Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Risale-i Nur devlet tekelinden kurtuldu

$
0
0

Danıştay Dava İdareleri Kurulu, Risale-i Nur Külliyatı'nın basım ve neşir yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığı'na devreden Bakanlar Kurulu kararnamesinin yürütmesini durdurma kararı aldı.

Anayasa Mahkemesi de 11 Haziran 2015 tarihinde Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nda yapılan değişiklikleri iptal ederek, Risale-i Nurların ‘devlet tekeli'ne alınmasının önüne geçmişti.

Yeni Asya gazetesinde yer alan habere göre avukat Kadir Akbaş, Risale-i Nurların basım ve neşir yetkisini Diyanet İşleri Başkanlığı'na devreden Bakanlar Kurulu kararnamesinin iptali ve yürürlüğün durdurulması için Danıştay'a başvurdu. Danıştay, iptal kararı vermeden önce yürütmeyi durdurma kararı aldı. Danıştay aldığı kararın gerekçesini, torba yasa ile yapılan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun (FSEK) 47. maddesindeki değişiklikleri iptal eden AYM kararına dayandırdı.

Danıştay'ın kararında, “Bakanlar Kurulu kararının yasal dayanağı olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun 47. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa Mahkemesi'nce iptaline karar verilmesi karşısında, yasal dayanaktan yoksun dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” denildi.

Avukat Kadir Akbaş, Bediüzzaman Said Nursî; Hazretleri'nin yasal vârisi Saadet Kaynak'ın, Risale-i Nurların serbestçe neşri için gerekli olan muvafakatnameyi imzaladığını söyledi. Akbaş, Danıştay'ın yürütmeyi durdurma kararının ardından yakın zamanda iptal kararının açıklanmasını da beklediklerini söyledi. İptal kararının gelmesiyle birlikte, Risale-i Nurların orijinal diliyle aslına uygun olarak serbestçe basılabileceği müjdesini veren Akbaş, şöyle devam etti: “Bugüne kadar Risale-i Nurlar ancak Kur'ân'ın malıdır, biz yasal mirasçılara ait bir hak değildir deyip yayınevleri ile neşir sözleşmesi yapmaktan kaçınan Üstad'ımızın yeğeni rahmetli Abdülmecid Ünlükul'un kızı Saadet Kaynak Hanımefendi gelinen noktada, Risale-i Nurların neşrinde bir inkıtaya yol açmaması açısından bir muvafakatname verdi. Bu muvafakatname noter tarafından düzenlendi ve ilgili resmi kurumlara ulaştırıldı. Bu muvafakatname ile artık Risale-i Nurların sadeleştirilmesinin önü hukuken kesin olarak kapandı. Hiç kimse sadeleştirilmiş bir eser için bandrol alamayacak!”


'Geçmişi yok sayarak bir yere varamayız'

$
0
0

Yönetmen Özcan Alper, üçüncü uzun metraj filmi Rüzgârın Hatıraları'nda çocukluğunda 1915 tehcirini yaşayan Ermeni bir aydının 1940'lardaki travmasını anlatıyor. Geçmişin geleceği belirlediğini söyleyen Alper, “Geçmişi öteleyerek, kovarak, yok sayarak bir yere varamayız.” diyor.

Genç kuşak yönetmenler arasında filmleri en çok merak edilen isim Özcan Alper. İlk uzun metrajı Sonbahar (2008) ile ‘başyapıt' mertebesinde bir giriş yaptı sinema dünyasına. Alper'in üçüncü filmi Rüzgârın Hatıraları dün vizyona girdi. Film, 1940'lar Türkiye'sinde muhalif bir Ermeni gazeteci olan Aram'ın çocukluk travmasının ve silik anılarının yavaş yavaş belleğinde canlanmasına ortak ediyor seyirciyi. Özcan Alper, Ermeni tehcirindeki ‘büyük felaket'e odaklanan filmini, Türkiye'nin geçmişiyle hesaplaşmasını, bugünü ve geleceği anlattı.

Rüzgârın Hatıraları

Sonbahar'da kendi kuşağınızın tarihiyle hesaplaştınız. Gelecek Uzun Sürer'de Kürt sorunu, Rüzgârın Hatıraları'nda ise 1915 Ermeni tehciriyle hesaplaşıyorsunuz. Türkiye tarihi üzerine bu hesaplaşma devam edecek mi?

Filmlerimi geçmişle hesaplaşmak için değil, yeni bir gelecek kurmak için çekiyorum. Diğer taraftan, sen ne kadar reddedersen et, bu ülke bir ev. Evde odalar kapatılıp kilitleniyor mu, içerideki sorunlar konuşulacak mı ona kafa yormak lazım. Aslında, kapılar kapatılmaya çalışınca ev, diğerleri için de yaşanmaz hale geliyor.

O zaman şöyle sorayım, hem sizin filmografiniz hem de Türkiye'nin son birkaç yıldır yaşadığı gerilimli atmosfer için, gelecek daha ne kadar uzun sürecek?

Türkiye'de geçmiş, hep geleceği belirler, ondan kaçamıyorsun. Kapıdan kovsan bacadan giriyor ve karşına çıkıyor. Şunu anlamamız gerek, geçmişi öteleyerek, kovarak, yok sayarak bir yere varamayız. Son altı ayda yaşadıklarımız bile ürkütücü. Bir de bu süreçte baba oldum. En umutlu olmam gereken dönemde, şunu düşündüm: 40 yaşındayım, kızım benim yaşıma geldiğinde bunları konuşuyor olmasın. Bir taraftan da 2023, 2071 gibi gelecek düşünceleri var. Böyle gelecek kurulmayacağı çok ortada. Tam tersine, geçmişi çözüp bugünü kurmak gerekiyor. O yüzden, üç filmimden farklı olarak yeni projemde ‘şimdi'ye dair bir şey yapacağım. Biliyorum ki bugündeki karakterlerim bile geçmişin yükleriyle yaşayacak, geçmiş peşlerini bırakmayacak. Ama en azından, evet, ‘şimdi'ye döndüm diyebilirim.

‘TOPLUMDA ACAYİP BİR GÜÇ MANYAKLIĞI VAR'

Bugünden bakınca geleceğe dair umudunuzu koruyor musunuz?

Zorlandığım anlar var. Bugün öyle şeyler oluyor ki. İlyada'da Hektor öldürüleceğini bilir ama Aşil'den cesedine saygı gösterilmesinin, yas tutulmasına izin verilmesinin garantisini ister. 2015 Türkiye'sinde sokakta ceset sürüklendi, öbür tarafta sınırda ceset bekletiliyor, ailesine verilmiyor. Ki İslam dininde ölüye saygı önemli bir konudur. Düşmanın olabilir, ama o artık bir ölü. Bu topraklarda biz ölüye saygıyı öğrenmedik mi? Biz bu kadar umutlanmışken ne oldu da bu kadar geriledik? Bu kadar kin ve nefret biriktirdik. Toplumda acayip bir güç manyaklığı, iktidar manyaklığı var. Güçlüden yana olma. Halbuki bize hep mazlumun yanında öğretilmedi mi bu topraklarda? Ne oldu bu değerler? Ne oldu da bütün bunlar tersine döndü?

