2011 yılı Türkiye’de fotoğrafçılık, özellikle de basın fotoğrafçılığı açısından çok önemli bir yıl oldu.Zaman Gazetesi Fotoğraf Servisi’nin öncülüğünde “Türkiye’de Zaman” projesi ortaya çıktı. Projede çekilen fotoğraflar Türkiye’nin en iyi fotoğrafları olmadı belki ama bu proje ondan çok daha değerli bir miras bıraktı Türkiye fotoğrafçılığına. Dünyaca ünlü 25 fotoğrafçı, Zaman Gazetesi’nin davetlisi olarak ülkemize geldi ve her biri farklı bir proje üretti. “Türkiye’de Zaman” fotoğraf sergisi ve albümü de bu fotoğrafların derlemesinden oluşan ürünler olarak ortaya çıktılar.Bu projenin önemli yanı bence çekilen fotoğraflar değil, projeye katılan fotoğrafçıların Türkiye’de bulunmaları, yanlarında Türk asistanlarla çalışmaları, ki bu genç arkadaşlar için çok önemli bir deneyimdi. Fotoğrafçılar ve öğrencilerle söyleşiler yapmaları, ayrıca video söyleşiler gerçekleştirmeleri ve en son ürün olarak da geçen hafta piyasaya çıkan “Fotoğraf Konuşmaları” kitabında söyledikleriydi. Fotoğrafçıların yanı sıra, dünya basın fotoğrafının gelmiş geçmiş en büyük editörlerinden John G. Morris, dünyanın bu alandaki en ünlü akademisyenlerinden profesör Dr. Ken Kobre ve Paul Martin Lester ve Avrupalı fotoğraf editörleri Andreas Trampe ve Marie Sumalla Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen bir oturum ile deneyimlerini fotoğraf dünyası ile paylaştılar. Kısacası bu proje Türkiye basın fotoğrafçılığına çok ciddi kültürel bir miras bıraktı.Basın fotoğrafçıları ve belgesel fotoğrafçılar ilginç insanlardır. Fotoğrafın gücüne, insanlığın iyiliğine, dürüstlüğe, sevgiye ve dünyanın düzelebileceğine gönülden inanırlar. Dünyaca ünlü bu fotoğrafçılar, Türkiye’de bir memur maaşı karşılığında, sevdiklerini evde bırakıp bu projeye katılmak için haftalarını harcadılar. Başka herhangi bir meslek dalındaki, bu fotoğrafçıların yarısı kadar ünlü kişileri, onların aldığının on katı ücrete getiremezsiniz Türkiye’ye. Çünkü bu insanlar mesleklerini para kazanmak için icra etmezler. İnsanlık yararı onların en temel motivasyonudur. Böyle olmasa, Robert Capa öleceğini bile bile, savaş alanlarında fotoğraf çekerken, “Fotoğraflarınız yeterince iyi değilse, konuya yeterince yakın değilsinizdir” diyebilir miydi? Yoksa, Sebastiao Salgado içini kanatıncaya kadar Afrika’da günde binlerce insanın gözünün önünde ölümünü fotoğraflayabilir miydi? Maalesef basın fotoğrafçılığı ve belgesel fotoğrafçılığın genel alanları, insanların dramlarından konu alır. Bu nedenle de fotoğrafçılar, fotoğrafını çektikleri insanların yüküne ortak olur ve diğer insanlara aktarırlar.Basın fotoğrafçılığı mesleğinin kişisel zorluklarını, yıllarca birçok ünlü fotoğrafçıyla çalışmış bir fotoğraf editörü olan Howard Chapnick şöyle belirtiyor: “Basın fotoğrafçıları sınırsız enerjiye, bitmez tükenmez bir çalışma isteğine, onulmaz bir iyimserliğe, macera ruhuna, zor koşullar altında yaşama becerisine ve tehlikeyi göze alma cesaretine ihtiyaç duyarlar. Basın fotoğrafçılığı tüketici bir metrestir, yalnız eşler ve ihmal edilmiş çocuklar yaratır.” Bütün zorluklarına karşın, belki de bu koşulların ortaya çıkardığı heyecan duygusu, dünyayı değiştirebilme, kötülüklere son verme güdüsü, basın fotoğrafçılarının bıkmadan usanmadan yıllarca mesleklerini sürdürme isteğini sağlamaktadır.Dünyanın görsel tarihini yazan, aralarında Steve McCurry, Bruno Barbey, Reza, Christopher Morris, Anders Petersen, Ami Vitale ve Nikos Economopoulos gibi çok ünlü fotoğrafçıların yer aldığı bu güzel insanlar, bizlere fotoğraflarının yanında çok değerli bir hediye bırakarak Türkiye’den ayrıldılar. Fotoğrafçılığa, belgesele, yaşama ve felsefeye ilişkin görüşlerini kendileriyle yapılan söyleşilerde aktardılar. Selahattin Sevi editörlüğünde ve John G. Morris’in sunuş yazısıyla bir kitap haline gelen bu çalışmanın adı “Fotoğraf Konuşmaları”, Zaman Kitap tarafından yayınlandı. İnsana, fotoğrafa, belgesele ve yaşama ilgi duyan herkesin edinmesi gereken bu kitapta, dünyaca ünlü fotoğrafçılar deneyimlerini bizlerle paylaşıyor.
↧