜNE GEÇTİ''

30 yıllık arşivini bu sergi için açtığını belirten Keribar, farklı teknikler uyguladıklarını anlattı. Göz zevkiyle hareket ettiklerini ve bir ekip çalışmasına imza attıklarını belirtti. Keribar, serginin amacını şöyle anlatıyor: “Fotoğrafa farklı bir bakış açısı kazandırmak ve kendimden söz ettirmek için başladım. İzleyenler beğensin ya da beğenmesin bu ses getirecek. Kimi taklit edecek, kimi, ‘bu sanat mı' diyecek ama konusu olacak.”

AYASOFYA

Fotoğrafçılıktan önce tekstil işi yapan Keribar, istifa edince vazgeçemediği hobisi fotoğrafçılığı meslek edindiğini anlatı. Hobilerinin sanatına yansıdığını belirten Keribar, şunları kaydetti: “En önemli hobim klasik Batı müziği. Bu sergideki çalışmaların ritimleri biraz bunun sayesinde oldu diyebilirim. Bir de İsviçre pulları dikkatimi çok çekmiştir. Çok zahmetli bir sanat işçiliğidir İsviçre pulları. Ancak müzayedelerde ulaşabildim. 10 yıl sürdü bu merakım. Sonra ev almaya kalkınca pulları satmak zorunda kaldım. Antikaya karşı da merakım var. Sergide yer alan İznik çinilerinin olduğu çalışmam bu merakımın göstergesi. Porselen ve çinicilik benim uzmanlık alanım. Bu konuda konferanslar verdim. Ama fotoğrafçılık tüm hobilerimin önüne geçti. İflas edince 60 yaşında işsiz kaldım. Evde oturmak yerine tekstil firmamın tabelasını değiştirdim görsel tanıtım yaptım.''

ARABALAR

“Dijital fotoğrafçılıkta yaşıtım olan meslektaşlarım geri kaldı”

Dijital fotoğrafçılığın nereye gittiğini öngöremediğini söyleyen Keribar, zamanın içinde bir sanatçı. Geleneksel fotoğrafçı olduğunu söylese de dijitale de ayak uydurduğunu anlatıyor: “Benim yaşımda kime baksak bu alanda geri kaldı ama ben geri kalmadım. 2002'den beri dijital fotoğrafçılık dersi veriyorum. Öğrencilerim var hâlâ görüştüğüm. Fotoğrafın artık siyah beyaz filmli çekim olmadığının farkındayım. Siyah beyaz çekim tabii çok severim ama bu, artık dünyada geçerli değil. Müzelerde geçerli olacak belki ama dünyamızda geçerli değil. 2002'den beri dijitalciyim. Hiç film çekmiyorum. Ama kurallar çok önemlidir. Geri plan, dengeler, ışığın durumu her şey önemli. Bütün bunlar değişti. Kuralları kimse önemsemiyor. Ama böyle çekenler modern müzik gibiler, dinlenip kapağı hemen kapatılacak.'' Sergi, 11 Ekim'e kadar görülebilecek.

PORTRELER

Masallar arasında

$
0
0

Shakespeare'in Bir Yaz Gecesi Rüyası klasiğinden ilhamla sinemaya uyarlanan animasyon, adı gibi tuhaf bir peri masalı.

Filmde, güçlü bir iksir için verilen savaşta goblinler, elfler, periler ve diğer yaratıklardan oluşan renkli karakterlerin hikâyesi, son 60 yılın popüler şarkılarından esinlenerek anlatılıyor. Bu garip ve eğlenceli evrenin ardında ise Yıldız Savaşları'nın yönetmeni George Lucas'ın yapım şirketi var.

‘Efsane' kardeşler

$
0
0

1950'li ve 60'lı yıllarda İngiltere'de terör estiren gangster ikiz kardeşler Ronald Kray ve Reginald Kray kardeşlerin gerçek hayat hikâyelerinin anlatıldığı Efsane / Legend, Kray kardeşlerin bir şehri hakimiyeti altına alışının ardında yatan sırları ve acımasız yeraltı suç dünyasının kapılarını aralıyor.

Yüzyılın satrancı

$
0
0

Şah Mat, 1960'ların sonunda, Soğuk Savaş döneminde bir Amerikalı diğeri Rus iki satranç ustasının efsanevi karşılaşmalarını anlatıyor.

Amerikalı satranç ustası Bobby Fisher ile Rus rakibi Boris Spassky'nin 1972 yılında İzlanda'da yaptığı satranç mücadelesi ‘Yüzyılın Maçı' olarak tarihe geçer. Bobby Fisher psikolojik sorunlarıyla mücadele ederken bu zorlu karşılaşmaya da hazırlanmaya çalışır.

Bir mum yak, ruhumun karanlığına

$
0
0

Bir Zeki Demirkubuz filmi olmasaydı Bulantı'yı sonuna kadar izlemezdim.

Ana karakterin yaşadığı bütün o ‘eski', bildik buhranları çekilir kılabilecek tek sebep, Demirkubuz'un bu kadar ‘bunaltı'yı sadece bizim zihnimizi ve kalbimizi bulandırmak için yapmayacağını bilmek; en azından bunu ümit etmek… Sabrımın karşılığını tastamam aldığımı söyleyemesem de iki saate yaklaşan kıvranmaların bir ‘şey' için olduğunu görmek biraz rahatlatıcıydı. Fakat sorun şu ki, uğruna beklediğimiz o şey ‘yeni' değil.

Bir yas sürecini anlatıyor Bulantı. Üniversitede öğretim görevlisi Ahmet, karısını aldattığı gece, onun ve kızının trafik kazasında öldüğü haberini alır. Bu trajik olaydan sonra, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam eder. Ama geçmişin yükünü daha fazla taşıyamaz...

Orta sınıf bir aydının kendiyle hesaplaşmasının filmi Bulantı. Tabii ki bu hesaplaşma Dostoyevski evreninde gerçekleşiyor. Finalde Ahmet ile Neriman'ın durumu, Raskolnikov ile Sonya'nın o meşhur sahnesini hatırlatıyor. Ahmet'in annesinin teklif ettiği mevlüt okutma, yas sürecinin dini bir ritüeli. Fakat Ahmet, bu süreçten Neriman'ın ayaklarına kapanarak, hesaplaşmasını, günahlarını, acılarını ortaya dökerek çıkabilecektir. Demirkubuz sinemasında alışıldığı üzere Bulantı'da da garip bir dini-metafizik bir damar var. Doktor ile Ahmet arasındaki diyalog, hayır ve şerrin göreceli olduğuna işaret eden Bakara Sûresi'nin 216. âyetini çağrıştırıyor.

