Bu ülke, tarihinin nasıl yağmalandığına çok şahit oldu ama eminiz müzayedeye çıkarılan camileri pek çok kişi ilk kez duyuyor. Şair ve Türk-İslam sanatı tarihi araştırmacısı Rıfkı Melül Meriç'in (1901-1964), 1963'te yazdığı “Edirne'nin Tarihi ve Mimari Eserleri Hakkında” makalesi, eğer “Şehrin Hüznü” adıyla kitaplaştırılmasaydı, Edirne'deki 120 caminin akıbetini belki de uzun bir süre daha öğrenemeyecektik.Rıfkı Melûl Meriç, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri Dergisi’nin 1963 yılında yayımlanan sayısı için bir makale yazar. 439-536 sayfa arasında, oldukça uzun olan makalenin içeriği Edirne’nin tarihi ve mimarî eserleri hakkındadır. Meriç, yazısında, Edirne’de 1930’lu ve 1940’lı yıllarda satılan 120 camiyi tespit eder. Camilerin kimini Edirne Valiliği ve Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü resmî kayıtlarından, kimini gazete ilanlarından bulur. Meriç, iyi ki bu araştırmayı yapmış, eğer yapmasaydı bugün Edirne’de satılan, daha da vahimi müzayedeye çıkarılan camilerden haberdar olmayacaktık. Bu ülke, tarihinin nasıl yağmalandığına çok şahit oldu, ama açık artırmayla kelepir fiyata satılan camileri pek çoğumuz yeni öğreniyoruz. Edirne Valiliği tarafından “Şehrin Hüznü” adıyla geçtiğimiz ay kitaplaştırılan makalede belirtildiğine göre 1800’lü yılların sonu, 1900’lü yılların başında şehirde 15’i selatin, 46’sı hayır sahipleri tarafından yaptırılan 61 cami, 164 mescit, 56 tekke ve zaviye, 49 medrese, 103 mezarlık ve türbe, 9 imaret, 53 mektep, 4 çarşı, bedesten ve arasta, 24 han, kervansaray, 6 harap ve eseri kalmayan han, 16 hamam, 19 tane izi kalmamış hamam, 13 sebil, 10 havuz, 124 çeşme, 8 köprü, 8 buzhane, 16 kilise, 2 Ermeni, 2 Bulgar, 1 Katolik, 1 Frenk ve 14 sinagog bulunuyor. Ancak bahsi geçen eserler, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Rus, Bulgar ve Yunan istilalarına maruz kalıyor, ardından 1. Dünya Savaşı’nda harap oluyor. Daha sonra depremler ve yangınlar geçiriyor. Bunca felakete uğrayan tarihî eserlerin zarar görmesi elbette normal. Yapılması gereken; tekrar ihya edilmesi. Aslında Mustafa Kemal Atatürk, 1935’te, mebuslardan, alimlerden, gazetecilerden oluşan bir heyeti eski eserler hakkında konuşmak üzere İstanbul’daki Denizköşkü’ne davet ediyor ve görüşme sonucunda eserlerin korunması ve tamir edilmesi üzerine karar veriliyor. Fakat Meriç’i hayrete düşüren olay, kendi ifadesiyle şöyle: “Yaptığım araştırmalara göre son zamanlara kadar ayakta duran ve daha uzun müddet de durabilecek olan tarihî ve mimarî eserlerimizin cami, medrese, hamam, han, kervansaray, türbe, çeşme, imaret gibi binalarımızın büyük bir kısmı kendi kendilerine yıkılmamış, insan elinde bulunan ve insan iradesiyle işleyen kör kazmanın gadrine uğramıştır.”MANZARAYI BOZUYOR DİYE...Peki bunları kim yıkıyor, satıyor? Yine Meriç’in ifadesi ile aktaralım: “Ne faide ki, inkılapları düşünen ve yapandan daha çok inkılapçı görünmeyi çıkar edinen (…) iktidar mevkilerine geçmiş bulunan nadan, cahil, mütereddi, tatlı su Türkü birçok kimseler, yine alabildiklerine tahrip ve yok etmeye devam ettiler, bir kısım cahil halk da taş, tuğla ve kereste gibi ihtiyaçlarını kolayca, ucuzca ve bedavasına temin etmek imkânını elde ettikleri için bu vandalizme seve seve iştirak etti. Vatanın her köşesi, eski eserler katl-i ammına mahsus birer mezbaha oldu.” Meriç’in ne demek istediğini, vakıf kayıtlarından derlediği bilgi gayet güzel açıklıyor: “Su İşleri Müdüriyeti tarafından müteahhidine ihale olunan Bosna köyündeki su bendi için taşa ihtiyaç olduğu makam-ı vilayetten bildirilmiş olduğundan Daye Hatun ve Veled-i Veliyüddin camilerinin duvar taşları 19 Eylül 1940 tarihinde müteahhid Mehmed Öker’e 50 liraya satılmıştır.” 17 Ağustos 1933’te İkinci Sultan Bayezid’in zevcesi Gülbahar Hatun tarafından yaptırılan Gülbahar Camii’nin avlu duvarı 70 liraya Çiçekçi Sezai’ye satılmış. Edirne Müşir Dairesi (o zamanki Orduevi) yanındaki metruk Ahi Çelebi Hamamı, manzaraya mani oluyor diye ortadan kaldırılmak istenmiş, kazmayla yıkılamayan bina dinamitle havaya uçurularak parçalanmış. Camilerin minare taşları ise ayrıca satılmış, mezarlıklarla hazirelerdeki lahit ve mezar taşlarından duvarlar örülmüş, kaldırımlar döşenmiş. Satış kayıtlarının bizce en acımasızı, müzayede yolu ile yani açık artırma usulüyle yapılanlar… İşte kitaptaki pek çok müzayede satış belgesinden biri: “Karabulut Camii: Banisi Karabulut İbrahim Bey’dir. Kıyık’tadır. 31 Mart 1932 ve 25 Nisan 1932 tarihli 302 ve 309 numaralı kararlarla müzayedeye çıkarılan enkazı, muhammen bedelinin yirmi lira fazlasıyla 14 Mayıs 1932’de Mustafa Efendi’ye yüz elli liraya satılmıştır. (Karar No: 617) Arsası 78 numaralı kararla 28 Eylül 1940’ta müzayedeye konmuştur.” O zaman satışa çıkarılmayan; Selimiye, Üç Şerefeli Camii, Eski Muradiye, Darül Hadis ve Şifahane camileri bugün Edirne’nin sembolü olan eserler. Satılan 120 camiden ise sadece ikisi ayakta; Lâri Cami nasıl olduysa yıkılmamış ve ibadete açık. Hasan Sezai Camii’ni ise Edirne Valiliği restore ediyor. Arzu edilen, devlet yardımıyla diğer 118 caminin de ihya edilmesi. Şehrin Hüznü, ibretlik bir yayın olarak tarihteki yerini aldı. İnşallah bu ve benzeri araştırmalar, bugün yapılan tarihî katliamlar için bir ihtar olur.
↧