Dönem filmi olması sebebiyle Rüzgârın Hatıraları'nın bütçesi, prodüksiyonu sizi korkuttu mu biraz?

Dönem filmi çekmenin hep bir çılgınlık olduğunu düşünüyordum, özellikle Türkiye'de. Ama hikâye gelip sizi esir alınca yapılabilirliği üzerine kafa yordum. Altından kalktığımızı da düşünüyorum. İyi bir ekiple çalıştık. Görünenden daha fazla sahne çektik 40'ların İstanbul'unda ama kurguda elemek zorunda kaldık.

‘SANAT FİLMİ' KATEGORİSİNDEN SIKILDIM

Filmin prodüksiyonu, gişede bir beklenti var hissiyatı oluşturuyor. Haksız mıyım?

Ben filmleri sadece festivallere değil, seyirciye yapıyorum. Seyirciyi çok önemsiyorum, keşke 500 bin, 1 milyon kişi bu filmi görse. Bir de bu sanat filmleri (arthouse) kategorisi beni çok sıkmaya başladı. Açıkçası, çok da oralarda gözükmek istemiyorum. Sadece 2-3 bin kişiyle buluşan, diğer tarafta gişeye kafa yormayan bir kategoride olmak rahatsız edici. Başından beri, benim için seyirci önemli.

Onur Saylak ile ikinci kez çalışmak sizin için bir avantaj mıydı, yoksa daha mı zordu?

Onur'la oyuncu-yönetmen ilişkisinin dışında bir arkadaşlığımız var. Birçok isim düşündüm bu rol için. Benim düşündüğüm dünyayı, karakteri anlayıp bunu yansıtma konusunda Onur'dan % 100 emindim. Kitap okumalarından başlayarak Yoğurtçu Parkı'nda onun zayıflaması için yaptığımız koşulara kadar çok ciddi çalıştık. 3 ay boyunca sabahları Yoğurtçu Parkı'nda koştuk bu film için.

Fatih Akın'ın filmi bizi rahatlattı

Fatih Akın'ın The Cut filmini izlemiş miydiniz? O filmin Rüzgârın Hatıraları'ndan önce vizyona girmesi Ermeni tehcirini ele alırken sizi rahatlattı mı biraz?

Tabii ki. Bu konularda çok endişe duymuyorum ama The Cut'ın bizden önce çıkmış olması benim için büyük bir şanstı. Bu yüzden ona teşekkür edebilirim. Çünkü Yahudi soykırımına dair binlerce imge var sinemada. Ama 1915'le ilgili hiçbir imge yok, Fatih Akın'ın filmi bunu yaptı. Sadece kamp sahnesi bile tek başına önemli.

Abbas Kiyarüstemi'nin fotoğrafları CerModern'de

$
0
0

Usta yönetmen Abbas Kiyarüstemi'nin fotoğrafları Ankara'da sergilenecek.

9-10 Ocak günlerinde CerModern'de gerçekleşecek sergi, sanatçının Türkiye'deki en kapsamlı sergisi olacak. Canon'un desteğiyle gerçekleşecek sergide Kiyarüstemi'nin Canon EOS 5D Mark III ile çektiği 43 fotoğrafının yanı sıra sanatçının video işleri de izlenebilecek. Kiyarüstemi'nin sergisi kar manzaraları, yol ve ağaç fotoğraflarıyla otomobilden çekilen görüntülerden oluşuyor. Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye, Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ve Akira Kurosawa Ödülü gibi birçok ödül alan Kiyarüstemi, şair, fotoğrafçı ve ressam olarak da önemli işlere imza atmış bir isim. (0312 310 00 00)

Savaşa sanatla direniyorlar

$
0
0

5 Aralık'ta İstanbul'da başlayan ‘7. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali'nin bu yılki ana teması ‘mültecilik'. Mülteci kampında oyun sahneleyen kadınları anlatan ‘Suriyeli Kadınlar' ile gizli bir evde tiyatro yapan erkekleri konu alan ‘Ev' filmlerinin yönetmen ve yapımcıları belgesellerini anlattı.

Tüm dünyayı etkileyen mültecilik sorunu karşısında insanoğlu maalesef eli kolu bağlı bekliyor. Ancak bazıları var ki onlar kendi emekleriyle yaşananlara dur demeye çalışıyor. Savaşın orta yerinde, savaşa sanatla direniyorlar. 7. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali'nin öne çıkan filmleri arasında Suriye'den ödüllü iki belgesel, bu sanat direnişçilerinin hayatlarına odaklanıyor. Rafat Alzakout'un yönettiği Ev / Home, savaşın ortasında, bombalar altında bir evde toplanıp tiyatro oyunları çalışan gençleri anlatırken, yönetmenliğini Yasmin Fedda'nın üstlendiği Suriyeli Kadınlar / Queens of Syria ise Amman'da yaşayan bir grup sığınmacı Suriyeli kadının Euripides'in Troyalı Kadınlar oyununu sahneleme hikâyesini konu alıyor.

Beyrut'ta yaşayan ve parmak kuklasıyla geçimini sağlayan Rafat Alzakout, iki yıl önce Kuzey Suriye'ye gösteri yapmak için gider. Kalabalığın kukla oyununu izlemek için toplandığı anda büyük bir patlama yaşanır. Yönetmen Alzakout çok sayıda can kaybının yaşandığı bu karmaşada üç insanla tanışır; Balet Ahmed, asker Muhammed ve eskiden sanat öğretmeni olan Taj Rafat. Kısa süre sonra onların sanatla uğraştıkları ve ‘Ev' dedikleri kurtarılmış bölgelerine girmeyi başarır. Onları buluşturan sanat hayalleridir. Ancak tüm Suriye halkının hayatını değiştiren savaş ve iç çatışma onları da etkiler.

bombalar altında ÇEKİLDİ

7. Hangi İnsan Hakları? Film Festivali için Türkiye'ye gelen belgeselin yapımcısı ve aynı zamanda yönetmen Alzakout'un eşi Christin Luettich, Ev'in hikâyesini şöyle anlatıyor: “Rafat (Alzakout), o insanlarla tanıştıktan bir hafta sonra Beyrut'a geri döndü. Onlar için bir şey yapmak istiyordu. Önceleri kısa film deneyimleri de olduğu için Ahmed, Muhammed ve Taj'ın tiyatro serüvenleri ile ilgili belgesel çekmeye karar verdi. Bu sırada Rafat'a geri gelip gelmeyeceğini soruyorlardı, hatta birlikte bir oyun hazırlamak istediklerinden bahsediyorlardı.”

