Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Arkeoloji, müzecilik ve restorasyon fuarını 7 bin kişi gezdi

$
0
0
All Fuarcılık, Türkiye’de ilk kez restorasyon, arkeoloji ve müzeciliği bir araya getirdiği platformda bir ilke imza attı. HERITAGE 2015 Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansları ülkemizin tarih ve sanat varlıklarının korunması, saklanması ve geleceğe aktarılmasına yönelik çalışan kurumlar ile sektörle ilgili tedarikçileri bir araya getirdi. 5-7 Şubat 2015 tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda yapılan HERITAGE 2015’i 7 bin kişi gezdi. Fuarda 72 kurum yer alırken, konferanslara 53 ulusal ve ulusal konuşmacı katıldı.Restorasyon, müzecilik ve arkeoloji sektörlerini ilk kez bir arada buluşturmaktan ve büyük ilgi görmesinden memnuniyet duyduğunu ileten All Fuarcılık Yönetim Kurulu Üyesi Murat Akan, “Türkiye’de bu üç sektörü bir araya getirip ‘Kültürel Miras’ adı altında toplamak kapsayıcı bir yaklaşım oldu. Böyle bir fuar ve konferans, Türkiye’de bir ilki temsil etti. Müzecilik, restorasyon ve arkeoloji sektöründe ortak bir platform yarattığımız bu fuar ve konferansların büyük ilgi görmesi, sektördeki bir açığı ve ihtiyacı da gösterdi. Gelecek yıl fuarı tekrar düzenlemek ve uluslararası izleyicilerin de katılması için çalışmalarımıza devam edeceğiz.” dedi.T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı –Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Marmara Belediyeler Birliği, ICOMOS Türkiye, Europa Nostra Türkiye ve üniversitelerin destekleriyle düzenlenen organizasyonda, Türkiye’de ‘Kültürel Miras’ eğitimi-yönetimi, belgelemede yeni yöntemler, sergilemede ve teşhirde yeni araçlar, arkeolojide yeni teknikler, konservasyon ve restorasyon teknikleri, yeni uygulamalar ve müzecilik teknolojileri gibi ana başlıklar yer aldı. HERITAGE 2015’de konferansların yanı sıra sergiler de yer aldı. Moda tasarımcısı Hatice Gökçe’nin “Leather Age Anatolia” koleksiyonunun fotoğraf sergisi yoğun ilgi gördü.Fuarın yanı sıra zengin bir konferanslar dizisi de programlandı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı birimler Türkiye’de kültürel mirasın korunması, yaşatılması ve kamuoyuna sunulmasında bakanlığın bakış açısını ortaya koydular. Vakıflar Genel Müdürlüğü de bir sergi ve 2 seminerle organizasyondaki yerini aldı. Dünyada kültür varlıklarına yönelik destek sağlayan Lord Vakfı, Europa Nostra ve Dünya Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS ve Dünya Müzeler Konseyi ICOM, Mimar Sinan G.S.Ü., İTÜ, Yıldız T.Ü. ve Müzecilik Meslek Kuruluşu Derneği de HERITAGE 2015’e destek veren önemli kurum ve kuruşlar arasında yer aldı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Beşiktaş Belediyesi, İBB iştiraki BİMTAŞ ve sektör temsilcisi firmalar stand katılımlarıyla HERITAGE 2015’de yer aldı.HERITAGE 2015’de Türkiye’den ve dünyadan müzecilik, restorasyon ve arkeoloji çevrelerinin etkili isimleri konuk edildi. Akademisyenler ve dünyaca ünlü isimlerce restorasyon, arkeoloji ve müzecilik alanında yeni akımlar, teknolojik yaklaşımlar ile gündemi belirlediler. Geleneksel olmayan akademik geçmişi ile müzecilik alanında şiirsel, psikolojik ve duygusal bir yaklaşımla müze çalışmalarını yorumlayan Jette Sandahl, Heritage 2015’de idi. Müze kuramcısı Jette Sandahl sosyal adalet, kültürel paylaşımın güçlendirilmesi için müzelerin platform olarak kullanılması üzerine yeni paradigmalar geliştiren çalışmaları ile gündeme imzasını atıyor.Doğal afetler, silahlı çatışmalar ya da modern metropolün gelişimi gibi sıra dışı durumlar çerçevesinde kültürel mirası korumak konusuyla ilgilenen Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS Kanada sözcüsü ve Montreal Kültürel Miras Vakfı direktörü Dinu Bumbaru, mimarinin tüm alanlarını kapsayan çalışmaları ile dikkat çeken ICOMOS Yöresel Mimarlık Komitesi Başkanı mimar Gisle Jakhelln konferansın beklenen isimlerinin başında geldi.Arkeometri, inorganik ve organik ürünlerin restorasyonu uzmanı Vittorio Bresciani, Türkiye’de ve dünyada iz bırakan projelere imza atan Emre Arolat, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ‘Yılın En İyi Müzesi’ ödüllü Baksı Müzesi’nin kurucusu ressam Prof. Hüsamettin Koçan, gelişmekte olan teknolojileri kullanan medya tabanlı sahneografi, anlatı mekanları ve interaktif uygulamalar ajansı Tamschick Media+Space’in kurucusu Marc Tamschick ve uluslararası sergi tasarımı alanında lider olarak kabul edilen Atelier Brückner’in kreatif yönetmeni, sahneograf Prof. Uwe Brückner’ de konferansa konuşmacı olarak katılarak kendi alanlarındaki yeni perspektifler, teknolojiler ve uygulamaları ziyaretçiler ile paylaştılar.Atina’dan Pire Sualtı Antik Çağlar Müzesi çalışmaları ile gündeme gelen arkeolog-müze bilimci Dr. Marlen Mouliou, “Suriye’de Eski Eserlerin Koruması ve Konservasyonu” teziyle eğitimini tamamlayan Danimarka - Moesgaard Müzesi’nden konservatör Helle Strehle, ICOMOS Türkiye’den Prof. Dr. Can Binan, Dr. Gülsün Tanyeli, Europa Nostra Türkiye adına Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy, Yrd. Doç. Dr. Alessandra Ricci ve arkeoloji konusunda Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Prof. Dr. Mahmut Drahor, Nezih Başgelen, “Taşınır Vakıf Kültürel Mirası” konusunda Suzan Bayraktaroğlu, Erupo Nostra 2012 ödüllü “Milet İlyas Bey” projesi ile mimar Cengiz Kabaoğlu, “Müzeler İçin Dijital İletişim Stratejileri” konusunda Elif Ç. Artan ve Elif Koçak etkinliğin diğer konuşmacıları arasında yer aldı. (www.expoheritage.com)

Osmanlı’da kitap kültürü

$
0
0
Üsküdar’daki İlmi Etüdler Derneği (İLEM) 14 Şubat Cumartesi günü bir sempozyum düzenliyor.Saat 09.30 ile 17.00 arasında gerçekleştirilecek “Osmanlı Kitap Kültürü: Cârullah Efendi Sempozyumu”nda İslam medeniyetinin kitapla kurduğu ilişki, Osmanlı âlimi olan Veliyyüddin Cârullah Efendi’nin kütüphanesi ve derkenar notları üzerinden inceleniyor. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki zengin bir koleksiyona ismini veren Veliyyüddin Cârullah Efendi (1659-1738), on yedinci ve on sekizinci yüzyılda yaşamış, Edirne ve Galata kadılıklarında bulunmuş, kırkı aşkın eser kaleme almış dönemin meşhur âlimlerinden biri.Birçoğu İstanbul’da yazıldığı anlaşılan eserler mantık, belagat ve kelam başta olmak üzere birçok alanı kapsıyor. (0216) 310 43 18)

Resim ve şiir

$
0
0
Ressam Balkan Naci İslimyeli ve şair Lale Müldür, 21 Şubat’ta Ekavart Gallery’de bir söyleşi için bir araya geliyor.Dostlukları çok uzun yıllar öncesine dayanan İslimyeli ve Müldür, “Resim de Şiir/Şiir de Resim”i konuşacaklar. Saat 15.30’da başlayacak programa katılım serbest. Balkan Naci İslimyeli’nin aynı galeride 13 Ocak’ta açılan “Bir Şey Söyle” adlı sergisi de 28 Şubat’a kadar görülebilir. (0212 252 81 31)

