Tabiat ile irtibatımız koptuğu nispette tefekkür imkânları da daralıyor. Şehir hayatına sinen telaş; bir rüzgârın hışırtısı, yere düşen yağmur damlalarıyla etrafa yayılan toprağın kokusu, kayan bir yıldızın düşündürdüklerinin çok uzağına taşıyor modern insanı.Şüphesiz tabiat ile aramıza giren mesafede kapitalizmin etkisi büyük. Derviş Zaim, son filminde bu tarz hayatın tahakkümünü bir köydeki insanların yaşadıkları üzerinden görselleştiriyor. Kurmaca ile belgesel arasında bir dil tercih etmesi hikâyesinin içeriği ile denk düşüyor. İlk filmi Tabutta Rövaşata’dan (1996) itibaren gelenekle sinema dili arasında ilişki kurmaya çalışan Derviş Zaim’in üçlemesi, minyatür sanatından yola çıktığı Cenneti Beklerken (2005), hat sanatı ile yeni bir arayışa girdiği Nokta (2008) ve en son gölge oyunlarına yoğunlaştığı Gölgeler ve Suretler’in (2010) ardından çekeceği film merakla bekleniyordu.Derviş Zaim, daha öncekilerde olduğu gibi son filmi Devir’de de adeta kendi filmografisine meydan okuyarak, kurmaca ile belgeseli harmanladığı yepyeni bir girişimle karşımıza çıkıyor. Devir’de de, pergel metaforundan mülhem, ayağını gelenek ‘kavramı’ üzerine sabitliyor. Sadece Türkiye sineması değil, genel anlamda sinema açısından ciddiye alınması gereken bu kıymetli çabasının hitama ermediğinin bir delili film. Hat, minyatür ve gölge oyunundan istifade eden fakat bu sanatların ardındaki anlam dünyasından ziyade biçimsel detaylarıyla ilgilenen Zaim’in sinemasının en büyük handikapı söz konusu sanatların araçsallaşmasıyla mekanikleşen film diliydi. Çekimlerini ‘hiç bitmesin’ duygusuyla tamamladığı Devir’de bu formülasyon hissi büyük oranda kırılmış. Senaryo yazma sürecinin film çekiminin bir parçasına dönüştüğü, amatör oyuncularla çalıştığı ve daha çok gün ışığını ve belgesel estetiğini tercih etmesi, tekniğin gösterişinden ziyade gerçeğin yalınlığını ön plana çıkarması filmin temel derdiyle uyum arz ediyor. Zaim, kendisi açısından öğretici bulduğu bu deneyimi sonraki filmlerinde de tecrübe etme niyetinde. Sinemamızda çok fazla rağbet görmeyen tabiat insan ilişkisine dair henüz planları bitmemiş. Çekimlerini tamamladığı Balık da benzer bir çıkış noktasına sahip. Film Burdur’un Hasanpaşa köyünde, çok eskiden beri devam eden bir geleneğe odaklanır. Her yıl çobanlar yayladan koyunlarını köye indirdiklerinde sürüleriyle dereden geçme yarışması yapar. Her çoban sürüsünü gölden geçirir ve bunu en hızlı başaran, yarışmanın birincisidir. Ödül vardır elbet fakat esas olan, köyde kazanılacak itibardır. Takmaz lakaplı yaşlı çoban, yıllardır birinciliği kimseye bırakmamaktadır. Onun açısından bir rekabet zemini değildir yarışma fakat genç çobanlar için durum farklıdır. Geçmiş ile bugün arasındaki değişim en başta yaşlı ve genç çobanların yarışmaya yaklaşım biçimlerindeki ayrım üzerinden vurgulanır. Bu ruh haline zemin hazırlayan detaylar ise ilerleyen dakikalarda belirginleşir. Kapitalizmin hayaletlerinin kendi halinde bir köy halkını dahi ne derece etkilediğini gözler önüne serer. Söz konusu törenlerden önce koyunlar kırmızı boyalarla boyanır. Boyaların temini için toplanan kırmızı kayaların bulunduğu arazide ise dev bir mermer ocağı kurulacaktır, bu mecburiyet çobanları sentetik boya arayışına sevk eder. İnsanoğlunun tabiatı pervasızca tahrip etmesinin bir resmi de diyebiliriz maden ocağı girişimine, orada çalışan genç bir mühendisin doğaya karşı kayıtsız ve şiddet içeren tavırları ile bu bakış açısı somutlaşır. Genç çoban Ali’nin ağaçlara, bir örümcek ağına gösterdiği nezaketin, karşılaştığı geyik ile göz göze geldiğinde ona uzun uzun bakmayı tercih edişinin karşısına mühendisin geyiği avlayarak boynuzlarını kesmesi konumlanır. Zaim, belgesel estetiğine dayadığı filmini sembolik anlatımlarla ve kurduğu hikâyeyle zenginleştirir. Onu yaklaşık 750 yıldır devam eden bu ritüel konusunda en çok motive eden ise Profesör Metin Ant’ın yorumlarıdır: “Bu çok eski bir arınma şeklidir.” Devir’i izledikten sonra doğayı, şehirleri, hayatı ve insan ahlakını dönüştüren, kirleten kapitalizmin tahribatı ile arınma fikrini bir arada düşünmek elzem. Tabiatı görmezden gelen ve hızı önceleyen bu yaşama biçiminin bizi ne zamandan beri gökyüzüne uzun uzun bakmaktan alıkoyduğunu da...
↧