Teknik yönden, Kıskanmak ve Yeraltı'nda benzerini gördüğümüz mum ışığındaki sahneler usta işi. Başrolü Demirkubuz'un oynaması ise filmin oyunculuk gücünü zayıflatıyor. Zeki Demirkubuz'un filmografisinde ileri bir adım olmayan Bulantı, yönetmenin Bekleme Odası, Yazgı ve İtiraf filmleriyle akraba. Sadece onun filmlerine âşina olan seyirci için değil, yönetmenin ‘hastası' sinemaseverler için bile izlemesi zor bir film. Tahammül gösterip izleyene yönetmenin kişisel dünyasına nüfuz etme imkânı veriyor.

Havasına, ‘su'yuna, taşına, toprağına... [VİZYONDAKİLER]

$
0
0

Ridley Scott'ın yönettiği Marslı, görselliği, kurgusu ve oyunculuğu ile ‘su gibi akan' bir film. Yönetmenin önceki bilim-kurgularının yanında felsefi anlamda zayıf kalan Marslı, mizahi ve görsel yönüyle geniş kitlelere hitap edebilecek eğlenceli bir uzayda hayatta kalma filmi.

Geçen yıl bu zamanlar 510 milyon km uzaklıkta bir kuyruklu yıldızın yüzeyine inilmesinin ‘heyecanı'nı duymuştuk. Bu hafta içinde NASA, Mars'ta su bulunduğunu açıkladı. Bugün ise Mars'ta bir başına hayatta kalmaya çalışan bir astronotun öyküsünü anlatan Marslı gösterime giriyor.

Oscar'lı yönetmen Ridley Scott'ın yeni filmi Marslı, NASA'nın Mars'ta su bulduk açıklamasından birkaç gün sonra gösterimde. NASA'nın Mars'a düzenlediği araştırma görevi sırasında çıkan şiddetli fırtınada astronot Mark Watney kaybolur. Yeterli zamanı olmayan ekip, onu geride bırakarak dönmek zorunda kalır. Mark, gözünü açtığında Kızıl Gezegen'de yapayalnız kaldığını görür. Zekasını ve uzmanlığını da kullanarak elindeki sınırlı imkanlarla NASA'ya sinyal gönderir. NASA çalışanları ‘Marslı' Mark'ın eve dönmesi için uğraşırken, onu Mars'ta bırakan ekip arkadaşları da kurtarma operasyonuna katılır.

ZAMANE BİLİM-KURGULARI

Andy Weir'in aynı adlı romanından uyarlanan Marslı, ‘su gibi akan' bir film. Yönetmen ustalığı, görsel gücü, kurgusu ve oyunculuğuyla seyirciyi oturduğu koltuktan Mars'a götürmeyi başarabilen bir yapım. Ayrıca, mizahi yönü o kadar baskın ki, bir süre sonra kuşku uyandırıyor. Mars'ta bir başına kalan astronotundan en ‘lüzumsuz' çalışanına kadar NASA'daki tüm personelin ‘humour'u bir karikatür dergisi çalışanları için bile fazla. Gerçekte de böyleyse NASA'nın sırtı yere gelmez!

Ne var ki, zamane bilim-kurgularının malum kusuru Marslı için de geçerli. İnsanlığa ya da varoluşa dair felsefi metni olan bilim-kurgulardan ziyade, uzayda geçen, Hollywood söyleminin taşıyıcısı filmler izliyoruz artık. Alfonso Cuaron'un Yerçekimi de böyleydi, Christopher Nolan'ın Yıldızlararası da. Sinema teknolojisinde devrime yol açan Avatar'ın bile bu şekilde olduğu düşünülürse ‘eski' bilim-kurguların devri kapandı herhalde. Alien (1979) ve Blade Runner (1982) gibi iki bilim-kurgu zirvesinin yönetmeni Ridley Scott da bu furyaya uymuş sonunda.

MARS'A GÖTÜRÜP SUSUZ GETİRİYOR

Marslı, Mark Watney'nin yaklaşık üç yıl süren hayatta kalma mücadelesini olabilecek en ‘anaakım' kodlarla anlatıyor. Hatta eline geçen ‘ilk insan', kolonizasyon gibi münbit alanları birkaç espriyle geçiştirmeyi tercih ediyor.

Diğer taraftan, ‘talihsiz' bir zamanlama ile gösterime giriyor Marslı. Sanılanın aksine, filmin vizyona girmesine birkaç gün kala NASA'nın yaptığı “Mars'ta su bulduk.” açıklaması Marslı'nın PR çalışmasından ziyade, NASA'nın Hollywood'u ters köşeye yatırması gibi görünüyor. Ridley Scott, The Times'a verdiği röportajda, baştan beri NASA ile çalıştıklarını fakat Mars'ta (likit halde) su bulunduğundan iki ay önce haberdar olduğunu söylüyor. “Vakit azdı yoksa bunu filme eklerdim” diye de hayıflanıyor. Bu açıklamaya bakarak NASA'nın Hollywood'a sıkı bir çalım attığını söyleyebiliriz. Öyle ki, Mark Watney'nin ifadesiyle “Dünyanın en zeki insanlarının çalıştığı” NASA, Hollywood'u Mars'a götürüp susuz getiriyor!

Prometheus (2012) dâhil, Ridley Scott'ın önceki bilim-kurgularının yanında felsefi anlamda zayıf kalan Marslı, mizahi ve görsel yönündeki gücüyle geniş kitlelere hitap eden eğlenceli bir uzayda hayatta kalma filmi.


Devlet Tiyatrosu'nda Bakanı Bekliyoruz

$
0
0

Devlet Tiyatroları (DT) 1 Ekim'de perdelerini açtı. Açıklanan programlarda Ankara için ilk hafta yeni oyun koymayarak Ankara seyircisini üzen DT, ikinci ve üçüncü haftaya üç yeni oyunla sevindirdi.

Ankara DT, ikinci haftada Kurnaz Aşıklar, üçüncü haftada ise Grönholm Metodu ve Son Tango oyunlarının prömiyerini yapacak. Devlet Tiyatroları'nın İstanbul ayağında ise ikinci ve üçüncü haftalarda herhangi bir ilk oyun sahnelenmeyecek. İlk hafta ilk kez sahnelenen Aziz Nesin'in Çiçu oyununu izleme şansı bulan İzmir seyircisi, üçüncü hafta da bir başka ustanın, Necati Cumalı'nın Bakanı Bekliyoruz oyununu izleyebilecek.

