Sinemamızdaki korku ve gerilim filmlerinin sayısında son yıllarda büyük patlama yaşandı. Depremle kıyamet koparan yönetmen de var, adada zombi düğünü düzenleyen, genlerle oynayıp soyumuzu uçuruma sürükleyen de. Hikâyeler değişse de, ana karakterler değişmiyor: Cinler. Ruhani varlıkların başrolünde olduğu filmlerden seyirci gerçekten korkuyor mu? Filmlerde nasıl bir matematik uygulanıyor? Soruya cevap vermeden önce yabancı ve yerli yapımlara göz gezdirmekte yarar var.
Malumunuz Hollywood sinemasının senaryosundan kullandığı temalara belli klişeleri var: Kuş uçmaz kervan geçmez yerdeki evlere karakterler mutlu mesut yerleşir, karanlık çökünce işin rengi değişir. Ücra bir yer gören mutlaka ‘ne var ne yok hesabına' karanlığa dalar, sonra başına türlü türlü musibetler gelir. Kim ki şaka yapmayın çocuklar derse ilk önce o ölür. Arabanın marşı basmaz, evin kapıları nedensiz kilitlenir, telefon çekmez, buğulu aynada yazılar belirir, tablolar hareketlenir. Sallanan boş salıncak, kazaen dokunulan piyano, kuyruğuna basılan kedi seyirciyi hop oturup hop kaldırır. Ses efektlerine, seyirciyi ters köşe yapan kurmaca oyunlara girmeye gerek yok. Filmlerin en büyük ortak özellikleri metafizik üzerine inşa edilmeleri.
‘Gerçek hayattan alınmıştır'
Yerli yapımlar birkaç gömlek aşağıda da olsa işleyiş biçimleri pek farklı değil. Mistik hikâyelere, görünenin ardındaki gerçekle ilgilenen, korkularının üzerine gitmeyi seven yönetmenlerin çektiği sayılı filmimiz de benzer klişelerle süslü: Mesken tutulan mekânlar yurtdışında olduğu gibi ıssız bir orman, lanetli bir köy, terk edilmiş bir dağ evi… Mutlu mesut başlayan hikâyeler, yine kan ve gözyaşıyla bitiyor. Düşük bütçelerden dolayı teknik altyapıya yatırım yapılamadığı için daha basit korkutma yöntemlerine başvuruluyor: Kapı gıcırtısıyla, durduk yere çatırdayan vazoyla gerilim oluşturuluyor. Makyajlarda ne kadar ilerde olduğumuzu anlatmaya gerek yok!
Cinlerin başrolde olduğu filmlerde tablo farklılaşıyor, renkleniyor. Yaşanmış, kulaktan kulağa dolaşarak efsaneleşmiş olaylar her daim hikâyelerin merkezinde. Sırtını ayetlere, surelere yaslayan (filmin başında ya da sonunda ekrana yansır) senaryoların kiminde internet ağıyla evimize giren Dabbe'yle yüzleşmeye, kiminde cinlerin musallat olduğu insanların dramına, lanetlenmiş köylerde yaşananlara yer veriliyor. Afişte, filmin başlangıcında kocaman puntolarla ‘Gerçek bir hikâyeden alınmıştır.' cümlesi kullanılırken, büyüden mustarip aileye mutlaka imanı kuvvetli, kalp gözü açık, takkeli bir imam yardımda bulunuyor. Teyzeler kurşun döküp dualar mırıldanıyor. Ancak acı son, hiçbir zaman değişmiyor. Yabancı yapımlara öykünülüp benzer atmosfer kurulmaya çalışılıyor, metafiziğin bahçesinden uzaklaşılmıyor. Dabbe serisinin bazı filmleri, Musallat gibi beğeni toplayan bazı yapımlar olduğu gibi çoğu vasatı aşmayan bir liste var karşımızda.
Mütevazı bütçelerle çekiliyor
Korku filmlerinin oyuncu kadrosuna baktığımız zaman popüler oyuncuları görmeyiz. Birkaç farklı nedeni var: En önemlisi korku filmine yatırım yapan yapımcıların olmaması. Yönetmenler mütevazı bütçeleriyle oluşturdukları projelerde göz önünde olan oyuncuları büyüleyecek bir dünya kuramıyorlar haliyle. Kendini ispatlamak isteyen, düşük ücret talep eden tanınmamış, nazlarının geçebilecekleri oyuncularla yol arkadaşlığı etmek daha cazip geliyor. Rüşdünü ispatlamış oyuncuların gözünden bakarsak ayakları yere sağlam basmayan bir proje, tanınmamış bir yönetmenle sonu nerede noktalanacağını bilmediğin bir yolculuğa çıkmak pek de akıl kârı değil. Korku filmlerinde ‘bugün' görünür oyuncu yok değil. Mesela Orhan Oğuz'un yönettiği Büyü de (2004) Ece Uslu, Özgü Namal, Okan Yalabık; Alper Mestçi'nin ilk filmi Musallat'ta Burak Özçivit oynuyor. Dediğimiz gibi bugün görünür olan oyuncular; dünün, kendini kanıtlamaya çalışan, düşük bütçeli oyuncuları... Öykü Çelik, Engin Altan Düzyatan, Tuğçe Kazaz'ın rol aldığı Cin Geçidi'nde (Özgür Selvi-2008) oyuncuların paralarını alamadığını, filmin gösterime sokulmadığını düşünürsek tablo biraz daha şekilleniyor.
Sabit bir izleyici kitlesi var
Cinlerin başrolde olduğu filmleri konuşurken sunuluş biçimlerine ayrı bir parantez açmak gerek. Seyirciyle buluşma aşamasında cinlerin sete geldiği, tuhaf şeyler yaşandığı demeçler veriliyor basına. Geleneği başlatan film, Büyü. Sanat ve iş dünyasından ünlü simaların davetli olduğu filmin İstanbul'daki galasında yangın çıkmış, beyazperde kül olmuştu, insanlar güç bela kendini dışarı atmıştı. Haliyle olay, büyüye bağlanmıştı. Sonrasında efsaneler setten sete dolaştı. Hasan Karacadağ, Dabbe-Bir Cin Vakası'nın setinde kamera kayıtlarına cinlerin girdiğini söyledi. Ancak ne görüntülere filminde yer verdi ne de sonradan birilerine gösterdi. Geçtiğimiz sezon gösterime giren Azem: Cin Karası'nın yine gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak çekildiği söyleniyor. Olayın yaşandığı yerde çekimler yapıldığı için enteresan olaylar baş göstermiş, mekân hocalar tarafından okunup üflenmiş.
Popüler oyunculara yer vermemesine, teknik yönden güçlü olmamasına, klişelerden vazgeçmemesine rağmen cinlerin başrolünde olduğu filmler gişede hatırı sayılır bir seyirciye ulaşıyor. Filmleri, seyirci sayısını irdelediğimizde görüyoruz ki, korkmayı seven 300-400 bine yakın seyirci var. Büyük bir kitle… Hikâyeler derinleştirilse, tecrübeli oyuncular bu alana çekilse, altyapıya yatırım yapılsa, en önemlisi yabancı yapımların gölgesinden ayrılıp daha cesur anlatım yolları denense herhalde bu sayı kat kat artar. Galiba biraz korkusuz olmak gerek.