Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Haydi Sıfırdan başlayalım!

$
0
0

1950'li yıllarda Almanya'da doğan, Japonya'ya kadar tüm dünyayı etkileyen ama Türkiye'yi teğet geçen ZERO sanat akımı, son bir yıldır yeniden yükselişte. New York, Berlin, Amsterdam'dan sonra ZERO sergilerinin dördüncüsü dün Emirgan'daki Sakıp Sabancı Müzesi'nde açıldı. “ZERO: Geleceğe Geri Sayım” adlı sergi, bugüne ve yarına tek bir şey söylüyor: Haydi sıfırdan başlayalım!

Tıpkı bugün olduğu gibi 1950'li yıllarda da insanlar, elbette ki sanatçılar da umuda ihtiyaç duymuş ve bir araya gelip her şeye yeniden, sıfırdan başlamak istemişler. Başarmışlar da... 1950'li yıllarda Almanya'dan dünyaya yayılan ZERO, II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan umutsuzluğa cevap veren bir sanat akımı olarak doğuyor ve adını bir roketin kalkmasından önceki geri sayımdan alıyor. Etkisi sadece 10 yıl devam eden bu akımın son sergisi, 1967 yılında gerçekleşiyor. Fakat ZERO kısa ömrüne rağmen Avrupa çağdaş sanatında iz bırakıyor.

Serginin açılışı için Sakıp Sabancı Müzesi'nde dün yapılan basın toplantısına müze müdürü Nazan Ölçer, ZERO Vakfı Kurucusu Mattijs Visser, Norman Rosenthal, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer ve Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil katıldı.

ZERO Vakfı kurucu yöneticisi Mattijs Visser'in dediği gibi Zero bir grup değil, hareket hiç değil. Sadece aynı duyguları paylaşan dostların, arkadaşların bir araya gelmesinden ortaya çıkan bir sinerji. Birlikte yemek, içmek, gezmek, tozmak ve aynı kültürü paylaşmak istiyorlar. Savaşın yıkımlarından o kadar bunalmışlar ki, depresyondan önceki son çıkış gibi herkes ZERO'nun ipine sarılıyor. Aralarındaki bu uhuvvet, o yıllarda ta Japonya'ya kadar yayılıyor; tüm dünyayı etkiliyor.

ZERO, geçen yıldan bu yana tekrar yükselişe geçti. Önce New York'taki Guggenheim Müzesi'nde, bu yılbaşında ise Berlin Martin Gropius Bau Müzesi ve Amsterdam Stedelijk Müzesi'nde ZERO sergileri açıldı. Dördüncü sergi ise dün Sakıp Sabancı Müzesi'nde başladı.

“ZERO: Geleceğe Geri Sayım” sergisi, ZERO'nun kurucuları Heinz Mack, Otto Piene, Günther Uecker'in eserleri ile akımın öncülüğünü üstlenen Yves Klein, Piero Manzoni ve Lucio Fontana'nın farklı tekniklerde ürettiği 100'ün üzerinde eseri bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Mattijs Visser'in üstlendiği sergi, ZERO'nun omurgasını oluşturan ışık, zaman, boşluk, renk ve hareket temaları etrafında şekilleniyor. Sergide, ‘çivi çiviyi söker' deyişini hatırlatırcasına, daha çok çivi ile yapılan eserler dikkat çekiyor. Sergide ayrıca, Otto Piene'nin Berliner Neue Nationalgalerie için tasarladığı renkli Şişme Objeler ve Heinz Mack'ın 2014 Venedik Bienali'nde sunduğu Dokuz Sütun Üzerindeki Gökyüzü eserleri de yer alıyor.

BİR UMUT VE HUZUR ARAYIŞI...

2008'de kurulan ZERO Vakfı'nın yöneticisi Mattijs Visser'in söylediğine göre, bugün tüm dünyada araştırma yapan 13 ZERO uzmanı var. Bu sergileri hazırlamak için arşivlere giriyor, müzelerin depolarını karıştırıyorlar. Peki ne oldu da bu akım yeniden hatırlandı? Cevabı, SSM Müdürü Dr. Nazan Ölçer veriyor: “Dünyaya umut vermek, aydınlık bir gelecek sunmak felsefesi, ZERO'nun güncelliğini hâlâ koruyor olmasının da sebebi aslında. Daha fazla özgürlük, daha fazla şeffaflık, daha insancıl bir gelecek, huzur ve umut arayışı... ZERO'nun akımının kısa ömrünü 50 yıl sonra değerlendirirken, taşıdıkları olanca umut, yaydıkları iyimserlik ve coşkuya saygı duyuyoruz.”

5 Eylül'e başlayacak Uluslararası İstanbul Bienali'ne paralel olarak tasarlanan sergi, Akbank işbirliğiyle gerçekleşiyor. Sergi, 10 Ocak 2016'ya kadar görülebilir.

‘Gencay Kasapçı, ZERO sanatçısı değil'

Almanya'da gelişip serpilen ZERO'nun Türkiye'yi teğet geçtiğini söyleyebiliriz. O yıllarda İtalya'da okuyan, nazar boncuklarını Türkiye'de ilk kullanan sanatçı olarak tanınan Mersinli ressam Gencap Kasapçı, ZERO'nun birkaç sergisine katılan tek sanatçı. Sadece ZERO değil, başka sanat akımlarından da etkilenir Kasapçı. Mesela, 1960'lı yıllarda pek çok ressam, Japon sanatçı, düşünür Nobuya Abe'nin çevresinde toplanır. Kasapçı da o ressamlar arasındadır. Nazan Ölçer'e, Kasapçı ile ilgili sergi kapsamında ne yapacaklarını sorduk. Aldığımız cevap şöyle: “Gencay Kasapçı, aslında ZERO sanatçısı değil. O yıllarda İtalya'da okuduğu için akımdan etkileniyor. ZERO sanatçılarıyla ilişkisi, o çevreyle yakınlığı olmuş. Onlardan etkilenerek hareketli eserler de yapmış. Fakat anlaşılan o dönemi çok uzun sürmüyor. Türkiye'ye geldiği zaman bambaşka işler yapıyor. Ama yine de o sergilere katılmış olması bizi çok heyecanlandırdı. Çok hoş bir sürprizdi. Sağlık durumu iyi olmadığı için serginin açılışına gelemedi ama daha sonra sempozyum dizimiz olacak, kendisini orada ağırlayacağız.”


Çocuklar okursa kitaplar tükenmez

$
0
0

Çankaya Belediyesi, bilim hikâyeleri serisinden sonra dünya edebiyatından seçme klasiklerle hazırlanan Tükenmez Kitaplar serisini çocuklarla buluşturdu.

