Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

‘Nefesi kesilene kadar’ ödül peşinde

$
0
0
Emine Emel Balcı’nın ilk filmi Nefesim Kesilene Kadar, bu yıl Berlin Film Festivali’nde ‘En İyi İlk Film Ödülü’ için yarışacak 18 film arasına seçildi.Festivalde her yıl, ana yarışma, Panorama, Forum, Generation ve Perspektive Deutsches Kino bölümlerinde yer alan ilk filmler arasından, festival başkanı Dieter Kosslick ve bu bölümlerin ana programcıları tarafından aday gösterilen belirli sayıda ilk film, ayrı bir jüri tarafından değerlendiriliyor. 5-15 Şubat arasında düzenlenecek 65. Berlin Film Festivali’nin Forum bölümünde yer alan Nefesim Kesilene Kadar’ın festivaldeki galası 6 Şubat Cuma akşamı Arsenal sinemasında yapılacak. Bir tekstil atölyesinde ortacılık yapan Serap’ın hikâyesini konu alan filmde Esme Madra, Rıza Akın, Sema Keçik, Gizem Denizci, Ece Yüksel ve Uğur Uzunel yer alıyor.

Japon Filmleri 11. kez geliyor

$
0
0
Çağdaş Japon sinemasının seçkin örneklerini İstanbullu sinemaseverlerin ayağına getiren Japon Filmleri Festivali, önümüzdeki hafta başlayacak.Bu yıl 11. kez düzenlenecek İstanbul Japon Filmleri Festivali, Japonya İstanbul Başkonsolosluğu, Japan Foundation ve Akbank Sanat’ın işbirliği ile 4-14 Şubat arasında gerçekleştirilecek. Altı Japon filminin gösterileceği etkinliğin mekanı Akbank Sanat.Geçtiğimiz yıl Japon sinemasının genç ustalarından Hirokazu Koreeda’nın Benim Babam Benim Oğlum/Soshite Chichi Ni Naru filmiyle açılış yapan festival, bu yıl 4 Şubat akşamı saat 19.00’da Tomurcuklar Açarken / Sakurasaku filminin gösterimiyle başlayacak. Mitsutoshi Tanaka’nın yönettiği 2014 yapımı film, hızlı iş hayatı yüzünden bozulan aile ilişkilerini onarmak için ‘babaevlerine’ geziye çıkan bir Japon ailenin hikâyesini anlatıyor. Şu sıralar Japonya’nın Wakayama şehrinde 1890’daki Ertuğrul Firkateyni Faciası’nın sinema uyarlamasının çekimleriyle meşgul olan Mitsutoshi Tanaka’nın ‘başyapıtı’ sayılan Rikyu’nun Yolunda filmi de etkinlik programında yer alıyor.Festivalde gösterilecek diğer filmler arasında Hayao Miyazaki’nin Ruhların Kaçışı filmi de yer alıyor. Japon anime ustası Miyazaki’nin 2003’te En İyi Animasyon Oscar ödülünü kazanan filmi 7 Şubat saat 19.00’da Akbank Sanat’ta izleyiciyle buluşacak. Festival programındaki diğer filmler ise şöyle: Kaligrafinin Gücü (Yön.: Ryuichi Inomata), Kelime Bahçesi (Yön.: Makoto Shinkai), Miyori’nin Ormanı (Yön.: Nizo Yamamoto). Filmlerin orijinal dilinde ve Türkçe altyazılı olarak gösterileceği festivalde, ücretsiz olarak temin edilecek biletler Akbank Sanat gişesinden etkinlik saatinden bir saat öncesinden alınabilir.

‘Okuma uğraşı’nda geçen bir ömür

$
0
0
Van’da doğdum. Bir Anadolu çocukluğu, küçük, sapa, uykulu kasabalarda geçen: Karayazı (Erzurum), Demirköy (Kırklareli), Karapınar (Konya), Reyhanlı (Hatay), Saimbeyli (Adana). Beş kardeşiz.Ablam, ben, küçük kızkardeşim, sıtmadan kavruluyoruz uzun süre. Taşralı bir memur evinin geçim sıkıntıları, gündelik küçük sevinçleri, acıları. Babamızdan ne istesek “aybaşında” diyor. Annem çok genç yaşta hastalanıyor. Dokuz on yaşlarındayım o zaman. Bir daha hiç iyileşmiyor. Yatalak annemizin bakımı bizim çocuk omuzlarımızda. Uykularımız delik deşik onun inlemeleriyle. Yirmi yıl kötürüm yaşıyor ölümüne dek. Bu durum bütün kardeşlerimde görünür görünmez izler, eziklikler bırakıyor. Babamız hep düşünceli, acıya doygun, gene de gülümsüyor arada bir. Bugün de öyle.On iki yaşında, yük kamyonlarının üstünde komşu kentlere gidiyorum. Ortaokul, Antakya, Adana. Sonra Van’a dönüyorum tek başıma. Liseyi orda okuyorum.Yalnızlık, arayış, özlem içinde bir ilk gençlik. Resim yapmayı seviyorum o yıllarda. Babam emekli olunca bütün aile Van’a dönüyor. Kitaplar, dergiler. Okuyorum hep. Van Gölü’nün, gümüş kavakların, çepeçevre karlı dağların ötesindeki büyük, yabancı, değişik dünyaya kanatlanıyor düşlerim. Işıklı, büyük kentlere. İstanbul’u, ötesini düşünüyorum.Tahta bavullarımız elimizde, Kurtalan Ekspresi’ne biniyoruz bir gün, birkaç arkadaşımla. Ankara, İstanbul, üniversite. Büyük kent yalnızlığı. Uyumsuzluk. Sıkıntılı, bunalımlı, yoksul öğrencilik yılları. Türkçede, yabancı dilde okuyorum hep. Yazın, sanat, felsefe, dil tartışıyoruz boyuna, birkaç arkadaşla. Sıkıcı derslerden kapabildiklerimizi yaşama özümlemeye çalışıyoruz, kafamıza, yüreğimize. Kolay olmuyor bu. Küçük insanlardan, doğadan, sokaklardan daha çok şey öğreniyoruz sanki. Çocukluğumdan bu yana çevremde sık sık gözlediğim, olduğundan başka görünmek, kendine önemli süsü vermek, başkalarına tepeden buyurmak gibi huylar irkiltiyor beni. Okul günlerinde Tanrı’nın günü saç, şapka, kıravat, yaka denetlemesi diye öğrencileri sıraya dizen, elinde koca makasla, kız erkek demeden saçlarımızı koyun kırkar gibi kırkan altın dişli okul müdürü, nicemizin çocuk bilincinde yıllar yılı bir karabasan olarak sürüyor.Yıllar ilerledikçe, kendilerini hem dünyayı, hem insanları düzeltmekle görevli sanan bu tür sözde önemli kişilerin, toplumumuzda tepeden tırnağa birçok kurumda işbaşında bulunduklarına tanık oluyorum. İnsanlarda en çok içtensizlik, her yeni esinti doğrultusunda fırdöndü bir değişkenlik, omurgasızlık ürkütüyor beni.Bir yandan bu tür gözlemler sürerken, bildiğim, öğrendiğim, yaşadığı herşeyi, kafamın yüreğimin yettiğince, kendi çabamla ediniyorum. Bu koşullarda olabildiğince. Eşim Angela’nın katkısı büyük oluyor. Yıllardır, her yeni başlangıçta, her aşamada hep yüreklendiriyor beni, destek oluyor. Karınca kararınca, yazıyoruz, çiziyoruz, öğretiyoruz.Kızım Deniz, öğrencilerim, çocuklarımız, sevgi içinde, erdemi, hoşgörüyü, içtenliği, açıkyürekliliği, inançla yüceltsinler isterim. İnsana saygı, her türlü yapmacığı, çıkarcılığı, ikiyüzlü buyurganlığı kovsun.Gönlümde üstüne titreyerek büyüttüğüm umut budur. (Akşit Göktürk, 1988) İki aylık edebiyat dergisi Kitaplık, ocak-şubat sayısında kapağına, Şubat 1988’de vefat eden bilim adamı, çevirmen, eleştirmen ve eğitimci Akşit Göktürk’ü taşıdı. Dilek Doltaş, Ayşe Ece, Ayşegül Yüksel ve kızı Deniz Göktürk’ün yazıları, mektupları ve fotoğrafları eşliğinde hazırlanan dosyada, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Ocak 1989’da Göktürk’ü anlatan bir şiirine de yer veriliyor. Dilek Doltaş, “Akşit Göktürk’ün Türk Eleştiri Tarihindeki Yeri” başlıklı yazısına, Göktürk’ün Türk yazın eleştirisi alanına yaptığı katkıların bugün de önemini ve güncelliğini koruduğunu anlatarak başlıyor ve okur merkezli yayınlarının 21. yüzyılda bile neden referans metin olarak kullanılabileceğini açıklıyor. Yazarın 1979’da yayımladığı Okuma Uğraşı adlı kitabı, hâlâ okur merkezli eleştiri alanında Türkçe yazılmış özgün eserlerin başında kabul ediliyor. Ayşe Ece ise “Yeni Okumalar, Çeviriler ve Düşler” adlı yazısında yazarın son eseri “Çeviri: Dillerin Dili” üzerine bir inceleme metni kaleme alıyor. Dosyanın ilgiyle okunan asıl yazısı ise Akşit Göktürk’e ait. “Birkaç Çizgiyle Ben” başlığıyla ilk kez, Çağdaş Türk Dili dergisinin ikinci sayısında, ölümünden bir ay sonra Nisan 1988’de yayınlanan yazıda Göktürk, çocukluğundan bilim adamlığına uzanan süreci, çok kısa ama samimi ve etkileyici bir dille anlatıyor. Van’da başlayıp İstanbul’a uzanan bu ‘kısa’ yolculuğun hikâyesini biz de yanda yayınlıyoruz.

