Şair, romancı ve köşe yazarı Yılmaz Odabaşı'nın 35 yılın birikimi olan toplu şiirleri “Her Ömür Kendi Gençliğinden Vurulur” adıyla Scala Yayıncılık tarafından yayımlandı. Odabaşı ile mücadeleyle geçen ömrünün bir özeti niteliğindeki şiirini konuştuk…
35 yılın şiiri bu kitapta. Neden bu ismi seçtiniz?
Bu şiirlerin bir araya gelmesi için uzun yıllar gerekti. Okurlarımın gidip bütün kitaplarımı ayrı ayrı edinmeye çalışması yerine hepsini bir arada bulabilmelerini arzuladım. Neden bu isim? Kitap, ömrümün kendi yaşam serüvenimde gençliğinden vurulduğu bir döneme tekabül etti. Artık gençliğe bir anlamda veda etmek gibi bir gerçekle de yüzleştiğim bir dönem… Bunun her ömür için de geçerli olabileceğini ve insanların bu dizeyle daha çok empati kurabileceklerini düşündüm. Bu kadar basit bir neden.
Bir dönem, artık şiir yazmayacağınızı söylemiştiniz ama sonra yeniden şiire döndünüz. Nasıl oldu bu, fitili ne ateşledi?
Aslında bazı dönemler var şairler için, suskunluk orada bir erdem, bir asalet kazanıyor. 2000'li yıllardan sonraki medyanın, edebiyat dünyasının, lobilerin içine yeniden girmemek gerekirdi. Ben bir şairin susması gereken toplumsal dönemde olduğumuzu düşünüyorum. Buna rağmen “Bana Yasak Sözler Söyle” gibi bir şiir kitabı da yayımladım; çok mu gerekliydi, bunu bazen düşünüyorum aslında. Şiirin gündelik hayattan koptuğunu, dışlandığını, okur algısında büyük bir sığlaşma oluştuğunu ve iyi edebiyatın okurla buluşma imkânlarının neredeyse kalmadığını, yayın dünyasının artık sadece tecimsel projelere yatırım yaptığını ve kitapçıların, dağıtım şirketlerinin en az rafı şiire ayırdıklarını gördükçe, üzülüyorum. Ama buna rağmen susmak gibi bir asaleti yeğlemeyişime içerliyorum. Aslında yeğlemek gerekirdi.
2002-2010 arasındaki o inziva süreci nasıl geçti? Neler oldu bu arada?
Ben o yıllar doğru anlaşılmanın, anlatmanın olanaklarının pek kalmadığını düşünerek sustum. O dönemde de okurlarım büyük bir vefayla ‘Yeni şiir kitabı ne zaman?' diyerek mütemadiyen bana şair olduğumu hatırlattılar. Aslında ben unuttum şair olduğumu, başka bir hayata yöneldim, daha önce hiç yapmadığım şeyleri denedim. Fakat o dönemde yine büyük bir vefayla karşılaştım. O zamanlarda fotoğraf çektim, kitap okudum, başka uğraşlara yöneldim. Şiir yazdığım yıllarda pek çok mağduriyet yaşamıştım; bir terapi süreciydi belki de. Kendimi bir nadasa bıraktım diyeyim, kentlerden de uzaklaştım. Münzevi bir hayat, münzevi bir dönemdi. O dönem bana iyi geldi. Dinleneceğimi umuyordum ama yine de kendimi dinlenmiş hissetmedim çünkü yaşam boyu asla atamayacağım kadar izlenim ve yara biriktirmiştim. O yaralar ovuşturmakla geçmedi. İnsan kendi yazgısı üzerinde rötuşlar yapabilir her zaman, ben de o şair adamı çektim çıkardım oradan, başka bir yörüngeye koydum. Ama doğru mu yaptım? Doğru yapmadım, çünkü entelektüel alan asla boşluk kabul etmez. Bir yazar, bir şair olarak ortaya çıkmak, bir kitap yayımlamak, ben bir yolculuğa başladım, beni izleyin demektir. Sonra yazmayı bırakıp çekildiğinizde o izleme kesintiye uğrar. Böyle olunca okur profilim büyük bir oranda azaldı. Yayıncılar için eskisi kadar cazip bir imza olmaktan çıktım. Eskiden kitaplarım çok satan listelerinden düşmezken büyük bir iştahla kitaplarıma yönelen yayıncılar daha mesafeli davranmaya başladı. Bu da çok umurumda değildi. Ben bu popüler kültürün seri imalatının bir parçası olmayı kendim reddettim.