Yönetmen Alzakout bu üç genç için Suriye'ye döndüğünde artık ona sadece kamerası eşlik ediyordu. 2013 yılının Ocak ayında başlayan çekimler yaklaşık iki yıl sürdü. Suriye'deki devrimin belgesel üzerindeki önemini vurgulayan Luettich, “Oradaki insanlar devrimle beraber böyle şeyler yaşamaya başladı. Belgeselin de ilk ana teması devrim üzerine kuruluydu. Süreç, haliyle çekimleri de etkiledi. O dönem artık IŞİD terör örgütü de ortaya çıkmıştı ve sokaklar çok tehlikeliydi. Çekim yerine ulaşmak için Beyrut-İstanbul-Antep hattını kullanıyorduk. Bu da yaklaşık 14 saatimizi alıyordu. En kötüsü bu kadar yola katlanmışken bile çekim yapıp yapamayacağımız konusunda endişelerimiz oluyordu. Özellikle sokak çekimleri bizi fazlasıyla zorladı. Zaten ikinci kısmı küçük bir evde gerçekleştirdik.” diyor.

‘Bazı kadınların yüzünü gizlemek zorunda kaldık'

Ürdün'e sürgün edilmiş Suriyeli 50 kadının savaş zamanı mağduriyetini anlatan antik Yunan trajedisi Truvalı Kadınlar'ın sahnelenmesini konu alan Suriyeli Kadınlar belgeseli de festivalin öne çıkan bir başka yapımı. Yönetmen Yasmin Fedda, filmin hikâyesini şöyle anlatıyor: “İlk olarak sergilemek için Euripides'ın Truvalı Kadınlar oyunu seçildi. Suriye'deki savaş hâlâ devam ediyordu ve kadınlar tarafından yaşanan keder eski hikâyelerle çok sayıda benzerlik gösteriyordu. Yapımcı Itab Azzam mültecilerin yoğun olduğu sığınma kamplarına gitti, kadınları ziyaret etti. Onlara bu projede yer aldıklarında neler olacağını anlattı. İlk gün çoğu yalnız geldi ve sonra herkes arkadaşlarını getirmeye başladı. Filmde Maha, Fatima ve Suad olmak üzere 3 kadına odaklandım. Onlara dikkat çekip, hikâyelerini paylaşmak istedim.” Belgeselde bazı kadınların yüzlerinin bulanıklaştırılmasının sebebini Fedda, “Filmdeki kadınların hikayelerini duyarlı bir şekilde anlatabilmem için hassas bir yol izleyip onlara güven vermem gerekiyordu. Politik ve aile baskılarından korkuları vardı. Bu sebeple bazılarının yüzlerini flulaştırmak zorunda kaldım.” diyerek açıklıyor.

'Masumiyet Müzesi' belgeseli !f İstanbul'da gösterilecek

$
0
0

İngiliz yönetmen Grant Gee'nin Orhan Pamuk'un aynı adlı romanı ve müzesinden esinlenerek çektiği Masumiyet Müzesi adlı film, Türkiye'de ilk kez !f İstanbul'da gösterilecek.

Pamuk'un ‘Masumiyet Müzesi' kitabı başta olmak üzere çeşitli kitap ve metinlerinden hareketle çekilen, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali'nde yapan belgesel film, 18-28 Şubat 2016 tarihlerinde düzenlenecek 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali'nde seyirciyle buluşacak. Radiohead ve Muse için çektiği video kliplerin yanı sıra Joy Division ve Patience gibi belgeselleriyle tanınan Grant Gee'nin yönettiği film, Nobel ödüllü yazarın ‘Masumiyet Müzesi', ‘Kara Kitap' ve ‘İstanbul' kitaplarından yola çıkarak kurduğu şiirsel bir İstanbul'u anlatıyor. ‘Masumiyet Müzesi'nin dikkatli okurlarının fark edebileceği küçük bir kahramanın, Füsun'un arkadaşı Ayla'nın 12 yıl sonra İstanbul'a gelişi ve bu süreçte şehirde yaşanan değişimi yorumlayışını dış sesle izlediğimiz film, Boğaz'ın geçitlerinden geçerek İstanbul'un geceleri kimsesizleşen sokaklarında sinemasal ve karanlık bir yolculuğa çıkarıyor.

İzmir DT'de 60. yıla özel ‘Pazartesi Söyleşileri'

$
0
0

2016-2017 tiyatro sezonunda 60. yılını kutlayacak olan İzmir Devlet Tiyatrosu, ön hazırlıklara başladı.

İzmir DT, ilki 1 Aralık'ta gerçekleştirilen ‘Tiyatro ve Arkeoloji' başlıklı ‘Pazartesi Söyleşileri'ne 28 Aralık'ta ‘Tiyatro ve Hukuk' ile devam ediyor. Konak Sahnesi'nde yapılacak söyleşiye Prof. Dr. Murat Tuncay, Dr. Yılmaz Karakoyunlu, Av. Ulvi Puğ, Yaşar Ürük katılacak. Tiyatro sanatının hukuk ile buluştuğu noktaların ele alınacağı söyleşi 18.00'de başlayacak. İzmir Devlet Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Tayfun Erarslan, “İzmir Devlet Tiyatrosu'nun, diğer tüm devlet tiyatrolarından önemli bir farkı bulunuyor. 14 Nisan 1957'de, Devlet Tiyatroları'nın Ankara dışında açılan ilk sahnesidir. DT'nin, günümüzdeki yerleşik mevcut tiyatroları İzmir'den sonra kuruldu... Öncelikle bu şehre ve elbette tüm ülkeye taşıdığı hizmetlerini bu gururun verdiği coşku ile sürdürüyor.” diyor. Pazartesi Söyleşileri, Tiyatro ve Şiir, Tiyatro ve Müzik, Tiyatro ve İnsan, Tiyatro ve Politika ile devam edecek. 0232 489 01 58

Nâzım Hikmet'in dünü, bugünü, yarını...

$
0
0

Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, birinci yaşını “Vakıtları Yakalamak İstiyorum: Dünden Yarına Nâzım Hikmet” sempozyumu ile kutluyor.

