Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Elçiliklerden hazine çıktı

$
0
0

Dışişleri Bakanlığı, 135 büyükelçilikte bulunan tabloların envanterini çıkardı. Uzman heyetin elden geçirdiği 4 bin 679 tablo www.mfa.gov.tr'de sergileniyor. Bir kısmı Osmanlı'dan miras kalan tablolar arasında, Halil Paşa, İbrahim Çallı, Şefik Bursalı, Şevket Dağ, Hikmet Onat gibi ressamların yanı sıra Erol Akyavaş, Burhan Doğançay, Fikret Mualla, Abidin Dino, Fahrünnisa Zaid, Devrim Erbil, Ömer Uluç, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Naile Akıncı, Nusret Çolpan (minyatür) ve Ali Toy'un (hat) eserleri var.

Dışişleri Bakanlığı, yurtdışı temsilciliklerinde bulunan tabloların envanterini çıkardı. Bir kısmı Osmanlı bakiyesi 4 bin 679 bin kadar tablo uzman heyet tarafından elden geçirildi. Bir kısmı depolardan çıkarılan eserler özel bakım uygulanıp, ömürleri uzatıldı. Sürecin sonunda oluşan devasa dijital arşiv bakanlığın internet sitesinde (//diplomatic.mfa.gov.tr/Painting/PaintingCollections.aspx) sergilenmeye başlandı. Tablo eksperlerinin fiyat biçmekte zorlandıkları zengin koleksiyonda, son dönem Osmanlı asker ressamlarından Halil Paşa (10 eser), Hikmet Onat, Fikret Mualla (13 eser), Abidin Dino (4 eser), Nuri İyem (2 eser), Erol Akyavaş, Bedri Rahmi Eyüboğlu (15 eser), Eren Eyüboğlu (9 eser), Eyüp ressamı Naile Akıncı (2 eser) gibi önemli isimlerin tabloları bulunuyor. Eserlerin çoğu bizzat sanatçılar tarafından hediye edilmiş Hariciye'ye, bir kısmı da Osmanlı'dan miras.

HARİCİYE ‘DOĞANÇAY' ZENGİNİ

Koleksiyonda Doğançay ailesinden iki isim yer alıyor. 2,2 milyonluk ‘Mavi Senfoni' tablosuyla öne çıkan Burhan Doğançay'ın 17 eseri, ressam babası Adil Doğançay da 3 tablosu yurtdışı temsilciliklerinin duvarlarını süslüyor. Hariciyenin paha biçilemeyen koleksiyonunun ağırlığını yağlıboya resimler oluşturuyor. Ancak gravür, karakalem, akrilik, baskı ve taş baskı (litografi) tekniğiyle çalışılmış eserler de var. Minyatür sanatçısı Nusret Çolpan ‘İstanbul ve Camii' isimli minyatürü, Hattat Ali Toy'un ‘Modern Hat' çalışması ve İbrahim Çallı'nın yağlıboya ‘İsmet İnönü' portresi öne çıkan eserlerden.

TÜRKİYE TABLOLARLA ANLATILIYOR

Dışişleri'nin sitesinde sergilenen koleksiyon incelendiğinde, yurtdışında sergilenen eserlerde çoğunlukla şehir manzaralarına, insan portelerine ve Türkiye'ye özgü detayların işlendiği görülüyor. Zaman'a konuşan üst düzey bir diplomat, sınır ötesinde yıllardır sergilenen resimlerin Osmanlı'dan Cumhuriyet'e özenle seçildiğini, büyükelçilerin bu özel eserler üzerinden bulundukları ülke diplomatları ile vatandaşlarına Türkiye'yi anlatma imkânı bulduklarını vurguluyor. Son envanter çalışmasıyla, birçoğu 1920'lerden kalan eserlere ömür kazandırıldığını aktarıyor. Online serginin Türkiye'de yerleşik yabancı misyonlara hitap eden ‘Diplomatik Portal' bölümünde yayınlanarak, yabancı diplomatlara ünlü Türk ressamları keşfetme imkanı sağlandığını ifade ediyor.

Pekin'den Washington'a, Ulanbator'dan Tunus'a dünyanın dört bir tarafında faaliyet gösteren 135 büyükelçilikte asılı tablolara imza atan diğer önemli ressamlardan bazıları şöyle: Ali Çelebi, Devrim Erbil (18 eser), Fahrünnisa Zaid, Şevket Dağ, Hikmet Onat (17), Ercüment Kalmık, Turan Erol, Feyhaman Duran, Gencay Kasapçı, Şefik Bursalı, Yalçın Gökçebağ, Cevat Dereli, İnci Eviner, Cemal Tollu, İbrahim Safi, Avni Arbaş, Orhan Peker, Nurullah Berk, Cihat Burak, Zeki Faik İzer, Şeref Akdik, Ömer Uluç, Nedret Sekban, Nejad Devrim ve Necdet Kalay.


Sait Faik Hikâye Armağanı'na başvurular başladı

$
0
0

Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen ve Darüşşafaka Cemiyeti ile İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen 62. Sait Faik Hikâye Armağanı'na başvurular başladı.

Yarışmaya katılacak yazarların, başvuru yapacakları hikâye kitabından 10 nüshayı, 26 Şubat 2016 Cuma günü saat 17.00'ye kadar Darüşşafaka Cemiyeti İletişim Birimi, Darüşşafaka Caddesi No: 14 34457 Maslak, Sarıyer, İstanbul adresine teslim etmesi gerekiyor. Yarışmaya katılacak hikâye kitaplarının 2015 yılında yayımlanmış ve daha önce herhangi bir ödül almamış olması gerekiyor. Kurallar gereği daha önce Sait Faik Hikâye Armağanı kazanan yazarlar da yarışmaya katılamıyor. Doğan Hızlan'ın başkanlığında toplanacak seçiciler kurulu Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Murat Gülsoy, Metin Celal ve Beşir Özmen'den oluşuyor.

