Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Bizim büyük yasımız

$
0
0

Oyuncu kadrosuyla dikkat çeken filmde, fotoğrafçı Isabelle Reed'in ölümünün üçüncü yılında anısına düzenlenen fotoğraf sergisi, ailenin büyük oğlu Jonah'ın ailesinin yanına dönmesini sağlar.

Jonah, görüşmek istemediği babası Gene ve yıllardır görmediği kardeşi Condrad ile bir süre yaşamak zorundadır. Gene, iki oğlunu aynı çatı altında bir araya getirerek aralarındaki ilişkiyi kuvvetlendirmeye, farklı sebeplerden kendisinden hoşlanmayan oğullarıyla ilişkilerini düzeltmeye çalışır.


Sözün Özü

$
0
0

Rüyalar, misal âleminden, kaderle alâkalı levhaların yazılıp-çizilip temâşâmıza sunulan yansımalarıdır.

Kur'an ve Sünnet gibi üzerine hüküm bina edilecek bir esas olmadıkları için, onların ahkâmda esas kabul edilmeleri de doğru değildir. Şahıslar, rüyadan aldıkları hakikatlerin meşruluğu derecesinde, onları kendi hayatlarında uygulayabilirler. Bunda da bir günah ve sorumluluk yoktur. Fakat insan, bunlarla başkalarını ilzam etmeye kalkışmamalıdır.

Hayatın kıyısında

$
0
0

Zoraki Kral ve Sefiller filmlerinin Oscar ödüllü yönetmeni Tom Hooper, yeni filminde, sıradışı bir hayat yaşayan Danimarkalı ressam çift Einar ve Gerda Wegener'i anlatıyor.

David Ebershoff'un kitabından uyarlanan Danimarkalı Kız, tarihin cinsiyet değiştiren ilk insanı Einar Wegener ile karısı Gerda'nın fırtınalı ilişkisini konu alıyor. Einar, bir gün karısının bir resmi için konu mankeni olmayı kabul edince içindeki bazı hislerin harekete geçtiğini fark eder...

Haftanın Duası

$
0
0

Rabb'imiz! Aczimizi, fakrımızı şefaatçi yapıp yüce dergâhına iltica ediyoruz; ne olur, merhamet et ve işlerimizi kolay hale getir..

dostlarına karşı olan muameleni bizden de esirgeme ve bizim simalarımızı da ağart.. kalplerimizi topyekûn islerden, paslardan, küçük-büyük bütün virüs ve mikroplardan arındır.. kabirlerimizi Cennet bahçeleri gibi pür-nur eyle.. bilerek ya da bilmeyerek içine düştüğümüz hatalarımızı, günahlarımızı mağfiret buyur.

Akbank'ın ‘kısaları' açıklandı

$
0
0

Bu yıl 12.si düzenlenen Akbank Kısa Film Festivali'nin ‘Ulusal ve Uluslararası Kısa Film Yarışması'nda finale kalanlar belli oldu.

7-17 Mart arasında gerçekleşecek festivalin yarışma bölümüne 44 ülkeden toplam 822 film başvurdu. Festivalde ‘Festival Kısaları', ‘Dünyadan Kısalar', ‘Kısadan Uzuna', ‘Deneyimler', ‘Belgesel Sinema', ‘Perspektif' ve ‘Özel Gösterim' bölümlerinde toplam 28 ülkeden toplam 104 film seyirciyle buluşacak. Görkem Yeltan, Ferhat Öçmen ve Selim Evci'den oluşan ön eleme jürisinin değerlendirmesine göre festivalde ulusal ve uluslararası bölümden toplam 28 film ‘En İyi Film Ödülü' için yarışmaya hak kazandı. Ulusal yarışmaya seçilen filmler arasında Onur Saylak'ın ilk kez kamera arkasına geçtiği, mülteciler hakkındaki Orman filmi de yer alıyor. Ulusal ve uluslararası kategorilerde ‘En İyi Film' olarak seçilecek eserlerin yönetmenleri Akbank Sanat tarafından 5 bin dolar ile ödüllendirilecek. 12. Akbank Kısa Film Festivali'nin ardından ‘Ödüllü Filmler Üniversitelerde' etkinliği kapsamında filmler, Türkiye'nin çeşitli üniversite kampüslerinde gösterilecek.

His Dünyası

$
0
0

Mavi rüya

Renk renktir gurûb ta ilk günden beri,

Gök kuşağına inat bütün sema.

Tül tül büyülüdür karanlık amâ,

Rüyâdaki Cennetlerin benzeri...

Varlık binler mesaj o Bilinmez'den,

Ötesi hep masal üstüne masal..

Sinede azap başkasıyla visal,

Koş Dost vuslatına içten ve özden.

İnsan sayılır mı gafletle yatan!

Burası, yolculara bir ilk durak..

Eşya O'nun mührü; ağaç, taş, toprak,

O'nu tanımazsan kendinden utan!

Uğradığın gibi çık git buradan,

Bak seni bekliyor ötede gözler;

Ayın on dördü gibi gökçek yüzler,

Dahası visâl ufkunda Yaradan!..

M. Fethullah Gülen

Türk-Alman filmleri Nürnberg'de

$
0
0

Sinemaseverleri ve sanatçıları Almanya'nın Nürnberg şehrinde ağırlayacak 21. Türkiye Almanya Film Festivali'nin uzun metraj yarışma filmleri ve jürisi belli oldu. 4-13 Mart tarihleri arasında düzenlenen festivale Türkiye'den beş ve Almanya'dan dört olmak üzere toplam 9 film katılacak.