Berlin’de Latin Amerika rüzgârı

$
0
0
Berlinale’de sekizinci güne girilirken Altın Ayı için öne çıkan filmler yavaş yavaş kendini göstermeye başladı.Kimi eleştirmenler tarafından Terrence Malick’in “İnce Kırmızı Hat’tan bu yana çektiği en iyi film” ilan edilse de Knight of Cups’ın havası çabuk söndü. İtalyan yönetmen Paolo Sorrentino’nun Oscar’lı filmi Muhteşem Güzellik ile Malick’in Altın Palmiyeli yapımı Hayat Ağacı’nın ilginç bir karışımı olarak tarif edilebilecek Knight of Cups, temelde İncil’in Exodus (Mısır’dan çıkış) bölümünün modern bir uyarlaması sayılabilir. Bu durumda, Ridley Scott’ın Exodus filminde Hz. Musa’yı oynayan Christian Bale’in aynı hikâyenin iki farklı versiyonunda rol aldığını söyleyebiliriz!FESTİVALİN EN KOMİK SORUSU!Festival merkezinde Knight of Cups etkisi çabuk silinirken, filmin basın toplantısı uzun süre unutulmayacak bir olaya sahne oldu. Bilindiği gibi, yönetmen Terrence Malick, festival ve galalara katılmamasıyla nam salmıştır. Hatta onun gerçek bir kişilik değil de hayali bir Salinger karakteri olduğu bile söylenir! Ünlü yönetmen Berlin’e de gelmedi. Basın toplantısına filmin yapımcısı ile oyuncular Christian Bale ve Natalie Portman katıldı. Ancak festivali takip eden gazetecilerden biri, “Yönetmene bir sorum var” deyince salonda kahkaha koptu. Terrence Malick’in orada olmadığını bilmeyen, dahası Malick’in fotoğraflarını da görmediği anlaşılan şaşkın gazeteciye son bir darbe de filmin yapımcısından geldi: “Hangimizin yönetmen olduğunu düşünüyorsun?” Salonda kopan ikinci kahkaha tufanından sonra 50’li yaşlardaki gazeteci mikrofonu bir başkasına vererek mahcup bir şekilde yerine oturdu.ŞİLİ’DEN İKİ ALTIN AYI ADAYIKırmızı halıdaki Hollywood yıldızlar geçidini festivalin şatafat ve spot ışıkları ihtiyacına verirsek, 65. Berlin Film Festvali’nde epey güçlü bir Latin Amerika rüzgarı estiğini söyleyebiliriz. Yönetmen Darren Aronofsky’nin başkanlığını yaptığı ana yarışmada yer alan üç Güney Amerika filmi, festivalin en çok konuşulan yapımları oldu. Ixcanul, Berlin’de yarışan ilk Guatemala filmi olarak zaten merak konusuyken, yerel halktan oluşan oyuncuları da festival alanında ilgi odağı oluyor. Jayro Butamante’nin yönettiği film, Guatemala’daki aktif bir yanardağın yamacında yaşayan 17 yaşındaki Maria’nın mensubu olduğu Maya halkının kültürü ve gelenekleri ile modern hayatın imkânları arasında bocalamasını anlatıyor.Güney Amerika ülkesi Şili, bu yıl ana yarışmaya iki film ile katılarak dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Patricio Guzmán’ın yönettiği El Botón de Nácar (İnci Tanesi) adlı belgesel, yönetmenin tasarladığı üçlemenin ikinci filmi. Atacama çölünde geçen 2010 yapımı Işığa Özlem’den (Nostalgia de la Luz) sonra yönetmen, bu kez Şili’nin Patagonya bölgesine çeviriyor kamerasını. Okyanusun derinliğinde iki inci tanesinin bulunmasıyla başlayan film; su, insanlık ve kozmoz üzerine evrensel bir temaya sahip. Şili ve Güney Amerika sinemasının genç ustalarından Pablo Larrain’in filmi Kulüp (El Club) ise deyim yerindeyse Berlinale’yi çarptı. Tony Manero filmiyle 2009’da İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale kazanan Larrain, değişmez oyuncusu Alfredo Castro’nun da yer aldığı yeni filminde Katolik Kilisesi’ne yükleniyor. Kimi eleştirmenler tarafından aşırı sert bulunan film, Şili’de bir sahil kasabasında, ‘kilise’ adını verdikleri evde kalan bir grup ‘serbest’ rahibin Katolik Kilisesi ve kasaba halkıyla yaşadıklarını konu alıyor.‘45 YIL’IN MUHASEBESİGüney Amerikalıların yanı sıra Altın Ayı’ya yakın duran bir başka isim İngiliz yönetmen Andrew Haigh. Ünlü sinema dergisi Screen Daily’nin 65. Berlin Film Festivali için hazırladığı baskının yıldız tablosunda, Haigh’in son filmi 45 Yıl, 4 üzerinden 3,4 ortalama ile en yüksek oyu aldı. Onun hemen ardından 3,3 ile İnci Tanesi; 3,1 ile Kulüp, Ixcanul ve Taksi (Cafer Panahi) filmleri geliyor. Evliliklerinin 45. yılını kutlayacak bir çiftin hikâyesini konu alan 45 Yıl’da kocasından şaşırtıcı bir mektup alan Kate evliliğini sorgulamaya başlar. Filmin başrollerinde Charlotte Rampling, Tom Courtenay ve Geraldine James yer alıyor.Berlinale’nin yarışma bölümünde önceki gün, ünlü yönetmen Alexey German’ın oğlu Alexey German Jr. imzalı Under Electric Clouds filmi gösterildi. 1991 ile 2017 yılları arasında Rusya’nın değişimini resmeden film, distopik bir atmosfer çiziyor. Yönetmen, son eseri yarım kalan bir mimar ve zengin babalarının ölümü üzerine Rusya’ya dönen iki kardeşin hikâyesi üzerinden ülkesinin yakın tarihindeki kritik dönemlere eleştirel bir bakış atıyor. Bu ‘sisli’ atmosferde göçmen sorunu ve insanlığı birleştirmesi beklenen küreselleşmenin acı sonuçları da perdeye yansıyor. Yönetmenin geleceği adına umut veren film, Altın Ayı için şansı zayıf kalsa da ödül listesine girebilecek bir yapım.

Emine Emel Balcı: Kötülüğün kaynağı yaşadığımız toplumun içinde

$
0
0
15 Şubat’ta sona erecek olan Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den üç film yer alıyor. Festivalin ‘Forum’ bölümünde En İyi İlk Film için yarışan Emine Emel Balcı’nın ‘Nefesim Kesilene Kadar’ filminin gösterimi 6 Şubat’ta yapıldı. Balcı ile filmini konuştuk.65. Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den iki uzun ve bir kısa metraj film var. Forum bölümünde yer alan ve festivalde En İyi İlk Film için yarışan Nefesim Kesilene Kadar, Emine Emel Balcı’nın ilk uzun metraj filmi. Tekstil atölyesinde çalışan Serap adlı bir genç kızın hikâyesini anlatan film, sinemamızın en güçlü kadın karakterlerinden birine sahip. Festival Başkanı Dietter Kosslick’in “Bu yıl daha çok kadın filmi olacak.” dediği Berlinale’de Nefesim Kesilen Kadar, iyilik ve kötülük arasında gidip gelen güçlü ana karakteri ile dikkatleri çekti. Dardenne Kardeşler’in Rosetta (1999) filmiyle uzak akrabalığından dolayı eleştirmenler tarafından “Dardenne-esque” olarak nitelendirilen filmin yönetmeni Emine Emel Balcı, Dardenne’leri sevdiğini söylese de, birilerine öykünmek gibi bir niyetinin olmadığını belirtiyor. Esas derdinin, iyilik ve kötülük arasındaki ahlaki zeminin ne kadar kayganlaşabileceğini sorgulamak olduğunu ifade eden genç yönetmen, “Hiçbirimiz sandığımız kadar iyi ve saf değiliz.” diyor.Berlin seyircisinden nasıl tepkiler aldı film?Seyircinin etkileşiminden memnun kaldım genel olarak. Salonların doluluk oranı ve soru-cevaba kalan seyirci sayısı fazlaydı.Sinemamızın güçlü kadın karakterleri arasına girmeye aday Serap karakteri ve hikâye nasıl ortaya çıktı?Tekstil atölyelerinin görsel ve işitsel dünyasına eskiden beri ilgiliydim. Çok sinematografik buluyordum. Ama çalışması zor alanlar olduğu için, çoğu da illegal işletildiğinden oralara gidip gelmek zordu. Acaba oralarda bir belgesel çekebilir miyim diye düşünüyordum. Sonrasında genç bir kadını atölye dünyasına yerleştirme fikrinden Serap karakteri ortaya çıktı. Fikir olarak evveliyatı 6 yıl öncesine kadar gider ama olay örgüsü ve yan karakterler çok değişse de Serap aynı kaldı. Dolayısıyla o sinematografiye biraz kapılarak bir kurgu karakterin peşinden gittim.‘KADIN FİLMİNİ KADINLAR ÇEKER ALGISI YANLIŞ’Sinemamızda kadın karakterlerin belirli kalıplara sıkışmasını düşünürsek, senaryo aşamasından başlayarak, Serap karakterini çizerken nelere dikkat ettiniz?Sinemacı olarak baktığımda, çok içimizden insanların bile cinsiyetçi, belki bilerek ya da bilmeyerek ayrımcı bir tavır içine girdiğini düşünüyorum. Ama bunun tek sorumlusu sinemacının kendisi değil, öyle bir dünyada yaşıyor, öyle kodlarla büyütülüyoruz. Bunlar ister istemez bize sirayet ediyor, kadın yönetmene de erkek yönetmene de. Çok erkekleşmiş, maço bir yerden bakan kadın yönetmenler var. Bundan sıyrılmanın tek yolu, sürekli kendini kontrol etmek. Önce kendi hayatımda sonra da sinemacı olarak senaryonun içinde acaba bunlar var mı yok mu diye kendini kontrol etmek durumundaydım. Ayrıca, film kadın karakterlerden oluşuyor diye kadın filmi yapmış olmuyorsunuz. Ya da kadın yönetmensiniz diye kadın filmi yapıyormuşsunuz gibi algılanması da yanlış.Filmi izlerken ilk elde Erdem Tepegöz’ün Zerre’si ile Dardenne’lerin Rosetta’sı akla geliyor. Esin kaynaklarınız nelerdi ve filminizi benzer yapımlardan farklılaştırmak adına neler yaptınız?Senaryo aşamasında da bu tür geri dönüşler aldık. Dardenne’ler sevdiğim yönetmenler, Rosetta sevdiğim bir film. Onun ötesinde Bresson’un Mouchette (1967) filminden fazla ilham aldığımı söyleyebilirim. İşçi sınıfından genç bir kadını anlatıyorsanız bunlara benzetilmek kaçınılmaz. Her film bir sonrakini beslemiştir. Ama benim bunlarla hiçbir zaman derdim olmadı. Senaryo aşamasında da şunlara benziyor, başka bir şey yapayım ya da falancaya öykündüğümü zannederler başka bir yoldan gideyim demedim. Benim derdim daha başkaydı. Serap da az önce bahsi geçen filmlerdeki karakterler gibi hayatta kalmaya çalışan biri. Diğerlerinden farklı olarak ne yaptınız derseniz, ahlaki yönden meseleyi çok daha fazla ileri götürmek istedim. Dardenne’lerin ahlakçı bir yapısı var mesela. Ben ahlakî zemini mümkün olduğunca kayganlaştırmak istedim. Böylece Türkiye ekseninde kendimize birçok soru sordurabiliriz diye düşündüm.‘HİÇBİRİMİZ, SANDIĞIMIZ KADAR İYİ VE SAF DEĞLİZ’Başlarda iyi bir karakter olarak görünen Serap’ın içindeki kötülük daha sonra ortaya çıkıyor. Hatta seyirciye “Sıradaki kurban kim?” dedirtiyor. Serap’ın sınırlarından kuşkulanıyoruz; bu ahlaki zemini kayganlaştırırken sizin sınırlarınız neydi?Karakteri çizerken tarafsız olmaya dikkat ettim. Serap’ı kutsamak, cinsel obje yapmak ya da onun sıradan bir insan olmasını istemedim. Eğrisi ve doğrusuyla bir kadın karakter olsun istedim. Kötülüğün kaynağı, yaşadığımız toplumun içinde. Serap’ı bir insan kalabalığına yerleştirmemin amacı da buydu; çevrenin etkisi var. Ama tek sebep toplum değil. Bizim içimizde de iyilik ve kötülük var. İstediğimiz zaman onları oyuna sokabiliyoruz. Serap da saf bir insan değil zaten. Çünkü hiçbirimiz, sandığımız kadar ya da olmak istediğimiz kadar iyi ya da saf değiliz. En başta bunu kabul ederek yola çıktığım için Serap bu şekilde oldu.Berlin’den sonra festival yolculuğuna devam edecek misiniz?Davet aldığımız yerler var. Yapımcılarla birlikte karar verip bir takvim belirleyeceğiz. İstanbul Film Festivali de planlarımız arasında var, ama netleşmiş bir şey yok tabii ki. Vizyon tarihi olarak da Türkiye’de bir festivalde gösterildikten sonra düşünüyoruz.

