Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Sakıp Sabancı Müzesi'ne ‘Superbrands' ödülü

$
0
0

Türkiye'de 2005'ten bu yana araştırma şirketi Nielsen tarafından verilen ‘Superbrands' ödülünü bu yıl S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) aldı.

Sanat alanında ilk defa verilen ödüle layık görülen SSM, üniversite müzesi olma misyonuyla gerçekleştirdiği tüm sergiler ve projelerde farklı tarihsel ve kültürel dönemlerin, sanatsal akım ve sanatçıların Türkiye çapında anlaşılması ve çalışılması konusundaki çalışmalarından dolayı ödüle değer görüldü.


Sandığımız gibi olmayan gerçekler var...

$
0
0

14. İstanbul Bienali kapsamında Kadir Has Üniversitesi bünyesindeki çağdaş sanat merkezi Galeri KHAS'ta açılan ve küratörlüğünü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman'ın yaptığı sergi, 13 çağdaş sanatçının edisyonlarını içeriyor.

Sergi, aslında iddiasını da ismine taşıyor: “Hayır, sandığınız gibi değil…” Bu kışkırtıcı başlık, haliyle ‘Sandığımız gibi olmayan şey ne?' sorusunu haklı kılıyor. Kahraman'a göre her şey sandığımızdan farklı; bu yüzden de gerçeğin ne olduğunu tartışmalıyız: “1980'lerden beri gerçeğin her düzeyde, her düzlemde altüst olduğu bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla böyle bir dönemde gerçeğe dayalı olan sanatın ve gerçeğe dayalı olan kavramların, ki aslında her şey gerçeğe dayalıdır, yeniden kurgulanması yeniden sınanması gerekiyor.”

Sergide Ahmet Duru, Ahmet Polat, Ardan Özmenoğlu, Buğra Erol, Erdoğan Zümrütoğlu, Fırat Engin, Gözde Türkkan, Hale Tenger, Mustafa Horasan, Seçkin Pirim, Selçuk Ceylan, Sıtkı Kösemen ve Orhan Cem Çetin'in işleri yer alıyor. Eserler Contemporary Istanbul Editions serisinden seçilmiş. Serginin birinci düzlemde tartıştığı, yukarıda özetlemeye çalıştığımız konu. Gerçeğin aslında gördüğümüzden farklı olduğu, olabileceği... Diğer husus ise yine Kahraman'ın sözleriyle aktaracak olursak, gerçek ile düşsellik arasındaki sanat. Şöyle açıyor Hasan Bülent Kahraman: “Bizim sanatımız büyük ölçüde gerçekçi bir sanattır. Bu bizim tarihimizin, birikimimizin getirdiği bir sonuç. Dolayısıyla gerçeğin üstünden, izinden ilerleyen bir sanatı artık dönüştürmenin ve farklılaştırmanın da zamanı geldi, o yüzden de bu sergide ben sanatın daha düşsel yanına ağırlık veren, daha düşsellik içeren birtakım yapıtlar seçtim. Ve sergi bizi şuna çağırıyor, düşsellik gerçeğe aykırı bir şey değildir, düşsellik gerçekten kopan bir şey değildir.”

Dünyada Picasso gibi büyük sanatçıların baskı ve desenleri en pahalı satılan sanat yapıtları arasında. Hatta Andy Warhol neredeyse sadece baskılarla çalıştı. Oysa ülkemizde durum biraz farklı. Türkiye'de sürekli olarak yağlıboya resim veya çağdaş sanatın diğer ifade imkânları içinde üretilmiş yapıtlar tercih ediliyor. Kahraman, edisyonların önemini, “Ama baskı ve desen bir sanatçının en çıplak halidir. Ve enigmatik ve bilmecemsi bir şeydir; çünkü birkaç edisyonu vardır, bu edisyonlar arasında yine de küçük farklar vardır. Yani hiçbir şey mutlak değildir. Desen ve baskı aynı zamanda sanatın en entelektüel düzlemidir.” cümleleriyle anlatıyor.

