Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Beni sev, beni öv, bana tabi ol!

$
0
0
Beş dalda Oscar’a aday olan ‘Foxcatcher Takımı’ ABD’de yaşanmış trajik bir olayı anlatıyor. Oyuncu kadrosunun takdiri hak ettiği film, klasikHollywood anlatımının dışına çıkarak bir sistem eleştirisine dönüşüyor.Günlük hayatta bazı film repliklerinin olmadık yerde dost sohbetlerine sızması gibi büyük edebî eserler de iyi filmlerin içine sızar. Sızmaktan öte, o filme ruh üfler. F. Scott Fitzgerald’ın geçen yüzyılın eşiğinde yazdığı Muhteşem Gatsby (1925), “Altına Hücum” ile sembolleşen Amerikan Rüyası’nın erken dönem çöküşünü resmeder. Bu efsunlu rüya, çok çalışanın başarılı olacağı ve ödüllendirileceği, yetenek ve çalışma ile kısa sürede refahın ve şöhretin yakalanabileceği fikri etrafında şekillenir. Rüyanın en büyük motivasyonu ise ‘fırsat eşitliği’ sanrısıdır: Herkes eşit fırsatlara sahip; sen çalış, sen de başar!Bennett Miller’ın yönettiği Foxcatcher Takımı / Foxcatcher, Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby’si ile birlikte değerlendirilmeyi hak eden bir film. Hikâyesi, Amerikan Rüyası’nın Rambo ile sembolleşen, milliyetçi dalgayla büyüyen Reagan dönemine denk düşüyor.Ağabeyi Dave gibi başarılı bir güreşçi olan Mark Schultz, 1984 olimpiyat ve 1985 dünya şampiyonudur. Babasız büyüdüğü için ağabeyi ona babalık ve akıl hocalığı yapmıştır. Ancak ağabeyinin gölgesinde kaldığını ve hak ettiği değeri görmediğini düşünür. Film, bunun altını çizen bir sahne ile açılıyor. Ağabeyi müsait olmadığı için onun yerine bir ilkokula konferansa giden Mark, Amerikan değerlerini ve başarıya giden yolu anlatır. Fakat öğrencilerin pek umursadığı yoktur. Konferans bitiminde 20 dolarlık ücretini veren muhasebe görevlisi, onu ağabeyi zanneder ve “Dave Schultz, değil mi?” diye sorar. Ardından gelen sahnede Mark antrenmana hazırlanırken ağabeyi Dave, Güreş Federasyonu’ndan üst düzey yetkililer ile görüşmektedir. Dave’in işi bitince Mark’ı çalıştırmaya gelir ve 4 dakikalık diyalogsuz güreş sahnesinde yönetmen iki kardeşin ilişkisindeki rol dağılımını, bu ilişkinin nasıl ayakta durduğunu etkili bir şekilde gösterir.BİR RÜYANIN SONUMark Schultz, ağabeyinin gölgesinden kurtulma fırsatını zengin vâris John du Pont’tan gelen teklifte bulur. 1988 Olimpiyatları’na hazırlanmak için bir güreş takımı kurmaya çalışan John du Pont, Mark’ı şu sözlerle ikna eder: “Amerikan değerlerini yüceltmeliyiz. Tıpkı eskiden olduğu gibi, herkes hak ettiği değeri ve saygıyı görmeli. Senin hak ettiğin değeri görmediğini düşünüyorum. Sen sadece ‘Muhteşem’ Dave Schultz’un kardeşi değilsin. Sen ‘Muhteşem’ Mark Schultz’sun.” Bennett Miller, Schultz kardeşlerin ilişkisiyle açtığı filmin odağına bir süre sonra John du Pont’u yerleştiriyor. Filmin esas derdi, John du Pont’un kişiliğinde simgeleşen Amerikan rüyasıyla. Beyaz Saray’ı andıran evleri ve bir Amerika alegorisi kıvamındaki çiftlikleri ile Amerika’nın kristalize olmuş hali du Pont’lar. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda orduya silah satarak zenginleşen bu ailenin vârisi John’un en büyük amacı annesinin gözüne girebilmek. Bir ‘koleksiyoncu’ olan John’u birçok sahnede -Fitzgerald’ın sözleriyle- “Az önce birini öldürmüş gibi” görürüz. Madalyaları ve plaketleri biriktirdiği birkaç odası var. Kuşbilimci, kabuklu canlılar uzmanı, pul koleksiyoncusu, madalya koleksiyoncusu ve spor meraklısı... Schultz kardeşleri de başarı koleksiyonunun bir parçası ve iktidarının kuklası yapmak niyetinde.YA BENİMSİN YA DA TOPRAĞIN!Foxcatcher, Hollywood mahsulü herhangi bir yönetmen elinde pekâlâ John du Pont’un kişisel trajedisi, annesiyle kurduğu Freudyen ilişki, arkadaşsızlığı ve sevgisizlik travması ekseninde gelişen duygusal bir drama olabilirdi. Capote (2005) ve Kazanma Sanatı (2011) filmlerinde yetkinliğini kanıtlayan Bennett Miller, meseleyi yine can alıcı yerinden yakalamasını biliyor. Hikâyenin merkezine Schultz kardeşlerin dramatik hayat öykülerini ya da John du Pont’un duygusal travmalarını değil, doğrudan Amerika’yı yerleştiriyor. Başından sonuna seyirciye bir karakter gerilimi yaşatıp müthiş bir belirsizlik duygusu ve tekinsiz bir atmosfer inşa ediyor.Tam da burada, Kibarca Öldürmek / Killing Them Softly (2012) filminin çarpıcı repliğini hatırlayalım: “Amerika bir ülke değil, şirkettir.” Bu şirketin, türlü türlü başarı efsaneleri eşliğinde sunduğu rüyanın kibir, hegemonya, şovenizm ve histeri ile nasıl bir kâbusa döndüğünü gösteriyor Bennett Miller. Foxcatcher, son dönemde God Bless America (2011) ve Killing Them Softly ile birlikte Amerikan sistemini ince ince kıyan, sakin ama sert bir şekilde eleştiren nadir filmlerden biri. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Amerikan rüyasının insan ruhunda açtığı yaraları kalemiyle deşen Fitzgerald’dan beslenen Miller, aynı yüzyılın sonunda bu rüyanın bütün cesametiyle bir toplumun üzerine çöküşünü resmediyor.

