Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasından çıkan kitaplar, e-kitap olarak yayınlanacak.Bakanlık, basılmış tüm kitapları sanal ortamda okuyucu ile buluşturma kararı aldı. Bugüne kadar kütüphanelerde veya ilgili kurumların kitaplıklarında bulunan Bakanlık basımlı kitapların böylece daha çok kişiye ulaştırılması hedefleniyor. Kitaplar, bakanlığın kendi internet sitesinde oluşturulacak sayfada okuyucunun ilgisine sunulacak. Önümüzdeki günlerde başlanacak proje bitiminde, binlerce yayına internet üzerinden, tek bir adresten ulaşılabilecek.Son yıllarda elektronik kitapların yaygınlaşması, binlerce e-kitabın yüklenerek okunabileceği yeni cihazların piyasaya sürülmesi, yayınevleri için okuyucu ile buluşmak üzere yeni bir alan oluşturdu. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bugüne kadar yayımladığı, büyük bir kısmını Türkiye’deki kütüphanelere gönderdiği, çok azını da kendi mağazalarında satabildiği kitaplar için yeni bir platform oluşturuyor. Böylece, artık yeni basımı yapılmayan kitaplara da ulaşma imkânı doğacak. Bakanlığın yayımladığı kitaplar arasında, Türkiye’nin geleneksel sanatlarını, yörelerini ve kültürünü anlatan eserlerin yanı sıra antolojiler, dil, estetik, inceleme, şiir, roman, öykü ve deneme türünde eserler yer alıyor.Yayıncılık politikası değişti Kültür ve Turizm Bakanlığı, yakın zamana kadar yılda 100’den fazla kitap yayımlıyordu. Başvuru esasına dayanan sisteme göre, yayın kurulu, başvurular arasından basılmaya değer görülen kitapları seçip yayımlanmasını sağlıyordu. Ancak son yıllarda bu sistem değişti. Özellikle Atilla Koç’un bakanlığı döneminde ‘prestij kitap’ yayıncılığına geçilerek, kurul kararı ile yapılan basımlar sınırlandırıldı. Yeni sistemde, Bakanlık kararı ile belirlenen konularda, alanında uzman kişilere kitap hazırlatıldı. Bu dönemde Yunus Emre, Cemil Meriç, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Mehmet Akif, Tanpınar, Kemal Tahir gibi şair ve yazarlar için biyografik eserler hazırlatılıp yayımlandı.
↧
Kültür Bakanlığı, yayınlarını elektronik ortama taşıyor
↧
‘Topkapı’daki el yazmaları herkesin istifadesine açılmalı’
Önceki gün Zaman’da yayımlanan “Topkapı Sarayı’ndaki el yazmaları çürüyor” başlıklı haber, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.Gazeteye ulaşan araştırmacılar, tarihçiler, bilim adamları ve vatandaşlar, paha biçilmez elyazması eserlerin durumu karşısında üzüntülerini ifade etti. Haber, Topkapı Sarayı Müzesi’nde sorunun sadece çürüyen elyazmaları olmadığını da gündeme getirdi. Ortaya çıkan fotoğrafları ve arşivlerin vaziyetini değerlendirmelerini istediğimiz tarihçiler, başka önemli sorunları da gündeme getirdi. Saray arşivlerinde görülen durumun yılların ihmali olduğuna dikkat çeken tarihçiler, yeni yönetimin arşivleri tasnif edip elyazmalarını dijital ortama aktararak bir an önce araştırmacıların hizmetine açması gerektiğini ifade ediyor. Tarihçilere göre arşivler teftiş edilerek mevcut durum ortaya konulmalı ve personel artırımıyla değerli hazine bir an önce herkesin istifadesine açılmalı.Prof. Dr. Feridun Emecen (Tarihçi)Arşivin durumu eskiden beri biliniyor“Topkapı Sarayı arşivlerinin pek uygun bir vaziyette olmadığı zaten öteden beri bilinen bir husus. Evrakın daha iyi olarak saklanması için üzerinde biraz hassasiyetle durulması lazım. Arşivdeki arkadaşlar evraklara hassas yaklaşıyorlar ama depolama şartlarının müsait olmaması onları aşan, devleti alakadar eden bir konu. Devlet iradesini ortaya koyup arşivdeki malzemenin durumunu teftiş etmeli. Başbakanlık Devlet Osmanlı Arşivi’nde çok iyi bir restoratör grubu var. Onlar Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin durumunun ne olduğunu hemen anlarlar. Fakat Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’ne gitmesini de doğru bulmuyorum. Bana göre Kağıthane’ye taşınan arşiv için iyi bir bina yapılmadı. Her iki tarafta da sorunlu ülke olarak maalesef arşivi koruma ve kollama problemimizi çözemedik.” Bülent Arı (TBMM Müzecilik ve Tanıtım Bşk.)Belgelere ulaşamıyorum“Topkapı Sarayı’ndaki arşivi kullanmaktan uzağız. Ben diplomasi tarihi çalışıyorum. Belgelerin çoğu Topkapı Sarayı arşivinde ama oradan belge almak o kadar zor ki! O kadar problem çıkabiliyor ki, en sonunda İllallah deyip bırakıyoruz. Bunlara bir çözüm bulunması lazım. Oradaki belgeler, kitapları kurumların değil milletin malı. Bu algı artık değiştirilmeli. Devlet şimdi güzel bir şey yaptı. Bütün elyazma eserleri belli bölgelerde topluyorlar. İstanbul, Ankara, Konya ve Bursa’da Elyazmaları Kütüphaneleri açıldı. O bölgedeki bütün eserler buralara aktarılıyor. Buralarda koruma, iklimlendirme imkanları daha iyi. Topkapı Sarayı’ndaki belgelerin Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi’nde toplanması, burada dijitale aktarılması lazım ama kurum taassubuyla verilmiyor bunlar. İlber Ortaylı Topkapı Sarayı’na 7 sene başkanlık yaptı, bütün bunlar onun sorumluluğunda aslında. Konunun hassasiyetini bildikleri halde üzerine düşmediler. Mesela biz kurum olarak Dolmabahçe Sarayı’ndaki Osmanlı belgelerini Başbakanlık Devlet Arşivleri’ne devrettik, 160 bin defter dijitale aktarılıyor. Bizim gönlümüz rahat. Orada iyi korunacaklar ve çok daha fazla kişiye ulaşacak belgeler.” Teyfur Erdoğdu (Tarihçi) Kulluk etmediğiniz zaman size kitap vermezler“Topkapı Sarayı’ndaki kütüphane çalışanlarının nasıl olduğunu siz bilemezsiniz… Onlara arz-ı ubudiyet (kulluk) etmediğiniz zaman size kitap da vermiyorlar. Kendi hakimiyetlerini hissettirmek için kitapları göstermez, yok sayar, ‘bulunamamıştır’ ya da ‘çürük’ diye size göstermezler. Orada kemikleşmiş bir yapı var. Yaklaşık 30-40 yıldır bu yapı değişmeden devam ediyor. Bu arşiv ve kütüphanede çalışanlar aynı zamanda araştırmacılık ve tarihçilik yapma heveslisidirler. Prof. Dr. Halil İnalcık’ın bize söylediği bir ilke vardır: ‘Arşivci ya da kütüphaneci kendisi araştırmacı ya da tarihçi olmamalıdır. Çünkü araya kıskançlık ilişkileri girer, bazı belgeleri ve önemli kitapları gizlemeye kendine hasretmeye meyledebilir.’ Topkapı’da yıllardır bunlar oluyor. Aynı şey Arkeoloji Müzeleri’nde de oluyor. Yönetimdeki müdürün kemikleşmiş bu bürokrasiyle arasındaki sorunları çözmesi kolay değildir. Bu durumda yeni bir yöneticinin bu krizleri çözebilmesi için yapması gereken şey eleman artırımına gitmektir, bu oldu fakat hadiselerin yavaş ilerlemesi tarihçiler açısından memnuniyet uyandırıcı değil. Daha hızlı çözümler bulunmasını biz tarihçiler olarak yeni yönetimden bekliyoruz. Ama esas mesuliyet, uzun yıllar Topkapı Sarayı’nda başında bulunmasına rağmen bu hususta ciddi bir adım atmayan eski yönetimdir. Hatta hem yönetim krizine hem de Osmanlı Arşivi’yle çözüme odaklı atılan adımların tersine dönmesine sebep olmuştur.” Doç. Dr. Erhan Afyoncu (Tarihçi) Topkapı Sarayı’nda müzminleşmiş problemler var“Topkapı Sarayı’nın kütüphanesi ile arşivinde yıllardan beri araştırmacıların yaşadığı bir problem var. Kütüphane taşındı, arşivin daha farklı bir sorunu vardı. Eskiden beri müzminleşmiş problemlerin yeni yönetim tarafından çözüleceğine inanıyoruz. Elyazmaları Kütüphanesi çok uzun süredir kapalıydı. Ne zaman kapandığını dahi hatırlamıyorum. Şimdi açılacak olması önemli. Kültür Bakanlığı’nın kalifiye personel vermesi lazım. Mevcut personelin Topkapı Sarayı Müdürü Haluk Dursun’a karşı direnmesi söz konusu.”