“ŞİİR KENDİNİ BİLE KURTARAMADI”
Çocuk kitapları da dâhil olmak üzere hemen her türde eserler verdiniz. Bunların içinde en fazla inandığınız tür hangisi?
Tabii ki şiir...
O halde, 80'li yıllarda şiirin dünyayı kurtaracağına inanıyordunuz. Kurtardı mı peki?
Yok... Şiir kendini, kendi haysiyetini bile kurtaramadı. Maalesef, bu da bizim yanılgımızdır. Ama toplum, şiire de, şairlere de bu yanılgıyı reva gördü. Eski şairlere bakıyorum, mesela Hasan İzzettin Dinamo, Nazım Hikmet, 2000'lerin insanına yazdıkları şiirlerde artık ne harp, ne darp, dünyada sulh, her şeyin özgür olacağı, sınırların kalktığı, pasaportların kalktığı bir dünya tahayyülünde bulunmuşlar. Fakat onlar da yanılmışlar.
O yıllarda bu inancı bunca besleyen neydi?
Devinime, değişime inanan insanlardı onlar. Toplumun sancılı süreçlerden geçip dünyanın ortak bir barış ve özgürlük algısında buluşacağına inandılar. Çünkü onların yüreklerinde vardı o özgürlük duygusu. Fakat dünya o kadar barış ve özgürlüğe saygılı bir dünya olmadı. Bu da şairlerin ayıbı değil, olsa olsa barbarların, diktatörlerin, toplumu kaoslara sürükleyen büyük patronların, büyük silah tüccarlarının ayıbı diye düşünüyorum. Şairlerin bu konuda masum olduklarını düşünüyorum. İnsanlık tarihinde hiçbir savaş kararını bir şair imzalamamıştır.
AHMET KAYA GİBİ MEYDAN OKUYACAK ADAM KALMADI
Ahmed Arif'ten Ahmet Kaya'ya uzanan bir geleneğin son temsilcisi olarak görülüyorsunuz; nasıl bir kuşaktı o?
Öyle bir algı oluştu. Kendi adıma o geleneği korumaya çalıştım. Hiçbir geleneğe yaslanmayan, hiçbir kökü olmayan birtakım ucube söylemlerin, oradan buradan intihaller yaparak, devşirme, gündelik, sığ bir dille yazmalarını doğrusu garipsiyorum. Ben, Cemal Süreya'ların, Ahmed Arif'lerin, Nazım Hikmet'lerin bıraktığı ve ‘mısranın haysiyeti' diyen o geleneği, duruşu sürdürmek ve korumak çabasında oldum.
Düşünce uğruna bedel ödemeleri ortak noktalarıydı galiba…
O zaman inançlarımız, doğrularımız için hapse girmek bir erdemdi. Yine öyle, ama yeni kuşaklar bunu sadece gereksiz bir saflık, gereksiz heba olmak biçiminde algılıyor. O gelenek de bozuldu. Neden? Onu da yıllar önce söylemiştim, ileride düşünce suçları olamayacak, çünkü insanlar düşünemeyecekler! Belki matbaalardan kitaplar toplanmayacak ama insanların algılarındaki muhalefet duygusu toplanacak. Toplumun algısında bir homojenleşme oluştu zaten. Evet, o geleneğin sonuna geldik diye düşünüyorum. Bu ülkede kalkıp da müziğiyle, sanatıyla, Ahmet Kaya gibi rest çekecek, başını kaldırıp meydan okuyacak fazla adam kalmadı. İktidarlar, büyük tekeller, yayın tekelleri herkesi satın alıyor. Mesela Nazım Hikmet; hayatı boyunca finans kapitale, yani banka ve sanayi sermayesine karşı mücadele etmiş bir adamdı, kitapları bugün bir bankanın yayınevinden çıkıyor. Her şeyin içi boşaltıldı.