Sempozyumun açılışı, bugün saat 16.30'da üniversitesinin Albert Long Hall salonunda saat 16.30'da gerçekleştirilecek. Açılış konuşmasını “Romantik Komünist” kitabının yazarları Saime Göksu & Edward Timms ve merkezin yöneticisi yazar Murat Gülsoy'un gerçekleştirecekleri sempozyuma, Türkiye'den birçok üniversitenin yanı sıra Yale, Harvard, Princeton ve California Santa Cruz üniversitelerinden araştırmacıları da katılacak. Açılışta ayrıca “İnsan Manzaralarından Memleketim” adlı şiirli oyun da sahnelenecek. İki gün sürecek sempozyumda yarın ise “Sahneden Resme: Nâzım Hikmet'in Görsel Dünyası”, “Nâzım'ın Sinemadaki Serüveni ya da Kalem Kameralı Dünyası”, “Gerçekçi Şiire Duygusal Öz: Nâzım Hikmet'in Son Şiirlerinde Lirizm ve Melankoli” “Felsefeyle Sanat Arasında: Şiirin Ardındaki Dünya”, “Nâzım Hikmet'in Edebi Beğeni Dünyası, “Şiirle Düşünmek: Sesler ve Söylemler”, “Çekişmeli Bir Mecra Olarak Şiir: Şeyh Bedreddin Destanı”, “Bir Avangard olarak Nâzım Hikmet”, “İkinci Yeni ve Nâzım Hikmet”, “Nâzım Hikmet ve Ana Akım Şiir: Bir Şairin, Devletin Kültür Siyasetini Etkileyişi” başlıklarında oturumlar gerçekleştirilecek. Sempozyumun Şairlerin Bakışı: Nâzım Hikmet ve Türkçe Şiirin Serüveni başlıklı kapanış oturumunda ise küçük İskender, Deniz Durukan, Ömer Erdem, Mahmut Temizyürek, Nazmi Ağıl ve Gonca Özmen söz alacak. (www.nazimhikmetmerkezi.com)

Sahnede, 2050'nin sanal dünyası var

$
0
0

Amerikalı yazar Jennifer Haley'in ödüllü oyunu The Nether'ı, İstanbul Devlet Tiyatroları #cehennem adıyla sahneye taşıdı. Metin Belgin'in hem oynadığı hem de yönettiği oyun, önce rahatsız eden, sonra merak ettiren, nihayetinde de şaşırtan bir performans.

Yıl 2050… Teknoloji bağımlılığımız bugüne rahmet okutacak türden. Yapay zeka çalışmaları almış başını yürümüş, sanallık ve gerçeklik birbirine karışmış durumda. İnsanlar sanal ortamlarda eğitim alıp yine sanalda çalışıyorlar. Her şeyin renginin değiştiği bu ortamda suçun tanımı da değişiyor tabii. Biz diyelim sanalda siz deyin internette çok iyi gizlenmiş kuytu adında bir ortam var ve burada insanlar gerçek dünyada suç sayılabilecek isteklerini gerçekleştirebiliyor. Ve ortaya cevabı hiç de kolay olmayan bir soru çıkıyor? Gerçek dünyada suç olduğu konusunda en ufak bir şüphenin bulunmadığı bir konu sanal ortamda da suç mudur?

Kısaca değindiğimiz bu konu ne bir bilimkurgu filmine ne de bir distopya romanına ait. Sinemada örneklerine sıkça rastlayabileceğimiz olay bu kez bir tiyatroda geçiyor. Şaşırtıcı yanı da bu zaten. Zira bilimkurgu ile tiyatro ‘ayrı dünyaların iki insanı' gibi. Fakat oyun yazarı da olsanız hayal gücüne hudut çizilmiyor neticede.

Sanallık cezayı hafifletir mi?

Amerikalı oyun yazarı Jennifer Haley'in, 2013'te yazdığı ‘The Nether' adlı sıra dışı oyunu #cehennem adıyla İstanbul Devlet Tiyatroları'nda ilk kez sahneleniyor. #cehennem için DT'nin yeni sezon sürprizlerinden demekte bir sakınca yok. Çünkü #cehennem iyi ya da kötü bir oyun olmasının ötesinde; sıra dışı, zaman zaman rahatsız edici, şaşırtıcı ve belki de ürkütücü olması nedeniyle sürpriz tanımlamasını fazlasıyla hak ediyor.

Haley'in oyunu, bir bakıma sanal dünya ile olan ilişkimizin geleceği nokta konusunda bir uyarı niteliği de taşıyor. Bu arada yazarın seçtiği suç tanımı pedofili. Simsi adındaki bir adam (Metin Bilgin) ‘kuytu' adını verdiği bir internet ortamında insanlara gerçek hayatta yapmaya cesaret edemedikleri şeyleri yaşama imkanı verir. Oyun boyunca bu gizli sistemi açığa çıkaran dedektif Moris'in (Simay Tuna) Simsi'yi sorgulamasına şahit oluruz. Moris, olan bitenin gerçekte yaşanan pedofiliden farkı olmadığı ve aynı derecede suç olduğu konusunda ısrarcıdır. Sanaldaki adı ‘Papa' olan Simsi ise tam aksine bu durumun gerçek hayatta yaşanabilecek olası sapkınlık vakalarını engelleyeceğini iddia eder. Soru tam olarak şudur: “Kirli, karanlık eylemlerin hissedilmesi ya da tasavvur edilmesi onu gerçek kılar mı?” Pedofiliyi konu alan oyunda en ufak bir cinsellik ya da şiddet içeren görüntü bulunmadığını not etmek de faydalı olabilir.

The Nether, İngiltere'nin en önemli tiyatrolarından Royal Court'ta sahnelendiğinde dekor tasarımı özellikle beğeni toplamış. #cehennem'de ise neredeyse sadece masa ve sandalyeden oluşan sade bir dekor var. İzleyici yorumları, dekorun daha özenli olması ve içeriğe binaen dijital öğeler barındırması gerektiği yönünde olsa da ben bunun yönetmen ve dekor tasarımcısının kasıtlı bir tercihi olduğunu düşünüyorum. Sanallığın geleceği konusunda seyirciyi dürten bir oyunda sanala ve dijital dünyaya ait herhangi bir içerik kullanılmamasının arkasında olsa olsa iki dünyanın birbiri içine ne kadar girdiğini anlatma niyeti olmalı.

Metin Belgin'in aynı zamanda yönetmenliğini de yaptığı #cehennem, sıkıcı ve vasat bir oyun izlenimi veren ilk 15-20 dakikadan sonra seyirciyi önce rahatsız eden sonra merak ettiren nihayetinde şaşırtan ve akıllarda soru işaretleri ile çıkartan 70 dakikalık bir performans.


Akbank Sanat'ta edebiyat söyleşileri

$
0
0

Akbank Sanat, Türk edebiyatının usta kalemlerini Akbank Sanat Edebiyat Buluşmaları'nda ağırlamaya devam ediyor.

Küçük İskender'in moderatörlüğünde gerçekleştirilecek söyleşilerde ilk olarak Ayfer Tunç ve Murat Gülsoy okurlarıyla buluşacak. 17 Aralık Perşembe günü, saat 19.30'da gerçekleştirilecek söyleşide Ayfer Tunç, edebiyat yolculuğu ve deneyimlerini, Murat Gülsoy ise günümüz Türk edebiyatı üzerine görüşlerini aktaracak, yazarlık ve kitap yaratım süreçleri üzerine tecrübelerini paylaşacak. Akbank Sanat Edebiyat Buluşmaları'nın ikincisi 22 Aralık'ta Gülseli İnal ve Nilay Özer, 24 Aralık'ta Ahmet Ümit, 29 Aralık'ta Pelin Batu ve Mustafa Altıoklar ile devam edecek. (www.akbanksanat.com)

Batı yakasından besteler

$
0
0

Borusan Sanat tematik etkinlik dizilerine bu yıl da devam ediyor. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası (BİFO) Broadway'in en sevilen müzikallerinden Batı Yakasının Hikâyesi'ni 12-23 Aralık 2015 tarihleri arasında dokuz ayrı konserde İstanbul'da ağırlayarak.