↧
↧
Metropolis antik kenti kapılarını dünyaya açıyor
Avrupa'nın önde gelen üniversitelerden Oxford ve Erlangen Nürnberg'den bilimadamlarının ilgi odağı haline gelen, İzmir'in Torbalı ilçesindeki 2 bin 700 yıllık Metropolis antik kenti, ören yeri çalışmalarının tamamlanmasının ardından bu yıl dünyaya kapılarını açıyor. Metropolis Kazıları Başkanı ve Manisa Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ) Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Serdar Aybek, Özbey Mahallesi ile Yeniköy arasındaki antik kentte kazıların 1989 yılından bu yana devam ettiğini ve çok sayıda önemli buluntuya rastladıklarını söyledi.Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü Ören Yeri Uygulamalar Daireler Başkanlığı ortaklığıyla yürütülen çalışmalarda Sabancı Vakfı ve Torbalı Belediyesi'nden de destek aldıklarını belirten Doç. Dr. Aybek, 5 Kasım 2012'den bu yana alanda ören yeri düzenlemesi yapıldığını bildirdi. Çalışmalar kapsamında 160 bin metrekarelik alanın koruma altına alındığını ve bölgede yürüme alanları oluşturulduğunu aktararak, "Metropolis bir yamaç kent olduğu için anıtlara ulaşmak kolay değil. Yapılan düzenlemelerle turistlerin, tarihi alanı daha rahat ziyaret etmesini hedefliyoruz. Otopark, seyir terasları ve diğer olanakları sağlayacak binaların yapımını da bitireceğiz ve en kısa sürede kenti ülkemiz turizmine açacağız." dedi.İzmir'in EXPO 2020 adaylığı çerçevesinde Metropolis'in önemli rolü olacağına inandıklarını da dile getiren Aybek, "Efes antik kentine 45 dakika uzaklıktaki bu kente de çok sayıda turistin geleceğini ümit ediyoruz. Yabancı bilimadamları, ortak proje üretmek istiyor. Metropolis, Efes kadar büyük ve popüler değil ancak kente gelen yerli turistler, zengin tarihi kalıntıları görünce şaşırıyorlar. Çevre düzenlemesinin yanısıra yol düzenlemesi ve çevreye yerleştirilebilecek yönlendirme levhalarıyla yerli ziyaretçi sayısını da yükseltebileceğiz. Metropolis antik kentinin tarihi, MÖ 7. yüzyıla dayanıyor. Planlı şehir olarak yapılarla donatılması ise 2 bin 500 yıl önceye tarihlenip varlığını Bizans İmparatorluğu sonuna kadar sürdürmüştür." diye konuştu.Kazılarda daha önce mozaikler, hamamlar, çeşitli takılar ve heykeller bulunmuş, müzelere teslim edilmişti.(CİHAN)
↧
5 şehre 5 yeni müze geliyor
Türkiye’de yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkarılan taşınır kültür ve tabiat varlıklarının sağlıklı ortamlarda sergilenebilmesi ve depolanabilmesi için 2014 yılının sonuna kadar 5 yeni müze açılacak.Müzeler, Adana’da Yeni Arkeoloji Müzesi, Çanakkale’de Troya Müzesi, Hatay’da Hatay Müzesi, Uşak’ta Yeni Arkeoloji Müzesi, Şanlıurfa’da Edessa Arkeoloji Müzesi Yapımı ve Teşhir Tanzimi, Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve Arkeopark olarak sıralanıyor. Hatay, Uşak ve Şanlıurfa’daki müze çalışmalarının 2013 yılı sonuna kadar tamamlanması bekleniyor. Diğer iki müzenin ise 2014 yılında ziyarete açılması hedefleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Türkiye’de arkeolojik kazı çalışmalarının yoğunluklu olarak sürdüğü bölgelerde yeni müzeleri açıyor. Bulunan taşınır kültür varlıklarının, gerekli tanımlamaları ve restorasyonları yapıldıktan sonra ışık, nem, toz gibi tarihi eserler için olumsuz şartlar barındırmayan ortamlara taşınması gerekiyor. Açılacak müzelerle kazı ekiplerinin bulduğu eserlerin kısa süre sonra sergilenmesi mümkün olacak. Sergilenemeyen eserlerin de modern imkanları bulunan depolarda tutulması amaçlanıyor. Oluşturulacak modern sergi ve depolama sistemleriyle depolardaki eserlerle teşhir edilen eserlerin dönemsel olarak yer değiştirmesi ve tüm eserlerin ziyaretçiler tarafından görülebilmesi hedefleniyor. Yeni kurulacak müzeler, hem eser restorasyonu, hem teşhiri hem de ziyaretçiye eser hakkında doğru ve ayrıntılı bilginin sunulması için teknolojik imkanlarla donatılacak.
↧
Günümüz edebiyatında Ramazan neden yok?
Her Ramazan ayında duymaya alışık olduğumuz bir özlem cümlesi vardır: “Nerede o eski Ramazanlar...” Bir nostalji olarak seslendirilen bu cümle, sadece gündelik hayatta değil, edebiyatta da karşımıza çıkıyor.Modern edebiyatımızda Ramazan, çoğunlukla Osmanlı’nın son dönemindeki Direklerarası eğlenceleri, çocukluğun Ramazan hatıraları ve iftar sofralarıyla sınırlı. Yaşanan Ramazanlar ise edebiyatta yer bulamıyor. Günümüz yazarlarına, yaşayan Ramazanların neden bir edebiyat metninde yer almadığını; Ramazan’ın sadece bir çocukluk hatırası olarak mı kaldığını sorduk.Prof. Dr. Mahmud Erol KılıçGeleneği özleyeceğiz“Kutsal olana ve geleneksel olana karşıt bir zihniyetin son yarım asırdır devam eden dinî şiar ve sembolleri hayattan kovma gayretleri ile dindar kesimin manadan kopuk ritüelciliği birleşince Ramazan anlayışı ve zevkinde de büyük dönüşümler oldu. Geleneksel anlayışta dinin ruhunu üfleyen şeyh efendiler, hocaefendiler, âlimler tabakası devre dışı kalınca her şeyden evvel Ramazan’ın manevi havası gitti. Bir edebi eser, zamanının ve muhitinin en güzel taşıyıcısı ise bu gelişmelerin sonuçlarını yeni edebi eserlerde de görmek mümkündür. Bunun en bariz misali yeni nesil romanlarda, öykülerde, şiirlerde Ramazan imgesinin artık rastlanmaz olmasıdır. Bunun bir sonrasında ise negatif Ramazan imgelerinin yer almaya başladığını görürseniz hiç şaşırmayın. Geleneği özleyeceğiz...”Celal FedaiÇocukluk hatırası olabilse keşke“Sadece Ramazan’ı değil kutsallığı olan her değeri, klişeleştirmeden anlatmak güçtür. Geleneğimizde estetik örnekleri pek çok. Bunlar öylesine güzel ki bugün için onların tekrarı daha sahicidir. Ama bu, yeni anlatımlar gereksiz demek değildir. Yakında Şair Hacdan Gelmiş diye bir şiir yazdım. Haccı dünyanın her yerinden tırmanılan bir dağa, hacıları da dağcılara benzetmişim. Düşününce bunun kökeninin çocukluğum olduğunu anlıyorum. Köyümüzde hacdan dönenler büyük bir sevgiyle karşılanır, kucaklanır, koklanırdı. Ramazan için de böyle. Temel meselemiz bu: Çocuklarımızın hatıraları olmasını sağlayamıyoruz. Ramazan, çocukluk hatırası olabilse keşke.”Cemal ŞakarEdebiyatın bugünle sıkıntısı var“İnsanın eskiyle ilişkisi genellikle inşai bir ilişkidir. Eskiyi çeperlerinden, acılarından, hüzünlerinden, ayrılıklarından, çatışmalarından ayıklayarak saflaştırırız. Özlediğimiz, iyilikle yâd ettiğimiz bu ‘saf geçmiş’tir. Yoksa eski Ramazanlar dediğimiz, bugün çok da tasvip etmeyeceğimiz Direklerarası eğlencelerinden ibaret bir şeydir. Edebiyatımızın sadece bugün yaşanan Ramazan’la