Eskişehir’den ‘Lüküs Hayat’ geldi

$
0
0
Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Senfoni Orkestrası’nın işbirliği ile ekim ayında sahnelenmeye başlayan ve kapalı gişe oynayan klasik müzikal Lüküs Hayat, 6-7-8 Şubat, saat 20.30’da İstanbul Zolu Center PSM’de sahnelenecek.Haldun Dormen’in yeniden yorumladığı ve Eskişehir Şehir Tiyatroları oyuncularının rol aldığı Lüküs Hayat’ı Eskişehir’de ekimden bu yana 16 bin kişi izledi.

Terk edilen Haliç ve Camiialtı

$
0
0
Usta fotoğraf sanatçılarının yanı sıra genç kuşak sanatçıların da kendi işlerini sunabilecekleri, nitelikli ve çağdaş fotoğraf sergilerinin yer alacağı İstanbul Fotoğraf Galerisi bugün Beyoğlu Tel Sokak’ta açılıyor.Galerinin, 2 Şubat Pazartesi günü açılacak olan ilk sergisi ise Timurtaş Onan’ın “Terk edilmiş /Abandoned” adını taşıyor. Çalışmalarına 1980 yılında başlayan, yurtiçi ve yurtdışında birçok etkinliğe katılan fotoğraf sanatçısı Onan; İstanbul’un önemli tarihi ve kültürel değere sahip iki büyük tersanesi Haliç ve Camiialtı’nın kentsel dönüşümden önceki suskun halini “Terk edilmiş/Abandoned” sergisinde çarpıcı bir dille anlatıyor. Sergi 14 Mart’a kadar görülebilir. (0212 237 36 52)

Yaşar Nabi Gençlik Ödülü, genç yazarları bekliyor

$
0
0
Varlık Dergisi ve Varlık Yayınları’nın kurucusu Yaşar Nabi Nayır adına 1933’ten bu yana verilen Yaşar Nabi Gençlik Ödülü’ne başvurular başladı.Şiir ve öykü olmak üzere iki dalda yapılan yarışmaya 30 yaş altındaki herkes katılabiliyor. Seçici kurulunda şiir dalında Gülseli İnal, Sina Akyol, Abdülkadir Budak, Metin Cengiz ve Enver Ercan’ın, öykü dalında ise Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Hatice Meryem, Feridun Andaç ve Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun bulunduğu yarışmaya son başvuru tarihi 15 Nisan 2015. Katılımcılar, dosyalarını 6 nüsha olarak, içinde fotoğraf, özgeçmiş ve iletişim bilgilerinin bulunduğu bir zarfla birlikte “Varlık Dergisi, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri, Perpa İş Merkezi, B Blok, Kat 5, No 484 Şişli 34384 İstanbul” adresine gönderilebilir. Yarışma sonuçları derginin temmuz sayısında açıklanacak ve ödüller 15 Temmuz 2015’te verilecek. Ödüle değer bulunan dosyalar ise Varlık Yayınları’nca yayımlanacak.

Memleket hikâyeleri büyük ödül getirdi

$
0
0
Dünyaca ünlü fotoğraf ajansı Magnum, 2009’dan bu yana genç fotoğraf sanatçılarını desteklemek amacıyla ‘Magnum Acil Yardım Fonu’ (Magnum Emergency Fund) adıyla bir yarışma düzenliyor.Dünyanın her yerinden sayıları her yıl 8 ile 15 arasında değişen fotoğraf sanatçısına para ödülü veriyor. Ajans, altı yılda 45 ülkeden 60 fotoğrafçıyı destekledi, projelerine toplamda 500 bin dolar para ödülüyle katkıda bulundu. Bu yılki yarışmayı kazanan 11 sanatçı arasında ilk kez Türkiye’den bir fotoğrafçı bulunuyor. ‘Homeland Delirium-in progress’ adlı projesiyle Magnum’un beğendiği sanatçılar arasına giren, 30 yaşındaki Emine Gözde Sevim’e ödülü ve fotoğraf yolculuğunu sorduk.Magnum’un desteklediği genç fotoğrafçılardan biri oldunuz. Bekliyor muydunuz, ne düşünüyorsunuz bu ödül hakkında?Aday gösterildiğim zaman da, seçilen fotoğrafçılardan biri olduğumu öğrendiğimde de tabii ki heyecanlandım ve çok mutlu oldum. Bu ödülden elbette haberdardım. Çok prestijli bir ödül. 2009 yılından beri genç fotoğrafçıların yanı sıra bazı en önemli fotoğrafçıların işlerini destekleyen bir ödül. Ama her ödül adaylığında ve sonucunda olduğu gibi, sanatçı olarak yapılabilecek tek şey başvuruda kendinizi en iyi şekilde ifade edebilmek. Bu seçimler bağımsız jüriler tarafından yapılıyor ve karar verilirken birçok faktör göz önünde bulunduruluyor. O sebeple beklentiyle yaklaşmak üretime zarar bile verebilir. Bunun pozitif sonucu şu: Desteklenmek tabii ki kendime güvenimi artırdı ama aynı zamanda, üretimimi, kendimi, çalışmalarımı tekrar tekrar gözden geçirmeme teşvik etti.Projeniz ‘Homeland Delirium-in progress’ hakkında neler söylersiniz. Nasıl başladınız ve nasıl devam edecek?Çekiğim fotoğraflar Gezi Parkı protestoları sonrası ülkede var olmaya dair hisle ilgili. Anlattığım görsel hikâyeler, içinde bulunduğumuz tarihsel değişimlerin bireysel deneyim üzerinde etkilerine odaklanarak; olaylardan çok, uzun bir zamana yayılmış hisleri ifade etmeye çalışıyor. Ayrıca son yedi senedir Ortadoğu coğrafyasına odaklı. Yaşadıklarımı izlenimci bir dille anlatmaya çalışıyorum.Bu ödül bundan sonraki çalışmalarınızı nasıl etkileyecek?Buna şu an cevap vermek zor. İlk olarak aldığım destekle çalışmalarıma devam edeceğim. Üretim bence dinamik bir varoluş. Böyle destekler “bu daha başlangıç, mücadeleye (yeniden keşfetmeye ve bu anlamda üretmeye) devam” hissinin bir kez daha altını çiziyor. Ama yolun başında böyle bir destek görmek işlerin görünürlüğü ve değişik platformlarda yer alması için çok ümit verici.Çalışmanızı farklı yapan neydi?Türkiye’den ilk olmak tabii ki güzel ancak sanat evrensel bir dil konuşmayı gerektiriyor. Tabii ki fotoğrafın tarihi boyunca değişik coğrafyalarda, değişik ekoller ortaya çıktı, çıkmaya devam ediyor. Ancak yaşadığımız çağ bu sınırları saydamlaştırdı. Bu da bireyi kendi dilini tekrar tekrar geliştirmeye, şekillendirmeye yönlendiriyor. Görsel hikâyeler anlatmaya çalışırken bu bakış açısıyla yaklaşıyorum.Kişisel fotoğraf yolculuğunuzda neler var?Fotoğrafa lise yıllarında ilgi duymaya başladım. Üniversitede sosyal bilimlerle birlikte fotoğraf okudum. Mezun olduktan sonra New York’ta çeşitli fotoğrafçılarla ve fotoğraf tarihini konu alan video prodüksiyonu üzerine çalışma şansım oldu. 2012’den itibaren tamamen kendi çalışmalarıma yoğunlaştım.Fotoğraf sizin için kendinizi ifade etme tarzı mı yoksa bir öykü anlatma aracı mı, sanatsal bir faaliyet alanı mı?Bence bunların hepsi birbirine bağlı. Fotoğraf bir yaşam tarzı bana göre. Var olabilmek, hayatla bağ kurmak için fotoğraf çekiyorum.Savaş bölgelerinde çalıştı1985 İstanbul doğumlu Emine Gözde Sevim, şu anda New York’ta yaşıyor. Eğitimini New York Hudson Valley’deki Bard College’da tamamladı. Yedi yıldır Ortadoğu’daki değişen hayata tanıklık eden genç sanatçı, en son Mısır’daki ayaklanma sonrasında günlük hayatı fotoğrafladı. 2007 yılında Afganistan’da, 2010’da İsrail ve Batı Şeria’da fotoğraflar çeken Sevim’in çalışmaları, merkezi Doha ve Dubai’de bulunan East-Wing Galeri tarafından temsil ediliyor.