Kadir İnanır'ın Onur Ödülü alacağı festivalin bu yılki jüri başkanı yönetmen Derviş Zaim. Jürinin diğer üyeleri ise sinema yazarı Dr. Felicitas Kleiner, yapımcı Mariette Rissenbeek, yönetmen Michael Aue ve yönetmen Miraz Bezar'dan oluşuyor. Festivalde yarışacak filmler ise şöyle: Misafir (Mehmet Eryılmaz), Die Massnahme (Alexander Costea), Ana Yurdu (Senem Tüzen), God of Happiness (Dito Tsintsadze), Eksik (Barış Atay), Herbert (Thomas Stuber), Rüzgarın Hatıraları (Özcan Alper), Toro (Martin Hawie) ve Toz Bezi (Ahu Öztürk).

İki Almanya prömiyeri ve 7 Nürnberg ilk gösteriminin de yer alacağı festivalin her yıl sinemaya katkı veren bir isme verdiği Onur Ödülü 2016 için oyuncu Kadir İnanır'a takdim edilecek. Ödüller 12 Mart gecesi Künstlerhaus'da yapılacak törenle açıklanacak. Festivalin bütün etkinlikleri için bilet ön satışları 16 Şubat'ta başlayacak.

Bundan sonra yaptıkları ona zarar vermez!

$
0
0

Hulefa-i Raşidî;n efendilerimizden olan Hazreti Osman (radiyallâhü anh) çok geniş imkânlara sahip bir insandı.

Tabiî; aynı zamanda baş döndüren bir semahat ve cömertliğin de kahramanıydı. Öyle ki, i'lâ-yı kelimetullah yolunda maddî; desteğe ihtiyaç duyulduğu bir zaman diliminde Hazreti Osman üç yüz, beş yüz deveyi, hem de yüküyle beraber birden tasadduk ediyordu. O günkü toplumun imkânları ve zenginlik limiti açısından meseleye bakacak olursanız bunun günümüzde üç yüz-beş yüz Mercedes bağışlama gibi bir değere mukabil geldiğini görürsünüz. Zannediyorum günümüzde semahat sahibi birisi Hazreti Osman'ın (radiyallâhü anh) Allah yolunda infak ettiği miktarın yüzde birini bağışlayacak olsa onu takdir u tebcillerle yâd eder, bu cömertliği herkese duyururuz. İhtimal o zat da, reca duygusuyla “ümit ederim beni de sahabe-i kiramla beraber Cennet'e korlar” diye düşünmeye başlar. Bu mülahaza karşısında o zata “hakkın yok” da diyemezsiniz, çünkü Allah'ın rahmeti çok geniştir. Umulur ki, Hazreti Osman'ın yolunda giden, onun cömertlik ve civanmertliğini örnek alan böyle bir insanı Cenab-ı Hakk onunla beraber haşredip onunla beraber Cennet'iyle serfiraz kılar. İşte Allah Resûlü'nün üçüncü halifesi Hazreti Osman, Allah yolunda bu ölçüde infakta bulunmuş ve bundan dolayı Efendiler Efendisi'nin (aleyhi ekmelüttehâyâ), “Bundan sonra yaptıkları artık Osman'a zarar vermez” şeklindeki o çok büyük müjdesine nâil olmuştu. Evet, imkânları ve bu imkânlarını Hak yolunda kullanmış olması onu âlâ-yı illiyyî;ne yükseltivermişti. Demek ki servet, Allah yolunda kullanılınca insanı alıp Cennet'e ulaştıran nurdan bir helezona dönüşmektedir.


Jüri nasıl yönetilir hiçbir fikrim yok!

$
0
0

66. Berlin Film Festivali'nin ilk gününde Meryl Streep başkanlığındaki uluslararası jüri, basının karşısına çıktı. İlk kez jüri başkanlığı yapan Streep, jürinin nelere dikkat edeceğine dair bir soruya, “Jüri nasıl yönetilir, hiçbir fikrim yok!” cevabını verdi. Usta oyuncu, Oscar'daki ırkçılık tartışmalarına da değindi.

Berlin Film Festivali, Meryl Streep rüzgarıyla başladı. 66. Berlin Film Festivali'nin ilk günü, Meryl Streep'in başkanlığını yaptığı, Fransız fotoğrafçı Brigitte Lacombe, İtalyan oyuncu Alba Rohrwacher, Polonyalı yönetmen Małgorzata Szumowska, İngiliz oyuncu Clive Owen, Alman oyuncu Lars Eldinger ve İngiliz eleştirmen Nick James'ten oluşan uluslararası jüri, basının karşısına çıktı. İlk kez jüri başkanlığı yapan Streep, jürinin yarışma filmlerini hangi kriterlere göre değerlendireceği sorusuna, “Jüri nasıl yönetilir, hiçbir fikrim yok! Fakat karar verilirken benim iki oy hakkım, diğerlerinin sadece bir oy hakkı var.” cevabını verdi. Salondaki basın mensuplarıyla birlikte jüri üyelerini de kahkahaya boğan bu cevabın ardından usta oyuncu, jürinin filmlere yaklaşımı hakkında ipucu vermeyi ihmal etmedi: “Dünyanın her yerinden ilgi çekici, alışılmadık, taptaze şeyler geliyor ve biz bunları önyargısız bir şekilde değerlendirmeye çalışacağız.”

Üç Oscar'lı bir oyuncu olarak, yarışmadaki oyuncu performanslarını nasıl değerlendireceği de soruldu Meryl Streep'e. Şefkatli bir kalbi olduğunu söyleyen Streep, “Dolayısıyla bu beni, her oyuncunun performansını dikkatli bir şekilde izlemek isteyen biri yapıyor. Özellikle oyunculuğa dikkat edeceğimi düşünmüyorum. Çok hassas biriyim. Kendimi hemen kaptırabilirim.” dedi.

