Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Bu devirde oğluna bile güvenme! [VİZYONDAKİLER]

$
0
0

James Cameron'ın sinemaya kazandırdığı Terminatör serisinin beşincisi Terminatör: Yaradılış'ta seriyi toparlama çabası ağır basıyor. İyi ile kötünün sürekli yer değiştirdiği seride bu kez hiç beklenmedik bir karakter makinelerin tarafına geçiyor.

Önce Mad Max, ardından Jurassic Park, şimdi de Terminatör… 80'lerin ve 90'ların gişe filmlerini 21. yüzyıla taşıma telaşı vites yükselterek devam ediyor. Yıl sonunda Yıldız Savaşları da 2010'lara ışınlanacak. Şimdilik, yeni çağa ayak uydurmada Mad Max: Fury Road diğerlerinden birkaç adım önde; hem ‘çılgın' geçmişini doğru hamlelerle güncelledi hem de bugünün CGI destekli blockbusterlarını aşan bir aksiyon klasiği ortaya çıkardı. Jurassic World ise köklerine sadık kalarak, herhangi bir riske girmeden, aynı hikâyeyi bugünün nesline anlattı. Terminatör için durum biraz farklı…

Terminatör: Yaradılış / Terminator: Genisys, seriyi toparlama kaygısının kurbanı. Daha doğrusu, 2003 (Makinelerin Yükselişi) ve 2009'daki (Kurtuluş) ‘zamansız' devam filmlerinin seriyi götürdüğü rotadan geri döndürmek isterken çıkmaz sokağa giriyor. Bu çaresiz çırpınış, Yaradılış'a patinaj yaptırıyor.

Yıl 2029, insanoğlu ile makineler arasındaki savaşın son demleri… Direnişin lideri John Connor (Jason Clarke) makinelere komuta eden Skynet'in kalbine operasyon düzenler ama geç kalınır. John, 1984'e gidip annesi Sarah Connor'ı koruması için Kyle Reese'i (Jai Courtney) görevlendirir. Ancak Kyle 1984'e gittiğinde -bilinenin aksine- Sarah Connor'ı (Emilia Clarke) korunmaya muhtaç biri değil, bir savaşçı olarak bulur. Olaylar değişmiş ve zaman çizgisi kırılmıştır, Terminatör (Arnold Schwarzenegger) ile Sarah sıkı dost olmuştur. Üçlü, geleceği kurtarmak için makinelerin dünyayı ele geçirdiği 2017'ye gider ve Skynet'in merkez üssünü yok etmeye çalışır. Hesaba katmadıkları şey ise insanlığın kurtarıcısı olarak gördükleri John Connor'ın yaşadığı değişimdir…

İYİLER GEÇMİŞTEN, KÖTÜLER GELECEKTEN

Zamanda yolculuk, Terminatör serisinin motiflerinden biri. Yaradılış, 2029'da başlıyor, hikâyenin başladığı 1984'e gidiyor, bir ara 1997'ye uğrayacak gibi olsa da 2017'de karar kılıyor. Kısacası, zamanda yolculuğu bir oyuncağa çeviriyor. Bir saat boyunca serinin ilk iki filmine saygıda kusur etmeyen, hatta onları aynen tekrar eden Yaradılış, ikinci bölümdeki zaman atlamaları ve Skynet'e dair verdiği ikna edici olmaktan uzak infolarla bünyesindeki kafa karışıklığını perdeye yansıtıyor. Aksiyon, mizah, patlamalar derken serinin asıl meselesi arada kaynayıp gidiyor.

Bilim-kurgunun yanı sıra aksiyon sinemasının sınırlarını da genişleten James Cameron imzalı ilk iki Terminatör hâlâ ayrı bir yerde duruyor. Üzerine üç film çekildi ama hiçbiri Cameron'ın alt metinlerine ulaşamadığı gibi aksiyon ve görsellik yönüyle ikna edici bir yenilik de ortaya koyamadı. Her şeyden önce, dini-mitolojik motifler üzerine kurulan güçlü hikâye anlatımı ihmal ediliyor. Her ne kadar, İncil'in bir bölümünden adını alsa da Yaradılış filmi, insanlığın kurtuluşunun oğluna bağlı olduğunu öğrenen bekâr anne Sarah ile John arasındaki modern Meryem-İsa ilişkisine sırt çevirip yerine sağlam bir yapı kuramıyor. Diğer taraftan, insan-makine çatışması etrafındaki felsefi tartışmalardan kendini soyutlayarak sert bir eksen kaymasıyla kredisini tüketiyor. Hal böyle olunca görselliğe, daha doğrusu CGI efektlerine yüklenmekten ve aksiyon sahnelerine yaslanmaktan başka yol kalmıyor.

Terminatör serisinin alamet-i farikalarından biri de iyi ile kötünün sürekli yer değiştirmesi. Bir filmde iyi olan karakter, diğer filmde kötü olarak karşımıza çıkar. Taraf değiştirmenin odağında bu kez John Connor var. Ancak onunla kalsa iyi; tıpkı zaman yolculuğu gibi, serinin bu özelliğiyle de haddinden fazla oynuyor yönetmen Alan Taylor. İşin mizah boyutunda da ayar kaçmış. İlk iki filmdeki soğuk/ironik mizah anlayışını yeniden diriltme çabasında Yaradılış. Başlarda nostaljik bir tat veren bu tutum, senaryonun içine girdiği çıkışsızlık ve kafa karışıklığıyla birleşince parodiye dönüşüyor. Bazı sahneler, popüler filmleri ti'ye alan ünlü ZAZ üçlüsünün elinden çıkmış gibi.

Önümüzdeki Terminatör'lere bakacağız artık…


KIBATEK edebiyat sempozyumu Polonya'da

$
0
0

Merkezi Ankara'da bulunan, ‘Kıbrıs, Balkanlar, Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu'nun (KIBATEK) bu yıl 28.sini düzenlendiği Uluslararası KIBATEK Edebiyat Sempozyumu dün Polonya'nın Krakow şehrinde başladı.

Krakow Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü ile ortaklaşa gerçekleştirilen etkinliğe Kuzey Kıbrıs, İran, Ukrayna, Rusya, Hollanda, Almanya ve Türkiye'den (20 farklı üniversiteden) yaklaşık 50 bilim insanı katılıyor. Bu sene Nâzım Hikmet anısına düzenlenen ve 30 Haziran'da sona erecek sempozyumun teması ise ‘Doğu Edebiyatında Batı, Batı Edebiyatında Doğu.' (0312 425 39 20)

Grup Yorum, Valiliğe açtığı davayı kazandı

$
0
0

Grup Yorum'un, 30'uncu yılını kutlamak için 28 Haziran'da İstanbul'daki Bakırköy Halk Pazarı'nda vermek istediği büyük konser, İstanbul Valiliği tarafından “toplumun tepkisine yol açıp, infial yaratabileceği” gerekçesiyle geçtiğimiz nisan ayında yasaklamıştı.

Mahkemeye taşınan yasak, dün Yenibosna'daki İstanbul İdare Mahkemesi tarafından bozuldu. Grup Yorum, yarın 18.00'de Bakırköy'de cumartesi pazarınınn kurulduğu meydanda sahneye çıkacak.

Filmlerde kalan İstanbul

$
0
0

Filmler de olmasa ‘eski İstanbul'un nasıl bir şey olduğunu hepten unutacağız.

