Ömer Ayhan yeni romanı Şehrazat’ta Yeşilçam’ın kayıp filmlerinin peşine düşen ilginç roman kişileri üzerinden yakın tarihimize ve günümüzün toplumsal çalkantılarına bakmamızı sağlıyor. Farklı anlatıcıların ağzından ilerleyen roman, sıra dışı karakterleriyle olduğu kadar ustalıklı diliyle de etkileyici.Ömrünün son yıllarını Yeşilçam’ın kayıp filmlerini bulmaya adamış Asaf Onur etkileyici bir karakter. Sadece sinema tarihindeki değil, edebiyat tarihindeki unutulmaya yüz tutmuş eserlere de atıf var romanınızda. Nedir sizin için ‘kayıp eserler’i bunca çekici kılan? Kayıp ve/veya unutulmuş eserlerin, toplumda hafıza kaybına tekabül ettiğini düşünüyorum. Bir ülkenin başına gelen felaketlerde hafıza kaybının, unutmanın, olguları bilerek derinlere gömmenin payı büyük. Tanpınar bunun için didinmişti, çırpınışlarının basit bir maziseverlik olmadığı ne yazık ki çok geç anlaşıldı. Romana dönersek, sadece rahmetli Halit Refiğ’in ve Türk sinemasının önemli filmlerinden Şehrazat değil, iki bine yakın film kayıp. Bu, akıllara zarar bir sayı. Dünya üzerinde bu kadar büyük bir umursamazlık ve kadirbilmezlikle karşılaşacağınız başka bir memleket yok. Unutmak, unutturmak ve yok etmek genlerimize âdeta zorla kazındı. Romanda farklı anlatıcılar var, hepsinde dikkati çeken ortak özellik, sinema üslubunu çağrıştıran tasvirler. Attilâ İlhan, romanın sinema çağında yaşayabilmesi için onun imkânlarından yararlanması gerektiğini söylemişti. Siz ne dersiniz?Attilâ İlhan ileriyi görebilen bir sanatçıydı. Bu sözleri 1950’lerde söyledi. Bugün DVD’ler aracılığıyla evlerimiz de birer sinema salonuna dönüşmüş durumda. Elbette bir roman sinematografik olmak zorunda değildir, ama sanat formları Borges’in ayna metaforu gibi birbirini çoğaltıp yansıttığına göre, edebiyatçı algılarını sürekli bilemek zorunda. Şehrazat’ta parodi ve pastişin imkânlarından bir miktar yararlandım. Yeşilçam’ın altın çağına özgü jargon, roman için itici güçtü.Şehrazat bir kent romanı. Daha önceki kitaplarınızda da şehrin boğucu yüzünü yazmıştınız. Bu kez sanki karakterler şehir karşısında daha çaresiz... Bir gün şehirlerin daha yaşanılır hale geleceğine dair umudunuz var mı? Açıkçası böyle bir umudum kalmadı. Şehrin boğucu yüzünü yazmak benim için bir tercih değil, siyasetçilerin bizatihi dayattığı bir mecburiyet. Çok basit bir örnek vereyim; Yeşilköy’deki havaalanını tahditli bir kullanımla handiyse yok etme kararı alıp alternatifini ta Silivri’ye kondurduğunuzda, insanlar için öncelikle kaos inşa ediyorsunuz. AVM’ler olmasın mı, olsun tabii, ama neden bu konuda dünyanın birinci ülkesi olmaya koşuyoruz, nedenini anlayabilen var mı? İzmir şimdilik daha şanslı, köy gibi diyerek horlamaya çalışıyorlar, peki İstanbul megakent oldu da ne oldu? Tarihle doğanın, misyonu sözüm ona muhafaza etmek olan bir iktidar tarafından ranta kurban edildiği şehirlerimiz elbette boğucu, bu zihniyetle daha kötü günleri de göreceğiz.Romandaki emekli asker karakteriyle yakın tarihimize incelikli ve ironik bir şekilde yaklaşıyorsunuz. Hem de birçok ‘darbe romanı’ndan daha etkileyici bir üslupla... Örtük bir darbe romanı diyebilir miyiz Şehrazat için? Biraz sağ gösterip sol vuran bir roman Şehrazat. Yeşilçam dünyasına göndermeler, kayıp filmler, gönül ilişkileri, kimsesizlik, kent romanına has özellikler derken aslında hepsinden önce, işaret ettiğiniz gibi bir darbe romanı olduğu söylenebilir. Bizde biraz didaktik bulduğum bir siyasal roman geleneği var, romanı kurarken kafamdaki soru şuydu: Okura fark ettirmeden siyasal özellikleri ağır basan bir roman yazabilir miyim? Bunun için yol yordam aradım ve sonunda absürtten istifade etmeye karar verdim. Çünkü darbe teşebbüsleri ve yaşadığımız çağda hâlâ bundan medet umulması bana absürt hatta patetik geliyor. Darbelerin tek tek sonuçlarına bakın ve sonra parçaları birleştirin. Görüp göreceğiniz toplu bir cinnettir, ne yazık ki başka bir şey değil.“Adaleti ayaklar altına alırsanız, vicdanlar yaralanır”Romanın fonunda Gezi olayları var. Edebiyat çevrelerinde de çok tartışılan bir konu... ‘Gezi’den Sonra Edebiyat’ başlıklı dosyalar yapılıyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Bunları değerlendirmek için henüz erken. Sonuçları asıl önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Kendi adıma Gezi sürecinin bittiğini düşünmüyorum. Bir ülkede adaleti ayaklar altına alırsanız vicdanlar yaralanır, halkı polisinize vurdurup failleri cezalandırmazsanız insanlar en ufak rüzgârda sokağa çıkar. Gezi’den sonra hangi siyasi görüşte olursak olalım, olup bitenlere biraz daha farklı bakıyorsak, artık başka biri olduğumuzu, değiştiğimizi gösterir bu. Bizler vicdanlı insanlarız, devlet ve polisinden de aynısını bekliyoruz. Yoksa bu dünyada ahirete hazırlansanız ne olacak, kimi kandırabilirsiniz?
↧