Devlet Tiyatroları'nın 1 Ekim'de seyirciyle başlayacak oyunlarının ikinci ve üçüncü hafta programları da açıklandı. İlk haftaya yeni bir oyunla giremeyen Ankara DT, ikinci ve üçüncü hafta seyirciyi sevindirecek. İşte il il Devlet Tiyatroları'nın ikinci ve üçüncü haftada sahneleyeceği ilk oyunları...

ANKARA'DA ÜÇ YENİ OYUN

Ankara seyircisi 6 Ekim Salı günü George Farquhar'ın yazdığı İlham Yazar'ın yönettiği Kurnaz Aşıklar oyununu izleyebilecek. Çayyolu'nda bulunan Cüneyt Gökçek sahnesinde sahnelenecek oyun, 12 gün boyuncaseyirci karşısında olacak. Oyunun tanıtım bülteni şöyle: "Türkiye prömiyeri yapan Kurnaz Aşıklar oyunu, 1700'lü yılların İngiltere'sinde geçiyor. Bir taşra kasabası olan Lichfield'de kurnazlık peşinde olan iki âşık; Archer ve Aimwell kurguladıkları planda başarılı olabilmek için titizlikle hareket ederler ve şansın da yardımıyla, kendilerini bu küçük kasabaya kısa zamanda kabul ettirirler. Bu andan itibaren oyunda düğümler atılmaya başlanır. Rastlantılar, planlar birbirine karışır. Krizleri, fırsatlara dönüştürme konusunda birer usta olan bu ikili, oyundaki bütün hikâyeleri birbirine bağlayıp maceralarının yazarı olurlar."

Üçüncü hafta ise iki yeni oyun birden Ankaralılara hitap edecek. 13 Ekim Salı günü Çankaya Şinasi Sahnesi'nde Jordi Galceran'ın yazdığı, Sinan Pekinton'un yönettiği Grönholm Metodu oyunu seyirciyle ilk kez buluşacak. Oyun için, "İspanyol yazar Jordi Galceran, acımasız iş dünyasının yeniden tanımladığı 'profesyonellik' ve 'fedakârlık' kavramlarını sorgularken, insanların zaaflarının bu mücadeledeki yerini kara bir komedi içinde sunuyor. Bir akşamüstü, şık bir plaza, büyük bir şirketin satış müdürlüğü pozisyonunun son etabı..." açıklaması yapılıyor.

16 Ekim Cuma günü ise Özcan Özer'in yazıp Hakan Çimenser'in yönettiği Son Tango oyunu Çankaya'da bulunan Akün Sahnesi'nde sahnelenecek. Son Tango oyunun tanıtım bülteni şöyle: "1976-83 yılları arasında Arjantin'de geçer. Dönemin Arjantin'inde yaşanan cunta ve baskı döneminde; birbirine aşık olan Pedro ve Maria'nın hayata tutunma üzere kendilerinde sakladıkları aidiyet duygularının (aşk ve politik aidiyet) gösterdikleri tüm dirence karşın ellerinin arasından kayıp gidişini anlatır oyun. Ülkelerinde yaşanan ekonomik işgalin bedelini birlikte öderler..."

İSTANBUL'DA İKİNCİ HAFTA YENİ OYUN YOK, İZMİR SEYİRCİSİ ŞANSLI

Devlet Tiyatroları'nın ilk hafta programında İstanbul'da Purnima ve Sırlar Ormanı oyununu ilk kez seyreden seyirci, ikinci ve üçüncü hafta yeni oyun izleyemeyecek. İstanbul seyircisi, ikinci ve üçüncü hafta daha önce sahnelenmiş, Eğer Bu Bir Film Olsaydı, 57. Alay, Sevgili Hayat, Purnima ve Sırlar Dünyası, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Profesyonel, İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı, Hamlet, Yaşamak Denen Bu Zahmetli İş gibi oyunları seyredecek. İzmir seyircisi yeni oyun konusunda diğer illere göre daha şanslı. İlk hafta Aziz Nesin'in ilk kez sahnelenen oyunu Çiçu'yu izleyen İzmirli, 16 Ekim Cuma günü de bir başka ustanın, Necati Cumalı'nın Bakanı Bekliyoruz oyununu izleyebilecek. Sedat Şenoğlu'nun yönettiği oyunun konusu şöyle: "Dönemin Sağlık Bakanı'nın kasabalarını ziyaret edeceği haberini alan Urlalılar merak içerisinde beklerken, kasabada hummalı bir hazırlık başlamıştır bile… İlçeyi bakan teftişine hazırlamak için her köşede devam eden çalışmalar arasında; şaşkın, meraklı ve tedirgin bekleyen kasaba sakinlerinin gülümsetirken, sorgulatan hikayeleri."

KONYA VE SİVAS'TA İKİNCİ HAFTA YENİ OYUNLAR VAR

Benzer şekilde Konya seyircisi de ilk oyun konusunda şanslı illerden biri. İlk hafta Rona Munro'nun yazdığı ve Barış Erdenk'in yönettiği Demir oyununu izleme şansı bulan Konya izleyicisi, 7 Ekim Çarşamba günü de Hakan Güven'in yazıp Hakan Alkan'ın yönettiği Kırmızı Başlıklı Kurt oyununu izleyebilecek. İlk hafta prömiyeri yapılacak Nilbanu Engindeniz'in yazdığı ve Murat Atak'ın yönettiği Bana Mastika'yı Çalsana oyununu izleyen Bursa seyircisi, ikinci ve üçüncü haftaları yeni oyun konusunda boş geçecek. Diyarbakır, Adana, Trabzon, Antalya ve Erzurum sahnelerinde ilk hafta prömiyeri yapılan bir oyun dışında, ikinci ve haftalarda yeni oyun oynanmayacak. Sivas'ta da 16 Ekim Cuma günü Fernando Arrabal'ın yazdığı, Nesimi Kaygusuz'un yönettiği Üç Tekerlekli Araba oyunu ilk kez sahneye konacak. Oyun için "Dünyanın herhangi bir yerinde, ötesinde ve gerisinde tam ortada sıkışmış dört insan... Dört kocaman hayat küçücük dünya… Apal, Climando, flütçü ve Mita'nın hayatları bir cinayetle içinden çıkılamaz hale gelir. Bu değişimi hep birlikte izlerken, sorular soracağımız bir oyun…" açıklaması yapılıyor.

Şehir Tiyatroları ‘barış' istiyor

$
0
0

Geçtiğimiz yıl, 100. yaşını ‘yönetim krizi' eşliğinde kutlayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (ŞT), yeni sezonda ‘uzlaşma'yı sağlamış görünüyor.

Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu, dün Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde yeni sezon repertuvarını açıklarken 2015-2016 sezonun temasının barış olduğunu söyledi. “Tiyatro barıştırır” sloganıyla açıklanan yeni sezonda 14'ü yeni olmak üzere 37 oyun sahnelenecek. Bunlar haricinde 9 adet çocuk oyunu da repertuvardaki yerini aldı.

Erhan Yazıcıoğlu ile yönetim kurulu üyelerinin hazır bulunduğu toplantıya İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanı Abdurrahman Şen ile birlikte görevden alınması tepkiyle karşılanan ve geçtiğimiz Ağustos ayında yeniden ŞT Müdürü olan Salih Efiloğlu da katıldı. Erhan Yazıcıoğlu bu duruma “Sayın müdürüm kendisinin yokluğunda Şehir Tiyatroları'nı karıştırdığımı görmüş olacak ki, kurumu zapt u rapt altına almak için geri döndü.” sözleriyle ironiyle karışık bir atıf yaptı.

Erhan Yazıcıoğlu'nun toplantı süresince üstüne basarak birkaç kez vurguladığı ‘barış' ve ‘uzlaşı' teması, yeni sezonun tanıtım filminde de öne çıktı. “Şehir Tiyatroları sadece tiyatro yapar” ve “Tiyatro barıştırır. Tiyatro uzlaşma sanatıdır” gibi cümleler, tiyatrocular ile iktidarın son birkaç yıldır artan bir şekilde yaşadığı yönetim, baskı ve sansür krizlerini akla getiriyor. Nitekim yeni sezonun programına bu ‘uzlaşı' anlayışı yansımış gibi. Yazıcıoğlu'nun dile getirdiği “Yeter ki sahneler açık dursun.” kaygısı repertuvara bakınca net bir şekilde görülüyor.

REİS BEY, ÜÇ KURUŞLUK OPERA, SUSUZ YAZ

Samuel Beckett'ın Ders'i, Düğün Evi Oyun Evi ile İki Kadın oyunlarının çıkarıldığı repertuvara yıllar sonra Necip Fazıl'ın Reis Bey'i girmiş mesela. Üstelik Erhan Yazıcıoğlu'nun rejisörlüğünde. Bunun yanında Nazım Hikmet'ten Kuvayı Milliye Destanı da sezonun yeni oyunlarından. Üç Kuruşluk Opera belki de sezonun en önemli sürprizi. Bu yılın ‘konuk rejisörleri'nden, yıllar sonra Şehir Tiyatroları'na dönen Zeliha Berksoy sahneleyecek Brecht'in oyununu. Uzun süredir sahnelenmeyen Cyrano de Bergerac ve Metin Erksan'ın klasik filminden dolayı, neredeyse bir edebiyat eseri olduğu unutulan, Necati Cumalı'nın Susuz Yaz'ı yeni sezon repertuvarında öne çıkan oyunlar. Ayrıca, Shakespeare'in On İkinci Gece'si, Orhan Alkaya'nın yönetimiyle Gorki'nin Ayaktakımı Arasında'sı, Haldun Taner'in ‘efsane' Devekuşu Kabare'si ve Turgut Özakman'ın Fehim Paşa Konağı da seyirciyle buluşacak. Şehir Tiyatroları'nda sezonun ilk oyunları 7 Ekim Çarşamba günü sahnelenecek.

Yeni oyunlar:

On İkinci Gece (Serdar Biliş), Devekuşu Kabare (Emre Koyuncuoğlu), Ayaktakımı Arasında (Orhan Alkaya), İki Arada Bir Yerde (Yıldıray Şahinler), Kuvayı Milliye Destanı (Hakan Yavaş), Fehim Paşa Konağı (Kemal Kocatürk), Üç Kuruşluk Opera (Zeliha Berksoy), Oyunun Oyunu (Ali Gökmen Altuğ), Cyrano de Bergerac (Mehmet Birkiye), Sonsuz Öykü (Arif Akkaya), Utanmazın Defteri (Bora Seçkin), Radyonun İçindekiler, Susuz Yaz, Reis Bey (Erhan Yazıcıoğlu).

Devam eden oyunlar:

Çürük Temel (Engin Alkan), Kerbela (Ayşe Emel Mesci), Cibali Karakolu (Nedret Denizhan), On İki Öfkeli Adam (Arif Akkaya) Terzi (Ragıp Yavuz), Komşum Hitler (Tolga Yeter), Sırça Hayvan Koleksiyonu (Yıldırım Fikret Urağ), Ölü Ordunun Generali (Nurullah Tuncer), Bir Yaz Gecesi (Aleksandar Popovski), Kısasa Kısas (Zişan Uğurlu), Vişne Bahçesi (Engin Alkan), Çin Kahvesi (Can Doğan), Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli (Zuhal Ergen), Yolcu (Yıldırım Fikret Urağ), Ocak (Yıldırım Fikret Urağ), Lysistrata “Kadınlar Savaşırsa” (Kemal Kocatürk), İstanbul Efendisi (Engin Alkan), Zengin Mutfağı (Aslı Öngören), Türkiye Kayası “Bir Göç HikÂyesi” (Şükrü Türen), Vakti Geldi (Naşit Özcan), Ölü Adamın Cep Telefonu (Arda Aydın), Hayal-i Temsil (Yiğit Sertdemir), Şekerpare (Engin Alkan)

‘Özdemir Asaf'a kültür terörizmi uygulanıyor'

$
0
0

Türk şiirinin ustalarından Özdemir Asaf'ı anlatan “Bir Usta Bir Dünya: Özdemir Asaf-Tüm dünyayı kucaklamak istedim; kollarım yetişmedi” sergisi önceki gün Caddebostan Kültür Merkezi'nde açıldı. Açılışa, şairin üç evladı; Seda, Olgun ve Gün Arun katıldı. Arun'lar oldukça doluydu. Hepsi yaşadıkları ‘kültür terörizmini' dile getirdi.