Eski dediysek, 300 yıl öncesi değil, 50 yıl öncesinin İstanbul'undan bahsediyoruz. İstanbul Modern Sinema, 2-4 Temmuz arasında YAP İstanbul Modern: Yeni Mimarlık Programı etkinlikleri kapsamında ziyaretçilerini İstanbul'un geçmişinde bir yolculuğa çıkaracak. Üç filmlik seçki, eski İstanbul'un sahilleri boyunca bol bol iç çekeceğiniz bir seyir vaat ediyor.

İstanbul Modern'in bahçesine kurulacak açık hava sinemasında her akşam farklı bir film gösterimiyle müzenin bulunduğu bölgenin belleği sinema yoluyla canlandırılacak. Seçilen filmlerdeki İstanbul, filmlerin öyküsüne özgün ve dokunaklı bir mekân kurgusu kazandırıyor, karakterlerin içinde bulunduğu duygusal dünyaya görsel karşılık oluşturuyor.

Gösterimler 2, 3 ve 4 Temmuz akşamları saat 21.30'da başlayacak. 2 Temmuz Perşembe akşamı Tanju Okan'ın müzikleriyle sanki Boğaziçi'ne adanmış bir müzikal niteliğindeki, Nejat Saydam'ın 1966 yapımı Boğaziçi Şarkısı filmi gösterilecek. 3 Temmuz'da Lütfi Ö. Akad imzalı, başrollerinde Sadri Alışık ve Çolpan İlhan'ın rol aldığı Yalnızlar Rıhtımı izlenebilir. Programın son akşamı ise Kadir İnanır ile Münir Özkul'un başrollerini paylaştığı eğlenceli romantik komedi Tophaneli Ahmet: Bir Aşk Hikâyesi gösterilecek.

162 yıl önce Ayasofya

$
0
0

1847'de Sultan Abdülmecid'in emriyle Ayasofya'yı restore eden İsviçreli mimar Fossati'nin, o yıllarda hazırladığı ve yine padişahın desteğiyle Londra'da bastırdığı “Aya Sofia Constantinople” adlı gravür kitabı 162 yıl sonra yeniden yayımlandı. Orijinal nüshası Osmanlı Arşivleri'nde bulunan eserde, cami olarak kullanılan Ayasofya'ya ait renkli çizimler yer alıyor.

Ayasofya Müzesi, İstan-bul'un fethinden sonra pek çok kez restore edildi ama en çok Abdülmecid Han döneminde yapılan restorasyon ile gündeme geldi. Padişah o devirdeki Avrupa devletleri ile olan siyasi münasebetleri de dikkate alarak 1847 yılında Rus Çarı'nın saray mimarı Gaspare Trajano Fossati'yi tamir işi ile görevlendirdi. İki yıl süren bu tamirat esnasında yaklaşık sekiz yüz işçi çalıştı. Bina neredeyse tamamen elden geçirildi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yazdığı Lafzatullah, Peygamberimiz, Dört Halife ile Hasan ve Hüseyin efendilerimizin isimlerini tasvir eden levhalar asıldı. Camiye hünkâr mahfili, muvakkithane ilave edildiği gibi Fatih devrinde yapılan medrese de baştan sona yenilendi.

Fossati bu tamirat esnasında mozaiklerin üzerini açarak krokiler halinde çizdiği resimleri bir albüm halinde bastırmak istemiş, fakat bu isteğinde başarılı olamamıştı (O mozaiklerden, altı kanatlı melek figürünün yer aldığı Serafim, 2009'da ortaya çıkarılmıştı). Bunun üzerine Ayasofya'nın içini ve dışını gösteren 25 adet çizim hazırladı. Kapağını Sultan Abdülmecid Han'ın tuğrası ile süslediği albümü 1852'de Londra'da bastırdı. Bu albüm üç farklı türde 380 adet yayımlandı: El işçiliğiyle hazırlanan kutulu büyük boydan 80, ciltli olarak tasarlanmış orta boydan 100 ve sulu boya ile hazırlanmış küçük boydan 200 adet yapıldı.

Mimar Fossati'nin 25 Mart 1853 tarihinde Hariciye Nazırı Rıfat Paşa'ya yazdığı mektubundan anlaşıldığına göre bu albümlerin biri Padişah'ın zatına, diğeri devlete hediye edildi. Abdülmecid Han da bu çalışmayı takdir amacıyla Fossati'yi bir pırlanta yüzükle mükâfatlandırdı. Yine aynı mektuptan, saraya albümlerin el ile boyanmış olanlarından 10, büyük boy kâğıt üzerine basılmışlarından 10 olmak üzere 20 adet albüm verildiği anlaşılıyor. Ancak bu albümlerin 15 tanesi satın alındı ve Amerikan elçiliğinin talebi üzerine bir tanesi Washington'da bulunan Meclis-i Maarif Kütüphanesi'ne hediye edildi. Satın alınan diğer albümler ise Ragıp Paşa Kütüphanesi'ne muhafaza edildi. 30 Aralık 1892 tarihinde Sultan İkinci Abdülhamid'in emri ile bu kütüphanede bulunan Ayasofya albümlerinden, Yıldız Sarayı, Erkan-ı Harbiye, Bahriye Dairesi, Hendesehane-i Mülkiye ve diğer kütüphanelere birer adet olmak üzere dağıtıldı. İşte o dağıtılan eserlerden bir tanesi, Sarayburnu Kitaplığı tarafından 162 yıl sonra yeniden yayımlandı. Orijinali Başbakanlık Osmanlı Arşivleri'nde bulunan eserde, cami olarak kullanılan Ayasofya'ya ait renkli çizimler yer alıyor.


1836'da Petersburg'da ‘saray mimarı' unvanını alan Gaspare Fossati, 1831'de çıkan büyük Beyoğlu yangınında tamamen kül olan Rus Çarlığı'nın İstanbul'daki elçilik binasını yeniden inşa etmek için 1837'de İstanbul'a geldi. 1858'e kadar İstanbul'da kalan Fossati, kardeşi Giuseppe Fossati'nin de içinde bulunduğu yerli ve yabancı sanatçılardan oluşan geniş bir ekiple birçok yapı inşa etti ya da onardı. Bunlardan en önemlisi Ayasofya'ydı.

Oscar'a gençlik ve ‘renk' aşısı

$
0
0

Oscar ödüllerini düzenleyen Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, üyelerinin çok sesliliğini ve çeşitliliğini artırmak için dünya çapında 322 isme davet mektubu gönderdi. Çoğunluğunu 40 yaş altında ve farklı ırklardan sinemacıların oluşturduğu yeni üyeler sayesinde Akademi, yaş ortalamasını düşürmeyi ve ‘beyaz' yapısını renklendirmeyi hedefliyor.

Şubat ayında düzenlenen 87. Oscar Ödülleri'ndeki ‘beyaz' ağırlıklı aday listesi ile eleştirilen Akademi (Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi), radikal bir karar aldı. Yıllardır üyelerinin yaşlı, çoğunlukla da ‘beyaz' olduğu ve Oscar ödüllerinin bu üyelerin tercihlerine göre şekillendiği iddiasıyla eleştirilen Akademi, gençleştirme operasyonu başlattı.