“Çocuklar okursa kitaplar tükenmez” sloganıyla yola çıkan seri Jules Verne, Mark Twain, Hemingway, Oscar Wilde gibi dünya edebiyatının önemli yazarlarının hikâyelerinden oluşuyor. Kitapları başka dünyalara ve yepyeni hayatlara açılan bir kapı olarak tanımlayan Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen, çocukların kendilerini tekrar keşfetmelerini sağlayacak bu yolculuğa eşlik etmek için böyle bir seri hazırladıklarını söylüyor. Seri toplamda dokuz hikâye ve bir şiir kitabından oluşuyor. Kitapların kapağında yer alan yaş ibaresi de kitapların hangi yaş grubu için uygun olduğuyla ilgili okurları bilgilendiriyor. Jule Verne'den Seksen Günde Devriâlem, Mark Twain'den Yaşıyor Yaşamıyor, Ernest Hemingway'den Yaşlı Adam ve Deniz, O. Henry'den Son Yaprak ve Yeni Yıl Hediyesi, Oscar Wilde'dan Bencil Dev, Francesca Bosca'dan Ağustos Böceklerinin Şarkısı, J.Matthew Barrie'den Peter Pan ve Grimm Kardeşler'den Bremen Mızıkacıları on kitaplık seriyi oluşturan hikâyeler. Hikâye kitaplarının yanında serinin bir de şiir kitabı var. “Bir Çift Söz” adındaki şiir kitabı Shakespeare'den Puşkin'e, Tagore'dan Poe'ya birçok ünlü şairin şiirlerinden oluşuyor. Tükenmez kitaplar serisi 50 bin çocuğa ücretsiz ulaştırıldı ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki okulların kütüphanelerine gönderilmek için yola çıktı.

6-7 Eylül olayları 60. yılında

$
0
0

Çoğunluğu Rum binlerce insanın Türkiye'yi terk etmesine sebep olan 6-7 Eylül olayları, 60. yılında bir dizi etkinlikle anılıyor.

Dur De platformu ve İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu tarafından birlikte düzenlediği ilk program 5 Eylül Cumartesi günü saat 16.30'da Galatasaray Meydanı'ndaki basın açıklamasıyla başlayacak. Etkinlikler daha sonra 17.30'daki belgesel gösterimiyle (Korkunç Gece) Galatasaray'daki Cezayir Restoran'da devam edecek. Belgesel gösteriminden sonra Dur De platformundan Gonca Şahin'in moderatörlüğünde bir panel de olacak. Konuşmacılar İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu'ndan Prof. Dr. Nikolaus Uzunoğlu, gazeteci-yazar Rıdvan Akar ve Strasbourg Üniversitesi'nden Prof. Dr. Samim Akgönül.

‘Özgürlük' konulu kısa oyun yarışması

$
0
0

Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından İzmir'de 4-14 Aralık 2015 tarihinde düzenlenecek olan ‘4. Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali' kapsamında, festivalin teması olan ‘Özgürlük' konusunda ‘Kısa Oyun Yarışması' düzenlenecek.

Genç ve yeni tiyatro oyun yazarlarını özendirmek, yeni biçimler, farklı bakış açıları ve alternatif tiyatro örneklerini çoğaltmak için düzenlenen yarışma, bir temaya bağlı yazabilen yeni oyun yazarları kazandırmayı hedefliyor. Dereceye girecek oyunun, önümüzdeki sene düzenlenecek olan ‘5. Uluslararası İzmir Festivali'nde sahne, fuaye, açık alan, alternatif mekân gibi yerlerde sahnelenmesi planlanıyor. Katılımcılar oyunlarını en geç 30 Ekim 2015 tarihine kadar TAKSAV-Cumhuriyet Bulvarı, Konak İş Hanı, No: 24-107 Konak/İzmir adresine yollamaları gerekiyor. (www.taksav.org)

Bienali nasıl gezmeli?

$
0
0

Verimli bir bienal gezisi için ise 4 farklı rota izlenebilir; Galata-Tophane ve Beyoğlu'nu içine alan bir güzergâh, Kabataş-Kadıköy ve Büyükada'dan oluşan ikinci bir rota; Şişli, tarihî; yarımada ve Rumelifeneri'ni kapsayan üçüncü rota ve geçici mekânlardan biri olan Yunan adası Kastellorizo.

Bu yılki bienalde hiçbir şey kaçırmak istemeyenler şehrin Karadeniz açıklarından, Boğaz'ın kuzeyindeki Rumelifeneri ve hayalî; bir Bienal mekânı olan Riva kumsalıyla başlayabilir gezilerine. Ardından Şişli'de Hrant Dink Vakfı ve Agos binaları ziyaret edilebilir ve Balat'ta bulunan Küçük Mustafa Paşa Hamamı'yla bu rota tamamlanabilir.

Galata-Tophane ve Beyoğlu rotası ise tahmin edileceği üzere oldukça yoğun. Bienal ekibi tarafından daha az yorularak dolaşmaya imkân veren rota tavsiyesini aktaracak olursak: Flo binası, Arter, Özel İtalyan Lisesi, House Hotel Galatasaray, Cezayir binası, Boğazkesen'deki Otopark, Masumiyet Müzesi (bienalde ücretli olan tek mekan), Çukurcuma Otoparkı, Fransız Yetimhanesi, Tütün Deposu, İstanbul Modern, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Kasa Galeri, Vault Karaköy, Salt Galata, Adahan Sarnıcı, Adahan Otel, Pera Müzesi ve Casa Garibaldi. Bu rotayla birlikte Bienal'in çok büyük bir kısmı tamamlanmış oluyor.

KARADA VE DENİZDE SANAT!

Gelelim Kabataş-Kadıköy-Büyükada rotasına. Yeldeğirmeni'nde yer alan Tunca Subaşı &Çağrı Saray Atölyesi duraklardan biri. Büyükada'ya doğru, ‘tuzlu su'yun bizzat kendisini de hissedebileceğiniz bir yolculuğa yine bienal mekânlarından biriyle, yani Kaptan Paşa Deniz Otobüsü'yle çıkacaksınız. Ada'ya ulaştığınızda sizi Büyükada Halk Kütüphanesi, Splendid Palas Oteli'nin beş odası, Rizzo Palas, Mizzi Köşkü, Çankaya 57 ve Troçki Evi bekliyor olacak. Bütün bu mekânların dışında ayrıca Boğaz'da bir balıkçı teknesi her gün Haliç'ten yola çıkarak boğazı boydan boya gezecek. Sanatçı Füsun Onur'un bir çalışması olan bu tekne Ulysses'i söyleyecek ve bu geçiş kıyılardan izlenebilecek. Geçici bir mekân olan Yunan adası Kastellorizo (Meis)'da 7-13 Eylül tarihleri arasında Fiorucci Art Trust işbirliğiyle bir proje gerçekleştirilecek.

Bunları kaçırmayın!

*Özel İtalyan Lisesi'nde İz Öztat & Fatma Belkıs'ın Karadeniz Bölgesi'nde kurulan hidroelektrik santrallere dikkat çekmek için yerleştirdikleri tahta baskılı tülbentler, fındık değnekleri, pamuk ip, teksir makinesi gibi maddelerden oluşan “Suyu Kim Taşır” isimli çalışması.

*Boğazkesen Caddesi Numara 106'daki ‘Dükkan'. Burada Theaster Gates'in “Blues'un Üç Veya Dört Tonu” ismini verdiği ve İznik çinilerinden ilhamla yaptığı, yapmaya devam ettiği çalışmalar değeri cisimleştirmek ve ayrımları kaldırmakla ilgili.

