Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

İtibar'ın yeni sayısı yayınlandı

$
0
0

Şair-yazar İbrahim Tenekeci yönetiminde aylık olarak çıkan edebiyat dergisi İtibar'ın ağustos sayısı yayınlandı.

Dergi, her zamanki gibi Hasan Aycın'ın bir çizgisi ile açılıyor. Derginin şiir sayfaları Ali Emre'nin “Üsküdar'da Kızlar”, İsmail Kılıçarslan'ın “Bir Kadının Gözyaşları İçin Şiir”, Suavi Kemal Yazgıç'ın “Biraz” ve İbrahim Tenekeci'nin “Sürekli Kayıp” isimli şiirleriyle devam ediyor. Bu sayının diğer şairleri ise Nurettin Durman, Emel Özkan, Mehmet Aycı, Abdüssamed Bilgili, Zeynep Tuğçe Karadağ, Nadir Aşçı, Melih Tuğtağ, Mehmet Burak, Seyyid Ensar, Ahmed Ölmez, Bahadır Sancak, Rıdvan Tulum, Recep Terler, Abdullah Mesud, Ayşe Çelikkaya, Rıfat Eroğlu ve Leylâ İpekçi. Bu sayının arka kapak şiiri ise Hüseyin Atlansoy'a ait. Öykü sayfalarında ise Cemal Şakar'ın “Hayat İşte”, Necip Tosun'un “Körebe”, Sibel Eraslan'ın “İskele”, Kemal Sayar'ın “Tamirci Çırağı” öyküsü ve daha pek çok öykü bulunuyor. Dergide ayrıca psikolog Mehmet Dinç'le gerçekleştirilen söyleşi ve İhsan Fazlıoğlu'nun makalesi öne çıkıyor.


‘Türkülerin Anası' uğurlanıyor

$
0
0

Önceki gün vefat eden Türkiye'de ilk Altın Plak ödüllü sanatçı, “Türkülerin Anası” olarak anılan Muzaffer Akgün'ün cenazesi yarın Teşvikiye Camii'nde öğle namazının ardından kılınacak cenaze namazından sonra defnedilecek.

Akgün için aynı gün saat 11.00'de TRT İstanbul Radyosu'nda tören düzenlenecek. 1930'da İstanbul'da doğan Akgün, Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü'nü bitirdi. Sanat hayatına, Şerif İçli'nin teşvikiyle sınavına girip kazandığı Ankara Radyosu'nda başladı (1946). Sonra İstanbul Radyosu kadrosuna geçti. Dönemin en önemli halk müziği yorumcularından biri olarak büyük gazinolarda assolist olarak çalıştı. Boş Beşik, Soytarı, Gurbet Türküsü filmlerinde rol alan Muzaffer Akgün, emekli olduktan sonra birçok televizyon programına katılarak türkülerimizi icra etti.

Muhammet Uzuner Venedik'te ortaya çıktı

$
0
0

Muhammet Uzuner, Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes Film Festivali'nden Grand Prix ödülü alan Bir Zamanlar Anadolu'da (2010) filmindeki Doktor Cemal rolüyle tanınmış ve çok beğenilmişti.

Kendisini daha sonra Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinde ve Ali Aydın'ın Küf filminde izledik. Aslında uzun bir tiyatro geçmişi bulunan sanatçıyı sinema ve televizyon dünyası geç keşfetti diye düşünürken görünmesiyle kaybolması bir olmuştu. Sanatçı, bu yıl 2-12 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek ve deyim yerindeyse Türklerin istilasına uğrayan 72. Venedik Film Festivali'nde ortaya çıktı. Uzuner, çekimleri geçen yaz İngiltere'nin Bristol kentinde tamamlanan Esther May Campbell'in yönettiği, İngiliz yapımı sinema filmi Light Years ile festivalin “Uluslararası Film Eleştirmenleri Haftası Bölümü”nde yarışacak.

İstanbul'da tanıştığı bir İngiliz (Beth Orton) ile evlenerek yaşamına İngiltere'de devam eden bir Türk mühendisi canlandıran Muhammet Uzuner, “Esther beni Bir Zamanlar Anadoluda' da izlemiş ve filmde Dee rolü için çok uygun bulmuş. Bana ulaştıklarında çok heyecanlanmıştım. Senaryoyu okuyunca hem hikayenin bütününden hem de oynamam istenen karakterden çok etkilendim ve hemen kabul ettim. Cannes Film Festivali'nden sonra bu kez yabancı bir yapımla yine Avrupa'nın en önemli festivallerinden biri olan Venedik Film Festivali'nde olmaktan çok mutluyum.” diyor. 8 yaşında bir kız çocuğunun annesini aramak için çıktığı zorlu yolculuğu anlatan film, ailevi, toplumsal, kültürel ve çevreyle ilgili çağımızın sorunlarına değiniyor.

Light Years'ın yönetmeni Esther May Campbell, 2009'da “September” adlı kısa filmi ile İngilizlerin Oscar'ı sayılan BAFTA (Britanya Film ve Televizyon Sanatları Akademisi) ödülüne layık görülmüş. Filmin diğer oyuncuları arasında müzisyen-oyuncu Beth Orton da dikkat çeken isimler arasında. Third Films'in yapımcılığını üstlendiği film, BFI (Britanya Film Enstitüsü) ve Creative England tarafından destekleniyor.

Emir Kalkan öldü, şimdi ‘çiçekler'e kim su verecek?

$
0
0

Kanatsız Kuşlar Şehri, Gül Âyinleri, Hoşçakal Şehir, Bu Taraf Anadolu, Afşar Ağıtları, Kayseri Şairleri gibi kitapların yazarı Emir Kalkan geçtiğimiz perşembe günü hayatını kaybetti. Eserlerinde ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği Kayseri'yi, memleketinin insanlarını ve aşkı anlatan Kalkan'ı, arkadaşı Ahmet Turan Alkan'ın yazısıyla uğurluyoruz.

