Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Yaşar Kemal, vefatının birinci yılında doğduğu topraklarda anılıyor

$
0
0

Türk Tabipleri Birliği Edebiyat Grubu, geçen sene şubat ayında kaybettiğimiz Türk edebiyatının büyük ustası Yaşar Kemal anısına ‘Ölümsüzlüğünün Birinci Yılında Yaşar Kemal Dostlarıyla Buluşuyor' adlı bir toplantı düzenledi.

Adana'da, Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi Adana Tabip Odası'nda yapılacak olan toplantı, bugün saat 13.00'te başlayacak. Etkinliğe Yaşar Kemal'in yakın arkadaşları Hürriyet Gazetesi yazarı Selahattin Duman, yazar Hasan Özkılıç ile film yapımcısı ve yazar Arif Keskiner de katılacak. Dostları, Yaşar Kemal ile ilgili anılarını, onun romancılığını, hayata bakışını ve mücadelesini anlatacak.


Sascha Goetzel: Batılılar Türkiye'de kaliteli müziği görünce şaşırıyor

$
0
0

Önümüzdeki günlerde Avrupa turnesiyle Viyana, Münih, Frankfurt ve Nürnberg'de konser vermeye hazırlanan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın daimi şefi ve sanat yönetmeni Sascha Goetzel ile konuştuk. Buluşmamız ne yazık ki Sultanahmet'teki bombalı saldırının hemen ertesi günüydü.

Bundan tam 43 yıl önce Viyana'da gerçekleşen bir yeni yıl partisinde, mavi gözlü küçük Sascha –ki o zaman sadece üç yaşındadır- etrafında dans eden 50'ye yakın insanın tam ortasına geçip bir sandalyenin üstünde eline aldığı küçük bir çubukla onları yönetmeye başlar. Daha o gün, herkes Sascha'nın gelecekte ünlü bir şef olacağını düşünür. Hikâye işte tam burada başlıyor. Bundan sonra Sascha keman sanatçısı babasıyla gittiği her konserde ‘ortadaki adam' olmak istediğini söylüyor. Nedenini kendisi de bilmiyor hâlâ. “Bir çeşit büyü, sihir gibi” diyor bu tutkusuna bir ad koymak isterken. Orkestra şefi olmak için ilk adım olarak müziği ve tabii ki profesyonel seviyede bir enstrüman çalmayı öğrenmesi gerektiğinden, o da babası gibi en sevdiği çalgı aleti kemanı seçer. Kariyerinin ilk adımları böylece atılmış olur.

Bir keman sanatçısı olarak başladığı bu yolculukta, aralarında Zubin Mehta, Izthak Pearlman ve Riccardo Muti gibi dünyaca ünlü isimlerden şeflik eğitimleri alır. Daha sonra her yıl yüzlerce şef adayının başvurduğu Tanglewood Müzik Festivali'ne Seiji Ozawa tarafından davet edilmesiyle kariyerine bir şef olarak devam eder. Yaklaşık yirmi yıldır dünyanın çeşitli yerlerinde orkestra yöneten Goetzel, 7 yıldır da Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası'nın (BİFO) sanat yönetmenliğini ve sürekli şefliğini sürdürüyor. Viyana'daki eviyle İstanbul'daki konserleri arasında mekik dokuyan Goetzel ile konuştuk...

Bildiğiniz gibi Sultanahmet'te bir bombalı saldırı oldu. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde terör tırmanıyor. Bütün bunlar karşısında neler hissediyorsunuz?

Biliyorsunuz, biz müzikle insanların kalplerine, ruhlarına hitap ediyoruz. Nerede bir konser yapıyorsak, oradaki insanlarla aramızda bir bağ oluşuyor. Ve bir şef olarak, Türkiye'de, Almanya'da, Fransa'da ya da Japonya'da yönetirken, çoğunlukla o ülkenin insanlarından oluşan orkestra üyeleriyle de… Yani biz sanatçılar, insan ırklarının birleşebileceğini, barış içinde yaşamak adına bir yol bulabileceklerini göstermek için daha fazla çaba sarf etmeliyiz. Müzik bilmeden de anlayabileceğimiz bir dil. Yani bir konsere gittiğinizde, bilmediğiniz bir müziği dinleyip sevebilirsiniz ya da tabii ki sevmeyebilirsiniz. Ama müzik sizinle doğrudan konuşur. Bu sebeple biz müzisyenler, barış resminde bir mozaik taşı olabilirsek çok çok mutlu oluruz.

MÜZİK İNSAN RUHUNU İYİLEŞTİREBİLİR

Dünyadaki insanlar, terör, ırkçılık, İslamofobi gibi sebepler yüzünden günden güne ayrıştırılıyor. İnsanları ve toplumları müzikle bir araya getirmek mümkün olur mu?

Müzikle dünyayı daha iyi bir yer haline getirebileceğimize inanın. Bazı insanlar beni saf görebilir, hayalperest ya da çocuksu bulabilir. Ama bu beni etkilemez çünkü dünyanın her yerinde müzikle insanların sakinleştirilebileceğini, kalplerinde bir ışık yakılabileceğini tecrübe ettim. Elbette onlara yiyecek veremeyiz, bedenlerini doyuramayız. Doktor da değiliz, vücutlarını iyileştiremeyiz. Ama ruhlarını iyileştirebiliriz. Müzik iyileştirebilir.

Yani, iyileşmiş bir ruh için daha fazla müziğe ihtiyacımız olduğunu mu düşünüyorsunuz?

İnsanların duygularını gerçekleştirebilmelerine izin vermeye ihtiyacımız var. Müzik insanların ruhları arasında kurulacak köprüde katalizör görevi görür. Daha çok müziğe ihtiyacımız olduğunu söylemiyorum. Müziğin önyargılar olmadan birbirlerinin ruhlarını hissetmelerine imkan verdiğini düşünüyorum. Barış İçin Müzik çocuklarıyla çalışırken de aynısı. Bir araya geldiklerinde ilk başlarda gergin oluyorlar ama beş dakika içinde rahatlamaya başlıyorlar. Müzik onlara özgür olduklarını, yargılanmadıklarını, kısıtlamadıklarını hissettiriyor. Yani felsefi açıdan baktığımızda insanlara müzikle pek çok şey öğretebilirsiniz.

MÜZİĞİ FARKLI KULAKLARLA DUYARIZ

Orkestrayı yönetirken müziği duyabiliyor musunuz?