Özdemir Asaf'ın dört çocuğu var. Seda Arun ilk eşi Sabahat Selma Tezakın'dan. Gün, Olgun ve Etkin Arun'un anneleri ise Türkiye'nin ilk kadın fotoğraf sanatçılarından Yıldız Moran. Babasının evraklarını zaman zaman kitaplaştıran Seda Arun Bodrum'da yaşıyor, serginin açılmasında büyük emeği bulunan Olgun Arun İstanbul'da, Gün ve Etkin Arun ise yurt dışında. Kardeşler sergi vesilesiyle tekrar bir araya gelmiş ve bu birliktelik Özdemir Asaf'a ait 50 bin evrakın ortaya çıkmasını sağlamış. Olgun Arun, “Biz yaklaşık 10 bin evrak var sanıyorduk, 50 bine çıktı sayı.” diyor. Bir de Arun ailesi bugüne kadar çok dolmuş. Serginin açılışında, yaşadıkları kültür terörizmini dile getirdiler. Özellikle Seda Arun, “Söylemek istediğim bazı şeyler var. Bunları yazacaksanız konuşalım.” dedi. “Elbette” deyip başladık.

Nedir sizi bunca öfkelendiren?

Bunları hiç konuşmadım, ilk kez söylüyorum. İnternette Özdemir Asaf'a ait olmayan birçok şiirin altına imzası atılıyor ve paylaşılıyor. Gazeteci-yazarlar da bunu yapıyor. Bakın isim de veriyorum. Hıncal Uluç, Nazlı Ilıcak ve Ali Eyüboğlu. Bazı sitelere zaman zaman uyarı gönderiyorum, ama yanlışta ısrar ediyorlar. Üstelik kitap hediye ettiğim arkadaşlarım bile ısrarla paylaşıyor.

Hınca Uluç ya da Nazlı Ilıcak hangi şiiri yanlış yazdılar?

“Benim beş yaşım, on yaşım, on beş yaşım” diye bir şiir var. Çok uzun bir şiir. Doksan yaşına kadar devam ediyor. Bu şiir babama ait değil elbette. Ama internette şiirin altında babamın dört dizeden oluşan “Do” şiiri eklenmiş. Üstteki dört dizenin üzerinde bir isim olmadığı için diğer şiiri Do ile birleştiriyorlar. Nazlı Ilıcak da aynen alıp ‘Özdemir Asaf şiiri' diye yayınladı. Kendisine mail gönderdim, bir sonuç olmadı.

İnternetin maalesef böyle bir zararı var ve gittikçe bu sorun yayılıyor…

Hıncal Uluç da aynı hatayı yapıyor. Bir okurundan gelen “Sen bana bakma ben senin baktığın yerde olurum.” dizesini yazmış. Biliyorsunuz aslı, “Sen bana bakma ben senin baktığın yönde olurum.” şeklinde. Zaten şiirin ismi Yön. Hıncal Uluç'a da yazdım, cevap olarak “Özdemir Asaf'ın bütün şiirlerini biliyor musunuz?” dediler. Hadi gençler, yanlışlar yapıyorlar. Ya bu büyükler!

Şiirlere neden bu kadar vakıf olduğunuzu anlamamışlar sanırım…

Evet ama bu benim sorunum değil... Özdemir Asaf'ın şiirlerinde kullanmadığı kelimeler var bir kere; ızdırap, gözyaşı, terk edilmeye dair şeyler… Izdırap verici sözcükleri kullanmıyor. Hırçın kelimeler olduğu için. Z ve Ç harflerini az kullanıyor. “Tüm dünyayı kucaklamak istedim, kollarım yetişmedi” diyen bir şair Özdemir Asaf. Şiirlerinin kendi içinde yumuşaklığı, ara kafiyeleri bulunuyor. Bakın bir olay daha anlatayım.

Ne çok dolmuşsunuz, bu olaylar sizi bayağı üzmüş…

Cihangir'de bir yemek için toplanmıştık. O toplantıda bir arkadaşımız Orhan Veli'den şiir okumak istedi. Okudu, ama o şiir Orhan Veli'nin değildi. Elimde delil olmadığı için o an itiraz edemedim. Bir hafta araştırdım, kim çıktı biliyor musunuz? Melih Cevdet Anday'ın Garip döneminde yazdığı bir şiir… Her şairin şiirinin bir müziği vardır, Orhan Veli'nin, Behçet Necatigil'in, Yahya Kemal'in, Özdemir Asaf'ın. Onu yakalamak gerekiyor.

Bu olay ne zaman oldu?

On-on sekiz yıl kadar önce. Nahit Hanım'ın sofrasında yaşandı. Biliyorsunuz Nahit Hanım, Orhan Veli'nin son sevgilisiydi. Cihangir'deki evinde toplanmıştık. Cuma günleri onun sofrası arkadaşlarına açık olurdu. Herkes tanıdığı arkadaşını getirir, tanıştırırdı Nahit Hanım'la. Genellikle şiir, resim, müzik severler yani sanatla ilgisi olan kişiler gelirdi.

Babanızla ilgili zaman zaman kitaplar hazırlıyorsunuz. ‘Sana Mektuplar', ‘Hidim' çok güzel bir kitaptı. Yeni bir çalışmanız var mı?

Var tabii, olmaz mı? Sana Mektuplar'da babamın yazdığı mektupları bir araya getirmiştik. Şimdi, babama yazılan mektupları topladım. Annesi, annem, ikiz kardeşi, Halikarnas Balıkçısı, Oktay Akbal, Avni Dökmeci, Lütfü Özkök, Orhan Aldıkaçtı… Bir kitaplık mektup var. Kitabın adını şimdilik söylemeyeyim. Yayınlanmasını istiyorum, inşallah olur.

‘BABAMA AİT 50 BİN EVRAK TOPLADIK'

Olgun Arun: “Biz dağınık bir aileyiz. Ben İstanbul'dayım ama ablam Bodrum'da, abim yurtdışında. Ailemizin bir kısmı İngiltere'de, bir kısmı Amerika'da. Sergi gündeme gelince, bu dağınık arşivi bir araya getirme süreci başladı ve bizim bilmediğimiz pek çok doküman ortaya çıktı. Babamın el yazmaları, bir defterin arasından çıkan tasarımları, çok önemli bir şiirin ilk yazıldığı hali, çalışma defterleri, 1970 yılında çıkan bir kitabın, şiirin aslında 1945'te yazıldığını anlamamız gibi pek çok bilgi… Sonuçta elimizde dijitale de aktardığımız bir külliyat oluştu. Biz 10 bin civarında bir evrak var sanıyorduk, 40-50 bine yakın doküman ortaya çıktı. O kadar geniş bir arşivi sergilemek mümkün olmadı tabii. Arşive özel bir site hazırlamayı planlıyoruz. Evrakların hepsini afişe etmeyeceğiz ama internette babama ait inanılmaz bir bilgi kirliliği var. Bunun önüne geçmek istiyoruz. Maalesef kendi değerlerimizi imha etmek üzerine kurulu bir sistem işliyor. Bazılarına IP adreslerinden ulaştık, uyarılarımızı yaptık. Ama devam ediyor. Müthiş bir mücadele içindeyiz. Manevi bir sıkıntı. Özdemir Asaf topluma mal olmuş bir şair. Herkesin ilgisi bizi mutlu ediyor ama dijital deformasyon, kültür terörizmi beni rahatsız ediyor açıkçası.