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda Anna Boghiguian'ın “Tuz Tüccarları” isimli çalışması eski zamanlardan bir tuz gemisinin dijital çağdan sonra yeniden belirmesiyle, tuzun onu aşındırmasından önceki geçmişini yeniden keşfe çağıran bir çalışma.

-Bracha L. Ettinger'in 1984'ten bu yana yaptığı çalışmalarından oluşan Arter'deki “Ve Kalbim, İçimdeki Yara Yeri. Eurydrike-Medusa” başlıklı çizgilerden bir sınır bölgesi oluşturan sergisi 15 resim ve 75 defterden oluşuyor.

- Çizim, heykel ve hayal gücünün insanı baskıcı bir eğitim sisteminden nasıl özgürleştireceğini işleyen Rupali Patil'in “Birinin Vizyonu, Kalanların İnancı Var” isimli çalışması Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'nda.

*İstanbul Modern'de Jacques Lacan'ın çizim ve resimlerin bulunduğu 15 yaprak kâğıt; Fahrelnisa Zeid'in “Füreya Korel Portresi”; Orhan Pamuk'un çizimlerinden oluşan “Sekiz Adet Defter”i; Sonia Balassanian'ın “Taşların Sessizliği” adını taşıyan Ani yakınlarındaki taş ocaklarından çıkarılan 12 parça oyulmuş süngertaşı ve Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun yağlıboya tablosunu içeren karma sergi.

(Sanatçı buluşmaları, film gösterimleri, rehberli turlar, katılımcı ve projelerle ilgili daha detaylı bilgi için: 14b.iksv.org)

Kokuşmuş havaya biraz ‘Tuzlu Su' iyi gelir

$
0
0

İki yılda bir şehri büyük bir sergi alanına dönüştüren İstanbul Bienali, 5 Eylül Cumartesi günü başlıyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 14. kez düzenlenen Bienal, “TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığını taşıyor. Bienal, şehrin farklı mekânlarında; Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80'in üzerinde katılımcının 1.500'e yakın eserine ev sahipliği yapacak. Gündemin ‘kokuşmuş' konularından biraz olsun uzaklaşmak için 1 Kasım'a kadar vaktiniz var.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 14. İstanbul Bienali, “TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığıyla cumartesi günü başlıyor. Bienal, dün ön gösterim için kapılarını basın mensupları ve sanatçılar için açtı. Özel İtalyan Lisesi'nin bahçesindeki basket sahasında düzenlenen basın toplantısı hem mekânla hem de bienalle ilgili olarak bir yıl sonu gösterisi gibi hazırlanmıştı; bienalin mimarları sahnedeki okul sıralarına otururken, konuşmacılar teker teker mikrofonun başına geçti. İlk konuşmacı, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı, ilk bienalden bugüne kadar geçen süreyi anlattı; sonra da bienalin ziyaretçi sayısındaki artışa değindi. 1999 yılında 40 bin olan izleyici, zaman içinde ve elbette geçtiğimiz yıldan itibaren ücretsiz olmasının da etkisiyle 340 bine kadar yükseldi. Bu yılki bienal için zaman harcamak, emek vermek ve ter dökmek gerektiğini vurgularken de haksız değil, çünkü bienal Avrupa ve Anadolu yakasını içine alan 30'u aşkın beklenmedik alanda izleyicinin karşısına çıkıyor. Sözgelimi bir ayakkabı dükkanında, hamamda, deniz fenerinde ya da hayali mekânlardan biri olan deniz altında karşınıza çıkabilir bienal.

Bienalin dün yapılan basın toplantısına (soldan-sağa) Bülent Eczacıbaşı, Carolyn Christov-Bakargiev, Bige Örer, Mustafa Koç katıldı.

Eczacıbaşı'nın ardından Bienal Direktörü Bige Örer, sanatın şehre yayılışını anlattı. Bienalin şehri akışkan bağlarla dolaştığını, denizde ve karadaki 30'un üzerinde mekânla sergi izleme deneyiminin hızını yavaşlatmayı tasarladıklarını söyledi. Son konuşmacı, bienali şekillendiren (küratör yerine şekillendiren denilmesini tercih eden) Carolyn Christov-Bakargiev'di. Konuşmasında öncelikle kavramsal çerçeveyi açıkladı, ardından soru üzerine mekân seçimlerini nasıl yaptığına değindi. “Mesela Büyükada'da Orhan Pamuk'u ziyaret ettim. Troçki'nin orada yaşadığını bilmiyordum. Orhan Pamuk beni Troçki'nin evine götürdü ve ilk mekân buydu benim için.”

Rupali Patil

5 KITADAN BİN 500 ESER

14. İstanbul Bienali Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80'in üzerinde katılımcının 1.500'e yakın eserine ev sahipliği yapıyor. 5 Eylül Cumartesi günü kapılarını ücretsiz açacak bienal, 1 Kasım'a kadar gezilebilir. Bu kısa bilgiden sonra gelelim şu soruya: Peki bunca sanatçının, destekçinin, çalışanın katkısıyla iki seneye yayılan bir sürede hazırlanan bienalin konusu ne? Hemen bütün disiplinlerle işbirliği yapan ilginç bir konu bu; ‘Tuzlu Su'! Bu ilgi çekici başlığı Bakargiev'den dinleyelim: “Boğaziçi ekseninde kentin geneline yayılan bu sergi bir materyalin –tuzlu su- ve çelişen düğüm ve dalga imgelerinin etrafında dönüyor. Çizginin nereye çekileceğini, nerede geri çekileceğini, nerede yaklaşıp nerede uzaklaşacağını araştırıyor. Sergi, dünyayı şiirsel ve politik olarak şekillendiren ve dönüştüren, görünür ve görünmez farklı dalga örüntülerini ve frekanslarını, su akıntılarını ve yoğunluklarını ele alıyor.”

Bracha L. Ettinger

Rupali Patil&Prabhakar Pachpute

Theaster Gates

İlber Ortaylı'nın madalyalarını kaybeden bakanlık tazminata mahkum oldu

$
0
0

Prof. Dr. İlber Ortaylı, tescil için Dışişleri Bakanlığı'na tescil edilmesi için teslim ettiği madalyaların kaybolması nedeniyle 5 bin lira tazminat davası kazandı.

Hürriyet'in haberine göre, Prof. Ortaylı'ya Ortaylı'ya, akademik yayınları ve kişisel başarıları nedeni ile Avusturya Cumhuriyeti Federal Cumhurbaşkanı tarafından “Avusturya Bilim Sanat Onur Nişanı” Rusya Federasyonu tarafından “Puşkin Madalyası”, İtalya Cumhurbaşkanı tarafından ise “Şövalye Nişan Madalyası” verildi.

ÜZÜNTÜ NEDENİYLE 10 BİN LİRA TAZMİNAT İSTEDİ

Prof. Dr. Ortaylı, 2933 sayılı Madalya ve Nişanlar Kanunu'nun gereği aldığı madalyaların tescili için Dışişleri Bakanlığı'na teslim etti. Ancak bir süre sonra madalyaların kaybedildiği anlaşıldı. Prof. Ortaylı yargı yoluna gitti, yaşadığı üzüntü nedeni ile 10 bin TL'lik manevi tazminat talebinde bulundu.