Türkler Altın Ayı filmlerine sızdı!

$
0
0
Berlin’de dünyanın sayılı film festivallerinden birinde de olsanız, film gösterimlerinden basın toplantılarına, oradan röportajlara koştururken iki lokma bir şey yemeyi unutsanız bile Türkiye’nin paranoya dolu gündemi bir şekilde içinize ‘sızıyor’.Malum, bu aralar iktidar odaklı medyanın manşetleri dünyaya ‘sızan’ adamların pasaport fotoğraflarıyla dolu. Tarihin ibret vesikaları arasında üst sıralardan yer kapan bu tablo, Türkiye’de ‘fişleme’ deyip geçiştirilebilir. Ancak Almanya’dan bakınca soykırımın ayak seslerini hatırlatıyor. Bu çağrışımın hiç de abartı olmadığını görmek için Holokost tarihçilerinin çalışmalarına bakmak yeterli. II. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımından önce, faşizme dair güçlü emareler henüz belirmemişken –sinemaseverler için, Michael Haneke’nin Beyaz Bant’ta resmettiği dönem– başta Almanya olmak üzere, Avrupa medyasında Yahudileri kötüleyen, aşağılayan haber, karikatür ve makalelerden geçilmiyordu. Holokost’un ‘özümsenmesi’ ve nefret suçunun vatana hizmet gibi benimsenmesinde, dahası Vatikan dâhil olmak üzere dinî kurumların, devletlerin, toplumların ve bireylerin algı dünyasında soykırımın normalleştirilmesinde siyaset kadar medyanın da rolü büyüktü. Berlin Film Festivali’nin ana ‘yerleşkesi’nin bulunduğu Potsdamer Platz’a iki dakikalık yürüme mesafesinde Hannah Arendt Caddesi var. Ünlü Brandenburg Kapısı’na giden yolun üzerinde. Nazileri destekleyen Heidegger ile ilişkisinden dolayı eleştirilse de Hannah Arendt, Totaliterizmin Kökenleri adlı eserinin yanı sıra, The New Yorker dergisi adına takip ettiği ünlü Eichmann Davası’ndaki tespitleriyle tarihe geçmiş bir siyaset bilimci. Kötülüğün sıradanlığına ve iktidarın isteklerini vasıfsız bir köle gibi yerine getiren sıradan insanların motivasyonlarına dair tespitleri bugüne ışık tutuyor. Almanların şehir planlaması bile Nazi geçmişiyle yüzleştiklerinin kanıtı. Hannah Arendt Caddesi’nin yanı başında Holokost Anıtı var. Soykırım kurbanı Yahudiler anısına şehrin orta yerinde, Berlin’e yolu düşen herkesin görebileceği merkezî ve geniş bir alana dikilen onlarca devasa mezar taşı…2015 Türkiye’si II. Dünya Savaşı öncesindeki Almanya’nın ‘paralel evreni’ gibi. Hemen her alanı esir alan paranoya ve histeri krizleri bu şiddette devam ederse o anıtın bir benzerinin Türkiye’de inşa edilmesi gerekecek.ADRİYATİK’TEN ÇİN SEDDİ’NE…Madem sızma sözcüğü ‘Yeni Türkiye’nin gazetelerini bu kadar iştaha getiriyor, bir sızma haberi de Berlin’den verelim. Bilindiği gibi, Berlin Film Festivali’nin ana yarışmasında bu yıl Türkiye’den bir film yok. Ancak, ‘yalnız ve güzel’ ülkemiz başka filmlerin içine sızarak bir şekilde Altın Ayı yarışında yerini almayı başardı. Festivalin ikinci günü Cafer Panahi’nin Taksi filmiyle başladı her şey. Filmde taksi şoförlüğü yapan Panahi, daha önce karşılaştığı bir müşteriyi tanıyamayınca adam kendini şu cümleyle hatırlatır: “Hani benden Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filminin korsanını istemiştin ya!” Türkiye olarak, İran’dan sonra Rusya’ya da sızdık evelallah! Rusya’nın son 25 yılını distopik bir atmosferde sorgulayan Alexey German Jr. imzalı Under Electric Clouds filminin ana karakterlerinden biri, babasının ölümü üzerine İstanbul’daki eğitimini yarıda bırakıp ülkesine döner ve için için “Ah, şimdi İstanbul’da olmak vardı” der. Bununla kalsa iyi; Berlin’deki Rusya’ya sızma harekâtı Sovyet dönemine kadar uzandı. Sovyetler’in ünlü sinemacısı Sergey Eisenstein’ın Meksika’ya yaptığı yolculuğu konu alan Peter Greenaway filmi Eisenstein Guanajuato’da, Eisenstein’ın ağzından iki yerde İstanbul’a atıf yapmaktan kendini alamadı. ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne’ uzanan namımız bir başka filmde bu kez Şanghay’da ortaya çıktı. Yarışmada neden yer aldığı hâlâ anlaşılamayan Çin filmi Gone with the Bullets’ta Türk bayrağı sahnedeydi. Filmin bir karesinde uluslararası bir yarışma düzenlenirken ülke bayraklarından ilki Türk bayrağıydı!Yine de hiçbiri Romen yönetmen Radu Jude’un Aferim! filmi kadar olamaz. Romanya’nın Osmanlı hakimiyetinde olduğu 1835 yılında geçen siyah-beyaz film, sanki Yeni Türkiye’de bir süredir gündemden düşen Osmanlıca tartışmalarını alevlendirmek ve ecdadımızı dünyaya şikâyet etmek için Berlin’e alınmıştı! Baba-oğul iki polisin Çingene bir suçluyu arama öyküsünü anlatan filmin adı, Farsçadan dilimize geçen ve takdir ifadesi belirten ‘Aferin’ sözcüğünün Romencedeki kullanımından geliyor. Filmde iki polisin karşısına Osmanlı beyzadesi olduğu anlaşılan biri çıkıyor ve bir süre Türkçe konuşuyorlar. Osmanlı yönetiminde son demlerini yaşayan 1830’ların Romanya’sında (Eflak ve Boğdan) bizdeki karşılığı ‘ayan’ olan bir derebeyinin zulmü, imtiyazlı sınıflar, Çingene ve yabancı düşmanlığı kol geziyor. Yönetmen, ülkesinin 19. yüzyılından bir kesit ile günümüz Avrupa’sı arasında çarpıcı benzerlikler kuruyor.63 salonda gösterimin, sayısız etkinliğin yapıldığı 65. Berlin Film Festvali, gazeteciler için gönüllü bir esir kampı gibi; yoğun, hareketli ve yorucu… Altın Ayı adayı son iki film, Vietnam yapımı Büyük Baba, Küçük Baba ve Diğer Öyküler ile Japon filmi Chasuke’nin Yolculuğu bugün gösterilecek. Ödül töreni ise yarın akşam saat 19.00’da Berlinale Palast’ta. Berlin’de sızmak yok, festivale devam!