Nusret Çolpan'ın eserleri pul oldu

$
0
0

Mayıs 2008'de hayatını kaybeden minyatür sanatçısı ve mimar Nusret Çolpan'ın minyatürleri, PTT tarafından hazırlanan yeni pullara basıldı.

35 yıl minyatür çalışan sanatçının yurtiçinde ve yurtdışında değişik koleksiyonlarda yaklaşık 300 eseri bulunuyor. Anadolu ve dünya şehirleri, Osmanlı'nın 700 yılı, çini ve suluboya çalışmalarını da içeren Çolpan'ın koleksiyonundaki eserlerin büyük bir bölümünü İstanbul'un çeşitli bölgelerinin tasvirleri oluşturuyor.

Yönetmenler Birliği, Iñárritu dedi

$
0
0

Yönetmenler Birliği (DGA) Ödülleri dün düzenlenen törenle sahiplerini buldu.

Sinema ve televizyon kategorilerinde değerlendirilen törene yönetmen Alejandro Gonz·lez Iñ·rritu damga vurdu. Diriliş (The Revenant) ile Film Ödülü'nü kazanan Iñ·rritu, geçtiğimiz yıl aynı mutluluğu Birdman ile yaşamıştı. İki yıl üst üste DGA'da zafer elde eden yönetmen, ödülünü Diriliş'in başrol oyuncusu Leonardo DiCaprio'nun elinden aldı. Akademi yarışının önemli duraklarından kabul edilen DGA sonuçları, son 10 yılda Oscar alan 9 film ile benzerlik gösterdi. İlk Film Ödülü Ex Machina ile Alex Garland'a verilirken dizi dalında sürpriz yaşanmadı. Game of Thrones ile David Nutter geceden ödülle ayrılan isim oldu. Belgesel dalında ise ödülü Cartel Land ile Matthew Heineman aldı.

Boş mideyle yazılmıyor Mihriban!

$
0
0

Haftanın oyunu yine bir edebiyat uyarlaması. Nobel ödüllü Knut Hamsun'un meşhur romanı Açlık'ı tiyatroya uyarlayan ekip Sarı Sandalye. Oyuncular, açlıkla gururu arasında sıkışan aydının çıkmazını yansıtırken hiç de fena olmayan bir performans sergiliyor.

Açlıkla ilgili bu zamana kadar yazılmış en çarpıcı eserlerden birinin, dünyanın refah seviyesi en yüksek ülkelerinden olan Norveç'ten çıkması ne tuhaf… Öyle sevgiye, barışa, huzura açlık filan da değil. Başına gelmesi halinde kişiyi insanlıktan çıkaracak kadar güçlü, fiziksel hareketlerini kısıtlayan, çaresizliğin doruklarında gezdiren hakiki açlık bahsi geçen. Norveçli yazar Knut Hamsun'un Açlık romanı tam böyle bir şey. Tuhaf desek de aslında tezatlık olarak gördüğümüz şeyin anlaşılmayacak bir yanı yok. Çünkü ‘açlık'ın anatomisini yazmak için bile tok olmak gerekiyor. Ya da açlığın romanı boş mideyle yazılmıyor mu demek lazım bilemedim. Tıpkı Hamsun'un kült romanındaki yemek yemeyi bile en çok yazı yazmaya mecali olsun diye isteyen Tangen karakterine olduğu gibi. Fakat bir türlü olmaz bu yemek yeme eylemi. Bir gün toksa üç gün açtır kahramanımız. O bir gün için de öyle bedeller öder ki. Üstüne üstlük bir de kapı gibi gururu vardır işleri daha da zorlaştıran…
Hepimiz Tangen'iz, hepimiz aç!
Turgen'in okurken dayanmakta zorlandığımız aşırı acıklı öyküsünü tiyatroya taşımak müşkül iş. Açlığı görsel olarak yansıtmak epeyce emek istiyor. Bu zor işe kalkışan ekip Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu çıkışlı oyuncular tarafından kurulan Sarı Sandalye. Bir süredir konuk oyun olarak Kumbaracı 50'de sahnelenen Açlık, beş kişilik oyuncu kadrosuna sahip. Ama son tahlilde herkes Tangen'i canlandırıyor. Oyunculardan Emirhan Altunkaya Tangen karakterinde sabit iken diğer üç kadın oyuncu Tangen'in söylediklerini tekrar ederek sık aralıklarla onun yerine geçiyorlar. ‘Tangen bu hayatta açlık çeken tek kişi değil' dercesine… Sonra bir bakıyorsunuz Tangen'in yazılarını değerlendiren yazı işleri müdürü, işveren, karakterimizin para karşılığında kıyafetlerini sattığı emanetçi oluyorlar. Açlıktan tokluğa geçişin birer sembolü gibi… Açıktan düzenli bir tokluğa geçişi başaramayan tek kişi ise Tangen. Ölümü bile göze alarak ‘alın teri dökmediği' parayı kabul ettirmeyen gururu el vermiyor çünkü. Gurur zaman zaman kibre bile dönüşür ki bu da eseri salt fiziksel açlığı anlatan bir kitap olmaktan çıkarıp insan zihninin karmaşık yapısını ortaya koyan bir başyapıta çevirir.
Oyun Norveç'te Kristiana sokaklarında geçse de dekor hemen hiç yok gibi. Belki de açlığın mekânı olmadığını anlatmanın bir yolu olarak düşünülmüş özel bir tercih… Oyunculukların yalın ve abartısız olması açlık gibi ‘ajite edilmeye' müsait bir konuyu çiğlikten uzak tutmaya yaramış. Açlığı sembolize eden tek şey ise göz altındaki morluklar… Konunun ajite edilmemesi oyuna artı puan kazandırırken gözler yine de sahnede bir şey arıyor. Bu alabildiğine sadelik, tek perdelik performansı oyundan ziyade bir ‘okuma akşamı'na dönüştürmüyorsa bu sağlam oyunculuklar sayesinde. Açlık'ın bir sonraki gösterimi 26 Şubat'ta Kumbaracı 50'de.