Altın Ayı jürisi tamamlandı

$
0
0
Bu yıl 65. kez düzenlenecek Berlin Film Festivali’nin jüri üyeleri açıklandı.ABD’li yönetmen Darren Aronofsky’nin başkanlık edeceği Altın Ayı jürisinde, Alman oyuncu Daniel Brühl, Güney Kore’nin yükselen yıldız yönetmeni Bong Joon-ho, Hannibal filmlerinin yapımcısı Martha De Laurentiis, Acı Süt filmiyle 2009’da Altın Ayı alan Perulu yönetmen Claudia Llosa, Fransız oyuncu Audrey Tautou ve Mad Men, Sopranos gibi ödüllü dizilerin yazarı Matthew Weiner yer alıyor. 5-15 Şubat arasında düzenlenecek 65. Berlin Film Festivali, İspanyol yönetmen Isabel Coixet’in Nobody Wants the Night filmiyle açılacak.

Altın Lale’nin jüri başkanı Zeki Demirkubuz

$
0
0
34. İstanbul Film Festivali’nin jüri başkanlığını Zeki Demirkubuz yapacak. Usta yönetmen, 4-19 Nisan arasında düzenlenecek festivalin Altın Lale Ulusal Yarışma jürisine başkanlık edecek.İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilecek festivalde Demirkubuz’un jüri başkanlığı sürpriz olarak değerlendirilebilir. Zira usta yönetmen iki yıl önce yaptığı “Bundan böyle Türkiye’deki festivallerde yarışmayacağım.” açıklaması ve jüri üyelerine yönelik sert eleştirileri ile hatırlanıyor. Demirkubuz, sosyal medya hesabından “Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok.” demişti.Sinemaya 1986’da Zeki Ökten’in asistanlığını yaparak başlayan Zeki Demirkubuz, ilk uzun filmi C Blok’u (1994) çekene kadar birçok yönetmene asistanlık yaptı. Venedik Film Festivali’nde gösterilen ikinci filmi Masumiyet (1997) ile uluslararası alanda da tanınan Demirkubuz’un üçüncü filmi Üçüncü Sayfa (1999), Locarno ve Rotterdam dahil olmak üzere birçok festivalde gösterildi. 2002’de Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde Yazgı (2001) ve İtiraf (2001) gösterildi. Başrolünü de üstlendiği Bekleme Odası’nın (2003) ardından Masumiyet’in başlangıç öyküsünü anlatan Kader’i (2006), sonrasında Kıskanmak (2009) ve Yeraltı (2012) filmlerini çekti. Demirkubuz, son filmi Yeraltı ile 31. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu ve Radikal Halk Ödülleri’ni almıştı. 34. İstanbul Film Festivali, 30 Ocak tarihine kadar Türkiye’den film başvurularını bekliyor. (film.iksv.org)

Sinema Yazarları ‘İki Gün ve Bir Gece’ dedi

$
0
0
Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), üyelerinin oylarıyla belirlenen, 2014’ün En İyi Yabancı Filmi, Jean-Pierre Dardenne ve Luc Dardenne’in yönettiği İki Gün ve Bir Gece/Deux Jours, Une Nuit oldu.Paolo Sorrentino’nun Muhteşem Güzellik filmi en çok oy alan ikinci, Coen Kardeşler’in Sen Şarkılarını Söyle filmi ise üçüncü oldu. İki Gün ve Bir Gece’nin ödülü, filmin Türkiye ithalatçısı Bir Film ve Mars Production’a, 23 Şubat’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak 47. SİYAD ödül töreninde sunulacak. SİYAD üyelerinin seçtiği, 20 filmlik 2014’ün En İyi Yabancı Film listesinin tamamına www.siyad.org adresinden ulaşılabilir.