SİYAD ‘onur’ ödüllerini açıkladı

$
0
0
Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 47. kez gerçekleştireceği geleneksel ödül töreni bu yıl 11 Mart Çarşamba günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda saat 19.30’da yapılacak.Törende SİYAD üyelerinin 2014 yılında sinema salonlarında en az yedi gün ticari gösterime girmiş yerli ve yabancı filmler arasında yapacağı iki turlu değerlendirme sonucunda belirlenen isimler ödüllerini alacak. Yerli yapımlar kategorisinde en iyi film, yönetim, senaryo, müzik, görüntü yönetimi, sanat yönetimi, kurgu dalları, kadın oyuncu performansı, yardımcı kadın oyuncu performansı, erkek oyuncu performansı, yardımcı erkek oyuncu performansı ile toplam 11 ana dalda ödül verilecek. Gecede 2014 yılının, sinema yazarları tarafından belirlenen en iyi yabancı filmi de ödülünü alacak. SİYAD’ın bu yılki Onur Ödülleri’ni ise yönetmen, senarist Yavuz Turgul, oyuncu Genco Erkal, Nebahat Çehre ve müzisyen Atilla Özdemiroğlu alırken, festival yöneticisi ve sinemacı İrfan Demirkol’a da emek ödülü verilecek.

Edebiyatçıların sorunları tartışılacak

$
0
0
CHP Genel Merkezi Kültür ve Sanat Platformu, bugün Kadıköy Belediyesi Tarih Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi’nde saat 13.00’te “Edebiyatçıların, Yayıncıların Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı bir sempozyum düzenliyor.İlk oturumunda sorunların, ikincisinde çözüm önerilerinin ele alınacağı sempozyumda Haydar Ergülen, Turgay Fişekçi, Can Öz, Doç. Dr. Betül Parlak, Esen Arslandoğan, Kenan Kocatürk, Halil İbrahim Özcan, C. Hakkı Zariç sorunları ve çözüm önerilerini irdeleyecekler. Sempozyumda ayrıca yirmi dokuz edebiyatçının konuyla ilgili yazılı görüşleri sunulacak.

İstanbul’da Kafka ile iki gün

$
0
0
İstanbul 8-9 Mart’ta Franz Kafka ile ilgili önemli bir konferansa evsahipliği yapacak. Konferansın konuşmacılarından Prof. Kathi Diamant, Kafka’nın 1933’te kaybolan ve bazıları yeni bulunan metinlerini anlatacak.Ölümünün üzerinden doksan yıl geçmesine rağmen bütün dünyada her daim edebiyatın gündeminde olan Avusturyalı yazar Franz Kafka, (1883–1924) bu kez iki günlük bir etkinlikte İstanbul’daki okurlarıyla buluşuyor. Düşülke Yayıncılık ve Beylikdüzü Belediyesi işbirliği ile 8-9 Mart’ta uluslararası bir Franz Kafka konferansı düzenleniyor. ‘2015 Uluslararası Kafka Konferansı’ adlı etkinliğin kendisi bile oldukça heyecan verici bir proje iken, Düşülke Genel Yayın Yönetmeni Janset Karavin’den öğrendiğimize göre, önemli bir eser de yayınevi tarafından konferans çerçevesinde yayımlanacak. İlk kez 2004’te İngiltere ve Amerika’da yayımlanan, ardından İspanyolca, Fransızca, Rusça, Almanca ve Çince olmak üzere pek çok dile çevrilen, Prof. Kathi Diamant’ın “Kafka’nın Son Aşkı: Dora Diamant’ adlı eseri, Türkçede okurla buluşacak. Diamant’ın kitabı önemli bir eser; çünkü Kafka’nın son yıllarını geçirdiği sevgilisi Dora ile aralarındaki konuşmaların yer aldığı roman diliyle yazılmış akademik bir çalışma.Kathi Diamant, öğrenciyken adını tesadüfen duyduğu Dora Diamant hakkında uzun yıllar boyunca gerek Dora’nın günlüklerinden gerekse Alman arşivlerinden elde ettiği bilgilerle yazmış “Kafka’s Last Love: The Mystery of Dora Diamant” adlı eseri. Kitap, Kafka’nın yaşamının son bir yılında birlikte olduğu Dora Diamant’ın hayatı ve Franz Kafka ile birlikteliklerine dair okuyucuyu bilgilendirirken aynı zamanda da savaş yıllarını anlatıyor. Kafka son yıllarını Berlin’de Dora ile birlikte geçiriyor ve beraber Filistin topraklarına yerleşme planı yapıyorlar. Fakat bu, Kafka’nın rahatsızlığı nedeniyle hiçbir zaman gerçekleşemiyor. Kathi Diamant, aynı zamanda Kafka’nın 1933 yılında el konulan kayıp metinlerinin bulunabilmesi amacıyla 1998’de oluşturulan Kafka Project’in (Kafka Projesi) kurucusu ve başkanı. Kafka Project halen Doğu Avrupa’da Prag, Viyana ve Berlin’de araştırmalar yapıyor (birçok elyazmasının Nazi subaylarının eline geçmiş olma ihtimali var) Magical Mystery Literary History Tour adıyla edebiyat gezileri düzenliyor. İstanbul’daki konferansın ikinci gününde konuşacak olan Kathi Diamant’ın, bugüne kadar hiç yayımlanmamış metinlerden bahsetmesi ve bunları göstermesi bekleniyor.Ana başlığı ‘Kafka, Aşk ve İktidar, Şiddet Toplumu ve Militarizm’ olan konferansın Kathi Diamont dışında uluslararası başka bir katılımcısı maalesef yok. Mesela dünyanın sayılı Kafka uzmanlarından, 15 Mayıs 2013’te İstanbul’a küçük bir toplantı için gelen Alman yazar Reiner Stach, Columbia Üniversitesi’nden Kafka uzmanı Mark Anderson ve Kafka Project için araştırmalar yapan Çek gazeteci Judita Matyášová’yı da bu konferansta dinlemek isterdik fakat programları uymadığı için katılamayacaklarını bildirmişler. Konferansta dinleyebileceğiniz Türkiye’den isimler ise şöyle: Fransız Kültür Merkezi Çeviri ve Yayın Destek Programı Yöneticisi yazar ve çevirmen Ahmet Soysal, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Akay, yazar Aslı Erdoğan; yazar, şair, pantomim ve ipli kukla sanatçısı, Alengirli Mecmua ve Düşülke Genel Yayın Yönetmeni Janset Karavin. İki gün sürecek konferanstaki oturumlara Ezel Akay, Haldun Çubukçu, Eraslan Sağlam, Nur Yazgan, Nedim Gürsel, Zeliha Demirel, Latife Tekin, Öykü Didem Aydın, Altay Öktem, Hakan Akdoğan, Funda Önkol, Halil Emrah Macit ve Derya Alabora da konuk olacak.Janset Karavin, Uluslararası Edebiyat Konferansları Dizisi Projesi kapsamında gerçekleştirilecek Kafka, Dostoyevski ve Proust konferansları ile amaçlarının Türkçede kaynak yaratmak olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Yayınlarımız ve önümüzdeki senelerde Dostoyevski ve Proust ile sürecek uluslararası etkinliklerle Türkiye’nin yeni bir edebiyat odağı olmasına katkıda bulunmak istiyoruz. Bununla beraber edebiyatın, sanatın kapsam ve etki alanının da genişlemesini, halkla buluşmasını önemsiyoruz. Halka erişmeyen sanatın, yazı eyleminin, edebiyatın amacına erişemediğini, hedef şaşırdığını, anlam kaybına uğradığını savunuyoruz.” Konferans için Taksim, Kadıköy ve Bakırköy’den servisler kaldırılacak. (www.dusulke.com)