Mahkemede, Başbakanlık, “Bize madalyaların asılları gelmedi; sadece suretleri geldi. Dava reddedilsin”; Dışişleri Bakanlığı ise “Bizim kusurumuz yok. İlgililer hakkında dava açılsın. Ayrıca beratların yeniden temin edilmesi için de çalışıyoruz” dedi. Mahkeme de, Ortaylı'ya 5 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti.

Rus edebiyatından İngilizce çeviri atağı

$
0
0

Italo Calvino'nun o meşhur metni ile başlarsak “Klasikleri Niçin Okumalı?”da “Klasikler, genellikle, ‘okuyorum' yerine ‘yeniden okuyorum' ifadesini kullandığımız kitaplardır”.

Tolstoy, Dostoyevski, Çehov ve Turgenyev gibi Rus klasik yazarlar dışında Rus edebiyatından yazarların hem Batı'da hem de ülkemizde çokça bilindiği söylenemez. Bu içine az bilinirliği ve Rus edebi kanonunu dünyaya açmak isteyen Rusya, on yıllık Rusça Kütüphanesi projesi kapsamında, 125 Rus yazarın kitaplarını İngilizceye çevirecek. Proje kapsamında her yıl on kitabın yanı sıra bu çevirilerin e-kitap şeklinde de yayınlanması planlanıyor. Türkçedeki güncel Rus yazarların azlığı düşünülünce bu uzun soluklu projenin ülkemizde de etkisi olacak.

Projeyi, Rus edebiyatını dünyaya tanıtma amacı taşıyan ve 2011'de faaliyetlerine başlayan Moskova'daki Edebi Çeviri Enstitüsü yürütecek. Kültürel uzlaşmayı hedefleyen proje kapsamındaki kitaplar, Amerika'daki Columbia University Press adlı üniversite yayıncısından Aralık 2016'da yayımlanmaya başlanacak. Klasikler sınıfına girmiş yazarların yeni eserlerinin yanı sıra Rus edebiyat geleneğinin güncel yazarlarına da odaklanacak çeviri projesine Batı'nın ıskaladığı çeşitli Rus yazarlar da dahil edilecek. Soğuk Savaş döneminde ABD Merkezî; İstihbarat Teşkilatı CIA'in komünizm karşıtı kitapları destekleyen politikası akla gelince Rusya'nın bu karşı atağı oldukça anlamlı duruyor. Bunun yanı sıra son kırk yıl içerisinde İngilizceden Rusçaya 40 bin kitaba karşılık Rusçadan İngilizceye yaklaşık 4 bin kitabın yayımlanmış olması projenin önemini ortaya koyuyor.

Türkiye'de dünya edebiyatı denince akla ilk olarak Batı ve Rus klasiklerinin geldiğini düşündüğümüzde, Tolstoy, Gogol, Dostoyevski, Bulgakov, Çehov ve Turgenyev gibi yazarların ülkemizde hatırı sayılır bir okur kitlesi var. Fakat Türkçede Rusça çevirmen azlığı, okurların yakınlık kurduğu bu edebiyata karşı büyük bir engel olarak görülebilir. İngilizceye çevrilecek bu 125 kitabın Türkiye'de de etkisi olacağını söylemek zor olmaz. Yayıncılık dünyamızda ikinci bir dilden yapılan çevirilerin yaygınlığını düşündüğümüzde okurların yeni Rus yazarlarla tanışacak olma ihtimali yüksek.


Van Gölü Film Festivali Aralık'ta

$
0
0

2-7 Eylül tarihleri arasında düzenlenecek olan 4. Uluslararası Van Gölü Film Festivali, Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşanan çatışmalar ve şehitler nedeniyle ertelenmişti.

Bajar Kültür Sanat Danışmanlığı tarafından düzenlenen ve ana teması ‘2015-100'leşme' olan festivalin 6-12 Aralık tarihleri arasında yapılacağı açıklandı.

Artinternatinal bugün başlıyor

$
0
0

Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen çağdaş sanat fuar Artinternational Haliç Kongre Merkezi'nde bugün başlıyor.

İspanya'dan Çin'e, İtalya'dan Bulgaristan'a, 27 ülkeden 87 galeri ve 400'den fazla sanatçının katılacağı fuar 6 Eylül'de sona erecek. Fuar direktörü Dyala Nusseibeh, “Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerinden galerilerin bu sene fuara katılmış olmaları bizi çok memnun etti. İstanbul, sanat dünyasının buluşma noktası olmaya devam ediyor ve bu dinamik ortam, fuarda sergilenen işlerin kalite ve çeşitliliğine de yansıyor.” dedi. İngiltere'nin köklü galerilerinden Andipa standında Banksy'den David Hockney'e, Andy Warhol'dan Grayson Perry'e dünyaca ünlü pek çok sanatçının eserlerinin de görülebileceği fuarın odak ülkesi İspanya, 15 galeri ile İstanbul'da olacak. Türkiye'de ise 12 galeri bulunuyor. Artinternational'ı geçen yıl 20 binden fazla kişi ziyaret etmişti. (artinternational-istanbul.com)

Altın Koza gün sayıyor

$
0
0

14-20 Eylül arasında düzenlenecek 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nin basın toplantısı dün yapıldı.

Les Ottomans Hotel'de Kadir Beycioğlu moderatörlüğünde gerçekleştirilen toplantıda Ulusal Uzun Metraj Yarışması Jüri Başkanı Ümit Ünal'ın da aralarında bulunduğu ekip, festival programı hakkında bilgi verdi.

Festivalin bu yılki ana yarışmasına 58 başvuru arasından 15 film katılmaya hak kazandı. Geçtiğimiz haftalarda açıklanan listede Abluka, Anayurdu, Çalsın Sazlar, Dolanma, Kar Korsanları, Kasap Havası, Misafir, Saklı, Nefesim Kesilene Kadar, Yemekteydik ve Karar Verdim, Sarmaşık, Toz Bezi, Yarım, Eksik ve Gece filmleri yer alıyor. Finalistlerden 4'ünün dünya prömiyeri, 8‘inin Türkiye prömiyeri Adana'da yapılacak.

Ümit Ünal'ın jürisinde Eurimages Türkiye Temsilcisi Mehmet Demirhan, yönetmen Deniz Akçay Katıksız, oyuncu Ali Düşenkalkar, oyuncu Selen Uçer, görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış ve besteci Rahman Altın görev alacak. Ünal, toplantıda festival için, “Altın Koza, daha önce yarıştığım ve ödül aldığım bir festival. Bu sene çok özel bir yarışma programı var. Böyle bir yarışmanın başında olduğum için çok heyecanlıyım.” dedi.

SENARYO YARIŞMASINA 63 BAŞVURU

Festival Direktörü Candan Yaygın, bu sene onur ödüllerinin Aytaç Arman, Ayşen Gruda, Türker İnanoğlu ve Sezen Cumhur Önal'a verileceğini duyurdu. Yaygın, bu yıl ilk kez düzenlenen Adana Konulu Uzun Metraj Senaryo Yarışması'na 63 başvurunun yapıldığını açıkladı. Bu senaryolar başkanlığını yönetmen Erden Kıral'ın üstleneceği jüri tarafından değerlendirilecek.