Van Gogh tiyatro sahnesinde

$
0
0

Van Gogh'un kardeşine yazdığı mektuplardan yola çıkarak sahneye konulan, Tiyatro Gerçek'in tek kişilik oyunu “Van Gogh”, 13 Şubat Cumartesi günü MOİ Sahne'de izleyici ile buluşacak.

Hakan Gerçek'in yönettiği ve oynadığı, W.Gordon Smith'in, Vincent Van Gogh'un kardeşi Theo'ya yazdığı mektuplardan derleyerek hazırladığı oyunu Ülkü Tamer dilimize kazandırdı. Tek kişilik oyunda izleyici Van Gogh'un resme başlamasından intiharına kadar geçen süreye, aşklarına, resim tutkusuna, Vincent Van Gogh'un atölyesinde yakından tanık oluyor. (0212 801 10 00)

Boğaziçi'nde klasik müzik konserleri başlıyor

$
0
0

Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall Klasik Müzik Konserleri, dünyanın en iyi oda müziği topluluklarından biri kabul edilen Venedik Solistleri'nin (I Solisti Veneti) 17 Şubat akşamı yapacağı açılış konseriyle bahar sezonunu açıyor.

İtalya'nın en köklü, en saygın ve en sevilen oda müziği topluluklarından olan Venedik Solistleri, İtalyan Şef Claudio Scimone yönetiminde saat 19.30'da Albert Long Hall salonunda dinleyicilerine ‘İtalyan Müziğinde Melodi ve Ustalık' başlıklı bir konser sunacak. Konserde Rossini, Vivaldi, Salieri, Bottesini, Pasculli, Arban'dan parçalar icra edilecek.

Opus Amadeus Oda Müziği Festivali 5 yaşında

$
0
0

5. İstanbul Uluslararası Opus Amadeus Oda Müziği Festivali, altı konser ile İstanbullu dinleyicilerle buluşacak.

İstanbul Deniz Müzesi, Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi, Surp Levon Ermeni Katolik Kilisesi, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi Konser Salonu ve Aşkenazi Sinagogu'nda gerçekleşecek konserlerde Türkiye'nin ve Avrupa'nın başarılı ve ünlü müzisyenler barok, klasik, romantik ve modern müziğin seçkin eserlerini icra edecek. 2 Mart'ta sona erecek festival, 11 Şubat Perşembe akşamı İstanbul Deniz Müzesi'nde Macar barok topluluğu Aura Musicale'nin konseri ile başlayacak. (www.opusamadeus.com)


Kadın sinema yazarlarından cinsiyetçi komedilere tepki

$
0
0

Geçtiğimiz hafta gösterime giren ‘Hep Yek' adlı yerli film, sinema yazarlarının tepkisini çekti.

28 kadın sinema yazarı filmden yola çıkarak bir bildiri yayınladı. Son dönemdeki yerli komedi filmlerindeki cinsiyetçi yaklaşıma karşı tavır alan bildiride “Artık yeter! Bu nefret suçu” denildi.

Aralarında Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) üyesi Banu Bozdemir, Ceylan Özgün Özçelik ve Müjde Işıl ile Tuğçe Madayanti, Suzan Demir, Melis Zararsız gibi isimlerin de bulunduğu sinema yazarları, Ali Yorgancıoğlu'nun yönettiği ‘Hep Yek' filminden yola çıkarak, son dönemdeki yerli komedi yapımlarında tacizin bir komedi unsuru olarak kullanılmasına tepki gösterdi: “Küfür ve cinsellik mizahın bir parçası olsa da, cinsel ve etnik azınlıklara yönelik saldırgan bir dil komedi unsuru olmaktansa bir nefret suçudur. Pek çok film de bu çizgiyi geçmez, hatta zaman zaman bu dili kullanan hatalı karakterler cezalandırılır ve böylece seyirci onore edilir. Fakat Türkiye'de son yıllarda vizyona giren filmlerde bu çizginin sürekli olarak aşılması, bu unsurları kullanımındaki hoyratlık ve cinsiyetçilik kabul edilemez. Bu filmler hikâyelerinin hiçbir noktasında yaptıkları için özür dilememektedir. Kadınlar bu filmlerin aynı zamanda izleyicisiyken, filmdeki dil tarafından sürekli aşağılanmaktadır.”

Sanatın ve sinemanın bir toplumu yeniden inşa etme gücüne dikkat çeken metinde seyirciye “Komedi kisvesi altında üretilen bu tecavüz kültürü havuzunun suyunu kesmeye ve bu filmlere “Artık Yeter” demeye çağırıyoruz.” daveti yapıldı.

Klasiklerin sözcükleri uçup giderse...

$
0
0

Amerikalı genç tasarımcı Nicholas Rougeux, dünya edebiyatının klasiklerinden kelimeleri çıkarıp kitapta kullanılan noktalama işaretlerini gösteren posterler tasarladı. Ulysses, Moby Dick ve Uğultulu Tepeler gibi kitapların olduğu posterler, yazarın noktalama işaretleriyle kurduğu o derin ve gizli ilişkinin görsel bir hali.

Her yazarın noktalama işaretleriyle gizli bir ilişkisinden söz edilebilir. Metnin dokusunu ele veren bu irili ufaklı işaretlerin az ya da çok kullanılması eleştiri konusu olabilir. Edebiyat tarihinde yazarların noktalama işaretleriyle olan ilişkisine dair pek çok örnek var. Saramago, noktalama işaretlerini trafik işaretlerine benzetirken, onların çokluğunun ‘yolculukta' dikkati dağıtma gücü olduğundan bahseder. Proust'un o benzersiz kitabı Kayıp Zamanın İzinde ise yazarın noktalama seçiminden dolayı kimi yayınevleri tarafından geri çevrilir.