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi, üyelerinin çeşitliliğini artırmak için dünya çapında 322 isme davet mektubu gönderdi. Çoğunluğunu 40 yaş altı gençlerin oluşturduğu bu sinemacıların katılımı Akademi'nin yaş ortalamasını aşağıya çekmeyi amaçlıyor. Davet alanlar arasında Whiplash filmiyle Oscar'a aday olan 30 yaşındaki yönetmen Damien Chazelle, son olarak Birdman filminde oynayan 27 yaşındaki Emma Stone, Harry Potter serisiyle çocuk yaşta sinemaya adım atan 26 yaşındaki İngiliz oyuncu Daniel Radcliffe, Her Şeyin Teorisi filmiyle Oscar alan 33 yaşındaki oyuncu Eddie Redmayne ve aynı filmden rol arkadaşı Felicity Jones (32) da var.

HER RENKTEN, IRKTAN VE DİLDEN ÜYE

Çoğunlukla gençlerden oluşan yeni üye adayları arasında Akademi'nin ‘beyaz' imajını kırmak için davet edilen farklı renk ve ırklardan isimler de dikkat çekiyor. Hatırlanacağı gibi, 87. Oscar Ödülleri'nde erkek, kadın, yardımcı erkek ve yardımcı kadın dallarındaki 20 oyuncunun da beyaz olması tartışmalara neden olmuştu. Sosyal medyada #OscarSoWhite (Oscar Çok Beyaz) etiketiyle Akademi hedef tahtasına oturtulmuştu. Selma filmindeki performansıyla Oscar'a aday gösterilmeyen İngiliz siyahi oyuncu David Oyelowo da Oscar ödüllerini seçmesi için davet gönderilen isimlerden biri.

Sadece siyahi oyuncular değil, farklı etnik kökenden sinemacılar da Akademi'den davet aldı. 322 isim arasında Timbuktu filmiyle Oscar'a aday olan Moritanyalı yönetmen Abderrahmane Sissako, Güney Kore sinemasının yıldız yönetmenlerinden Bong Joon-ho, Hızlı ve Öfkeli serisinin Tayvanlı yönetmeni Justin Lin, Fransız yönetmen Francois Ozon, Ida filmiyle Oscar alan Polonyalı yönetmen Paweł Pawlikowski, Leviathan ile Oscar'a aday olan Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev, Mandalinalar'ın Gürcü yönetmeni Zaza Urushadze, Asabiyim Ben filmiyle sürpriz bir şekilde Oscar'a aday gösterilen Arjantinli yönetmen Dami·n Szifron, Yapay Oyun filminin Norveçli yönetmeni Morten Tyldum, Oscar ödüllü Milyoner filmiyle parlayan Hintli oyuncu Dev Patel de var.

TÜRKİYE'DEN KİMSE YOK

Davet edilen isimlere bakınca Akademi'nin ince bir denge hesabı güttüğü söylenebilir. Yaş, ten rengi, kadın-erkek oranı, etnik ve ırk farklılıkları gibi yıllardır Akademi'nin eleştiri konusu olduğu alanlar düşünülerek şekillenmiş bir liste söz konusu. Sadece ABD'de eleştirildiği cinsiyet ayrımı, yaş ve siyahilere ayrımcılık konularıyla yetinilmemiş, dünya sinemasının son yıllarda öne çıkan oyuncu, yönetmen ve yapımcıları da dikkate alınmış. Fakat 322 kişilik davet listesinde Türkiye'den kimse yok.

Akademi'nin ilk siyahi başkanı Cheryl Boone Isaacs, şubat ayındaki eleştirilerin ardından “Akademi'nin daha kapsayıcı olması” gerektiğini dile getirmişti. Isaacs, sinema sektörünün hep birlikte çoğulculuğu ve farklılığını sürdüreceğini umut ettiğini ifade etmişti. Son davet listesi bu yönde bir adım olarak görülebilir. Akademi geçtiğimiz yıl 271 kişiyi davet etmiş, 2013'te ise 276. 2004 ile 2012 yılları arasında davet edilen kişi sayısı yıllık ortalama 133. Davet edilen isimlerin reddedilme ihtimalleri çok düşük. Söz konusu 322 sinemacı önümüzdeki salı günü Akademi'nin komitesi arasında yapılacak tekliften sonra oylanacak. Üyeliğe kabul edilenler önümüzdeki Oscar ödüllerinde oy kullanmaya başlayacak.

Altın Koza'da büyük ödül 350 bin TL

$
0
0

Bu yıl 14-20 Eylül arasında yapılacak 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nin yarışma yönetmelikleri açıklandı.

Buna göre, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması ve Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve ‘Adana' Konulu Senaryo Yarışması için son başvuru tarihi 31 Temmuz olarak belirlendi. Festival kapsamında düzenlenecek yarışmalarda toplam 876 bin TL ödül dağıtılacak. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda En İyi Film seçilen eser 350 bin TL alacak. Yarışmada ayrıca, Yılmaz Güney Ödülü, Adana İzleyici Ödülü, En İyi Yönetmen, En İyi Senaryo Ödülü, En İyi Sanat Yönetmeni, En İyi Müzik Ödülü, En İyi Oyuncu dalları ve En İyi Kurgu dallarında da akçeli ödüller verilecek. Festival kapsamında her yıl olduğu gibi Dünya Sineması Prömiyerleri, Akdeniz Ülkeleri Film Seçkisi, Bir Ülke Sineması, özel gösterim bölümleri, belgesel gösterimleri, söyleşiler, atölye çalışmaları, konserler ve sergiler sinemaseverlerle buluşacak. Yarışma yönetmeliklerine ve başvuru formlarına www.altinkozafestivali.org.tr adresinden ulaşılabilir. KÜLTÜR-SANAT

San Sebastian'dan film izlemeye geliyorlar

$
0
0

San Sebastian Film Festivali program yetkilisi, Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği'nin (Se-Yap) yürüttüğü “Festivaller İstanbul'da 2015” projesi kapsamında 30 Haziran-3 Temmuz tarihlerinde İstanbul'da olacak.

Projeye başvuruda bulunan filmler, festival yetkilisi tarafından izlenecek ve bir ön eleme yapılacak. San Sebastian Film Festivali bu yıl 18-26 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. “Festivaller İstanbul'da” projesi kapsamında, geçtiğimiz sene Kaan Müjdeci'nin Sivas, Venedik Film Festivali'ne, Emine Emel Balcı'nın Nefesim Kesilene Kadar ile Faruk Hacıhafızoğlu'nun Kar Korsanları filmleri Berlin Film Festivali'ne seçilmişti. Proje dahilinde 2015 yılı içinde Toronto, Berlin, Rotterdam ve Sundance Film Festivalleri program yetkilileri de Türkiye'ye gelecek. (www.se-yap.org.tr)


Joan Baez'dan Grup Yorum'a destek

$
0
0

22. İstanbul Caz Festivali kapsamında, 1 Temmuz'da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde konser verecek olan, dünyaca ünlü ABD'li folk sanatçısı ve aktivist Joan Baez, dün akşam Grup Yorum'a sürpriz yaparak ilk önce onlarla sahneye çıktı.