Avrupa edisyonlarla hâlihazırda barışık. Peki, Türk koleksiyoner ve sanatseverler? Onlar bu konuda ne düşünüyor? Kahraman'a göre onlar bu yeni akıma hazır olmayabilirler ama bir şekilde sınırların çatırdaması ve geçirgenliğin artması gerekiyor. Edisyonların yeni ve genç koleksiyonerlerin yetişmesinde önemli bir rolü olduğu kadar eserlerin fiyatı da daha ulaşılabilir. Yani, arzu edildiği takdirde, belki biraz para biriktirerek evinize bir eser asabilir, heykel yerleştirebilirsiniz. Kahraman da amaçlarından birinin bu olduğunu söylüyor: “Sanat yapıtının, estetik tercihlerin, estetikle bir insanın kendi öznel ve özel hayatı içinde buluşmasının mutlaka yüksek paralar, pahalı sanat üstünden olması gerekmez. Bunlar alınabilir, erişilebilir fiyatlardadır. O bakımdan da burada bir imleme yapıyorum.”

Buğra Erol'un “Evinde Gibi Hisset” tabloları, Hale Tenger'in “Ayyy yıldız.” heykeli, Erdoğan Zümrütoğlu'nun “Tribal Zone” isimli yağlıboya çalışması ya da Orhan Cem Çetin'in baskıları… Hepsi Contemporary Istanbul Editions projesi için özel üretilmişti, şimdi 1 Kasım'a kadar Galeri KHAS'ta olacak.

‘Karagöz'ün dili tutuldu!

$
0
0

İktidarın baskın eli, Karagöz'e kadar ulaştı. Ankaralı Karagöz sanatçıları, politik baskıdan ve belediyelerle yaptıkları anlaşmaların iptal edilmesinden korktukları için gösterilerinde ‘hicivli' metinler yerine ‘eğlenceli' olanları tercih ediyor.

Karagöz oynatan usta ve genç sanatçılar da iktidar baskısından nasibini almaya başladı. Adının açıklanmasını istemeyen Ankaralı iki sanatçı, politik baskılardan ve belediyelerle yaptıkları anlaşmaların iptal edilmesinden endişe ettikleri için gösterilerinde hiciv yerine suya sabuna dokunmayan oyunları tercih ettiklerini söylüyor.

Belediyelerin düzenlediği şenlik ve festivallerle Ramazan etkinliklerinde Karagöz oynatan sanatçılardan biri, “Gerçek Karagöz metinleri okuyamıyoruz. Karagöz normalde yanlış olan her şeyi, herkesi eleştirir. Biz bunu yapamayız. Bakanlıktan her yıl 6 bin TL destek alıyoruz. Oyunlarımızda iktidarın eksik ve yanlışlarını eleştirsek desteğimizi keserler. Belediyeler anlaşmalarımızı iptal eder. Bizi piyasadan silerler.” dedi. Adının açıklanmasını istemeyen ikinci sanatçı ise karşı karşıya kaldıkları durumu şöyle özetliyor: “Eski metinlere güncel espriler katarak okuyoruz. Sivri haldeki konuşmaları yumuşatıyoruz. Karagöz, geçmişte sarayda, kahvede ve sokakta oynatılmış. Biz şu an saraydakini oynatıyoruz. Gerçek Karagöz'ü yapmaya kalksak, bizi yaşatmazlar.”

Karagöz sanatçıları, merhum Turgut Özal, Erdal İnönü ve Süleyman Demirel gibi siyasetçilerin mizaha gösterdikleri anlayışlı tavrı bugünkü siyasilerden görememekten yakınıyor. Özel tiyatrolara verilen, kostüm ücretlerine bile yetmeyen ödeneklerinin kesilme endişesi ise gözlerini korkutuyor.

