Image may be NSFW.
Clik here to view.
Ülkemizde sinema yapmanın güçlükleri herkesin malumu. Dünyada da kolay değil bu iş, lakin bizim ‘sektörsüzlük’ sorunumuz bireysel mücadeleyi daha zorlu ve zorunlu kılar.Dolayısıyla genç yönetmenlerin ilk filmleri sıkıntılı, ikinci filmleri ise ‘korkulu’ geçer. İlk film sıkıntısı, bütçe ve dağıtım sorunlarının yanı sıra anlatacaklarını belli bir çerçevede tutabilmekle ilgili ve yola çıkan herkesin başında. ‘İkinci film korkusu’ ise ilk filmiyle başarı sağlamış yönetmenlerin hissesine düşüyor. Nitekim ilk adımında gönülleri çelen bazı yönetmenlerimizde bu ağırlığın olumsuz etkilerini gördük yakın zamanda. 2009 yılında çektiği ilk uzun metraj filmi ‘Uzak İhtimal’ ile ödüller alan Mahmut Fazıl Coşkun, bugün gösterime giren ‘Yozgat Blues’ ile ikinci filmin ağırlığını başarıyla savuşturuyor. İstanbul’da, belediyenin müzik kursunda hocalık yapan Yavuz, bir yandan da AVM’lerde eski Fransızca şarkılar söyleyerek geçimini kazanır. Kurstan öğrencisi Neşe ise marketlerde ürün tanıtımı yapmaktadır. Aldığı bir iş teklifi üzerine Neşe’yle birlikte Yozgat’a giden Yavuz, orada tanıştığı Sabri’nin de desteğini alarak müziğini icra eder ancak pek ilgi görmez. Zaman geçtikçe ilişkileri beklemedikleri yerlere gider. Tarık Tufan ile Mahmut Fazıl Coşkun’un yazdığı Yozgat Blues, Uzak İhtimal’in aksine merkezden taşraya giden iki karakterin öyküsünü anlatıyor. Aidiyet (kimlik) arayışının sınıflar ya da mekânlarla sınırlı olmadığını fısıldayan film, bu arayışın, kendini güvenceye alma gibi basit insani dürtülerle işleyebileceğini gündelik hayatın ayrıntılarını yakalayarak gösteriyor. İlk elde, Yavuz Turgul’un 1987 yapımı ‘Muhsin Bey’ filmini hatırlatan Yozgat Blues, karakterlerini ve öyküsünü derinleştirdikçe başka bir hikâyenin peşinden gittiğini kabul ettiriyor.‘BENİM YALNIZ VE KARANLIK TAŞRAM’ NEREDE?!‘Yozgat Blues’, en başta sinemamızda alışageldiğimiz taşra algısını tersyüz ediyor. Taşradan merkeze kaçmaya çalışan karakterler yerine merkezden gidip taşraya yerleşen, orada kendini bulan bir karakter koyuyor önümüze. Üstelik üç erkek arasında tek başına kararlar alıp hedefleri, istekleri, tercihleri ile güçlü ve yerleşik bir karakter olan Neşe ile ‘taşrada kadın olmak/var olmak’ algısıyla da oynuyor. Neşe’nin merkezden gittiği düşünülebilir, ancak Sabri’nin evlilik görüşmelerindeki ‘başörtülü kısmetlerin’ de aynı şekilde seçilen değil, öncelikleri, istekleri ve sorgulamaları ile ‘seçen’ durumunda olması filmin kadını konumlandırdığı yeri daha değerli kılıyor. Kendi dükkânını açma derdindeki berber kalfası Sabri’nin durumu ise aidiyet arayışının taşradaki karşılığı. Çareyi kaçıp gitmekte aramayan, ‘orada’ var olmaya çalışan bir karakter Sabri. Katıldığı ‘esnaf sohbetleri’, bulunduğu çevrenin doğal bir getirisi; yoksa o taraklarda bezi olmadığı hâlinden belli. Neşe ile Sabri, aidiyet arayışları ve yer(li)leşme çabaları dolayısıyla ‘aynı dünyaların’ insanı. Radyocu Kâmil ise sinemamızın en orijinal karakterlerinden biri olmaya aday. Nadir Sarıbacak’ın her zamanki gibi, görülmeye değer bir kompozisyon çizdiği Kâmil, Anadolu’nun her ilinde görebileceğiniz bir adam, illaki radyocu olmasına gerek yok. Filme adını veren Yozgat’ın geniş planlar ya da panoramik açılarla perdeye gelmemesi yönetmenin ‘kimliksizleşme’ meselesine yaptığı vurguyla ilgili. Şehircilik anlayışımız 6 ayda bir değişen kaldırım taşları, park-bahçe düzenlemeleri ya da beton mimariye teslim olmaktan öteye geçemediği için son dönemde hızla artan taşra ile merkezin ‘aynılaşması’ filmin heybesindeki meselelerden biri. Filmdeki Yozgat’ı, İstanbul’un bir semti olarak izlemek mümkün. Yönetmenin seyirciye göstermediği ‘manzara’ya karşı bakan karakterlerin “Bir de deniz olsa aynı Zeytinburnu!” demesi boşuna değil. Çünkü şehirlerin kimliksizleşmesinde zirve yaptığımız şu dönemde taşra ile İstanbul arasındaki fark giderek azalıyor. Filmde, senaryonun elinin uzanmadığı birçok noktayı yönetmenin hamleleri kapatıyor. Yavuz ve Neşe karakterinin öncesizliğini belki de bu yüzden pek sorun etmiyoruz. Mahmut Fazıl Coşkun, kamera açıları, kadrajları, mizansenleri ve plan sekansları ile karakterlerin iç dünyasını aydınlatıcı pencereler açıyor. O pencerelerden gördüklerimiz, senaryonun bize net olarak vermediği “Bu adam/kadın neden böyle?” sorusunun cevaplarını veriyor. Dolayısıyla, oyunculuklarda Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Tansu Biçer ve Nadir Sarıbacak’ın çok iyi bir kompozisyon çıkardığı filmin esas yıldızı yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun oluyor. Onun hamleleri olmasa savrulup gidebilecek ve öyküsünün yedeğine aldığı meseleleri silikleştirebilecek bir senaryoya sahip film. Yozgat Blues, incelikli mizahıyla bize anlattığı, anımsattığı ve hepimizde karşılığı olan meselelerinin yanı sıra, ‘Uzak İhtimal’de işaretini veren güçlü bir yönetmenin sinemamızda artık sağlam bir yer edindiğinin de göstergesi.
Clik here to view.