Evet. Duymak zorundasınız. Tabii ki bizim farklı kulaklarımız var. Tonlama kulağımız var; tonlamayı dinliyorsunuz, doğru mu yanlış mı diye. Ses kulağımız var; her bir müzisyen ve enstrümanı dinliyorsunuz nasıl ses üretiyor diye. Saf müzikal kulağınız var; her bir bölüm bütüne uyuyor mu diye. Bazen bütün kulaklarınızı açarsınız ama bu fazla konsantrasyon gerektirir. Bunu çok uzun süre yaparsanız provalarda çok yorulursunuz. Ama konserde her şey açıktır. Bunu provalarda da yaparsanız sizinle birlikte orkestra da çok yorulur. Sürekli durmanız gerekir, ‘Burası yanlış'. ‘Gecikme oldu', ‘Burada ses iyi değil' vs. Böylece müziğin akışını sağlayamazsınız.

Örneğin Chopin'den bir beste çalacaksınız. Türkiye'deki orkestra ile söz gelimi Çin'deki orkestranın o besteyi çalması arasında farklılıklar oluyor mu?

Evet oluyor çünkü insanların dili farklı. Türkçe konuştuğunuzda, Çin'deki insanlardan farklı bir ifade etme şekliniz oluyor. Bu nedenle bir şef orkestra ile bir araya geldiğinde yapması gereken ilk şey o orkestra için müziğin doğal konuşma dilini anlaması gerekir. Burada doğru ya da yanlış diye bir şey yok, sadece anlamak var. BİFO'ya geldiğimde de ilk olarak insanların müzik dilini çözmeye çalıştım. Onlara, müziği daha kaliteli bir hale getirebilmek için farklı neler yapabileceğimizi öğrettim. Bu adım adım ilerleyen bir süreç. Sesi, yalnız başınıza değil bütün müzisyenlerle birlikte değiştirebilirsiniz. Orkestranın karakterini değiştirmemeniz çok önemli. Karakter değişmemeli çünkü bu onların ruhudur. Ama kaliteyi artırabilirsiniz.

Bir orkestrayı tanımak için ne kadar zamana ihtiyacınız var?

Sahnedeyken kendinizi korumaya almamanız gerekir. Eğer alırsanız bir duvar örersiniz. Bu duvar iki tarafı da etkiler. Kendinizi korumaya alırsanız ne istediğinizi de anlatamazsınız. Bu da iyi bir şey değildir. Kulaklarınız size bütün teknik detayları, ruhunuz ise enerjiyi anlatır. Ve empati ile onları analiz edersiniz. Hem analitik hem de duygusal olmanız gerekir. Bu ilk yarım saat, 45 dakikada olur. İlk aradan sonra artık orkestrayı daha iyi tanıyorsunuzdur ve çalışmaya başlayabilirsiniz.

Büyük iş…

Eğer çok fazla kontrol etmek isterseniz işe yaramaz. Başlarda orkestradaki bazı insanları şefin her şeyi kontrol etmesini isterler. Onlara ne yapmaları gerektiğinin söylenmesini beklerler. Tabii ki böyle de yapılabilir. Ama eğer müzikte ‘sihir' seviyesine ulaşmak istiyorsanız onların sizin için çalmayı arzu etmelerini sağlamalısınız.

Peki siz baskıcı bir şef misiniz?

Eğer onları zorlarsanız gönüllü olarak yapacaklarından farklı bir müzik elde edersiniz. Onları bu şekilde çalmaları için motive etmeye çalışıyorum. Bazılarının bir duvar ördüklerini hissedersem son aşamada onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyorum.

TÜRKİYE'DE BÜYÜK BİR POTANSİYEL VAR

Türkiye'de klasik müzik ortamı için ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'de inanılmaz bir yeteneğin olduğunu düşünüyorum. Çok iyi müzik okulları, çok iyi öğretmenler var. Batı üniversitelerinden Türkiye'ye gelenler müziğin seviyesini gördüklerinde her zaman şaşırırlar. ‘Bu inanılmaz. Hiçbir zaman Türkiye'de bu kalitede müzik dinlemeyi beklemezdim.' derler. Ben de onlara, daha çok öğrenmelerini söylüyorum. Türkiye'de sadece klasik müzik alanında değil genel anlamda müzikte büyük bir potansiyel var.

Neden bu seviyede bir müzik duymayı beklemiyorlar?

Çünkü şimdiye kadar uluslararası arenada üst seviyede performans gösteren sadece Türk solistler olmuş. Sadece solistler… Ama şunu anlamanız gerekiyor ki; Batı toplumu için sanat kültüründe en yükse seviye klasik, senfonik orkestradır. Yüz kişi aynı anda sanat yaptığında bu müziğin en yüksek formudur. Yani çok iyi düzeyde orkestrası olan bir ülke, uluslararası alanda müzikal olarak saygınlık kazanır. Sadece bir solist olursa onun yeteneği öne çıkar. Ama yüz kişinin aynı anda sahnede olması, onların muhteşem bir müzik kültürüne sahip olduklarını kanıtlar.

Sundance'in galibi ‘The Birth of a Nation'

$
0
0

Bağımsız filmlerin kalesi kabul edilen Sundance Filmler Festivali'nin kazananları belli oldu.

Bu yıl 32.'si düzenlenen festivale beklenildiği gibi siyahi köle isyanına önderlik eden Nat Turner'ın hayatını anlatan ‘The Birth of a Nation' damga vurdu. David Wark Griffith'in 100 yıl önceki “The Birth of a Nation” filmine cevap niteliği taşıdığı söylenen Nate Parker imzalı yapım drama dalında izleyici ödülü ve büyük jüri ödülüne layık görüldü. Başrollerini Daniel Radcliffe ve Paul Dano'nun paylaştığı Swiss Army Man filmi festivalden ‘En İyi Yönetmen' ödülü kazandı. Dünya sineması dalında jüri büyük ödülü 'Sand Storm' filmine verilirken en iyi yönetmen ödülü ise 'Belgica' ile Felix Van Groeningen'in oldu. İranlı bir rapçinin hikâyesini konu edinen ‘Sonita' ise yabancı belgesel dalında jüri özel ödülü aldı. Tolga Karaçelik'in Sarmaşık, prömiyerini geçen yıl Sundace'te yapmış ve çok beğenilmişti.

David Bowie'nin son albümü dijital platformlarda

$
0
0

10 Ocak'ta hayata veda eden İngiliz müzisyen David Bowie'nin 26. stüdyo albümü ‘Blackstar' yeniden yayınlandı.

Sony Music etiketiyle çıkan yedi şarkının yer aldığı albüm The Billboard Chart 200'de 1 numaraya kadar yükselen ilk Bowie albümü oldu. Albümde Blackstar, Tis a Pity She Was a Whore, Lazarus gibi şarkılar var.