Hibrid yazarlar daha çok kazanıyor

$
0
0
Yazarların eserlerinden kazandıkları gittikçe azalıyor. Yeni yayımlanan bir araştırmaya göre geleneksel yayıncılığı tercih eden yazarlar ile bağımsız yazarlar, elde ettikleri gelirden memnun olmadıklarını dile getirirken, günümüz yayıncılık düzeniyle adını sıkça duyduğumuz hem geleneksel hem de alternatif yayıncılık yapan ‘hibrid' yazarlar kitaplarından daha çok gelir elde ediyor.Nobel ödüllü yazar Doris Lessing, “Bensiz edebiyat sanayii var olamaz” dediğinde hiç de haksız değildi. Yayıncılar, ajanlar, muhasebeciler, edebiyat bölümleri, profesörler, tezler, eleştiri kitapları, editörler ve tasarımcılara kadar hepsi “küçümsenen ve en az ücret verilen kişi” sayesinde hayatını devam ettirmekte. Fakat bu ‘kişi'nin değişen ekonomik şartlar, yeni yayıncılık anlayışı ve yayınevlerinin çok satan yazarlara tutkusu karşısında yaşadığı zorluklar giderek artıyor. Yazarlar çeşitli tanımlarla anılırken, kitaplarından kazandıkları da değişiyor. Bu yeni üç yazar tipini kısaca hatırlarsak… Eserinin yazılı, sesli, görüntülü ve e-kitap olarak tüm haklarını yayınevine devreden geleceksel yayıncılığı tercih eden yazar; kitaplarının bütün haklarını kendinde tutarak alternatif yayıncılığın, bir başka deyişle bilgisayar programları, online siteler sayesinde kitabın dizgisinden kapağına, redaksiyonundan dağıtımına her alanda söz sahibi olan yazar ve kitaplarını hem geleneksel hem de bireysel yöntemle yayımlayan ‘hibrid' yazar. Yayıncılık stratejileri konusunda çalışmalar yapan Digital Book World, geçtiğimiz hafta yeni bir rapor yayımladı. Araştırmaya göre geleneksel yayıncılığı tercih eden yazarlar daha az kazanmaya başlarken, hibrid yazarların kitaplarından elde ettiği gelir artmış durumda. Rakamlara göre geleneksel yayıncılığı tercih eden yazar yılda 3,000 - 4,999 dolar; bireysel yazar 500 - 999 dolar; hibrid yazar ise 7,500 - 9,999 dolar kazanıyor. Araştırmaya katılan yazarların yarısı yazarak elde ettikleri gelirden memnun olmadıklarını dile getirirken, geleneksel yayıncılığı tercih edenlerin yarısı bir sonraki kitabını yine yayınevinden yayımlayacağını belirtiyor.Raporu hazırlayan Amerika'daki Queens Koleji'nde sosyoloji profesörü Dana Beth Weinberg bireysel yayıncılığı tercih eden yazarların risk almayı seçtiklerini, geleneksel yayıncılığı tercih eden yazarların ise kitabın tüm haklarını yayınevine devrederek muhtemel bir sıkıntıdan geri durduklarını dile getiriyor. Yazar için maddi telaşın entelektüel üretimi olumsuz etkilediğini söyleyen Winberg, yayıncılık sektöründe hibrid yazarların daha da artacağı görüşünde. Rakamlar önceki yıllara göre büyük bir düşüşü işaret ediyor. Kitaplarının okura ulaşmasında farklı yayıncılık modelini tercih eden ve 1879 kişinin katıldığı raporun yazar dağılımı ise şöyle: %56 bağımsız, %13 geleneksel ve %31 hibrid. SADECE YAZARAK GEÇİNMENİN ZORLUĞURaporda yayıncılık dünyasında kendine daha fazla yer edinen ve her iki yayıncılık anlayışının imkânlarını kullanarak kitaplar üreten hibrid yazarlar, kitabı okura ulaştırma tekniğini ve kitlelerini genişletme metotlarını yayınevinden çok daha iyi şekilde üstleniyor. Hatta kendi okurlarını yayınevinden daha iyi tanıyor denilebilir. Kimi ünlü yazarlar uzun yıllara dayanan geleneksel yayıncılığın ardından edindikleri okur kitlesini, bireysel yayıncılığa taşıyarak yeni imkânlar kazanıyor. Hibrid yazarlar arasında her iki yayıncılık anlayışını kullanarak çok satanlar listesine girenlerin olduğunu hatırlatalım. Bu yazarların yayıncılık dünyasında artarak, kendilerine daha özgür bir alan açtıkları yayın dünyasının kabul ettiği bir gerçek.Sadece yazarak geçinmenin gittikçe daha zorlu bir hal aldığını söylemek zor değil. Yazarın maddi sıkıntıyla imtihanını en iyi anlatan örnek olarak, yakın zamanda İngiltere'nin en saygın edebiyat ödülü Man Booker'ın geçtiğimiz yılki sahibi, Avustralyalı yazar Richard Flanagan edebiyat dünyasına yansımıştı. The Narrow Road to the Deep North isimli romanıyla bu ödüle layık görülen yazara 50 bin sterlin para ödülü verilmişti. Flanagan, bu yüksek miktardaki ödülü almadan önce, kömür madeninde çalışmaya hazırlandığını dile getirmiş ve yalnızca kitap yazarak geçinmenin gittikçe daha da zorlaştığı bir çağa girdiğimize dikkati çekmişti. Öte tarafta ise tümüyle “yazmaya ve okumaya odaklı bir yaşam benim için çok sıkıcı” olurdu diyen Cemil Kavukçu var. Usta yazar, jeofizik mühendisi olarak MTA'da çalıştığı dönemde öykülerinin çoğunu şantiyelerde yazdığını dile getirir: “İş yaşamının tekdüzeliğini ve boşluğunu okuyup yazarak doldururken, kurgu dünyasının getirdiği içedönüklüğü ise çalışma ortamının hayhuyuyla giderdim. İkisi birbirini hem dengeliyor hem de besliyordu.” Raporun rakamları yazarların maişet derdiyle daha da zorlu günler yaşayacağını özetlerken, sadece yazarak geçinmenin de güçleştiğini de iyi özetliyor.