değil, ‘bugün’le ilgili bir sıkıntısı var. Postmodern zamanlarla birlikte edebiyat, çağının tanığı olmaktan çıktı; daha çok bireysel hikâyelerin peşine düştü ve oyun, parodi, pastiş giderek önem kazandı. ‘Bugün’ dediğimiz zamanlar, öldürmelerle hicretlerle dolu; böylesi anlarla ilişki kurmak zordur. Kolay olanı kaçmak, sırt dönmektir.”Beşir AyvazoğluBugün yaşadığımız hayat renksiz“O kadar çok roman, hikâye ve şiir yazılıyor ki... Hepsini okuma imkânım olmadığı için “Bugünkü edebiyatımızda Ramazan yok!” deme cesaretini gösteremiyorum. Ama şunu söyleyebilirim: Ramazanlar, artık günlük hayatımızın akışında köklü bir değişiklik yaratmadığı gibi eskisi kadar renkli de yaşanmıyor. Aslında hayatı canlı ve renkli kılan, geleneklerdir. Ramazan’ın asırlar içinde oluşan ve yaşanan gelenekleri, hafızalarda çok canlı izler bırakıyordu. Bugün yaşadığımız hayat, bana sorarsanız, eskilerinkiyle kıyaslanamayacak kadar renksizdir. Şöyle bir düşününüz bakalım, çocukluk yıllarınızdan neler hatırlıyorsunuz? Derinliğine yaşanmayan şeyler edebiyata da yansımıyor. Mesele bundan ibaret.”Yıldız RamazanoğluRamazan, şiirde yüzünü gösteriyor“Ramazan’ın edebiyatta yer almadığını söylemek mümkün değil. Özellikle de şiirde yüzünü, ruhunu çokça gösterir. Ramazan ayı içimizdeki devrimle hayatımıza giren yeni kelimelerle, zamanın ve mekânın ilk insanın masumiyetiyle en baştan tekrar şekillenmesiyle başka bir şehir kurar hayatımızda. Sürüklenme hissimiz diner az da olsa. Bunlar şiirimize yansımaktadır ama metaforlar alegoriler ve mecazlarla. Hikâyede de yer alıyor, tabii ne oranda emin değilim. Bu soruşturmanın bile ilham verici olacağını düşünüyorum.”Sibel EraslanKendimizden duyduğumuz hoşnutsuzluktan...“Bugünün Ramazanları evet hikayelerde çok yer almıyor ama mesela Mustafa Kutlu’nun Rüzgarlı Pazar’ı geliyor hemen aklıma, yoksul ve oruçlu insanlar... Samiha Ayverdi’nin, Münevver Ayaşlı’nın İstanbul Ramazanlarını anlatan hatıratları güzeldir. Bizim nesildeyse bu çok daha az, belki dünyanın kudretine dalmışlığımızdan, belki sanatın bir türlü yerli olmayı göze alamayışından, belki Müslümanlar olarak kendimizden duyduğumuz hoşnutsuzluk, üzüntü... Ama doğru söylediniz, orucun sesi kısık, adımları çok küçük edebiyatta… Ramazan bizde hatırayla birlikte zikrediliyor. Ben bunu tenkit edemiyorum çünkü çocukluğumuz en saf şekliyle unutamadıklarımızdır.”Sadık YalsızuçanlarModern edebiyat metafizik dünyayı yitirmiştir“Sadece Ramazan değil, bir secde anı da edebiyatımıza pek yansımıyor. Özellikle oldukça değerli bir anımız olan iftar saati ve yine gecenin ilerleyen saatlerinde uyandığımız sahur zamanındaki yoğun duygularımız da modern edebiyatta pek konu edinemiyor. Modern edebiyatın daha olumsuz ve kötücül malzemeden beslenmesine bağlıyorum. Tabii ki edebiyat dramatik ve gerilimli sorunlardan doğar ama insanın bu dünyayı da kuşatan metafizik dünyaya geçişini, sıçramalarını özellikle konu edinmelidir. Fakat modern edebiyatçı büyük oranda metafizik dünyayı yitirmiştir. O dünyadan kopmuştur. Daha bayağı, daha alelade ve daha aşağılık konulardan ve sorunlardan beslenmektedir.”
↧
↧
El emeği göz nuru Mushaf-ı Şerifler Sultanahmet'te ziyaretçi bekliyor
Kur'an-ı Kerim'in parşömenden kağıda çeşitli yazı hatlarıyla kaleme alınmış nüshaları Sultanahmet Medresesi'nde sergiye açıldı. 2 Ağustos - 2 Eylül tarihleri arasında açık kalacak 'Mukaddes Miras' sergisinde 9. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında kalan zaman yelpazesinde yazıya dökülen 99 el yazması Mushaf-ı Şerif sergileniyor.Mukaddes Miras sergisi Yıldız Holding sponsorluğunda Başbakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın işbirliği ile gerçekleştiriliyor. Emevilerden Abbasi dönemine, Çin'den Moğolistan'a, Kuzey Afrika'dan Balkanlar'a İslam coğrafyasında yazılmış mushafların yer aldığı sergide, dönemin ünlü hattatları Hafız Osman, Mehmet Emin Üsküdari, Mahmud Sivasi, Hafız Yusuf ve Derviş Mehmed gibi isimlerin de eserleri bulunuyor. Sergide, Allah'ın 99 isminden mülhem olarak 99 adet el yazması Kuran-ı Kerim yer alıyor. Serginin açılışında konuşan Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker, şunları söyledi:"Devrin nadide eserleri yani 10. yüzyıldan başlayarak günümüzün yakın tarihe kadar yazılmış Kur'an-ı Kerimler sergileniyor. Manevi olduğu kadar el emeği göz nuru olarak da herkese hitap edecek bir sergi. Anlamak lazım, anlayarak gezmek lazım. Bir katalog edinmek faydalı olur, internette araştırmak da bence iyi olur. Çok kıymetli eserler, kolay kolay sergilenen eserler değil. Özel koleksiyonlardan toparlanan eserler. Her zaman halka açık değil. Biz Yıldız Holding olarak zaman zaman eserleri topluyoruz ama daha çok işyerlerimizde sergiliyoruz. Sadece geleneksel sanatlarımızı değil daha önce gerçekleştirdiğimiz 1400. yılında Kur'an-ı Kerim sergimiz vardı, Hilye-i Şerife vardı. Bu sefer sponsor olarak geleneksel sanatlarımızın yanındayız. Ama günümüzün çağdaş sanatını da çağdaş sanatçısını da geleceğe taşımak için onların yanındayız, onları da desktekliyoruz aynı zamanda."Serginin sanat danışmanlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Rıza Özcan da eserler hakkında bilgi verdi. Söz konusu serginin Türkiye'de bir ilk olduğunu vurgulayan Özcan, Cihan'a yaptığı açıklamada serginin oluşma fikri ve eserlerin özelliklerini şöyle aktardı:"Ayasofya'da bir sergi olmuştu, Hattın Sultanları diye. İslam Kültür Sanat Platformu organizasyonu yapmıştı. Onlardan bir teklif geldi; '99 Kur'an sergisi yapmayı planlıyoruz. bize yardımcı olur musunuz?' diye. Kur'an, hat, tezhip deyince hayır diyemedik, seve seve yaptık. Sergide 99 adet Kur'an var. 9. Asır'dan başlayarak 19. Asra kadar bin yılı kapsayan bir sergi bu . Hem dikine hem yatay bir serge bu. Tarihi derinliği kadar coğrafi açıdandan oldukça zengin bir serge oldu bana göre. Çünkü Kuzey Afrika ülkelerinden Çin'e kadar, Hindistan, İran, Mısın, Irak, hakeza Balkanlar ve Osmanlı coğrafyasından Kur'an örnekleri sergileniyor. Koleksiyon; Bilal Sütçü koleksiyonu. Eserleri o koleksiyondan seçtim. Özellikli olduğunu düşündüğüm eserleri seçtim. Parşömen üzerine yazılmış Kur'anlar, bez üzerine yazılmış Kur'anlar. Tarihi seyri içinde ve coğrafyaya uygun örnekler seçtim. Farklı yazı çeşitlerini seçmeye çalıştım; nesih yazı, sülüs yazı, muhakkak yazı, reyhani, kufi yazının eski örnekleri mağribi kufi yazının örneklerini bu sergiyi gezenler görme imkanına sahip olacaklar."