Baez'in, Grup Yorum'un Bakırköy Halk Pazarı'ndaki 30. yıl konserine katılmasının nedeni, konser yasaklamasını protesto etmekti. İstanbul Valiliği, geçtiğimiz nisan ayında, dün gerçekleşen konsere “toplumun tepkisine yol açıp infial yaratabileceği” gerekçesiyle izin vermemişti. Bunun üzerine Grup Yorum, kararın iptali ve yürürlüğünün durdurulması için Yenibosna'daki İstanbul İdare Mahkemesi'ne başvurdu ve mahkeme kararın yürütmesini durdurdu. Baez sahneye konserin ortalarına doğru çıktı ve bir şarkı seslendirdi. Şarkının sonunda ise grup üyeleri tarafından bir polis baskınında kırıldığı belirtilen kırık gitar hediye edildi. Baez, “Bu gitar için teşekkür ediyorum. Hep birlikte kırılan ne varsa hepsini tamir edeceğiz. Ve biz bunu tutkuyla ve şiddet içermeden yapacağız.” dedi.

Dinî müziğin yozlaştırıldığı aydayız

$
0
0

Ramazan gelince dini müzik alanındaki yozlaşma kendini daha çok gösteriyor. Televizyon ve radyo programlarındaki özensizlik iyice alıp başını gidiyor. Ayrıca bugün tasavvuf müziği adı altında çıkan albümlerin yüzde 90'ının tasavvufla ilgisi bulunmuyor. Bir bendir, bir ney, altyapı olarak klavye koyuyorlar, biraz da zikir ve bunun adına tasavvuf müziği diyorlar! Tasavvuf camiası da ortaya çıkan manzaradan rahatsız. Konuyu, neyzen Kudsi Erguner Zaman için yazdı. Avatar filminin bestecisi Amotz Plessner ile hazırladığı albümü ağustos sonunda çıkacak olan Ömer Faruk Tekbilek ise görüşüyle konuya katkıda bulundu.

Türk toplumu, çağdaş medeniyet yolunda kendisini ite kaka meçhul bir geleceğe doğru ilerletmeye çalışan aydınlar ile yüce bir tarih mirasından dem vurarak, geçmişi yücelten muhafazakârlar arasında çan tokmağı gibi sağa sola savrulup, amnezik ve şizofren bir hale gelerek yozlaşmış, Yunan filozofu Eflatun'un “Müziğini değiştirmeden bir toplumu değiştiremezsiniz!...” sözünü ispat edercesine değiştirilmeye çalışılan müzik de bu çöküşün aynası olmuştur.

Yakın geçmişe bakarsak, 1925 yılında kabul edilen ve halen geçerli olan 677 sayılı kanun ile tekkeler ve zaviyeler yasaklandı. Oralarda yaşayan Osmanlı'nın eliti, şairler, bestekârlar, hattatlar, alimler çirkin sözlere maruz kalarak, büyücülükle, üfürükçülükle itham edildiler. Yasaklı yıllarda, tasavvuf geleneğini gizlice yaşamaya çalışanlar, 1980'li yıllara kadar medeniyet ve rejim için bir tehlike kabul edilerek siyasal örgüt muamelesi gördüler. 1980 askerî; darbesinden itibaren muhafazakâr, Müslüman taşra insanları Türkiye'nin siyasi ve ekonomik hayatında gittikçe güçlendiler.

Bir önceki aşırı Batıcı, geçmiş düşmanı büyük şehir insanının tersine, hiç bilmediği Batı medeniyeti ile yine hiç anlamadıkları Osmanlı mirasını birleştirme iddiasındaki yeni siyasal güç sonunda halkı Batı'dan da, Doğu'dan da mahrum bıraktı. Maksat siyaseten yasaklanan bir mirasın kalan izlerini korumak ve değerlendirmekten saptırılıp, yine siyaseten yaşatılmaya çalışılan popüler bir kültüre hizmete dönüştü.

Bugün ortadaki enkaz ve mevta süslenerek tüm dünyaya yaşayan bir güzellik olarak sunulmaya çalışılmakta. Bunun en güzel örneği de “Mevlevi Ayini” ve “Tasavvuf Müziği” adı altında yapılanlar. Sözleri, enstrümanları, tavrı, edası ve sanatçısının yapmacık mimik ve icra tarzı ile ilahiden çok Anadolu türkülerinin arabesk versiyonu olan bir müzik, albüm albüm pazarlanıyor, özellikle Ramazan ayında, ‘tasavvuf musikisi' adı altında medyalarda halka dayatılıyor.

Tasavvuf müziği büyük mutasavvıfların dinlemekten zevk aldıkları, vecd halini yaşadıkları tasavvufî; mânâ ihtivâ eden şiirler üzerine bestelenmiş eserlerdir. Osmanlı döneminde naat, durak, ilahi, nefes, tevşih, Mevlevi ayini gibi değişik formlarda bestelenen bu şiirler geniş bir repertuvar oluşturur. Klasik tasavvuf müziği sadece bu eserlerin çalınıp okumasından ibarettir. Bu müzik günümüzün toplumu için sadece geçmişin bir sanat mirasıdır. Bugünün yaşayan müziği olmaya zorlandığında ise ortaya ne geleneğin, ne dinin, ne sanat estetiğinin ne de edebiyatın kabul edebileceği bir saçmalık çıkmakta.

Ney yerini kavala, kanun yerini klavyeye, ud yerini gitara, Osmanlı medeniyetinin tasavvuf şiiri ve musikisi yerini yozlaşmış bir köy estetiğine bıraktığı gibi, yaşayan bir tasavvuf ve çalanda, dinleyende manevi bir müzik zevki olmayınca, işret âleminde dinlenen müzik ile manevi bir neşenin musikisi arasında fark da ortadan kalkıyor.

Şiirlerde ana tema olan kişinin Allah ile kalbî; ricaları, yerini ölüm korkusu, İslam tarihinin trajik vakaları, cennet talebi gibi konulara bıraktı. Örneğin:

Aşkın aldı benden beni

Bana seni gerek seni

Ben yanarım dünü günü

Bana seni gerek seni

(Yunus Emre)

Vâsıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dûr olmadan

Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan 



Mest olup meydane geldim ta ezelden ta ebed


İçmişem aşkın şarabın âb-ı engûr olmadan 


‘Mûtû kable en temûtû' sırrına mazhar olan

Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan 



Âşıkın çok derdi amma sırrın izhâr eylemez


Söylemesi terk-i edeb çünki destûr olmadan 



Bir acaî;b derde düşmüş tutuşur şemsî; müdâm


Hakk'a makbûl olmak ister, halka menfûr olmadan

(Şemseddin Sivasi)

gibi dizelerin yerini,

Akşam olur güneş batar

Gönül derdine derd katar

Bu toprakta neler yatar

Sen de bir gün öleceksin

Bilir misin kafir, ölüm nicedir

Azrailen korku şeklinde gelir

Feryadı yükseltir ölüm acısı

Azrailen korku şeklinde gelir

(Abdurrahman Önül)

ve benzeri dizeler aldı.

Bugünki yozlaşmış toplumumuzun sanat zevkinin, yüce bir medeniyet mirasının devamı olması beklenemez, ancak geçmişin güzelliklerinin bugünü yüceltmesi ümit edilebilirdi. Maalesef, silinmiş hafızalarımız şimdilik buna el vermemekte.