Müziğinin kaynağı Hafız, Şems ve Mevlânâ

$
0
0
Bu akşam Türkiye’de ilk konserini verecek olan dünyaca ünlü İranlı sanatçı Mohsen Namjoo, sevildiği kadar tartışılan bir müzisyen. 2009’da ülkesinde yasaklandı, hakkında beş yıllık hapis kararı çıktı. Olay, sanatçının özür dilemesiyle tatlıya bağlanmış gibi gözükse de Namjoo, “Duygusal olarak İran’la ilgili birçok şeyi unuttum.” diyor.Türkiye’ye ilk kez gelen dünyaca ünlü İranlı sanatçı Mohsen Namjoo’nun bu akşam Ankara Congresium’da vereceği konserin biletleri tükenmek üzere. 30 Ocak Cuma akşamı İstanbul Kongre Merkezi’ndeki ikinci konserinin biletleri ise epeydir yok satıyor. Kasım ayının başında satışa çıkan biletler kısa sürede tükendi. Bütün bunlar, Türkiye’deki hayran grubunun onu sahnede canlı izleyebilmek için duyduğu heyecanı gösteriyor. Sosyal medyadaki konuşmalarına bakılırsa konserde Namjoo’ya eşlik edebilmek için öncesinde prova yapanlar bile var. Bugüne kadar 6 albüm yayınlayan sanatçının şarkılarını hayranlarının büyük bir kısmı ezbere biliyor, bu telaş yedinci albümü ‘Trust the Tangerine Peel”den (2014) bilmedikleri yeni parçalar için. Hazırlıklar bu kadarla bitmiyor; hep bir ağızdan Toranj, Shirin, Dele Zaram, Zolf Barbad, Sareban ve Nobahari’yi söylemek isteyenler, sahnede ilk hangi şarkısını seslendireceği konusunda iddiaya girenler, bilet bulmak için kulis yapanlar, şafak sayanlar...Mohsen Namjoo, sadece ülkemizde değil, Avrupa ve Amerika’da da müziği, tarzı, sesi ve besteleriyle sevilen bir sanatçı. Müziğini dinleyenler ona, ‘vicdan azabının sesi’, ‘hüznün babası’, ‘feryat-ü figan eden bir tını’, ‘adaletin sesi’, ‘efsunlu bir ses’ gibi yakıştırmalarda bulunuyor. Haksız sayılmazlar, hakikaten sesi insanın içini dağlıyor ve vicdanınızda bir ağıt gibi yankılanıyor. Türkiye’de 4-5 sene önce “Ey Sareban” şarkısıyla tanınan Namjoo’nun ülkemizdeki hayran kitlesi oldukça geniş, her kesime hitap ediyor. Sareban’ın klibi sosyal medyada en çok paylaşılan video klipler arasında birinci sırada geliyor. Kendisi her ne kadar reddetse de New York Times gazetesi onu “O İran’ın Bob Dylan’ıdır, müziği ise Acem-Blues’dur.” diye tanımladı. Namjoo, Bob Dylan benzetmesinden hoşlanmıyor, çünkü tarzlarının farklı olduğunu düşünüyor. Rock ve cazı geleneksel İran müziği ile harmanlayan Namjoo, bestelerinde Hafız, Şems, Mevlânâ, Sâdi, Câmi gibi sevdiği ulu şairlerin şiirlerini yorumluyor. Özellikle ilk albümü Toranj’da Mevlânâ ve Hafız’ın etkisi yoğun. İran’ın geleneksel enstrümanlarından setar da çalan Namjoo, şarkı sözlerini yazarken İran edebiyatından etkilendiğini her zaman belirtiyor.Namjoo sevildiği kadar çok da tartışılan sıra dışı bir müzisyen. Yaklaşık 6 yıldır İran’dan uzakta yaşıyor. 2009’da ülkesinde yasaklı olunca önce Viyana’ya Almanca öğrenmeye ve müzikoloji çalışmaya gitti. Sonra bu fikrinden vazgeçip ABD’de altı şehirde ve birkaç ay sonra Kanada’da solo konserler verdi. Bu konserler sırasında Kuzey Amerika’ya yerleşme kararı aldı ve California’daki Stanford Üniversitesi’nden araştırmacı olarak bir burs kazandı. 2012 yazında eşiyle birlikte New York’a taşındı. İki yıldır yaşadığı New York’u ve ABD’nin doğu sahilini artık evi olarak görüyor. “İran ile ilgili içimde taşıdığım ya da üzerinde çalıştığım tek şey İran müziği ya da daha genel olarak Ortadoğu müziğidir. Bundan bir rahatsızlık duymuyorum, yani müzikal olarak bir İranlı, yurttaş olarak İranlı olmayan... Dürüstçe söyleyebilirim ki duygusal olarak İran’la ilgili birçok şeyi unuttum.” diyor sanatçı.Peki neden? 1976’da Horasan’da dünyaya gelen, Tahran Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde tiyatro okuyan, yüksek lisansını müzik üzerine yapan ve 4 oktavlık sesini adeta bir müzik aleti gibi kullanabilen sanatçıya böyle hissettiren ne? Namjoo, 2007’den bugüne 7 albüm yayınladı. Toranj (2007), Geographical Determination (2008), Oy (2010), Useless Kisses (2011), Alaki (2011), 13/8 (2012) ve son albümü Trust the Tangerine Peel (2014). Üçüncü albümü Oy’daki Shams şarkısının sözlerinin büyük bir kısmı Kur’an-ı Kerim’deki Şems, Duha, Mümezzil, Nebe ve Fecr Sûresi’nden oluştuğu için ülkesinde yasaklı müzisyen ilan edildi. 2009’da hakkında 5 yıl hapis kararı çıktı. Olay, sanatçının özür dilemesiyle tatlıya bağlanmış gibi gözükse de Namjoo, müzik, edebiyat ve sanat dışında İran’la bağını koparmış görünüyor. 2011’de Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da vereceği konser, bu nedenle iptal edilmişti. Oysa Namjoo’nun Shams dışında dinlenilmeyi hak eden ne çok bestesi var.

Genç cazcılar aranıyor

$
0
0
İstanbul Caz Festivali kapsamında bu yıl 13. kez düzenlenecek Genç Caz konserleri için başvurular başladı.Türkiye’de amatör veya yarı profesyonel olarak müzikle ilgilenen genç müzisyen ve toplulukların festival programında yer alabilecekleri bir platform oluşturan Genç Caz, onları teşvik etmeyi ve profesyonel müzik dünyasına hazırlamayı amaçlıyor. Genç Caz’a katılmak isteyen müzisyenler ve topluluklar demo kayıtlarını, iksv.org/genccaz adresindeki başvuru formunu doldurduktan sonra, 24 Nisan Cuma günü 17.00’ye kadar festival ofisine (İKSV, Nejat Eczacıbaşı Binası Sadi Konuralp Caddesi No: 5 Şişhane) iletebilirler.