“HEPİMİZ AFRİKALIYIZ”

Meryl Streep, beklendiği üzere Oscar'daki ırkçılık ve Hollywood'daki kadın-erkek eşitsizliği hakkındaki sorulara da muhatap oldu. “Jüri üyeleri arasında hiç siyahî; yok. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki soruya Streep, 7 kişilik jürinin dördünün kadınlardan oluşmasına atıf yaparak şöyle cevap verdi: “Tüm cinsiyetlerin, ırkların ve dinlerin eşit olduğunu düşünüyorum. Bu jüride biz kadınlar hâkimiz. Dünyadaki karar organları düşünüldüğünde bu alışılmadık bir durum.” Streep, eşitlik konusunda, ABD Başkanı John F. Kennedy'nin 1963'teki Berlin ziyaretinde söylediği “Ich bin ein Berliner” (Ben Bir Berlinliyim) sözüne de atıf yaparak, “Sonuçta hepimiz Afrika'dan geldik. Berlinliler, hepimiz Afrikalıyız!” sözleriyle salonu gülümsetti.

Hillary Clinton'ın başkan adaylığı sorulduğunda Meryl Streep, jüri başkanlığını kastederek, “Patron olmak güzel!” cevabını verdi. Usta oyuncu, dünyada kadın siyasetçilerin ve yöneticilerin artması gerektiğini dile getirdi.

George Clooney, Merkel ile mülteci sorununu görüşecek

Coen Kardeşlerin son filmi Hail, Caesar'ın basın gösterimi sonrası, film ekibi basının karşısına çıktı. Yönetmenler Coen kardeşlerin yanı sıra oyuncular George Clooney, Josh Brolin, Channing Tatum ve Tilda Swinton'ın da katıldığı basın toplantısında Clooney, "Oyuncular, filmlerde oynamanın dışında Avrupa'nın mülteci sorunuyla ilgili neler yapıyor?" sorusuna tepki gösterdi. Aynı zamanda bir aktivist olan Clooney, "Bu konuda çok çalışma yaptım. Dünyada çok tehlikeli yerlere gidip orada mülteciler için çalıştım. Ve şimdi birisi kalkmış 'Ne yaptın?' diyor!"şeklinde konuştu. Ünlü oyuncu ayrıca, bugün Almanya Başbakanı Angela Merkel ile müteci krizi konusunda bir görüşme yapacağını söyledi.

Dağınıklığa düşmeden yapın hizmetinizi!

$
0
0

Mâruf-i Kerhî; Hazretleri, “Cenâb-ı Hak bir kul hakkında hayır murad ettiğinde onun için amel kapısını açar ve cedel kapısını kapatır; şer murad ettiğinde ise amel kapısını kapatır ve cedel kapısını açar.” buyurmak suretiyle, bir taraftan kalb ve ruh hayatının canlılığı için amelin önemine, diğer taraftan da hakikatleri görmeye engel teşkil eden ve mânevî; hayat için öldürücü bir virüs konumunda bulunan cedel zaafına dikkatleri çekmiştir.

Burada zikredilen ameli, kulluk şuuru içinde, Allah'ın (celle celâluhu) rızasını hedefleyerek yerine getirilen her türlü iş, vazife ve mükellefiyet olarak anlayabiliriz. Her ne kadar usûl-i fıkıh ıstılahında ibadetler; farz, vacip, sünnet gibi sınıflara ayrılmış ise de, Allah'ın emri olmaları itibarıyla bunların hepsi çok önemlidir. Evet, ibadetleri kendi içinde ele alıp düşündüğünüzde, nispetler perspektifinde, ibadetlerin bir kısmına “küçük” diyebilirsiniz. Fakat bilinmesi gerekir ki, farzıyla, vacibiyle, sünnetiyle ibadetlerin hepsi büyüktür, “küçük” diye vasıflandırabileceğimiz hiçbir ibadet yoktur ve hepsi Allah katında çok değerlidir.

Kanaatimce Mâruf-i Kerhî; Hazretleri'nin ifadesindeki “amel” kelimesine de işte bu perspektiften bakmak gerekir. Yani denilebilir ki, onun cümlesindeki amelden maksat, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine bağlılık içinde ve O'nun rızasını tahsil etme istikametinde gerçekleştirilen her türlü ameldir.

Bu noktada, ayrıca üzerinde durulması gereken bir husus da şudur: İman her şeyin esası ve temeli olduğundan elbette ki, ibadete giden yol da imandan geçer. Fakat bilinmelidir ki, imanın insanda rüsuh bulması, kökleşmesi, tabiatının bir derinliği ve buudu hâline gelmesi de ibadet ü taatle olur. Evet, insan, ibadet yapa yapa, hayır işleye işleye imanı, tabiatının bir derinliği hâline getirir ve o imanı derinlemesine içinde duyar.

Cedel: Bâtılı Hak Gösterme Gayreti

Cümledeki ikinci unsur olan cedel mevzuuna gelince o; dilbazlık yapmak suretiyle, kelime oyunlarıyla bâtılı hak gösterme gayreti, hakikatleri tersyüz etme cehdi demektir. Cedeli illa da başka bir kelimeyle ifade etmek istiyorsanız, onun manasını karşılayabilecek en uygun kelime diyalektiktir. Cedel ve diyalektiğin kaynağı ise insanın kendini başkalarından üstün görmesi ve sürekli bir faikıyet mülâhazası içinde olmasıdır. Öyle ki ona “Gözün üzerinde kaşın var!” bile diyemezsiniz. Çünkü o, mutlak surette, –hâşâ ve kellâ– kendini eksik ve kusurlardan münezzeh ve müberra görmektedir. Hâsılı denilebilir ki, cedel ve diyalektik; kibir, fahir, enaniyet ve gurur gibi zaaflardan kaynaklanır. Günümüzde televizyonlarda sıkça gördüğümüz tartışma programlarında ortaya konulan üslûp, cedel ve diyalektik için canlı bir misaldir.

Yapılması Gereken Bunca İş Varken

Meselenin inanan insanlara bakan yönüne gelince: Diyalektik ve cedel bombasının patladığı, yani onun bir sistem, bir metot olarak benimsendiği yerlerde, insanlar o bombanın alfa, beta tesirlerine maruz kalmışlardır. İnanan insanlar içinde ise o bombanın üçüncü derecede gama tesirine maruz kalmış ve ondan şöyle böyle etkilenmiş olanlar vardır. Bu sebeple onlar da, kendi seviyelerine göre, vahyin bereketinden yoksun, ilhamdan mahrum kalmışlardır. Diğerleri mahrum der mahrumken, berikiler de mahrumiyet içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.