KLASİKLERİN GÖRSEL HARİTASI
Beckett ise farklı bir yerde durur. Türkçede Acaba Nasıl? adıyla yayımlanan 152 sayfalık kitabında büyük harf ve noktalama işareti kullanmaz. Roman paragraflar halinde ilerler. Yusuf Atılgan da ilk iki romanında bu işaretleri göz ardı eder. Faulkner, Ses ve Öfke'de kimi paragraflarda, uzun cümlelere rağmen noktadan başka bir işaret kullanmaz.
Noktalama işaretlerinin her yazara göre konumu farklıdır. Sadece bu açıdan bakıldığında ortaya oldukça şaşırtıcı görsel bir okuma çıkıyor. Amerikalı genç tasarımcı Nicholas Rougeux, dünya edebiyatının klasiklerinden kelimeleri çıkarıp kitapta kullanılan noktalama işaretlerini gösteren posterler (70*100 cm) tasarladı. Rougeux'un noktalama işaretlerini çıkardığı kitaplar arasında Ulysses (James Joyce); Tom Sawyer'in Maceraları (Mark Twain), Alice Harikalar Diyarında (Lewis Carroll); Aşk ve Gurur (Jane Austen); Moby Dick (Herman Melville) ve Bir Yılbaşı Öyküsü (Charles Dickens) var. Kelimeler Arasında (Between the Words) adını verdiği poster serisi; nokta, virgül, noktalı virgül, ünlem, kısa çizgi gibi noktalama işaretlerine birer övgü niteliğinde. Her poster, yazarın noktalama işaretleriyle kurduğu o derin ve gizli ilişkinin görsel halini sunarken, metnin bu işaretlerle nasıl inşa edildiğini ortaya çıkarıyor.

Rougeux, hazırladığı bu posterleri www.c82.net adlı internet sitesinde paylaşıyor. Çeşitli programlar sayesinde kitaptaki sözcükleri, noktalama işaretlerinden ayıran Rougeux, posterleri, daha sonra elde ettiği bu işaret yığınlarını içeriden dışarıya doğru akan bir daire şeklinde yan yana sıralayarak tasarlamış. Posterlerde virgül ve tırnak işaretinin çokluğu dikkat çekiyor. Noktalama işaretlerinin bu klasik metinlerde nasıl kullanıldığı ve yazarın bu işaretlerle kişisel ilişkisi, metne görsel okuma imkanı sağlıyor.
Noktalama işaretlerinin sıklığı yahut azlığı, yazarın dili kullanma biçimi ve metni inşa etmesiyle ilgili. Kişisel zevki ortaya çıkaran bu kullanım, yazar için hayati önem taşıyabilir. Truman Capote bunlardan biri. “Ben bir öykünün bozuk bir ritimden – özellikle de öykünün sonuna doğru olursa – veya paragraf kurarken bir yanlışlıktan, hatta yanlış noktalama işaretleri yüzünden mahvolabileceğine inanıyorum.”
METNİN RİTMİNİ KORUYAN İŞARETLER
Rougeux'un, edebi metinlere bakışımızı değiştirebilecek bu posterleri, noktalama işaretlerinin armağan ettiği ritm ve ahenkle, sözcüklerle olan ilişkimizi nasıl kurduğumuzu da gösteriyor. Hem okur hem de yazar noktalama işaretlerinden bir beklenti içindedir. Moby Dick posteri bu anlamda önemli bir örnek. Her ne kadar yazar kitabını bitirmenin vaktinin geldiğine zor karar verse de her metin bir yerde noktalanmak zorunda. Belki bu yüzden noktanın en sevilen işaret olduğu söylenebilir. Manguel'in ‘nokta'ya övgüler dizdiği metninde dediği gibi “O olmasa, genç Werther'in acılarının sonu gelmez ve Hobbit'in seyahatleri de tamamlanmazdı.”

Rus piyanist Anna Vinnitskaya İş Sanat'ta

$
0
0

İş Sanat, kısa sürede uluslararası müzik dünyasının dikkat çeken yeteneklerinden biri olan ve Türkiye'deki klasik müzik izleyicisinin de beğeniyle takip ettiği Rus piyanist Anna Vinnitskaya'yı sahnesinde ağırlıyor.

Bach, Respighi, Rossini ve Bossi'den eserlerin seslendirileceği konser yarın akşam saat 20.30'da İş Sanat'ta müzikseverlerle buluşacak. “Diapason d'Or” ve Classica Magazine'in “Choc du Mois” ödüllerine layık görülen sanatçıya gecede dünyaca ünlü La Scala Tiyatrosu orkestrasının müzisyenleri tarafından 1982 yılında kurulan Cameristi della Scala eşlik edecek.

Altın Ayı yarışı başlıyor

$
0
0

Dünya sinemasının kalbi yarından itibaren Berlin'de atacak. Bu yıl 66. kez düzenlenecek Berlin Film Festivali (Berlinale) 11 gün boyunca 434 filme ev sahipliği yapacak. ‘Mutluluk hakkı' ana temasıyla yola çıkan festivalde bu yıl sığınmacılar ve göç konuları önemli yer tutuyor.