Çocuk senfoni orkestrası İzmir’de

$
0
0
Türkiye’nin ilk ve tek ulusal çocuk senfoni orkestrası olan Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası (DÇSO), kuruluşunun 10’uncu yılında İzmirli müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor.Şefliğini ve genel müzik direktörlüğünü Prof. Rengim Gökmen’in üstlendiği ve yaklaşık 90 öğrenciden oluşan orkestra, Cihat Aşkın’ın solistliğinde yarın Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde (Eski Karşıyaka Tiyatro ve Opera Sahnesi) ve 31 Ocak Cumartesi akşamı saat 19.30’da Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde sahne ye çıkacak. Çok sesli evrensel sanat müziğinin değerlerini genç nesillere yine çocuklar ve gençler aracılığıyla ulaştırmayı amaçlayan DÇSO’nun İzmir’de vereceği her iki konser de ücretsiz.

‘Şiir ve şehir’ konuşulacak

$
0
0
Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) her perşembe Timaş Kitapkahve’de düzenlediği “Bâbıâli Sohbetleri”nin bu haftaki konuğu şair Haydar Ergülen.Şiir başta olmak üzere deneme dalında da birçok esere imza atan ve şiir kitaplarıyla çok sayıda ödüle layık görülen Ergülen’in “Şiir ve Şehir” başlıklı konuşması saat 18.00’de başlayacak. (0212 511 23 23)

Sen de ‘çek bir kısa film’

$
0
0
Gonca dergisinin bu yıl ilk kez düzenlediği “Çek Bir Kısa Film” yarışmasına başvurular başladı.Jürisinde Yrd. Dr. Hasan Ahmet Gökçe (iletişim uzmanı), Mete Horozoğlu (sanatçı), Muaz Gülen (yönetmen/akademisyen), Nadir Sarıbacak (sanatçı), Nedim Hazar (sinema eleştirmeni), Sümeyra Özcan’ın (pedagog) yer aldığı yarışmanın teması “Teşekkür edecek çok şey var”. İki kategoride yapılacak olan yarışmanın, ilkokul kademesinde 1. ve 4. sınıflar, ortaokul kademesinde 5. ve 8. sınıflar yarışacak. Sonuçların 5 Haziran 2015’te açıklanacağı yarışmaya 8 Mayıs’a kadar başvurulabilir. (www.goncadergisi.com)

‘Ormanlardan hemen önceki gece’ ne olmuştu?

$
0
0
Fransız oyun yazarı Bernard-Marie Koltès’in birçok dile çevrilen ve dünyanın pek çok ülkesinde izleyiciyle buluşan tek kişilik oyunu “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”, Rıza Kocaoğlu’nun yorumuyla bu akşam saat 20.30’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahnelenecek.Bir adamın aşkını ve başkaldırısını anlatan oyunu sahne tasarımı ve yönetimi Melis Tezkan ve Okan Urun’a ait. Oyun, şubat ayı boyunca her cumartesi pazar aynı mekânda izlenebilir.

Mühür’den 2014 şiir seçkisi

$
0
0
On yılı geride bırakan şiir ve edebiyat edebiyat dergisi Mühür, bir geleneğe dönüşen “Şair Dağın Doruğunda” şiir seçkisini bu yıl derginin sayfalarına taşıdı.“99 Şair 100 Şiir” başlıklı kapağıyla çıkan ocak-şubat sayısındaki 2014’ün şiir birikimini, geçtiğimiz yıllarda (2006-2011) Kitap-lık dergisinin YKY Şiir Yıllığı’nı çıkaran Baki Ayhan T. değerlendirdi. “İçerik çerçevesinde 100 şiirin oluşturduğu çok renkli bir yelpazeden söz edilebilir. Söz sanatlarının en eskisi olan şiirde işlenecek temalar, daraltılarak ele alınan konular aslında sınırlıdır. Bu sınırlılığın olumsuz tarafı şiirde ilginç bir tema işleyebilmede şairlerin sıkıntı çekmeleridir. Olumlu tarafı ise klişeye düşmeyi engellemek için şairlere biçem, söyleyiş üzerinde düşünme, fırsatı vermesidir. İyi şiirde söyleyiş, içerikten önce gelir.” diyor Baki Ayhan T. ve ekliyor: “Bu bağlamda; en yaşlısından en gencine şairlerin 2014’te aşk, ayrılık, yalnızlık, yaşama sıkıntısı, varoluş kaygısı gibi temel konuları sıklıkla işlediği görülüyor.”Seçkide, şiirler bir gelenek olduğu üzere yaş sırasıyla yer alıyor. En yaşlısından en gencine yaş farkı ise 62! Baki Ayhan T., bu noktada, veri bağlamında giderek yükselen bir eğriye dikkat çekiyor. 1934 doğumlu Mehmet Sadık Kırımlı’nın şiiriyle açılıyor seçki. Refik Durbaş, Nurettin Durman, Ebubekir Eroğlu, Murathan Mungan, Haydar Ergülen, Enver Ercan, Orhan Alkaya, A. Ali Ural, V. B. Bayrıl, Küçük İskender, Hüseyin Akın, Cevdet Karal, Özcan Ünlü, Ali A.yçil, Gülce Başer, Ayşe Sevim, Gonca Özmen’in şiirleri ve seçkinin en küçüğü 1996 doğumlu, Bensu Bulut’un Buz isimli şiiri dikkat çekiyor. Yalnızca bir şairden iki şiir giriyor yıllığa. Tuğrul Tanyol’un Üç Nokta dergisinde yayımlanan Crescendo isimli şiiri ve Mustafa Fırat’ın ricasıyla, daha önce yayımlanmamış şiiri “Bağbozumu”.Geçtiğimiz yıllarda yayımlanan şiir yıllıklarının sayısı beşi altıyı buluyordu. YKY yıllık yayınlamaktan vazgeçmişti. Mühür, bağımsız kitaptan vazgeçip yıllığı dergiye taşıdı. Bakalım, diğer yıllık hazırlayıcılarından kaçı zamana dayanabildi ve 2014 şiirinin nabzını başka tutan seçki olabilecek mi? Yıllıkların giderek heyecan yitirmesi ve yok oluşa doğru gitmesi edebiyatımız ve şiir ortamı açısından bir kuraklaşmanın işareti değil mi? (www.muhurkitapligi.com)