Bir köy öğretmeni... Karlar eriyip yollar açıldığında maaşını almak için üç ayda ilçeye inebilen; maaşının çoğunu defter, kalem, tebeşir, çocuklara ilâç, ayakkabı, çanta için harcayıp dolu kucağıyla yeniden heyecanla köyüne koşan bir öğretmen.

İşte bu öğretmeni âmirleri nihayet tam otuz sene onu ödüllendirmiş olmak için dağ köylerinden indirip bir ilçeye tayin ediyorlar. O devirler, köylülerin kasabalıların çocuklarını okutmak yerine “Davar gütsün, tarlada-tapanda işe yarasın, harmana yardımı dokunsun, hiç değilse bir işin ucundan tutsun” diye okuldan uzak tuttuğu zamanlar.

Bizim öğretmen okulda yarıdan ziyadesi boş derslikleri görünce, sokaklarda öğrenci aramaya koyuluyor; rica, minnet, tehdit, ikna; aklına gelen, gücünün yettiği ne kadar bildiği yol varsa harekete geçirip mektebi şenlendiriyor. Olan yine mütevazı maaşına oluyor tabii; önlük, çanta, kitap, ayakkabı, kimin ne ihtiyacı varsa öğrencilerine selsebil ediyor maaşını, gençliğini, emeğini, ömrünü...

Derslikler derseniz yine virâneden biraz hâllice ama yine de duvarlara sakız gibi beyaz badana çekiyorlar. Tabanlar tahta ama tertemiz. Sıra yok diye dert etmiyorlar; yere oturup öyle yapıyorlar dersi. Velâkin, ilçeye tayin olunduktan sonra bizim öğretmende yeni merak uyanıyor. Hayret! Eskiden pek aldırış etmezdi ama ilçeye ineliberi evden konserve tenekelerine tutturulmuş fideler, saksılar getirmekte... Önceleri pencere kenarına dizerdi, şimdilerde pencerelerde yer kalmayınca sağa sola zemine de çiçek saksısı koymaya başladı!..

Çiçek bu, bakım ister. Elinde uydurma bir ibrik sık sık suluyor çiçekleri. Öyle suluyor ki, -dikkatsiz midir, yaşlanmış mıdır bilinmez?- kaplardan taşan sular pencere kenarlarına, taban tahtalarına yayılıyor, ortalık neredeyse göle dönüyor.

Bir, üç, beş, fakat işin tadı kaçıyor; şikâyet, tutanak, ihtar, müfettiş. Valiye gidiyor iş, tekdir, üstüne maaş kesintisi, hiç aldırmıyor bizim öğretmen. Deli gibi çiçek suluyor her gün, dershane değil sanki limonluk âdeta. Aldırmıyor, “Hoca, nedir derdin; nedir bu çiçek takıntısı” diye soranlara kısaca,

-Seviyorum çiçekleri, deyip geçiyor.

Vakti gelince “Tamamdır” deyip emekliye ayrılıyor öğretmenimiz. Pılı-pırtısı toplayıp memleketine dönüyor fakat ellisinden sonra âniden depreşen bu çiçek merakı, eskiye göre sanki biraz yatışmış gibidir!

Bir gün eşi diyor ki öğretmene, “Sen eskiden deli gibi çiçek yetiştirir, sabah-akşam sulardın; ne oldu, neydi o meselenin aslı?”

Anlatıyor. “Öğrencilerim kalabalıktı, sınıfta yeterince sıramız yoktu. Yazma dersinde yere diz çöküp oturur evden getirdikleri fasulye taneleriyle yazmayı öğrenirlerdi. Bir çocuğum vardı, on yaşında bir kız çocuğu; Arefe. Çelimsiz, hasta bir çocuk. Arefe'nin, ondan başka kimsenin bilmesini istemediğim ama tedavi edilmesi gereken bir derdi vardı. Yavrucak nerdeyse her gün ikinci derslerde altına kaçırırdı. Arkadaşları bir fark etseler, bu mâsum kusurunu ömür boyu başına kakıp alay edecekler, belki bu yüzden Arefe okulu bile terk edecekti. Çok üzülüyordum...

Sonunda kendimce bir çâre buldum. O uğursuz saatin yaklaştığını hissettiğimde hemen çiçek sulama ibriğini kapıp sınıftaki çiçekleri sulamaya başlıyor, hatta bu arada işi biraz abartarak zemine de su döküyordum ki yavrucağın kusuru ıslanan zeminde kaybolup gitsin, kimseler fark etmesin.”

***

Yukarda anlattığım hikâyeyi ben yazabilmiş olmayı isterdim. Yazarının adı Emir Kalkan. Kayserili. Bu adamın hikâyeciliğine imreniyorum, hatta kıskanıyorum desem daha doğru. Birbirinden güzel 8 eseri yayınlandı bugüne kadar: Kanatsız Kuşlar Şehri, Gül Âyinleri; sonra Hoşçakal Şehir… Ardından, Bu Taraf Anadolu, sonra Afşar Ağıtları, Kayseri Şairleri, 20. Yüzyıl Türk Halk Şairleri Antolojisi. Kayıp Yüzler, onun beşinci hikâye kitabı. Hikâyeyi o kitaptan “çaldım”, hikâyenin adı “Çiçekler”.

***

Yukarıda, yakın dostu Dursun Berkok'un çektiği son fotoğraflarından birini gördüğünüz ve bir hikâyesini size özetlediğim yazar Emir Kalkan, geçtiğimiz perşembe günü memleketi Kayseri'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mekânı cennet olsun. Memleketin yüzakı evlatlarından biriydi. Er kişiydi. Şâhidim.

Koçan'ın ‘Gölge'si Bodrum'a düştü

$
0
0

Bayburt Baksı Müzesi kurucusu, ressam Hüsamettin Koçan'ın ‘Gölge' isimli sergisi Bodrum Torba'daki Casa dell'Arte Galeri'de açıldı.

Koçan'ın son dönem ürettiği, içinde farklı teknikler barındıran resim ve heykellerin yer aldığı sergi, 12 Ağustos'a kadar açık kalacak. Eserlerinin üretim sürecinde Anadolu'nun görsel tarihinden beslenerek geçmişle günceli birleştiren sanatçı Hüsamettin Koçan eserlerinde; mitler, semboller, parçalanma ve görünme ile görünmezlik ilişkisi kavramlarını ele alıyor.