Amerikan sinemasının unutulmayan klasiklerinden olan ve 20. yüzyılın Romeo ve Juliet öyküsü olarak da nitelendirilen Batı Yakasının Hikâyesi'nin, 1957'deki Broadway prömiyerinden, 1961'de çekilen film versiyonuna ve günümüzde devam eden sahne performanslarına uzanan efsanevi bir tarihi var. Batı Yakasının Hikâyesi üzerindeki bu yoğun ilginin sebepleriyse oldukça fazla. Elbette Broadway ve sinema versiyonu için seçilmiş olan, o dönemin ünlü oyuncu ve ses sanatçılarının oluşturduğu efsane kadro, bu ilginin artmasının başlıca sebebi.

New Yorklu oyun ve senaryo yazarı Arthur Laurents'in Shakespeare'in Romeo ve Juliet'inden esinlenerek 1957 yılında kaleme aldığı eser Stephen Sondheim'ın sözleri, Jerome Robbins'in koreografisi ve Leonard Bernstein'ın müziğiyle önemli bir başyapıt. Borusan Sanat tarafından gerçekleştirilen Batı Yakasının Hikâyesi Festivali önceki gün Leonard Bernstein'ın kızı Jamie Bernstein konseriyle başladı. Program bu akşam saat 20.00'de İstanbul Lütfi Kırdar'da gerşekleşecek konserle devam edecek. Amerikalı genç piyanist Kit Armstrong'un solist olarak yer alacağı konserde Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası sahnede olacak. Yarın ise Güher ve Süher Pekinel iki piyano ve perküsyon için yazılmış yapıtlardan bir seçkiyle sahneye çıkacak. Pekineller gecede, Leonard Bernstein'ın düzenlediği “Batı Yakasının Hikâyesi'nden Senfonik Danslar”ın iki piyano versiyonunu ve Penderecki'nin Ciaccona'sının uyarlamasını seslendirecek. Konserde Berlin Filarmoni Orkestrası'nın perküsyonistleri Raphael Haeger ve Simon Rössler, Pekineller ile aynı sahneyi paylaşacak.

Bu akşam Borusan Müzik Evi'nde New Yorker yazarı Alex Ross'un “punk rock'ın öfkesi, free jazz'ın gergin parlak zekâsı ve klasik modernizmin dirençli mizacının bir karışımı” olarak nitelendirdiği Michael Gordon'un “Timber”ını, sevilen perküsyon topluluğu sa.ne.na seslendirecek. 17 Aralık'taki konserde Adams, Dougherty, Ives ve Copland'ın eserleri dinlenilebilir. Ayrıca 19 Aralık'ta BİFO'nun çellist Nicolas Alstaedt'e eşlik edeceği konserde Bernstein, Copland, Korngold ve Bloch'un eserlerinden bir seçki sunulacak.

Batı Yakasının Hikâyesi Festivali'nin bir diğer yıldız konuğu ise BİFO'nun 2009 yılını karşılama konserinde izleyenleri güzel anlar yaşatan soprano Indra Thomas olacak. Thomas, 18 Aralık Çarşamba günü Borusan Müzik Evi'nde sahneye çıkacak. Aynı sahnede 21 Aralık'ta ise Bang On a Can All-Stars topluluğunun film müzikleri ve çağdaş müziğin hitlerinden seçtikleri parçalardan oluşan repertuvar dinleyenleri bekliyor. Festival Hezarfen Ensemble'ın dünya ve Türkiye prömiyerlerinden oluşan programla 23 Aralık Çarşamba günü Borusan Müzik Evi'nde sona erecek. Festival ve konser biletleri için detaylı bilgi “www.borusansanat.com” adresinde.

Çizgi romanın yeniden keşfi

$
0
0

Çizgi romanların satışları dünyada ve Türkiye'de giderek artıyor. Geçtiğimiz yıl Amerika ve Kanada'da 935 milyon dolarlık çizgi roman satıldı. Man Booker ödüllü yazar Margaret Atwood, önümüzdeki yıl bir çizgi roman yayımlayacağını duyurdu. Klasik kitapları çizgi roman olarak okura sunan yayıncılar ise raflarda bu türe daha çok yer açılmasını sağladı.

Avrupa ve Amerika'da kütüphanelerin ve kitabevlerinin en hızlı büyüyen bölümü çizgi roman rafları. Eleştirmenlerin bir dönem, tür olarak tanımlamada mesafeli durduğu bu kitaplar, edebi ve sanatsal değer açısından kabul edilmeye başlandı. Türkiye'de de hatırı sayılır bir okur kitlesi olan çizgi romanların satış getirisi 2014'te Amerika ve Kanada'da 935 milyon dolara ulaştı. 2013'e göre bu pazarda yüzde 7'lik bir artış söz konusu. İngiltere'de ise geçtiğimiz yıla oranla satış rakamı iki katına çıktı. Yayıncıların yeniden keşfettiği çizgi roman pazarı, klasik ve güncel yazarların eserlerinin yayımlanmasıyla daha da büyüyor. Dünya edebiyatının önemli isimlerinden Man Booker ödüllü Kanadalı yazar Margaret Atwood ise önümüzdeki yıl bir çizgi roman yayınlayacağını duyurdu.

OKUR KİTLESİ GENİŞLEDİ

Uzun bir tarihi olsa da çizgi romanlar 1930 ve 1960'lı yıllarda oldukça popüler hale gelir. 1970'lerde akademik dünyanın ilgisini çekerek, bu türden kitapların nasıl adlandırılması ve hangi rafa konulması gerektiği konusunda büyük bir tartışma başlar. Yüksek sanat olarak başladığı yolculuğunda çizgi roman, popüler kültürün bir aracı haline gelir. Bir sanat formu olarak değerlendirilmeye başlayan çizgi romanların son yıllardaki bu yükselişini ise metin ve çizgi kalitesinin artması ve okura sunduğu çeşitlilik ile açıklamak mümkün. Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde adlı serisi; Paul Auster'ın Cam Kent'i; Paulo Coelho'nun Simyacı'sı, Oscar Wilde'in Dorian Grey'in Portresi; Jane Austen'in Gurur ve Önyargı'sı; Ray Bradbury'nin Fahrenheit 451'i; Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı ve Franz Kafka'nın Dava'sı okurların ilgi gösterdiği eserler arasında.

