Notre Dame de Sion 2014 Edebiyat Ödülü geçtiğimiz hafta Fransız Sarayı’nda düzenlenen törenle Afganistanlı sürgün yazar Atiq Rahimi’ye verildi. Rahimi, ödüle değer bulunan ‘Kahrolsun Dostoyevski’ kitabında, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı eserinden ilhamla suç, ceza ve vicdan kavramlarını kendi ülkesinin şartlarında yeniden yorumladı. Yazarla kitabını ve ödülünü konuştuk.Kitabınızda insan doğasının en hassas konularını ele aldınız. Suç işlemeye duyulan arzu, pişmanlık, vicdan, iç hesaplaşma, adalet… bütün bunları irdelerken nelerden beslendiniz?Özellikle savaş ortamındaki sorumluluk konusunu kendime hep sormuşumdur. Devlet yararı ya da vatanseverlik dışında, hangi manevî makam öldürmeye teşvik eder? Bu soru benim içimi kemiriyor çünkü burada insanoğlunun tarih karşısındaki sorumluluğu söz konusu. Edebiyat, suçu yok etme gücüne sahip değil, ama suçun bilincine varmamızı sağlıyor. 2002'de Afganistan'a geri döndüğümde, iç savaşa katılmış olan komünist arkadaşlarımla ve genç mücahitlerle görüştüm. Vicdan azabı ya da pişmanlık duymadan, içleri rahat geziyorlardı. Suçluluk duygusuna kapıldılar mı? Bir insan cinayeti nasıl yaşar? Ne kahraman ne de kahraman karşıtı olan bir insanın yazgısını araştırmak beni ilgilendiriyordu. Bu sebeple romanlarım daima kayıp ya da zavallı insanları tarif eder. Burada, kayıp bir öğrenci, bir yandan cinayeti vasıtasıyla ülkesini, kültürünü ve dünyasını keşfederken, kendi kendini de ortaya çıkarıyor. Onun öyküsü sayesinde, onun doğduğu toprakların tarihini de anlamış oluyoruz. Romanınızın kahramanı Resul’de de, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’unda da, vicdan önemli bir unsur. Sizce vicdan her zaman doğruyu görmemize yardımcı olur mu? Vicdanla yüzleşip suçu itiraf etmenin önemi nedir?Gerçekten de, sadece kendi eylemlerinin bilincinde olmak yetmez. Bu, sadece işin başlangıcı! İnkârdan kurtulmak gerekir. Bu inkârdan kurtulmak için, itirafa başvurmak, suçunu adlandırmak gerekir. İtiraf insanın kurtulmasına yarar, ama bu sadece suçunu kendi kendine itiraf edip bilincine varmakla değil, suçunu başkasına söylemek, yüksek ve anlaşılır bir sesle duyurmakla olur. Sonya bu yüzden Raskolnikov'a bir dört yol ağzına gidip toprağı öpmesini ve itirafını herkes önünde yapmasını söylüyor. Raskolnikov kanun önünde itiraf etmek zorunda ama Sonya'ya itiraf etmek zorunda değil. Oysa, tersini yapıyor; önce sevdiği kadına, tıpkı insanoğlunun acıları karşısında olduğu gibi, onun ayaklarına kapanarak, ona itiraf ediyor; ondan sonra, kanıt olmadığı için Raskolnikov'u hiç bir zaman tutuklayamayan Porfiri Petroviç'in temsil ettiği kanun karşısında itiraf ediyor. Dostoyevski'nin eserinde, adalet için kanıttan ziyade itiraf önemlidir, eylemden ziyade söz önemlidir. Suç ancak itiraf edilmek, acı da anlatılmak için vardır.Yıllar önce yayımlanan ‘Toprak ve Küller’ adlı eserinizde de, ‘Kahrolsun Dostoyevski’de de söylemek istediğiniz evrensel bir mesaj olduğu görülüyor. Kitaplarınızda arayışında olduğunuz nedir? Afganistan'da ne bir savaş ağasının, ne de bir savaş suçlusunun eylemlerinin bilincinde olmadığını görmek içimi kemiren bir şey. İslam, başlangıçtaki suçluluk duygusunu kaldırdı. Hristiyanlıkta, insanoğlu günahla doğar. Bağışlanmak için, önünde bütün bir ömrü vardır. Bu, insanın hep masum olarak görüldüğü İslam'a terstir. Müslümanlar bir balonun içinde yaşıyorlar. Din ve gelenek onları etrafta dolanan Şeytan'dan koruyor. Dolayısıyla bu donmuş, kalıplaşmış Müslüman toplumu, kötülük başkalarından geldiği için, başka olanı reddediyor. Suçluluk duygusunun olmayışı bir çeşit inkâr demek oluyor. Lacan'a göre bu duygu; içinde kapalı kalanlar için nevroz, içine girmeyi reddedenler için de psikoz olmak üzere, iki patoloji doğuruyor. Afgan toplumu, kendi suçlarını kabul etmediği için, psikoz içinde yaşıyor. Bu, tüm bir ulusun suçluluğunu emen bir ‘sabır taşı’ hâline gelen Resul'ün durumuyla bir karşıtlık oluşturuyor. Suçunu itiraf etmek en temel davranışlardan biridir.Kitabınız ilk yayımlandığında gerçekleştirdiğimiz röportajda Dostoyevski’den ziyade kendinizi Kafka’ya yakın hissettiğinizi söylemiştiniz. Dostoyevski’den bir roman taslağı ödünç almanıza rağmen Kafka’ya duyduğunuz yakınlığın sebebi nedir? Çünkü, Afganistan Kafka tarzı bir ülkedir! Resul kendi davası aracılığıyla, hâkimlerin tüm savaş suçlularının davasını başlatmasını umuyor. Oysa o, yaptıklarından değil, kimliğinden dolayı yargılanıyor. Bu karakter tam Kafka tarzı... Kafka'da bir dava vardır ama suç yoktur, oysa burada suç var ama dava yok. Bu başıboşluk bir yazgı hâlini alıyor. Yüzlerce masumu öldüren bir bomba atmak bir suçluluk ortaya koymazken, bir muhabbet tellalı bir kadını öldürmek âdeta bir görev sayılıyor.Ve şimdi Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü ile ödüllendirildiniz. Bu ödül sizin için ne ifade ediyor? Anlaşıldığınızı, mesajınızı okurlarınıza iletebildiğinizi düşünüyor musunuz?Bu ödül büyük bir sürpriz oldu. Hoş bir sürpriz. Bir onur! Türk okuyucularım ve gazetecilerle görüşürken kitabımı çok dikkatli okuduklarını fark ettim. Durumu ve karakterim Resul’ü, Fransa ve diğer ülkelerdeki okuyucularımdan daha iyi anlamışlar. Benim çok sevdiğim bu kitap, Türkiye'de gördüğü ilgiyi başka yerlerde görmedi.
↧