Manevî; vebali olduğu inancındayım

Ömer Faruk Tekbilek: "Esasen başlı başına her türden müzik üretimi sanatçının kalbinden geçen duyguların paylaşımı olarak zuhur etmelidir, asla taklit olmamalı veya ticari gelir için sunulmamalıdır bana göre... Dinî; müzik veya tasavvuf deyince sorumluluk bir kat daha fazla olmalı kanaatindeyim. Dini duyguların ticari olarak istismar edilmesi her alanda olduğu gibi müzik alanında da doğru bir yol değil ve manevi vebali olduğu inancındayım. Bu tip sunumlara muhatap olan halkımız er ya da geç hakikisiyle taklidini ayırt edeceklerdir. Tasavvuf sonuçta zaten bireysel bir aydınlanma yolu olduğu için sadece ticari gelir amacıyla bunu kullananların bilerek veya bilmeyerek bizzat kendi manevi dünyalarına zarar verebileceğini düşünüyorum."

Sesli Çocuk Kitapları SSM'de

$
0
0

Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) çocuklar için Sesli Çocuk Kitapları kütüphanesi hazırladı. Sergiler için yayımlanan çocuk kitaplarını web sitesine yükleyen SSM, çocuklara hikâyeyi hem dinleme hem de okuma imkânı sunuyor.

Henüz okuma-yazma bilmeyen çocuklar için de eğitici ve eğlenceli bir fırsat sunan uygulama kapsamında sitede, ‘Ben Eserleri Koruyorum', ‘Ben Rembrandt', ‘Ben Venedik Taciri', ‘Ben Dali', ‘Ben Halı', ‘Ben Cengiz Han', ‘Ben Rodin', ‘Ben Kitap', ‘Ben Picasso' isimli 9 kitap bulunuyor. Hikâyelere, http://www.sakipsabancimuzesi.org/tr/sayfa/sesli-cocuk-kitaplari adresinden ücretsiz ulaşılabiliyor.

Metin Altıok şarkıları...

$
0
0

İzmir Karşıyaka Belediyesi tarafından yeni yapılan Deniz Baykal Kültür Merkezi yarın 19.30'da açılacak.

Merkez, açılışın hemen ardından, Sivas Katliamı anısına düzenlenen Metin Altıok şarkıları etkinliğine de ev sahipliği yapacak. Etkinlikte; Mazlum Çimen, Ogün Sanlısoy, Grup Gündoğarken, Tuğrul Keskin, Enver Aysever, Eren Aysan, Murat Evgin, Çiğdem Erken, Güneş Duru, Senem Demircioğlu, İklim Tamkan, Güvenç Dağüstün, Onur Behramoğlu ve 3 Bas, Karşıyakalılar ile buluşacak. Sanatçılar, Sivas Katliamı'nda yitirdiğimiz aydınlardan, Şair Metin Altıok'un eserlerinden bestelenen şarkıları seslendirecek.

Metropolis'in en önemli yapısı ortaya çıkıyor

$
0
0

Anadolu'nun iyi korunmuş tiyatrolarından biri olan Metropolis antik kentindeki kazılar, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serdar Aybek başkanlığında yarın başlıyor.

İzmir'in Torbalı ilçesine bağlı Yeniköy ve Özbey mahalleleri arasında yer alan kentte, 2008'den bu yana devam eden Roma Hamamı Palaestra Kompleksi'nin kazılarının bu yıl tamamlanması planlanıyor. Kompleks, buluntularıyla ve özgün mimari dokusuyla Metropolis'in en önemli yapılarının başında geliyor. Aybek, “Metropolis'te sürdürülen arkeolojik araştırma ve kazıların 25. yılına girerken kentin böylesine merkezi bir yapısını tamamen gün yüzüne çıkartmak büyük bir onur ve gurur kaynağıdır.” dedi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Sabancı Vakfı, Metropolis Sevenler Derneği (MESEDER) ve Torbalı Belediyesi'nin işbirliğiyle yapılan kazılara pek çok araştırmacı katılıyor.

Yazar Osman Necmi Gürmen hayatını kaybetti

$
0
0

Türkçe ve Fransızca eserleriyle tanınan, Türk edebiyatının değerli isimlerinden yazar Osman Necmi Gürmen (88), Paris'te hayatını kaybetti.

Bir süre önce akciğer kanserine yakalanan Gürmen, tedavisine Fransa'da devam etmek üzere Paris'teki evine dönmüştü. Yaban Gülleri adlı son romanı geçtiğimiz yıl Gölgeler Kitap tarafından yayımlanan Gürmen, 88 yaşındaydı. Gürmen'in cenazesi Paris'te toprağa verilecek. Uzun yıllardır Paris, İstanbul ve Bodrum'da yaşayan Osman Necmi Gürmen, 1927 yılında Siverek'te doğdu. Bucak aşireti mensuplarından olan babasının İstanbul'a yerleşmesiyle ilkokulu Göztepe Taş Mektebi'nde okudu. Saint Joseph Fransız Lisesi'ni bitirdikten sonra öğrenimine devam etmek için 1946 yılında Fransa'ya gitti. Bucakların büyüklerinden olarak aşiret içerisinde geçirdiği zorlu yılların ardından, eserlerini kaleme almak üzere Bodrum'a yerleşti. Burada yazmaya başladığı ve Fransızca kaleme aldığı ilk romanı L'echarpe d'iris (Ebem Kuşağı), 1976 yılında Paris'te Gallimard tarafından basılmıştı.

Hilmi Yavuz, Ali Çolak'a konuştu: Yaz, şiirsel bir aydınlanmadır

$
0
0

Hilmi Yavuz, her yıl temmuz başında yazılarına iki ay ara verip İstanbul'a veda ediyor. Muallim Naci'den iktibasla, ‘dehrin ihtilafatıyla uğraşmayı bırakıp, onu mirsad-ı ibretten temaşa etmek' için Ege'nin maviliklerine atıyor kendini. Uzun yıllardır yazları Bodrum'da, Yahşi Yalısı'nda geçiriyor. Şaire göre ‘yaz' tıpkı hava, su, ateş ve toprak gibi hayatın ve sanatın ana unsurlarından biri. ‘Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim!' diyen Hilmi Yavuz'a ‘yaz'a yüklediği anlamı, Yahşi'de geçen günlerini, yaz ve yazmak arasındaki ilişkiyi sorduk.

Mutadınız olduğu üzere yine 1 Temmuz itibarıyla İstanbul'u terk ediyorsunuz. Yönünüzü Bodrum'a, Yahşi Yalısı'na doğru döndüğünüzde neler hissediyorsunuz, çocuklar gibi şen mi oluyorsunuz?

Hatırlıyorsundur. Bir şiirimde, ‘Ben hep dönüşlere bakardım' diyordum. Benim için ‘gittiğim yer'ler yoktur, ‘döndüğüm yer'ler vardır daima. ‘Yahşi'ye gidiyorum!' değil, ‘Yahşi'ye dönüyorum'dur. ‘Gitmek', bende hep kopmaları, ayrılıkları ve ayrıldıklarıma bir daha dönememe olasılığının hüznünü çağrıştırır;- ‘dönüşler'se bir yeniden-kavuşma'nın bahtiyarlığını! ‘Yahşi'ye dönüyorum, işte!';- evet, çocuklar gibi şen…

Bu kaçıncı yaz olacak aynı mekânda ve neden hep aynı yer? Konfor mu, alışkanlık mı, korkular mı? Aynı mekân, aynı insanlar ve hatta aynı rüzgârlar… Bıkmıyor musunuz yeknesaklıktan?