Geçtiğimiz aylarda dünyanın en büyük kitapçılarından Barnes&Noble, çizgi roman raflarını artırdığını duyurmuş ve bunu, türe ilgi gösteren okurların çokluğuna bağlamıştı. 2012'de iki çizgi roman İngiltere'de verilen Costa Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmişti. 2014'te öykü ve çizgi roman türlerinde yayın dünyasını biraz da şaşırtan bir yükseliş oldu. Ortaya çıkan tablo kurmaca edebiyatı biraz geride bırakırken, kitapçılar da iyi edebiyat dediğimiz eserlerin yanı sıra çizgi romanlardan medet ummaya başladı. Büyük yayıncıların da bu alanda üretim yapmasıyla günden güne artan yeni üretimler ve yayıncılık anlayışı çizgi roman piyasasını hareketlendirdi. Özellikle kadın okuyucuları hedef alan yayıncılar, yeni yayıncılık teknolojilerini de kullanarak bu kitleye hitap edecek çizgi romanlar piyasaya sürdü. Galaksinin Koruyucuları (2014), Herkül (2014), Ninja Kaplumbağalar (2014), Karınca Adam (2015), Yenilmezler: Ultron Çağı (2015), Fantastik Dörtlü (2015) ve Kingsman Gizli Servis (2015) gibi çizgi romanların sinemaya aktarılması da bu türe olan ilgiye bir işaret niteliğinde.

UNUTULMAYACAK BİR KAHRAMAN

Pek çok günümüz yazarının yolu bu çizgi romanlarla bir şekilde kesişmiştir. Nobel Edebiyat Ödülü'nü bir gün alacağına birçok kimsenin inandığı İspanyol yazar Javier Marías'ın çocukluğunu çizgi romanlar okuyarak geçirdiği ve hatta bunlardan etkilenerek kısa hikayeler yazdığı bilinir. Margaret Atwood'un Angel Catbird adlı yarı kuş yarı kedi bir süper kahramanı anlattığı çizgi roman kitabını yayımlayacağını duyurması da güncel yazarların bu türe olan merakını gösteriyor. Kitabın kimlik soruna gönderme yaptığını dile getiren Atwood, hikayenin sıcak, samimi ve mizah dolu olmasının yanı sıra hareketli olduğunu belirtiyor. Kapağı yayınlanan üç serilik kitabın ilki 2016'da okurla buluşacak. Atwood'un Tufan Zamanı, Başka Dünyalar ve Ağacın En Tepesinde gibi Türkçede yayımlanmış kitapları var.

Türkiye'de NTV ve Everest gibi yayınevleri klasik ve güncel kitapların çizgi romanlarını geçtiğimiz yıllarda büyük bir heyecanla yayımlarken, şimdilerde bu heyecan biraz durulmuş gibi. Fakat Avrupa'nın pek çok ülkesinde edebi çizgi romanlar okullarda öğrencilere edebiyatı ve okumayı sevdirmek için bir araç olarak kullanılıyor. Çünkü resimle kelimelerin birleştiği ve okura hikâyeyi hemen yanı başında canlandıran çizgi romanların sunduğu deneyim oldukça renkli ve hareketli bir dünya vaat ediyor. Çocukluğu ve gençliği çizgi romanlarla geçen okurların yeniden yükselen bu kitaplara kayıtsız kalması zor gibi görünüyor.

İstanbul'un en ağır kışları

$
0
0

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ve Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi (CKM) işbirliğiyle hazırlanan İstanbul Kış Günlüğü Sergisi, 18 Aralık'ta Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi Sanat Galerisi'nde açılıyor.

Fotoğraf tarihçisi ve koleksiyoncusu Cengiz Kahraman'ın geçen bahar ayında Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan İstanbul Kış Günlüğü kitabından hazırlanan sergide, İstanbul'da yaşanan en ağır kışlar olan 1929 ve 1954 kışları daha önce hiç bilinmeyen fotoğraflarla anlatılıyor.

KIŞ - KARDAN ADAM -MAHALLE - 1929

4 ŞUBAT - FENERYOLU GÖZTEPE - FOTO FAHRİ (SEYREK) - 4 ŞUBAT 1929

262-263

KIŞ - BUZ ADASININ FETHİ - ARA GÜLER - 1954

BOĞAZ'DAKİ BUZ KÜTLESİ

3 ŞUBAT - KARLARA SAPLANAN TREN - 1929

2 MART - BUZLAR İSTANBUL'DA - 1929 - FOTO SENDER BEYOĞLU

Yılın ilk kitap fuarı Adana'da açılıyor

$
0
0

Dokuzuncu yılına giren Çukurova Kitap Fuarı, 250 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleştirilecek.

TÜYAP Adana Fuarcılık ve Türkiye Yayıncılar Birliği'nin Çufaş Çukurova Fuarcılık AŞ ve Büyükşehir Belediyesi desteği ile düzenlediği Çukurova Kitap Fuarı, 9-17 Ocak 2016 tarihleri arasında TÜYAP Adana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi'nde kapılarını açacak. Fuarda panel, söyleşi ve çocuk etkinlikleri gibi 70 kültür etkinliği düzenlenecek. Fuara, aralarında Ercan Kesal, Gülten Dayıoğlu, Fehim Taştekin, Mahir Ünsal Eriş, Murathan Mungan, Aret Vartanyan ve Erdal Demirkıran'ın da bulunduğu pek çok yazar, şair ve çizer konuk olacak. Girişin ücretsiz olduğu fuar, 7-16 Ocak 2016 tarihleri arasında 10.00-19.30, 17 Ocak Pazar günü ise 10.00-19.00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.

Star Wars'ın prömiyerinde George Lucas ayakta alkışlandı

$
0
0

Tüm dünyada merakla beklenen Yıldız Savaşları'nın yeni filmi Yıldız Savaşları VII: Güç Uyanıyor/Star Wars VII: Force Awakens filminin ilk gösterimi önceki gün ABD'de yapıldı.

Los Angeles'ta düzenlenen galaya film ekibinin yanı sıra Hollywood'un ünlü oyuncuları da katıldı. Galanın onur konuğu ise Yıldız Savaşları efsanesini üreten George Lucas'tı. Ünlü yönetmenin ismi anons edildiğinde salondaki bütün seyirciler ayağa kalkarak dakikalarca alkışladı. Yıldız Savaşları VII: Güç Uyanıyor'un yönetmeni J.J. Abrams, galada yaptığı konuşmada kendisini ‘Star Wars hayranı bir çocuk' olarak tanımladığını söyledi. Abrams, “Bu olağanüstü adam olmasaydı bu gece hiçbirimiz burada olmayacaktık. Yıldız Savaşları VII'nin tüm ekibi adına sayın George Lucas'a en derin hürmetlerimi ve şükranlarımı sunuyorum.” dedi. Yıldız Savaşları VII: Güç Uyanıyor, tüm dünya ile aynı anda Türkiye'de de cuma günü gösterime giriyor.