Program tanıtımında konuşan Festival Direktörü Dieter Kosslick, “İnsanların mutluluk hakkının yanı sıra, bir vatan, sevgi, özerklik, iş, yaşam ve hayatta kalma hakkına” da sahip olduklarını ifade etti. Festivalde yer alan filmler Kosslick'in vurgu yaptığı temalara yoğunlaşıyor; mutluluk arayışındaki insan hikâyeleri, mülteciler, daha iyi bir hayat için vatanını geride bırakanlar, göç…

Altın Ayı için yarışacak 18 film arasında Jeff Nichols, Danis Tanovic, Thomas Vinterberg ve Lee Tamahori gibi usta isimlerin filmleri de yer alıyor. Coen Kardeşler'in 1950'lerin Hollywood sektörüne mizahi bir açıdan baktığı ‘Hail! Caesar' filmiyle açılacak festivalde Spike Lee'nin son filmi Chi-Raq da yarışma dışı gösterilecek. Amerikalı oyuncu Meryl Streep'in jüri başkanı olduğu ana yarışma bölümünde, Altın Ayı için yarışan en uzun film de yer alıyor. 19. yüzyılın sonunda Filipinler'deki İspanyol sömürgeciliğine karşı mücadele veren Andrés Bonifacio y de Castro'nun hikâyesini konu alan ‘A Lullaby to the Sorrowful Mystery', 485 dakikalık süresiyle Altın Ayı için yarışan en uzun film olarak kayda geçti.

Festivalin ana yarışma bölümünde Türkiye'den bir film yok. Ancak Forum ve Generation bölümlerinde toplam dört Türk filmi yer alıyor. Ahu Öztürk'ün Toz Bezi adlı filmi Forum'da; Barış Kaya ve Soner Caner imzalı ‘Rauf', Mete Gümürhan'ın belgeseli ‘Genç Pehlivanlar' ve Ümit Köreken'in yönettiği ‘Mavi Bisiklet' filmleri Generation KPlus bölümünde yarışacak. Ayrıca Aslı Özge'nin Almanca çektiği ‘Auf Einmal/Ansızın' filmi de Panorama bölümünde gösterilecek. Sarhoş Atlar Zamanı ve Kaplumbağalar da Uçar filmlerinin İranlı Kürt yönetmeni Bahman Ghobadi'nin Kobani ve Şengal'deki sığınmacı kamplarında yaşayan çocukların hikâyesini anlattığı ‘Sınırda Hayat/Life on the Border adlı belgesel filmi de Generation 14plus bölümünde gösterilecek.

Portakal'ın yüz yılına armağan

$
0
0

Kurulduğu 1914 yılından bu yana düzenlediği sergi ve müzayedelerle Türkiye'de sanat piyasasının gelişmesinde önemli yeri olan Portakal Sanat ve Kültür Evi, sanat tarihinin dört önemli ismini dört yeni kitapla okurun ilgisine sundu. Sanat dünyasına yön vermiş üç ünlü sanat taciri Duveen, Vollard ve Portakal ailesinin yaşam öyküleri ile ressam Osman Hamdi Bey'in sanatçı defterleri kitap olarak yayımlandı.

Raffi Portakal, sanat severlerin hatta sevmeden ilgilenenlerin bile tanıdığı bir isim. Belki onu ve ailesinin hikâyesini çok bilmezler ama muhtemelen vaktiyle yönettiği müzayedelere katılmış, hiç değilse adını duymuşlardır. Raffi Portakal'ı jestleri ve bir orkestra şefi gibi kullandığı elleriyle izlemeyi, mizahıyla renklendirdiği konuşmalarını dinlemeyi severim ben. Sanatı içselleştirmeden ‘kutsallaştıranların' ona kızdığını, sanatın ticaretini de yaptığı için ‘ötekileştirdiklerini' biliyorum. Bu yüzden daha fazla ilgimi çekiyor doğrusu.

Sanat piyasasında bir asır

Dün, 1914'ten bu yana düzenlediği sergi ve müzayedelerle, Türkiye'de özel koleksiyon ve müzelerin gelişmesinde katkısı olan Portakal Sanat ve Kültür Evi'nin hikâyesini ve yeni yayımladıkları dört sanat kitabının sunumunu dinlemeye gittim. Raffi Portakal'ın konuşmasını kaçırdım ama daha sonra onunla sohbet etme imkanı buldum. Portakal ailesinin ötesine geçen “Raffi Portakal/Portakal'ın Yüzyılı” kitabının motivasyonunu merak ettim. Raffi Bey, sakin ses tonuyla anlatıyordu: “Bu kitap çalışmalarını yapabilmek için o sırada hayatta olan aile efradımla, meslektaşlarımla, ağabeylerimle, uzmanlarla röportajlar yaptırdım. Zeynep Avcı ve kitaplarda andığım isimler çok emek verdi. Bilgileri toparlayıp Enis'e (Batur) teslim ettik. Onun süzgecinden geçti. Ben aslında Portakal'ı bir kurum olarak merkeze koymak, ama aslen onun çevresinde gelişen aile hayatını, kenti, kültür ve beğeni dünyasını aktarmak istedim.”

Bu çaba Türkiye'nin yüz yıllık sanat ortamının ve piyasanın süreçlerini aktarması bakımından fevkalade önemli. Raffi Portakal'ın da hatırlattığı gibi, asırlık bir zaman koridorunda kendi olarak ve kalarak ciddi bir psikanaliz zorluğu ve her şeyden önemlisi olup bitenle her anlamda yüzleşme cesareti gerektiren ciddi bir teşebbüs. Mesela, 7. Bölüm'ün başlığı, bu uzun soluklu çalışmanın bugünkü kültürel yozlaşmayla sanatın ihtiyaç duyduğu ortamı da iyi ifade ediyor bence: “Kültürün devamlılığına özen göstermeyince köksüz, savruk ve sahte yaşamlar sürmek durumunda kalıyoruz”.

‘KÜLTÜREL SÜREKLİLİK ÖNEMLİ'

Doğrusu, sadece bu başlık ve içeriği üzerinden Raffi Portakal'la daha uzun sohbet edebilmek ve o söyleşiyi paylaşabilmek isterdim. Buna imkan olmadı. Biraz, günümüzün umutsuzluğundan bahsettik. Tahmin ettiğim gibi o güncele çok takılmıyor, “Bugün Fransa'da, Suriye'de, Sur'da yaşanan felaketlerden etkileniyoruz, mutsuz oluyoruz. Tam da bu nedenle kültürel süreklilik önemli, korumak zorundayız. Bizde merak yok, kitapta da bunları anlattım.” diyor.