Yayıncılar, tekelleşmeden korkuyor

$
0
0
CHP Kültür ve Sanat Platformu, TÜSAK ve yerel yönetimlerde kültür sanatın tartışıldığı sempozyumların ardından, yayıncılıkla ilgili sorunların ele alındığı bir etkinlik düzenledi.Dün, Kadıköy Belediyesi Tarih Edebiyat ve Sanat Kütüphanesi'nde gerçekleştirilen “Edebiyatçıların Yayıncıların Sorunları ve Çözüm Önerileri” başlıklı sempozyumda yayıncılar, yazarlar ve çevirmenler sektördeki sorunları ve her biri kendi uzmanlığında tespit ettiği sıkıntıları dile getirdi. Eleştirmen, yazar Hikmet Altunkaynak, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu, eski Dışişleri Bakanı ve CHP İstanbul İl Başkanı Murat Karayalçın ve eski Kültür Bakanı ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Ercan Karakaş'ın açış konuşmalarını yaptığı sempozyum iki oturumda gerçekleşti. Edebiyatın ve yayın dünyasının sorunlarının konuşulduğu ilk oturumda Can Yayınları'nın sahibi Can Öz söz aldı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kültür kitapları basmasıyla ilgili yayımlanan genelgenin doğuracağı sıkıntılardan, elektronik korsan konusunda Kültür Bakanlığı'nın harekete geçmemesinden ve TEDA'nın (Türkiye'nin Çeviri ve Yayım Destek Programı) artık anlamını yitirdiğinden bahseden Öz, önümüzdeki yıllarda yayıncılığı bekleyen tehlikelerden söz etti. Can Öz'e göre, özellikle Amerika ve Avrupa'nın da dahil olduğu 32 ülkede yatırım yapan Amazon gibi büyük yatırımcıların artık ülkemizde de aktif olmaları söz konusu. Bu durum, ister istemez tekelleşmeyi de beraberinde getirecek. Öz, “Bir şeyler yapmazsak, uzun olmayan bir süre içinde yayın piyasasının değişmesiyle ilgili hiçbir gücümüz kalmayabilir.” diyor. Can Öz, bu tehlikeyi ilk kez anlattığı somut bir olayla dile getirdi. Dünya devi bu yayıncılardan biri, Can Öz'den, Can Yayınları'nı kendilerine satmasını istemiş. Türkiye'de faaliyet gösterecek yeni bir firma kurmayı palanlayan yayıncı, Can Öz'e on yıllık bir sözleşme yapmayı teklif etmiş. Bu firmanın üç yılda yayıncılık piyasasının yüzde 18'ini ele geçirmesi öngörülmüş. Yakın gelecekte böyle bir sorunla karşı karşıya kalınacağını anlatan Öz'e göre yeni kurulan küçük yayınevlerini ve kitapevlerini korumak son derece önem taşıyor. Zeynep Altıok Akatlı'nın moderatörlüğünde gerçekleşen oturumda, Turgay Fişekçi, eleştiri geleneğinin kaybolmasını yayıncılığın önemli sorunları arasında gösterdi. Fişekçi'ye göre kitap eklerinin reklam kaygısıyla eleştiri yayımla(ya)maması, bu konuda akademinin de elini taşın altına koymaması ise sorunun başlıca sebepleri arasında. Çevirmen Doç. Dr. Betül Parlak ise bir nevi görünmez kahramanlar olan çevirmenlerin sorunları hakkında konuştu. Birçok özgün çevirinin değiştirilerek farklı isimlerle yeniden yayımlandığı durumlarda, hak aramanın güçlüklerine değindi önce, sonra ücretlerin ödenmesinde karşılaşılan güçlüklerden, sigorta, iş güvenliği ve en temel çalışan haklarından olan emeklilik gibi hakların olmayışı gibi sorunları anlattı. Sempozyumun açılış konuşmalarından birini yapan CHP'nin Kültür ve Sanat Platformu'ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ercan Karakaş, Türkiye Sanat Kurumu (TÜSAK) Yasa Tasarısı ile ilgili kaygılarını dile getirdi. Karakaş, "İstediğiniz kadar sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlayın eğer siyasal gelişme yoksa, insan haklarına dayalı sanatçıların kendilerini rahatça ifade edecek bir demokrasi yoksa bu olmaz. Kültürel bir gelişme yoksa, kültürün her alanında, sanatta bir gelişme yoksa o da olmaz. Şimdi de Anayasa'yı değiştirerek bir tek adam yönetimi, bir tek otoriter yönetim kurmak istiyorlar. Bundan tabii bütün insanlar zarar görür. Ama özellikle sanatçılar, sinema, film, heykel ve bütün sanat dalları zarar görür. Eğer insanlar bir eseri yaratırken başıma ne iş gelir diye düşünürlerse ülkede zaten kültürel gelişme de olmaz.” dedi.

En sade haliyle İstanbul

$
0
0
On yıldır İstanbul’da yaşayan ve günümüz İstanbul’unu en doğal haliyle resimleyen İran Azerilerinden Javad Soleimanpour’un pastel resim sergisi bugün Kadıköy’deki Seven Sanat Galerisi’nde açılıyor. Soleimanpour’u üç şekilde tanımlayabiliriz: Işık ressamı, portre ressamı, ‘saray’ ressamı. Peki hangisi geçer akçe?Eminönü’nün kaosu, Haliç’ten kar manzaraları, Ayasofya Müzesi’nin yoğun ziyaretçileri, Kadıköy vapurunun düdüğünü duyduğunuz peyzajlar, Sultanahmet’ten günbatımı, yalnız dağlar, ağaçlar ve sessiz bir İstanbul sabahı… Javad Soleimanpour, günümüz İstanbul’unu en doğal ve en güzel anlatan ressamlardan biri. Fakat kendisi ülkemizde 2013’te o zaman cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün yağlıboya tablosunu yapınca tanındı. Şimdi ise köşk ressamlığından ‘saray’ ressamlığına geçmiş durumda. Kadıköy Moda Caddesi’ndeki Seven Sanat Galerisi’nde bugün açılan ve 7 Mart’a kadar devam edecek olan pastel resim sergisinden sonra aynı cadde üzerindeki atölyesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resmini yapmaya başlayacak. Kendisiyle geçtiğimiz haftalarda ‘dillere destan saray’ında görüşmüşler. ‘Ben özgür bir sanatçıyım’Javad Soleimanpour’u (Türkçede adı Cevat Süleymanoğlu fakat kendisi böyle anılmak istiyor) üç şekilde tanımlayabiliriz: Işık ressamı, portre ressamı, saray ressamı. O bir ışık ressamı çünkü, Ayasofya Müzesi’nin yüksek pencerelerinden içeri sızan güneş ışıklarını, balık ekmek teknelerinin Eminönü’ne kattığı ışık oyunları, kapkaranlık ve uzun Galata Köprüsü’nü aydınlatan küçük lambalar etkisi sizi öyle yakalıyor ki, uzunca bir süre bakmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Sanatçı zaten, resimde ışık ve gölgenin sanatı için çok önemli olduğunu söylüyor. 2009 yılında American Pastel Journal dergisi tarafından düzenlenen uluslararası yarışmanın peyzaj kategorisinde 11 bin eser arasından birinciliği kazanması iki unsuru resminde ne kadar iyi kullandığını gösteriyor. O resim de elbette İstanbul’dan bir manzara... Haydarpaşa Garı’nın karşısındaki fenerin yer aldığı resmin arka fonunda Sultanahmet’i ve batan güneş ışıklarının denizle dansını izliyoruz.Soleimanpour bize göre aslında bir portre ressamı. Çocukluğunda yaşadığı şu hikâye bunu doğrulamıyor mu? İlkokula başladığında öğretmenleri dört adet vesikalık fotoğraf ister, onda üç tane vardır. Akşam evde oturur, vesikalık fotoğraf boyutunda bir kâğıt keser, biraz kalınca olan kâğıda otoportresini çizer. Farkında olmadan belki de ilk otoportresini yapar. Ertesi gün okula dört adet fotoğrafını teslim eder. Kimse vesikalıklarından birinin resim olduğunu fark etmez. Aradan iki-üç ay geçer. Küçük Javad’ı hocaları, öğretmenler odasına çağırır. O anı şöyle ifade ediyor ressam: “Odaya girdim, baktım ki, fotoğraflar masanın üzerinde duruyor. Ayaklarım titredi, korktum, bana kızacaklar sandım. Sonra öğretmenlerden biri gülümseyince rahatladım. Evde çizdiğim o küçük resmin üzerine damga vurunca mürekkep dağılmış, öyle anlamışlar farklı olduğunu.” Son sergisinde yer alan masum çocuklar ve şempanzelerle ilgili yaptığı araştırmalarla filmlere ve kitaplara konu olan İngiliz antropolog Jean Godall’ın portresi gibi gerçek hikâyelerin gizlendiği hayatlar da onun portre çalışmalarını güçlendiriyor.Javad Soleimanpour’un ‘saray ressam’lığına geçişi bu güçlü portrelerinden kaynaklanıyor. Önce Rahmi Koç’un portresini çalışmış, bire bir kendisiyle. Koç’un Nakkaştepe’deki ofisinde 45 dakika karşısında oturup çizmiş, sonra Sabri Ülker, Murat Ülker ve Aziz Yıldırım portreleri takip etmiş, nihayetinde de siyasilere kadar uzanmış iş. Peki hangisi geçer akçe? Osmanlı’da saray ressamlığı önemli bir kurumdu. Ressamlar dolayısıyla sanatçılar değer görüyordu. Soleimanpour’a, halkın yüzde 50’sinin sevmediği, yüzde 50’sinin ise sevdiği ama sanatçıların yüzde 80’i ile hiç geçinemeyen, hatta kendisini övmeyen, eleştiren sanatçılara tahammül edemeyen bir lideri çizmenin sanatını nasıl etkilediğini sorunca, verdiği cevap neyin makbul olduğunu anlatıyor: “Ben özgür bir insanım, bir yere bağlı olmak istemiyorum. Allah bana bir yetenek vermiş, nasıl ki yazarlar yazıyla tarih yazıyor, ben de resmimle tarihi çiziyorum. Siyaset hiç benim işim değil. Sevmiyorum, beni ilgilendirmiyor. Bunlar geçici.”