↧
517 yıllık Hacı Sinan Külliyesi ayağa kalkıyor
İzmir'in Bayındır İlçesi'ndeki, birden fazla yapıdan oluşan tarihi Hacı Sinan Külliyesi'nin restorasyonuna başlandı.Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Cami Mahallesi'ndeki, 6 Ağustos 1496'da Mevlana El-Hac Mehmet Sinan Çelebi tarafından yaptırılan Hacı Sinan Külliyesi'nin kısmi olarak ayakta kalan yapılarına 1990'lı yılların sonunda tadilat yaptı. Özellikle cami girişinde bir dönem ilçe Müftülüğü'ne evsahipliği yapan meşrutanın (imam evi) harabe görüntüsü ve külliye içindeki diğer yapılardaki onarımın yetersiz kalması, restorasyona başlanmasını gündeme getirdi. 2009 yılında Bayındır Belediyesi Hacı Sinan Vakfı ile görüşüp, külliyeyi 15 yıllık kullanım hakkı karşılığında restore etmek için devraldı. Belediye, 2011- 2012 yılları arasına külliyenin restorasyon projesini hazırladı. Restorasyon Projesi, İzmir 2 Nolu Koruma Kurulu'nca onaylanmasının ardından ödenek için İzmir İl Özel İdaresi'ne başvuruldu. Diyarbakır'a atanan İzmir eski Valisi Cahit Kıraç'ın, geçen Ocak ayında ödeneği onaylamasıyla 19 Haziran'da ihaleye çıkıldı. Bir hafta önce ise yer teslimi yapılarak, külliyesinde imarethane, darülkurra dışındaki cami, medrese, hamam ve meşrutası günümüze kadar kalmayı başarmış tarihe tanıklık etmiş taş yapının restorasyonuna başlandı.'ATALARIMIZIN EMANETLERİNE SAHİP ÇIKIYORUZ'Bayındır Belediye Başkanı AK Partili Mehmet Kertiş, görev geldiklerinde atalarımızın emanetlerine sahip çıkacaklarına söz verdiklerini hatırlatarak şunları söyledi:"Bu amaç doğrultusunda yoğun bir restorasyon çalışması başlattık. Tarihi Tekel Hanı, Eski Hükümet Konağı, Belediye Hizmet Binası ve Yahya Kerim Onart Kültür Merkezi, Hasan Hulki Yönt Aşevi ve Kültür Merkezi (Eski Atlas Sineması) ve son olarak 517 yıllık bir tarihe sahip Hacı Sinan Külliyesi'nin restorasyonuna başladık. Bayındır'ın simgesi olan tarihi külliyenin restorasyonu bittiğinde, külliyeyi ecdadımızın bize bıraktığı bir şekilde gelecek nesillere bırakacağız. Tarihi eserler, binalar ve tarihi yapılar bir şehrin kimliğidir. Bayındır'ın tekrar tarihi kimliğine kavuşması için restorasyon çalışmalarını önemsiyoruz."Ramazan ayı nedeniyle, halkın kullanımına açık olan külliyenin restorasyon çalışmalarına ara verildiğini belirten Başkan Kertiş, "Ramazan Bayramı'nın ardından çalışmalar tüm hızıyla sürecek" diye konuştu.(DHA)
↧
Bodrum'da 3 bin 500 yıllık tarih gün ışığına çıktı
Kültür Ve Turizm Bakanlığı, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü tarafından Bodrum'un Ortakent ilçesinde sürdürülen kazı çalışmalarında "Myken Dönemi"ne ait mezarlar bulunduğunu belirterek, bulunan eserlerin ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunun tespit edildiğini kaydetti.Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Bodrum'da önceki yıllarda Prof. Dr. Yusuf Boysal Başkanlığında gerçekleştirilen kazıların devamı niteliğindeki çalışmalarda ortaya çıkartılan eserlerin bilim dünyası açısından büyük önem taşıdığı ifade edildi. Bakanlık, eserlerin ortalama 3 bin 500 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu tespit ettiklerini belirterek,eserlerin üzerinde yapılan incelemelerin mezarların en erken "Myken III A" dönemine ait olduğunu gösterdiğini açıkladı.-"MYKEN DÖNEMİ MEZARLARI SANAT ANLAYIŞININ BİR GÖSTERGESİ OLARAK GÜNÜMÜZE IŞIK TUTACAK"-Eserlerin Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha Helenleri ile Luwi kökenli Anadolu halkları arasındaki kültür ve sanat ilişkilerinin yeniden irdelenmesi açısından önem taşıdığı dile getirilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:"Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Başkanlığı'nda sürdürülen ve Prof. Dr. Fahri Işık ile Prof. Dr. Adnan Diler'in bilimsel danışmanlığını yaptığı kazı çalışmalarında ortaya çıkan iki mezardan birincisi 300x300 cm boyutlarında kare planlı bir mezar olup, ikinci mezar yapısı ise 1293 parselin kuzey sınırında açılan açmada ak toprak içine oyulmuş yuvarlak planlı bir mezar özelliği taşıyor. Eserler Geç Tunç Çağı Batı Anadolu'sunda Akha Helenleri ile Luwi kökenli Anadolu halkları arasındaki kültür ve sanat ilişkilerinin yeniden irdelenmesi açısından önem taşıyor. Bodrum'un Ortakent ilçesinde halen devam eden kazılarda gün ışığına çıkartılan ve Anadolu halklarının birbirleriyle olan kültür ve sanat ilişkilerini gösteren 'Myken Dönemi' mezarları, o döneme ait halk kültürü ve sanat anlayışının bir göstergesi olarak günümüze ışık tutacak. Kültürel zenginliğimizi artıracak olan buluntular nice uygarlıklara ve halk kültürlerine ulaşmada günümüz dünyasına yol gösterecek."(ANKA)
↧
‘Mukaddes Miras’ sergisi bugün açılıyor
Emevilerden Abbasi dönemine, Çin'den Moğolistan'a, Kuzey Afrika'dan Balkanlar'a İslam coğrafyasında yazılmış mushafların yer aldığı 'Mukaddes Miras' sergisi bugün Sultanahmet Medresesi'nde saat 14.30'da açılıyor.Sergide, Hafız Osman, Mehmet Emin Üsküdari, Mahmud Sivasi, Hafız Yusuf ve Derviş Mehmed gibi İslam sanatında önemli yere sahip olan hattatların yazdığı 99 adet el yazması Kur'an-ı Kerim yer alıyor. Sanat danışmanlığını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Rıza Özcan'ın yaptığı sergi, işadamı Bilal Sütçü ve İslam Kültür Sanat Platformu Başkanı Hüdai Yılmaz'ın koleksiyonundan yararlanılarak hazırlandı. Mukaddes Miras sergisi 2 Eylül'e kadar açık.