SANAT PİYASASININ PERDE ARKASI

Ailenin ve kurumun yüzyıllık hikâyesini anlatan “Raffi Portakal/Portakal'ın Yüzyılı”na eşlik eden “Duveen/Antikacıların Pî;ri” ve “Vollard/Bir Tablo Satıcısının Anıları” Portakal'ın sözünü ettiği kültürel süreklilik kavramı açısından son derece önemli iki eser. Kitaplar, Amerika ve Avrupa'dan sanata, sanatçıya ve sanat piyasasına yön veren iki büyük sanat tacirinin, Duveen ve Vollard'ın hikâyesini konu alıyor. Bu isimlerin sanat piyasasını okuma becerilerinin ötesinde yeni sanatçıları desteklemekteki ilham verici cesaretlerini ve sanatçıların, koleksiyonerlerin kültürün dönüşümü üzerindeki etkilerini görüyoruz kişisel hikâyelerin içinde.

Özellikle benim gibi sanat piyasasının mutfağını, perde arkasını merak edenler, sanat bilgisi ve kıvrak zekasıyla Avrupa sanatını Amerikan sermayesiyle buluşturan Duvenn'in hikâyesini, S.N. Behraman'ın anlatısıyla okumaktan keyif alacaktır. Resim sanatının çehresini değiştirdiği söylenen Vollard; Paul Cezanne, Edgar Degas, Edouart Manet, Auguste Renoir, Claude Monet, Van Gogh gibi ressamların yanı sıra koleksiyonerler, sanat eleştirmenleri ve galericilerden oluşan sanat çevresini de anlatıyor. Arayıp da bulunamayan içeriğe sahip bu tür yayınların, bu anlamda da Türkçe kaynaklarda önemli bir ihtiyacı karşılayacaklarından eminim.

Osman Hamdi Bey'in dünyası

Raffi Portakal, aile hikâyesini anlatırken, bir ara beni yanına çağırıp Osman Hamdi kitabına yazdığı sunuşu, küçük bir çocuğa anlatır gibi parmaklarıyla satırlara dokunarak yüksek sesle okudu. Hikâye, 1970'lerde, Arnavutköy'de antikacıyla eskici dükkanı arası bir dükkan olan Mimi'de geçiyor: “Defteri aldım, açtım, şöyle bir karıştırdım. İnanılmaz bir servet vardı karşımda: Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla güncesi, günceye eşlik eden desenleri ve hatta gündelik hesapları ve notları. Her zaman bir piyesin kulisini, restoranın mutfağını, yaşamların arka planını merak ettim. Şimdi elimde Osman Hamdi Bey gibi maruf bir sanatçının özel yaşamına bakabileceğim pencere açılmıştı. Mimi pazarlık kabul etmiyordu. Defteri satın aldım.”

Raffi Portakal'ın merak dürtüsü, çabası ve sanata saygısıyla ortaya çıkan “Osman Hamdi Bey/İzlenimler, 1869-1885” adlı kitabı, Edhem Eldem yayına hazırlamış. Osman Hamdi Bey'in hayatının en az bilinen dönemine ışık tutuyor kitap. İki özel koleksiyonda yer alan ve şimdiye kadar yayınlanmamış iki özgün defter, bazı belgelerin tıpkıbasımı, metnin aktarımı ve ortaya çıkan malzemenin ayrıntılı yorumundan oluşan kitapta, Osman Hamdi Bey'in el yazısıyla güncesi, günceye eşlik eden desenleri ve notları da yer alıyor. Çok konuşulan ama neredeyse hakkında doğru, tatmin edici bilgilere ulaşılamayan özel bir ressam hakkında yayınlanmış özenli bir baskı ve çok kıymetli bir araştırma...

‘Caz Yeşili' üç konserle başlıyor

$
0
0

Garanti Caz Yeşili, 2016 konserlerine başlıyor. Caz müziğinin farklı isimlerini buluşturacak konserler kapsamında, Salon İKSV'de Joe Pass'in anıldığı “Caz Ağacı” gecesi 13 Şubat saat 22.30'da gerçekleşecek.

Gecede Joe Pass'in eserlerini, gitarda Neşet Ruacan, vokallerde Sibel Köse, Evrim Özşuca, İldeniz Çetinkaya, kontrbasta Apostolos Sideris ve Deniz Dündar dinleyicilerle buluşturacak. İzlandalı gruplar Múm 17-18 Şubat saat 21.30'da, Bang Gang ise 19 Şubat saat 22.00'de Salon İKSV'de sahneye çıkacak.

Chris de Burgh İstanbul'a geliyor

$
0
0

Arjantin asıllı İrlandalı ünlü pop-rock sanatçısı Chris de Burgh, 28 Şubat'ta İstanbul'a geliyor.

Chris de Burgh, 70'lerden bugüne eskimeyen şarkılarıyla saat 20.30'da Ülker Sports Arena'da sahneye çıkacak. Chris de Burgh The Lady in Red, Don't Pay the Ferryman, A Spaceman Came Travelling, The Traveller gibi klasiklerini, diskografisinin en romantik şarkılarıyla beraber İstanbullu hayranları için icra edecek. (Biletix) KÜLTÜR-SANAT


Modigliani Quartet 28 Şubat'ta CRR'de

$
0
0

Kurulduğu 2003 yılından beri klasik müzik alanında dünyanın en saygın yaylı dörtlüleri arasında yer alan Modigliani Quartet, 28 Şubat'ta Cemal Reşit Rey sahnesinde konser verecek.

Dünyanın en seçkin solo sanatçıları arasında yer alan klarnet sanatçısı Sabine Meyer, İsviçreli ünlü korno sanatçısı Bruno Schneider, fagot ustası Dag Jensen ve Avrupa'nın en ünlü kontrbasçılarından Knut Erik Sundquist'ten oluşan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü Modigliani Quartet, 28 Şubat gecesi Mozart ve Schubert müzikleriyle İstanbullu müzikseverlerle buluşacak.