Günümüz sanatçıları

$
0
0
Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri desteklemek ve genç sanatçılara destek olmak amacıyla Akbank Sanat ve Resim ve Heykel Müzeleri Derneği işbirliğiyle düzenlenen “Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışması” başvuruları başladı.Resim, fotoğraf, video, heykel, seramik, yerleştirme, yeni medya ve karışık teknik gibi çağdaş sanatın tüm ifade biçimlerine yer veren yarışma, bu yıl “Arada Olmak: Her Zaman-Hiçbir Zaman” (In-Between: Always-Never) temasında gerçekleştirilecek. Adaylar, çalışmalarını 3 Nisan 2015’e kadar akbank_gso@akbank.com internet adresi üzerinden ya da posta yoluyla gönderebilir. Yarışma jürisinin değerlendirmesi sonucu; birinciliğe değer görülen esere 15 bin, ikinciye 10 bin, üçüncüye ise 5 bin TL para ödülü verilecek. Ödül alan ve jüri tarafından sergilenmeye değer görülen eserler, 2 Haziran-31 Temmuz 2015 tarihleri arasında Akbank Sanat’ta sergilenecek. (www.akbanksanat.com)

American Sniper’a ‘First Lady’ desteği

$
0
0
Hollywood’un ‘Cumhuriyetçi’ yönetmenlerinden Clint Eastwood’un yeni filmi Keskin Nişancı / American Sniper, ülkesinde tartışmalara neden oldu.ABD gişesinde iki haftadır birinci sırada olan film, Irak Savaşı gazisi bir keskin nişancının öyküsünü anlatıyor. Oscar ödüllü belgeselci Michael Moore ve Kuzey Kore ile krize neden olan Röportaj filminin oyuncusu Seth Rogen’ın sert bir şekilde eleştirdiği filme Beyaz Saray’dan destek geldi. Moore, “Benim amcam II. Dünya Savaşı’nda bir keskin nişancı tarafından vuruldu. Onların korkak olduğunu öğrendik. Keskin nişancılar kahraman değildir.” derken, First Lady Michelle Obama filmi öven açıklamalar yaptı. Filmin başrol oyuncusu Bradley Cooper ve medya dünyasından temsilciler ile yemekte bir araya gelen Michelle Obama, ‘dokunaklı’ olarak ifade ettiği American Sniper benzeri filmlerin daha çok yapılması ve Amerikan gazilerinin Hollywood’da daha çok işlenmesi gerektiğini söyledi. Irak Savaşı’nda keskin nişancı olarak yer alan Chris Kyle adlı askerin gerçek yaşamöyküsünden uyarlanan film, ABD’de savaş propagandası yaptığı gerekçesiyle eleştiriliyor.