Ayrıca ailece yaptığımız bu çalışma sayesinde çok güzel bir edebiyat ortamına tanıklık etmiş oldum. 1940 ile 1980 arasında edebiyat dünyasına ait inanılmaz bir içerik topladığımızı fark ettik. Sadece babamla ilgili bir arşiv değil bu, Türk edebiyat dünyasına katkı sağlayacak belgeler var elimizde. Babam 16 yaşında Cağaloğlu'na gidiyor. 1939'da Servet-i Fünun dergisinde tercümeye başlıyor. O yıllarda 1910 kuşağı ile çalışma fırsatı buluyor. İlk kitabı geç çıkıyor, 1950'li yıllarda, 32 yaşındayken. Ama 20'li yaşlarda şair kimliği oluşuyor. Bu arada dergilere yazdığı düz yazıları var, köşe yazıları var, tercüman kimliği var. Çok iyi Fransızca biliyor. Bütün bunları düşününce evraklarda büyük edebiyatçılara dair anekdotlara rastladık. Kemal Tahir'den Peyami Safa'ya, Sait Faik'ten Sabahattin Eyüboğlu'na…

İstanbul Sanat Fuarı 25 yaşında

$
0
0

TÜYAP Tüm Fuarcılık Yapım AŞ tarafından her yıl Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'yla eşzamanlı düzenlenen Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı 25. yaşını kutluyor.

7-15 Kasım tarihleri arasında TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi'nde gerçekleştirilen ARTİST 2015/ 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı, yaklaşık 1000 sanatçıyı konuk etmeye hazırlanıyor. ‘Geçmişe Tanıklık' temasıyla hazırlanan fuarın bu yılki Sanatçı Onur Ödülü yakın zamanda kaybettiğimiz Fikret Otyam'a verilirken; eleştirmen Onur Ödülü Prof. Kemal İskender'e, Sanatsever Kurum Onur Ödülü Çanakkale Bienali'ni düzenleyen CABININ'e, Koleksiyoner Onur Ödülü ise Max Maçoro'ya verilecek. Ödüller 9 Kasım Pazartesi günü düzenlenecek geleneksel TÜYAP Onur Yemeği'nde sahipleriyle buluşacak. İstanbul Sanat Fuarı, hafta içi 11.00-19.00, hafta sonu ise 11.00-20.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek. KÜLTÜR-SANAT

‘Kalandar Soğuğu' Tokyo Film Festivali'nde yarışacak

$
0
0

Türk sinemasının dünya festivalleri yolculuğu devam ediyor. Bir haber de Tokyo'dan geldi.

Mustafa Kara'nın yönettiği Kalandar Soğuğu adlı film, 28. Uluslararası Tokyo Film Festivali'nde yarışacak. Dünya prömiyeri de Tokyo'da gerçekleşecek yapım, festivalin ana yarışma bölümünde dünya sinemasından seçilen on beş filmle birlikte yarışacak. 22-31 Ekim arasında gerçekleştirilecek festivalin jüri başkanı, X-Men serisinin yönetmeni Bryan Singer. Tran Anh Hung, Bent Hamer ve Susanne Bier da jürideki diğer isimler. Mustafa Kara'nın ikincu uzun metraj filmi Kalandar Soğuğu, rüya ile gerçeğin iç içe geçtiği Karadeniz'in bir dağ köyünde yaşayan Mehmet'in hikayesini anlatıyor. Mehmet, bir yandan beslediği birkaç hayvanla, günlük ihtiyaçlarını temin ederken, diğer yandan dağlarda maden rezervi arar. Zamanla umutsuz bir çabaya dönüşen maden arama fikri Mehmet'in duyduğu bir haberle Artvin'deki boğa güreşlerine katılmaya karar verir. KÜLTÜR-SANAT

Çok yazmanın zararları!

$
0
0

Edebiyat tarihinde üretkenliğiyle tanınan birçok yazar var. 100'e yakın roman kaleme almış Balzac'tan günümüzde onlarca kitaba imza atan Stephen King ve Joyce Carol Oates'a kadar... Peki, çok yazmanın tehlikeleri neler?

Stephen King geçtiğimiz haftalarda The New York Times'te çok yazmak ve üretkenlik üzerine tartışılan bir yazı kaleme aldı. Kitap Zamanı da bunu fırsat bilerek, Ekim sayısında ‘çok yazmak' konulu bir kapak dosyası ile çıkıyor okur karşısına. Edebiyat dünyasında çok yazan isimlere karşı bir tür önyargı olduğu sır değil; kabul görmek için aşırı üretkenliğe bir sınır çekmek gerektiği konusunda sessiz bir anlaşma var sanki. Peki, ‘çok yazan' olmanın ölçütü ne? Stephen King'e göre, bir yazar kısa ömründe ne kadar üretirse üretsin, sonuçta az yazmıştır. Sonsuzluğun yanında insan ömrü nedir ki? Yazmanın nicelik boyutuna eğilen ‘Çok yazmak zararlı mı?' başlıklı dosyaya Selim İleri, Nazan Bekiroğlu, Şavkar Altınel ve Refik Algan görüşleriyle katkıda bulundu.

Kitap Zamanı ‘Alice'i de unutmadı. Alice Harikalar Diyarında'nın Türkçedeki yeni basımı dolayısıyla Lewis Carroll'ın 150. yaşındaki unutulmaz kahramanı Alice de ekim sayısındaki yerini aldı. Doğum günü kutlanan bir başka isim de “Polisiyenin kraliçesi” Agatha Christie. Usta yazar, 125. doğum yılında, yeni bir çeviri ile yayımlanan Gizli Düşman romanıyla anılıyor. Kapağında Rilke yazan iki kitap (Melek İmgesi ve Sabahattin Ali çevirisiyle Sancaktar) ise bugünlerde büyük şairi anmak için iyi bir fırsat.

Çevirmen Gözüyle köşesinin bu ayki konuğu, Elena Ferrante'nin eserlerini dilimize kazandıran Eren Yücesan Cendey. Neredeyse bir yıldır hukuksuz biçimde cezaevinde tutsak olan Hidayet Karaca'nın bu süreçte kaleme aldığı günceye dair bir yazı da Kitap Zamanı'nın sayfalarında okurunu bekliyor. Karaca'nın kitabını değerlendiren Mehmet Özdemir, Kafka'nın kahramanı Josef K. ile Hidayet Karaca'nın yaşadıkları arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri sıralıyor.