Yahşi'yi 1981 yazında keşfettim ve ilk görüşte aşk: ‘Dünyada olmak istediğim yer!' dedim. O ve ondan sonraki yazlarda, sanırım 2000'lere kadar, Yahşi, kumsalları çöl laleleriyle donanmış, sessiz ve tenha, Elitis'i biraz değiştirerek söylersem, ‘mandalina ağaçlarının arasından esen rüzgâr'ın, sahildeki mısır tarlalarının, küçük ve dermeçatma motellerin [‘Alaaddin Motel'i, Moralı Motel'i nasıl unuturum!] bir aradalığı ile yaz'ın ta kendisiydi benim için.

Ben, her şey ‘hep aynı' [‘semper eadem'] olsun isterim. Başkaları yeknesaklığı can sıkıcı, hatta tahammülfersâ bile bulabilir;- ben öyle değilim! Yeknesaklık [monoton hayat, tekdüzelik, her neyse!], Tanpınar'ın Haşim için söylediği gibi ‘hayatı kasten daraltmak' demektir. Seviyorum, hayatı kasten daraltmayı! Algıyı ne kadar daraltırsanız, imgelemi o kadar genişletirsiniz, diye düşünmüşümdür.

İmgelemi genişletmek demişken, aslında tatile değil de yaz'lara gidiyormuşsunuz gibi geliyor bana. Ve yaz, sadece bir mevsim değil sizde, şiirinizin yapıcısı… “Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim” diye bir dizeniz vardı… Nedir yaz'ı bunca önemli kılan?

Sen de söylüyorsun ya, ‘ben şiiri bir yaz gününden öğrendim!' Nasıl mı öğrendim? Dünyayı ve eşyayı en berrak, saydam, en yalın haliyle yazlar gösterir bana. Yaz, şiirsel bir aydınlanmadır. Yazın ansiklopedisinden okursunuz karabiber yapraklarının kokusunu! Yazlar, o kokularda, portakalın sesinde okunur;- dolunaya sadece yazları dokunursunuz! Yaz, beş duyunun beşiyle de algılanır. Budur!

Yaz'a bunca bağlılığın bir ‘mesele'si olmalı. Geçmişte yaşanmamış yazların tutkuyla, biraz da hınçla geri alınmak istenmesi mi acaba?

Yaşanmamış yazlar! O kadar çok ki! Yine bir dizemi anayım: ‘Bahçem, atık yazlarla dolu!' Bahçem, belleğimdi elbet. Yaşanmamış olanlar, ‘atık' olanlardı. Tutku evet, ama hınç değil! Onları, deyiş yerindeyse, ‘geri-kazanma' çabası. Anılar da yazın yazılır çünkü; -ve, ‘Geçmiş Yaz Defterleri'ne özenle yerleştirilir…

Yazlara ilk ne zaman uyandınız, nasıl çarpıldınız da bir ana unsur oldu yaz sizde; hava, su, ateş ve toprak gibi…

Evet, çok doğru... Yaz, benim için anasır-ı erbaa'yı, ‘anasır-ı hamse'ye dönüştürür: Beşinci unsur! Bunu hayatımın orta yaşlılık döneminde fark ettim ve Bodrum'da, Yahşi Yalısı'nda! Yaz'ın yoğun ve göz kamaştırıcı bir aydınlık olduğunu, orada keşfettim ve aydınlık tıpkı su gibi, hava gibi, toprak gibi, ateş gibiydi artık. Sana şaşırtıcı gelebilir, -Şebüsterî;'nin ‘Gülşen-i Râz'ını okumuştum ama ‘nurusiyah'ın da ne anlama geldiğini, ‘ilm'el yakî;n' değil, ‘ayn'elyakî;n' olduğunu, tıpkı şiir gibi, yazlardan öğrendim.

Yahşi Yalısı'nda akşamüzerleri balkonda geçen o okur-yazarlık zamanları için bir plan yapıyor musunuz, iş bırakıyor musunuz yaza? Yarım kalmış yazılar, tamamlanacak şiirler… Yoksa gelişine göre mi?

Genellikle büyük niyetlerle gidiyorum: Defterler, kitaplar, notlar! Tıpkı ‘eşref saati' gibi, benim için de ‘eşref yazları' vardır. Akşamüstleri, balkonda o iki ya da üç saat, inanılmaz bir verimliliği sağlamış olabiliyor. Bazen de hiçbir şey yapmadan, sadece müzik dinleyip kitap okumakla geçiyor o saatler…

‘Yaz' çift anlamlı, tevriyeli bir sözcük sizin için; hangi kitaplarınız, şiirleriniz yaz'da yazıldı?

İlk üç kitabım dışında, bütün kitaplarıma yaz aylarında başlandı ve büyük bir kısmı Yahşi'de yazıldı. Hep balkonda ve öğleden sonraları! ‘Moralı Motel'de, ‘Zeferya'da ve 1998'den bu yana da ‘Grand Levent Oteli'nde, 202 numaralı odada-onun balkonunda! Tevriye, bundan dolayı: ‘yaz: yaz'mak'…

Anılar özellikle sabahları mı yazılır, niye?

Bellek, bahçedir, demiştim ya- ondan! Bahçede sabahın sakin ve çiçeklerin ilk açılışları…

Bu yaz için planladığınız bir çalışma var mı? Eylülde nelerle döneceksiniz İstanbul'a?

Var elbette, ama bakalım! Hani derler ya, ‘neye niyet, neye kısmet!'

Yahya Kemal'in Ankara-İstanbul ilişkisini hatırlatarak sorayım… Bodrum'un, İstanbul'a dönüşünü seviyor musunuz?

Dedim ya, ben bütün ‘dönüşler'i severim, ama Yahşi'den İstanbul'a olan ‘dönüş' değil, ‘gidiş'tir benim için. İstanbul'a gidiş…

Hilmi Yavuz'un bir günü…

Bodrum'da Yahşi Yalısı'nda Hilmi Yavuz'un bir günü nasıl geçiyor, günleri, saatleri nasıl bölüyorsunuz? Neler var yaz'ın size sunduğu?

Çok sıradan geçiyor. Sabahları erken kalkıyor ve hızlı tempoyla 1 saat yürüyorum. Odamda kahvaltı ediyor [ki kahvaltı mönüsü hiç değişmez: Ceviz, fındık, 1 kaşık bal, kuru kayısı, altın çilek!], iki kupa su, ilaçlar ve 1 saat uyku! Saat 11.00 sularında denize, yüzmeye… Önceleri 20 dakika, sonra tedricen 40 dakikaya kadar! Sonra yine 1 saat uyku! Bitişikteki Vira Motel'de sabah kahvesi, bir şişe su ve gazeteler. Öğle yemeği, genellikle zeytinyağlılar, salata ve meyve ve bir şişe su! Sonra 1 saat uyku!

Akşam saat 17.00'den sonra iki ya da üç saat balkonda [güneş balkondan gitmiştir!] okur-yazarlık! Saat 20.00'ye doğru akşam yemeği! Sıklıkla balık! Sonra tekrar Vira'da kahve, dostlarla sohbet 24.00'te son haberleri izleme. İlaçlar ve uyku…

Çok sıradan, değil mi?