HİCİVLİ METİNLERİ DEĞİŞTİRİYORLAR

Karagöz ve kuklacıların yaşadığı bu sorunu ve dile getirdikleri iddiaları Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi Başkanı Vural Arısoy'a sorduk. Arısoy, sanatçıların sesinin kısıldığını doğruluyor. Belediyelerin, farklı siyasi görüşteki Karagöz ve kukla sanatçılarına sahne vermediğini ifade eden Arısoy, “Özel tiyatrolara verilen devlet desteğine birçok tiyatro başvurdu. Birinin sosyal medyadan paylaştıkları, iktidarın hoşuna gitmezse bakanlık desteği kesebiliyor. Gerçek Karagözcüler iş yapmakta zorlanıyor. Dün akşam bir usta beni aradı. Eşini hastaneye yatırmış, beş parasız kalmış.” diyor. Ehliyetsiz kişilerin Karagöz gösterisi adı altında Karagöz'ü yozlaştırdığını da belirten Arısoy, ekliyor: “Belediyenin siyasi çizgisine veya oyunun sergilendiği ortama göre Karagöz'ün normlarıyla oynama pahasına metinler değiştiriliyor. Ayrıca Karagöz sanatçılarının tamamı profesyonel sanatçılar olduğu halde amatör tiyatrolar kapsamında muamele görürler. 4 bin ile 8 bin TL arasında devletten destek alıyorlar. Bu parayla Karagözcüler tasvir yapmak için deri bile alamaz. Karagöz, muhafazakâr bir hükümetin muhafaza edemediği sanat dalı oldu.”

Karagöz gözden düştü, katledildi!

Metin Özlen (UNESCO'nun 2010'da Yaşayan İnsan Hazinesi seçtiği Karagöz ustası): “Osmanlı'da oynatılan Karagöz oyunlarının tamamında bir mesaj var. Kimi oyunlarda tasavvuf var, kimi oyunlar halka hitap ediyor. Kimi romantik oyunlar sadece hanımlar için oynatılmış, kimi pedagojik oyunlar çocuklar için oynatılmış. Bunlar zamanla kaybolmuş. Eski Karagöz metinlerinin değiştirilmemesi, bozulmaması lazım. Günümüze uygun olsun istiyorsanız ve kendinize güveniyorsanız hicivli yeni bir metin yazın… Maalesef korku var. Ben Allah'tan başka kimseden korkmam, doğruları konuşurum. Karagöz oynatmaya ara verdim. Neden? Çünkü, ben Karagöz oyununun kısıtlanmasına karşıyım. ‘Öyle demeyelim, böyle demeyelim' derseniz, kuşa çevirirseniz, bu Karagöz olmaz. Onun için bugün Karagöz gözden düştü, katledildi.”

Altın Koza'da en iyi film 'Abluka'

$
0
0

14 Eylül'de başlayan 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında düzenlenen yarışmaların kazananları, bugün Adana Divan Oteli'nde düzenlenen basın toplantısıyla açıklandı.

Terör saldırıları ve üst üste verilen şehitlerin oluşturduğu toplumsal hassasiyet dolayısıyla açılış ve kapanış törenleri ile gösterimleri iptal edilen festivalde, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda en iyi film ödülü, yönetmenliğini Emin Alper'in yaptığı “Abluka”ya verildi.

Yılmaz Güney Ödülü, yapımcılığını ve yönetmenliğini Faruk Hacıhafızoğlu'nun yaptığı “Kar Korsanları” isimli filmin olurken, Adana Jürisi seçimini, Emin Alper'in yönettiği “Abluka”dan yana kullandı. Yarışmada en iyi yönetmen ödülünü ise, “Sarmaşık” isimli filmiyle, Tolga Karaçelik aldı. En iyi senaryo ödülüne ise, “Ana Yurdu” isimli filmiyle Senem Tüzen layık görüldü.

Festivalde bu yıl ilk defa gerçekleştirilen Adana Konulu Senaryo Yarışması'nın kazananı ise, Hikmet Ozan Sihay tarafından kaleme alınan “Tepebağ Çıkmazı” isimli eserin oldu.

Bu yıl 14 – 20 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında gerçekleştirilen Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Adana Konulu Senaryo Yarışması, Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film Yarışması'nın sonuçları açıklandı. Sonuçlar, 19 Eylül Cumartesi günü, Adana Divan Oteli'nde düzenlenen basın toplantısıyla duyuruldu.

Basın toplantısında, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, Altın Koza A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Halil Avşar, Festival Direktörü Candan Yaygın, Festival Sinema Programları Direktörü Kadir Beycioğlu, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması Jüri Başkanı yönetmen Ümit Ünal, yarışmanın jüri üyeleri yönetmen Deniz Akçay Katıksız, oyuncular Ali Düşenkalkar ve Selen Uçer, görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış, Eurimages Türkiye temsilcisi Mehmet Demirhan ve müzisyen Rahman Altın'ın yanı sıra, festivalin kısa metraj film yarışmalarının koordinatörü Hilmi Etikan ve Adana Konulu Senaryo Yarışması'nın jüri üyesi, Işıl Özgentürk katıldı.