Ünlü sinemacılar !f İstanbul'da buluşuyor

$
0
0

Bu yıl 15.si düzenlenen !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali dünyaca ünlü sinemacıları İstanbul'da ağırlıyor.

18 Şubat'ta başlayacak festival 10 gün boyunca Adam Curtis'ten Kazuo Hara'ya, Nic Knowland'dan Desiree Akhavan'a, bağımsız sinemanın ödüllü isimlerini bir araya getiriyor. BBC için çektiği ‘The Century of the Self/Ben Asrı' ile tanınan Adam Curtis, 24 Şubat saat 19.00'da DEPO'da yapılacak sohbete katılacak. 71 yaşındaki Japon yönetmen Kazuo Hara ise 23 Şubat'ta saat 18.30'da ‘En Mahrem Hakikatler' başlıklı konuşma yapacak. !f İstanbul'a konuk olacak sinemacılar arasında ayrıca ‘Innocence of Memories/Masumiyet Müzesi'nin yönetmeni Grant Gee, Desiree Akhavan, Fedir Alexsandrovych, Dounia Sichov ve Celia Rowlson Hall gibi isimler de yer alıyor.

‘Hepimiz, mülteciler gibi bir bottayız'

$
0
0

Dünyanın önde gelen dergilerinden The New Yorker ve Forbes için hazırladığı illüstrasyon çalışmaları ile tanınan Gürbüz Doğan Ekşioğlu (1954), ilk kişisel sergisini 1985 yılında Etpa Sanat Galerisi'nde açtı.

Daha çocuk yaşta başladığı resim serüveni yıllar içinde onu 27'si uluslararası toplam 71 ödülün sahibi yaptı. Beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya gelen Ekşioğlu'nun resim yapmaya duyduğu merak iki kez sınıfta kalmasına sebep olur. ‘O zamanlar resim okumak diye bir şey yoktu.' diyen sanatçının hayallerine kavuşması bir hayli vaktini alır. Erzurum'da ziraat mühendisliği, İstanbul'da elektrik ve inşaat mühendisliği derken iki yıl sonra aklının kaldığı güzel sanatlar fakültesinin grafik bölümüne yerleşir.

Ekşioğlu'nun tanınması 1984'te katıldığı Sedat Simavi Karikatür Yarışması sayesinde olur. Çizdiği zeytin ağacını uçuran kuş karikatürü ile barışa duyduğu özlemi anlatır. Hâlâ aynı özlemini duyduğunu söyleyen Ekşioğlu, “Sadece barış konulu sergi de açabilirim, kitap da yazabilirim. Ülkemizde kendimizi özgür hissedemiyoruz. Tutuklamalar ve ölümler oluyor.” diyor. Sanatçı illüstrasyonlarında elma ağacı, balık, kedi ve şemsiye gibi unsurların öne çıkmasını ise yaşadığı coğrafyaya ve kültüre bağlıyor.

Ekşioğlu'nun açılışını bugün İTÜ RSG'de gerçekleştireceği ‘Virgül' sergisinde geçmiş dönemlerde ve yakın zamanda ürettiği eserleri yer alıyor. Yeni bir serginin hazırlığının en az iki yıl süreceğini dile getiren sanatçı, elinde bulunan 50'ye yakın ‘kâğıt üzeri, tuval, fotoğraf, dijital baskı ve 3 boyutlu' çalışmasını sanatseverlerin ilgisine sunuyor. Bugüne kadar hiçbir kişisel sergisine isim vermeyen sanatçı Virgül'ün ortaya çıkış hikâyesini şöyle anlatıyor: “Bir cümle kurarken araya bir es koyarız. Virgülde sanatçının o devam eden yaşamında araya bir es koymasıdır. Sanatçıyı bir coğrafyaya benzetirsek nasıl ki her yerin bitki örtüsü farklıdır. Bu ürettiklerim, eserlerim de benim bitki örtümü haykırıyor.” 3 Mart'a kadar açık olan sergi, haftanın her günü 09.00-20.00 saatleri arasında ücretsiz ziyaret edilebilecek.

MÜLTECİ SORUNUYLA İLGİLİ SERGİ AÇMAK İSTERDİM

Gezi olayları için de illüstrasyon çizen fakat artık siyasi şeyler çalışmayı bıraktığını söyleyen Ekşioğlu, sebebini şöyle açıklıyor: “Bunun sonu yok. Ne yasak, ne değil bilemiyoruz. Ama mülteci sorunuyla ilgili bir sergi açmak isterdim. Kendimi şu anda yeterince özgür hissetmiyorum galiba. Türkiye şu anda bir geçiş döneminde. Belki hepimiz o mülteciler gibi bir bottayız batacak mıyız çıkacak mıyız bilmiyorum. Umudumuz var aksi takdirde yaşayamayız.”

The New Yorker'a ‘Paris katliamı' kapağı da yaptım

Sanat yaşamına 39 yıl önce karikatür ile başlayan Gürbüz Doğan Ekşioğlu bir milyon tiraja sahip The New Yorker dergisi için 6 kez kapak illüstrasyon hazırladı. Forbes, The Atlantic Monthly ve New York Times gibi uluslararası yayınlarda da çalışmaları yer alan sanatçı “The New Yorker salı günü arar. Çarşamba eskizi görmek ve perşembe de çalışmayı ister. Son olarak Paris katliamı olduğunda yine benden kapak istediler. Yaptım ama benimle birlikte bir kişiden daha istemişler. Diğeri seçildi ama o daha güzeldi. Benimki grafikti diğeri daha illüstratifti.” diyor.