Festivalin yarışma dışı bölümlerinde dünyanın saygın festivallerinden ödül almış yapımlar var. Bunların birçoğu Türkiye prömiyerini Altın Koza'da yapacak. Cannes ödüllü The Lobster, Son Of Saul ve My Mother filmleri ile Berlin'de Jüri Büyük Ödülü alan Kulüp bu bölümün öne çıkan yapımları.

Festivalde Yaşar Kemal, edebiyatçıların katılımıyla gerçekleşecek özel bir söyleşiyle anılacak. Ayrıca, ‘Anısına' bölümüyle bu yıl kaybettiğimiz Zeki Alasya, Sümer Tilmaç, Erol Büyükburç, Başar Sabuncu ve Kenan Ormanlar'ın filmleri gösterilecek.

Aslında her şey 35 yıl önce başladı

$
0
0

“Nerden Geldik Buraya” sergisi, bir kâbus gibi yaşamakta olduğumuz filmi 35 yıl öncesinden başlatıyor. SALT Beyoğlu ve SALT Galata'da ziyarete açılan sergi, Türkiye'nin bugünlerini anlamak için 24 Ocak 1980 kararlarından başlayarak siyasette, sanatta, popüler kültürde, eğitimde, matbuat âleminde, şehircilikte, toplumsal muhalefette neler yaşandığını ortaya koyuyor.

Bugünlerde herkesin zihninde dolaşan bir soru var; buraya nasıl geldik? Başka bir deyişle, “Ne oldu da böyle oldu?” Sadece belli bir konu için değil, spordan siyasete, eğitimden ekonomiye, oradan popüler kültüre kadar hangi alanda, hangi konuda olursa olsun, günümüz Türkiye'si üzerine düşündüğümüzde dönüp dolaşıp bu sorunun ağırlığı altında kalıyoruz. Bakış açılarına göre farklı tarihlerde arayabiliriz cevabı. 7 Haziran seçimleri, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları, 2010 referandumu, Hrant Dink cinayeti, Danıştay saldırısı, 2001 krizi, 28 Şubat darbesi, 5 Nisan kararları...

İki farklı mekânda gerçekleştirilen “Nerden Geldik Buraya” sergisi, bir kâbus gibi yaşamakta olduğumuz filmi 35 yıl öncesinden başlatıyor. SALT Beyoğlu ve SALT Galata'da dün ziyarete açılan sergi, Türkiye'nin bugünlerini anlamak için 24 Ocak 1980 kararlarından başlayarak siyasette, sanatta, popüler kültürde, eğitimde, matbuat âleminde, edebiyatta, şehircilikte, toplumsal muhalefette neler olduğuna bakıyor. Bu ‘bakış', bir hatırlama yahut naif bir nostalji çabası değil. 1980'den 1993 sonuna kadar, 13 yılda yaşanan ekonomik değişim ve bunun sonucu şekillenen kültürel ve siyasi ortam, dönemin dergileri, reklamları, sinema filmleri, televizyon programları, kitapları, tartışmaları eşliğinde titiz bir arşiv çalışmasıyla yüzümüze çarpılıyor.

‘İnsan Hakları Yarın Değil Şimdi!' basın toplantısı, 22 Ağustos 1989

BİTMEYEN KISIR DÖNGÜ

Mesela, 3. köprü tartışmasının 1987'de neredeyse aynı söylemler ile yapıldığını görüp irkiliyorsunuz. Son birkaç yıldır yaşadıklarımızdan sonra hâlâ hayret duygunuz körelmediyse ya da irkilme refleksiniz yerinde duruyorsa tabii... 80'lerin sonunda çıkan Sokak dergisi, serginin ana malzemelerinden biri. Kadına şiddet, kadının toplumdaki yeri, zorunlu askerlik, kimlik ve anadil sorunu gibi ancak 90'ların sonunda gündeme gelen birçok konuyu 26 yıl önce gür bir sesle tartışmaya açan bir dergi. “İstanbul Kürtçesi”, 1989 yılındaki bir sayısının dosya konusu mesela.

Böyle bir sergide sinemanın olmaması düşünülemezdi. Anayurt Oteli, Hakkâri'de Bir Mevsim, Ah Belinda filmleri, serginin ana temasındaki toplumsal ruh durumunun birebir karşılığı. Özellikle, biri yakın biri uzakta iki kadın arasında bir bekleyiş halindeki Zebercet, 24 Ocak kararlarıyla geçiş yapılan serbest piyasa ekonomisinde bocalayan ve nihayetinde kendini vahşi kapitalizmin en ilkel versiyonlarından birine kaptıran Türkiye toplumu için yerinde bir seçim.

Tarlabaşı Bulvarı, 1986-1988

AYNI GÖKYÜZÜ, AYNI DERTLER

1 Ağustos 1988 genelgesi ile cezaevlerinde başlayan uygulamalardan sonra yapılan Siyahlı Kadınlar Eylemi'nin yanı sıra 1980 Eurovision'da Ajda Pekkan'ın söylediği Petrol şarkısının videosu, Aziz Nesin öncülüğünde 1000'i aşkın kişinin imzaladığı Aydınlar Dilekçesi ve Bedrettin Dalan'ın 1984-89 arası Eminönü, Karaköy ve Eyüp'teki kentsel dönüşüm çalışmalarını havadan gösteren video da sergide görülebilir. Seçim kampanyaları, sendikal hak mücadeleleri, inşaat reklamları, Naim Süleymanoğlu'nun 1988 Olimpiyatları'nda altın madalya kazandığı an, dönemin filmlerinde kadına bakış; Taşkışla'nın otel olması tartışmaları, Kazlıçeşme'deki fabrikaların yerini inşaatların alması ve işçilerin buna direnmesi... Sanki 35 yıllık bir kısır döngünün içinde debelenip duruyoruz. Sergiyi gezdikçe, acı bir soru gelip oturuyor zihninize: Peki, ne değişti?

Tanıdık bir ‘sandık odası'

İstanbul'u merkeze alan sergide işleri yer alan Halil Altındere, Serdar Ateşer, Aslı Çavuşoğlu, Barış Doğrusöz, Ayşe Erkmen, Esra Ersen ve Hale Tenger, 80'lerde çocukluğunu ya da üniversite yıllarını yaşamış sanatçılar. SALT Beyoğlu'nda üç kata yayılan sergideki işler birbirini tamamlayan bir sırada ilerliyor. Bu yüzden, 3. kata çıkıp aşağıya doğru gezmek, ‘büyük resmi' görmenizi kolaylaştıracaktır. Galerinin giriş katındaki, 80'li yıllardan fotoğraf karelerinden oluşan Vahap Avşar'ın Kayıp Gölgeler sergisi, “Nerden Geldik Buraya” için uygun bir ‘ısınma turu' niteliğinde.