↧
↧
Miyasoğlu, bir ‘güzel ölüm’le göçtü
Yazar, şair ve fikir adamı Mustafa Miyasoğlu dün öğle saatlerinde hayata veda etti. Miyasoğlu, beyin tümörü teşhisiyle yattığı Bağcılar Medipol Hastanesi’nde bir süredir yoğun bakım ünitesinde bulunuyordu.Mustafa Miyasoğlu’nun cenazesi bugün Fatih Camii’nden cuma namazı sonrası kaldırılacak. Miyasoğlu’nun vefatı, edebiyat dünyasından dostlarına, öğrencilerine ve okurlarına yoğun üzüntü yaşattı. İnternet üzerinden “Güzel Ölüm” kitabını hatırlatan okurları haklıydı... Miyasoğlu, Ramazan’ın son on gününü yaşadığımız mübarek bir zaman diliminde, güzel bir ölümle Hakk’a yürüyüp gitti, “Zamansız Bahçeler”e... Mustafa Miyasoğlu, ülkemizde ‘kültür adamı’ sıfatını hak eden ender insanlardan biriydi. Uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi’nde hocalık yaptı. Çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Genç yazar ve şairleri sürekli teşvik ederek onların daha çok yazmasını, üretmesini isterdi. Çalışkan ve üretken bir edebiyat ve düşünce adamıydı. Şiir, roman, hikâye, biyografi, deneme, inceleme ve tiyatro gibi edebiyatın pek çok türünde eserler verdi. Sayısız sempozyumda bildiriler sundu, seminerler verdi, anma toplantıları düzenledi. Aynı zamanda gazetelerde günlük yazılar kaleme aldı. Son dönemde Yeni Akit’te ve Milli Gazete’de yazdı. Bir yandan güncel meselelere dair fikirler ortaya koyarken bir yandan da has edebiyatı İslam kültür ve medeniyetine ait metinleri görünür kılmaya çalışıyordu. Mustafa Miyasoğlu, derdi olan ve birşeyleri yetiştirmeye, kotarmaya, kurtarmaya çalışan bir münevver olarak yaşadı. Hemen bütün eserlerinde dini ve milli kültürümüzü çıkış noktası alarak onun yeniden çiçek açması doğrultusunda eserler veren Miyasoğlu, kendisini İslam kültür ve medeniyetinin bir işçisi olarak görüyordu.HER ZAMAN NECİP FAZIL’IN İZİNDE...Edebiyata tutku derecesinde bağlı yaşadı Miyasoğlu. Onun çalışkan ve üretken tavrı, etrafındakileri de etkiledi. Teşvik ve yönlendirmeleriyle edebiyatımız pek çok eser kazandı. Son yıllarda Ömer Seyfettin üzerine kafa yormuş ve onun öykülerini İngilizce ve Arapça’ya çevirterek yayımlatmıştı. Oğullarıyla birlikte kurduğu “Konak Yayınevi” Ömer Seyfettin külliyatını yeniden yayımladı. Edebiyatımıza bir bütün olarak bakan ve özellikle Türk İslam medeniyeti üzerine kafa yoran Miyasoğlu için Necip Fazıl’ın farklı bir anlamı vardı. Onun ilgi ve mesaisinin en çok yoğunlaştığı isim elbette Necip Fazıl’dı. Üstadın fikrinin ve şiirinin geniş kitleler ve genç nesiller tarafından tanınması için herplatformda ve her vesile ile çalışmalar yaptı. Bir Necip Fazıl kitabı hazırladı ve Üstad’ın şiiri üzerine çok sayıda yazı ve inceleme kaleme aldı. Necip Fazıl düşüncesinin ve şiirinin yaygınlaşmasında, Miyasoğlu’nun azımsanmayacak katkıları oldu. Miyasoğlu’nun özellikle ilgilendiği isimlerden biri de edebiyatımızın Hace-i Evvel’i Ahmet Midhat Efendi’ydi. Yazarın ölümünün 100. yılı dolayısıyla Kültür Bakanlığı’ndan bir prestij kitap yayımlanması için çok çaba sarf etti ve bunu başardı. Ardından, Beykoz Belediyesi için de bir Ahmet Midhat Kitabı hazırladı. Miyasoğlu’nun çabası, elbette sadece Necip Fazıl, Ömer Seyfettin ve Ahmet Midhat ile sınırlı değildi. Ziya Osman Saba ve Asaf Halet Çelebi de onun ilgilendiği, üzerine çalışmalar yaptığı isimlerdi. 67 yaşında aramızdan ayrılan Mustafa Miyasoğlu, 1946 yılında Kayseri’de doğdu. Kayseri Lisesi’ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Bir süre liselerde öğretmenlik yaptıktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Buradaki 12 yıllık hocalığın ardından 1988-92 yılları arasında Pakistan’ın İslamabad şehrindeki yabancı diller enstitüsünde yardımcı profesör unvanıyla görev yaptı. Türkiye’de birçok üniversitede ve Kahire Üniversitesi’nde eserleri üzerine tezler hazırlandı. Miyasoğlu, edebiyata şiirle başladı. İlk şiiri 1966 yılnda Kayseri’de yayımlanan Filiz dergisinde çıktı. Daha sonra şiir ve yazıları Hisar, Türk Edebiyatı, Edebiyat, Mavera, Millî Gençlik, Yeni Sanat, Sedir dergilerinde yayınladı. Miyasoğlu’nun çaba harcadığı alanlardan biri de edebiyat yıllığı hazırlamaktı. 1982 yılında Suffe Yayınları’nı kurarak Suffe Kültür Yıllığı’nı yayınlamaya başladı. Miyasoğlu, pek çok dergi ve gazetede kültür ve sanat yazıları yayınladı, şiir ve romanlarıyla armağanlar kazandı. Türkiye Millî Kültür Vakfı özel armağanını kazanan Hicret Destanı adlı şiiri Dr. Muhammed Harb tarafından Arapça’ya çevrildi. Bazı eserlerinin İngilizce, Arapça ve Urduca çevirileri de yurtdışında yayınlandı.EDEBİYATIN HER TÜRÜNE ESER VERDİŞiirler: Rüya Çağrısı, Devran, Hicret Destanı, Şiirler (Toplu şiirleri, 1983), Bir Gülü Andıkça. Hikâyeler: Geçmiş Zaman Aynası. Romanlar: Kaybolmuş Günler, Dönemeç, Güzel Ölüm, Bir Aşk Serüveni, Devrim Otomobili, Yollar ve İzler. Biyografiler: Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba, Haldun Taner. Antoloji: Çağdaş İslâmî Şiirler Antolojisi. Denemeler: Edebiyat Geleneği, Gönül Medeniyeti, Devlet ve Zihniyet, Muhacir, Roman Düşüncesi ve Türk Romanı, Zamansız Bahçeler.
↧
‘Arenamega’ değil Türkçe isim olsun’
İstanbul Küçükçekmece’de yarın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılacak gösteri merkezine “Arenamega” adının verilmesi tepkilere yol açtı. Bilimadamı ve sanatçılar, 35 bin izleyici kapasitesine sahip, Türkiye’nin en büyük kültür ve sanat mekânına Türkçe bir isim verilmesi gerektiğini söylüyor.Küçükçekmece Belediyesi’nin İstanbul Halkalı’da inşa ettiği ve “Arenamega” adını verdiği Türkiye’nin en büyük gösteri merkezinin açılışı, yarın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılacak. Sanat, siyaset ve iş dünyasından çok sayıda davetlinin katılımıyla açılacak kültür merkezinin adı tartışma konusu oldu. Başta Türk Dil Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Ş. Haluk Akalın olmak üzere yazar ve sanatçılar “Arenamega” ismine tepki göstererek, gösteri merkezine mutlaka Türkçe bir isim verilmesi gerektiğini ifade etti. 70 milyon liraya mal olan ve 704 metrekarelik sahnesi ile Avrupa’nın en büyük gösteri mekânı olan kültür sanat merkezine Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimler teklif edildi. Gösteri merkezine “Arenamega” isminin verilmesini yadırgadığını belirten Türk Dil Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, “Kültür değerlerimizi yansıtacak, bulunduğu yerin özelliklerini öne çıkaracak ad verilmesi daha uygundur.” dedi. Başbakan Erdoğan’ın yabancı isimlere yönelik hassasiyet gösterdiğini hatırlatan Akalın, “Böylesine büyük bir merkeze yalan yanlış adlar verilmesi doğru değildir. Yapıyla birlikte kültür değerlerimizi yansıtacak, bulunduğu yerin özelliklerini öne çıkaracak ad verilmesi daha uygundur. “Arenamega” denildiğinde bunun Türkiye’de, Küçükçekmece’de bulunan bir tesisin yeri olduğu anlaşılmıyor. Daha geçenlerde “Central Park” adını eleştiren ve “Şehir Parkı” denilmesi gerektiğini belirten Başbakanımız Sayın Erdoğan’ın bu konuda da duyarlı davranacağına inanıyorum.” dedi. İnsanların kimlik açısından, kültürel açıdan ortak yaşam alanları ile bir bağlantı kurmak isteyeceklerini belirten sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı, “Böyle mekânlara verilen isimler çok önemli. Seçilecek isim Türkiye’nin tarihi ve kültürünü referans alabilir fakat en iyisi kamuoyunun fikrine sunmak, İstanbul’da yaşayanların fikrini almak olacaktır.” dedi.‘KIYAMET GİBİ BİR İSİM’Yazar Ahmet Turan Alkan da “Arenamega” ismine “Çok şaşırdım, böyle bir isim tercih edilmesine. Kıyamet gibi bir isim.” sözleriyle tepki gösterdi. Tiyatrocu ve çevirmen Gencay Gürün ise, “Türkiye’de isimlerin Türkçe olması çok daha iyi... Herkes o lafları söyleyemez bile, herkes dil bilmiyor, bilmek zorunda da değil. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz. Anlamlı olmasından önce bu isimler Türkçe olmalı.” dedi. İkitelli Cemevi dedesi Ali Güler ise kültür ve sanat merkezi olacak bir mekâna Yunus Emre, Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Veli gibi Türkiye’ye gönül veren insanların isimlerinin verilmesinin daha uygun olacağını söyledi.Aziz Yeniay: DeğiştirebilirizKüçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, ‘Arenamega’ ismine yapılan eleştirilere cevap verdi: “Böylesine büyük bir alana yapılan gösteri merkezini tanımlarken ‘Arena’ sıfatı ile tanımlanmasının doğru olacağı düşünüldü. ‘Mega’ olmasının sebebi daha büyüğünün olmaması. Türkçe bir isim olması konusunda gayret sarf ettik ama bu manada böyle bir alanı tanımlayabilecek Türkçe bir isim karşımıza çıkmadı. Şu an Arenamega ismi ile açıyoruz ama burayı tanımlayacak Türkçe daha güzel bir isim karşımıza çıkarsa değiştirebiliriz. Bu konuda gelen tekliflere açığız. Bu isimler dokunulamaz şeyler değil, gelen önerilere göre değiştirebiliriz.”Avrupa’nın en büyük sahnesiKüçükçekmece Halkalı’da 30 dönümlük arazi üzerinde kurulan gösteri merkezi, kapasitesi ve teknik altyapısıyla uluslararası standartlara sahip bir mekân. Ulusal ve uluslararası nitelikli konser, salon sporları, eğitim ve seminerlere elverişli, çok amaçlı mekânın toplam izleyici kapasitesi 35 bin. Gösteri merkezinin mimari tarzıyla dünya tarihinin önemli miraslarından biri olan “Efes Celsus Kütüphanesi”nin modern bir yorumu olduğunu söyleyen Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay, “Uzay çatı sistemiyle oluşturulan kapalı alandaki izleyici kapasitesi 8 bin. Merkezde, 600 araç kapasiteli, 3 katlı kapalı otopark bulunuyor. Arenamega, 704 metrekarelik dev sahnesi ile Avrupa’nın en büyük sahnesi olma özelliğine sahip.” dedi.