Georges Perec'ten Ahmet Büke'ye, Alan Badiou'dan Tormesli Lazarillo'ya, Turgenyev'den Ali Çolak'a Türk ve dünya edebiyatının seçkin yazarları yarın Zaman ile birlikte bayilerde yerini alacak Kitap Zamanı'nda...

KÜLTÜR-SANAT

Devrim Erbil ile yarım asır

$
0
0

Çağdaş resmin usta ismi Devrim Erbil, 8 Ekim'de Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde açılacak ‘Akademi'de 50 Yıl' başlıklı bir sergi ile ‘kendi okulu'ndaki yarım asrın dökümünü yapacak. Sergide, Erbil'in Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ndeki yılları, eserlerinden bir seçki ve hiç sergilenmemiş yeni resimleri de yer alacak.

Usta ressam Devrim Erbil'i uzun yıllardır takip eden sanatseverler, onun titizliğinin yanı sıra zaman algısını nasıl erittiğini de bilir. Çok erken yaşlarda üslubunu olgunlaştıran Erbil, izleyene yön duygusunu kaybettiren, zaman ve mekândan soyutlayan çizgiler; pop art, matematik ve geometrik düzenlemeler, çizgisel ve renksel soyutlamalar, düzleştirilmiş resim yüzeyi, çeşitlemeler, ritim ve Anadolu kasabaları ile çağdaş resmin ustalarından biri. Sanatçı, 70'lerden itibaren minyatür sanatının istifleme ve tasvir geleneğini kullanarak yaptığı insansız ve zamansız İstanbul resimleriyle biliniyor.

Devrim Erbil önümüzdeki günlerde 50. yılını kutlayacak. Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi, 8 Ekim Perşembe akşamı saat 19.00'da açılacak ‘Akademi'de 50 Yıl' başlıklı bir sergi ile Devrim Erbil'in yarım asrını kutlayacak. Sergide, ustanın, eski adıyla Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali'sinde, bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde geçen 50 yılının dökümü yer alıyor. Kendi koleksiyonu için ayırdığı özel resimleri ile bazı koleksiyon ve kurumlardaki eserlerinden bir seçki ile çeşitli dönem eserlerinin yanı sıra, sanatçının hiç sergilenmemiş yeni resimleri ile özgün baskıları, pleksiglas, seramik, batik, vitray, marküteri teknikleriyle yapılmış eserleri ve kilim resim, halı resim uygulamaları da sergi kapsamında görülebilir.

Küratörlüğünü Beste Gürsu'nun, proje koordinatörlüğünü Durdu Bulduklu'nun yaptığı ‘Akademi'de 50 Yıl' sergisinde Doğa Tutkusu, Anadolu Kasabasında Yaşantı Üzerine Çeşitlemeler ile İstanbul Yorumları başlıca temalar olacak. Sergi, 15 Kasım'a kadar Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi'nde ziyaret edilebilir.

Öğrenci olarak girdiği okuldan profesör olarak emekli oldu

Devrim Erbil, 1954'te öğrenci olarak girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi'nden 2004'te profesör olarak emekli oldu. Sanatçı, çocukluk hayallerini renklendiren bu okulda, eğitimine ve sanat yolculuğuna Halil Dikmen ve Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun öğrencisi olarak başladı. Ülkenin en ünlü sanatçılarıyla tanıştı. 1962'de aynı kurumda asistan olarak göreve başladıktan sonra öğretim üyeliğinin yanı sıra sergiler açtı, konferanslar verdi, akademinin yayınlarında yer aldı. Sanat Bayram'larında ve sempozyumlarda etkin rol aldı. Ülkemizi yurtdışında tanıtan resim sergilerinin komiserliklerini üstlendi. Resim Heykel Müzesi'nin müdürlüğünü yaptı. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda ödüller kazandı. Birçok ünlü sanatçıyı yetiştirdi. Devlet sanatçısı unvanıyla ödüllendirildi. Balıkesir'de adına açılmış Devrim Erbil Çağdaş Sanatlar Müzesi bulunan sanatçı, şimdi olanca coşkusuyla yurtiçinde ve yurtdışında sergiler açmaya devam ediyor, eserleri dünya müzelerinde ve koleksiyonlarda yer alıyor.


Kuş, New York'a kondu

$
0
0

Tiyatro oyunu yazarı, yönetmeni ve “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisinin senaristi Coşkun Irmak'ın yazıp yönettiği ilk uzun metraj filmi “Kuş”, dünya prömiyerini 13 Ekim'de New York City Independent Film Festivali'nde gerçekleştirecek.

Coşkun Irmak'ın 1985 yılında yazdığı ilk tiyatro oyunu olan, aynı yıl Suat Taşer Kısa Oyun Yarışması'nda ödül kazanan ve 2015 yılında Irmak tarafından senaryolaştırarak beyazperdeye uyarlanan Kuş, 12-18 Ekim tarihlerinde NYC Independent Film Festivali'nde yarışacak. Irmak'ın, yalnızlık duygusuyla baş etmeye çalışan üniversite öğrencisi bir gencin, aşk acısıyla derinleşen zor zamanlarının hikayesini anlattığı filmde başrolü, Enes Atış üstlenirken genç oyuncuya filmde Fırat Demirağ, Serhat Özcan, Enginay Gültekin, Oğuz Irmak, Uğur Kuyucu, Dine Altıok ve Aliye Yılmaz eşlik ediyor.

Siyasi mizah ustası ile söyleşi

$
0
0

Londra merkezli The Economist Dergisi ve The Baltimore Sun Gazetesi'nin siyasi karikatüristi Kevin (Kal) Kallaugher 9 Ekim'de İstanbul Bilgi Üniversitesi'ne konuk oluyor.

santralistanbul Kampüsü'nde saat 14.00'te başlayacak “Mürekkep ve Pixel: Kevin (Kal) Kallaugher ile 21. Yüzyılda Siyasi Karikatürist Olmak” başlıklı söyleşide konuşma yapacak Kallaugher, Günümüz dünyasında siyasi karikatür çizerliğine ilişkin görüşlerini aktaracak. Programın ikinci bölümünde İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu moderatörlüğünde Kevin (Kal) Kallaugher ve çizer M. Kutlukhan Perker'in katılımıyla “Türkiye'de Siyasi Karikatürist Olmak” başlıklı söyleşi düzenlenecek.