Damien Hirst, Britanya'nın Tophanesi'ne sanat galerisi açarsa...

$
0
0

'Elmas kaplı kafatası' ve 'dondurulmuş hayvanlar' gibi eserleriyle bilinen, en zengin sanatçılardan İngiltereli Damien Hirst, üç bin eserlik devasa bir koleksiyona sahip. Sanatçı, bu eserleri sergilemek için hayalini kurduğu Newport Street Gallery'yi Londra'da bir banliyöde açtı. Galerinin ilk sergisi, ‘Britanya'nın en iyi soyut ressamı' John Hoyland'a ait.

Damien Hirst'ün ismi anıldığında, biraz huzursuzluk baş gösterir. Katlanan servetine karşılık, atölyesini onlarca kişinin çalıştığı bir üretim merkezine döndürmesi ve onlara verdiği düşük ücretler de eklenince Hirst, son yıllarda ‘girişimcilik' yönünden dolayı epey düşman kazandı. Hirst, sanat tarihine katkısı (özellikle kariyerinin ilk yıllarındaki öncü işleri) ve piyasada oluşturduğu dengelerle gündemde olan bir isim.

Üç bin esere sahip olan sanatçı, bunları sergilemek için senelerdir çabalıyordu. Hayalini kurduğu galeriyi, geçtiğimiz ekim ayında İngiltere'nin başkenti Londra'da açtı. Vauxhall'da, tren raylarının hemen kenarında, sosyal konutların kuşattığı bir mekana kurulan Newport Street Gallery, sanatseverlerin uğrak mekanlarından biri haline dönüşüyor. Geniş sergileme alanı ve aydınlık havasıyla dikkat çeken gaeriyi, tasarladığı sanat mekanlarıyla tanınan mimar Caruso St John inşa etmiş.

Sosyal konutların arasında bir galeri

Newport Street Gallery, Hirst'ün işlerindeki o ayrıksı ve renkliliğe karşılık oldukça sade. İki katlı binanın üç noktasındaki merdivenler için proje ekibi kafa yormuş. Bireysel ve grup sergilerin olacağı galeriye girişler ücretsiz. Bu, mekanı daha da cazibeli kılıyor. Galeride bir de pharmacy-2 adlı restoran ise yakın zamanda kapılarını açacak. Gentrifikasyon başka deyişle soylulaştırma, (tıpkı Tophane'de seneler önce yaşanan galeriler vakasında olduğu gibi) korkusu da yavaş yavaş gündeme geliyor, zira bu sanat galerisinin mahalleye getirdikleri kadar buradan alacağı pek çok şey var. Hirst'ün galerisi için seçtiği bölgedeki binaların ve işyerlerinin değeri çoktan artmış durumda. Taşımacılık ve depo faaliyeti yapan pek çok küçük işyeri Galeri'nin getireceği bu dönüşümün farkında.

Savaş karşıtı bir ressam

John Hoyland, 28.2.71

Newport Street Gallery'nin ilk sergisi, sanatçının kendi deyişiyle Britanya'nın en iyi soyut ressamı John Hoyland'ın (1934-2011) eserlerinden bir seçki. Küratör kimliğiyle galerinin başında yerini alan Hirst, koleksiyonundaki Hoyland eserlerinden derlediği sergiyle bu usta sanatçının dünyasına davet ediyor izleyiciyi.

Geometrik şekillerin egemen olduğu bir dile sahip olan Hoyland'ın sergide, Hirst'ün koleksiyonundan, 1964-1982 yılları arasında ürettiği işleri var. Sheffield'da sanat eğitimi alan Hoyland, yolunu daha sonra Londra'ya, Paris'e ve New York'a düşürür. Birçok savaş gören sanatçı, soyut sanatın o sınırsız alanına sığınarak, dilden ve coğrafyadan uzak bir üretim gerçekleştirir. Akrilik boya kullanan sanatçı tablolarında oluşturduğu ince yüzeyle, mavi, kırmızı, yeşil ve sarı rengin hakim olduğu resim dili kurar. Eserlerindeki soyut dili kavramanın zorluğu bir süre sonra sanatseveri, sunduğu canlı ve hareketli bir atmosferle içine çekiyor. Sergideki, 2.1.66 ve 2.10.80 gibi resimler bu güçlü dili temsil ediyor.

John Hoyland, New Year's Day

Hoyland, söyleşilerinde Irak ve Lübnan'daki savaşa ve zulme karşı mağdurların yanında durduğunu dile getirir. Kendi kuşağının Amerikan temsilcileri Mark Rothko'nun Avrupa'daki karşılığı olarak görülen Hoyland, ciddi resme ve ciddi edebiyata olan merakını sıklıkla aktarır. Yoğun imgelere sığınan sanatçının Galeri'nin son bölümündeki pembe ağırlıklı tablolarında bir yama gibi duran geometrik figürler sanatçının farklı dokulara merakını gösteriyor. Galerinin içindeki altı sergi salonuna yerleştirilen Hoyland'ın eserleri 3 Nisan 2016'ya kadar görülebilir.

John Hoyland, 28.2.71

Kitap Zamanı 10. yaşını usta yazarlarla kutluyor

$
0
0

Zaman'ın kitap eki Kitap Zamanı, yarın çıkacak sayısıyla 10. yaşını kutluyor. “Çok yaşasın kitaplar!” başlıklı özel sayıya, Türk ve dünya edebiyatından 44 yazar katkıda bulundu. Aralarında J. Carol Oates, Javier Marías, Per Petterson, Hilmi Yavuz, Selim İleri, Enis Batur, Murat Belge gibi isimlerin bulunduğu yazarlar, kitaplarla macerasını yazdı.

Kitap Zamanı, 2006 yılının Şubat ayında Oğuz Atay'dan iktibasla, “Neredesin sevgili okur?” diyerek başladığı yolculukta 10. yılını doldurdu. Derginin, yarın çıkacak 121. sayısı onuncu yıl dolayısıyla bir özel sayı olarak hazırlandı. “Çok yaşasın kitaplar!” başlığıyla okura ulaşacak Kitap Zamanı'nın bu özel sayısına, Türkiye'den ve dünyadan günümüz edebiyatının usta kalemleri kendi okuma serüvenlerini, kitap sevgisini, kendi kütüphanelerini ve kitaplarla geçen hayatlarını anlattıkları özgün birer metin ile katkıda bulundular.