Bundan dolayı bakıyorsunuz, bir aksiyon insanı, bir adanmış gönül dahi çağımızın bu umumî; havasından müteessir olup hadisin ifadesiyle zükkama tutulabiliyor. Meselâ adanmış bir ruh, bütün zamanını, kendi plan ve projesine vakfetmesi, müspet harekete sarf etmesi gerekirken, “Biz bu yolun adanmış bir ferdiyiz.” anlayışıyla başka şeylere başını kaldırıp bakmaması iktiza ederken, cedel ve diyalektik adına ortaya atılanlara kulak kabartıp zihnî; ve fikrî; dağınıklığa düşebiliyor. Evet, umumi ortamın tesiri, televizyon, internet ve gazetelerin etkisiyle adanmış bir ruh da kendini bu havaya kaptırabiliyor. Oysaki Hazreti Pî;r'in ifadesiyle bizim iki değil, dört elimiz bile olsa iman ve insanlık yolunda yapılması gerekenler açısından yine de yetmez. Bugün insanımız, fedakârlık, civanmertlik ve adanmışlık duygusuyla hareket ederek dünyanın dört bir yanına açılmıştır. Şimdi önümüzde böylesine geniş alanlı bir açılım ve yapılması gereken bunca hizmet varken, santimini bile zayi etmeksizin, tasavvur ve düşüncelerimizi, aksiyon ve cehdimizi ilim ve sevgi yolundaki bu adanmışlık çizgisine sarf etmemiz gerekmez mi? Tahayyüllerimiz, tasavvurlarımız, düşüncelerimiz hep o istikamette olmalı değil mi? O kadar ki, –afedersiniz– ıtrahattan sonra istibra yaparken atılan beş-on adımlık bir zaman dilimi içinde dahi, “Acaba bu meseleyi daha hızlı bir şekilde nasıl yapabiliriz, bu açılımlara yeni açılımlar nasıl ilave edebiliriz?” diye düşünmemiz gerekmez mi? Evet, dünyada gidilmedik, ulaşılmadık bir yer kalırsa Allah indinde mesul oluruz diyerek, nâm-ı celî;l-i Muhammedî;'yi ve O'nun sevgi ve merhamet anlayışını dünyanın her yerine götürmenin hesabı yapılmalıdır. Yoksa, kendi kuruntularımızla yaşama, kahvehanede, sağda-solda konuşup durarak ömür tüketme, laf-ı güzafla hayatı bitirme İnsanlığın İftihar Tablosu ve O'nun vaad ettiklerine inanan bir insanın işi olamaz. Evet, O'nun namını cihana duyurma gibi ulvî;, mukaddes ve şerefli bir iş içinde olduğumuzun şuurunda isek, o yolda olduğumuza inanıyorsak, o zaman bizim üzerimize düşen ne yapıp edip mutlaka O'nun nâm-ı celî;lini dünyaya duyurmanın bir yolunu bulmak olmalıdır.

Eğer siz, bu duygu ve bu düşünceyle meşbu iseniz, Allah'ın izniyle bütün vaktinizi ona göre programlar, hep o istikamette koşturup durur ve böylece hayatınızda cedel ve diyalektiğe düşecek bir boşluk bırakmamış olursunuz.

Orhan Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın'ı imzalıyor

$
0
0

Orhan Pamuk, son romanı Kırmızı Saçlı Kadın'ı okurları için imzalayacak.

Nobel ödüllü yazar, bugün saat 14.00'te D&R Kanyon'da okurları ile buluşacak. Pamuk, Kırmızı Saçlı Kadın'da okurlarını otuz yıl önce İstanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle büyük bir insanî; suçun peşinden sürüklüyor. Roman, bir kuyucu ustasıyla çırağının zor bir arazide kuyu kazıp su bulmalarının hikâyesini konu alıyor.

Hanif Kureishi ve Murathan Mungan, İstanbul'da buluşuyor

$
0
0

British Council'ın Londra Kitap Fuarı'ndaki Türkiye kültür programını takiben 2016'da başlattığı ‘Yazarlar Buluşuyor' programı, Türkiye ve Birleşik Krallık'tan edebiyatın önde gelen isimlerini Türkiye'de buluşturuyor.

Buluşmaların ilki Oscar adayı olan Benim Güzel Çamaşırhanem filminin senaryo yazarı Hanif Kureishi'yi şair yazar Murathan Mungan'la 18 Şubat saat 19.00'da Pera Müzesi'nde bir araya getiriyor. Aslı E. Perker'in moderatörlüğünü üstlendiği buluşmada yazarlar kitaplarından seçtikleri bölümleri okuyacak, kitapları ve yazarlık pratikleri hakkında konuşacaklar. Program, İstanbul, İzmir ve Ankara'da Paul McVeigh, Sema Kaygusuz, Ned Beaumann, Hakan Günday buluşmalarıyla devam edecek. Programın moderatörleri Elif Bereketli, Esen Kara ve Fatma Cihan Akkartal olacak. Yazarların okurlarla deneyimlerini paylaşacağı buluşmalar İstanbul, Ankara ve İzmir'de 3 Mart'a kadar devam edecek.

Mehmet Güreli'nin ‘kara film' resimleri

$
0
0

Sade Kolektif'in The Marmara Pera'da düzenlediği üçüncü sergisi, 11 Şubat–11 Mart arasında Mehmet Güreli'nin yeni eserlerine ev sahipliği yapıyor.