Etkinlik kapsamında, BİLGİ Çağdaş Sanatlar Müzesi'nde (ÇSM) Kevin Kallaugher'in karikatürlerinden oluşan bir seçki de sergilenecek. The Economist portfolyosunda 4 binin üzerinde basılmış karikatür, 140 dergi kapağı, 2008 yılında küresel ekonomik kriz hakkında tasarladığı “Credit Crunch” adlı masa başı oyunu ve ödüllü üç resimli duvar takvimi bulunan Kevin (Kal) Kallaugher'in eserlerinden oluşan seçki 23 Ekim'e kadar ÇSM giriş katında görülebilecek.

Kevin Kallaugher Hakkında

1977'de Harvard Üniversitesi'nden mezun olan Kevin (Kal) Kallaugher, 1978 yılında The Economist'in 145 yıllık tarihindeki ilk kadrolu çizeri oldu. Takip eden yıllarda Londra'da The Observer, The Sunday Telegraph, Today ve The Mail on Sunday gibi gazeteler için çizerlik yaptı. 1988'de The Baltimore Sun'da editoryal karikatürist olarak görev almak üzere ABD'ye döndü. 1988-2006 yılları arasında hem The Economist hem The Sun için 4000'in üzerinde karikatür çizdi. 2012 yılında The Sun'da editoryal karikatürist olarak göreve başladı. Karikatürleri; Le Monde, Der Spiegel, The New York Times, Time, Newsweek ve The Washington Post da dahil olmak üzere dünya çapında 100'ün üzerinde gazete ve dergide yayınlandı. Çizimleriyle dünyanın farklı ülkelerinde prestijli ödüller kazanan Kallaugher son olarak Avrupa Yılın Karikatürü 2014 Büyük Ödülü'nün sahibi oldu. Bir dönem Amerikan Editoryal Karikatüristleri ve Uluslararası Karikatürist Hakları Ağı'nın başkanlığını yaptı. Çalışmaları; Londra'daki Tate Galerisi ve Washington'daki Kongre Kütüphanesi de dahil olmak üzere pek çok ülkede sergilendi. 25'i aşkın ülkede ilgiyle takip edilen özel söyleşilerde konuşma yapan Kallaugher, 2011 yılında TEDx konuşmacıları arasında yer aldı.

Anayurdu, UNESCO Ödülü'ne aday

$
0
0

Dünya prömiyerini Venedik Uluslararası Film Festivali'nde yapan ve Adana Altın Koza Film Festivali'nden 5 ödülle dönen Senem Tüzen'in ilk uzun metraj filmi Ana Yurdu, Asya'nın Oscarları olarak kabul edilen 9. Asya Pasifik Film Ödülleri'nde (APSA) UNESCO Ödülü'ne aday oldu.

Sinema dili ile kültürel çeşitliliğin geliştirilmesine ve korunmasına yaptığı önemli katkıdan dolayı ödüle değer görülen Tüzen'e ödülü 26 Kasım'da Avustralya'nın Brisbane şehrinde düzenlenecek törenle verilecek.

Arnavutluk'ta Osmanlı kitabesi tartışma konusu oldu

$
0
0

Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye Osmanlı zamanında konulan kitabenin yeniden yerine yerleştirilmesi ülkede tartışmalara sebep oldu. Kimi uzmanlar, yapının Osmanlı değil, İlirya zamanından beri var olduğunu savundu, kimi de ‘Bu bilgi bilimsel olarak kanıtlanmadı' dedi.

Arnavutluk'un Lezha (Lej) şehrindeki kaleye Osmanlı zamanında konulan kitabenin yerine yeniden yerleştirilmesi ülkede tartışmaya sebep oldu. Kalenin Osmanlılar tarafından inşa edildiğinin belirtildiği kitabeye tepki gösteren bazı uzmanlar, bu yapının İlirya zamanında da var olduğunu savundu. Arnavutluk Kültür Bakanı Mirela Kumbaro, ülkedeki Osmanlı izlerinin de kendilerine ait olduğunu belirterek, “Arnavutluk'un bir açık hava müzesi olması çok büyük bir şansıdır. Görevimiz, tarihi eserleri gizlemek değildir.” dedi. Kültürel meselelerle yakından ilgilenen milletvekili Auron Tare, “Biz istesek de istemezsek de bu taş tarihimizin bir parçasıdır. Kalenin İliryalılar tarafından inşa edildiği bilimsel olarak ispatlanmadı. Dolayısıyla bu taş kalenin bir parçasıdır ve orada durması gerekiyor.” dedi. Tarih profesörü Ferid Duka ise, “Sırbistan ve Macaristan, Hıristiyan olmalarına rağmen Osmanlı izlerini koruyor ve turizm açısından da kazanıyor. Biz de Osmanlı izlerini bir miras olarak değerlendirmeliyiz.” ifadelerini kullandı. Kitabe, 1970 yılında Prof. Frano Prendi tarafından arkeolojik kazı sırasında bulunmuştu.

Geleneksel Japon şiiri anlatılacak

$
0
0

Dünyanın en kısa şiir türü diye bilinen, geleneksel Japon şiiri ‘haiku' bugün Kadıköy'deki Japon Sanat Merkezi'nde anlatılacak.

‘Nittoten IV' sergisi için İstanbul'da bulunan, Japonya'nın en önemli haiku sanatçılarından Takao Hideshiro'nun konuk olacağı program, 16.00'da başlayacak. Japonya Renku Birliği başkan yardımcısı görevini de üstlenen Takao, Ashita Haiku topluluğunun başkanlığını ve aynı adlı derginin editörlüğünü de yürütüyor. Son dönem haikularını geçen mayıs ayında Tanbai (erken açan erik çiçeklerini arayış) adıyla kitaplaştıran Takao, konuşmasında haiku'yu doğuran kadim renku geleneğini ve günümüz Japonya'sındaki haiku çalışmalarını anlatacak. Gümüşsuyu'ndaki Japonya Başkonsolosluğu'nun eski ofis binasında 4 Ekim'de açılan Nittoten IV sergisi, Türkiye'den 18, Japonya'da 17 sanatçının çalışmalarını bir araya getiriyor. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen sergide, Japon pirinç kâğıdı, ipek, mürekkep, doğal taş boya ve el yapımı fırçalar kullanılarak yapılan eserlerin yanı sıra kaligrafi ve taş boyalarla yapılan geleneksel Japon resmi (nihonga) eserleri de sergileniyor. Nittoten IV, 10 Ekim'e kadar görülebilir. (www.japonsanat.com)

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live