Açık denizde geçen bir hayatta kalma savaşını anlatan ‘Sona Doğru’, ‘Yerçekimi’ndeki gibi baş döndüren sahne tasarımlarından uzak, ‘Pi’nin Yaşamı’ndaki gösteriş ve metafor yağmurundan azâde, minimal bir sinema örneği.Anlaşıldı; Hollywood’da bu yılın gündemi ‘hayatta kalmak’. Ne olursa olsun, yaşamaya devam etmek ya da yeniden başlamak. Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’un ‘Yerçekimi’nde uzayda hayatta kalma savaşı veren astronotları ve Paul Greengrass’in korsanlarla psikolojik savaşa tutuşan ‘Kaptan Phillips’inin ardından şimdi sahneyi Robert Redford’lı ‘Sona Doğru/All is Lost’ alıyor.HAFTANIN DİĞER FİLMLERİBunlara paralel olarak Woody Allen’ın ‘Mavi Yasemin’ini de –diğer temalarının yanı sıra– her şeye rağmen hayatta kalma ve yeniden başlama mücadelesi sınıfına dahil edebiliriz. Üstelik bu saydığımız filmlerin tamamı 2014 Oscar yarışının önemli adayları arasında. Malum, ‘12 Yıllık Köle / 12 Years a Slave’, ‘Kâhya / The Butler’ ve ‘Son Durak / Fruitvale Station’ filmleri vesilesiyle 2014 Oscar yarışının bir diğer ‘özgül ağırlığı’ ise ırkçılık teması olacak. ‘Sona Doğru’, açık denizde sekiz gün süren bir hayatta kalma savaşını anlatıyor. İsmini bilmediğimiz bir adam (jenerikte ‘Adamımız / Our Man’ olarak geçiyor), teknesinin içinde Hint Okyanusu’nda yalnız başına yol almaktadır. Bir sabah, muhtemelen bir yük gemisinden düşen konteynerin teknesine çarpmasıyla uyanır. Zarar gören tekne, su almaya başlar. Buna geçici bir çözüm bulan ‘adamımız’ yoluna devam eder. Ancak navigasyon aletleri ve telsiz ekipmanı da bozulduğu için yaklaşan fırtınaya karşı savunmasızdır. Yaşından ve tek başına açık denize seyahat etmesinden anlaşıldığı kadarıyla denizcilik bilgisine sahip olan adamımız, ‘esbâbın bikülliye sükut ettiği’ bu durumda hayatta kalabilecek midir? J. C. Chandor’un yazıp yönettiği ‘Sona Doğru’, katıksız bir hayatta kalma mücadelesi filmi. Alfonso Cuaron’un ‘Yerçekimi’ndeki gibi baş döndüren sahne tasarımlarından uzak, Ang Lee’nin ‘Pi’nin Yaşamı’ndaki gösteriş, yoğun mesaj kaygısı ve metafor bombardımanından azâde; olabildiğince sade ve minimal bir anlatımı tercih ediyor. Hatırlanacağı üzere Chandor, Wall Street’in krize sürüklenmesini anlattığı ilk filmi ‘Oyunun Sonu’nda (Margin Call), geveze bir öykü koymuştu önümüze.TELAŞSIZ VE GÖSTERİŞSİZOyunun Sonu’nun aksine ‘Sona Doğru’, neredeyse sıfır diyaloğa sahip. En başta adamımızın dış sesi bir veda mektubu okuyor ve hikâye sekiz gün öncesine giderek anlatılıyor. Baştaki dış ses haricinde filmde diyalog yok. Zaten jenerikte de bir tek Robert Redford’un ismi akıyor; zira tek oyuncuyla açık denizde geçen bir hikâye izliyoruz. Bu yüzden ‘Sona Doğru’, Ernest Hemingway’in aynı adlı romanından uyarlanan 1958 yapımı ‘Yaşlı Adam ve Deniz’e daha yakın duruyor. Spencer Tracy’nin oynadığı yaşlı adamı, ‘Sona Doğru’daki adamımızın selefi ilan edebiliriz. J. C. Chandor, sadece diyalogları değil, kamera kullanımı ve oyunculuğu da minimal seviyede tutuyor. Hareketli ve sıçramalı kurgudan uzak duran yönetmen, sanki teknenin iki yerine kamera yerleştirmişçesine sakin bir anlatımı tercih ediyor. Filmin tek karakterini ise bütün angajmanlardan yalıtarak sunuyor seyirciye. Ne geçmişine dair bir iz, ne kişiliğini ele veren bir flashback… Herhangi bir koşullanmaya girmeden doğrudan doğruya ‘adamımız’ı izleyerek onu tanıyor ve hakkında fikir sahibi oluyoruz. Karaktere yönelik bu ‘öncesizliğin’ Hollywood senaryo standartlarında hayli cesur olduğunu söylemeye gerek yok. Zira karaktere dair çok ciddi bir ikna sorunuyla cebelleşmek gerekiyor. Chandor’a bu cesareti veren ise Robert Redford gibi usta bir oyuncudan başkası değil. Yılların olgunluğu ile kamera karşısına geçen 77 yaşındaki Robert Redford, filmin genel atmosferine uygun bir şekilde ‘oynamadan oynayarak’ harika bir kompozisyon çıkarıyor. ‘Pi’nin Yaşamı’ndaki gerilim ve aksiyon telaşı ya da ‘Yerçekimi’ndeki seyirciyi hipnotize etme gayretine hiç yüz vermiyor ‘Sona Doğru’. Bu yönüyle minimalist bir sinema örneği olduğunu söylemeliyiz. Dolayısıyla kimi bünyelere katıksız bir sinema duygusu vereceğini garanti edebiliriz.
↧