Mehmet Güreli, ‘Film Noir' (Kara Film) adını verdiği yeni sergisinde Film Noir'ı karanlıkların içinde kalan ilişkilerin dışına çıkartmayı başarıyor ve sanat tarihine, İstanbul'un 1930'lu yıllarındaki görüntüsüne, sinema tarihine ismini yazdırmış filmlere göndermeler yapıyor. Güreli'nin uzun süredir gerçekleşen en kapsamlı sergisi olan ‘Film Noir', bir yandan resimler aracılığı ile izleyiciye sorular sorarken, diğer yandan da izleyicileri resimlerin içine dahil ediyor. Sergi, salı gününden cumartesi gününe 11.00-17.30 arasında gezilebilir. (0212 251 46 46)

Geçmiş zaman olur ki...

$
0
0

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ), Doğu ile Batı'yı buluşturan bir sergiye ev sahipliği yapacak.

Belçika'nın önde gelen sanat kurumlarından BOZAR'ın öncülüğünde, altı sanat kurumunun ortaklığıyla gerçekleşecek ‘Osmanlılar ve Avrupalılar: Geçmiş Zamanlar ve Olasılıklar' başlıklı bir sergi 4-27 Mart arasında MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi Tek Kubbe Salonu'nda ziyarete açık olacak. Avrupa Birliği Kültür Programı'nın desteğiyle BOZAR'ın liderliğinde yürütülen Osmanlılar ve Avrupalılar: 500 Yıllık Kültürel İlişkiler Üstüne Düşünmek adlı projenin İstanbul ayağı olarak gerçekleştirilecek serginin küratörlüğünü Beral Madra üstleniyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı ve Cittadellarte-Pistoletto Foundation ortaklığıyla düzenlenecek sergi ücretsiz olarak gezilebilecek. Sergide Erol Eskici, Leone Contini, Eda Gecikmez, Mary Zygouri, Driant Zeneli ve Naci Güneş Güven'in çalışmaları yer alacak. (www.iksv.org)

‘Dünya döndükçe öykü bizi anlatacak'

$
0
0

2003 yılından beri ‘İnsan öyküsüyle var' sloganıyla düzenlenen 14 Şubat Dünya Öykü Günü, bu yıl yazar Ayşe Kulin'in kaleme aldığı bildiri ile kutlanacak.

Ankara Üniversitesi, Çankaya Belediyesi ve Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği'nin düzenlediği etkinlik, Ankara'da öykü okurunu buluşturacak. Aynı gün, Edirne'den Diyarbakır'a kadar pek çok şehirde yazarlarla okurların öykü buluşacak, öyküler okunacak, söyleşiler gerçekleştirilecek.

Ayşe Kulin'in yazdığı bildiri Türkiye'nin farklı kentlerinde okunurken, farklı dillere de çevrilerek dünyadaki öykü okuruyla paylaşılacak. Ankaralı öykü severler ise yarın Ankara Üniversitesi Morfoloji Salonu'nda 14.00-16.00 saatleri arasında bildiriyi bizzat Ayşe Kulin'den dinleyecek.

Dünya Öykü Günü'nde Türkiye genelinde pek çok şehirde öykü konuşulacak. Eskişehir'de Tepebaşı Belediyesi'nin etkinliğinde yazarlar Seray Şahiner ve Semrin Şahin öykü üzerine söyleşecek. Kayseri Melikşah Üniversitesi, Psikoloji Kulübü tarafından düzenlenen ve İnci Aral'ın katılacağı etkinlikte öykü okuru bir araya gelecek.

İzmir'de üç gün sürecek ve 40'a yakın edebiyatçının katılacağı 14. İzmir Öykü Günleri'nin teması gençlik ve barış; onur konuğu ise Necati Tosuner. Diyarbakır'da Kürt Yazarlar Derneği'nin düzenlediği etkinlik, 21 Şubat Dünya Anadil Günü ile birleşerek çok dilli öykü buluşmalarına dönüşecek. Bursa'da BUYAZ Derneği, öykü günü buluşmalarına ev sahipliği yaparken, onur konuğu öykücü Ahmet Büke olacak. Çanakkale'de ise Dünya Öykü Günü, Fetvane Sokak'taki Yalı Han'da kutlanacak.

Ayşe Kulin'in yazdığı Dünya Öykü Günü Bildirisi'nden:

“Anılar, kokular, renkler, sevgiler, korkular, anlar ve algılar… Hayata dair ne varsa, yazıya dönüştüğünde, paylaşıldığında, biz buna öykü diyoruz. Aslında öykü biziz, hepimiziz. Hatta hayatı bizle paylaşan canlı cansız her nesne… kedimiz, köpeğimiz, atımız, pencere önünde duran saksımız, fıstık ağacının ardındaki mehtap, dudağımızın ucundaki sigara, kovadaki balık, yüreğimizdeki heyecan, sevgi ya da kin ve elbette hayallerimiz… Doğumla ölüm arasında bize dokunan, bizi biz yapan her şey, bizim öykümüz. Üstelik bir roman gibi sonu olması da gerekmiyor, bir iç dökme ya da sırf coşku olarak kaldığında dahi, anlamlı. Öykü, sırf bu yüzden yaşam kadar değerli ve saygın. İnsana, hayata ve hayatın içindeki her şeye dair olduğu için.

Dünya döndükçe ve dünyada insan olduğu sürece öykü de olacak, bizi bize anlatmaya, bizi çoğaltmaya, hayatın her anını ve halini bize samimiyetle aktarmaya devam edecek.”


'Fotoğraf çekseydim, objektif olamazdım'

$
0
0

Fotoğraf tarihi üzerine yaptığı araştırmalarla tanıdığımız Engin Özendes “Türkiye'de Fotoğrafa Modern ve Çağdaş Yaklaşımlar” isimli yeni bir kitap hazırladı.

Fotoğraf, Özendes'in 40 yıldan fazla bir zamandır profesyonel işi. Buna rağmen fotoğraf çekmiyor. Bütün meşgalesi ve ilgisi fotoğraf üzerine düşünmek, okumak, yazmak ve konferanslar vermek. Kurulduğu 2004 yılından 2012'ye kadar İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin fotoğraf sergileri küratörlüğünü yaptı. Ayrıca, Osmanlı dönemi fotoğrafı ile ilgili geniş bir koleksiyona sahip. Engin Özendes ile dünden yarına Türkiye'de fotoğrafı konuştuk.