Üç usta, üç söyleşi

$
0
0
Kitap Zamanı, şubat sayısında üç usta yazarı kapağına taşıdı. Dünya edebiyatının seçkin yazarlarından Macar öykücü Péter Nádas, 50 kuşağının ustalarından Demir Özlü ve İbrahim Yıldırım, yeni eserlerini Kitap Zamanı okurları için anlattı.Kitap Zamanı, şubat sayısında üç usta yazarı kapağına taşıdı. Günümüz dünya edebiyatının seçkin yazarlarından Macar öykücü Péter Nádas, 50 kuşağının önemli isimlerden Demir Özlü ve İbrahim Yıldırım, yeni eserlerini Kitap Zamanı okurları için anlattı.İki yıl önce Türkçeye çevirilen öykü kitabı Ölümle Baş Başa'dan sonra Türk okurunun karşısına Bir Aile Romanının Sonu (Can Yayınları) ile çıkan Péter Nádas, romanı ile ilgili soruları cevapladı. Başak Bingöl'ün yaptığı söyleşide ömrünü yazmaya adayan, az sayıda ama ince işçilik ürünü, ustalıklı eserler veren Nádas, kendini şöyle tarif ediyor: “Ben bir firariyim. Yarım yüzyıl önce bir dikta rejimi tarafından doğduğum şehirden atıldım. Topluma ters düşerek ayrı duran biriydim. Ve artık onlara katılmak, oportünist bir yaşam sürmek istemedim.”Péter Nádas'ın ilk romanı olan Bir Aile Romanının Sonu, masallar ve efsanelerle örülü bir kurguya sahip. Yazarın hayatından izler taşıyan eserde 1950'lerin Macaristan'ında annesi ölmüş, babası vatana ihanetle suçlanan, büyükannesi ile büyükbabası tarafından yetiştirilen bir çocuğun, toplumsal gerilimlerin her yanı sardığı bir dönemde masallarla dolu dünyasında hayata tutunma çabasını konu ediniyor.Kitap Zamanı'nın bir başka 'ağır' misafiri Demir Özlü, yeni kitabı İşte Senin Hayatın'ı (YKY) Azra İnci'ye anlattı. Edebiyatımızda bir kırılma noktası sayılabilecek 50 Kuşağı'nın önemli isimlerden Özlü, Sait Faik'ten çok şey öğrendiğini söylerken, mensup olduğu kuşağın, ‘bilinçaltının kapılarını açtığını' ifade etti: "Türk diline ve edebiyatına sanırım geniş bir yaratma özgürlüğü getirdik. Bilinçaltının kapılarını açtık. Ben başlangıçtan beri ‘düşünceye dayanan edebiyat' yanlısıydım. Edebiyat, felsefeden beslenmelidir. Bir şeyler de söylemelidir, oyunlara kapılmamalıdır." 35 yıldır Stockholm'de yaşayan Demir Özlü, yeni kitabında önceki anlatılarından tanıdığımız temaları işliyor, büyük kent insanının yalnızlığını incelikli gözlemler ile anlatıyor.‘İdeolojiler edebiyata zarar verir’Edebiyatımızın üretken kalemlerinden İbrahim Yıldırım ise son romanı Dokuzuncu Haşmet (Doğan Kitap) ve ideoloji-edebiyat ilişkisine üzerine Musa İğrek ile söyleşti. Yaşarken adı unutulmuş bir şairin gözünden Türkiye'nin sancılı dönemlerine odaklanan yazar, "Türkiye'nin sıkıntı tarihi" olarak tanımladığı romanında "ülkedeki karanık karnaval"ı işaret ediyor. Edebî yolculuğunda, "Bir insanı nereye kadar tanıyabiliriz?" sorusunun peşine düşen Yıldırım, ideolojilerin edebiyata zarar verdiğini düşünüyor.Kitap Zamanı'nın ‘Çevirmen Gözüyle' köşesinde Sevin Okyay, kitaplarını dilimize kazandırdığı Alberto Manguel'i yazdı. Mesut Çevikalp imzalı Barış Okulları ve Peygamber Yolu Araştırma Heyeti'nin hazırladığı Sulh Peygamberi, gündemle yakından ilgili iki kitap. Thomas Bernhard'dan Eduardo Galeano'ya, Baudelaire'den Oktay Rifat'a, Rebecca Solnit'ten Karin Karakaşlı'ya farklı coğrafyalar ve yazı türleri Kitap Zamanı'nın sayfalarında...

Sezen Aksu’nun tiyatro oyunu, Anadolu’da 90 kez sahnelenecek

$
0
0
Sezen Aksu’nun çocuklar için kaleme aldığı “Sezuş’un Hikayeleri: Efe ve Bulut Osman Bey’e Karşı” öykü, IEG Family tarafından müzikal tiyatro oyununa dönüştürüldü. IEG Family’nin Finansbank ana sponsorluğuyla bu sömestr döneminde çocuklarla buluşturduğu oyun, 8 Şubat’a kadar İstanbul’da sahnelendikten sonra Türkiye’yi gezecek.IEG Family’nin oyunlaştırdığı Türkiye’nin çocuklara yönelik en büyük müzikli tiyatrosu “Sezuş’un Hikayeleri: Efe ve Bulut Osman Bey’e Karşı”, Finansbank ana sponsorluğunda sahneye taşınıyor. Sezen Aksu’nun bestelerinden uyarlanan şarkıları ve masalsı anlatımı ile çocuklarla sevgi dolu bir öyküyü buluşturan oyunun yönetmenliğini ve koreografisini Emre Çelik yapıyor. “Sezuş’un Hikayeleri: Efe ve Bulut Osman Bey’e Karşı”, çocukların hayal dünyasına yepyeni kahramanlar kazandırmaya ve seyreden herkesi büyülemeye hazırlanıyor. “Çakkıdı”, “Şarkı Söylemek Lazım”, “Adem Olan Anlar”, “Tiki Tak” gibi sevilen Sezen Aksu şarkılarının oyuna özel sözlerle uyarlanarak yer aldığı oyun, Türkiye turnesine İstanbul’dan başladı ve ilk olarak 23 Ocak’ta sahnelendi. 8 Şubat’a kadar Trump Kültür ve Gösteri Merkezi’nde çocuklarla buluşacak müzikal tiyatro, daha sonra Türkiye’nin çeşitli illerinde izleyiciyle buluşacak.15 Haziran’a kadar sürecek Türkiye turnesinde oyun, yaklaşık 90 gösteri ile yüzbinlerce çocuğun hayal dünyasına “merhaba” diyecek. Sezen Aksu’nun bestelerinden uyarlanan şarkıların da yer aldığı oyun, tüm sokak hayvanlarının dostu Efe’nin, mahallenin köpeği Bulut ile kurduğu arkadaşlığı anlatıyor. Hoşgörü, saygı, empati, hayvan sevgisi ve sadakat gibi önemli mesajlar içeren öykü, günlerden bir gün Bulut’un yavrularının doğmasıyla renkli bir hal alıyor. İşte asıl hikaye bundan sonra başlıyor...