↧
Haftanın filmleri
Bu hafta biri yerli, 4 film vizyona girdi.Kayıp zamanın izindeÖnümüzdeki yıl Jurassic Park 4 için yönetmen koltuğuna oturacak Colin Trevorrow'un ilk uzun metraj filmi ‘Zaman Yolcuları', bu haftanın en önemli seyirliği. Jeff, Darius ve Kenneth, hastalıktan önce sağlığın, ihtiyarlıktan önce gençliğin kıymetini bilemeyen diğer insanlar gibidir. Bu üçlü, kaybettikleri zamanın izini, ‘zaman yolculuğu' ile sürmeye çalışır. Jeff, gazetede gördüğü “Zaman yolculuğu yapacak eş aranıyor” başlıklı ilânın sahibi Kenneth'in peşine düşer. Kenneth, zaman yolculuğunun sırrını çözdüğünü iddia eden bir paranoyaktır. Üçlüden Darius, Kenneth'ın haberini yapmak için, zaman yolculuğunda eşlik etmek istediğini söyler, onu ikna eder ve olaylar gelişir.ZAMAN YOLCULARI / SAFETY NOT GUARANTEED YÖNETMEN: COLIN TREVORROW OYUNCULAR: AUBREY PLAZA, MARK DUPLASS, LAUREN CARLOSDenize düşen birbirine sarılır İzlanda'nın genç yeteneklerinden Baltasar Kormakur, Hollywood'a postu serdiğinden bu yana özgünlüğünü korumakta zorlanıyor. 2000 yılında çektiği ‘101 Reykjavik' filmiyle festival çevrelerinde heyecan uyandıran Kormakur, ‘okyanus ötesindeki' işlerinde aynı performansı sergilemekten uzak. Geçtiğimiz yıl Mark Wahlberg'li ‘Son Vurgun' filmini yöneten Kormakur, bu kez onun yanına Oscar'lı Denzel Washington'ı alıyor. ‘Zorlu İkili', rakip birimlerde görev yapan iki ajanın aynı görevde yaşadığı zıtlıklar karmaşasının filmi. Zıt karakterde iki ajan, gizli görevi başarır fakat bu kez de sistem tarafından gözden çıkarılırlar. Oyunculuk ve yönetmenlik açısından sıkıntı çekmeyen film için, son dönem ajan/polisiye filmlerindeki baskın klişelerin başarılı bir karışımı denilebilir.ZORLU İKİLİ / 2 GUNS YÖNETMEN: BALTASAR KORMAKUR OYUNCULAR: MARK WAHLBERG, DENZEL WASHINGTON, PAULA PATTON‘İhtiyar heyeti' işbaşında Üç yıl önce sürpriz bir ilgiyle karşılaşan filmin devamının gelmesi kaçınılmazdı. Eğer RED'in bu adımı da tutarsa Sylvester Stallone'nin ‘Cehennem Melekleri' serisine kadar yolu var! RED 2'nin öyküsü ve esprisi de aynen ilki gibi. CIA'den emekli edilmiş ‘tehlikeli' ajanlar, bir bakıma ‘ihtiyar delikanlılar', bir şekilde belaya bulaşır; daha olmadı, durumdan vazife çıkarıp birbirlerini ve dahi dünyayı kollarlar. İşin özü bu şekilde; geri kalanı 80'lerden kalma ‘karizmatik' replikler (artık komiklik olsun diye kullanılıyor), gürültülü aksiyon sahneleri, patlamalı çatlamalı kovalamacalar… Bir de, meraklısı için bir parça oyunculuk var.RED 2 YÖNETMEN: DEAN PARISOT OYUNCULAR: BRUCE WILLIS, JOHN MALKOVICH, HELEN MIRREN, CATHERINE ZETA JONES Dabbetü'l-cin!Sinemanın korku türüne yerel ve İslâmî unsurları katmadaki başarısıyla hatırı sayılır bir seyirci kitlesi edinen yönetmen Hasan Karacadağ, mutad olduğu üzere yeni filmiyle karşımızda. Türk sineması için ‘ölü sezon' olarak nitelendirilen yaz aylarında, iki yıldır meydan okurcasına filmlerini vizyona sokan Karacadağ, son filminde cinlerin musallat olduğu insanların hikâyesini anlatıyor. Psikiyatrist Ebru Karaduman ve Cinci Faruk Akat olarak bilinen cin çıkarma uzmanının aynı anda ilgilendikleri cin çarpılma vakasının merkezinde Kübra Duran adlı bir genç kız vardır…DABBE: CİN ÇARPMASI YÖNETMEN: HASAN KARACADAĞ OYUNCULAR: IRMAK ÖRNEK, A. MURAT ÖZGEN
↧
Doruk Onatkut, son yolculuğuna uğurlandı
Geçtiğimiz çarşamba sabahı hayatını kaybeden 70'li yılların ünlü müzisyen, besteci ve aranjörü Doruk Onatkut, son yolculuğuna uğurlandı.1970'li yılların ünlü müzisyen, besteci ve aranjörü olan Doruk Onatkut'un uzun süredeir böbrek yetmezliği rahatsızlığı bulunuyordu. Geçtiğimiz haftasonu Muğla'da kalp ameliyatı olan Onatkut, Çarşamba sabahı hayatını kaybetti. Onatkut için Üsküdar Şakirin Cami'nde cenaze merasimi düzenlendi. Cenazeye Onatkut eşi Nilgün Onatkut, oğlu Uğur Onatkut, kızı Mine Onatkut'un yanısıra Ömür Göksel, Beş Yıl Önce On Yıl Sonra grubu üyeleri, müzisyen arkadaşları, sevenleri ve yakınları katıldı. Onatkut'un kendisi gibi müzisyen olan eşi Nilgün Onatkut ve oğlu Uğur Onatkut taziyeleri kabul etti. Eski sanatçı dostları da tabutun başından ayrılmadı. Cenaze töreni öncesinde konuşan Onatkut'un eşi Nilgün Onatkut, eşinin 11 yıldır diyalize girdiğini ifade ederek "Son 3 aydan beride kalp yetmezliği ile uğraşıyordu. Son olarak kalp ameliyatı oldu. Ancak 4 gün dayanabildi. O benim 45 senelik eşimdi ve Türkiye'nin yetiştirmiş olduğu değerli bir müzik adamıydı. Türkiye'de yapılan her türlü müzikle ilgili ilklere hep o imza atmıştır. Benim için, çocuklarım için, sevenleri için onu kaybetmek çok zor. Nur içinde yatsın" dedi.Yeni dönem sanatçıların cenazeye gelmemesini vefasızlık olarak görmediğini söyleyen Onatkut "Herkesin kendine göre işleri var. O, öyle şeylere hiç önem veren biri değildi. Biliyordu ki onu sevenler, hep kalplerinde seviyorlardı. Her zaman müziğin içindeydi. Hiçbir dakikası müziksiz geçmiyordu. Hatta 20 gün evvel de kendi aramızda, eski arkadaşlarımızla Marmaris'de çalıştık. O hiçbir zaman müziği bırakmadı" şeklinde konuştu.Cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Doruk Onatkut Karacaahmet Mezarlığı'nda defnedildi.(İHA)
↧
↧
İtalyan piyanist, taş ocağında konser verdi
İtalyan Piyanist Aldo Ragone, Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı Gümüşlük beldesinde düzenlenen Let's Bodrum 10. Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali kapsamında Koyunbaba Antik Taş Ocağı'nda konser verdi.2 bin 500 yıllık tarihi mekanda gerçekleşen piyano resitalini çok sayıda klasik müziksever izledi. 2 saat süren konserde Ragone, J.S. Bach, Simone Molinaro, Richard Wagner, Alexander Scriabin ve Fazıl Say gibi bestecilerin eserlerinden oluşan repertuvarla izleyicilerin karşısına çıktı. Türkiye'de dördüncü, Gümüşlük'te ilk konserini veren Ragone, İstanbul'da Pera Festivali çerçevesinde Cadde Bostan Kültür Merkezi'nde sahneye çıktığını belirtti. Ragone, "Türk seyircisi çok sıcak, onlara bayılıyorum. Bunları kalbimden söylüyorum. Burada olmaktan ve festivalinizin bir parçası olmaktan şeref duyuyorum, çok memnunum." dedi.(CİHAN)