Dünya öykü günü kutlu olsun!

$
0
0
Edebiyat camiasında Dünya Öykü Günü olarak kutlanan her 14 Şubat’ta usta bir yazar bu güne özgü bir bildiri yazıyor.Bu yılki bildiri için bu görevin verildiği usta yazar Murathan Mungan, “Öykünün geleceği sözün geleceğidir,” diyerek 2015 yılı Dünya Öykü Günü Bildirisini yazdı.Mungan, Ankara’dan Öykü Günü’nü selamlıyorUluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’nin Çankaya Belediyesi ve Ankara Üniversitesi ile birlikte düzenlediği 14 Şubat Dünya Öykü Günü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu’nda bugün 15.00-17.00 saatlerinde gerçekleştirilecek bir etkinlikle kutlanıyor. Etkinlikte “2015 Yılı Dünya Öykü Günü Bildirisi”ni Murathan Mungan okuyacak. Devlet Tiyatroları sanatçılarından Şahin Ergüney ve Fulya Yeşilkaya’nın Murathan Mungan’ın “Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” öyküsünü seslendireceği etkinlikte, Ankara Üniversitesi Konservatuar Sanatçıları da bir müzik dinletisi sunacak. Ayrıca eleştirmen Ayşegül Tözeren, Murathan Mungan'la kısa bir söyleşi gerçekleştirecek.İstanbulDünya Öykü Günü Ankara dışında İstanbul’da Heybeliada Halk Kütüphanesini Koruma Girişimi tarafından yapılacak. Heybeliada’da düzenlenecek öykü şenliğinin teması “Adalar ve Edebiyat” olurken yaklaşık 200 davetli katılacak. Adalarda edebiyat, edebiyatta adaların konuşulacağı şenlikte, kısa filmler ve belgeseller izlenebilecek, “Semih Poroy’un çizgilerinde öykücülerimiz” sergisi tüm gün açık olacak.EskişehirBu yılki Dünya Öykü Günü kutlamaları Eskişehir’de Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği ve Tepebaşı Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilecek. “14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi” ile işbirliği içinde Öykü Günü Bildirisi okunarak açılışı yapılacak olan etkinlikte Aslı Erdoğan ile Nilüfer Altunkaya söyleşisi, Deniz D. Şimşek ile Alptuğ Topaktaş söyleşisi gerçekleştirilecek. Eskişehirli yazarlar Emel İrtem, Sevtap Ayyıldız, Mehmet Sadık Bozkurt ve İbrahim Bilek de kendi öykülerini okuyacak. Etkinlik 15 Şubat 2015 Pazar günü 17:00-19:30 saatleri arasında Özdilek Sanat Merkezinde gerçekleştirilecek.İzmirUrla'da saat 14.00'da Toprak Sahne Sanat Merkezi'nde Cumali-Seferis Kültür ve Sanat Derneği, Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği ve Toprak Sahne Sanat Merkezi'nin ortaklaşa düzenleyeceği 14 Şubat Dünya Öykü Günü etkinliği Murathan Mungan'ın yazdığı bildirinin okunmasıyla başlayacak. Ardından Hasan Özkılıç'ın yönlendiriciliğinde Kerem Işık, Altay Ömer Erdoğan ve Aydın Şimşek "Öykünün Bugünü"nü tartışacak. Toprak Sahne Oyuncuları Necati Cumalı'dan bir öykü ile okuma tiyatrosu gerçekleştirecek.Deniz Faruk Zeren, Fergun Özelli, Feyza Akbulut Öner, Halil İbrahim Özbay, Hülya Soyşekerci, Muzaffer Kale ve Yıldız İlhan "Öykücülerimizden Seslenişler" bölümünün konuğu olacak.ErzurumBu yıl Erzurum'da ikincisini gerçekleştirilen Dünya Öykü Günü kutlamalarında öykücülüğümüzün öncüsü Ömer Seyfettin'i ve günümüz öykücülüğüne yansımaları konuşulacak.BatmanBatman’daki Dünya Öykü Günü kutlamalarının açılışı diğer merkezlerde olduğu gibi Murathan Mungan’ın kaleme almış olduğu 14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirisi’nin okunuşuyla başlayacak. Bildiri Kürtçe olarak yazar İlhami Sidar tarafından okunacak. Ardından yapılan panelde edebiyatçılar, Arîn Zîn, Şêxo Filîk, Roşan Lezgîn, Bawer Rûken, İlhami Sidar ve Weysel Tirpan söz alacak. Ayrıca etkinlik boyunca Hasankeyf’in öyküye ve şiire esin perisi olan bir dünya mirası olduğu vurgulanarak, Hasankeyf gibi evrensel değerleri yitirmenin dünya için, edebiyat için büyük bir kayıp olduğu anlatılacak.Almanya’da da Öykü Günü kutlanıyorAvrupa Türkiyeli Yazarlar Girişimi (ATYG), Dünya Öykü Günü”nü Almanya'nın Oberhausen kentinde kutluyor. ATYG, bu yılki “Dünya Öykü Günü” kutlamasını, “Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği” ve “14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi” ile eşgüdümlü olarak, “Herkesin okuyacak / anlatacak bir aşk öyküsü vardır!” sloganıyla kutlarken, Songül Karadağ, Sepkin Coşkun, Atilla Keskin, Molla Demirel, Yavuz Kürkçü ve Raci Helvalı öykülerini okuyacak.

Şark Bülbülleri konseri 5 Mart’ta

$
0
0
Geleneksel Ortadoğu halk şarkıları ve Arap-Endülüs şarkıları ile Süryani ve Kadim Maruni ilahilerinin uzmanı ve profesyonel icracısı Ghada Shbeir 5 Mart’ta TİM SHOW Center’da Türk müziğinin önemli seslerinden Melihat Gülses’le bir düet gerçekleştirecek.Şef Necip Gülses’in özel olarak oluşturduğu 25 kişilik orkestra ve koro eşliğinde sahneye çıkacak olan iki sanatçı, kendi özel repertuarlarının dışında, bilhassa 1950-1980’li yılları arasında Arap dünyasında ve ülkemizde çok ünlenmiş olan “Aşka Gönül Vermem”, “Böyle Gelmiş Böyle Geçer”, “Ada Sahillerinde Bekliyorum” gibi eserleri seslendirecekler.

‘Öykünün geleceği sözün geleceğidir’