‘Birilerini rahatsız etmeyeceksek dergi çıkarmanın bir anlamı yok'

$
0
0

Dergi raflarındaki ömrü daha birkaç ayla sınırlı olsa da Pulbiber dergisi kısa zamanda kendine bir yer edindi ve okur kitlesini oluşturmayı başardı. İsmiyle Didem Madak'a selam gönderen Pulbiber'in yazarları arasında Mine Söğüt, Nermin Yıldırım, Gonca Özmen gibi isimler var. Derginin hikâyesini yayın yönetmeni Deniz Durukan ile konuştuk.

Piyasada çok satan güçlü rakipler varken, Pulbiber'i çıkarmaya nasıl cesaret ettiniz?

Bir derginin gücü ve etki alanı satış rakamıyla orantılı değildir. Elbette derginin yaşaması için belli bir tiraj gerekiyor ama biz daha büyük bir hedef koyduk önümüze…

Evet, aslında dergi kısa sürede kendine bir alan açtı ve okurunu buldu, bunu nasıl başardı?

Okurlar dergiyi sahiplendi çünkü bu dergide kendilerini buldular. Yazarların hepsi çok samimi, hesapsız kitapsız kullandı kalemlerini. Bu enerji okura da yansıdı.

‘MAHALLENİN SAKİNLERİ ÇOĞALDI'

Peki, Pulbiber ismi nereden çıktı, kimin fikriydi, birilerinin ağzına biber sürmeyi de düşündünüz sanırım…

Dergi fikri oluştuğunda birçok isim düşündük ama hiçbiri içimize sinmedi. Pulbiber'i arkadaşlarıma önerdiğimde herkes benimsedi. Üstelik çok sevdiğimiz şair arkadaşımız Didem Madak'ın Pulbiber Mahallesi'ne de gönderme olacaktı. Biz zaten o mahallenin sakinleriydik. Zamanla o mahalle sakinleri çoğaldı. Biber sürme meselesine gelince, söylediklerimizden rahatsız olanların ağzını yakacak tabii ki...

Popüler dergiler arasında diğerleriyle hem bir benzerliği var, hem de onlardan bariz bir şekilde ayrılıyor Pulbiber. Bu anlamda dergi, okuruna ne vaat ediyor?

Benzerliği farklı sanat disiplinlerinden isimlerin yer alması, farkıysa tavırda ve üslupta ortak bir duruş göstermesinden kaynaklanıyor. Yani biz popülist söylemi bertaraf ederek çıktık ve bunu popüler bir alanda yaptık. Başka bir farkı da, bağlamlı yazıların yanı sıra estetik kaygıyı da dert edinen bir dergi olması. Var olan popülizmi yeniden üretmemek gibi bir amacımız var. Bu bizim kırmızı çizgimiz.

Kürtaj, sansür, mülteciler, moda ve beden algısı... Birilerini rahatsız edecek kapaklar ve içerikle çıkıyorsunuz. Günümüzde bir şey söylemenin, dert anlatmanın etkili yollarından biri de bu mu?

Cevap sorunun içerisinde aslında. Rahatsız etmeyeceksek, var olan algıyı çoğaltacaksak dergi çıkarmanın ve yazmanın bir anlamı yok. Ancak böyle farkındalık yaratılabilir. Gerçeğin yozlaşması, çarpıtılması bizim rahatsız olduğumuz şeyler. Sistem gerçeği yozlaştırmaktan çekinmiyorsa, biz de bunu dile getirmekten, reddetmekten çekinmiyoruz.

‘CİNSİYETÇİ DEĞİL, BİRLEŞTİRİCİYİZ'

“Kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve ağaçlar için hayat çok zor. Biz bunu kolaylaştırmaya geldik.” gibi bir iddianız da var. Bunu nasıl başarmayı umuyorsunuz ve ilk işaretler ne yönde?

Çıkış iddiamızda yukarıdakine ek olarak “Bize ayrılan süre yeni başlıyor” da dedik. Yani bize ayırdığınız süre ve kota ya da uygun gördüğünüz yaşam biçimi bizim kabulümüz değil. Eril anlayışa karşı çıkıyoruz. Sözünü ettiğimiz anlayış sadece kadını değil, erkeği de eziyor. Bir iktidar dili oluşturup insanlığı tehdit ediyor. Bu anlamda cinsiyetçi değil, birleştiriciyiz. Mağdur dili kullanmıyoruz, biat etmiyoruz, eril anlayışın getirdiği şiddeti de onaylamıyoruz. Daha çok yeni bir dergi Pulbiber ama şimdiden kabul gördü, kendine kemik bir okur kitlesi yaratabildi. İlk işaretler, bunun gittikçe gelişeceğini, Pulbiber'in ciddi bir platform oluşturacağını gösteriyor.

Peki, bundan sonra hangi alanları ‘kurcalamayı' düşünüyorsunuz?

Hayata ilişkin her şey Pulbiber'in konusu aslında. Ama sıradanlığın ve yaygın anlayışın dışından bakıyoruz her konuya. Mesela bu ayki sayımızın dosya konusu aşk. Bu konu bizim farkımızı daha belirgin biçimde gösterecek; çünkü en çok yağmalanan ve prim yapan bir konudur aşk. Aşka, insanlardaki aşk eğilimini sömürmeden yaklaşılabileceğini de gösterebildiğimizi sanıyorum bu dosyayla.

Seçimini yap!

$
0
0

Romantik filmlerinin klişelerini bir araya getiren Aşkın Seçimi, türe ilgi duyanlar için bir tercih sebebi olabilir.

Tıp öğrencisi Gabby Holland, doktor nişanlısı ile yeni bir hayatın arefesindeyken, komşusu Travis ile tanışır. Düzenli bir ilişki kurmakta zorlanan Travis, babasıyla birlikte çalışan bir veterinerdir. Gabby'nin köpeği rahatsızlanınca ikilinin yolları kesişir. Yaptıkları tercihler, ikisinin de hayatını geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirecektir.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live