Salinger'ın edebi mirası paylaşılamıyor

$
0
0

2010'da ölen Amerikalı münzevi yazar J. D. Salinger'ın 1940'lı yıllarda çeşitli dergilerde yayımladığı üç hikâyesi yaklaşık 70 yıl sonra “J. D. Salinger: Three Early Stories” adıyla ilk kez geçtiğimiz yıl yayımlanmıştı.

Tek cilt ve yeni illüstrasyonlarla okura sunulan kitabın büyük bir sürpriz olmasının yanı sıra Salinger'ın öykülerinin ilk kez e-kitap ve sesli kitap olarak yayımlanması da önemli bir gelişme olarak görüldü. Kitabın açıklamalı akademik baskısı ise geçtiğimiz ekim ayında yayımlandı. Yayın dünyası ve Salinger okurlarınca heyecanla karşılanan bu kitap, geçtiğimiz hafta Salinger ailesi ve kitabın yayıncısı arasında dava konusu oldu.

Davalık olan kitabın macerası şöyle: Telif hakkı dolmuş kitapları yayımlamakla meşhur olan Devault-Graves, üç öykünün yer aldığı kitabın yayın haklarını yurtdışına satmak isteyince, aile buna karşı çıkar. Bu girişimin uluslararası telif hukukuna karşı olduğunu öne sürer. Devault-Graves ise geçtiğimiz mart ayında aileden davacı olur ve Salinger'ların kitabın yurtdışı haklarını satın almak isteyen yayıncıları engellediğini iddia eder. Öykülerin telif haklarının dolduğunu ve artık kamu malı sayıldıklarını belirten Devault-Graves, kitabı başka ülkelerde yayımlama hakkına sahip olduğunu söylüyor. New York Times'ta yer alan habere göre ailenin avukatı, Almanya'da kitabın yayımlanmasının telif hakkının henüz bitmediği gerekçesiyle, mahkeme kararıyla durdurulduğunu aktarıyor. Davanın reddedilmesi durumunda, kendilerinin bir kayıp yaşayamayacağını dile getiren yayıncı, tam aksine kitabın her ülkede yayımlanması konusunda gerekli hukuki mücadeleye devam edeceklerini dile getiriyor.

“J. D. Salinger: Three Early Stories”, Salinger'ın yirmili yaşlarında yazdığı “The Young Folks”, “Go See Eddie” ve “Once a Week Won't Kill You” adlı üç hikâyeyi içeriyor. Yayıncının bu üç hikâyeyi keşfi, 2013'te Salinger hakkında hazırlanan belgeselde, yazarın “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adlı kitabından önce yirmi bir hikâye yazdığını öğrenmesiyle başlar. Bu bilgiden sonra arşivlere girip hikâyelerin peşine düşen yayıncı, kısa bir süre sonra bu öyküleri keşfeder ve hiç beklemeden yayımlar. Kitap büyük ilgi görür. Henüz hayattayken pek çok eserinin yeniden yayımlanmasına izin vermeyen Salinger, bu huysuzluğu ile nam salmış bir yazardı. 2010'da öldüğünde geride yayımlanmamış dört kitap bırakmıştı.


Lidya paralarını gören var mı!

$
0
0

Tarih kitaplarımızdan aşina olduğumuz meşhur Lidya paraları vitrine çıktı. İşadamı Muharrem Kayhan'ın, 1980'li yıllarda oluşturmaya başladığı koleksiyonundan seçilen 477 sikke ve 330 antik obje, İzmir Arkas Sanat Galerisi'nde sergileniyor. Büyüteçli özel vitrinlerde yakından görülebilen 1,1 gram ağırlığındaki bu paralar, ilk ve son kez sergilenecek.

Tarihte parayı kim buldu, ilk kim kullandı? Bu soruların cevabını ilkokuldan beri ezbere biliriz de o paraları gören, yakından inceleyen pek azdır. Lidyalıların bastığı altın paralar, İzmir Arkas Sanat Galerisi'nde geçtiğimiz cuma günü açılan “Antik Anadolu'nun Tanıkları” sergisinde ayan beyan ortaya çıktı. Bir dönem TÜSİAD başkanlığı da yapan işadamı Muharrem Kayhan'ın koleksiyonundan 477 sikke ve 300 antik obje ilk ve son kez sergilenecek.

Kayhan, koleksiyonu konusunda oldukça iddialı. İzleyicilerin bir daha antik dönemden bu çapta bir sikke sergisi göremeyeceklerini söylüyor. Eserler, ilk kez sergileniyor; çünkü 1980'li yıllardan beri antik sikke koleksiyonu yapan Kayhan, bugüne kadar onları pek ortaya çıkarmamış. (Sadece 2003 yılında 150 tanesi Sadberk Hanım Müzesi'nde sergilenmiş.) Son kez sergileniyor; çünkü ne İstanbul'a ne de başka bir şehre tarihi para getirip götürmek kolay değil. Bir kere sikke, teşhiri en zor antik eserlerden, taşınması ve korunması da aynı ölçüde zorlaşıyor. Antik Anadolu'nun Tanıkları, aynı zamanda bir koleksiyonu hitama erdiren sergi özelliği taşıyor. Kayhan, artık sikke koleksiyonuna devam etmeyecek. Başka bir alana yönelecek.

Paraların yanı sıra cam objeler, lahitler, büstler ve Helenistik dönemden ses yükselticili tiyatro maskı (üstte) da sergide yer alıyor. Bir dönem TÜSİAD başkanlığı yapan Muharrem Kayhan, kendini sikkelerin sahibi değil, yediemini olarak görüyor. ‘Antik Anadolu'nun Tanıkları' sergisi, 2016 Mart sonuna kadar açık.

ANTİK DÖNEMİN YEDİEMİNİ

Muharrem Kayhan, bugüne kadar 2 bin sikke ve 1315 tarihi obje satın almış. Hepsi her gün işe gidip gelirken geçtiği (Söke); yani antik dönemin İonya ve Karya'sından. Kayhan, o dönemde (arkaik, klasik, helenistik) kullanılan tüm paraları topladığını ifade ediyor. Çok az eksiği var. Kalanları da, çok pahalı olduğu için koleksiyonuna dahil edememiş. Düğün hediyesi olarak gelen bir büst ile koleksiyonerliğe başlayan Kayhan, kendini sikkelerin sahibi değil, yediemini olarak görüyor: “Her sene müzelerden eksperler, arkeologlar gelip benim envanterimi tek tek sayıyorlar. Kendilerindeki resimli envanter defterleriyle karşılaştırıyorlar. Aslında koleksiyon benim değil, Türkiye'nin. Ben yedieminiyim. Muhafaza ediyorum sadece.”

Sergilenen Lidya paraları yamuk yumuk şekilde ama hepsinin ağırlığı 1,1 gram. Düşünün, 2 bin 500 sene önce elektronik terazi filan yok, metal kalıbın içinde hepsini aynı gramda yapmayı başarıyorlar. Çoğu devlet işlerinde ve askeri ödemelerde kullanılan bu paralar, eski Yunan'da kese içinde ağızda taşınırmış.