Serginin ikinci ayağı SALT Galata'da daha çok yayıncılık dünyasının yakın tarihi var. Cağaloğlu yayıncılık haritası, bir dönemin vazgeçilmezi ansiklopediler ve yasaklı kitaplar... Ayrıca 1997'de Artpace San Antonio'da sunulan Sandık Odası adlı çalışma, Nerden Geldik Buraya kapsamında Türkiye'de ilk kez sergileniyor. Hale Tenger'in enstalasyonu (yerleştirme), 80'ler Türkiye'sini mobilya, lamba gibi gündelik eşyalar aracılığıyla anı ve bellek üzerinden yeniden kurgulayarak aile ev ve yurt kavramlarını tartışmaya açıyor.

Nerden Geldik Buraya, 29 Kasım'a kadar SALT Beyoğlu ve SALT Galata'da ziyaret edilebilir. (0212 377 42 00)

Altın Portakal ertelendi

$
0
0

Bu yıl ekim ayında 52'nci kez düzenlenmesi planlanan Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ile 16'ncı Uluslararası Antalya Piyano Festivali, ülkenin seçim atmosferine girmesi ve Kasım ayında G20 Liderler Zirvesi'nin Antalya'da yapılacak olması gerekçeleriyle ertelendi.

(DHA)

Altın Portakal ertelendi

$
0
0

Önümüzdeki ay yapılması planlanan 52. Antalya Altın Portakal Film Festivali ertelendi.

Geçtiğimiz hafta 20 milyon TL'yi aşkın bir rakamla ihalesi yapılan festivalin dün sürpriz bir kararla ertelendiği açıklandı. AKP Konyaaltı Meclis Üyesi Gaye Doğanoğlu'nun yöneticiliğini yaptığı ANSET firmasına ihale edilen 52. Altın Portakal Film Festivali ile 16. Antalya Piyano Festivali, “artan terör olayları ve şehit haberleri” nedeniyle ileri bir tarihe ertelendi. Erteleme kararında ‘ülkenin seçim atmosferine girmesi'nin de etkili olduğu kulislere yansıyan bir bilgi. Gaye Doğanoğlu, meclis grup konuşması sırasında yaptığı açıklama ile ertelemeyi duyurdu. İki festivalin de ne zaman düzenleneceği hakkında bilgi verilmedi.

Bienal 10 yıl daha Koç'a emanet

$
0
0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl “TUZLU SU: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığıyla düzenlenen 14. İstanbul Bienali kapılarını bugün sanatseverlere ücretsiz olarak açıyor.

Dünyadaki en önemli 4 bienalden biri konumuna erişen İstanbul Bienali'nin bu denli büyüyebilmesinin en önemli sebeplerinden biri de hiç kuşkusuz güçlü destekçilere sahip olması. Bienalin sponsorluğunu on yıllığına Koç Holding üstlenmişti. On yıllık anlaşma süresi dolan bu işbirliği ile ilgili dün Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç, Koç Holding Kurumsal İletişim ve Dış İlişkiler Direktörü Oya Ünlü Kızıl ve İKSV Genel Müdürü Görgün Taner ile birlikte bir basın toplantısı düzenledi.

Görgün Taner'in ifadesiyle, stratejik ortaklığın süresi doldu, evet, ancak Mustafa V. Koç, Bienal sponsorluklarını on yıl daha uzattıklarını ve 2026'ya kadar, (bu aynı zamanda Koç Holding'in de kuruluşunun 100. yılı) ortaklıklarını sürdürme kararı aldıklarını açıkladı: “Ne mutlu ki, ikinci bir 10 yıla imza atıyoruz. Her alanda olduğu gibi sponsorluklarımızda da uzun vadeli düşünüyor, yan yana olduğumuz projelerin bir paydaşı olduğumuzu hissederek hareket ediyoruz. Biz, İstanbul Bienali sponsorluğuna başladığımızda izleyici sayısı 50 binlerdeydi. 2013 yılında Bienal'in ücretsiz olmasıyla bu rakam 350 bine yükseldi. Bienal izleyici sayısının bu yıl 500 bine ulaşmasını hedefliyoruz.”

Mustafa Koç'un değindiği konulardan biri de Bienal'in özü itibarıyla farklılıkların ve farklı düşüncelerin yan yana sergilenebildiği bir platform olduğuydu. Zor günlerden geçtiğimiz ve yurtdışında da negatif haberlerin yayınlandığı bu günlerde Bienal'in Türkiye ve İstanbul için çok büyük bir şans olduğuna ve bundan on yıl önce politik olarak bazı eserlerin izah edilmesinin güçlüğüne değindi Koç: “Çağdaş sanat özgür düşünce ve farklı bakış açısını temsil ediyor diyebiliriz. Politik olarak birçok muhalif, çelişkili, provokatif eseri bundan on sene önce izah etmesi çok zor olsa da şimdi artık çok rahat bir şekilde sergilenebiliyor. Biz de arkasında durabiliyoruz. Onun için çağdaş sanat çok önemli.” Görgün Taner de Mustafa Koç'un bu düşüncesine katılıyor. On yıl önce aykırı düşünceleri, kışkırtıcı işleri ve farklılıkları içinde barındıran ve bunlarla bir arada yaşamayı öğreten Bienal'e sponsor olmanın zorluklarından bahsederken Mustafa Koç 2007 yılında sergilenen bir işi hatırlatarak duruma bir de örnek veriyor: “Hiç unutmuyorum, bombayı simgeleyen minareli camiyi görünce eyvah yandık şimdi dedim...”


Çağdaş sanat da ‘klasik'leşti

$
0
0

Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen çağdaş sanat fuarı Artinternational, Haliç Kongre Merkezi'nde dün başladı. Yabancı basının da davetli olarak katıldığı fuarda, 27 ülkeden 87 galeri ve 400 sanatçı var.

Türkiye'nin en genç çağdaş sanat fuarı Artinternatinal, Haliç Kongre Merkezi'nde dün başladı. Kurucuları Sandy Angus ve Yeşim Avunduk'un yanı sıra fuarın direktörü Dyala Nuseibeh, sanat yönetmeni Stephane Ackerman, “Sahnedeki Videolar” bölümü küratörü Başak Şenova, “Alternatifler” bölümünün küratörü Paolo Chiasera konuşmacı olarak katıldığı fuar, sadece üç gün sürüyor ve bu kısa zaman dilimine 87 galerinden 400 sanatçının eseri sığdırılıyor. Oldukça yoğun ve yorucu bir fuar Artinternational. Her şeyin hızla akıp geçtiği, koşturarak yaşandığı modern zamanların sanatı da sizden aynı çabukluğu bekliyor.

Fuara bu yıl galeriler açısından yüksek bir katılım var. Yabancı basının da ilgi gösterdiği toplantıda konuşan, dünyanın önemli sanat fuarlarındaki ortaklıklarıyla tanınan Angus Montgomery'nin direktörü Sandy Angus, “Fuarın bu kadar büyük bir seviyeye ulaşabileceğini düşünmemiştik.” dedi. Fuarın Türkiye ortaklarından Fiera Milano Interteks'in direktörü Yeşim Avunduk ise bu yılın sürprizlerine dikkat çekti ve ekledi: “Türkiye sanatının en önemli sanatçılarından pek çoğunun en son işlerini ilk kez fuarda izleyecek olmamız heyecanımızı artırırken, aralarında Victoria Miro, Sakshi Gallery, Aicon Gallery gibi çok önemli galerileri Türkiye'de ilk kez ağırlamaktan gururlanıyoruz.” Fuar direktörü Dyala Nuseibeh, İstanbul'un özellikle deniz kıyısında olmasıyla büyük bir çekiciliğe sahip olduğunu belirtti ve fuarın açık heykel galerisi, “By The Waterside”ın program için çok büyük bir önem taşıdığını söyledi.