Fotoğraf, icadından kısa bir süre sonra Osmanlı'ya geldi ve benimsendi. Bir Doğu toplumu olan Osmanlı'da fotoğrafın bu kadar hızlı yayılmasını nasıl yorumlarsınız?

Bir sultan hatta halife ile yönetilen Doğu ülkesi olma durumu, Batılılar için büyük bir merak. Başta İstanbul olmak üzere Osmanlı topraklarına gelen ilk fotoğrafçılar, mimarlar, arkeologlar, ressamlar merak ettikleri yerleri görmek, gördüklerini saptamak için geliyor. Üstelik saraydan büyük ilgi görüyorlar. Hal böyle olunca, burada Batı eğitimi görmüş Ermeniler, Venedik ruhban okulunda resim eğitimi almış olanlar ve daha başkaları da fotoğraf ile ilgilenmeye başlıyor. İstanbul'da ilk stüdyolar böyle doğuyor.

İsimler üzerinden gidecek olursak, kimler öne çıkıyor bu ilk dönemde?

İstanbul'da ilk stüdyosu olanlar Kargopoulos, Abdullah Biraderler, Sébah Joaillier. Dikkat ederseniz onların fotoğraflarında hep İstanbul'un güzel görüntüleri, sokakları, caddeleri, yani Batı'da olmayan sosyal yaşam var. Turistlere satılıyor çekilen fotoğraflar.

Cumhuriyet'le beraber fotoğrafın tarihsel seyri nasıl oluyor?

Fotoğrafın sanatsal ve ticari olarak ayrılması Cumhuriyet dönemindedir. Sanatsal olarak Othmar Pferschy ve ondan sonra gelen kuşak gibi, Ara Güler'den diğerlerine kadar fotoğrafın tamamen sanat ve belgesel olarak tanımlanması Cumhuriyet ile başlar.

Fakat sonrasında Türkiye'de fotoğraf, gazetecilik disiplininden çok, gezi ve turizm bağlamında gelişiyor...

Fotoğrafçıya iş verilen bir gazete yok ki! Bir basın-foto ajansı kuruluyor, Müeddep Erkmen, Hilmi Şahenk, Selahattin Giz var işin içinde. Bu adamlar bir gazeteye bağlı çalışmıyorlar, öyle bir kadro yok çünkü. Büyük bir otobüsün arkasını karanlık odaya çevirip gündüz şehre dağılıp fotoğraf çekiyor, gazetelere servis yapıyorlar. Gazetelerden talep olmayınca başladığı gibi bitiyor o iş.

1950'lerden alırsak, ‘sanat fotoğrafı' disiplinin gelişimi nasıl oldu?

Ozan Sağdıç'ın çok güzel bir lafı vardır, “Othmar bize fotoğrafa bakmayı öğretti.” der. Cumhuriyetin daha başında Othmar Pferschy'nin devreye girmesi farklı bir fotoğraf anlayışını Türkiye'ye getirdi. Ondan sonra Ara Güler dönemi var, hâlâ kapanmış değil. Ardından Ozan Sağdıç, Gültekin Çizgen, Ersin Alok geliyor. 1970-1980 arası 6 fotoğrafçı sayabilirdik. Okulların gelişmeye başlaması, ders olarak okutulması, başta Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olmak üzere diğer üniversitelerde bölümlerin açılması fotoğraf sanatını çok etkiledi. Yeni bir nefes, yeni bir bakış ortaya çıktı.

Fotoğrafın Türkiye macerasında İstanbul Modern'in ve sizin oradaki misyonunuzun önemi de büyük.

İstanbul Modern kurulurken Şakir Eczacıbaşı benden rica etti, ‘Fotoğraf bölümünün başında olur musun?' diye. Daha inşaat devam ederken başladım çalışmaya. İlk sergiyi evden hazırladım. Kuruluş aşamasında Mehmet Kısmet, Ara Güler, Bülent Erkmen, Şakir Eczacıbaşı, Ali Akay ve ben vardık. Önce bir araya gelip arşiv oluşturduk. 400 küsur fotoğraf topladık ve müzenin açılışında ilk sergimizi açtık. Oradaki koleksiyonu sürekli geliştirdim; 312 fotoğrafla başladığımız koleksiyon ben ayrılırken 7.308'di.

Fotoğraf tarihinde inanılmaz katkılarınız var, ama son kitabınızda fotoğrafın geçmişinden çok, geleceğine odaklanmışsınız...

Fotoğraf benim dünyam. Bunun arasında seçim yapmıyorum. 1999'da Pamukbank'ın benden rica ettiği bir kitap vardı, yazdım. O aslında bu kitabın başlangıcı niteliğindeydi. Orada dönemin fotoğrafçılarını görürsünüz, bu kitapta ise bütün dönem fotoğrafçıları var, bu çok daha kapsamlı bir çalışma oldu.

Türkiye'de fotoğrafın geleceği ile ilgili öngörünüz nedir?

Öyle bir öngörü söyleyemem. Bugün hangisi fotoğrafçı hangisi çağdaş sanatçı ayırmak kolay değil. Medyanın bu kadar karıştığı yerde çok daha çağdaş, çok daha farklı işler çıkıyor. Ama basın fotoğrafçılığının belli bir görevi var, olayı aktarırken en iyi biçimde anlatabiliyorsa başarılıdır.

İnsanların kişisel gelişimlerini doğru yönde götürecek yol ve kurumlar neler? Ajanslar, yayınlar, galeriler, müzeler mi; kendi bağlantıları mı?

İlk başta kendi bağlantıları, ardından okumak. Fotoğrafla ilgiliyse resim de okuyacak, heykeli de okuyacak, enstalasyonu da okuyacak; müzik dinleyecek, Batı müziği ya da Türk müziği, hep farklı sanat kollarıyla fotoğrafı ilişkilendirebilecek, sinemayı bilecek. Öncelikli olarak kişisel beslenme. Sonra tabii ki sergileri izlemek çok büyük yardımcı ve öğretici yollardan biri.

