Küçük bir köyde yaşanan absürt olaylar zincirini mizahî bir dille anlatan ‘Sürgün İnek’, seyircisini salondan eli boş göndermiyor. Bazı sahneler kahkahasız izlenmiyor, ancak film, 28 Şubat dönemini yaşamış seyirciyi güldürdüğü kadar hüzünlendirmeyi de başarıyor.Rus sinemasının zirvelerinden biridir ‘Askerin Türküsü/Ballada o Soldate’. Grigoriy Chukhray’ın yönettiği 1959 yapımı film, propagandaya tenezzül etmeden, savaşın insanlar üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde işler. 2. Dünya Savaşı sırasında cephede gösterdiği başarıdan dolayı madalya ile ödüllendirilen genç asker Alyoşa, madalya yerine annesini görmek için komutanından iki günlük izin ister. Çünkü cepheye gelirken annesiyle vedalaşamamıştır. İzni alan Alyoşa, trenle çıktığı yolculukta birçok insanla karşılaşır, onlara yardımcı olur. Bu yüzden, izin süresinin çoğunu kullandığı için annesiyle görüşmesi kısa sürer. Annesiyle vedalaşıp tekrar cephenin yolunu tutan Alyoşa, “Geri döneceğim.” diye bağırır. Fakat biz biliriz ki o ‘çocuk’ dönmeyeceği gibi, ondan sonra da savaşlar olacaktır. Nedense, ‘Askerin Türküsü’ ile yakın-uzak hiçbir akrabalığı bulunmayan ‘Sürgün İnek’ filmini seyrettikten sonra, Chukhray’ın bu başyapıtını hatırladım. Belki de içinde yaşadığımız boğucu gündemin etkisindendir. Ama şu kesin, tarihe ‘28 Şubat’ (1997) olarak geçen o baskı döneminden absürt bir kesit sunan ‘Sürgün İnek’, komedi beklerken hüzünlendiren bir film. Güldürmediğinden değil, bazı sahneler kahkahasız izlenmiyor, ancak o dönemi yaşamış seyirciyi güldürdüğü kadar hüzünlendirmeyi de başarıyor. Önce hikâye:SÜRGÜNLERDEN SÜRGÜN BEĞEN!Hayali bir köy olan Gomalak’ta kendi halinde yaşayan evli çift Şevket ve Cemile’nin birbirlerinden ve inekleri Sarıkız’dan başkaca bir şeyleri yoktur. Bu çiftin hayatı köyün ilkokulundaki Atatürk büstünün inekleri tarafından kırılmasıyla içinden çıkılmaz bir hal alır. Olay, sadece Şevket ve Cemile’nin değil, başta okulun öğretmeni olmak üzere köyün ve hatta ülkenin gündemine oturur. Muhtarından ihtiyar heyetine, bürokratından askerine kadar herkes Sarıkız’ın peşine düşer. Bunun üzerine Şevket, olaylar yatışana kadar Sarıkız’ı komşu köy Topuzlu’ya ‘sürgüne’ göndermeye karar verir. Ancak mesele büyüdükçe ilgili bütün kişiler kendilerini trajikomik bir hal içinde bulur. ‘Sürgün İnek’, 2009 yılında yaşanan bir olaya dayanıyor. O dönem gazetelere de yansıyan olayda, Malatya’nın Yeşilyurt ilçesine bağlı Kadiruşağı köyü sakinlerinden Gül Kılınç’ın ineği ‘Gülsüm’, köydeki Atatürk büstünü kırınca bütün köylüye soruşturma açılır. Bunun üzerine Gül Kılınç, başına bir şey gelir korkusuyla Gülsüm’ü komşu köydeki akrabalarına sürgüne gönderir. ‘Sürgün İnek’in senaristi ve müfettiş rolüyle filmde oynayan Serkan Öztürk, bu olayı 28 Şubat’ın baskı ve korku dönemine başarılı bir şekilde uyarlıyor. Sürgün inek Sarıkız’ın etrafında gelişen olayları absürt bir dille aktaran film, o dönemin paranoya hallerini, fişlenme korkusunu ve bunların bürokrasiye yansıyan ‘kraldan çok kralcılık’ reflekslerini mizahi bir dille anlatıyor. Her biriyle ayrı film çekilebilecek karakterler ve bir daha bir araya gelmesi hayli zor oyuncu kadrosu, filmin güçlü yanlarından. Senaryo, ilk yirmi dakikada beklenen patlamayı yapmakta gecikse de sonrasında yakaladığı durum komedisi ile seyircisini salondan eli boş göndermiyor. 17 yıl önce, küçük bir köyde yaşanan absürt olaylar silsilesini bir başka ‘sürgün dönemi’ sayılabilecek bugünden seyretmek hüzün veriyor insana. 28 Şubat’ın akıl dışı uygulamalarına işaret eden bir öyküyü mizahi bir dille izlerken, tarihe belki de ‘26 Şubat’ (kimine göre 17 Aralık) olarak geçecek başka bir süreci yaşıyoruz. Yıllar önce yaşananlar bütün absürtlüğüyle tekrar ediyor bugün; hatta ‘yarım kalan’ bazı işler, o dönemin ‘mağdurları’ tarafından tamamlanmaya çalışılıyor. Bir haftada üç kez sürgün edilen devlet görevlileri, 10 bine yakın memurun iki ay içinde ‘rutin’ sebeplerle yerlerinden edilmesi, gencecik çocukların sokak ortasında elbirliğiyle öldürülmesi, toplumun bir kesiminin mesnetsiz bir şekilde her gün en yüksek perdeden hedef gösterilmesi, iyice ayyuka çıkan fişlemeler, paranoya halleri, korku ve baskı atmosferi… Kim bilir, bugünlerin akıl almaz uygulamaları ve ‘sürgünleri’ de 15-20 yıl sonra beyazperdede karşımıza çıkacak ve biz seyrederken güleceğiz, ağlanacak halimize. Ancak ‘Askerin Türküsü’nde annesine “Geri döneceğim” diye bağıran Alyoşa’yı izlerken bildiğimiz gibi biliyoruz ki, ‘Sürgün İnek’, baskı dönemlerinin absürtlüğünü anlatan son film olmayacak.İŞTE HAFTANIN FİLMLERİ
↧