Livaneli'den, eski dostuna Periscope'lu selam

$
0
0

Yunanistan'ın ünlü seslerinden Maria Farantouri, önceki akşam Turkcell Yıldızlı Geceler kapsamında Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'ndeydi.

Konser, birkaç gün önce 90. yaşına giren Mikis Theodorakis adına düzenlendi. Theodorakis tabii ki konserde yoktu. Kendisi 90 yaşında ve evinden pek çıkamıyor. Sanatçının yıllarca solistliğini yapan Maria Farantouri ve orkestrası, dünya müziğinin bu efsanevi ismine yakışır bir repertuarla iki saat boyunca sahnede kaldı. Farantouri yıllar sonra İstanbul dinleyicisinin karşısında olmaktan mutlu olduğunu dile getirerek başladı konserine ve ağırlıklı olarak Theodorakis'in devrim marşları haline gelen şarkılarını seslendirdi. To Treno (Tren), Aprili Mu (Nisanım), Marmara (Mermerler)… Farantouri'ye konserin ortasında, Yunanistan'ın yeni nesil sanatçılarından Gianis Haroulis eşlik etti. Beyaz uzun saçlarıyla ve gırtlak hareketleriyle dünyaca ünlü İranlı Muhsin Namjo'yu çağrıştıran Haroulis, sahnede buzikisiyle adeta rock yaptı. Ve sonra da çok sevdiğimiz ‘Ada Sahillerinde Bekliyorum' bestesinin Yunanca yorumuyla dinleyicileri mest etti.

1980'li yıllarda Livaneli ile verdiği konserlerle ülkemizde tanınan Farantouri, konserde beklenildiği gibi Livaneli'nin en sevilen Karlı Kayın Ormanında, Leylim Ley, Yiğidim Aslanım, Kardeşim Duymaz Eloğlu Duyar şarkılarını söyledi. Sanatçı şarkıların yarısında mikrofonunu dinleyiciye uzattı. Keşke uzatmasaydı. Doğrusu biraz Karlı Kayın Ormanında ve Leylim Ley'in nakaratı dışında kimsenin şarkıların sözlerini bildiği söylenemez. Belli belirsiz, dudağının ucuyla bir şeyler mırıldanmaya çalışan dinleyiciden cılız bir ses işitildi Açıkhava'da. Thedorakis'in 90. yaşı Livaneli şarkılarıyla kutlandı, demeyi çok isterdik ama öyle bir coşku olmadı konserde. Milyonlarca insanı meydanlara dolduran Livaneli'nin gerçek dinleyicileri bu konserde yoktu. Ve yine sanırız kendisi de konsere gelmemişti. Dostlukları eskiye dayanan Farantouri ve Livaneli'nin arasının limoni olduğu söyleniyor, hatta Livaneli'nin Harbiye'ye gelip gelmeyeceği merak ediliyordu. Konser sıralarında Livaneli'yi göremedik, gözümüzden kaçmış olabilir fakat ‘kendisinin kontrolündeki', başka birinin kullandığı resmi Twitter hesabında Periscope'la canlı yayın yaptığı kayıtlarda var. Livaneli'nin dört şarkısını söyleyerek dostluklarını hatırlatan Farantouri'ye Livaneli de Periscope'tan selam gönderip jest yapmış meğer…

Faulkner'ın hayalî kasabası dijital âlemde kuruldu

$
0
0

Amerika'daki Virginia Üniversitesi, dünya edebiyatının güçlü isimlerinden William Faulkner'ın edebî; mirasını dijital ortama aktardı. www.faulkner.drupal.shanti.virginia.edu adlı site, yazarın kitaplarında geçen karakterlerden isimlere, şehirlerden olaylara tüm detayları arama imkanı sunuyor. Okur bu kasabada gezermişçesine yazarın izini sürebiliyor.

Bir yazarın eserlerinde sözünü ettiği mekanlar, isimler ve karakterler okur için birer yol göstericidir. Yazarından büyük izler taşıyan bu işaretler, onun yazı evrenini keşfetmeye yarar. Fakat böyle bir yükün altına girip iğneyle kuyu kazarcasına bilgileri su yüzüne çıkarmak zorlu bir uğraştır. Teknolojinin hayatımızı kolaylaştırmasıyla bu keşif kolaylaştı. Bir romanın tüm sayfaları arasında kısa sürede aramalar yapmak bir hayli kısaldı. Bu kolaylık, önümüze yeni projeler ve heyecanlı araştırmalar getirmiyor değil.

Bu projelerden biri, Amerikan edebiyatının güçlü kalemlerinden ve Türkiye'de de hatırı sayılır bir okuru olan William Faulkner (1897-1962) ile ilgili. Faulkner, geride büyük bir edebi miras bıraktı hiç kuşkusuz. Okurlarına ve edebiyat tarihine bıraktığı malzeme, pek çok çalışmaya imkan verecek kadar zengin ve çeşitli. Faulkner'ın edebi mirasına odaklanan Amerika'daki Virginia Üniversitesi, yazarın tüm eserlerinde geçen mekanları, kişileri ve karakterleri bir sitede topladı. Okurların kolayca arama yapabildiği Dijital Yoknapatawpha adlı site sayesinde, Faulkner'ın yazı evrenindeki durakları kolayca okumak mümkün. Yayın hayatına yeni başlayan site, henüz daha keşif aşamasındayken, eklenen bilgiler ve tasniflerle sürekli güncelleniyor.