Kitap Zamanı'nın editörü Can Bahadır Yüce, “Bir Kitap Ekinin Yolculuğu” başlıklı yazısında kitap eklerinin tarihine değiniyor. Yüce, Kitap Zamanı'nın amacını ise şöyle özetliyor: “Kitap Zamanı yola çıkarken, özellikle Batı'da, kitap tanıtımının niteliği değişmiş, çıtası yükselmişti. Bunu bilerek, başta Horatius'un kadim ilkesini benimsemiştik: Hem diliyle lezzet veren, okuru sıkmayan hem de bilgilendirici, ufuk açıcı bir kitap dergisi hazırlamak. Mümkün olduğunca –bir gazete ekinde ne kadar yapılabilirse– bu ilkeye sadık kalmaya çalıştık. Türk edebiyatının seçkin örneklerinin yanı sıra dünya edebiyatının renklerini de okurla buluşturmayı amaçladık.”

KİTAP VE OKUMAK ÜZERİNE DENEMELER

Kitap Zamanı, usta yazar Adalet Ağaoğlu'nun, derginin 10. yaşına armağan ettiği “Başucu Kitapları” adlı yazısıyla başlıyor. Ahmet Büke, daha on yaşında bir çocukken babasının kendisine armağan ettiği İnce Memed'le olan macerasını anlatıyor. Alberto Manguel, “Okur olmak, sıra dışı güçler üstlenmektir” dediği “İskenderiye'nin Gölgesi” başlıklı yazısına Çatalhöyük'ü anlatarak başlıyor ve insanın kütüphane ile olan ilişkisini ele alan nefis bir denemesini Kitap Zamanı okurlarıyla paylaşıyor. Ali Çolak, kurgusal bir metinle, müşkülpesent bir okurun kitaplarıyla yaşadığı kâh hüzünlü kâh komik bir ilişkiyi açığa vuruyor. Atilla Dorsay kendi okuma serüvenini, Enis Batur bir ‘asal kütüphane' kurma hayalinin evrelerini, Esra Yalazan okuma hallerinin sihrini anlatıyor. Günümüz dünya edebiyatının en çok konuşulan isimlerinden biri olan Geoff Dyer, D.H. Lawrence'ın bir mektubunu satın alış öyküsü etrafında okuru edebi kalıntılar ve sanat eserleri etrafında kafa yormaya zorluyor. Murat Belge ise okuru yarım asır önceki eski İstanbul kitapçılarında gezdiriyor.

Usta yazarların kendi yaşamöyküleri ile iç içe geçmiş okuma tecrübelerini, kitap sevgilerini, kütüphaneleri ile olan ilişkilerini kaleme aldıkları metinler, kitaplar ve okuma kültürü üzerine okura zengin bir birikim sunuyor.

NEW YORK TIMES KİTAP EKİNİN EDİTÖRÜ PAMELA PAUL İLE SÖYLEŞİ

Kitap Zamanı'nda New York Times gazetesi kitap eki editörü Pamela Paul ile yapılmış bir söyleşi de yer alıyor. Paul, New Yor Times kitap ekinde uyguladıkları ölçüleri, önceliklerini, günümüzde kitap eklerinin fonksiyonunu ve basılı kitabın geleceği hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Washington Post'un kitap eki eleştirmeni, Pulitzer ödülü sahibi Michael Dirda ise, Kitap Zamanı için kaleme aldığı yazısında, dünyaca ünlü bir gazetenin kitap eki eleştirmeni olarak deneyimlerini, okurun beklentilerini ve Türk edebiyatı hakkındaki düşüncelerini dile getiriyor.

Bu ay, 56 sayfa çıkan Kitap Zamanı, yarın Zaman'la birlikte tüm gazete bayilerinde olacak.

Özel sayıda kimler var?

Adalet Ağaoğlu, Ahmet Büke, Ahmet Çakır, Alberto Manguel, Ali Çolak, Atilla Dorsay, Buket Uzuner, Cem Yavuz, Emin Nedret İşli, Enis Batur, Esra Yalazan, Etgar Keret, Ethem Baran, Feyza Hepçilingirler, Francine Prose, Geoff Dyer, Haydar Ergülen, Hekimoğlu İsmail, Hilmi Yavuz, İbrahim Yıldırım, İnan Çetin, Javier Marías, John Banville, Joyce Carol Oates, Michael Dirda, Murat Belge, Murat Gülsoy, Müge İplikçi, Nazan Bekiroğlu, Nazlı Eray, Necati Tosuner, Ömer Ayhan, Pamela Paul, Per Petterson, Rachel Kushner, Selçuk Altun, Selim İleri, Şavkar Altınel, Tim Parks, Ülkü Tamer, V. B. Bayrıl, Recai Güllapdan, İrfan Külyutmaz.

Oyuncular Birliği ödüllerine Elba damgası

$
0
0

Oscar yarışından önceki önemli kulvarlardan Oyuncular Birliği (SAG) Ödülleri dün düzenlenen törenle sahiplerini buldu.

Sinema ve televizyon olmak üzere iki ayrı kategoride ödül verilen gecenin kazananı Idris Elba oldu. Akademi'nin bu yılki listesinde aday göstermediği başarılı aktör Beasts of No Nation filmi ve Luther dizisindeki performansıyla iki ödül kazandı. En iyi toplu performans Thomas McCarthy imzalı Spotlight filmine verilirken Leonardo Di Caprio, Alicia Vikander ve Brie Larson gibi isimler de geceden ödülle ayrıldı. Şimdi gözler Yönetmenler Birliği (DGA) ödülünde.

Özdemir Asaf: ‘Ankaradan babasızlık getirdim Kadıköyüme'

$
0
0

İstanbul Kadıköy Belediyesi'nin bir ay önce başlattığı “Yaşayan Sokaklar” projesi Özdemir Asaf ile devam ediyor.

Semtte ikamet eden edebiyatçı ve sanatçıların yaşadığı sokakları tanıtmak için başlatılan projede ilk olarak Cemal Süreya'nın 5 şiiri, şairin adının verildiği sokağın kaldırımlarına yazılmıştı. 28 Ocak 1981'de vefat eden Özdemir Asaf'ın 35. ölüm yıldönümünde ise şairin dört şiiri Acıbadem'deki Mustafa Bey Çıkmazı'na yazıldı.
‘Lavinia', ‘Noktasız', ‘Altro' ve ‘Düello'nun yazıldığı sokağa adını veren Mustaa (Mustafa değil) bey, 1800'lerin sonunda Rize'deki topraklarını kardeşlerine satıp İstanbul'a geliyor. O zamanlarda su olmadığı için Moda civarında değil de Acıbadem'de, şimdi, Sakızağacı durağı arasında bulunan araziyi satın alıyor ve burada kızlarına köşk yaptırıyor. Asaf'ın tek kızı Seda Arun köşkün yerinde şimdi market olduğunu söylüyor. Evin su sorunu çözülüyor fakat bu sefer yolu yok. Mustaa Bey, köşke yol açtırıp kendi adını veriyor, sonra da evi resmî makamlara hibe ediyor. Neden hibe ettiğini bilmiyoruz.