İngiliz istihbaratının fişlediği yazarlar

$
0
0
İngilizlerin, Osmanlı'nın son dönemindeki devlet adamı ve askeri simalar ile Türkiye Cumhuriyeti'nin bir döneminde aralarında devlet adamı, siyasetçi, asker ve edebiyatçıların bulunduğu çok sayıda önemli isim hakkında topladığı bilgiler kitap olarak yayımlandı.İngiliz istihbaratının özellikle 1930'lu yıllarda ve 1947-1950 yıllarına ait fişlemeleri, yıllar sonra Prof. Dr. Bülent Özdemir ile Prof. Dr. Cihat Göktepe'nin ortaklaşa hazırladığı "Fişlenen Cumhuriyet" (Yitik Hazine Yayınları) adlı kitapta gün yüzüne çıkıyor. Kitaptaki fişleme bilgilerinde, söz konusu isimlerin kısa özgeçmişi, başarıları, başarısızlıkları, İngiltere hakkındaki düşünceleri, zaafları ve fişleyenlerin şahsi yorumları yer alıyor. Kitapta, İngiliz istihbarat belgelerinde yer alan Sultan Vahdeddin, Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Atatürk, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi devlet adamlarının yanı sıra aralarında Falih Rıfkı Atay, Hüseyin Cahit Yalçın, Halide Edip Adıvar, Memduh Şevket Esendal, Nazım Hikmet, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nadir Nadi, Sedat Simavi, Kazım Taşkent, Hasan Ali Yücel gibi edebiyatçı ve gazetecilerin de olduğu 173 kişinin bilgileri bulunuyor. Belgelerde Sultan Vahdettin için "Nadiren hırs gösterir. Anlaşılan o ki istediği yalnızca ülkesine hizmet etmek, hanedanını korumak ve ülkedeki farklı öğelerin tümünün adalet ve huzur içinde olduğunu görmekti." notu yazılı. Atatürk hakkında, "Etkileyici, akıcı bir hitabeti ve biraz da kişisel cazibesi var. Hayatına ait kayıtlar, liderlikten öte sert bir yönetici olduğunu, süper beyinleri kıskandığını ve muhalefete katlanamadığını gösterir." denirken, İnönü için "Kibar ve kızgınlığını hiç göstermez. Ama yenilgiden hoşnut olmaz." notu düşülmüş. Kitapta devlet ve siyaset adamları kadar İngiliz istihbarat görevlilerinin Türk edebiyatının önemli simaları hakkındaki ilginç notları dikkat çekiyor. Edebiyatçıların şahsi hayatları, özellikle eşleri hakkındaki merak ve mahrem bilgiler ise şaşırtıcı. İşte o fişlemelerdeki edebiyatçılardan bazıları ve haklarında yazılanlar: Nazım Hikmet: Troçkist eğilimleri var Türk Marksistlerin önde gelenlerinden. Bağımsız (Troçkist) eğilimleri olduğu söylenir. Elli yaşlarında. Gelenekçi ekolü temsil eden Yahya Kemal'den sonra en seçkin çağdaş Türk şairidir. General Fuat Cebesoy'un anne tarafından yeğenidir, dolayısıyla Alman ve Polonya kanına sahiptir. Türkiye'de hayranlık uyandıran ve komünist olmayan birçok kişinin de gizlice ellerinde dolaşan çok sayıda şiir ve bir iki roman yazmıştır. Falih Rıfkı Atay: Gayretli bir "Batılı" Falih Rıfkı Bey, aynı zamanda cumhurbaşkanının ahbaplarından en genç ve en asi olanı. Samimi, oldukça iyi Fransızca bilgisine sahip ve gayretli bir "Batılı". Kocaman, enerjik, güçlü ve aşırı içici. Maatteessüf aşırılıkları yapar ve yalanlarını her zaman söyler. Mükemmel bir briç oyuncusu. Otel vurgunculuğu ve diğer vurgunculuklarla azımsanmayacak bir servet toplayan Atay, aradaki iki yılını İstanbul'da anılarını yazarak geçirdi. Tüm Türk gazetecileri içinde muhtemelen bizim en sürekli ve vefalı destekçimiz olmuştur. Hüseyin Cahit Yalçın: Düşmanları tarafından korkulan biri Cahit Bey, fevkalade dokunaklı bir hiciv ustası ve düşmanları tarafından korkulan birisi. Birkaç şiir yazdı ve birçok bilimsel kitap kaleme aldı. Eski gücü kuşkusuz Cavit Bey'le birlikteliğinden kaynaklanmaktaydı ve hükümetin ona şartlar getirdiği görülüyor. Ercüment Ekrem Talu: Akıllı biri ama asla güvenilmez Ercüment Ekrem Bey, kısa boylu, uyumsuz, şişman bir adam. Gerçekten akıllı biri ama asla güvenilmez. Halide Edip Adıvar: Amerikalılara yakın duygular besler Her şeyden önce bir sanatçı. Yurtdışında daha çok bir romancı olarak iyi tanınır. Romanlarının bazıları İngilizceye çevrilmiştir. Ateşten Gömlek ve Sinekli Bakkal romanları, Türk inkılabının İncilleri gibidir. Türkiye'nin entelektüel dünyasında halen çok önemli bir kişiliktir. İşlek bir aklı vardır ama genellikle duyguları aklını çeler. İngilizlere ve onlardan daha da çok Amerikalılara yakın duygular besler. Üniversitede British Council'in bir üyesi ve destekçisidir. Pek çok British Council üyesi ve çalışanı mutat bir şekilde onun evinde toplanır. Ziyad Ebüzziya: Zeki biridir Savaşın büyük bir bölümünde açıkça Alman yanlısı bir çizgi izleyen Tasvir gazetesinin sahibiydi... Savurgan ve alkoliktir. Ekim 1949'da yayınına son vermeden önce meslektaşı Cihat Baban'a geçen Tasvir gazetesi üzerinde etkilidir. Bay Ebüzziya zeki biridir. Memduh Şevket Esendal: Sessiz ve arkadaş canlısıdır ama... Mehduh