11. Akbank Kısa Film Festivali, jüri üyeleri belli oldu

$
0
0
Bu yıl 16 – 26 Mart 2015 tarihleri arasında 11. Kez düzenlenecek olan Akbank Kısa Film Festivali’nin jüri üyeleri belli oldu.Festival’in ön eleme jürisinde; Oyuncu Esme Madra, Yönetmen Erdem Tepegöz ve Yönetmen Selim Evci yer alıyor. “Ulusal Yarışma Bölümü Jürisi” yönetmen Handan İpekçi, oyuncu-yönetmen Nazan Kesal, Işık Üniversitesi Sinema TV Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mutlu Parkan, oyuncu Taner Birsel ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı’dan oluşuyor. “Uluslararası Yarışma Jürisi”nde ise, yönetmen-senarist Jessica Woodworth, Berlin Film Festivali Kısa Film Küratörü Maike Mia Höhne, oyuncu Meltem Cumbul, görüntü yönetmeni Florent Herry ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı bulunuyor. 11. Akbank Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal ve Uluslararası Yarışma’da “En İyi Film” olarak seçilecek eserlerin yönetmenleri, Akbank Sanat tarafından 5.000 Dolar ile ödüllendirilecek.

İstanbul Film Festivali’nin jüri üyeleri belli olmaya başladı

$
0
0
Bu yıl 4-19 Nisan tarihleri arasında Zeki Demirkubuz’un jüri başkanlığında gerçekleştirilecek olan 34. İstanbul Film Festivali’nin jüri üyeleri belli olmaya başladı.Zeki Demirkubuz’un ‘Kor’ ve Ali Kasapoğlu’nun Hrant Dink’in hayatını konu alan ilk uzun metrajlı filmi ‘Soğuk Gece’de oynayan 18 yaşındaki oyuncu Maral Büyüksaraç genç yaşta vefat eden yönetmen, senarist ve yapımcı Seyfi Teoman anısına 3’üncüsü verilecek “Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nün jürisinde olacak. Bu dalda En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan filmin yönetmenine ‘CMYLMZ Fikir Sanat’ aracılığı ile 30 bin TL ödül verilecek.

‘Öykü bizim sevgilimiz’

$
0
0
Çankaya Belediyesi, Ankara Üniversitesi ve Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği işbirliğiyle düzenlenen ‘14 Şubat Dünya Öykü Günü’ne az kaldı.Bu yılki açılış bildirgesini Murathan Mungan’ın okuyacağı, 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nde, aralarında yazar Murathan Mungan, Vüs’at O. Bener, Füruzan, Haldun Taner ve Tomris Uyar’ın da bulunduğu edebiyatçıların eserleri Ankaralılarla buluşacak. Etkinlik, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu’nda 15.00-17.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek.Etkinliğin ‘2015 Yılı Dünya Öykü Günü Bildirisi’ni Murathan Mungan okuyacak. Devlet Tiyatroları sanatçılarından Şahin Ergüney ve Fulya Yeşilkaya’nın Murathan Mungan’ın ‘Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti’ öyküsünü seslendireceği programda, Ankara Üniversitesi konservatuvar sanatçıları da müzik dinletisi sunacak.Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği’nin kurucusu ve 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nün fikir babası yazar Özcan Karabulut, öykü gününün neden tüm dünyada sevgililer günü olarak kutlanan 14 Şubat’a denk geldiğini şu sözlerle anlatıyor: “Herhangi bir gün de olabilirdi ama neden 14 Şubat olmasın? Şaşırtıcı gelebilir, Dünya Öykü Günü olarak 12 Eylül’ün olmasını öneren şair dostlarımız da vardı. Bu öneriyi kabul edemezdik, değil mi? Sait Faik, ‘Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey’ diyor. Biz, ‘Paylaştıkça, çoğaldıkça bir anlam kazanır’ diye ekledik ve Sait Faik’in bu sözünden hareketle dünya öykü gününün kutlanacağı gün olarak 14 Şubat’a karar verdik. Ankara’da ülkemizin dört bir tarafından gelen öykücülerimizle tartıştık ve bu günü benimsedik. Öyküyle, sevgiyle, Sevgililer Günü’yle birleştirilen bir gün oldu 14 Şubat. Öte yandan hiç de basit bir değerlendirme olmaz diye düşünüyorum, öykü bizim sevgilimiz aynı zamanda.”Maden işçileri üzerine öykü okumalarıBursa Yazın ve Sanat Derneği ve Nilüfer Belediyesi işbirliğiyle Bursa Nazım Hikmet Kültürevi’nde de Dünya Öykü Günü buluşması gerçekleştirilecek. 14 Şubat Cumartesi saat 17.00’de bildiri okunarak başlayacak olan programda, Şaban Akbaba, Hande Baba, Buket Başaran Akkaya, Deniz Moralıgil, “Ölüm Vardiyası: Maden İşçileri Üzerine Öykü Okumaları” yapacak.