TEKNOLOJİ İLE EDEBİYATIN BULUŞMASI

Projenin adı Faulkner'ın kurmaca kasabası Yoknapatawpha'dan geliyor. Yazarın, 1927'de kaleme aldığı Flags in the Dust (Tozlu Bayraklar) isimli eseri, yazarın kurmaca kasabası Yoknapatawpha'da geçen ilk romanı. Faulkner'ın kimi eserlerinde boy gösteren bu mekanı Murat Belge şöyle anlatır: “Bir kere, Yoknapatawpha! Burası Faulkner'ın hayalî; yöresidir. Büsbütün hayalî; değil tabii. Elli devletten biri, güneyli ve sahici biri olan Mississippi'nin bir yöresi (county). Gerçek hayatta modelinin Lafayetle County olduğu düşünülüyor. Faulkner'ın eserleri arasında ilkin Absalom Absalom'da geçiyor Yoknapatawpha. Zaten bu romanlarla Kurtar Halkımı Musa arasında, karakterlerinden ileri gelen bağlantılar var.” 6215 kilometrekarelik alana yayılan bu mekan Dayton Kohler'a göre Faulkner'ın tamamıyla kendi memleketini yansıtır “Amerikan romanında, tarihi ve talihi bakımından bundan daha kasvetli bir yer yoktur.”

DARISI TÜRK YAZARLARIN BAŞINA

Yoknapatawpha'ya Faulkner'ın şimdiye kadar 6 romanı ve 20 öyküsü tüm detaylarıyla konulmuş. 1.956 Faulkner karakteri ve 2.886 olay siteye girilmiş. 14 roman ve 54 öykü daha düşünecek olursak sitenin alacağı epey bir yol var. Proje, dijital teknoloji ve edebiyatı buluşturarak neler yapılabileceğini, bunun yanı sıra bu yeni aracın bir insan, bir öğretmen ve bir arkadaş olarak edebiyat hakkında neler sunabileceğini ölçmek istiyor. Site, Faulkner üzerine çalışan araştırmacıların desteğini isterken, hem okurlar, hem de edebiyat tarihi açısından yeni bir mecranın önünü açmayı amaçlıyor.

Türkiye'de bu türden dijital çalışmalar olmasa da yazarlar hakkında hazırlanan sözlükler bu boşluğu biraz da olsa doldurmaya aday. ‘A'dan Z'ye' başlığı altında daha önce Nazım Hikmet, Abidin Dino ve Sait Faik gibi usta yazar ve şairler hakkında yayımlanan kitaplara, son olarak Sevengül Sönmez'in hazırladığı Sabahattin Ali eklenmişti. YKY'den çıkan bu seri, yazarların hayatına ve eserlerine odaklanarak yazı dünyalarını ortaya koyan önemli bir çalışma. Tanpınar için böyle bir çalışma neden yok, sorusu ise umarım yakında cevap bulur, zira o da bu türden bir keşfi hak ediyor. (http://faulkner.drupal.shanti.virginia.edu/)

ENKA Açıkhava Buluşmaları yaza veda etti

$
0
0

Bu yıl 27. kez sanatseverler ile buluşan ENKA Kültür Sanat Açıkhava Buluşmaları, önceki akşam yapılan etkinlikle yaza veda etti.

Açıkhava Buluşmaları, pazartesi akşamı gerçekleşen Tuluğ Tırpan-Demet Evgar konseriyle yaz dönemi etkinliklerini tamamladı. ENKA Eşref Denizhan Açıkhava Sahnesi'nin bu yılki son konukları Tuluğ Tırpan-Demet Evgar ikilisiyle birlikte sahne alan Volkan Hürsever, Nedim Ruacan, Serdar Barçın ve Çağlayan Yıldız oldu. Konserde, Fikret Kızılok'tan Ajda Pekkan'a, Sezen Aksu'dan Nancy Sinatra'ya kadar pek çok ustanın eserini yorumlayan Demet Evgar, Tuluğ Tırpan'ın Kral Lear oyunu için bestelediği eserleri de yorumladı. Sanat dünyasından Haldun Dormen, Deniz Çakır, Nurseli İdiz ve Şebnem Sönmez gibi isimler de bu son konserin izleyicileri arasındaydı. ENKA Kültür Sanat, temmuz ayı boyunca on sinema, yedi konser, iki tiyatro, müzikal, modern dans ve bir sergiyi seyirciyle bir araya getirdi. 27. Yıl ENKA Kültür Sanat Buluşmaları, yeni etkinliklerle ekim ayında izleyicisini yeniden selamlayacak.


Leyla Gencer Şan Yarışması'nda final heyecanı

$
0
0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) ve La Scala Tiyatrosu Akademisi tarafından düzenlenen 8. Leyla Gencer Şan Yarışması'nın hazırlıkları devam ediyor.

Uluslararası çaptaki yarışma bu yıl Polonya Ulusal Operası, Adam Mickiewicz Enstitüsü, İtalyan Kültür Merkezi, Kadıköy Belediyesi işbirliği ve Borusan Sanat'ın katkılarıyla 6-11 Eylül arasında İstanbul'da gerçekleştirilecek. Yarışmanın halka açık yarı finali 9 Eylül Çarşamba saat 11.00'de, finali ise 11 Eylül Cuma akşamı saat 20.00'de Süreyya Operası'nda düzenlenecek. 8. Leyla Gencer Şan Yarışması'nın final bölümlerinin jürisine bu yıl ünlü İtalyan soprano Luciana Serra başkanlık edecek. Yarışma, opera alanında uzman ve etkili üyelerden oluşan uluslararası jürisi kadar, kariyerlerinde dünya çapında hızlı bir çıkış yakalayan finalistleri ile de adından söz ettiriyor.

Van Gölü Film Festivali'ne başvuru için son 10 gün

$
0
0

4. Uluslararası Van Gölü Film Festivali İnci Kefali (Darekh) Sinema Ödülleri başvuruları devam ediyor.

Başvurular 15 Ağustos'a kadar Sinema Filmi ve Belgesel Film Dalında, www.vangolufilmfest.org sitesinden indirilen Başvuru Formu ile kabul edilecek. Yönetmeliğe göre, hazırlanan evraklar (hem elektronik ortamda hem de basılı olarak) ve film kayıtları Festival Başvuru Ofisi'ne son başvuru tarihine kadar gönderilebilir. Ödüle değer görülen çalışmalar 5 Eylül'de düzenlenecek törenle sahiplerini bulacak.