40 yıldır fotoğraf araştırıyorum

“Hiç fotoğraf çekmedim, özellikle çekmedim. Çocukluğumdan beri fotoğrafa ilgim vardı. 1976'da araştırmaya başladım, o tarihten beri fotoğrafı araştırmaya devam ediyorum. Fotoğraf çekiyor olsaydım benim bir bakış açım olacaktı, objektif olamazdım. Objektif olmayı seçtim ve bugün 19. yüzyıldan kalma Abdullah Frères'in sokak fotoğrafı da, Serkan Taycan'ın Marmara'dan Karadeniz'e yaptığı yürüyüşlerde çekilen fotoğraflar da benim için çok önemli.

Orhan Pamuk: İlk defa kitabım çok geniş okur kitlesine ulaştı

$
0
0

Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, yeni kitabı 'Kırmızı Saçlı Kadın'ın ilk imza gününde okurlarıyla buluştu. Levent Kanyon AVM'deki D&R mağazasında düzenlenen imza gününe gelen okurlar, uzun kuyruklar oluşturdu.

Orhan Pamuk, yeni kitabı ile ilgili, "Benim kitaplarımı okumak bazen dikkat, çaba ve vakit gerektirir. Bu kitabı imzalatanlarda görüyorum ki, ilk defa kitabım çok geniş okurlara ulaştı. Belki kitabın kısalığından, belki kahramanın genç olmasından, belki de romanımın hepimizin kafasının içinde olan ve bizim kimliğimizi oluşturan eski efsanelere dayanmasından dolayı bu kadar anlaşıldığını ve sevildiğini düşünüyorum." dedi.

Kitabı hakkında bilgi veren Pamuk, yeni romanında 16 yaşında bir liseli çocuğun hayattaki deneyimlerini anlattığını söyledi. Kendisine gösterilen ilgiden dolayı çok mutlu olduğunu söyleyen Pamuk, "Bundan 14 ay evvel de 'Kafamda Bir Tuhaflık' için imza günü yapmıştım. Uzun bir aradan sonra yine çok kalabalık var. Çok mutluyum. 14 aydan sonra tekrar okurlarımla buluştum. Romanım 200 sayfalık. Benim ölçülerime göre kısa ve çabuk okunan bir roman. Belki bu yüzden de herkes okuyup fikrini söylüyor. Ben de bundan çok etkileniyorum." dedi.

İmza günleri hakkındaki düşüncelerini de dile getiren Orhan Pamuk şöyle konuştu: "İmza günlerinin güzelliği, biz masamızda yapayalnız çalışırken, hayal ettiğimiz okurun gerçek kanlı - canlı iyi niyetli, gülümser, beni çok mutlu eden tatlı sözler söyleyen gerçek tek tek kişilerin burada olması. Hepsi birbirinden farklı insanlar, kitaba değişik tepkiler veren ve bu tepkileri benle paylaşmak isteyen okurlar olarak görüyorum. İmza günlerinin güzelliği burada. Asla yazarlar zorlanmıyor, sıkılmıyor. Çok mutlu olurlar yazarlar imza günlerinde. Çünkü kafalarında, dumansı bir şekilde kim olduğunu merak ettikleri okur; okurun en meraklısı, en tutkulusu burada kuyruğa girer, elini sıkar ve iki tatlı söz söyler. Biz de ona iki tatlı söz söylemeye çalışıyoruz. Kuyruğa yetişmeye çalışıyoruz. Böyle bir imza günü diğer bütün yazarlara da nasip olur diye teşekkür ediyoruz, kitabevine de çok çok teşekkür ediyoruz."

Zeytinburnu'nda öykü festivali

$
0
0

Uluslararası Öykü Festivali, 16-20 Şubat arasında Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi'nde gerçekleştirilecek.

Bu yıl ilk kez düzenlenen festivale 26 yerli, 8 yabancı öykücü katılacak. Dört gün sürecek festivalin konukları arasında Man Booker ödüllü Nijeryalı şair-yazar Ben Okri, İranlı yazar Mustafa Mestur, Filistinli öykücü Ziad Khaddash, Akif Hasan Kaya, Güray Süngü ve Naime Erkovan da var.

Öykülerimle huzursuzluk vermek istiyorum

$
0
0

Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi Berna Durmaz, ‘Bir Hal Var Sende' ve ‘Bir Fasit Daire' öykü kitaplarının ardından, geçtiğimiz ay ‘Karayel Üşümesi'ni yayımladı. Öykünün emek harcanarak okunması gerektiğini söyleyen Durmaz, kolay okunan ve tüketilen öyküye uzak duruyor. Berna Durmaz ile yeni kitabını ve öykücülüğünü konuştuk.

Yirmi yıl önce başladınız öykü yazmaya fakat kitaplarınızı daha geç yayımladınız. Öykücülüğünüz nasıl bir seyir izledi?

1995'te ilk öykülerim dergilerde çıktığı için belki o tarih herkesi yanıltıyor olabilir. Ama araya çok zaman girdi. 95 yılından sonra evlendim, çocuğum oldu, öğretmenlik hayatı derken yazma süreci benim için yavaş gitti. Aslında 2008 yılında yoğunlaşmaya, yeniden yazmaya başladım. Hiç uzun değil, bana sorulduğunda çok geç başladığımı söylerim. 2011 yılında ilk kitabım çıktı. O yüzden ben yeni bir yazarım.

Kısa öyküler yazıyorsunuz ama atmosferi çok yoğun; çok fazla dünya, çok fazla duygu var içinde. Sizi bir öyküye başlatan ne oluyor?