Anadolu’nun antik tiyatroları

$
0
0
Binlerce yıldır birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu’nun antik kentlerinde kurulan tiyatrolar “Ancient Theaters of Anatolia” adıyla kitaplaştırıldı. İngilizce olarak hazırlanan eserde, 100’ü aşkın tiyatro fotoğraflarıyla ayrıntılı anlatılıyor.Araştırmacılar tarafından en çok merak edilen ve fotoğraflanan tarihi mekanların başında antik tiyatrolar geliyor. Anadolu’da sayıları yaklaşık 150 civarında olan bu tiyatrolar, 15 sene içinde üç kez kitaplaştırıldı. İlk çalışma, 2000 yılında hava fotoğrafçılığı konusunda uzman olan Fatma-Orhan Durgut çifti ile gazeteci Özgen Acar tarafından gerçekleştirildi. Durgut çifti, ‘Anadolu Antik Tiyatroları’ (Celsus Yayınları) adlı kitap için 135 antik tiyatronun fotoğrafını havadan çekti, Özgen Acar da tiyatrolarla ilgili bilgileri, gravürleri, planları topladı. İkinci çalışmayı 2009’da YEM Yayınevi yayınladı. Yine aynı adı taşıyan kitap için Yaşar Yılmaz, 115 antik kent ve 119 tiyatroyu gezerek 41 bin km yol kat etmişti. Üçüncüsü ise, tüm kitaplarını İngilizce olarak yayımlayan Kocabıyık&Ertuğ Yayınları’nın hazırladığı “Ancient Theaters of Anatolia”.174 renkli levhanın yer aldığı 208 sayfa, büyük boy basılan eser, Oxford Üniversitesi’nde Klasik Arkeoloji profesörü ve Türkiye’deki Aphrodisias kazılarının başkanı olan R.R.R. Smith’in metinleri ve yüksek mimar Ahmet Ertuğ’un fotoğraflarından oluşuyor. Eserde yer alan fotoğraflar, tiyatroları detaylarıyla gösteriyor. Kitap antik dönemde tiyatroya dair bir girişle açılıyor ve sonra sırasıyla bugüne kadar korunabilmiş bu olağanüstü yapıları tanıtıyor. Tiyatroları süsleyen heykeller ve freskler de eserde ayrı bir yere sahip.Bugün Türkiye’de 150’ye yakın antik tiyatro bulunuyor. Çoğu Ege ve güney sahillerindeki kentlerde yer alan bu tiyatroların en iyi durumda olanlarına genellikle Asya ve Likya-Pamphylia yörelerinde. Kentlerdeki en büyük ve çevreye en hâkim yapılar olan tiyatroların kapasiteleri ise 2 bin kişi ile 20 bin kişi arasında değişiyor. Büyük bir kısmının kent silüeti içinde son derece görünür anıtsal büyüklükte sahne arkası yapıları var. Dış yüzeyde ağırbaşlı taş süslemeler, iç mekânda sıralar halinde ihtişamlı sütunlar dikkat çekiyor. Antik tiyatrolar, Roma döneminde, Anadolu’nun zengin kentleri başta olmak üzere doğu yörelerinin en parlak kurumları olmuş. Acaba günümüzde neden değil, keşke olsa…

Müzik ve tarih buluşması

$
0
0
Martı İstanbul Hotel ve Lila Müzik işbirliğiyle gerçekleştirilen “Martı Klasikleri” adlı klasik müzik konserleri ve sohbetleri 10 Şubat'ta piyanist Hüseyin Sermet ve ünlü tarihçi İlber Ortaylı ile devam ediyor.Saat 20.00'de Sermet'in dinletisiyle başlayacak olan "Tarih ve Müzik" konulu program, Prof. Dr. İlber Ortaylı'nın moderatörlüğündeki sohbet ile devam edecek. Sermet dinletisinde Alman besteci ve müzik eleştirmeni Robert Schumann'ın 21 yaşındayken yazdığı Pappillons (Kelebekler) adlı eserini yorumlayacak. Sohbette ise 1800'lü yılların Almanya ve Avrupa'sının tarihi fonu, Alman besteci Schumann'ın hayatı, Papillons isimli eseri, eserin bestelendiği yıllar ve esere ilham kaynağı olan Jean Paul'un Flegeljahre romanı konuşulacak.

Sinop’taki iktidar imgeleri

$
0
0
Beyoğlu’ndaki Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED) ve Koç Üniversitesi Yayınları 9 Şubat Pazartesi günü, Scott Redford'un Ağustos 2014'te yayımlanan "İktidar İmgeleri: Sinop İçkalesi’ndeki 1215 Tarihli Selçuklu Yazıtları" isimli kitabı üzerine bir söyleşi düzenleyecek.Ortaçağ Anadolu'sunun en görkemli örneklerinden biri olan Sinop İçkalesi’ndeki 1215 yılının yazında, beş aylık bir dönemde yapılan 16 yazıt üzerine yaptığı çalışmada Redford, yazıtların derinlemesine yeniden okumasını ve analizini yapıyor. Sadece Selçuklu mimari pratiğine yeni bir analiz katmakla kalmıyor, ayrıca içkalenin mimarisini yeniden değerlendirerek Bizans dönemine tarihlendiriyor. Saat 18.30’da başlayacak olan programın konuşmacısı Scott Redford, tartışmacı ise Suzan Yalman. (0212 393 61 01)Scott Redford

İtibar’ın Şubat sayısı yayınlandı

$
0
0
İtibar, her sayısında olduğu gibi usta çizer Hasan Aycın’ın çizgisiyle açılıyor. Hemen arkasından Hüseyin Atlansoy’un “Bella Bella” şiiri geliyor. Derginin şiir sayfaları Hakan Arslanbenzer’in “Halvet Der Encümen”, Nihat Hayri Azamat’ın “Yağmur” ve Cevat Akkanat’ın “Seninle Konuşmalarımın Sonrasıdır” başlıklı şiirleriyle devam ediyor.Bu sayının diğer şairleri ise, Mehmet Narlı, Zafer Acar, Aykut Nasip Kelebek, Enes Talha Tüfekçi, Raşit Ulaş, Bilal Can, Nurettin Durman, Ercan Yılmaz, Suavi Kemal Yazgıç, Yusuf Özkan Özburun, Emel Özkan, Zeynep Tuğçe Karadağ, Melih Tuğtağ, Rabia Gelincik, Gökhan Ergür, Ali Oturaklı, Mehmet Burak, Fatih Muhammet Atasever, Ünsal Ünlü, Şenol Korkut, Ali Emre ve Enes Kılıç. Derginin Şubat sayısının öykü sayfalarında ise Cemal Şakar’ın “Bir Öyküye Giremeyen Parçalar”, Sibel Eraslan’ın “Hotel California”, Güray Süngü’nün “Cana Kıymık”, İsmail Isparta’nın “Ebu Zer” Doğukan İşler’in, “Akşam Sofrasında Yedi Kişilik Bir Aile Oyunu”, Emine Batar’ın “Süleyman’ın Ölümü”, Betül Nurata’nın “Yüzümü Tanı, Adımı Öğren, Elimden Tut”, Nurdan Garparslan’ın “Çocukluk Arkadaşı” ve Rabia Macit’in “Hoşça Kalır mıyız?” öyküleri bulunuyor. İtibar’ın Şubat sayısında, son dönemdeki Osmanlıca tartışmaları bağlamında, Murat Erol, D. Mehmet Doğan ile konuşmuş. Doğan, “Harf İnkılabı, din değişikliği yapılamadığı için yapılmıştır” diyor. Bu söyleşinin hemen arkasından Kâzım Berkay Özkardaş’ın, Türkiye Sevgisi İmandandır kitabıyla tanınan Ebubekir Kurban’la yaptığı söyleşi geliyor. Kurban şöyle diyor: “Dünya sisteminin bizi çağırdığı yeri biliyoruz: Cehennem.” Düzenli yazılarıyla her ay okuyucuyla buluşan İhsan Fazlıoğlu “Fıtrat, Nazar ve İstidlâl: Akıl mı Akletmek mi?” adlı yazısıyla dergide yer alıyor. Ercan Yıldırım “Medeniyet Tahayyülü Olarak İslamcılık”, Mehmet Dinç “Çabuk Hazza Karşı Yavaş Huzur”, Hüsrev Hatemi “Ahmet Haşim’in Nesri”, Tarık Tufan “Mutlak Hakikatin Önüne Ömrünü Sermek” başlıklı yazılarıyla derginin fikriyat sayfalarında yer alıyor. İlker Nuri Öztürk, Mustafa Ruhi Şirin, İsmail Süphandağı, Ali Sali, İsmail Isparta, Mustafa Akar, Yasin Şafak, Ayşenur Alper, Mustafa Karadavut, Osman Toprak ve Müslim Coşkun yazılarıyla İtibar’ın Şubat sayısına katılan diğer isimler… (www.itibar.com.tr)