Genç müzisyenler Zorlu'da

$
0
0

Dünyada birçok ülkede yetkin örnekleri olan ‘ulusal gençlik orkestrası' kavramını Türkiye'de de oluşturmak amacıyla kurulan Cem Mansur öncülüğünde Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, ağustos ayında farklı bir repertuvar ile sahne alacak.

Sabancı Vakfı'nın ana destekçisi olduğu orkestra, 18 Ağustos'ta Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde (PSM) ‘Bayram Akşamları' repertuvarı ile müzikseverlerin karşısına çıkacak. Türkiye'nin bütün konservatuvarlarından sınavla seçilen ve yaşları 16 ile 22 arasında değişen 100 genç müzisyenden oluşan Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, her yaz, alanlarındaki en iyi eğitmenlerin yönetiminde üç haftalık bir hazırlık dönemi sonrasında Türkiye ve yurtdışında bir dizi konser veriyor. Genç müzisyenler, konserin hemen öncesinde, müzik yoluyla sosyal bilinçlenmeyi amaçlayan Demokrasi Laboratuvarı'nda birlikte yaşama kültürünü çok sesli müziğin çalışma ortamından örneklerle katılımcılara aktaracak. (0850 222 67 76)

Kutulara hikâyeler biriktiren sanatçı

$
0
0

Bileti yolculuğa, kartpostalı mekâna tercih eden bir sanatçı. Amerika'nın dışına hiç çıkmadı.

Bu bilinçli ve münzevi tercihi, sanat eğitimi almamasına rağmen, onu kendi şiirsel dünyasında sonsuz işler üretmeye yöneltti. Deneysel kısa filmleri için Salvador Dali'nin “Bu fikirleri benim bilinçaltımdan çalmış!” dediği aktarılır. Ürettiği küçük boyutlu eserler, çok yönlü şiirsel evrenini hemen ele verirken, herkes onu bu kutularından tanıyor. Amerikalı sanatçı Joseph Cornell'in (1903-1972) kutular, kolajlar ve filmlerden oluşan bu seksen eseri İngiltere'nin başkenti Londra'nın en önemli sanat mekânlarından Royal Akademi'de sergileniyor. Cam kapaklı kutuları birer düş atölyesine dönüştürmesiyle ünlü Cornell'in, Amerika, Avrupa ve Japonya'dan çeşitli koleksiyonlardan derlenen Wanderlust (Yolculuk Tutkusu) adlı sergisi, sanatçının 35 yıl sonra Avrupa'da açılan ilk derli toplu işlerinden oluşuyor.

EDEBİYATA DÜŞKÜN BİR SANATÇI

Dört ayrı bölümde sergilenen eserler arasında sanatçının en bilinen Museums, Aviaries, Soap Bubble Sets, Palaces, Medici Slot Machines, Hotels ve Dovecotes adlı serileri ve işleri yer alıyor. Cornelle'in gündelik nesneleri kendi dünyasında harmanlayıp düşsel bir alana taşıdığı eserlerinde, aklınıza gelebilecek her türden nesneyi görmek mümkün. Kâğıttan balerinler, kuşlar, gazete parçaları, kitaplar, biletler, haritalar, pusulalar, yüksükler, ilaç kutuları, yıldızlar ve gökyüzü onun malzemeleri arasında. Sanatçının nesnelerle kurduğu bu ilişki Walter Benjamin'in “Yaşamak iz bırakmak demektir... İç mekânda... üzerlerinde gündelik kullanım nesnelerinin izlerini taşıyan sayısız örtü, astar, kılıf vardır. İkamet edenin izleri de mekâna nakşolur…” sözlerini akla getiriyor.

Sanatın sadece tuval üzerine renklerle yapılmadığı fikrine erken yaşlarda kapılan sanatçı, sürrealizmle karşılaşmasıyla, 1930'ların başından itibaren geceleri herkes uyurken elinde makasla kolajlar üretmeye başlar. Etrafında görüp ilgisini çeken her şeyi biriktirmeye meraklı Cornell, bu uğraşla bir nevi kendi kişisel arşivini oluştururken, bunları küçük kutularda çeşitli hikâyelere dönüştürür senelerce. Döneminin sanat akımlarını ilgiyle takip etse de kendi sanat yolculuğunda herhangi bir gruba dahil olmaz. Marcel Duchamp, Robert Motherwell, Andy Warhol ve Dorothea Tanning gibi isimlerle yakın arakadaşlık kurar. Cornell'in bu dünyanın kalabalığından ve gürültüsünden ayrı kalmasının bir nedeni vardır. Annesinin temizlik ve düzen takıntısından uzaklaşmak için bodrumda çalışmaya başlar. Burası onun için huzurlu bir mekândır. Utangaç bir yapıya sahiptir ve sanatın pazarlama kısmından da hiç anlamaz fakat Japon sanatçı Yayoi Kusama'nın posta kutusuna her gün aşk mektupları bırakacak kadar tutkuludur.

Cornell'in edebiyata olan düşkünlüğünden de söz etmemek olmaz. Marianne Moore ve Susan Sontag gibi yazarlarla dostluk kuran sanatçı, çeşitli işlerinde edebiyattan ilham alır. Goethe'nin Genç Werther'ın Acıları ve Emily Dickinson'a ithaf ettiği Toward the Blue Peninsula (Mavi Yarımadaya Doğru) adlı eserleri sergideki işlerden. Orhan Pamuk “Masumiyet Müzesi'nin ilham kaynakları” başlıklı yazısında eşyalarla olan şiirsel ilişkisinden söz ederken, Cornell'e de gönderme de bulunur: “Hollandalı ressamların natürmortlarını, hayatın geçiciliğini kurukafalarla, saatlerle, eriyen mumlarla şiirselleştirerek ve sembol haline gelmiş eşyalarla hissettiren vanitas tarzı resimleri, 18. yüzyıl Fransız ressamlarının en parlağı Chardin'i, Cézanne'ın ‘natürmort' resimlerini, Balthus, Duchamp ve otel adlarının gizli şiirini ortaya çıkarmayı bilen Joseph Cornell'i çok severim.” Sanatçının sergideki Museum (Müze) adlı eseri ise müzelerdeki “bak ama dokunma” ikazına gönderme yaparken sanatseverlere kutunun içindekileri dinleme fırsatı veriyor.