Özdemir Asaf'ın Acıbadem'deki büyüdüğü köşk, 1930'lar.

Ankara'da doğan Özdemir Asaf, şu anda resmiyette Mustafa Bey Çıkmazı olan bu köşkte büyüyor. 1930'larda babasını kaybedince annesiyle birlikte İstanbul'a gelen şair, delikanlı duygularıyla “Ankara'dan Babasızlık Getirdim” şiirini, belki o evde, o sokağın herhangi bir yerinde kaleme alıyor. Özdemir Asaf'ın oğlu Olgun Arun'un verdiği bilgiye göre ‘daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış' bu otobiyografik şiiri, şairin el yazısıyla birlikte yayımlıyoruz...

“Ankaradan babasızlık getirdim Kadıköyüme 1930'da
Yedi yaşındaydım Acıbademde çiçekli bahçede
Başkenti taşıyordum büyük bahçelere
Bağlara, böğürtlenlere vuruyordum kendimi
Başıma atkestaneleri cevizler düşüyordu
İncir sütlerinden çatlardı dudaklarım
Ihlamur ağacı senin, erik ağacı benimdi
Dutlar yerlerde, hanımelleri akşam sefâ'ları
Kurbağalar, kirpiler, salyangozlar, ateş böcekleri
Oyun oynamayordum, bilmezdim
Uyumazdım, uyanamazdım.”


Bizim Frankenstein

$
0
0

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu'nun geçtiğimiz aralık ayında sahnelemeye başladığı Frankenstein, Zorlu PSM'de her cumartesi seyirciyi karşılıyor. Frankenstein'in ‘yarattığı' insanımsı varlığın, toplum tarafından yalnızlaştırılması sonucu canavara dönüşmesini konu alan oyun, yenilikçi tarafıyla Türk tiyatrosu için milat olabilir.

Herkes gibi olmamak için sınırları sonuna kadar zorlayan bir bilim adamı ve herkes gibi olmak için yine sınırları zorlayan bir başka yaratık… Ve bu ikisinin birlikte başlayan öyküsünün felaketle sonlanması… İngiliz yazar Mary Shelley'in dünyaca ünlü fantastik romanı Frankenstein'ın kıssadan hissesi.
İlk defa 1932 yılında sinemaya uyarlanan Frankenstein bu sezon Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu tarafından sahneye taşınıyor. Üstelik epeyce güçlü bir kadro ile… Bilinenin aksine, yaratığın değil ‘yaratıcısı'nın adı olan Frankenstein'ı canlandıran isim Kerem Alışık. Kibirli bir bilim adamı olan tıp öğrencisi Victor Frankenstein rolünde ise Cansel Elçin var. Hikâye birçoğumuzun malumu: “Ölümsüzlüğe ulaşmak için insanı yeniden yapmak isteyen tıp öğrencisi Frankenstein, mezarlardan topladığı ceset parçalarını birleştirerek bir insan vücudu meydana getirir ve elektrik akımı yardımıyla cesedi canlandırmayı başarır. Fakat ortaya çıkan sonuçtan adeta korkup yaratığı bir başına bırakarak kaçar. Bu, yaratığın insanları kendisinden kaçırdığı ilk andır. Ve bundan sonraki her karşılaşma buna benzer kaçışlarla devam edecektir. Sonraki süreçte tıpkı bir bebek gibi okuma, yazma ve konuşmayı öğrense de hiçbir zaman etrafındaki insanlara tam olarak benzemeyecektir yaratık. Ve farklı olmanın sırtına yüklediği ağır yük ile ‘yaratıcısı' Frankenstein'a duyduğu öfke, felaketler dizisinin başlangıcı olur.
Kerem Alışık'ın başarıyla canlandırdığı yaratık, defalarca filmlere ve animasyonlara konu olan o bildiğimiz dikdörtgen kafalı ve epeyce korkutucu olan tipten bir parça uzak. Oyunda karakterin dış görünüş olarak insana daha çok benzemesi yönetmenin özel bir tercihi gibi görünüyor. İzleyici olarak sahnede daha korkutucu bir yaratık bekliyor olmamız ise alışkanlıklarımızdan olsa gerek. Zaten kimilerine göre eser korku romanı olmaktan ziyade felsefi öğeler barındıran bir bilimkurgu. Böyle düşünüldüğünde bu durum eksiklikten ziyade eserin felsefi tarafının geri planda kalmasını önlemesi bakımından başarı bile sayılabilir.
Kerem Alışık epeyce yorucu bir rolün altından kalkmayı başarmış görünüyor. Cansel Elçin de bilim adamının kendisini ve çevresindekileri felakete sürükleyen kibrini çok iyi yansıtmış. Dr. Frankenstein'ın nişanlısı rolündeki Deniz Uğur da aşkından başka bir şeyi olmayan fedakar genç kadın rolünde gerçekçi performansı ile dikkat çekiyor.
Şakir Gürzumar yönetiminde sahnelenen oyunda dekor tasarımcısı Şirin Dağtekin Yenen, dijital sahnelerin de yardımıyla mekan geçişlerini vermekte gayet iyi idi. Dişli çarkların eşlik ettiği dev platform kâh Frankenstein'ın laboratuvarına kâh bir eğlence mekanına dönüşüyor.
Londra'daki National Theather'da oynadığı süre zarfında sürekli gündemde olan uyarlama ‘bizim' Frankenstein'ın da ana çatısını oluşturuyor. Selen Korad Birkiye'nin Türkçeleştirdiği oyun, son yılların meşhur Sherlock Holmes'u Benedict Cumbercatch'in rol aldığı Frankenstein kadar olmasa da sahnelerimizde görmeye pek alışmadığımız türden hayli iddialı ve yenilikçi bir yapım.

İş Sanat, Anna Vinnitskaya'yı ağırlıyor

$
0
0

Ödüllü Rus piyanist Anna Vinnitskaya, 11 Şubat akşamı İş Sanat'a konuk oluyor. Konserde sanatçıya, La Scala Tiyatrosu orkestrasının müzisyenlerinden oluşan Cameristi Della Scala eşlik edecek.