Şevket, eskiden beri koyu bir Asyalı olmasıyla ünlenmiştir, pratikte ise Batı Avrupa'nın cahilidir. Buna rağmen Tahran'da akıcı Fransızca konuşmayı öğrendi ve majestelerinin elçiliğine karşı arkadaşça tavırlar içindeydi... Sessiz ve arkadaş canlısıdır ancak muhtemelen eleştiriler artan biçimde yankılandığı zaman disiplinini sürdürmeyi gerektirecek kişilik gücüne sahip değildir. Ruşen Eşref Ünaydın: Biraz tembeldir Ruşen Eşref Bey çekici bir kişiliktir. Kültürlüdür ve dikkate şayan derecede iyi konuşur. Çok okuma yapmıştır ve oldukça bilgilidir. Ama yapısı itibarıyla belki biraz tembeldir. Son zamanlarda klasik Batı yazarlarını çevirmekle meşguldür. Bazen iki yüzlü olduğu suçlamalarına karşın harika bir arkadaştır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Duyarlı bir yapısı vardır Profesyonel bir gazeteci ve bir dizi romanın yazarı. 1927-34 arası vekil. Bay Karaosmanoğlu ufak ve pek gösterişli olmayan bir görüşüne sahiptir. Duyarlı bir yapısı vardır. Eşi hoştur ve İngilizce bilir. Sedat Simavi: Saldırgan bir milliyetçidir Şu an Türk gazeteleri içerisinde en yüksek tirajı olan Hürriyet'in sahibi ve editörüdür. Bize karşı tam anlamıyla yardımsever ve iyi niyetlidir. Ancak kendisine kralla bir röportaj sağlamakta başarısız olduğundan dolayı majestelerinin büyükelçisini henüz tam olarak affetmemiş. Değişken ve çok meraklı bir kişiliktir. Fransızlardan hoşlanmaz ve gazetesinden sert ve ses getirici politikaları savunur. Saldırgan bir milliyetçidir. Hasan Ali Yücel: Gülünç ve tuhaf Bektaşi fıkralarına bayılır Eğitim bakanı olarak başarılı oldu ve cumhurbaşkanının desteğini aldı... En büyük oğlu Cambridge Üniversitesi'ndeydi, sonra Londra Üniversitesi'ne geçti. 1950 genel seçimlerinde koltuğunu yitirdi... Gülünç ve tuhaf Bektaşi fıkralarına bayılır. Emekliliğini Türkçe bir İngiltere tarihi yazmakla geçiriyor. Sultan Vahdeddin Savaştan önce Avrupa çevrelerinde pek de bilinmiyordu. Türkiye'de ise İttihat ve Terakki Partisi'nin muhalifi olarak tanındı, ama siyaset sahnesinde etkin bir rol oynamadı. Büyük ölçüde bilgi peşinde koşan bir adamdır, cana yakın bir yapısı ve yapmacıksız tavırları var. Nadiren hırs gösterir. Anlaşılan o ki istediği yalnızca ülkesine hizmet etmek, hanedanını korumak ve ülkedeki farklı öğelerin tümünün adalet ve huzur içinde olduğunu görmekti. Tahta çıktığından beri sultan ve halife olarak kişisel nüfuzu ve otoritesi içeride büyük saygı uyandırıyordu ve o bunları nasıl kullanması gerektiğine dair belirli fikirler edinmişti. Ama zayıflığı, korkaklığı ve ihtiyatı onu daha büyük bir adamın yapabileceğinden farklı olarak tahtını baskın bir güç merkezi yapmaktan alıkoydu. İşte onun azametini engelleyen yegâne unsur budur. Mustafa Kemal Mustafa Kemal Paşa 1,75 boyunda, solgun bir cilde sahip. Sabit bir yüz ifadesi ile birlikte gri gözleri var. Güçlü, düzenli özelliklere sahip... Şu sıralar şişmanlığa meyilli. Etkileyici, akıcı bir hitabeti ve biraz da kişisel cazibesi var. Hayatına ait kayıtlar, liderlikten öte sert bir yönetici olduğunu, süper beyinleri kıskandığını ve muhalefete katlanamadığını gösterir. İlk zamanlardan beri içki ile arası iyidir ancak güçlü bir irade ve yapıya sahiptir. Konuşmaları –öyle görünüyor ki kendi tarafından hazırlanmaktadır- insanları ve olayları yönlendirmede büyük ölçüde etkili olmaktadır. Çarpıcı ve otoriterdir, ama onu vatansever veya dürüst olmamakla suçlamak doğru olmaz. Hasan Fehmi Ataç: 1902'den 1910'a kadar Türk yönetim kadrosunda çeşitli görevler aldı... Kasım 1924'ten Mart 19925'e kadar Tarım Bakanı... 1946'da yeniden Gümüşhane milletvekili seçildi. Hasan Fehmi'nin güçlü bir adam olduğu söylenemez. bakanlık makamlarındaki işlerinde Mustafa Kemal'in kuklası olmaktan öteye pek gitmedi. İsmet İnönü İsmet Paşa'nın, ordudaki dönemlerinde olağanüstü yetenekli bir subay, yorulmak bilmez bir işçi ve 1922'de Yunanlılara karşı kazanılan ulusal zaferde büyük oranda pay sahibi olduğu kabul edilir. Lozan'da kendisinin inatçı ama yetenekli bir delege olduğunu gösterdi. Kibar ve kızgınlığını hiç göstermez. Ama yenilgiden hoşnut olmaz. Mustafa Kemal'in güvenini kazanan ilk ünlü milliyetçi liderlerden sadece birisidir ve öyle kaldı. Son altı yılda Mustafa Kemal'in sağ kolu oldu. Halide Hanım'a göre (Temmuz 1926) “ O tamamen Gazi'nin emrinde oldu ve sadece herkesi ipe çekmekle uğraştı.” Adnan Menderes Çalışkan ve etkileyici ama çoğu zaman aceleci, kışkırtıcı bir konuşmacı. Bay Menderes, Bay Bayar'ın güvenini kazanmanın keyfini sürer. Diğer taraftan takipçileri arasında sorumsuz ve hırslı olanları kontrol etmekte zorlanmaktadır. Giyimine dikkat eder, evli ve bir çocuğu var.