Pek çok yazara ve sanatçıya ilham olan Cornell, geride büyük hikâyelerin yer aldığı küçük kutular bıraksa da ablasına ölmeden hemen önce “Keşke bu kadar münzevi bir hayat yaşamasaydım.” demesi, hüzün vericidir. Cornell'in bu şiirsel dünyası 27 Eylül'e kadar açık kalacak.

Muzaffer Akgün türküleriyle uğurlandı

$
0
0

‘Türkülerin Anası' olarak bilinen Muzaffer Akgün, İstanbul'da son yolculuğuna uğurlandı. Akgün için önce TRT İstanbul Radyosu'nda bir tören düzenlendi. Törende sanatçının vasiyeti üzerine kendi söylediği ‘Geceler Yarim Oldu' ve ‘Yine Gam Yükünün Kervanı Geldi' adlı türküler çalındı. Akgün'ün cenazesi Teşvikiye Camii'nde kılınan namazın ardından Merkezefendi Mezarlığı'na defnedildi.

Önceki gün 90 yaşında hayata veda eden, Türkiye'nin ilk Altın Plak ödüllü halk müziği sanatçısı Muzaffer Akgün, son yolculuğuna uğurlandı. Aynı zamanda ‘Türkülerin Anası' olarak anılan Akgün, vasiyeti üzerine söylediği türkülerle uğurlandı.

Rahatsızlığı nedeniyle İstanbul'da kaldığı kızının evinde hayatını kaybeden Türk halk müziğinin usta sesi, devlet sanatçısı Muzaffer Akgün için önce uzun yıllar görev yaptığı Harbiye'deki İstanbul Radyosu'nda bir tören düzenlendi. Sanatçının Türk bayrağına sarılı naaşı saat 11.00'de TRT stüdyosuna getirildi. Törene Akgün'ün kızı Feryal Korur, torunları Ceyla, Can ve Cem Korur, TRT İstanbul Müdürü Abdulhamit Avşar, Türk halk müziği sanatçıları Belkıs Akkale, Ümit Tokcan, TRT Yurttan Sesler Korosu Şefi Zafer Gündoğdu, Sezen Cumhur Önal, TRT Radyo sanatçıları, Agün'ün yakınları ve sevenleri katıldı.

Tören sırasında, “İlk duayı ben edeceğim.” diyerek sahneye gelen Sezen Cumhur Önal, Akgün'ün cenazesinin başına geçerek dua etti. Usta sanatçının vasiyeti üzerine ‘Geceler Yarim Oldu' ve ‘Yine Gam Yükünün Kervanı Geldi' adlı iki türkü, Akgün'ün sesinden dinletildi. Vasiyetin yerine getirilmesinden sonra Akgün'ün sanatçı dostları ve çalışma arkadaşları birer konuşma yaptı.

“TÜRKÜLERİN HİZMETKÂRIYDI”

TRT İstanbul Müdürü Abdulhamit Avşar, Muzaffer Akgün'ün Türk halk müziğinin, türkülerin büyük bir dehası ve ustası olduğunu ifade etti. Onun ‘türkülerin hizmetkârı' olduğunu söyleyen Avşar, “Hayatta öyle büyük insanlar, sanatkârlar vardır ki; bir yer doldururlar, kaleler, burçlar gibidirler. Bu insanların doldurdukları yerin büyüklüğünü ancak aramızdan ayrıldıkları zaman idrak edebiliriz. İşte bugün öyle günlerden birisi.” diye konuştu.

TRT Yurttan Sesler Korosu Şefi Zafer Gündoğdu ise konuşmasında Muzaffer Akgün'ü yakından tanıma şansı bulduğu için çok şanslı olduğunu söyledi. Türkülerin, büyük usta için çok kıymetli olduğuna değinen Gündoğdu, “Buraya gelirken çok hayıflandım. Zira birkaç hafta önce evinde ziyaret ettim kendisini. Orada kendisiyle sözleşerek, bayram sonrasında bu stüdyoya getirecektik. Yurttan Sesler'in bütün sanatçılarını çağırıp onunla birlikte türkü söyleyecektik. Ancak olmadı, bu kadarmış.” dedi. Buradaki tören helallik alınması ve yapılan duanın ardından sona erdi. Törenin ardından Muzaffer Akgün'ün cenazesi Şişli Teşvikiye Camii'ne getirildi. Törende taziyeleri Akgün'ün kızı Feryal Korur, torunları Ceyla, Can ve Cem Korur kabul etti.

ÜMİT TOKCAN: HEPİMİZİ ÜZDÜ

Cenaze törenine katılan Türk halk müziği sanatçısı Ümit Tokcan, Akgün'ün vefatının kendisini çok üzdüğünü söyledi. Büyük ustanın halk müziğinin gelmiş geçmiş en iyi seslerinden biri olduğunu belirten Tokcan, “Türk milletine, halk müziği sanatçılarına ve bütün camiamıza başsağlığı diliyorum. Çok üzgünüm. Muzaffer ablamla 20 gün evvel konuştuk. Hasta olduğunu söylemişti. Diyecek bir şey yok, hepimizin başı sağolsun.” dedi.

Muzaffer Akgün'ün cenazesi öğle namazını müteakiben kılınan cenaze namazının ardından Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı'ndaki aile kabristanlığında toprağa verildi.

Hüseyin Bahri Alptekin sergisi eylülde

$
0
0

2007 yılında hayatını kaybeden sanatçı, yazar ve küratör Hüseyin Bahri Alptekin'in retrospektif sergisi ‘Demokratik Lüks', 2 Eylül'de açılıyor.