Konu değil. Ben bu konuyu anlatmalıyım, bu konuda söylemek istediğim bir şey var, demiyorum. En başında atmosfer kurma derdindeyim. Sözcüklerle bir dünya yaratıyorsunuz zaten öyküde. Başladığımda ne anlatacağımı, öykünün nereye varacağını ben de bilmiyorum. Sayfalar dolusu bir şeyler yazıyorum ama sözcükler nereye gideceklerini bilmeden birbirlerine ulanıyorlar. Deftere yazdığım bu yazılar orada duruyor bir süre. Tekrar dönüp baktığımda, oradaki dünya, o kurduğum atmosfer beni etkiliyorsa en başta, okuru düşünmeden, o zaman ben bunu bir yere vardırmalıyım diyerek müdahalem başlıyor.

‘HERKES İÇİN YAZMIYORUM'

Kolay bir anlatımınız yok. Bunun okuyucu ile aranıza girmesinden çekiniyor musunuz? Okuyucu, ben bunu anlamıyorum deyip kaçabilir.

Anlamıyorum deyip kaçanlar öykü okuru olmayanlardır. Ben, herkes için yazmadığımı düşünüyorum. Yani herkes için yazsam çok kolay anlaşılır, çok kolay tüketilir olurdu. Anlaşılmak bir yandan da okuyup, bitirip, tüketmeyi de getiriyor peşinden. Bunun öyküde olmaması gerektiğini düşünüyorum. Öykü biraz daha dura dura, düşüne düşüne, emek harcanarak okunması gerektiği için. Bu tarz okurlar benim öykülerimi okur ve bu da bana yeter.

Bir sonuca bağlanmayan, ne olduğu, ne olacağı hakkında fikir vermeyen öyküler bunlar. Okuyucuya sınırsız bir alan mı açmak istiyorsunuz?

Bir kere huzursuzluk vermek... Okurken ne olduğunu anlayamamanın verdiği huzursuzluk, tedirginlik. Öyküyü okuyup bitirdikten sonra bile bu neydi, deyip tekrar bir dönüp bakmak, onu çözmeye çalışmak, o tedirginliği duymak. Bu zaten kısa öykünün doğasında var. Kuyunun ağzı gibi, küçük görünen ama aşağılara inen bir anlamı var. Buldukları anlamlarla öyküdeki boşlukları okurun kendisi dolduracaktır.

Terk edilme, aldatma, şiddet de var ama verdiği sözü tutamamanın altında ezilenler, hayal kırıklığını sükûnetle karşılayanlar da... Sizin öykü dünyanızı biçimlendiren de bu zıtlık mı?

Tam da yaşadığımız gibi, yalıtmadan, hayattan etkilenerek yazıyorum ama tabii ki, öykünün kendi dünyası var. Kendi evrenimi kuruyorum sözcüklerle, ama yaşamla bir göbek bağı var ve oradan geliyor bütün o çelişkiler, zıtlıklar, her şey; terk edilişler, ölümler, üzüntüler, acılar... Bir de yaşadığımız dönem bize bunu veriyor hep. Acıları hissediyoruz. Birebir yaşamasak da, yaşayan insanları görüyoruz. Onları anlamaya çalışıyoruz ve o bize yansıdığı için, bana da yansıdığı için bunlar bu şekilde öyküye giriyor.

“Yazmak umut veriyor”

Özellikle son yıllarda sayısız ölüm gördük. Peki, bütün bunlar günlük yaşamınızı, öykülerinizi nasıl etkiliyor?

Karamsarlığa kapılıyorum ve umutsuzluk olarak yansıyor. Herkes gibi, birçokları gibi... Geleceğe iyi bakamıyoruz. Her şey çok daha kötüye gidecekmiş gibi geliyor. Zaman zaman hiç yazamaz hale geliyorum. Yazmanın ne işe yaradığını, bütün bunları yazarak alt edemeyeceğimizi, bunlarla başa çıkamayacağımızı düşünüyorum zaman zaman. Ama benim elimden gelen yazmak. Öfkemi, acımı, isyanımı, her şeyi yazarak dile getirmek zorundayım. Benim dilim öykü. Bu yüzden bunlar birebir yansımıyor ama duygu olarak geçiyor. Fakat umut da olmak zorunda. Yazmak bir anlamda da umut veriyor, vermeli. Direnmek için, ayakta kalabilmek için.

250. kez Cinnet-i Tercih

$
0
0

Geçtiğimiz yılın En İyi Gençlik Tiyatrosu ödülünün sahibi Cinnet-i Tercih, 250. kez sahnelendi.

5 yılı aşkın süredir 55 şehirde 100 binden fazla öğrenciye ulaşan oyun, sınav ve tercih stresini mizahi bir dille anlatıyor. Fatih Üniversitesi Sanat Tiyatrosu'nun 6 yıl önce sahnelemeye başladığı Cinnet-i Tercih, 16 Kasım 2015 tarihinde Kozyatağı Kültür Merkezi'nde düzenlenen XV. Direklerarası Seyirci Topluluğu Tiyatro Ödülleri'nde yılın ‘En İyi Gençlik Tiyatrosu Ödülü'ne layık görülmüştü.

Bu yıl, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın da desteğini alan Cinnet-i Tercih'in yazarı ve yönetmeni Alper Aykut Yayla, “Gençlerin sorunlarına mizahi bir dille yaklaşmamız ve izleyiciyi de içine alan interaktif bir tiyatro gösterisi olması oyunumuzun sevilmesindeki en büyük etken. Altı yıl önce çıktığımız bu yolda hiç yılmadan ve yorulmadan devam ettik. Kültür Bakanlığı da oyunumuza destek oldu. Geçen hafta oyunumuzun 250. seansını salondaki 250. koltukta oturan seyircimize sürpriz hediye vererek kutladık.” diyor. Türkiye'nin vakıf üniversitesine bağlı tek profesyonel tiyatrosu olan Fatih Sanat Tiyatrosu'nun oyunlarıyla ilgili ayrıntılı bilgiye www.fatihsanattiyatrosu.org'dan ulaşılabilir.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live