Basın toplantısı biter bitmez, herkes kongre merkezinin, heykel galerisine dönüştürülen terasına koştu. Çünkü her sene burada sergilenen heykeller ilgi çekiyor. Geçen yıl, Jaume Plensa'nın eserinin İstanbul silüetiyle uyumlu bir görünüm sergilediği mekânda bu yıl, izleyicileri karpuz yığını ve bir astronot karşıladı. Bulgaristan'dan Rada Boukova'nın ‘Low Resolution' adını verdiği esere Guido Casaretto, Karl Karner, Şakir Gökçebağ, Yerbossyn Meldibekov, Stefan Nikolaev, Ichman Noor, Javier Perez, Paul Schwer ve Walid Siti'nin eserleri de eşlik ediyor ama herkesi oldukça şaşırtan tabii ki, Adana karpuzlarıydı.

Enrique Marty-Random Scene

GÖRÜLMEYİ HAK EDEN SANATÇILAR

Fuarda görülmeye değer dünyaca ünlü sanatçılar; Jan Fabre, Joan Miró, Tony Cragg, Andy Warhol, Banksy, Damien Hirst, Liu Bolin, Walton Ford, Muntean/Rosenblum, Yayoi Kusama'nın eserlerinin yanı sıra keşfedilmeyi bekleyen pek çok çalışma bulunuyor. Biz ikisinden bahsedelim. İspanyol sanatçı Enrique Marty'nin, 2014 tarihli Random Scene adını verdiği eseri, Grup Terapi, Sadakat Hareketi ve Karanlık Oda adlı üçlemesi için ürettiği bir çalışma. Nietzsche ve Michel Foucault'un fikirlerine gönderme yapan eserde, takım elbiselerinin rengine göre beyazdan siyaha doğru sıralanan altı figür, Fransız düşünür Foucault'ya benzetilmiş. Yarım daire şeklindeki sahnede her şey sırasına göre dizilmiş, tesadüfi hiçbir şey yok. Figürler de tıpkı Foucoult gibi saçsız, yüzü, gözü ve pozları aynı. Kendilerine bakmanızı istemediklerini için elleriyle yüzlerini kapatıyorlar. Bu aslında Marty'nin de belirttiği gibi izleyicinin kabullerine karşı çıkan bir duruş.

İkinci sanatçı ise Türkiye'den genç bir isim: Haydar Akdağ. Mercimek adlı eseriyle fuara katılan Akdağ, herhangi bir galeri çatısı altında değil, Mercure Otel'in sponsorluğunda fuarda yer alıyor. Yeditepe Üniversitesi'nde doktora yapan Akdağ, elek kullanarak yaptığı çalışmasında iktidarın, medyanın, sanat yöneticilerinin ve önyargılarımızla sosyal hayatta yaptığımız ‘eleme'lere karşı çıkıyor ve diyor ki, “Herkes kendine göre bir şeyleri eliyor. Bu eleme gerçekten doğru bir şey mi? Peki ne kadar gerçekçi? Bu ayrışmalar çok katı ve korkunç.” Bizce kıymetli olan bu fikir, galeri yöneticileri ya da koleksiyonerler tarafından artık ‘klasik işte' yani sıradan diye değerlendirilebiliyor. Bugün ve yarın saat 12.00-20.00 saatleri arasında ziyarete açık olacak fuara giriş ücretli. (www.artinternational-istanbul.com)

Masumiyet Müzesi yarın Venedik'te görücüye çıkıyor

$
0
0

Orhan Pamuk'un 2012'de açılan Masumiyet Müzesi'nden yola çıkan ve yönetmenliğini İngiliz belgesel yönetmeni Grant Gee'nin yaptığı Hatıraların Masumiyeti (The Innocence of Memories) adlı film, 72. Venedik Film Festivali'nde gösterilecek.

Grant Gee'nin yönettiği belgesel film, 2 Eylül'de başlayan festivalin Venedik Günleri bölümünde 7 Eylül Pazartesi günü seyirciyle buluşacak. Dünyada 63 dile çevrilen Masumiyet Müzesi romanının, Kemal ve Füsun'un 70'li yıllarda yaşadıkları trajik aşkın ve bu aşka tanıklık eden eşyaların hikâyesi Orhan Pamuk'un anlatımıyla izleyiciyle buluşacak. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi hakkında yazdığı yeni metinlere romandaki Kemal karakterinin sesinin eşlik ettiği film, beyazperdede de, tıpkı Masumiyet Müzesi gibi kurmaca ve gerçeklik arasında bir dünya oluşturuyor. 2012'de açılan Masumiyet Müzesi, 2014'te Avrupa Müze Forumu tarafından verilen Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'nü kazandı.

‘Göle Yas' belgeseli sınırları aştı

$
0
0

Yönetmen Mehmet Şafak Türkel'in, Burdur Gölü'nün kurumaması için duyarlık oluşturmak amacıyla çektiği ‘Göle Yas - Songs for the Lake' belgesel filmi Avusturya'da yarışıyor.

Belgesel, 6- 9 Ekim'de 15'incisi düzenlenecek “Innsbruck Çevre Filmleri Festivali”ne başvuran 552 film arasında ilk 11'de finale kaldı. Su kapasitesinin üçte birini son 35 yılda kaybeden, her yıl 330 milyon ton suyun yok olduğu Burdur Gölü'nün korunması amacıyla geçen yıl 27 Eylül'deki Su Orucu ve Göle Yas etkinlikleri kapsamında hazırlanan ‘Göle Yas' belgeseli farklı disiplinlerden sanatçıların yanı sıra Burdur halkının da emeğiyle hayata geçmişti. Filmin yönetmeni Türkel, bu sonuçtan büyük mutluluk duyduğunu söyledi. Burdur Gölü için verilen sözler tutulmadan, dünyanın sayılı göllerinden Salda Gölü için de tehlike çanlarının çalmaya başladığına dikkati çeken Türkel, “Salda Gölü'nün dışarıdan gelen tek su kaynağının önüne sulama barajı yapmak büyük vicdansızlık olur.” dedi.

Sekiz usta yazar, noktalama işaretlerini yazdı

$
0
0

Zaman'ın her ayın ilk pazartesi günü yayımlanan kitap eki Kitap Zamanı, eylül sayısında yazının eskimez gündemi noktalama işaretlerine yer açıyor.

Edebiyatımızın sekiz usta yazarı birer noktalama işaretini kaleme aldı. Feyza Hepçilingirler virgülü, İbrahim Yıldırım soru işaretini, Selçuk Altun noktayı, Ahmet Turan Alkan ve Selahattin Özpalabıyıklar noktalı virgülü, Ayşe Sarısayın kısa çizgiyi, Nevmiye Alpay üç noktayı, Müge İplikçi ayracı, Semih Gümüş ise ünlemi yazdı.