Rampa ve MHKA (Güncel Sanat Müzesi, Antwerp) işbirliğiyle düzenlenen sergi, her iki mekânda gerçekleşecek ve 14 Kasım'a dek sürecek. Sanatçının 2000 öncesi ve sonrası ürettiği eserleri bir araya getiren kapsamlı retrospektif, Alptekin'in 90'ların başından itibaren ürettiği fotoğraflar, heykeller, enstalasyonlar, neon metinler, video ve kolajları da bir araya getiriyor. (0212 327 08 00)

Vicdan heykelleri Nilüfer'i süsleyecek

$
0
0

Bursa Nilüfer Belediyesi tarafından bu yıl 5-25 Ağustos tarihleri arasında ‘Vicdan' temasıyla beşincisi düzenlenen Uluslararası Kuzgun Acar Heykel Sempozyumu başladı.

Sempozyumla ilgili basın toplantısında konuşan Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Türkiye'nin ve yakın coğrafyasının zor bir süreçten geçtiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Sağduyuya ve vicdana en çok ihtiyacımız olan günler yaşıyoruz. Bu nedenle, ana teması ‘vicdan' olan bu sempozyum, tam da şu günlerde çok anlamlı. İnanıyorum ki sanatçılarımızın ‘vicdan'a dair yorumları ve bu temelde şekillenen heykeller, önümüze farklı açılımlar sunacak.” Sempozyumun sonunda yedi ülkeden 10 sanatçının ortaya çıkaracağı eserler her yıl olduğu gibi Nilüfer'de bulunan meydanlara, kavşak ve parklara yerleştirilecek. Bu yıl sempozyumda İspanya, Sırbistan, Kostarika, Ukrayna, Çek Cumhuriyeti, Bulgaristan, Güney Kore ve Türkiye'den 10 heykeltıraş mermerlere şekil verecek. FSM'deki Hastane Alanı'nda kurulan açık hava atölyesinde, dileyen herkes eserlerin oluşumunu izleyip sanatçılarla sohbet etme imkânı bulacak.


Toplumsal Tarih, Romanların göçüne bakıyor

$
0
0

Toplumsal Tarih ağustos sayısında “Romanlar, Sınırlar ve Göç(ebelik)” başlıklı dosyayı kapağa taşıyor.

Editörlüğünü Pelin Tünaydın'ın yaptığı dosya, Kuzey ülkelerinde ve Türkiye'de ırkçı kalıp yargılarla hazırlanan yasaların mantığına ve bunlara bağlı olarak göçebe Romanların çektiği sıkıntılara odaklanıyor. Dosya yazarlarından Ilsen About “Yabancı uyruklu göçebeler: Batı Avrupa'nın iki savaş arası sınır rejiminde Roman aileler” başlıklı yazısında, iki dünya savaşı arasındaki dönemde Batı Avrupa'ya hâkim olan “Çingene karşıtı” politikaları inceliyor. Ludwig Wiklander 1840-60 arasında Romanya'da serfliğin ve köleliğin ilga edilmesiyle serbest kalan Roman nüfusun İskandinav ülkelerine göçünde yaşanan sorunları ele alıyor. Pelin Tünaydın da “Irkçılık ile antikomünizm arasında: 1950-1951 Bulgaristan göçü ve Romanlar” başlıklı yazısında, II. Dünya Savaşı sonrasında Bulgaristan'ın kendi vatandaşı olup Türkçe konuşan insanların yanında, anadilleri Türkçe olmayan 1.000 kişilik bir Roman grubunu da Türkiye'ye göçe zorlaması ve sonra Türkiye'nin bu grubu geri göndermesi üzerinde duruyor. (www.tarihvakfi.org.tr)

Gelibolu Senfonisi ilk kez ses verdi

$
0
0

Gelibolu'da savaşan her milletten birer bestecinin yazdığı 10 mini eserin yer aldığı ve 10 yılın sonunda oluşturulan “Gelibolu Senfonisi”nin dünya prömiyeri önceki akşam Aya İrini'de gerçekleşti.

Senfoninin, Demir Demirkan tarafından bestelenen “Barış Umudu” adlı ilk bölümünün de ilk kez seslendirildiği konserde, 60 kişilik İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü'nden 40 kişilik bir koro “Gelibolu Senfonisi”ni dinleyenlerin beğenisine sundu. Çanakkale Zaferi'nin 100. yılı etkinlikleri kapsamında Türkiye ve Avustralya ortak organizasyonu ile verilen konsere Türkiye, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan devlet yetkililerinin yanı sıra Demir Demirkan ve diğer eserlerin bestecileri de katıldı.

Mehmet Uluğ Müzik Evi, Kaş'ta açıldı

$
0
0

Türkiye'de müzik ve eğlence sektöründe öncü işlere imza atan Mehmet Uluğ'un adı yine müzik sektöründe yaşayacak.

İki yıl önce hayatını kaybeden organizatörün anısına Mehmet Uluğ Müzik Evi (MUME) açıldı. Kaş'taki Düşler Akademisi bünyesinde açılan MUME, müziğin doğayla buluştuğu noktada kapılarını açtı. Mehmet Uluğ Müzik Evi'nin ilk konukları, 10. yılını kutlayan Barış İçin Müzik Orkestrası oldu.

Geçtiğimiz yıl Akbank Caz Festivali kapsamında gerçekleştirilen Mehmet Uluğ Anma Gecesi'nden elde edilen gelirle ilk adımları atılan Mehmet Uluğ Müzik Evi, engelli ve sosyal dezavantajlı bireylerin sanat yoluyla sosyal hayata katılımını hedefleyen Düşler Akademisi Kaş bünyesinde müzikle iç içe olmak isteyen herkes için kuruldu. Kamp alanının içindeki Müzik Evi'nde bulunan kayıt stüdyosunda, Düşler Akademisi'nin konuk ettiği gençlerin yanı sıra isteyen her sanatçı, belirli bir ücret ödeyerek stüdyoda kayıt yapabiliyor. Bu sayede Düşler Akademisi'ne de destek olunuyor. Mehmet Uluğ Müzik Evi'nin kapıları ilk kez, mümkün olduğu kadar fazla çocuğa karşılıksız müzik eğitimi olanağı sağlamayı amaçlayan Barış İçin Müzik Vakfı öğrencileri ile açıldı. Bu yıl 10. yaşını kutlayan Barış İçin Müzik Orkestrası üyeleri, Düşler Akademisi Kaş'taki bir haftalık kamp boyunca Mehmet Uluğ Müzik Evi'nde üç ayrı parçanın kaydını gerçekleştirdi. 10. yıl jingle'larının kaydını da MUME'de yapan Barış İçin Müzik Orkestrası'nın 31 Temmuz'da Kaş Amfi Tiyatro'da verdiği konserle Mehmet Uluğ bir kez daha müzikle anıldı Çaykovski'nin Slav Marşı, Arturo Marques'ten Conga del fuego ve Danzon No.2, Dvo·k'ın 9. Senfonisi, Bizet'ten Carmen “Les Toreadors” ve Rossini'nin “William Tell” eserlerinin yer aldığı bir müzikal seçki sunan Barış İçin Müzik Orkestrası, yaklaşık 500 kişiye bir konser verdi.