Benim makamım rast'tır

Geçmiş Yaz Defterleri'nin çoğu bölümünü Yahşi Yalısı'nda 6 numaralı odanın terasında, dağlara bakarak, Mozart (K 299) eşliğinde yazdınız. K 299'un sizdeki karşılığı nedir ve neler esinliyor? Handel, Moustaki, Kenny G. ve Vivaldi de var tabii. Başka neler dinlersiniz? Yıllar içinde bunlara neler eklendi?

1994 ve 1995 yazları benim karabasan yazlarımdı. Mozart'ın K 299'unu, Kenny G.'yi, Moustaki'nin ‘Le Méteque'i ile- onları, hiç durmamacasına, sürekli dinleyerek, sağalttım kendimi.

‘Eklentiler' deyince: Klasik Türk musıkisi deyince, benim makamım, Rast'tır. Bilenler bilir. Tatyos Efendi'nin ‘Bir gönlüme bir hâl-i perişanıma baktım' benim ‘olmazsa olmaz'larımdandır. İyi de söylerim bu şarkıyı. Şerif İçli'nin ‘Hasret dolu âhım'ı [ve bu şarkının son dizesini: ‘Her şey dile gelmiş, bana cânânımı söyler'] ve daha birçoklarını Lemi Atlı'yı, Udî; Nevres Bey'in Dede Efendi'nin ‘Yine bir gülnihâl'ine yazdığı ara-nağmeyi saymalıyım bu arada. Klasik musıkimiz benim için ancak sonbahar ve kış musikisidir- her nedense!


Çocuklar için bienal kitabı

$
0
0

İKSV tarafından 1987 yılından bu yana düzenlenen İstanbul bienallerinin serüvenini anlatan bir çocuk kitabı yayımlandı.

Yazar Süreyya Evren ve İstanbul Bienali Direktörü Bige Örer'in hazırladığı ‘Zaman Makinesi ile Renkli Bir Gezinti: Çocuklar İçin İstanbul Bienalleri' başlıklı kitap, çizimleri, uygulamalı bölümleri ve içeriğiyle çocuklar için güncel sanata dair merak uyandırmayı amaçlıyor. Çizimlerini Kutlukhan Perker'in yaptığı kitabının yayın koordinatörlüğünü Erim Şerifoğlu üstleniyor. Pedagojik danışmanlığında hazırlanan kitabın grafik tasarımı ise Londralı Anıl ve Jonathan Barnbrook'a ait. (www.iksvtasarim.com)

Altın Defne Edebiyat Ödülü Enver Ercan'ın

$
0
0

Hatay Büyükşehir Belediyesi, Defne Belediyesi, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Aalen Antakya Kültür Derneği'nin birlikte düzenlediği Altın Defne Edebiyat Ödülü'ne Varlık Dergisi'nin yayın yönetmeni, şair Enver Ercan değer bulundu.

Enver Ercan ile ilgili yazı ve söyleşilerden bir de kitap hazırlandı. Ercan'a ödülü 3 Temmuz Cuma günü saat 17.00'de Hatay Tabip Odası'nda verilecek.

Meydanların dili olsa da konuşsa!..

$
0
0

Şehrin en hareketli, en renkli yerleridir meydanlar. Neler gördüler, neler geçirdiler, kim bilir daha neler yaşayacaklar? Dilleri olsa da bir konuşsalar…

Serkan Taycan, fotoğraflarıyla onlara tercüman oluyor. Serkan Taycan'ın İstanbul'un meydanları ve yaşam alanları üzerine yaptığı çalışmalardan oluşan ‘Agora' adlı sergisi 4 Temmuz'a kadar Pilot Galeri'de devam ediyor. Sanatçının geçen yıl Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu'nda sergilenen işleri, İstanbul'un meydanları üzerinden kolektif hafızanın kaydını tutuyor. Agora, aslında Taycan'ın 2008'den beri üzerinde çalıştığı üçlemenin; Habitat ve Kabuk'tan sonraki son parçası. Habitat ile taşraya, Kabuk ile kent çeperine odaklanan sanatçı, Agora serisi ile kent hafızasını taşıma görevini üstlenen meydanlara ulaşıyor. Sanatçı, Agora'da “Kamusal alan kavramı şehrin en eski meydanı olan Sultanahmet'ten başlayarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden günümüze nasıl bir değişim geçirmiştir? Günümüzde meydan nasıl tasarlanma(ma)ktadır? Meydanların AVM'leştirilme veya tam tersi AVM'lerin meydanlaştırılması yoluyla kullanım değerlerini kaybederek metalaşmaları ve özelleştirilmeleri kamusal alan kavramını ne derecede muğlaklaştırmıştır?” sorularına cevap arıyor.

İstanbul'da ‘Roman caz' havası

$
0
0

Bu yıl 6.sı düzenlenen “Ramazan'da Caz” 4-11 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilecek.

Festivalin 4 Temmuz'daki açılış konserini Okay Temiz ve Roman Orkestrası, Uniq İstanbul Açıkhava Sahnesi'nde verecek. Geçtiğimiz mart ayında açılan Maslak'taki Uniq İstanbul, Volkswagen Arena'nın da içinde olduğu bir mekân. Alışveriş merkezi imajı var fakat konser salonundan başka bir müzik mağazası, birkaç yeme içme yeri dışında AVM olduğu söylenemez. Ormanın kenarındaki mekân, açık hava konserleri için ideal. “Ramazan'da Caz” üç konserini burada gerçekleştirecek. Bu yılki festivalin teması ‘Roman cazı'. Uniq İstanbul'daki üç konserin haricinde Beyoğlu'ndaki Fransız Sarayı ile Ankara'daki Fransız Büyükelçiliği'nde gerçekleştirilecek iki konserde de bu tema hakim.

Açılış konserinde Türkiye'de ‘Roman caz' akımının öncülerinden Okay Temiz ve Magnetic Band topluluğu yeniden bir araya geliyor. Şimdi moda olan Roman kökenli caz müziği esintisi 25 sene önce Okay Temiz ile başlamıştı. Hatta 12 yaşındaki Hüsnü Şenlendirici o grupta klarnet çalıyordu. Babası da aynı gruptaydı. Uniq'teki ikinci konserin konuğu Lübnanlı sanatçı Yasmine Hamdan. “Only Lovers Left Alive” (Türkiye'de Sadece Aşıklar Hayatta Kalır adıyla 2014 Şubat'ta gösterime girmişti.) filminde söylediği şarkıyla ün kazanan Hamdan 5 Temmuz'da sahneye çıkacak. Geçen sene Fransız Sarayı'nın bahçesinde konser veren ve beğenilen Pier Blanchard & Gypsy Jazz Quartet Gipsy, bu yıl ikinci kez Ramazan'da Caz'ın konuğu. Fransız Roman caz geleneğinin en iyi temsilcilerinden biri olarak bilinen grup, 9 Temmuz'da aynı mekânda dinlenebilecek.