Festival kapsamında düzenlenen Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nın sonuçları

şöyle:

En İyi Film - Abluka (Yön: Emin Alper / Yapımcı: Nadir Öperli, Enis Köstepen, Cem Doruk)

Yılmaz Güney Ödülü - Kar Korsanları (Yönetmen ve Yapımcı: Faruk Hacıhafızoğlu )

Adana İzleyici Ödülü – Abluka (Yönetmen:Emin Alper, Yapımcı: Nadir Öperli, Enis Köstepen, Cem Doruk)

En İyi Yönetmen - Tolga Karaçelik (Sarmaşık)

En İyi Senaryo - Senem Tüzen (Ana Yurdu) – Oy çokluğuyla

En İyi Kadın Oyuncu - Nihal Koldaş (Ana Yurdu)

En İyi Erkek Oyuncu - Nadir Sarıbacak (Sarmaşık)

En İyi Müzik - Demircan Demir (Kasap Havası) – Oy çokluğuyla

En İyi Görüntü Yönetmeni - Vedat Özdemir (Ana Yurdu) - Türksoy Gölebeyi (Kar Korsanları)

En İyi Sanat Yönetmeni - İsmail Durmaz (Abluka)

En İyi Kurgu - Osman Bayraktaroğlu (Abluka)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Hülya Böceklioğlu (Yarım)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Özgür Emre Yıldırım (Eksik)

Türkan Şoray Umut Genç Veren Kadın Oyuncu - Ece Yüksel (Nefesim Kesilene Kadar)

Umut Veren Genç Erkek Oyuncu - Berkay Ateş (Abluka)

Jüri Özel Mansiyon Ödülü - Ece Atay (Yarım)

SİYAD En İyi Film Ödülü – Ana Yurdu – Senem Tüzen

Film – Yön En İyi Yönetmen Ödülü – Senem Tüzen – Ana Yurdu

Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay: İktidar eski sansürü hortlatmak istiyor

$
0
0

Sinema dünyasının tecrübeli eleştirmenlerinden Atilla Dorsay, iktidarın eski sansür dönemlerini hortlatmak istediğini ama bunun mümkün olamayacağını söylüyor.

Bugün'den Hüseyin Keleş'e konuşan Dorsay, “2-3 yıl önce Dolmabahçe Sarayı'nda bir toplantı yapılmıştı. Erdoğan çok güzel konuştu. Dedim ki, iktidar tek tük de olsa olan sansürü kaldıracak. Ama nerde! Son iki yıldır gidişat tam tersine” diyor.

Atilla Dorsay, sanat dünyasının duayen isimlerinden. 40 yılı aşkın bir süredir sinema eleştirmenliği yapan Dorsay, bu alanda birçok ödüle layık görüldü. O aynı zamanda bir mimar. Mesleğini icra ederken birçok darbeyi de yaşadı. Dorsay'la sinemanın dününü bugününü ve Türkiye'nin oldukça ısınan gündemini konuştuk.

SOL DA SAĞ DA SAVUNULAMAZ OLDU

*Siz sinema yazmaya 71 muhtırasından hemen önce başladınız. O sert ortamda sinemaya odaklanmak nasıl bir tecrübe kazandırdı.

66'da başladım yazmaya. Türk Sineması'nın çok kötü dönemlerini yaşadım. 60'larda bizim sinemamızı yakından tanıdım. Daha önce merakım Batı sinemasına yönelikti. Sonra 1970'te Umut filmle başlayan bir Türk Sineması eleştirmenliği dönemine girdi. Birkaç yıl gayet iyi gitti. 70'lerin başı çok parlaktır aslında. Ama 74-75'lerden itibaren erotik filmler dönemi geldi. Sinemanın en güçsüz, en bunalımlı dönemleridir o dönemler. Ama ne oldu, o da atlatıldı. 80'lerden sonra bambaşka bir sinema geldi. Bir yandan 12 Eylül'ün getirdiği kısıtlamalar… Sol, hatta bir anlamda sağ fikirler doğru dürüst dolaşamaz, savunulamaz oldu.

