Oyuncu kadrosuyla öne çıkan ‘Son Üç Gün / 3 Days to Kill’, klişe bir temaya yaslanan senaryosuyla dikkat çekiyor. Kreatif hamlelerden uzak duran Joseph McGinty’nin ‘memur’ refleksiyle yönettiği filmin senaryosu ise Fransız yönetmen Luc Besson’a ait.Bazı filmler size bir şey anlatmaz; aslında bir meselesi de yoktur, fakat varmış gibi yapar. İki gram bal için bir çuval keçiboynuzunu yemenizi isterler. Bugün gösterime giren ‘Son Üç Gün / 3 Days to Kill’, bu tür filmlerin en ‘taze’ örneği.Düşük profilli yapımların yönetmeni Joseph McGinty Nichol (filmlerinin jeneriğine adını ısrarla McG olarak yazdırıyor), ölmüş bitmiş, hatta ardından görkemli mersiyeler yazılmış bir temaya gönül indiriyor: Emekli olmadan önce son bir iş yapmak için anlaşan adamın (polis, ajan, hırsız, katil...) dramı! Quentin Tarantino gibi stil sahibi bir ‘pastiş uzmanı’ olsa, ortaya çıkan ürün bir nebze sineye çekilebilir. Ancak geçmişi Charlie’nin Melekleri’ne dayanan McG’den fazlasını beklemek haksızlık olurdu. Yine de haksızlık etmeyelim, zira asıl ‘suçlu’ o değil; senaryo ve öykü Luc Besson’a ait! ‘Nikita’nın, ‘Leon’un yönetmeni Besson, uzunca bir süredir sade suya tirit filmlerin yapımcısı, çalakalem senaryoların yazarı olmakla meşgul. Yeni marifeti ise ‘Son Üç Gün’.Olabildiğince tahmin edilebilir bir seyir izleyen filmin olay örgüsü şöyle: Gizli servis ajanı Ethan Runner yakalandığı ölümcül hastalık nedeniyle eski eşi ve kızıyla daha yakın bir ilişki kurmaya çalışır. Bu arada, tamamlaması gereken son bir görev vardır. Görevi tamamlaması karşılığında, tedavisi olmayan hastalığı için henüz deneme aşmasında olan bir ilaç kullanacaktır. Bu görev, onun yaşaması için son bir şanstır fakat işi hiç de kolay değildir.EN BAŞARILISI, KAST DİREKTÖRÜSenaryo ve öykünün sahibi Luc Besson, daha önceki benzer işlerinde gördüğümüz formülü uygulamaya devam ediyor. Klişe hikâyesine baba-kız duygusallığını eklemenin yanı sıra, baba Amerikalı, anne Avrupalı bir aileyi Paris’te buluşturuyor. Haliyle ortaya küçük çaplı bir ‘Avrupa’da Amerikalı’ olmanın getirdiği pürüzler çıkıyor. Filmin bayat ve donuk mizah anlayışının bir kısmı buradan devşiriliyor. Diğer kısmı ise Fransa’nın ciddi şekilde boğuştuğu göçmen sorunundan elde edilmeye çalışılmış: Amerikalı bir ajanın Paris’teki evinde kalan Afrikalı göçmenler ve mafyaya lüks araç kiralayan iyi aile babası bir Türk... Hikâye ve tema bir klişeye dayandığından olsa gerek, her şey kağıt üzerindeki haliyle kalıyor. Karakterler üzerinde incelikli bir çalışma yok; sadece olması gerektiği için varlar. Nedenlerine ve motivasyon unsurlarına dair derinlikli bir çalışma yapılmadığı gibi onlara özel bir dünya da çizilmemiş. Görevi adam öldürmek olan baş karakterin ‘mesleki ve vicdani sorgulaması’ ise gündeme bile alınmıyor.Bundandır ki, Amber Heard bir ‘femme fatale’ özentisinden, Coen Kardeşler’in ‘İz Peşinde’ filmiyle Oscar’a aday olan Hailee Steinfeld asi evlat tiplemesinden, Connie Nielsen da eş kontenjanından öteye gidemiyor. Kevin Costner’ın ise ‘ağırlığını’ uzun zaman önce kaybettiği herkesin malumu. Yönetmen McG, ne kadar klişe bir senaryoya sahip olsa da, bu ‘ölmüş’ türün bütün gereklerini yerine getiriyor. Herhangi bir kreatif özelliği bulunmayan ‘memur’ yönetmenlere yakışır bir eda ile filmi ‘tıkır tıkır’ işletiyor. ‘Son Üç Gün’ filminin en başarılı üyesi, hiç şüphesiz kast direktörü. Kevin Costner, Amber Heard, Hailee Steinfeld ve Connie Nielsen’ı böyle bir filmde buluşturmak, neresinden bakarsanız bakın, büyük bir başarı!HAFTANIN DİĞER FİLMLERİ
↧