Ramazan'da Caz'ın geçen yılki konserlerinden biri, ilk kez Fransız Sarayı'nın bahçesinde düzenlenmişti. Mekânda bu sene 10 Temmuz'da Ermeni asıllı Fransız caz piyanisti Andre Manoukian Quartet konseri olacak. Usta klarnetçi Hasan Gırnatacı (Yarımdünya Hasan), asma davul ustası Hacı Rüstem Çembeli ve zurna virtüözü Ahmet Özden sanatçıya eşlik edecek. Andre Manoukian, Ermeni asıllı bir Fransız, ailesinin kökeninde Türkler de var. Fakat Fransız Başkonsolosu bayan Muriel Domenach'ın ifadesine göre Fransa'da Ermeni olduğu pek bilinmiyor. Daha çok karizmatik bir müzisyen olarak tanınıyor. Fransız müzikal mirasının bir parçası olduğu söyleniyor. Sanatçı aynı zamanda, ‘O Ses Türkiye'nin Fransa versiyonu olan ve bu yıl 11. sezonu yayınlanan “Yeni Bir Yıldız” programının başından beri jürisi üyesi.

‘KARDEŞLİĞE VARGU YAPMAMIZ GEREKİYOR'

Festival programıyla ilgili Fransız Sarayı'nda dün yapılan basın toplantısında konuşan Muriel Domenach, “Fransa'da ocak ayında ve yine yakın zamanda Tunus, Kuveyt ve Fransa'da meydana gelen terör saldırıları sonrası, kardeşliğe vurgu yapmamız gerekiyor. Kardeşlik aynı zamanda hem çok farklı hem de birbirine çok yakın müzik geleneğine sahip Andre Manoukian, Okay Temiz ve diğer müzisyenlerin buluşmasıdır.” dedi.

Ramazan'da Caz, ilk kez şehir dışına taşınıyor. Son konser Ankara Fransız Büyükelçiliği'nin bahçesinde olacak. 11 Temmuz'daki konserin konuk sanatçısı yine Andre Manoukian Quartet, Yarımdünya Hasan, Hacı Rüstem Çembeli ve Ahmet Özden. Hakan Erdoğan Productions'ın düzenlediği Ramazanda Caz'ı İstanbul Fransa Başkonsolosluğu, İstanbul Fransız Kültür Merkezi ve üç yıldan bu yana da Kültür ve Turizm Bakanlığı destekliyor. (www.ramazandacaz.com)

Dijital yazarın yeni sınavı

$
0
0

Geçen hafta online kitap satış devi Amazon'dan ilginç bir haber geldi. Yayınlanan e-kitaba okunan sayfa başına telif ücreti ödeyeceğini duyuran Amazon'un bu uygulaması, çeşitli endişeler de içeriyor. Fazla telif almak için uzun kitapların daha çok yazılacağı ve okurun kitabı yarıda bırakma özgürlüğü tartışma konusu.

Yayıncılık dünyasında yeni teknolojiler, ekonomik nedenlerle yazarlara daha cazip hale geliyor. Okuma eyleminin gittikçe şekil değiştirmesi, yazarlara ödenen telifleri de etkilerken, dijital yayıncılık daha da yükselişe geçiyor. Dünyanın online kitap satış devi Amazon, geçen hafta içinde e-kitap okuma cihazı Kindle üzerinden kitabını yayınlayan bağımsız yazarlara, okunan sayfa başına telif ücreti ödeyeceğini duyurdu. Firmanın geliştirdiği sistemde, bir sayfada belli bir süre kalan kullanıcı o sayfayı okumuş sayılırken, yazar da bu uygulamaya göre telif kazanacak. Yayınevlerinin kendi bastırdığı e-kitaplar için telif ödemesi ise yine kitap başına devam edecek, fakat bu uygulamanın yakın zamanda tüm elektronik kitapları kapsaması bekleniyor.

Uygulama, e-kitabı yayınlanan bağımsız yazarlar için büyük bir gelişme ve kazanç kapısı olarak görülüyor. Yeni uygulamaya şimdilik belli yazarlar dahil edilirken, tüm bağımsız yazarların bu sistemin bir parçası olup olmayacağı ise kesinleşmiş değil. Kitabı satın alan okur, ödemeyi hangi yöntemle yapacağını seçebilecekken, istemeyen yazarlar da bu uygulamadan çıkabilecek. Sistem, Amazon'un geçtiğimiz yıl başlattığı, aylık 9,99 dolara 600 bin e-kitaba sınırsız erişim sağlayan projesinden (Kindle Unlimited) faydalananları ve Kindle cihazı üzerinden kitap okuyanları kapsayacak. Uygulama sayesinde okurlar, aylık ücretini ödediği sürece ‘ödünç' aldığı binlerce kitabı okuma imkânı buluyor. Böyle bir önerinin bağımsız yazarlardan geldiğini aktaran Amazon, yazarların okunma düzeyini bu uygulama ile daha sağlıklı bir şekilde takip etmeyi hedefliyor.

Kitabı yarıda bırakma kararsızlığı

Amazon'un bu uygulaması pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Bu eleştirilerin ilki, kalın kitap kaleme alan yazarın daha fazla telif alacağı. Yakın zamanda dilimize kazandırılan önemli romanlar hacimleriyle dikkati çekerken, Türkiyeli yazarların kalınca kitaplar yazdıklarını söyleyebiliriz. Git gide sayfa sayıları artan romanlar, kimi okurların korkulu rüyası olsa da, raflarda büyük bir yer tutuyor. Sayfa okunma sayısına göre telif ödemeye hazırlanan sistem, bu sayede pek çok bağımsız yazarı daha uzun yazmaya itecek. Yakın dönemde yayıncılık dünyasında yazılan kitapların uzunluğu dikkate alındığında, sınırsız bir alan vaat eden e-kitaplar da bundan nasiplenecek, hatta bu alanda hacimli kitaplar daha da artacak.

Her okur beğenmediği bir kitabı yarıda bırakıp bırakmama konusunda büyük bir kararsızlık yaşar. Amazon'un bu uygulamasıyla birlikte, yazarın para kazanamayacağını bilen okur, eline aldığı kitabını bitirmediği için biraz daha fazla sorumluluk hissedecektir. Uygulama sayesinde 200 sayfalık kitabı yarıda bırakan okur ile, 100 sayfalık bir kitabı bitirmiş bir okur, yazarına aynı miktarda telif kazandıracak. Söz buraya gelmişken, Fransız yazar Daniel Pennac'ın Roman Gibi adlı kitabında yer verdiği “Okurun Hakları” bildirgesindeki maddeleri de hatırlatalım: “1. Okumama hakkı; 2. Sayfa atlama hakkı; 3. Bir kitabı bitirmeme hakkı”...

Amazon'un uygulamasının özellikle para kazanma derdine düşen yazara karşı, okurun elini biraz daha güçlendirdiği açık. Bunun yanı sıra kitabın sonuna kadar okunan yazarlar da görünürlük kazanacak, zira e-kitap cihazlarıyla kitapla olan gizli okunma-okunmama ilişkimiz de takip edilebiliyor. Geçtiğimiz yıl e-kitap okuma cihazı Kobo, hangi kitapların okunmadığını takip edebildiğini duyurmuş ve kendi bünyesinde ‘en çok satılan' ve ‘en çok sonuna kadar okunan' kitap listesini yayımlamıştı.

Yeni sistemin pek çok yenilik ve kazanç getirdiği kesin. Uygulama, yayıncılık sektöründe telifler konusunda yeni gelişmelerin ve yöntemlerin de habercisi.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live