Uzun süredir vizyona girmek için bekleyen, birkaç defa gösterim tarihi ertelenen ‘Meddah’ filmi, nihayet sinemalarda. Batur Emin Akyel’in ilk uzun metraj filmi kayıp bir hayatı anlatıyor. Vaat ettiği naif hikâye ile seyircisini buluşturan Meddah, yaşlı bir adamın geçmişte yaptığı hatalar üzerine giriştiği çetin bir muhasebeyi konu alıyor.Uzun süredir vizyona girmek için bekleyen, birkaç defa gösterim tarihi ertelenen ‘Meddah’ filmi nihayet sinemalarda. Kayıp bir hayatı anlatıyor ‘Meddah’. Ne var ki, onu yaşayan için uzun süre şaşaalı geçen bu hayatın kaybedildiği ancak ömrün son demlerinde anlaşılıyor. Tam da insana yaraşır bir durum. Bir dönemin ünlü tiyatro oyuncusu Aziz’in yaşlılık hallerine tanıklık ediyoruz. Şöhretinin zirvesindeyken ailesine sırt çeviren Aziz, kariyerinin ‘emeklilik’ döneminde AVM’lerde meddahlık yaparak geçimini kazanmaya çalışır. Meddahlıktan kazandığı parayla ancak otel parasını karşılayabilmektedir. Ona sahip çıkan Veli’nin organize ettiği küçük çaplı bir tiyatro grubuyla da ara sıra turneye çıkar. Aziz Bey, yıllar evvel ailesine yaptıklarından dolayı içindeki vicdan azabını dindirmek için son kez bir turneye dâhil olur ve Ayvalık’ın yolunu tutar. Karşılıklı açılan dönerciler gibi bazı caddelerde birer ikişer önümüze çıkıveren AVM’lerden bir sahne ile açılıyor ‘Meddah’. Bu sahne, meddah Aziz Bey’in artık zamanının dolduğunu acı bir şekilde gösteriyor. “Haayy Hak! Râviyân-ı ahbâr ve nâkilân-ı esrâr zikrederler ki...” diye başlıyor Aziz Bey. Haliyle, ‘yeni nesil’ çocukların ilgisi daha ilk dakikadan dağılıveriyor. ‘AVM çocukları’, meddahtan sonra çıkacak palyaçoyu bekliyor hevesle. Anne-babalardan bazıları ise tatlı bir çocukluk hatırası olarak ilgiyle takip etmek istiyor ama nafile. ‘Çocuk-erkil’ toplum olmaya doğru koşar adım yol alan AVM insanları da birkaç dakika sonra palyaço çıksın da çocuklar rahatlasın diye düşünüyor. Acıklı bir durum...BİR ÖMR-İ HEDER!Meddah’ın açılış sahnesi, Aziz Bey’in trajedisinden çok daha fazlasını söylüyor. Biraz ileri gidersek, Yavuz Turgul sinemasında tecessüm eden, ‘değerler üzerinden geçmiş-gelecek mukayesesi’ için verimli bir alanı var Meddah’ın. Diğer taraftan, Aziz Bey karakteri, zaman zaman haber bültenlerinde hüzünlü bir müzik (genellikle Soner Arıca’nın ‘Kusursuz Aşk’ı) eşliğinde gördüğümüz, bir zamanların ünlü oyuncularının içine düştüğü ‘acıklı’ durumu akla getiriyor. Zira Aziz Bey, bir dönemin en meşhur oyuncularından. Hikâye, rahatlıkla yürüyebileceği bu iki geniş yolu tercih etmiyor. ‘Meddah’ın gittiği yol, reddettikleri kadar geniş ve ferah değil. Dolayısıyla hikâye bir süre sonra daralıyor ve yol bitiyor. Finaldeki baba-kız buluşmasına gelene kadar senaryonun kıvranması bu yüzden. Ana mevzuya girene kadar, tali mevzuların peşinde fazlaca vakit kaybediyoruz. Öyle ki, bu tali mevzular filmin esas malzemesi oluyor. Aziz Bey’in ‘eski’ hayranları, tiyatro sevdalıları, turne grubu içindeki anlaşmazlıklar derken meselesinden uzaklaşıyor film. Bu ‘doldurma’ mevzular ve diyaloglar, beklendiği yahut amaçlandığı gibi senaryonun yan hikâyeciği işlevini kazanamıyor. Bilakis filme vakit kaybettiriyor. Bu durumda elimizde, başroldeki usta tiyatrocu Münir Canar’ın performansı ve yakalanan güzel kadrajlar kalıyor. Vaat ettiği naif hikâye ile seyircisini buluşturan Meddah, senaryosunun alanını genişletememesi, anlatımdaki ritim sorunu, gereksiz yan hikâyeler üzerinde fazlaca durması ve Aziz Bey haricinde karakterlerini derinleştirememesi sebebiyle vasatı yakalamaktan uzak kalıyor.
↧