İş Sanat Kibele Galerisi, belki bu defa diyerek, yeni sezonunu Eşref Üren retrospektifiyle açtı. Ama 24 Ekim’de açılan sergiyi ne öyle çok kişi gezdi ne de duydu. Galiba Üren’in kaderi bu. O, her ne kadar Fransız terbiyesine sahip olsa da Doğulu bir ressamdı. Yakın çevresine göre de tam bir boya ustası. Ömrünü resme adamış bu mütevazı adamı bilmeyenler için sergi ve katalog büyük fırsat.Türk resim tarihinin ıskaladığı adam, Eşref Üren. Ankara sanat çevresi biraz da olsa tanıyor onu. Ama İstanbul… Hayattayken İstanbul'da birkaç sergisi açılmış olsa da, kendisi bile demiş zaten: “İstanbul beni tanımaz, sevmez…” Saray terbiyesi almış bir İstanbullu olmasına, hatta küçükken paşa dedesinin evinde gözüne kestirdiği bir resmi kesip üzerini boyayacak kadar sanatla iç içe olmasına rağmen; ki o resim Şeker Ahmet Paşa'nınmış; İstanbul'da anlaşılamamış Üren. İş Sanat Kibele Galerisi, belki bu defa diyerek, yeni sezonunu Eşref Üren retrospektifiyle açtı. Ama 24 Ekim'de açılan sergiyi ne öyle çok kişi gezdi ne de duydu. Galiba Üren'in kaderi bu. Onu yakından tanıyan ressam İmren Erşen'in çabalarıyla hazırlanan sergi ve katalog, ömrünü resme adamış bu mütevazı adamı bilmeyenler için büyük fırsat. İsmail Eşref Üren, 27 Kasım 1897'de Osmanlı'nın çökmemek için direndiği günlerde İstanbul'un güzide köşklerinden birinde doğdu. Çocukluğunun bir bölümünü geçirdiği bu köşk, padişah 2. Abdülhamit'in sütkardeşi olan büyükbabası İsmet Bey'indi. Babası Fehim Paşa padişahın özel hafiyesiydi. Baskı ortamında şikâyet sonucu 1907'de Bursa'ya sürgüne gönderildi, 1908'de ise linç edilerek öldürüldü. Bu olayla kalbinden vurulduğunda küçük Eşref sadece 11 yaşındaydı. Annesi yeniden evlenince öğrenim hayatını Bursa-İstanbul arasında mekik dokuyarak tamamladı. Ziraat okudu. İş aradığı ve boşlukta kaldığı günlerden birinde Yeşil Türbe'nin resmini yapan İbrahim Çallı'yla karşılaşınca “Anne! Ben ressam olacağım” diyerek yaşamının ilk ciddi kararını verdi. Sanayi-i Nefise'ye yazıldı. Okulu; Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Feyhaman Duran atölyelerinde imkânsızlıklar içinde bitirdi ama yaşı büyük olduğu için diploma alamadı. Parasızlığına çare olur diye düşünerek Milli Eğitim Bakanlığı'nın açtığı resim öğretmenliği sınavına girdi ve kazandı ama bu defa da atanamadı. “Allah’ım bana fena resim yaptığımı gösterme”Tam o günlerde, 1928 yılında, Ankara'da karma bir sergiye katıldı ve bir resmini Afgan kralı satın alınca, arkadaşları gibi Paris'e gitmeye karar verdi. Orada Andre Lhote Atölyesi'nde çalıştı. Yurda döndüğünde yeni bir sınava girdi ve sonunda 1930'da Erzurum Öğretmen Okulu'na atandı. İlk günlerde, “Paris'ten sonra Erzurum, insanda hayal diye bir şey bırakmıyor, o kadar katı bir gerçek ki…” dese de sonraları sanatkârlıkla öğretmenliği aynı kazanda kaynatmayı başardı. Erzurum'da bir resim atölyesi bile kurdu. Bu sırada gazete ve dergilerde sanat yazıları yazmaya başladı. Artık kendisiyle barışmıştı, âşık olabilirdi. 1934'te öğrencisi Melahat Hanım'la evlendi. Aynı yıl tayini Sivas'a çıktı. Eşiyle birlikte ikinci defa Paris'e gitti. Dönüşte Ankara'ya yerleştiler. Üren bir yandan öğretmenliğe bir yandan da resme devam ediyor, sergilere katılıyordu. İlki 1939 yılında düzenlenen Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne katılmak istedi ama resimleri çok şeffaf bulunduğu için reddedildi. Sonraki yıllarda bu sergilere ödüller eşliğinde katıldı. Yine aynı yıllarda yurt gezileri kapsamında Yozgat ve Ağrı'da çalıştı, D grubu sergilerine katıldı, Venedik ve Tahran Bienalleri gibi toplu sergilere davet edildi. Ama ilk kişisel sergisini 1947'de Ankara'da açtı. "Allah'ım sen bana fena resim yaptığımı gösterme." Hayatının en zor zamanlarını 1969'da eşini kaybettiğinde yaşadı. Bir yıl boyunca resim bile yapamadı ama sonuçta hayata yine çalışarak tutundu. 32. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'ne Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu'nun hayran olduğu büyük boy bir tabloyla katıldı. Beğenilmek, takdir edilmek onu çok mutlu ediyordu; “Anlayanların beğenisi, bu bambaşka! Allah'ım sen bana fena resim yaptığımı gösterme.” diyordu. 74, 75, 76 ve 80 yıllarında İstanbul'da sergileri açıldı ama pek kıymet görmedi. Sağlığında İş Bankası tarafından hazırlanan küçük bir kitap dışında ne bir sergi kataloğu, ne bir broşür… Hakkında hiçbir yazılı kaynak yoktu. Nihayet 1981'de devlet sanatçısı unvanı aldı, 18 Kasım 1984'te de bu dünyada hoş bir sada bırakarak öldü. Bu hoş sada abartısız resimleriydi. Onları beğenene, kıymet bilene hediye etmekten büyük keyif alırdı. En büyük özelliği içtenliğiydi. İçinden geldiği gibi ve içinden geldiği zaman resim yapardı. Ama çalafırça değil, özenle… Fırçasını rahat kullanır ve ince işçilik yapmazdı belki ama bilgi ve deneyimiyle bunu dengelerdi. Her ne kadar Fransız terbiyesine sahip olsa da Doğulu bir ressamdı. Yakın çevresine göre de tam bir boya ustası... Bu, resimlerinin boyası acaba kurumuş mu diye bakma isteği uyandırmasından anlaşılıyordu. İş Sanat Kibele Galerisi'ndeki retrospektif sergi; yemişler, parıltılı çiçekler, portreler, bulvarlar, kar peyzajları ve bozkır görüntüleri bir yana… Eşref Üren'i tanımak için bire bir. Serginin son tarihi 30 Kasım.
↧