90'LAR BÜYÜK BUNALIMDI

Ama 80'lerin Türk Sineması'na getirdiği birçok şey var. Her şeye rağmen yani genel baskı ortamına rağmen yeni yönetmenler geldi. Hem kadın yönetmenler geldi, hem de filmlere kadın kahramanlar geldi. Birey ortaya çıktı. 90'lar malum büyük bunalım. Ama 1995'ten itibaren yeniden başlayan bir canlanma olayı var ki, o da çok önemlidir. Ve 2010'dan itibaren sinemamızın artık yükselmesi, parlaması, dünyada tanınması bugünkü döneme bizi getirdi.

12 EYLÜL'Ü ELEŞTiREN FiLMLER YAPILDI

*12 Eylül'den sonra birçok politik film yapıldı aslında. Bu bir başkaldırı mıydı?

Tabii ki. Ama politik filmler hemen başlamadı. İlk başlarda hiç yapılamadı. Yılmaz Güney Fransa'ya kaçmak zorunda kalmıştı zaten. Onun filmleri uzun süre Türkiye'de gösterilemedi. 79-80'lerde yapılan kimi filmler, ya çok zor koşullarda gösterildi ya da hiç gösterilemedi. Ama ne oldu? Toplumsal yasalar yine işledi. Dünyada uyanış yıllarıydı zaten. Türkiye'nin de tümüyle bunun dışında kalması mümkün değildi. 1984-85 yıllarından başlayarak, bırakın sol fikirleri falan bizatihi 12 Eylül'ü konu olarak alan ve eleştiren filmler yapılmaya başladı. Onların arasında önemli filmler vardır. Mesela ‘Dikenli Yol' vardır, İsveç'ten gelen Muammer Özer'in filmleri vardır.

O FİLMLERİN YAPILMASINDA ÖZAL'IN KATKISI VAR

*Bu politik filmlerin rahatça yapılabilmesinde Özal'ın bir etkisi var mıydı?

Evet vardı. Özal ekonomi açısından aslında yararlı işler yaptı. O yıllarda ‘Anti-Özal' bir kampta idik hepimiz. ‘Türk Parasını Koruma Kanunu' döneminde, Türkiye'ye çok çağ dışı bir çerçeveyle bir hapishane haline getiren yasaların iptal edilmesi, serbest ticaret, liberal ekonomi o yıllarda bize öcü gibi gözüküyordu. Sonra anladık ki dünyanın gidişatıyla birlikte zaten 80'lerin sonunda Komünizm yıkıldı, Sovyet Rusya yıkıldı ve Kapitalizm tek ekonomik çözüm oldu. Liberal ekonomi de toplumların tek çaresi haline geldi. Komünizmin çökmesinden de önce Özal sayesinde Türkiye'de bu liberal ekonomi ve daha özgür bir atmosfer ortaya çıktı.

ŞiMDi DE POLiTiK FiLMLER VAR

*Hani o sizin bahsettiğiniz 84-85'lerde yapılan politik filmler, aynen o sertlikte şu anda yapılabilir mi?

Şu anda politik filmler yapılıyor zaten. Politika hayatımızın içine o kadar girdi ki… Politik filmler her dönem yapıldı. 60'larda başlandı,

70'lerde 12 Mart'ın getirdiği koşullarda da yapıldı. 70'lerin ikinci yarısında hızla 12 Eylül'e doğru kayan son derece karmaşık bir dönemde de yapıldı. Yani politikayla sinema, Yeşilçam'da kuramadığı ilişkiyi 60'lardan itibaren tekil örneklerle kurabildi.

Şimdi de politik sinema var. Hiç politik gözükmeyen filmlerde bile en azından fonda Türkiye'nin toplumsal koşullarını gayet sağlıklı biçimde saptayan filmler var.

SİNEMA ÜZERİNDE TERÖR ESTİRİLMİYOR DEĞİL

*Bir röportajınızda 12 Eylül için ‘Sansürün en sert yaşandığı dönemdi' diyorsunuz. O günden bugüne gelindiğinde, bugün sansürün etki alanı nedir?