$
0
0
14 Şubat Dünya Öykü Günü, dün Ankara’da kutlandı. Bu yıl ‘İnsan Öyküsüyle Var’ sloganıyla düzenlenen programa edebiyat severler yoğun ilgi gösterdi. Dünya Öykü Günü bildirisini okuyan yazar Murathan Mungan, “Öykünün geleceği, sözün geleceğidir.” dedi.“Kim olursak olalım, nerede ve nasıl yaşarsak yaşayalım, hepimizin bir tek hayatı vardır. Herkesin ömrüne mühürlenmiş tek bir hayatı. Edebiyat ve sanat, bizi o biricik olan hayatımızın dışına çıkararak bize başka hayatların ve varoluşların kapılarını açar, bizimkine benzeyen ve benzemeyen öykülerle tanıştırır. Bizi başkalarının yerine geçirerek çoğaltır, ruhumuzu, aklımızı, iç dünyamızı zenginleştirir.”2003 yılından beri Ankara'da düzenlenen ve bu yıl ‘İnsan Öyküsüyle Var' sloganıyla öyküye gönül verenlere seslenen 14 Şubat Dünya Öykü Günü programı, yazar Murathan Mungan'ın yukarıdaki cümlelerini içeren açılış bildirgesiyle başladı. Konuşmasına Ankara'daki öğrencilik yıllarını, ilk öykü metinlerini oluşturduğu günleri anarak başlayan Mungan, bu dönemde yazdığı iki kitap dosyası ile bazı oyunlarının ‘ham oldukları' gerekçesiyle sandığında hep saklı kaldığını anlattı. Öğrencisi olduğu Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde ‘rüştünü ispatlamış bir yazar' olarak bulunmaktan mutluluk duyduğunu ifade eden Mungan, ilk eserlerini de yine Ankara'da verdiğini anlattı. Kısa konuşmasının ardından Öykü Günü'nün açılış bildirgesini okuyan Murathan Mungan, öykünün ‘insanoğlunun dünyaya gelirken attığı ilk çığlıkla, o çığlığın kendisinden çıktığının farkına varması arasında geçen zamanda başladığını' söyledi.ÖYKÜSEVERLER SALONA SIĞMADIÇankaya Belediyesi, Ankara Üniversitesi ve Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği işbirliğiyle düzenlenen 14 Şubat Dünya Öykü Günü, öykü severlerin yoğun katılımıyla gerçekleşti. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu'nda düzenlenen etkinlik için gelenler salonlara sığmadı, pek çok kişi programı ayakta izlemek zorunda kaldı. Etkinlikte Devlet Tiyatrosu sanatçıları Şahin Ergüney ve Fulya Koçak, Murathan Mungan'ın “Boyacıköy'de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” öyküsünü seslendirdi. ‘Usta Öykücülerimizi Selamlıyoruz' başlığıyla dünyadan göçmüş ve yaşayan Tomris Uyar, Haldun Taner, Vüsat O. Bener ve Füruzan da anıldı.Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği'nin kurucusu ve 14 Şubat Dünya Öykü Günü'nün fikir babası Özcan Karabulut, 2003 yılında 14 Şubat'ın ‘Dünya Öykü Günü' olarak kutlanmasını edebiyat dünyasına ve yazar örgütlerine önerdiklerini, tüm kesimlerin de olumlu bulduğunu söyledi. ‘Dünya Öykü Günü' diyerek öykünün hayattaki rolüne vurgu yaptıklarını kaydeden Karabulut, “Öykülerle barış, sevgi ve dostluk ortamına katkı sunmak istiyoruz.” dedi. Karabulut, öykünün toplumdaki rolüne de işaret etti: “Öykü günleri düzenlemek edebiyat ortamlarını demokratikleştiriyor. Yeni ve genç yazarların doğmasına imkan tanıyor, yeni öykülerle tanışmamızı sağlıyor. Aynı zamanda da ifade özgürlüğünün gelişimine katkı sunuyor.”Murathan Mungan’ın okuduğu 14 Şubat Dünya Öykü Günü bildirgesinden:“Başkalarınıtanıdıkça yabancı dediklerimize, öteki, hatta düşman bildiklerimize karşı duyduğumuz korkuları yeneriz. Edebiyat, dünyayı farklılıkların zenginliğinde, benzerliklerin ortaklığında buluşturup yeryüzünün dört bir yanına dağılmış insanları birbiriyle kaynaştırır. İyi edebiyat bize içgörü kazandırırken zevkimizi inceltir, ruhumuzu soylulaştırır.”“Sanatınve edebiyatın gücünü, önemini bunca vurgulamam boşa değil. Çünkü bugün kutladığımız ‘Dünya öykü günü’, yazınsal metin değeri kazanmış öykülerin günüdür. Öykü her yerde vardır. Anlatılan, söylenen, rivayet edilen, aktarılan, uydurulan, yaşanan, hayal edilen, çarpıcı, sarsıcı ya da sıradan sayıma gelmez nice gündelik öykü arasında yaşarız.”“İster varoluşunontolojik sorunlarıyla boğuşsun, ister insan ilişkilerini ya da sınıf mücadelesini konu edinsin, edebiyatın kendisi özünde bir hakikat ve adalet arayışıdır. En ümitsiz, nihilist, kara ruhlu yazarın bile kaleminde saklanmış bir gelecek tasavvuru, bir yarın ümidi vardır.”“Öykübir edebiyat kıymetidir. Benim için iyi bir edebiyat okuru, aynı zamanda öykü seven okur demektir. İyi bir öykü düzayak açıklamalara indirgenemeyen, çiğ ışıkta dağılıp çözülmeyen kendine özgü bir büyüye sahiptir.”“Öykünün geleceği sözün geleceğidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, sözü, meselesi, estetik kaygıları olan edebiyat, insanın aklını, ruhunu zenginleştirmeyi, içini güçlendirmeyi, her tür karanlığına direndiği dünyayı güzelleştirmeyi ve okuruna ancak iyi edebiyatın verebileceği hazzı vermeyi sürdürecektir.”

Bir masalcı şair: Oğuz Tansel

$
0
0
1940 kuşağının lirik ve özgün sesi, “Üç Kanatlı Masal Kuşu”, öz Türkçe’ye olan tutku düzeyindeki sevgisiyle görkemli bir şiir dili yaratan Oğuz Tansel 100 yaşında.16 Şubat Pazartesi günü, saat 18.30’da, Koç Üniversitesi’nin İstiklâl Caddesi’nde bulunan ANAMED binasında gerçekleşecek söyleşide yazar, öğretmen ve halkbilimci M. Sabri Koz ve öğretim üyesi, halkbilimi çalışmaları ile tanınan Prof. Dr. Muharrem Kaya, Oğuz Tansel'in hayatını, halkbilimi çalışmalarını ve bir define değerindeki masal derlemelerini mercek altına alacak.(ANAMED, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi Konferans Salonu, İstiklâl Cad., No:181, Merkez Han, Beyoğlu)

!f İstanbul!’da bugün ve yarın

$
0
0
!f İSTANBUL’DA BUGÜN – 15 ŞUBAT 2015COSTA USTADAN BÜYÜLEYİCİ BİR FİLMPedro Costa, Lizbon'un gecekondu mahallesi Fontainhas’ta 1994 yılından beri Cape Verdeli göçmenlerle birlikte çektiği “Kemikler” ve “Gençler Yürüyor”dan sonra Fontiainhas Üçlemesi’ni tamamlıyor. Büyüleyici ve minimalist anlatmıyla seyirciyi hem ışığın hem de karanlığın içinden bir yolculuğa çıkaran Horse Money/At Parası, bugün saat 15.00’de Cinemaximum Fitaş Salon 4’te. Gösterime filmin yönetmeni Pedro Costa katılacak ve soruları cevaplandıracak.KISA KISA...Bu yıl “Türkiye’den Kısalar” bölümü üç derlemeden oluşuyor. Bazen sosyal, fiziksel, duygusal, cinsel, politik, kültürel birçok sebebin etkisiyle bazen hemen yanı başımızdakilere ne kadar uzak olabildiğimizi, ilişki kuramadığımızı, hatta bazen bunları yapmak için hiç de çaba harcamadığımızı ve uzak durmayı seçtiğimizi fark etiğimiz noktadan çıkan Uzak ama Yakın, Yakın ama Uzak ve Hayatta Kalmak: Arzular, İhtiyaçlar ve Normlar Arasında’nın gösterimleri saat 16.00’da KarGART’ta başlıyor.RUHUN TOZU YA DA TOZUN RUHUİstanbul’da gündelikçi olarak çalışan ve arabesk müzik dinleyerek ve şarkılar besteleyerek kendi halinde, mutlu dünyasında yaşayan 30’larının sonundaki bir adamın yaşadıklarını anlatan Toz Ruhu, saat 17.00’de Cinemaximum Fitaş Salon 1’deki gösterime filmin yönetmeni Nesimi Yetik katılacak ve soruları cevaplandıracak.ÇEKMECELERSenaryosu gerçek olay ve kişilerden esinlenilerek yazılan, otuzlarının başındaki Deniz’in doğum gününde kanlar içinde hastaneye kaldırılmasının ardında yatan korkunç gerçekleri konu alan Çekmeceler, saat 19.30’da Cinemaximum Fitaş Salon 4’te. Filmin yönetmenleri M.Caner Alper ve Mehmet Binay gösterime katılacak ve soruları cevaplandıracak.SİNEMA ELEŞTİRİSİNİN TANRISIBelgesel sinemanın ustalarından Steve James Pulitzer ödülü alan ilk film eleştirmeni Roger Ebert’in hayatına dair samimi ve duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Aralarında Martin Scorsese, Werner Herzog, Errol Morris, Ramin Bahrani ve Ava Duvernay gibi ünlü sinemacılarla zenginleşen ve Oscar yarışının da en gözde belgesellerinden Life Itself/Hayatın Kendisi, saat 22.00’de Cinemaximum Kanyon’da.FRANSIZ KULÜP YAŞAMININ 20 YILIÜç yıl önce “Un amour de jeunesse/Elveda İlk Aşk”ıyla !f’çilerin gönlünü fetheden Fransız yönetmen Mia Hansen-Løve, Daft Punk ve Cassius gibi efsanelerin doğuşuna tanıklık etmiş elektronik müzik akımın kurucularından Fransız DJ Paul'un 18 yıllık yükseliş ve düşüş hikayesini anlatıyor. Frances Ha’yla tanıdığımız Greta Gerwig, Paul Etienne ve Brady Corbet'in performanslarıyla dikkat çeken ve Daft Punk’ı da hikayeye yerleştiren Eden/Cennet, saat 22.00’de Cinemaximum Budak’ta.!f İSTANBUL’DA YARIN – 16 ŞUBAT 2015DİRENİŞİN VE İNSANLIĞIN SIFIR NOKTASI1980'lerde tutuklanıp 16 yıl hapis yatmış ve sonra 2011'deki Suriye ayaklanmasını desteklemiş entelektüellerden olan Yassin’in kaçış hikâyesini anlatan, Mohammad Ali Atassi ve Ziad Homsi belgeseli Our Terrible Country/Bizim Dehşet Dolu Ülkemiz, saat 14.30’da Cinemaximum Kanyon’da.KARA MİZAHIN ORTADOĞUSUEşi Etgar Keret’le birlikte yazıp yönettikleri ilk filmleri “Jellyfish” ile Cannes’da Altın Kamera Ödülü’nü kazanan Shira Geffen’in kendine özgü kara mizahıyla, dünyalarına sıkışıp kalmış iki kadın üzerinden Filistin-İsrail çatışmasını anlattığı Self Made/Ben Gibi, saat 17.30’da Cinemaximum Fitaş Salon 4’te. Gösterime, filmin yönetmeni Shira Geffen katılacak ve soruları cevaplandıracaktır.JON STEWART YÖNETTİ, GARCIA VE BİLGİNER OYNADISadece ekran başarısıyla değil, Amerikan popüler kültürünün en etkili isimlerinden biri sayılan 13 Emmy ödüllü Jon Stewart’ın ilk yönetmenlik denemesi, İran asıllı Kanadalı gazeteci Maziar Bahari İran’da 118 gün süren işkencedeki gözaltı günlerini anlatıyor. Gael Garcia Bernal’in başrolde olduğu ve Haluk Bilginer’in performansını seyrettiğimiz Rosewater/Gül Suyu, saat 21.30’da Cinemaximum Fitaş Salon 1’de. Gösterime filmin oyuncusu Haluk Bilginer katılacak ve soruları cevaplandıracak.KORKUNUN KOMEDİSİ, KOMEDİNİN KORKUSUSıkı bir hayran kitlesi yaratmış kült yönetmen Kevin Smith, internet programcısı Wallace’ın haber yapmak için evine ziyarete gittiği gizemli adamla yaşadığı korkutucu olayları konu alıyor. Justin Long, Michael Parks, Johnny Depp ve Haley Joel Osment gibi ünlü oyuncuları bir araya getiren Tusk/Mors Dişi, saat 22.00’de Cinemaximum Budak’ta.

