Zübeyde Cihan Özsayıner, 28 Ekim 1984'te açılan Beyazıt Meydanı'ndaki Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nin 30 yıldan bu yana müdürü.İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümünden mezun olan, master ve doktorasını da aynı okulda yapan Özsayıner, 1982'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde çalışmaya başladı. 2008-2011 yılları arasında ise Anıtlar Kurulu'nda sanat tarihçisi olarak görev yaptı. Özsayıner'in verdiği rakama göre Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'nde 2 bin 674 hat levhası bulunuyor. Müze iki yıldır restorasyonda olduğu için ziyarete kapalı, eserler de depolarda muhafaza ediliyor. Nisan ayında Ayasofya Müzesi'nde açılan ‘Hattın Sultanları' sergisinde yer alan padişah hatlarının bir kısmı buradan gitti. Hepsi yeni restore edilmişti. Geleneksel sanatlarla ilgilenen çevrelerde bu aralar, özellikle hat mirasımızın daha iyi şartlarda korunup sergilenmesi konuşuluyor. Müzenin envanterinde bulunan ve konservasyonları yeni başlayan Kanuni Sultan Süleyman'ın Kızı Mihrimah Sultan'ın vakfiyesi Kur'an-ı Kerim'lerin (yanda) nemden perişan olmuş hali yapılan çalışmaların önemini anlatmaya yetiyor. Özsayıner ile müzedeki eserlerin durumunu ve dünden bugüne Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi'ni konuşmak üzere buluştuk.Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi ne zamandan beri Beyazıt'ta?İlk hat müzesi, 1968'de Vatan Caddesi'nde, Yavuz Sultan Selim Medresesi'nde açılmış. Fakat orası Sultanahmet gibi bir turizm merkezi olmadığı için kapanmış, on yıl kapalı kalmış.On yıl orada kapalı kalan eserlere bir şey olmamış mı?Vallahi benden evvelkiler için bir şey diyemem. Ben burada göreve başladım. Oradaki eserler, 1983 yılında Beyazıt Meydanı'ndaki II. Beyazıt Medresesi'ne taşınmış. Burası 28 Ekim 1984'te açıldı. 30 yıldır açık. Yapının kendisi anıt müze. Bu anıtın içinde tekrar tarihi eser sergiliyorsunuz. Bu hem zor hem de iddialı bir durum.İki senedir burası kapalı, neler yapılıyor müzede?Anıtlar Kurulu'ndan müzenin restorasyon, restitüsyon ve rölöveleri çıktı. Hem tarihi yapının kendisi hem de içindeki hat, levha, şamdan, rahle gibi eserler elden geçiyor. Buradaki eserler, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu kapsamındaki taşınabilir eserler. Bu eserleri zaten zaman yormuş, konservasyonları yapılıyor.Konservasyonun restorasyondan farkı ne?Tarihi eseri olduğu gibi, yapıldığı yüzyıldaki gibi muhafaza etmek. Hat levhaları, el yazması Kur'an-ı Kerim'ler, şamdan, rahle gibi eserleri restore ediyoruz. Eserlerde kurt yeniği var mı, asit etkilemiş mi? Bunlara bakıyoruz. Restorasyonda ise esere müdahale söz konusu.Müzede ne kadar hat levhası var?3 binden fazla hat levhası var. Hat levhası deyip geçmeyin. Birkaç anabilim dalında uzmanlık gerekiyor. Bütün restorasyon raporları tutuldu. Önce nasıldı, sonra nasıl oldu? Konservasyon ilkeleri açısından neler uygulandı, hepsi belgelendi. Esere müdahale edildiğinde 2863 sayılı kanun kapsamından çıkıyor eser. Bizim yaptığımız tüm müdahaleler geriye dönük.Geriye dönük müdahale ne demek?Teknoloji gelişiyor, 22. yüzyıla geldiğimizde yeni bir konservasyon ilkesi çıkarsa, eski müdahaleler çıkarılıp yeni gelişmelerle esere yeniden müdahale edilebiliyor.Şimdiye kadar kaç eser restore edildi müzede?Yüzlerce hat, yüzlerce el yazması Kur'an-ı Kerim'ler, şamdanlar... Müze tekrar ziyarete açıldığında sergilenecek tüm eserler elden geçmiş olacak. Zaten elden geçenleri Ayasofya Müzesi'nde sergiledik. Pırıl pırıldı hepsi.Ayasofya Müzesi'nde açılan Hatların Sultanı sergisine kaç eser verdiniz?29 eser verdik. Ankara'daki sergiye 41 eser gönderdik.Yüzlerce eser onarıldı, dediniz. Müze restorasyonda olduğuna göre restore edilen diğer eserleri nerede muhafaza ediyorsunuz?Depolarda…Depoların durumu nasıl? Eserlerin buralarda oldukça tahrip olduğunu, hatta çürüdüğünü iddia edenler var?Niye çürüsün kardeşim! Çürüse biz burada niye varız! Odacı mıyız, kapıcı mıyız, bilim insanı olarak burada görev yapıyoruz. Onu söyleyen gelsin, cevabını verelim. Neyi çürütmüşüz burada?