↧
11. Uluslararası Bodrum Bale Festivali başlıyor
Muğla'nın Bodrum ilçesinde düzenlenecek olan 11. Uluslararası Bale Festivali, Bodrum Kalesi Kuzey Hendeği'nde 7-21 Ağustos 2013 arasında yapılacak.Bodrum Belediyesi ile Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün katkılarıyla 11 yıldır düzenlenen festivalin bu yılki açılış temsili, "Hürrem Sultan" balesiyle olacak. Festival programının ikinci eseri, Samsun Devlet Opera ve Balesi'nin Dünya Dans Günü'nde bir prömiyerle sahnelere taşıdığı Bach Alla Turca, 10 ve 11 Ağustos tarihlerinde iki temsille seyirci karşısında olacak. Anjelika Akbar ve Mehmet Akatay'ın canlı performansları eşliğindeki temsilde, özel bir sürpriz olarak eski balerin Çağla Şikel de seyirci karşısına çıkacak.14 Ağustos gecesi festival seyircisini Anadolu'nun arkaik dönemlerine götürecek iki perdelik "Amazonlar" eserinin koreografisi Nugzar Magalashvili'ye ait. 17 Ağustos gecesi, festivalin ilk yabancı misafir topluluğu Güney Kore'den Universal Ballet sahnede olacak. Festivalin son temsilinde ise dünyaca ünlü ve köklü bale topluluğu Sibirya Devlet Balesi, 20 ve 21 Ağustos tarihlerinde "Spartacus" adlı eserile seyirci karşısına çıkacak.(CİHAN)
↧
Bu sergi ancak büyüteçle gezilebiliyor
Sakarya'da açılan Mikro Minyatür Sergisi büyüteç yardımı ile geziliyor.Sanatçı Hasan Kale tarafından Sakarya Büyükşehir Belediyesi Ofis Sanat Merkezi'nde açılan sergi, ilgi görüyor. Fındık kabuğu, gül dikeni, kalem ucu, kelebek kanadı, makarna, pirinç tanesi, armut çekirdeği gibi nesnelerden yapılan İstanbul ve padişah minyatürleri ilgiyle inceleniyor. Eserlerini Sakaryalılarla buluşturmaktan duyduğu memnuniyeti dile getiren Kale, "Umarım; ufacık bir pirinç tanesinin bile ne kadar önemli olduğunun farkına varır, bu nesnelerin değerlerine farklı gözlerle bakmış olursunuz. Açtığım yeni pencereden, yeni konuşturma dilinden hepiniz içeriye girmiş bulundunuz." diye konuştu.Sakarya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Fatih Turan, "Açılışını yeni gerçekleştirdiğimiz sanat merkezimizde, böyle bir serginin de yer almış olmasını gerçekten çok önemli." dedi. Turan ve beraberindekiler sergide yer alan eserleri büyüteçle inceledi.Mikro Minyatür Sergisi, 15 Ağustos Perşembe gününe kadar gezilebilecek.(CİHAN)
↧
Türkan Şoray, Altın Portakal’ın jüri başkanı oldu
50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin ulusal jürisine Türk sinemasının 'Sultan'ı, usta oyuncu Türkan Şoray başkanlık edecek.Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve AKSAV Şeref Kurulu Üyesi Mustafa Akaydın, Altın Portakal'ın Türkan Şoray'la 50 yıl öncesine dayanan bir gönül bağı olduğunu söyledi. Akaydın, 50. Festivalin jüri başkanlığını Türk sinemasının sultanının yapacak olmasından büyük onur ve mutluluk duyduğunu bildirdi.49. Festivalin açılışını yapmak için uzun bir aradan sonra geçtiğimiz yıl Antalya'ya gelen Türkan Şoray'ın yer aldığı festival korteji, 250 bin kişinin üzerinde katılımla festival tarihinin en görkemli korteji olmuştu.1964 yılında gerçekleştirilen Altın Portakal'ın ilk festivalinde Metin Erksan'ın yönettiği 'Acı Hayat' filmiyle 'en iyi kadın oyuncu' seçilen Türkan Şoray'ın 'kadın oyuncu' dalında 4 Altın Portakalı bulunuyor.(CİHAN)
↧
↧
50. Altın Portakal’ın jüri başkanı Türkan Şoray
50. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal jürisine usta oyuncu Türkan Şoray başkanlık edecek.1964 yılında gerçekleştirilen Altın Portakal’ın ilk festivalinde Metin Erksan’ın yönettiği ‘Acı Hayat’ filmiyle ‘en iyi kadın oyuncu’ seçilen Şoray’ın ‘kadın oyuncu’ dalında 4 Altın Portakal’ı bulunuyor. 49. festivalin açılışını yapmak için uzun bir aradan sonra geçen yıl Antalya’ya gelen Türkan Şoray’ın yer aldığı festival korteji, 250 bin kişinin üzerinde katılımla festival tarihinin en görkemli korteji olmuştu. KÜLTÜR-SANAT
↧
Yazar, sanatçı ve aydınlardan The Times'a karşı bildiri
İngiliz The Times gazetesinin 24 Temmuz tarihli sayısında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a hitaben yayınlanan ve altında ABD'li aktör Sean Penn, aktrist Susan Sarandon, piyanist Fazıl Say'ın da bulunduğu 30 ismin imzası bulunan mektuba, Türk yazar ve sanatçılar bir karşı bildiri ile cevap verdi.Bir grup yazar, akademisyen ve gazeteci dün, "The Times'ın Kültürel ve sanatsal hegemonyaya itiraz: Bizde adam çok bulunur" başlığıyla bir mektup yayınladı. Aralarında Hasan Akay, M. Fatih Andı, Alaattin Karaca, Hüseyin Atlansoy, Mehmet Aycı, Ali Ayçil, Ali Bulaç, Ayşe Böhürler, Hasan Çelebi, Berat Demirci, Sibel Eraslan, Celal Fedai, Erol Göka, Ali Göçer, İskender Pala, D. Mehmet Doğan, Ali Ural, Mümtaz'en Türköne, Ahmet Taşgetiren, Nihal Bengisu Karaca, İbrahim Tenekeci ve Hüseyin Su gibi yazar, şair ve akademisyenlerin de bulunduğu yaklaşık 150 isim, "Yeryüzünün fikir ve vicdan sahibi sakinleri" çağrısıyla başlayan mektupta şöyle dedi: "Hakikati söyleyebilmek ve taşıyabilmek, maddi ve manevi bütün çıkarların üzerindedir. Bu erdeme sahip olmak için insan olmanın sorumluluklarını kararlılıkla üstlenmek gerekir. İnsanlık tarihi, dünyanın her yanında çağlar boyunca oluşturulmuş, birini diğerine tercih etsek bile saygı duymak durumunda olduğumuz, her biri bizlere miras olan nice medeniyeti barındırıyor. Ne yazık ki kimi hegemonik güçler, ekonomik ve siyasi imtiyazlarını kullanarak kendilerini halklardan daha üstün görmek gibi emperyalist dönemlerden kalma bir alışkanlığı hala devam ettiriyor. Kendilerini bu toprakların birikiminin üstünde görerek insanlığın mirasını küçümsediklerini de ortaya koyan bu baskıcı gruplardan biri geçtiğimiz günlerde The Times gazetesinde, ülkemizin kimi sorunlarına yönelik görüşlerini dile getirmiştir. Bu görüşlerin, ülkesini ve milletini kendi grup ve çıkarlarının