‘Geleneksel Peker Sanat Ödülleri II’ açıklandı

$
0
0
Farklı sektörlerde gösterdiği etkinliklerin yanı sıra, sanata ve sanatçıya destek olmak amacıyla, sosyal sorumluluk projesi kapsamında ödüllü yarışma açan Peker Grup’un 2014 yılı ‘’Peker Sanat Ödülleri II’’ sahiplerini buldu.Sanat eleştirmeni Doğan Hızlan, Prof. Ergin İnan, Yalçın Gökeçebağ, Habip Aydoğdu, Peker Grup sahibi Erhan Peker ve sanat eleştirmeni İbrahim Karaoğlu’ndan oluşan seçici kurul, yarışmaya 34 ilden 157 sanatçının katıldığı eserler arasında yaptığı değerlendirmede 3 sanatçının eserlerini ‘Başarı Ödülü’ ne değer görerek her birini 5.000 TL ile, 5 sanatçının yapıtını ise Mansiyon Ödülü’ne değer görerek her birini 2.500 TL ile ödüllendirdi. Jüri ayrıca eseri de ‘’Erhan Peker Teşvik Ödülü’’ adı altında değerlendirmeye alarak 1.500 TL ile ödüllendirdi. Yarışmaya katılan diğer yapıtlar arasından 24 eser de sergilenmeye değer görüldü.Buna göre Başarı Ödülü’ne; Cem Köse, Feyzi Çelikten ve Şahin DemirCem Köse - Başarı ÖdülüŞahin Demir - Başarı ÖdülüMansiyon Ödülü’ne; Didem Eğlenen, Hasan Aktaş, Kerim Oğuz Kaleli, Mehmet Babat, Mustafa Sönmez, Erhan PekerDidem Eğlenen - Mansiyon ÖdülüHasan Aktaş - Mansiyon ÖdülüKerim Oğuz Kaleli - Mansiyon ÖdülüMehmet Babat - Mansiyon ÖdülüMustafa Sönmez - Mansiyon ÖdülüErhan PekerTeşvik Ödülü’ne ise Hadice Elgün, Yasemin Külahlıoğlu layık görüldü.Hadice Elgün & Yasemin Külahlıoğlu - Teşvik ÖdülüHer yıl verilen ‘Onur Ödülü’ ise ressam Turan Erol’a takdim edilecek.Turan Erol - Onur Ödülü

“Altın Ayı“ ödülünü İranlı yönetmen Panahi kazandı

$
0
0
İranlı muhalif yönetmen Jafar Panahi, dün akşam düzenlenen 65. Berlin Film Festivali'nde "Altın Ayı" ödülünü "Taksi" filmi ile kazandı. Bu film, Panahi'nin resmi yasağa rağmen çektiği üçüncü film.Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenen film festivalinde ödüller sahiplerini buldu. Berlinale Palas'ta düzenlenen ödül töreninde Panahi'yi temsil eden genç yeğeni Hana Saeidi, sahnede ödülü alırken göz yaşlarını tutamadı. Ülke dışına çıkma yasağı olan ve festivale katılamayan Panahi, filmde Tahran'da taksi sürücüsü rolünde görülüyor. Filmde Panahi, taksiye binen şehir sakinleri ile karşılıklı hayat hikayelerini paylaşıyor. İranlı yönetmen, filmi, taksiye yerleştirdiği kamera ile yönetimin gözünden gizlice çekti. Öte yandan festivalde, oyunculuk dalında "Gümüş Ayı" ödülü, İngiliz filmi "45 Years"taki performanslarından dolayı Charlotte Rampling ve Tom Courtenay'e layık görüldü. Şilili yönetmen Pablo Larrain'in "The Club" filmi jüri ödülünü alırken, en iyi yönetmen dalındaki "Gümüş Ayı" ödülünü ise "Aferim!" filmi ile Romanyalı yönetmen Radu Jude ve "Body" filmi ile Polonyalı yönetmen Malgorzata Szumowska aldı. 65. Berlin film festivalindeki diğer ödüller ise şöyle:En iyi film (Altın Ayı): Yönetmen Jafar Panahi, "Taksi" filmiBüyük Jüri Ödülü: Yönetmen Pablo Larrain, "The Club" (El Club) filmiEn iyi yönetmen (Gümüş Ayı): Radu Jude, "Aferim!" filmi ve Malgorzata Szumowska, "Body" filmiEn iyi kadın oyuncu (Gümüş Ayı): Charlotte Rampling, "45 Years" filmiEn iyi erkek oyuncu (Gümüş Ayı): Tom Courtenay, "45 Years" filmiEn iyi senaryo (Gümüş Ayı): Patricio Guzman, "El Boton de Nacar" filmi(CİHAN)

Modern insanın çaresizliği sahnede

$
0
0
Modern ve yenilikçi tiyatro yazarlarından biri olan Eugène Ionesco’nun kaleme aldığı, Hasan Anamur’un Türkçeye kazandırdığı, Dünya Tiyatrosu klasikleri arasında yer alan “Gergedan”, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenmeye başladı.Geçen hafta Perşembe günü galası yapılan oyunun yönetmen koltuğunda Barış Erdenk oturuyor. Bireysel özgünlüğü ve özgürlüğü olmayan, kalıpların arkasına sığınarak varoluşuna bir anlam yüklemeye çalışan modern insanın çaresizliğini ele alan oyunda Mert Kırlak, Hakkı Kuş, Özlem Boyacı, Mete Ayhan, Mustafa Kılıkçı, Yalçın Özen, Emel Alnady, Ayhan Bekdemir, Gülşah Eraraç, Berkay Gökçek, Gamze Kılıkçı, Orçun Tiryaki, Mert Tiryaki, Didem Seçil Üner ve Sanem Yeles rol alıyor.

Müzik hukuku anlatılacak

$
0
0
Türkiye’nin ilk müzik sektörü sertifika programının ikincisi İstanbul Bilgi Üniversitesi’ne bağlı Bilgi Eğitim, TCProjects ve sektörün önde gelen şirketlerinden GNL Entertainment işbirliğinde 28 Şubat 2015 tarihinde başlıyor.“360 Music Business sertifika programı” 28 Şubat-4 Nisan 2015 tarihleri arasında 6 hafta süreli olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsünde yapılacak. Programda ilk defa müzik dünyasının ticari kısmı bir eğitim olarak verilecek.Sertifika programında müzik endüstrisinin 5 önemli ayağı; Yapım, Menajerlik, Edisyon, Canlı Müzik Organizasyonları ve Hukuk konularında kendi alanlarının lider kurumlarının en yetkili kişileri genel bilgiler aktarılıyor ve deneyimlerini paylaşıyorlar. Programa katılanlara networking ve program sonrası staj imkanları da sağlanıyor. Programın eğitmenleri arasında, Teoman’ın menajerliğini de yapan Funda Sanliman, Doğan Music Company Genel Müdürü Samsun Demir, Universal Music Taxim Edisyon Genel Müdürü Mine Aksoy, GNL Entertainment Sahibi ve Kurucusu Alp Çağrı Günal ve Aydın Kurban Hukuk Bürosu Av. Aydın Kurban gibi isimler bulunuyor.Programın en önemli amaçlarından birisinin de müzik sektörüne girmek için gençleri teşvik etmek olduğunu ileten bu sertifika programının yaratıcısı, TCProjects kurucusu Tülin Çetiner Günal, “Türkiye’de ne yazık ki müzik sektörünün ticari boyutundaki iş alanlarını kapsayan bir eğitim programı bulunmuyor. Bu alanda sektördeki ihtiyaçları da öngörerek 10 Ocak 2015’de başladığımız ilk programımıza ilgi beklediğimizden fazla oldu. Müziğe gönül veren ve iş alanını değiştirmek isteyen birçok katılımcımızı umarım sektörümüzde artık daha sık göreceğiz. İkinci sertifika programımızda da yine sektörümüzün profesyonel isimleri dersleri verecekler.” dedi. Kayıt: bilgi-egitim@bilgi.edu.tr (0212 311 72 16)
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live