Koleksiyondaki en eski eser bir kadın heykelciği ve 5 bin 500 yılına tarihleniyor. Koleksiyonun en önemli parçalarından biri de serginin girişinde sergilenen oturan kadın heykeli. En ilginç eseri ise Helenistik dönemden ses yükselticili tiyatro maskı. Kanuna göre mimari parçalar, lahit, sütun başları gibi eserlerin nakline müsaade edilmediği için sergide onlar fotoğraflarla temsil ediliyor. Muharrem Kayhan'ın kardeşi Hilmi Kayhan da koleksiyoner. Onun da Roma İmparatorluk çağı koleksiyonundan 50 sikkeye galerinin üst katında yer veriliyor.


Sikkelerle ilgili ilk bilimsel yayın

Muharrem Kayhan (solda), sikkelerle ilgili Türkiye'de uluslararası ilk bilimsel yayını 2000'de yayınlayarak koleksiyonerlikte öncü olmuş. Yunan sikkeleri konusunda dünya çapında akademisyenlerden oluşan Sylloge Nummorum Graecorum (SNG) kurulu, British Academy himayesindeki uluslararası Antik Yunan Sikkeleri projesi kapsamında Kayhan koleksiyonunu da projeye dahil etmiş ve koleksiyonun tümünü 2 SNG kataloğunda yayınlamıştı. “The Muharrem Kayhan Collection'' adıyla yayınlanan bu iki kitap, dünyada referans kabul ediliyor.

Ahmet Mithat Efendi sempozyumu

$
0
0

Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, Atatürk Kültür Merkezi ve Dergah Yayınları işbirliğiyle düzenlenen ‘Ahmet Mithat Efendi Külliyatı ve Neşir Problemleri' adlı sempozyum bugün İzmir'de başlıyor.

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Nuri Bilgin Salonu'nda iki gün devam edecek sempozyumun açılış konuşmasını Turan Karataş ve Fazıl Gökçek yapacak. Sempozyum sunumları Turan Karataş, Ömer Faruk Huyugüzel, Rıza Filizok, Yavuz Akpınar ve Abdullah Uçman'ın başkanlık yapacağı beş oturumda gerçekleştirilecek. Kapanışta ise İnci Enginün ve Fazıl Gökçek konuşacak.

Alman filmleri İstanbul Modern'de

$
0
0

Alman sinemasının öne çıkan yapımları bugünden itibaren İstanbul Modern'de gösterilecek.

İstanbul Modern Sinema'nın, Goethe-Institut Istanbul işbirliğiyle yedinci kez düzenlediği ‘Almanya'dan Yepyeni Filmler' seçkisinde son bir yıl içinde uluslararası festivallerde ses getiren, ödüller kazanan filmler, “Duvarları Yıkmak” başlıklı programda seyirciyle buluşacak. 1980'lerin Batı Berlin sanat camiası üzerine eğlenceli belgesel “B Filmi: Batı Berlin'de Şehvet ve Müzik”, bu yıl Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı için yarışan “Biz Rüya Görürken” (Als Wir Traeumten), genç bir adamın bir Nazi eylemcisine dönüşmesini izleyen “Genciz. Güçlüyüz” (Wir sind jung. Wir sind stark.), usta yönetmen Margarethe von Trotta'nın “Kayıp Hatıralar”, son dönem Alman sinemasının gözde yönetmenlerinden Christian Petzold'ün “Çemberler”, dünya prömiyeri geçen ay prestijli belgesel festivali CPH:DOX'ta gerçekleşen, “Arkadaşım Rockefeller” gösterilecek filmler arasında. “Arkadaşım Rockefeller” filminin yönetmeni Steffi Kammerer, 19 Aralık Cumartesi günü 15.45'teki gösterime katılacak ve seyircilerin sorularını cevaplayacak.

Kültür-sanat dosyası Tomris Uyar için açılıyor

$
0
0

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık ve Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi'nin düzenlediği “Kültür Sanat Dosyası”nda bu ay Tomris Uyar anılıyor.

Bugün saat 19.00'da, Caddebostan Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek söyleşide, Uyar'ın Elele dergisindeki yazılarından Handan İnci'nin derleyip hazırladığı Aşkın Yıpranma Payı kitabı konuşulacak. Programa İnci'nin yanı sıra gazeteciler Pınar Öğünç ve Sibel Oral da katılacak.

İzmir'de mizah festivali

$
0
0

İzmir Büyükşehir Belediyesi, Aziz Nesin'in 100. doğum yıldönümü onuruna bir Mizah Festivali düzenliyor.

Yarın saat 16.00'da, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde açılışı yapılacak olan festivalin ilk etkinliği “Marko Paşa'dan Aydınlar Dilekçesi'ne” başlığını taşıyor. Festival danışmanı Vecdi Sayar'ın yöneteceği panelde, Aydınlar Dilekçesi'nin ilk imzacılarından İnci Aral, Turgut Kazan, Bülent Tanık, İlhan Tekeli ve Erbil Tuşalp yer alacak. “Nesin Vakfı ve Çocukları” başlığını taşıyan ve Zeynep Altıok Akatlı'nın yöneteceği ikinci panelde, İsa Çelik'in fotoğrafları ile Nesin Vakfı'nın kuruluş öyküsü anlatılacak. Panelin ardından, “Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin” adlı serginin açılışı yapılacak. Festivalin ikinci günü, etkinlikler, Kültürpark içindeki İzmir Sanat'ta devam edecek. Saat 15.00'teki günün ilk etkinliği, Feyzi Tuna'nın yönettiği “Çağdaş Nasreddin Hoca Aziz Nesin” belgeselinin gösterimi olacak. Ardından Feyzi Tuna ile bir söyleşi gerçekleşecek.

19 Aralık Cumartesi saat 16.00'da moderatörlüğünü Turgut Çeviker'in yapacağı “Gülümseyen Sanat” başlıklı panelde, Yücel Erten ‘Tiyatroda Mizah', Tan Oral ‘Çizgi ile Mizah', Ayşegül Sönmez ‘Görsel Sanatlarda Mizah' konularında konuşacak. Saat 20.00'de aynı mekanda Tiyatro Kumpanyası'nın “Azizim” oyunu izlenebilecek. Aziz Nesin'in doğum günü olan 20 Aralık Pazar saat 15.00'te Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'ndeki ilk etkinlikte karikatürist Cihan Demirci, “Yüzde 100 Aziz Nesin” başlıklı bir söyleşi yapacak; ardından saat 16.00'daki “Medyada Mizah” adlı panelde gazeteci-yazar Aydın Engin, senarist Umur Bugay ve radyo programcısı Ayça Şen konuşacak. Festivalin kapanışı, aynı gün saat 20.00'de İzmir Sanat'ta, “Azizname” oyunu ile yapılacak. Yücel Erten'in Aziz Nesin öykülerinden uyarlayıp yönettiği oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) sahneleyecek.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live