Müziğe, altı yaşındayken annesinden piyano öğrenerek adım atan ünlü piyanist, kariyerini sekiz yaşında orkestra ile ilk konserini, dokuz yaşında ise ilk resitalini vererek taçlandırdı. Bach, Respighi, Rossini ve Bossi'den eserlerin icra edileceği konserin başlama saati 20.30. (www.issanat.com)

Anna Vinnitskaya

Cameristi Della Scala

SALT Araştırma Fonları'na başvurular başladı

$
0
0

Mimarlık, tasarım, tarih, güncel sanat alanlarında özgün belge edinimi ve araştırma hedefli projeleri destekleyen SALT Araştırma Fonları'nın 2016 başvuruları başladı.

SALT'ın 2013'ten bu yana verdiği fonda, 6 projeye toplam 60 bin TL verilecek. Başvuruların iki aşamalı olduğu SALT Araştırma Fonları'nda 22 Şubat Pazartesi saat 18.00'e kadar yapılacak ön başvurular sonucunda konu, dönem ve araştırma alanının uygunluğu belirlenecek. Araştırma projesinin ön kabulü durumunda son başvuru tarihi ise 21 Mart Pazartesi saat 18.00. Prof. Dr. Sibel Bozdoğan, Merve Elveren, Lorans Tanatar Baruh, Doç. Dr. Meltem Toksöz ve Prof. Dr. Zeynep Yasa Yaman'dan oluşan seçici kurulun belirleyeceği sonuçlar 22 Nisan Cuma günü duyurulacak.

Nazım Hikmet'in misafirleri anlatıyor

$
0
0

Nâzım Hikmet'i Moskova'daki evinde ziyaret edenlerin yazılarından oluşan 'Nâzım'ın Evinde Vera'nın Sofrasında' adlı kitap Mitos-Boyut Yayınları tarafından yayınlandı.

Arif Keskiner ve M. Melih Güneş'in birlikte hazırladığı eserin önsözünü Svetlana Uturgauri kaleme aldı. Kitapta ayrıca Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Anna Stepanova, Ara Güler, Arif Keskiner, Ataol Behramoğlu, Can Dündar, Coşkun Aral, Fatma Girik, Genco Erkal, Hakan Aksay, Hülya Arslan, Orhan Kemal, İlki Güneş Fenercioğlu, İrina Fedyunina, M. Melih Güneş, Mergül Kotil, Nadyejda Litvinova, Naum Kleyman, Nazar Büyüm, Nebil Özgentürk, Necati Şahin, Nedim Gürsel, Ömer Polat, Şanar Yurdatapan, Türkân Şoray, Uğur Büke, Vera Tulyakova Hikmet, Yavuz Tanyeli, Zeliha Berksoy ile Zeynep Oral'ın anıları ve söyleşileri de yer alıyor.

Oscar'lık filmler SineBU'da

$
0
0

Boğaziçi Üniversitesi'nin sinema salonu SineBU'da bu ay çoğunluğu Oscar adaylarından oluşan 10 film sinemaseverlerle buluşuyor.

Altın Küre En İyi Yabancı Film Ödüllü Laszlo Nemes imzalı 'Son of Saul' ile Stockholm Film Festivali'nde en iyi film ödülü kazanan Joachim Trier'in yönettiği 'Louder Than Bombs' filmlerinin yer aldığı seçkide aynı zamanda Almanya'nın Oscar adayı 'Labyrınth Of Lies/ Yalan Labirenti', 'Youth', belgesel dalında favori gösterilen 'The Look Of Silence', en iyi animasyon dalında yarışan 'When Marnie Was There' ve Charlotte Rampling'e en iyi kadın oyuncu adaylığı getiren '45 Years', 'Mustang' ve 'Suffragette' de bulunuyor. SineBU'nun görme engelliler için sesli betimlemeli filmleri ise 'Louder Than Bombs' ve 'Rüzgârın Hatıraları' olacak.

Louder Than Bombs

Sinemanın en iyileri

$
0
0

Sinema tarihinin en iyi filmleri Sinematek Derneği'nin kurucularından Onat Kutlar'ın anısına Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi'nde yeniden perdeye çıkıyor.

‘Asinematik Yaşıyor! 50. Yılda, 50 Film, 50 Sunum' etkinliğinin ilk gösterimi 5 Şubat'ta Ezel Akay'ın sunumuyla Federico Fellini imzalı Tatlı Hayat filmi olacak. Andrei Tarkovski'nin Andrei Rublev, Orson Welles'in Yurttaş Kane gibi filmlerinin gösterileceği etkinlikte Ezel Akay, Vecdi Sayar, Mehmet Güleryüz, Bengi Semerci, Erden Kıral, Özgür Mumcu, Tayfun Pirselimoğlu, İlber Ortaylı, Murathan Mungan, Atilla Dorsay, Yankı Yazgan, Ege Cansen ve Filiz Kutlar gibi isimler sunum yapacak.

La Dolce Vita (Tatlı Hayat), Ezel Akay'ın sunumuyla 5 Şubat 2016'ta

Mafy City Light (Şehir Işıkları) Müjdat Gezen'in sunumuyla 16 Şubat'ta

About de Souffle (Serseri Aşklar), Vecdi Sayar'ın sunumuyla 19 Şubat'ta

Andrei Rublev (Andrei Rublev), Mehmet Güleryüz sunumuyla 26 Şubat'ta

Mafm Tokyo Monogatarı (Tokyo Öyküsü), Ercan Kesal'ın sunumuyla 1 Mart'ta

Les Quatre Cents Coups (400 Darbe), Bengi Semerci'nin sunumuyla 4 Mart'ta

This Sporting Life (Sporcunun Hayatı), Erden Kıral'ın sunumuyla 11 Mart'ta

Mafm Pathner Panchalı (Yol Türküsü), Jak Şalom'un sunumuyla 15 Mart'ta

La Battaglia di Algeri (Cezayir Savaşı) , Özgür Mumcu'nun sunumuyla 25 Mart'ta

Mafm L'avventura (Serüven), Tayfun Pirselimoğlu'nun sunumuyla 29 Mart'ta

Bir Zamanlar Anadolu'da Murathan Mungan'ın sunumuyla 1 Nisan'da

Mafm La Regle du Jeu (Oyunun Kuralı), Atilla Dorsay'ın sunumuyla 8 Nisan'da

Vertigo (Ölüm Korkusu), Yankı Yazgan'ın sunumuyla 29 Nisan'da

Ladri Di Biciclette (Bisiklet Hırsızları), Burçak Evren'in sunumuyla 3 Mayıs'ta

Citizen Kane (Yurttaş Kane), Ege Cansen'in sunumuyla 13 Mayıs'ta

Viaggio in Italia (İtalya'ya Yolculuk), Filiz Kutlar'ın sunumuyla 20 Mayıs'ta

Smultronstället (Yaban Çiçekleri), 27 Mayıs'ta Caddebostan Kültür Merkezi'nde izlenebilecek.