İlham kaynağı sabit bakışlar

$
0
0
Eserleri, geçtiğimiz kasım ayında dokuzuncusu gerçekleştirilen Contemporary İstanbul’da (CI) sergilenen İtalyan fotoğrafçı Giuseppe Mastromatteo’nun Türkiye’deki ilk kişisel sergisi 5 Şubat’ta C.A.M. Galeri’de açılıyor.Mastromatteo’nun sanatsal yolculuğuyla ilgili kapsamlı bir sunum olan sergide, sanatçının önceki serileri “Pre-Indepensense” (2007) ve “Indepensense” (2009-2012)’den de bir seçki yer alacak. CI’da da sanatçının Pre-Indepensense 2 serisinden ‘Lambda print’ eseri sergilenmişti. Fotoğraf eleştirmeni, gazeteci, küratör ve fotoğraf uzmanı Deniz Curti, Mastromatteo’nun sanatını şöyle anlatıyor: “Giuseppe Mastromatteo, ‘Homogenic’de sekiz farklı suratın dizilimini ya da derin düşünceye dalmış sekiz bakışın ritmik düzenlenmesini sunuyor. Mastromatteo ilham kaynağını sabit bakışlardan alıyor. Süjelerin gözleri her zaman aynı. Dar, karanlık ve insanın içine işleyen oryantal gözler boşluğa bakmaktan asla vazgeçmiyor ve geride uçsuz bucaksız bir sonsuzluk hissi bırakıyor. Burada bahsi geçen his günümüzün siber ortamında; her şeyin parmaklarımızın ucunda erişilebilir olduğu ve bizim her şeye sahip olduğumuz düz ve hatta homojen bir görüşten ortaya çıkıyor... Muhtemelen portrelerin esas konusu rahatsızlık uyandıran, güçsüzlüğü ve ifade zorluğunu ortaya çıkaran “boşluk” hissi.Giuseppe MastromatteoMastromatteo’nun yüzleri entelektüel yetersizliğe yol açan olayların metaforu ve eleştirmenine dönüşüyor; fotoğraflarda kullanılan siyah arka fon düşünce farklılığını destekleyen günümüz kültürel ortamına bir gönderme niteliğinde. Böylece anlıyoruz ki “Homogenic” kendini sırf görsel olarak değil de günümüz çağdaş ortamında bir deneyim olarak sunuyor ve sanatçının yepyeni bir dönemini başlatıyor.” Sergi 28 Şubat’a kadar görülebilir. (0212 245 79 75) www.camgaleri.com

Çocuklar ailenin resmini çizecek

$
0
0
Bu yıl 'Ailem ve Ben' temasında resimlerin kabul edileceği 34. Pınar Resim Yarışması'na başvurular başladı.Türkiye, Almanya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki bütün ilkokul ve ortaokul öğrencilerinin katılımına açık olan yarışmaya 6-14 yaş arasındaki her çocuk katılabilir. Jüri değerlendirmesi sonucu seçilecek 23 öğrenci, 15-19 Haziran 2015 tarihleri arasında düzenlenecek Pınar Sanat Haftası'nda ressam Prof. Ergin İnan ve ekibi yönetiminde İstanbul'da buluşacak. Yarışmada dereceye giren 23 öğrenciye profesyonel resim malzemelerinden oluşan bir resim çantası ve İPad mini hediye edilecek. Finalistler arasından, ressam Prof. Ergin İnan tarafından Sanat Haftası performansına göre yapılacak değerlendirme sonucunda 3 minik ressama da Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı aracılığıyla bir yıl süreyle burs verilecek. Yarışmaya son katılım 15 Nisan 2015. (www.pinar.com.tr)

Mehmet Kaplan anılıyor

$
0
0
Yeni Türk edebiyatı çalışmalarının en tanınmış isimlerinden hocaların hocası olarak bilinen merhum Prof. Dr. Mehmet Kaplan, doğumunun 100. yılında anılmaya devam ediyor. ESKADER (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) de Mehmet Kaplan için 5 Şubat Perşembe günü saat 18.00'de bir anma programı düzenliyor. Derneğin yedi yıldan beri devam eden Bâbıâli Sohbetleri'nin 231'incisi, Mehmet Kaplan'a ayrıldı. Hoca'nın son asistanlarından, İstanbul Aydın Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Necat Birinci, Mehmet Kaplan'ın çalışma hayatını, fikirlerini, eserlerini, çalışma disiplinini ve öğrencileriyle münasebetlerini anlatacak.
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live