Çok sinirlendirdik sizi sanırım…Yazık, kul hakkı doğuyor, bunları kim söylüyorsa? Lütfen söyleyenler gelsinler buraya, arkadan konuşmasınlar, mert olsunlar… Her bir eserin teker teker tozunu alıp ilaçlamaktan faranjit olduk. Camilerden müzelere gelen eserlerin, durumu elbette kötü oluyor. Çünkü oralarda korunaklı bir ortamı yok. Onların bakımı yapılıyor. Tarihi eser tabii ki etkilenecek o kadar, ben bile romatizma oldum burada, kemiklerim ağrıyor. 3 bin eserin hepsi camilerden mi?E tabii ki. Bunların hepsi vakıf eserleri. Aslında bu eserlerin camilerde olması gerekiyor fakat geçtiğimiz yıllarda o kadar çok hırsızlık oldu ki, 2003 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün emriyle onlar müzelere toplandı. O dönemde her hafta bir çalıntı duyurusu yapıyorduk. Özellikle Üsküdar ve Fatih'ten çok eser çalınıyordu.Şimdi var mı hırsızlık?Şimdi yok. 2002'de kurulan kaçakçılık birimi İnterpol'le bağlantılı çalıştığı için kayıp eserler takip edilebiliyor. Şu anda camilerde toplanmamış epey eser var. Bunların da zaman içinde toplanması gerekiyor.Burada nasıl korunuyor hatlar?Bütün sanat eserlerinin, dünya müzecilik ilkelerine göre 20 derece sıcaklık ve yüzde 45 rutubet derecesinde saklanması şart. Üzerine düşen ışık şiddeti 50 nüksü geçmeyecek. Geçtiği an eserde dağılmalar, parçalanmalar, etkiler, tepkiler oluşuyor. Şu anda tüm makineler çalışıyor.30 sene içinde eserlerin bakımı nasıl yapıldı?Her mayıs ayında teker teker tozları alınıyor, ilaçlanıyor. Rutubet çekici cihazlar var. Odanın 45 derece nemli olması için onlar çalışıyor. Şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün müzelere bakış açısı çok güzel.Ne açıdan güzel?Şu anda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün tavrı destekleyici. Biz ne istersek alınıyor. Cihazdı, doğrudan hizmetti vs. Bir eseri onaracağım zaman onun doğrudan satın alımını yapıyorum, bu işi piyasada en iyi kim yapıyor, tespit ediyoruz, hemen komisyonlar kuruluyor.İşleriniz daha mı kolaylaştı, yoksa paranız mı arttı?Daha evvel ödeneğimiz yoktu. Vakıflar Kanunu çıktıktan sonra ödeneklerimiz oldu. Daha evvelki kültürel politikalarda devletin kültüre, müzelere ayırdığı küçük bir pay vardı. O küçük payla siz eserinizi nasıl onaracaktınız?O kadar mı kötüydü durumunuz?Müzenin en küçük ihtiyacı bile alamayacak durumdaydık. Eskiden bir eserin restorasyonunu, konservasyonunu yaptıracağımızı rüyamızda bile göremezdik.Bugüne kadar ihmal edildiği için şimdi toparlamak zor oluyor herhalde?İhmal etmek değil. Maalesef biz ülke olarak, bir İngiltere, Amerika değiliz. Bu ülkelerin müzelere ayırdığı payla bizimki aynı değil. Yurtdışındaki pek çok müzeyi de gezdim. İnsan hakikaten gördükçe üzülüyor. Eski politikalar yüzünden bunlara para ayrılamıyordu.Para ayırmak öncelikli değil miydi acaba?Yoktu ki, nasıl ayırsınlar! Paranız yoksa ne yapabilirsiniz? Eğer bir hükümet kültür varlıklarına zaman ve ödenek ayıramazsa şahsi olarak ya da bürokrat olarak bir şey yapamazsınız.Ben de onu söylemek istiyorum. Ayrılması gerekirdi.Demek ki yok, ayıramadılar.Ne kadar iyimsersiniz…Ben Vakıflar için konuşuyorum. Vakıflar Kanunu çıkmadan önce bizim ödeneklerimizin hepsi devletin hazinesine gidiyordu. Türkiye'nin çoğu vakıf eseri kiradadır. Buralardan gelen gelirle her yapıyı, bütün eserlerimizin bakımını ve onarımını yaptıracak durumdaydık ama devletin hazinesine gittiği için bize çay kaşığı kadar bir şey kalıyordu.Bakın siz söylediniz, para varmış fakat ayrılmıyordu. Şimdi o gelirleri siz mi alıyorsunuz?Evet, şimdi o gelirleri alıyoruz. Şimdi istediğimiz caminin projesini de çizdiriyoruz, restorasyonunu da yaptırıyoruz. O kanun çıkmadan önce bunlar mümkün değildi.Asistanlığın adımları bu medresede atıldı"Beyazıt Meydanı'ndaki II. Beyazıt Külliyesi, o dönemde üniversite eğitimi yapan bir merkez. Eğitim tarihi açısından önemli bir mekan. 16. yüzyılda o kadar çok medrese var ki, müderrisler yani profesörler, medreselere ders vermeye yetişemez olmuşlar. İlk defa derse vekalet sistemi yani şimdiki asistanlık müessesesi Beyazıt Medresesi'nde ortaya çıkıyor. II. Beyazıt Medresesi'nin Türk Vakıf Hat Müzesi olması da tesadüf değil. II. Beyazıt, hat sanatına saygı duyan bir sultan. Kendisi de hattat olduğu için o devrin önemli hattatlarından Şeyh Hamdullah'ı Amasya'dan getiriyor, ona maddi ve manevi imkanlar tanıyor, pek çok caminin yazılarını yazdırıyor. Ve asıl ilginç olan, Şeyh Hamdullah o yazıları yazarken, Sultan, hokkasını ayakta durarak, elinde tutuyor. Hoca da batırıp yazısını yazıyor."
↧