Kış Uykusu, Rusya'da gösterilecek

$
0
0

Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği ‘Kış Uykusu' Rusya'nın Rostov ve Taganrog şehirlerinde gösterilecek.

Sputnik'te yer alan habere göre Ceylan'ın, Anton Çehov'un Karım adlı eserinden esinlendiği Altın Palmiye ödüllü Kış Uykusu, yazarın eserlerinin tanıtımı amacıyla 5-10 Şubat tarihleri arasında düzenlenen “Çehov Eserlerinin Günümüzdeki Sinema Uyarlamaları” festivalinde gösterilecek. Festivalde Rus yönetmenler Andrey Konçalovski, Nikita Mihalkov, Karen Şahnazarov ve Belaruslu yönetmen Oleg Bazilov'un Çehov'un eserlerinden uyarladığı filmler de yer alıyor.

Festivalde ayrıca “Anton Çehov 1890” (Fransa 2015) filmi de ilk kez gösterilecek. Rene Ferre'nin yönettiği filmde Çehov'un hayatının en önemli dönemi anlatılıyor. 1885-1890 yıllarında ün kazanan Çehov, bu dönemde tiyatrolar için ilk piyeslerini yazıyor, erkek kardeşini kaybediyor, Sahalin'e gidiyor.


İngilizler ‘Masumiyet' gezmesinde

$
0
0

Orhan Pamuk'un 2011'de İstanbul'da açtığı Masumiyet Müzesi'nden 13 vitrin, geçen hafta Londra'ya taşındı. Tarihî; Somerset House binasında iki galeride açılan sergiyi Londra'dan Musa İğrek gezdi ve yazdı. Müzenin ilk yurtdışı seyahatine, İngilizlerin ve Çinlilerin ilgisi büyük.

Orhan Pamuk'un, ‘kendimi en yakın hissettiğim romancı' dediği Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, eşya ile ilişkisi biraz karmaşık ve derin. Abdullah Efendi'nin Rüyaları'ndaki, eşyaya karşı bu büyülenmenin izleri sarsıcıdır: “Eşyanın sükûneti, değişmez manzarası onun için hayatta bir teselli ve zevk kaynağı idi. Bir insan, en yakınımız bile, çarçabuk değişebilirdi. Fakat eşya, dalgın ve daüssılalı uykularında hep aynı kalırlardı. Bir saksının, bir sedirin, bir masanın, bir duvar veya kapının değişmesi imkânsızdı. Eşyanın açık dost, her zaman için güvenilir çehreleri!…”

‘ANILARIN MASUMİYETİ' İLE BAŞLIYOR

Orhan Pamuk'un eserlerinde, Tanpınar'ın eşya ile kurduğu irtibattan izler öne çıkar. 2011'de İstanbul'da açtığı ve ilhamını aynı adlı romanından alan Masumiyet Müzesi bu ilişkinin en büyük alametidir. Kitabın 83 bölümüne tekabül eden 83 vitrin ve kutuda, romanda anlatılan kahramanların kullandığı eşya ve biriktirdikleri sergilenirken, İstanbul üzerine pek çok malzeme yer alır. Romanın kahramanı Kemal'in Füsun için kurduğu müzeyi, Çukurcuma'da açan Pamuk'un koleksiyonundan 13 vitrin geçen hafta İngiltere'nin başkenti Londra'ya taşındı. Tarihi Somerset House'un ihtişamlı binasında, iki galeriye yerleştirilen sergi, İngiliz yönetmen Grant Gee'nin prömiyeri 2015 Venedik Film Festivali'nde yapılan Innocence of Memories (Anıların Masumiyeti) adlı filminden kesitlerle başlıyor. Serginin en önemli bölümü ise Pamuk'un roman taslaklarının yer aldığı kısım. Londra'daki sanatseverler ve edebiyat meraklılarının ilgi gösterdiği sergi, müzedeki eserlerin ilk yurtdışı seyahati.

Pamuk'un vitrinleri ve kutuları, Amerikalı sanatçı Joseph Cornell'in (1903-1972) bir düş atölyesini andıran kutularına benziyor, -bu sayfanın okurları Londra'da 35 yıl aradan sonra açılan Cornell sergisiyle ilgili değerlendirmeyi hatırlayacaktır.- Sergideki roman taslaklarından da, kurduğu müzenin ilham kaynaklarından biri olarak Cornell'den bahsettiğini görmek mümkün. Pamuk, bir müze ve kitap fikrinin ayrı tutulmaması gerektiği üzerinde sık sık dururken, biraz da gelecek eleştirilere cevap veriyor. Bunun yanı sıra müze için “Eşyalara yoğunlaşmamın, onlar üzerinden bir hikâye anlatmanın, kahramanlarımı, Batı romanlarının kahramanlarından daha farklı, daha İstanbullu ve daha gerçek kılacağını seziyordum.” demişti.

‘PAMUK'UN NOSTALJİSİNDE KENDİMİ BULDUM'

İstanbul'daki gündelik hayat üzerine pek çok detayı barındıran 13 vitrin, Londra'da büyük ilgi çekiyor. Sergiyi gezerken bir yandan da etrafımdaki ziyaretçilerin konuşmalarına kulak verdim. Sorular sorup kısa cevaplar aldım. Çinli öğrenciler, yazarın Çinceye çevrilen kitaplarından haberdar oldukları için yollarını buraya düşürmüş. Roman taslaklarını titizlikle incelerken, Türkçe elyazmalarından anlayabilecekleri kelimeler bulmaya çalışan öğrencilerin imdadına, yazarla yönetmen Gee'nin yaptığı bir söyleşi yetişiyor.