Yedi yıl sonra yeniden Mamma Mia!

$
0
0

Broadway'in en uzun soluklu müzikallerinden ‘Mamma Mia!' 7 yıl aradan sonra Türkiye'ye geliyor. Efsanevi müzikal, 29 Eylül-4 Ekim arasında Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde izlenebilir.

Bir Broadway klasiği ‘Mamma Mia!' 7 yıl aradan sonra yeniden İstanbul'a geliyor. Daha önce BKM'nin organizasyonuyla 50 binden fazla izleyiciyle buluşan müzikal, bu defa 29 Eylül-4 Ekim tarihleri arasında Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde izleyiciyle buluşacak.

1999 yılında ilk kez sahnelendiğinden bu yana ‘dünyanın en eğlenceli ve en coşkulu müzikali' olarak anılan Mamma Mia!, annesiyle birlikte bir Yunan adasında yaşayan Sophie'nin hikâyesini anlatıyor. İngiliz yazar Cathrine Johnson tarafından kaleme alınan müzikal, hiç tanımadığı babasının kimliğini arayan bir kızın hikâyesi. Hayatının aşkıyla evlenecek Sophie, hakkında hiçbir şey bilmediği, bir kez olsun fotoğrafını görmediği babasının da düğünde yanında olmasını ister. Annesi Donna, kızının bütün ısrarlarına rağmen bu konuda en ufak bir sır vermez; Sophie ise babasının kim olduğunu bulmakta kararlıdır. Gelinlikler içinde yürürken babasının koluna girme hayaliyle yanıp tutuşan muzip kahramanımız, gizli gizli annesinin günlüklerini okumaya başlar. Tüm bu hafiyelik işinin sonunda Sophie, üç farklı isme ulaşır. Onlardan hangisinin gerçek babası olduğunu anlamak için her birine mektup yazarak üçünü de düğününe davet eder. İşte bütün eğlence de buradan sonra başlar. 1999'daki ilk gösteride Sophie'nin annesi Donna'yı ilk kez Louise Pitre, Sophie'yi ise Tina Maddigan canlandırmıştı. Donna Sheridan karakterinin son oyuncusu Judy McLane, performansıyla yurtdışındaki eleştirmenlerin tam puanını almış. Adından övgüyle bahsedilen diğer isim de Sophie'yi canlandıran genç oyuncu Elena Ricardo. Müzikalin ilk günkü ihtişamı ve eğlencesinden de hiçbir şey kaybetmediği diğer görüşler arasında.

Dünya genelinde 17 farklı dilde, 49 değişik prodüksiyonla 54 milyondan fazla izleyiciye ulaşan Mamma Mia!'nın başarısının en önemli sebeplerinden biri de kuşku yok ki ABBA'nın şarkılarından oluşması. 1969 yılında Björn Ulvaeus, Benny Andersson, Agnetha Fältskog ve Anni-Frid Lyngstad'in bir araya gelerek kurduğu müzik grubunun ‘Honey, Honey', ‘Dancing Queen', ‘Chiquitita', ‘Money, Money, Money' gibi şarkıları, Broadway'in en uzun süre sahnelenen 8. müzikalinin en önemli yapı taşı.

Mamma Mia!'nın bir diğer önemli özelliği ise sahnede sunduğu görsel şölen. Müzikalde kullanılacak kostümler için 400 metre likra kumaş İtalya'da özel olarak hazırlanıyor. Gösteride başrol ve diğer oyuncular için ise toplam 3.120 kostüm kullanılıyor. Ana karakterler, yedek kostümleri de dâhil olmak üzere 288 farklı sahne kıyafetine sahip. Salıncak gösterileri için ise ekibin 390 farklı takım kıyafeti bulunuyor.

16 yıldır kapalı gişe

Broadway tarihinin en çok hasılat yapan gösterisi unvanını elinde bulunduran ‘Mamma Mia!', sahnelendiği her ülkede kapalı gişe oynadı. Sadece Londra'da 3 bin 500 kez sahnelenen eser, kısa film ve televizyon dizisi olarak da uyarlandı. 2008'de ise ABD-İngiltere ortak yapımı aynı adlı filmde sinemaya uyarlandı. Yönetmenliğini Phyllida Lloyd'un yaptığı filmin başlıca rollerinde Amanda Seyfried, Meryl Streep, Pierce Brosnan, Stellan Skarsgard ve Colin Firth gibi yıldız isimler yer aldı.

Limon ağacının gölgesinde

$
0
0

Kısa sürede ilgi çeken ‘Limon Ağacı Geçidi Hayaleti' adlı meşhur videodan hareketle çekilen film, bildik bir olay örgüsünü takip ediyor.

Avustralyalı çift, Amerikalı üç gezgin ile tanışır. Gençler yörede efsane olmuş tehlikeli bir yere gider. ‘Limon Ağacı Geçidi' olarak bilinen bu bölge sadece coğrafi olarak değil, taşıdığı sırlar nedeniyle de gizemli bir geçittir. Geçidin bir hayalet tarafından kontrol edildiğine inanılmaktadır. Bölgeye girmelerinden itibaren hayaletin varlığını hisseden gençlerin tatili hiç beklemedikleri bir şekilde neticelenir.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live