‘Arkeolojiyi, definecilikten kurtarmalıyız’

$
0
0
Türkiye’de ilk kez 5-7 Şubat tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenecek olan HERITAGE 2015 “Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri” fuarının ön basın toplantısı bugün Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde yapıldı.ALL Fuarcılık A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Murat Akan’ın ev sahipliğinde, Baksı Müzesi Kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) Danışma Kurulu Başkanı Suay Aksoy ve Ahmet Yeşiltepe’nin katılımıyla düzenlenen toplantıda HERITAGE 2015 Fuarı hakkında bilgi verilmesinin yanı sıra konferanslar dizisi de vurgulandı.Restorasyon, müzecilik ve arkeoloji sektörlerinin ilk kez bir arada ve önemli bir platformda buluşacağına dikkat çeken Murat Akan, “Ülkemiz tarih konusunda büyük bir potansiyele sahip fakat sektörel gelişiminin henüz başında olması nedeniyle her üç konuda ne yazık ki ayrı birer fuara sahip olabilecek gücü ve oluşumu henüz bulunmuyor. Bu nedenle biz Türkiye’de bu üç sektörü bir araya getirip “Kültürel Miras” adı altında topladık. Böyle bir fuar ve konferans, Türkiye’de bir ilki temsil edecek. Arkeolojiyi, definecilikten kurtarmamız lazım. Ülkemizde arkeoloji deyince bu anlaşılıyor. Bugüne kadar Türkiye’de Arkeoloji ve restorasyonla ilgili iki fuar yapıldı. Biri 2000’li yıllarında başındaydı. Birkaç yapıldı, devam gelmedi. İkinci Antalya’da yapı fuarının içinde küçük bir bölümde temsil ediliyor. Biz şimdiden fuarımızın sürdürülebilirliği konusunda ciddi geri dönüşler aldık.” dedi.Baksı Müzesi Kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, "İletişim koşullarının hızla gelişmesine rağmen hala kültürel paylaşım konusunda ideal bir noktaya ulaşıldığını söyleyemeyiz. Kültürel demokrasiyi merkeze koyduğumuz andan itibaren insanın yaşamakta olduğu coğrafyanın her noktasına sanatı götürmek gerekiyor. Bu vesileyle götürdüğümüz bu potansiyel insanın katılımına açık bir ilişki boyutu sunmalıdır. Bu anlamda müzecilik önem kazanıyor. Ancak müzeciliği merkezi kentler bağlamında ele almak bu soruna yeterli yanıt değildir. Müzeciliğin yeni boyutu yaşam neredeyse orada olmak ve olduğu bölgedeki insanların ekonomik ve kültürel katılımlarını sağlamak olmalıdır. HERITAGE 2015 fuarı gibi çalışmalar bu doğrultuda bir bilinç oluşturma adımıdır ve değerlidir." diye belirtti.Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) Danışma Kurulu Başkanı Suay Aksoy da, “Türkiye bugün müzecilik alanında büyük bir hamle içinde. HERITAGE 2015, doğru zamanda doğru bir girişimi gerçekleştiriyor. Arkeoloji, restorasyon ve müzecilik gibi birbirini besleyen temel uzmanlıkların yerli ve yabancı temsilcilerini bir platformda buluşturuyor ve karşılıklı bilgi ve fikir alışverişi için bulunmaz bir fırsat yaratıyor. Etkinliğe bir fuarın eşlik etmesi de uygulamalı bir disiplin olan müzecilik için teknolojik gelişmelerin izlenmesi açısından son derece yararlı olacaktır. HERITAGE 2015, duyulduğu andan itibaren müzecilik ve ilgili çevrelerde bir heyecan yarattı. Bu heyecanın önümüzdeki yıllarda artarak devam edeceğini düşünüyorum.” dedi.Yabancı uzmanlar da fuarda olacak HERITAGE 2015 Restorasyon, Arkeoloji ve Müzecilik Teknolojileri Fuarı ve Konferansları ülkemizin tarih ve sanat varlıklarının korunması, saklanması ve geleceğe aktarılmasına yönelik çalışan kurumlar ile sektörle ilgili tedarikçilerin bir araya getirilmesini sağlamak üzere gerçekleştirilecek. Dolayısıyla konu, Türkiye’de ‘Kültürel Miras’ eğitimi-yönetimi, belgelemede yeni yöntemler, sergilemede ve teşhirde yeni araçlar, arkeolojide yeni teknikler, konservasyon ve restorasyon teknikleri, yeni uygulamalar ve müzecilik teknolojileri gibi ana başlıklar etrafında tartışılacak. Konferansların teması “Yeni Perspektifler, Yeni Teknolojiler, Yeni Uygulamalar” olarak belirlenen Heritage 2015’te, Türkiye’den ve dünyadan müzecilik, restorasyon ve arkeoloji çevrelerinin etkili isimleri konuk edilecek. Akademisyenler ve dünyaca ünlü isimlerce restorasyon, arkeoloji ve müzecilik alanında yeni akımlar, teknolojik yaklaşımlar gündemi belirleyecek. Geleneksel olmayan akademik geçmişi ile müzecilik alanında şiirsel, psikolojik ve duygusal bir yaklaşımla müze çalışmalarını yorumlayan Jette Sandahl Heritage 2015’de olacak. Kopenhang Müzesi eski direktörü, Müzebilimci Jette Sandahl sosyal adalet, kültürel paylaşımın güçlendirilmesi için müzelerin platform olarak kullanılması üzerine yeni paradigmalar geliştiren çalışmaları ile gündeme imzasını atıyor.Doğal afetler, silahlı çatışmalar ya da modern metropolün gelişimi gibi sıra dışı durumlar çerçevesinde kültürel mirası korumak konusuyla ilgilenen Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi ICOMOS Kanada eski genel sekreteri ve Montreal Miras Vakfı direktörü Dinu Bumbaru, mimarinin tüm alanlarını kapsayan çalışmaları ile dikkat çeken ICOMOS Yöresel Mimarlık Komitesi Başkanı mimar Gisle Jakhelln ve dünyada kültür varlıklarına yönelik destek sağlayan ve ülkeler düzeyinde yardım yapan Kanada Lord Vakfı Sergiler Bölümü Başkan Yardımcısı Maria Piacente, konferansın beklenen isimlerinin başında geliyor. Arkeometri, inorganik ve organik ürünlerin restorasyonu uzmanı Vittorio Bresciani, Türkiye’de ve dünyada iz bırakan projelere imza atan Emre Arolat, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ‘Yılın En İyi Müzesi’ ödüllü Baksı Müzesi’nin kurucusu Prof. Hüsamettin Koçan, gelişmekte olan teknolojileri kullanan medya tabanlı sahneografi, anlatı mekanları ve interaktif uygulamalar ajansı Tamschick Media+Space’in kurucusu Mark Tamschick ve uluslararası sergi tasarımı alanında lider olarak kabul edilen Atelier Brückner’in kreatif yönetmeni, sahneograf Prof.Dr. Uwe Brückner’ de konferansa konuşmacı olarak katılarak kendi alanlarındaki yeni perspektifler, teknolojiler ve uygulamaları ziyaretçiler ile paylaşacaklar.Atina’dan Pire Sualtı Antik Çağlar Müzesi çalışmaları ile gündeme gelen arkeolog-sanat tarihçisi Marlen Mouliou, “Suriye’de Eski Eserlerin Koruması ve Konservasyonu ” tezi ile eğitimini tamamlayan Danimarka - Moesgaard Müzesi’nden konservatör Helle Strehle, ICOMOS Türkiye’den Prof. Dr. Can Binan, Dr. Gülsün Tanyeli, Europa Nostra Türkiye adına Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy, Yrd. Do. Dr. Alessandra Ricci ve arkeoloji konusunda Prof.Dr. Mehmet Özdoğan, Prof. Dr. Mahmut Drahor, Nezih Başgelen, “Taşınır Vakıf Kültürel Mirası” konusunda Suzan Bayraktaroğlu, Erupo Nostra 2012 ödüllü “Milet İlyas Bey” projesi ile mimar Cengiz Kabaoğlu, “Müzeler için Dijital İletişim Stratejileri” konusunda Elif Ç. Artan ve Elif Koçak etkinliğin diğer konuşmacıları arasında yer alıyor. HERITAGE 2015’de konferansların yanı sıra sergiler de yer alıyor. Moda tasarımcısı Hatice Gökçe’nin “Leather Age Anatolia” adlı fotoğraf sergisi organizasyonu renklendirecek.Fuarın yanı sıra konferanslar dizisi de programlandı. Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bağlı birimler 9 konu başlığında sunum yapacak. Türkiye’de kültürel mirasın korunması, yaşatılması ve kamuoyuna sunulmasında bakanlık tarafından nasıl irdelendiğini ortaya koyacaklar. Vakıflar Genel Müdürlüğü de bir sergi ve 2 seminerle fuardaki yerini alacak. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı –Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, T.C. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü ve UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, Marmara Belediyeler Birliği, ICOMOS Türkiye, Europa Nostra ve üniversitelerin destekleriyle düzenlenen organizasyonla ilgili ayrıntılı bilgi www.expoheritage.com’da.