Nobel ödülü almasına rağmen Pamuk'un ismini daha önce duymadığını aktaran Diana Smith, edebiyat ile sanatın bu yakınlığından duyduğu memnuniyeti dile getiriyor. Royal Akademi'de açılan Cornell sergisini de gezen Peter Douglas isimli ziyaretçi ise iki isim arasındaki yakınlığa dikkat çekerek, “Bana ait bir kültürden olmamasına rağmen, Orhan Pamuk'un oluşturduğu nostaljide kendimi bulmak önemli bir tecrübe oldu.” derken, romanın taslaklarından yakaladığı Cornell ismini işaret ediyor.

Sergide yer alan saatler, kartpostallar, aynalar, fotoğraflar, oyuncaklar ve benzeri irili ufaklı nesne bir zamanların İstanbul hayatının izlerini alıp Londra'ya getirmiş gibi. Pamuk'un müze fikri ve eserlerindeki sıkça görülen eşya tutkusu, Tanpınar'ın şikayet ettiği, Türk romancılarının çevrelerindeki eşyayı görme ve anlatma konusundaki isteksizliğine bir cevap niteliğinde değerlendirilebilir. Elif Şafak'ın dediği gibi, İstanbul'un ruhuna açılan bir pencere olan sergi, 3 Nisan'a kadar görülebilir.

Tamburi Cemil Bey Külliyatı geliyor

$
0
0

Türk müziğinin en büyük üstatlarından Tamburi Cemil Bey, vefatının 100. yılında Kalan Müzik tarafından üç özel projeyle anılıyor.

On gün sonra yayımlanacak olan ‘Tamburi Cemil Bey Külliyatı' adlı proje, 10 CD, 1 LP ve 1 kitaptan oluşuyor.

Niyazi Sayın, Işık Yazan, Melih Özaltıner başta olmak üzere 10 koleksiyonerin arşivlerinde bulunan tüm Tanburi Cemil Bey kayıtlarının yanı sıra yurtdışındaki koleksiyoner ve araştırmacıların arşivlerinden de yararlanılarak hazırlanan CD'ler, Tamburi Cemil Bey hakkında bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı arşiv niteliği taşıyor.

Külliyatta, 1905-1915 arasında Tanburi Cemil Bey tarafından 3 ayrı plak firması için yapılmış, 25, 27 ve 30 cm'lik plaklarda toplam 130 kayıt bulunuyor. Albümde Cemil Bey'in tanbur, kemençe, yaylı tanbur, viyolonsel ve lavtayla icra ettiği taksimler, peşrevler, saz semaileri, zeybek, sirto, operet; Hafız Âşir, Hafız Osman, Hafız Yaşar, Hafız Sabri ve Hafız Yakub'un okuduğu gazel ve şarkılara eşlikleri yer alıyor. LP'de ise sanatçının en iyi eserlerinden seçilen 12 besteye yer veriliyor.

Aziz Şenol Filiz ve Cemal Ünlü'nün iki buçuk yılda hazırladığı 140 sayfalık kitapta Cemil Bey'in yaşam hikâyesi, kendi eserlerini el yazısıyla değerlendirmesi, anılar, hakkında söylenenler ve yazılanlar, külliyatta yer alan ve ulaşılamayan tüm plaklarının listesi, kayıt tarihleri, katalog numaraları, firmalara dair diğer ayrıntılar, az bilinen fotoğraf ve belgelerden oluşan zengin bir içerik sunuluyor.

Bir İstanbul beyefendisi

$
0
0

Orhan Okay'ı tanır mısınız? Tanısaydınız hiç tereddüt etmeden onun bir İstanbul Beyefendisi olduğunu kabul ederdiniz. Ömrünü ilim ve eğitim için sermaye etmiş bu ismin ülkemizde pek çok araştırmacıya, pek çok genç adama fikir ve irfan noktasında katkı verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Evini bir yazı atölyesi, bir kütüphane olarak inşaa eden bu mütevazi ismin eserleri de hatırat ve hayat ekseninde şekilleniyor.

Orhan Hoca'nın evine ziyaretlere gittiğimiz senelerde ‘silik fotoğraflar'ın makaleleri Zaman'da Kültür'de yayımlanıyordu. Tanışıklığımızın ve hukukumuzun da biraz bu sebeble ama daha çok Ömer Faruk Şerifoğlu'nun kılavuzluğuyla olduğunu hatırlıyorum. O günlerde kitap aşığı, eli kalem tutan büyüklerimize hürmet ve onlardan öğrenmek gayreti hatsiz bir halde ruhumuzu kuşatmıştı.

Orhan Hoca'nın evine, hayata ve Osmanlı dünyasına dair sorularına cevaplar arayan bir genç adam olarak gittiğim için olsa gerek, edebiyat bahislerinden pek az nasibim oldu. Oysa onun Tanpınar sevgisi, hatıraları ve sair ediblerimizle olan alakası pek mühimdir.

62. Sait Faik Hikâye Armağanı'na başvurular başladı

$
0
0

62. Sait Faik Hikâye Armağanı'na başvurular başladı.

Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen armağan için yazarlar, başvuru yapacakları hikâye kitabından 10 nüshayı 26 Şubat saat 17:00'ye kadar Darüşşafaka Cemiyeti İletişim Birimi'ne gönderebilir. Darüşşafaka Cemiyeti ile İş Bankası Kültür Yayınları iş birliğiyle düzenlenen yarışma için kitapların 2015 yılında yayımlanmış olması ve daha önce herhangi bir ödül almaması gerekiyor.

Doğan Hızlan'ın başkanlığındaki Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Jale Parla, Murat Gülsoy, Metin Celal ve Beşir Özmen'in aralarında bulunduğu seçici kurul sonuçları yazarın ölüm yıldönümü olan Mayıs ayında açıklayacak. Sait Faik Hikâye Armağanı geçen yıl 'Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü-Beni Unutma Dörtlemesi 1' adlı kitabıyla Bora Abdo'ya verilmişti. (darussafaka.org)

Adana Film Festivali eylül sonunda

$
0
0

Geçtiğimiz yıl terör olayları nedeniyle gösterimleri iptal edilen, ödülleri de geçen hafta İstanbul'da sahiplerine teslim edilen Adana Film Festivali'nin 2016 takvimi açıklandı.

Antalya'ya uyarak adındaki ‘Altın Koza' ifadesini atan festival, bu yıl 19-25 Eylül arasında yapılacak. 23. Adana Film Festivali'nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması, Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması, Adana Konulu Senaryo Yarışması'nda kazananlar Altın Koza Ödülleri'ne ulaşacak. Ayrıca, Dünya Sineması'ndan ödüllü filmler, galalar, söyleşiler, atölyeler, konser etkinlikleri ve Türk Film Pazarı da festival kapsamında gerçekleştirilecek etkinlikler arasında.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live