Bu ayın söyleşi konuğu Washington Post'un kitap eleştirmeni Michael Dirda. Pulitzer ödüllü yazar, Can Bahadır Yüce'ye verdiği söyleşide geçtiğimiz günlerde yayımlanan Browsings adlı kitabını anlattı. “Kitaplar bana hayatımın en kalıcı zevkini tattırdı.” diyen yazarın söyleşisinin tamamı eylül sayısında okuru bekliyor. Kitap Zamanı, geçtiğimiz ay hayatını kaybeden, edebiyatımızın iki usta yazarını da anıyor. Ethem Baran, Oktay Akbal'ı; Ömer Özdemir Tarık Dursun K.'yı kaleme aldı. William Blake, John Steinbeck, Mehdi Yazdani Khorram, Murakami, Kemal Bilbaşar, Mustafa Becit ve daha birçok isim Kitap Zamanı'nın yarın Zaman ile birlikte bayilerde yerini alacak eylül sayısında...

Savaşın izlerini silme sanatı

$
0
0

Pera Müzesi 10. yılında Bosnalı genç sanatçıların eserlerinden oluşan “Günümüz İmgeleri” sergisine ev sahipliği yapıyor. Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi'nden yetişen sanatçıların 120'den fazla çalışmasından oluşan sergi, savaşın izlerini ve sanatın iyileştirici etkisini görmek bakımından önem taşıyor. Serginin küratörü Prof. Aida Abadzic Hodzic, “Dünyayı sanatla değiştirebileceğimize inanacak kadar iyimser ya da naif bakmıyorum ama sanatla bazı sorular sorabiliriz.” diyor.

Meliha Teparic, 1978 yılında doğdu. 2002'de resim bölümünden mezun oldu ve 2007'de aynı bölümde İslami kaligrafi üzerine odaklandığı bir yüksek lisans tezi yazdı. Saraybosna ve başka ülkelerde 47 grup sergisine katıldı, 8 kişisel sergi açtı ve ikisi uluslararası pek çok çeşitli ödül kazandı. Halen Uluslararası Saraybosna Üniversitesi, Görsel Sanatlar ve İletişim Tasarımı bölümünde yardımcı doçent olarak çalışmalarını sürdürüyor. Evet, Teparic bir sanatçı olarak, tıpkı çağdaşları gibi, yolunda adım adım ilerliyor ama bir farkla! Teparic ve ülkesi Bosna'daki diğer sanatçılar, 1992 yılında başlayıp 1995'in son günlerine kadar süren, 100 binden fazla insanın hayatını kaybettiği savaşın izlerini hem ruhlarında hem de sanatlarında taşıyorlar. Bir kaligrafi sanatçısı olan Teparic, “Savaşın görünür bir etkisi yok işlerimde ama arka planında var.” diyor mesela. Savaşın onu, bir Bosnalı olarak kim olduğunu keşfetmeye sevk ettiğini anlatıyor sonra. Savaş, dünyadaki bu yalnızlık, onu dinine de yaklaştırmış: “Bu arayış beni İslami kaligrafiye yöneltti. Ondan sonra savaşın etkileri, kaligrafi sanatıyla benim işlerime yansımaya başladı.”

SAVAŞ SIRASINDA BÜYÜMEK NASILDI?

Teparic'den bahsetmemizin sebebi Pera Müzesi'nde önceki gün açılan “Günümüz İmgeleri: Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi'nden Yapıtlar” sergisi. Bosna-Hersek çağdaş sanatına bir bakış sunan ve gençlerin gözüyle ülke tarihine ve sosyal konulara dair farklı yorumlar getiren sergide 80'in üzerinde sanatçının işleri var. Teparic de üç eseriyle katılıyor bu sergiye. Soyut bir boyuta taşıyarak kufi stilinde yaptığı ve harflerin formları yerine mesajlarını kullandığı kaligrafilerde Allah'ın adının titreşimlerine değiniyor sanatçı. Problemler karşısında, hatta savaş ortamında bile sanat, bir şey söylemenin en etkili ve en iyi yolu. Bosna-Hersekli sanatçıların işleri de bunun en iyi göstergesi. Nedim Dikic'in “Benim Ülkem...” ismini verdiği heykeli örneğin. Etrafı yüksek çivilerle çevrelenmiş bir Saraybosna bu. Ya da Anel Lepic ve Bakir Terzimethic'in “Kutu”, N. Seceragic'in “Duman ve Aynalar”, Esmir Prlja'nın “Savaş Sırasında Büyümek Nasıldı?” başlıklı savaş deneyimlerini aktardıkları kısa filmleri...

“ÇOK KÜLTÜRLÜ OLUŞUMUZDAN GURUR DUYUYORUZ”

Saraybosna Güzel Sanatlar Akademisi'nin endüstriyel tasarım, poster, resim ve heykel gibi farklı alanlarda ürettiği çalışmalardan bir seçki sunuyor serginin küratörü Prof. Aida Abadzic Hodzic. 120'den fazla çalışmayı nasıl seçtiğini soruyoruz. Son on yıl içinde akademiden mezun olmuş öğrencilerin işlerini gördüğünde bir şekilde birbirleriyle uyumlu olduklarını gördüğünü söylüyor Hodzic. Ona göre çalışmalar, yaşadıkları gerçeklik, Saraybosna'nın durumu, politik aktivizm ve kimliklerinin nasıl ve kim tarafından biçimlendirildiğine yönelikti. Ülkelerindeki sanatın dünyada nasıl karşılandığı, nasıl tepkiler aldığı da bir diğer soru. “İnsanlar bu seviyede eserler görmeyi beklemediği için çok şaşırıyorlar.” diyor küratör. Her zaman farklı kültürlerle açık bir diyalog halinde olduklarını, tarihlerindeki hiçbir olaydan utanç duymadıklarını da ekliyor: “Beyaz boş bir sayfa açtık ve oraya farklı kültürler de dahil oldu. Çok-kültürlü oluşumuzdan gurur duyuyoruz.” İçinden geçtiğimiz zor zamanları da hatırlayarak, sanatın savaş(lar) üzerindeki varsa iyileştirici etkilerini merak ediyoruz. Hodzic'in minik de olsa umut taşıyan cevabı şöyle: “Sanat belki sadece içeriden etkileyebilir insanları. Dünyayı sanatla değiştirebileceğimize inanacak kadar iyimser ya da naif bakmıyorum ama sanatla bazı sorular sorabiliriz. Sadece birkaç insana dokunabilsek bile çok büyük bir adım olur.”

Saraybosna'dan farklı renkler ve deneyimler getiren bu sergiyi 1 Kasım'a kadar görebilirsiniz. Pera Müzesi'nin 14. İstanbul Bienali kapsamında gerçekleştirdiği Polonyalı sanatçı Ania Soliman'ın mekan için özel üretim “Şeyin İçinde Hiçbir Şey Yok” sergisi de aynı tarihe kadar meraklılarını bekliyor.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live