üstünde tutarak seven insanları nezdinde hiçbir kıymeti yoktur. Bu cüretkar teşebbüs, insanımızın yakından bildiği ve sadece ülkemize değil yeryüzüne de aşikar ettiği bir tuzaktır. Varlığını kavrayış derinliğine değil, vaat edilmiş kazanımlara borçlu ve ancak suni solunumla hayatta kalabilen bu tutumun insan hakları, sanat, düşünce ve medeniyet ikliminde yeri, karşılığı ve hükmü bulunmamaktadır. Dostlukla yürütülmesi gereken sanat ve düşünce yarışına hile de karıştıran bu muhteris aktörler şımarık ve nezaketsiz bir tavrın ürünüdürler. Türkiye'nin sanat ve düşüncedeki yaratıcı gücü, uluslararası vitrinlerde yer alan birkaç isim değil, kendi kültürünü ve çağdaş dünyayı özgürce yorumlayan sanatçı ve aydınlardır. Bu ülkenin halkıyla barışık olan sanat ve düşünce insanları, geçmişten bugüne bu toprakların her türlü sorununu çözmeyi bilmişlerdir. Türkiye kendi sorunlarını kendisi bilen, aşan, çözen güçlü ve uzun soluklu insanların ülkesidir: Çünkü kadını-erkeği, genci-yaşlısıyla bizde çok adam bulunur."BİLDİRİYE İMZA ATANLARIN TAM LİSTESİ "Bizde de çok adam bulunur!" başlıklı bildiriye şu isimler imza attı:Güven Adıgüzel, Mustafa Akar, Şeref Akbaba, Mehmet Akdağ, Prof. Dr. Hasan Akay, Hüseyin Akın, Cevat Akkanat, Özlem Albayrak, Yunus Emre Altuntaş, Prof. Dr. M. Fatih Andı, Bülent Ata, Hüseyin Atlansoy, Tayyib Atmaca, Ahmet Ay, Mehmet Aycı, Hasan Aycın, Ali Ayçil, Alparslan Babaoğlu, Mahmut Balcı, Emine Batar, Prof. Dr. Osman Bilen, Hacı Şaban Boztaş, Ayşe Böhürler, Ali Bulaç, Kamil Remzi Cin, Elif Çakır, Furkan Çalışkan, Şeyhü'l-hattatin Hasan Çelebi, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çelebi, Ersin Çelik, Hasibe Çerko, Duran Çetin, Prof. Dr. Mustafa Çiçekler, Mustafa Çiftçi, Ersoy Dede, Aslan Değirmenci, Berat Demirci, Senai Demirci, İhsan Deniz, Ahmet Doğan, D. Mehmet Doğan, Mustafa Baki Efe, Ali Emre, Sibel Eraslan, İbrahim Erdoğan, Mehmet Erikli, Ömer Erinç, Naime Erkovan, Metin Erol, Aykut Ertuğrul, Güzide Ertürk, Hayati Esen, Bilal Habeş Evran, Celal Fedai, Doç. Dr. Özlem Fedai, Erol Göka, Mehmet Ziya Gökalp, Ali Göçer, Abdullah Harmancı, Ali Işık, Leyla İpekçi, Halil İbrahim İzgi, Bünyamin K., İbrahim Kahveci, Sabahattin Kaplan, Yusuf Kaplan, Ayşe Kara, Metin Karabaşoğlu, Nihal Bengisu Karaca, Prof. Dr. Alaattin Karaca, Yasemin Karahüseyin, Hasan Karakaya, Cevdet Karal, Necdet Karasevda, Dilek Kartal, Akif Hasan Kaya, Hüseyin Kaya, Vural Kaya, Mehmet Emin Kazcı, Ahmet Kekeç, İsmail Kılıçarslan, Meryem Kılıç, Taha Kılınç, Turan Kışlakçı, Nurullah Koltaş, Halime Kökçe, Mustafa Köneçoğlu, Yahya Kurtkaya, Mehmet Kurtoğlu, Mehmet Raşit Küçükkürtül, Ömer Lekesiz, Muhammet Mağ, Necati Mert, Mustafa Muharrem, Osman Özbahçe, Yunus Emre Özsaray, Fevzi Öztürk, İskender Pala, Bülent Parlak, Cem Sancar, İsmail Sert, Ayşe Sevim, Ali Sözer, Hüseyin Su, Güray Süngü, Yaşar Süngü, H. Hümeyra Şahin, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Cemal Şakar, Yrd. Doç. Dr. Zeynep Kevser Şerefoğlu, Ahmet Taşgetiren, İbrahim Tenekeci, Ceyhun Emre Teoman, Osman Toprak, Necip Tosun, Nursel Tozkoparan, Adem Turan, Mümtaz'er Türköne, Ayşe Uçkan, Mustafa Uçurum, Mustafa Ulusoy, A. Ali Ural, Hayriye Ünal, Özcan Ünlü, Ünsal Ünlü, Ahmet Veske, Sergül Vural, Sümeyra Yaman, Işık Yanar, Sadık Yalsızuçanlar, Suavi Kemal Yazgıç, Kaan Murat Yanık, Sernur Yaslıkaya, Kamil Yeşil, Prof. Dr. Mehmet Oğuz Yenidünya, Handan Acar Yıldız, Mehtap Yılmaz, Gönül Yonar, Tuna Lütfü Yukay, Selahattin Yusuf.” İSTANBUL CİHAN
↧
Beyoğlu’nda geçiş dönemi
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık’ın Beyoğlu’ndaki binası yenilenme sürecine giriyor. 1964’ten bu yana hiç aralıksız kültür sanata hizmet veren binanın sakinleri mekânı 19 Ağustos’ta boşaltıyor.Geri dönüş 1,5 yıl sonra yani 2015 ortasında. Bu süreçte bina sadece yan duvarları kalacak şekilde yıkılıp yeniden yapılacak. Tadilat sonrasında İstiklal Caddesi’ni gayet iddialı bir bina bekliyor. Dış cephenin komple cam olacağı yapının neredeyse tüm katları kültür sanat etkinliklerinden nasibini alacak. Binada; müze, galeri ve kütüphanenin yanı sıra çok amaçlı ve oldukça kullanışlı büyük bir etkinlik salonu olacak. Öyle ki bina sakinleri sadece son katta barınabilecek. Geçtiğimiz yıllarda yan binayı Hollandalı bir gruba kaptıran Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, binanın yenilenmesine epey önem veriyor. Bankanın kurulduğu ilk yıllarda genel müdürlük yanı sıra teftiş ve hazine binası olarak hizmet veren yapı, 50 yıldır kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. ‘Kenan Özbel koleksiyonundan Türk köylü çorapları’ temalı ilk sergisini 1964’te ağırlayan bina, bu gayeyi hiç aralık vermeden sürdürdü. Bu, belki de ilk mola… Ama mola bile en sanatsal şekilde değerlendirilmeye çalışılıyor. Yenilenme sürecini bir fırsat olarak gören Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, bu geçişi 8 ay sürecek transition/geçiş isimli bir projeyle taçlandırmaya karar verdi. Binanın inşaatı sırasında devam edecek projede, yerli ve yabancı birçok sanatçının canlı performansları ve performans gösterimleri olacak. Bir sergi ve kitapla sona erecek projenin ilk etkinliği önceki akşam gerçekleşti. Sanatçı Ali Cherri, “O Zaman Bana Bir Beden Ver” isimli canlı performansını Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin inşaat halindeki üçüncü katında sergiledi. 23 Ağustos’a kadar Bjorn Melhus, Victor Alimpiev, Lida Abdul ve Harold Offeh’in hazırladığı performans gösterimleriyle devam edecek proje 15 Mart 2014’te sona erecek. Projede yer alacak diğer sanatçılar arasında; Ana Prvacki, Anahita Razmi, Anna Konik, Fatma Bucak, Guido van der Werve, Güneş Terkol, Jesper Just ve Maria Jose Arjona gibi isimler var. Sanatçı Fatma Bucak ve küratör Başak Şenova’nın bir yıllık işbirliği ve araştırması sonucu ortaya çıkan proje ve detaylı program için: www.transitionprojectistanbul.com
↧