BGST, Kültür Bakanlığı’na karşı açtığı davayı kazandı

$
0
0
Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) "Lorca'nın Acıklı Güldürüsü" adlı oyunla geçtiğimiz sene Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tiyatrolara verilen ödenek yardımına başvurmuş ancak bu talebi net bir gerekçe gösterilmeden reddedilmişti. Kültür Bakanlığı'nın aldığı kararın siyasi olduğunu iddia eden BGST, bakanlığa kararın iptali için dava açmıştı. Davada karara geçtiğimiz günlerde varıldı.Ankara 4. İdare Mahkemesi Kültür Bakanlığı'nın değerlendirmesini objektif bulmadı. Mahkeme, bakanlığın takdir hakkının keyfi ve sınırsız olamayacağını belirtti ve bakanlığın kararını gayri hukuki buldu. Dava şimdi Danıştay’a taşınmış durumda. Ancak Avukat Fırat Kuyurtar şu an için bu kararın Kültür Bakanlığı’nın özel tiyatrolara yardım hususunda keyfi karar alamayacağı yönünde bir emsal teşkil ettiğini ve bunun önemli bir gelişme olduğunu kaydetti. Mahkeme kararının ilgili bölümü ise şöyle: “(...) Uyuşmazlık konusu projenin (...) belirtilen değerlendirme ölçütlerinden hangisi kapsamında maddi destekten yararlandırılmadığının net olarak ortaya konmadığı görülmekte olup, her ne kadar davalı idarece ilgili mevzuatta sayılan değerlendirme ölçütlerinin kesin ve belirleyici olmadığı iddia edilmiş ise de; bu durumun yardıma engel oluşturmayacağı ve takdir hakkının keyfi ve sınırsız kullanılabileceği anlamına gelmeyeceği açık olduğundan; objektif kriterler çerçevesinde değerlendirme yapılmadan tesis edilen dava konu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.”

Görevimiz sanat!

$
0
0
Jurassic Park, Görevimiz Tehlike, Carlito’nun Yolu filmlerinin senaristi David Koepp, yönetmenlikteki ısrarını sürdürüyor.Fakat kamera arkasına geçtiği altıncı filminde de vasata ulaşamıyor. Hikâye şöyle: Sanat eseri satıcısı İngiliz aristokrat Charlie Mortdecai, etkileyici üslubu ve yaptığı gaflarıyla içine düştüğü zor durumlardan her zaman yakasını kurtarmayı bilir. Mortdecai ve yardımcısı Jock Strapp uluslararası işler yapan bir dizi karanlık adamın arasında, kayıp Nazi milyonlarının anahtarı olabilecek Goya eserinin peşine düşer...

Beklenen oğul

$
0
0
Cengiz Han filminin yönetmeni Sergey Bodrov, yeni filminde fantastik bir dünyanın kapılarını aralıyor.Yıldız oyuncularına rağmen vasatı aşamayan film, efsanelerin dünyasında geçiyor. Bir tarikatın geriye kalan tek savaşçısı, geleceği haber verilen bir kahramanı, Yedinci Oğul’u bulmak üzere yola çıkar. Çiftçi olan bu genç kahraman, savaşlarla güçlenmiş rehberiyle birlikte karanlık bir kraliçeyi ve kraliçenin krallıklarına karşı gönderdiği doğaüstü suikastçı ordusunu yenmek üzere tehlikeli bir maceraya atılır.

Bir ressamın dünyası

$
0
0
İngiliz yönetmen Mike Leigh, Ömrümüzden Bir Sene filminden dört yıl sonra seyircisini 19. yüzyıl Londra’sına götürüyor.Leigh, romantik akımın son temsilcilerinden İngiliz ressam J.M.W. Turner’ın hayatının son 25 senesini anlatıyor. Hayatı, her daim merak konusu olan Turner’ın seyahatleri, sanatı ve aşkları ile birlikte dönemin Londra sanat dünyası da perdeye yansıyor. Yönetmen, ressamın filmini boyarken fırçasını bazen Turner’ın evindeki yaşlı babası, birlikte olduğu hizmetçisi ve iki yetişkin kızıyla olan ilişkisine, bazen de aşırılıklarına değiniyor.

Hangi İslâm?

$
0
0
Abderrahmane Sissako’nun Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmi Timbuktu’yu bir cümleyle özetleyecek olsak “‘Hangi İslâm?’ sorusunu soruyor.” diyebiliriz. Ancak hikâye anlatımında Sissako’dan beklenmeyecek aksaklıkları ve yönetmenin meseleye dair kendi sözünü söylemekten aşırı derecede kaçınması, Timbuktu’yu ‘tartışılabilir’ olmaktan alıkoyuyor.Malum, 2012’de El-Kaide ile bağlantılı radikal gruplar Timbuktu’yu (Mali) ele geçirmiş ve şehirdeki tarihi türbeleri ‘İslam’a aykırı olduğu’ gerekçesiyle yıkmıştı. Sissako, o yıkım sonrası halkın yeni yönetimle olan çetrefilli ilişkisine; yer yer pasif direnişine ama en çok da çaresizliğine dikkat çekiyor. Timbuktu yakınlarındaki çölde karısı Satima, kızı Toya ve 12 yaşındaki çobanları Issan ile birlikte kendi halinde yaşayan Kidane’nin hayatı, radikal grupların gelmesiyle değişir. Halk, kaderine boyun eğmeyi reddeder ama güçlü bir direniş yerine tepkisizliği seçer. Şehirde müzik dinlemek, kahkahayla gülmek, sigara içmek ve futbol oynamak yasaklanır. Tarihi boyunca acı ve sefalet çeken Timbuktu halkı, yeni otoriter yönetimin altında garip yasalarla mücadele eder.Timbuktu, İslâm’ın Batı Afrika’da yayılmasında kilit bir şehir. 15. ve 16. yüzyılda Batı Afrika’nın entelektüel ve manevi merkezlerden biri. Özellikle medreseleriyle ünlü bir şehir. Abderrahmane Sissako, İslam tarihi ve eğitimi içinde önemli bir yer tutan bu şehirde radikal gruplar ile ‘gerçek İslâm’ı temsil eden Müslümanları karşılaştırarak “Hangi İslâm?” sorusunu yöneltiyor. Sorunun muhatabı öncelikle Müslümanlar. Ne var ki, film ele aldığı meseleye dair çözümleyici bir yaklaşım geliştirmediği ve net bir cümle kurmak yerine olanı gösterip kenara çekildiği için sorunun cevabı boşlukta yankılanıyor. Timbuktu, bu eksikliğinden dolayı Cannes’da görmezden gelinmişti. Ancak Charlie Hebdo katliamından sonra, Akademi ‘akıllıca’ bir hamle ile filmi Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar yarışına dâhil etti.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live