‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’, Reha Erdem’in en kişisel filmi. Bütünlükten uzak ve karmaşık bir öykü anlatan film, esasında inanma(ma) sancısının acı bir meyvesi. Acı olduğu kadar kıymetli bir meyve. Zira, Reha Erdem sinemasının bugüne kadarki en büyük eksik parçası.90’lardan itibaren yükselişe geçen ‘Yeni Türk Sineması’ birçok yetenekli yönetmenin yanında ustaları da çıkardı içinden. Şimdi tek tek isimlerini saymaya gerek yok ancak ‘ustalar’ içinden en sıra dışı olanı Reha Erdem’dir. Her filmiyle başka bir dünyadan seslenir seyirciye. Hem uzak hem yakındır filmleri; ne kadar yabancıysa bir o kadar sırdaş… Henüz, ‘Yeni Türk Sineması’ ifadesi zihinlerde bile gezinmezken o, 1988 yılında ‘A Ay’ı çekmişti. Her filmde dünyasını genişleten Erdem, ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’ ile bir kez daha şaşırtıyor. Şarkı Söyleyen Kadınlar, bir kıyamet atmosferinde anlatıyor öyküsünü. İstanbul’un adalarından birinde muhtemel bir deprem nedeniyle tahliye kararı alınır. Herkes adadan ayrılır ancak bir grup insan bu karara uymayarak kalmaya devam eder. Yavaş yavaş terk edilen adada kıyamet öncesi bir atmosfer hüküm sürerken hayat şartları iyice zorlaşır. Köpeğiyle birlikte yaşayan Mesut, ayrılmayanlardandır. Evin işleriyle ilgilenen Esma, bir gün ormanda yürürken karşılaştığı kimsesiz bir genç kadını eve getirir. Derken, Mesut’un oğlu Adem, evliliğinde yaşadığı sorunlar ve yakalandığı hastalık sebebiyle babasının evine sığınır. Adem’in de gelmesiyle olaylar giderek garip bir hal almaya başlar.MASALLARIN SAKLADIĞI‘Jîn’den kalma masalsı bir gerilim atmosferinde açılıyor ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’. Esma (Binnur Kaya), rüzgârlı bir gecede kırmızı peleriniyle ormanda ilerlemektedir. İnsan suretindeki kurtlar arasında kalan kırmızı başlıklı Jîn gitmiş, yerine ‘Kosmos’un şifacısıyla uzaktan akraba kırmızı pelerinli Esma gelmiş. ‘A Ay’dan bu yana, masalların sakladıklarını, yine masalların içinde gezinerek anlatıyor Reha Erdem. Vitrinde görünen masalın ardındakileri bulup çıkarıyor ve platformu ters çeviriyor; dolayısıyla masalların gözden kaçırmaya çalıştıklarıyla karşılaşıyoruz. Onun filmlerine her seferinde bu kadar şaşırmamızın bir sebebi de bu. ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’da çok karakter görünse de aslında iki ana karakter var: Kadın ve erkek. Reha Erdem, bir kez daha, insanın bütün acziyetini erkeğin omuzlarına yüklüyor. Dünyaya gelmek için bir kadına ihtiyaç duyan erkeğin, bebeklikten çocukluğa, çocukluktan yetişkinliğe geçmek için yine kadına muhtaç olduğunu fısıldıyor. Hatta Erdem’e göre, erkekliğin hoyratlığından uzaklaşıp çocuksuluğun saflığına ulaşması için de erkeğe ‘kadın eli’ değmesi şart. Reha Erdem için kadın ne kadar inanmaya yakın ise erkek de o kadar inkâra meyyal. Kıyamet atmosferinde geçen öykünün en temel meselesinin inanç olması bu yüzden. Bu yüzden kadınlar, erkeklerden uzak olduğu vakit daha özgür. Erkeği şüpheyle eşdeğer tutuyor Erdem. Erkek, hiç de şuh olmayan bir kadının üzerine çullandığı vakit, kadının “Yapma, beni Allah yarattı” demesi kadının inanmışlığıyla ilgili. Erkeğin cevabı ise acziyetin ve şüphenin göstergesi: “Peki, beni kim yarattı?”İNANMA(MA) SANCISIİki saate yakın izlediğimiz bütünlükten uzak ve karmaşık öykü, esasında inanma(ma) sancısının acı bir meyvesi. Acı olduğu kadar kıymetli bir meyve. Zira Reha Erdem, ilk defa bu kadar kişisel bir filmle çıkıyor seyircinin karşısına. Önceki filmlerinde uç veren fakat mecazlardan dolayı kendini tam olarak göstermeyen inanç meselesi ilk kez bu kadar net ve perdesiz bir şekilde ortaya dökülüyor. Hatta o kadar perdesiz ve filtresiz ki, ister istemez bir kafa karışıklığına sebep oluyor. Çünkü filmin kendisi bir kafa karışıklığının, inanma(ma) sancısının ürünü. Bir tarafta kıyamet öncesi gerilimli bir masal atmosferinde ilerlerken, diğer tarafta kutsal kitaplardan alıntı gibi duran, üstten bir yargıyla olayları seyreden bir dış ses size yön veriyor. Yönetmen, kendi düşünce dünyasını, daha ötesi ruh dünyasını tüm çıplaklığıyla perdeye yansıtıyor. Dolayısıyla filmi, Reha Erdem filmografisinde ayrıksı bir yere yerleştirmek makul gibi görünse de gerçekçi olmaz. Tam aksine, ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’, Reha Erdem sinemasının bugüne kadarki en büyük eksik parçası. Bu film olmadan yönetmenin sinemasını anlamak ve tanımlamak eksik bir çaba olacaktır. Bu yönüyle ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’, Reha Erdem filmografisinin mütemmim cüzüdür. Reha Erdem’in sinema yolculuğu açısından durum böyle olsa da sinema açısından filmin hayli handikapları var. İçerik, tema ve atmosfer bakımından yönetmenin sinemasının işaretlerini taşıyan film, anlatım dili ve bütünlük konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Başka bir deyişle, kekeme bir film Şarkı Söyleyen Kadınlar. Bu kekemelik, sinema anlamında bir zaafın işareti; fakat filmin ‘inanma(ma) sancısı’yla kurduğu güçlü ilişkiyi düşününce kekemelik kaçınılmaz. Hasıl-ı kelam; seveni az, sevmeyeni çok bir film olacak ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’. Reha Erdem’in kişisel yolculuğunu ve sinemasını çözmek için ise kilit bir film.
↧