Şu anda sansür yok gibi bir şey. Bizim bildiğimiz anlamda bir kurul toplanacak da filmleri yasaklayacak. Türk Sineması yıllarca bunlarla boğuştu. Üstelik senaryo sansürü denen korkunç bir şey vardı. Ben yıllar boyu sansür üzerine yazılar yazdım. Bugün böyle bir şey yok. Sansür kurulları sembolik olarak var. Bazen festivallerde olaylar oluyor. Özellikle AK Parti'nin her şeye rağmen sinema üzerinde de estirmeye çalıştığı terör olayı yok değil. Ama tabii köprülerin altından o kadar sular aktı ki, eskisi gibi bir sansürü yeniden hortlatmaya, canlandırmaya imkânı yok.

SON İKİ YILDIR GİDİŞAT TAM TERSİNE

*Peki, böyle bir canlandırma yapılmak isteniyor mu?

İstiyorlar. Çünkü toplumu git gide otokrat bir yönetime, tek bir kişinin iktidarıyla yönetilen bir toplum haline getirmeye çalışıyorlar. Gidişatımızın nereye olduğu malum. Bundan 2-3 yıl önce Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığı döneminde, Dolmabahçe Sarayı'nda bir toplantı yapılmıştı. Bütün sinema âlemi çağrılmıştı. Ben de gittim. Erdoğan bize çok güzel bir konuşma yaptı. Kendi kaleminden çıkmadığı belli, iyi bir konuşmaydı. Yılmaz Güney'i de rahmetle anan bir konuşmaydı. Dedim ki, bu iktidar tek tük de olsa olan sansürü kaldıracak. Ama nerde! Son iki yıldır gidişatın tam tersine olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla herhalde bunların da akıllarından o eski sansürü, belki daha da görkemli bir biçimde hortlatmak geçiyor. Ama bunu artık yapamazlar.

TÜRKİYE ŞU ANDA BİR LABORATUVAR

Tabii yapılamaz denilen ama yapılan o kadar çok şey oldu ki, aman Ya Rabbi! Düne kadar hayal bile edemeyeceğimiz antidemokratik, anti çağdaş, son derece baskıcı olaylar vuku buluyor. Türkiye'nin en büyük gazetesinin önüne iki günde iki kez insanlar gelip gazeteye girmeye kalkıyorlar. Neredeyse şans eseri giremiyorlar. Girseler birkaç kurban verilecek orada. Türkiye olarak bir daha silinemeyecek bir leke oluşacak. Allah'a şükür olmadı ama bunların olabildiği olaylar, iktidar tarafından ciddi bir biçimde kınanmıyor. Tam tersine orada en terbiyesiz bir biçimde konuşan bir AKP milletvekili onurlandırılıyor. Belki iyi oluyor.

Önemli bir toplumsal tecrübe kazanıyoruz. Türkiye şu anda bir laboratuvar. Olumlu yönde çalışan bir laboratuvar değil ama toplumsal dönem böyledir. En olumlu ve en olumsuz şeyler iç içe girmiştir.

NAZIM HİKMET ÖRNEĞİ ŞU ANDA DA YAŞANIYOR

*12 Eylül de bir laboratuvar mıydı?

Tabii ki. Ama ne pahalı bir laboratuvar! Allah bize öyle bir laboratuvarı bize bir daha yaşatmasın. 2-3 kuşak gitti. Yalnız idamları falan da kastetmiyorum. İnsanlar rahatça yazamadılar, düşünemediler, seyahat edemediler, fikirleri yüzünden ülkeyi terk edip dışarıda yaşamak zorunda kaldılar. Sürgüne gitmek zorunda kalmayabilirlerdi. Yılmaz Güney Türkiye'de kalır ve son birkaç filmini burada çevirirdi.

*Sürgün dediniz de Mehmet Ali Alabora'nın yurtdışına gitmek zorunda kaldığı aklıma geldi.

O da sürgüne gitmek zorunda kaldı. Neymiş 'Gezi olaylarına destek vermiş', pırıl pırıl bir insanı dışarıda yaşamaya yöneltti. Nazım Hikmet örneği Türkiye'de hâlâ yaşanıyor. 17-25'in esprisi dahi yapılamıyor

*Şu anda Yılmaz Güney hayatta olsa kendi dönemindeki gibi sert filmler yapabilir miydi?

Onu söylemek zor tabii. Bugün sol fikirleri savunabiliyorsunuz. Çünkü sol 'heyula' olmaktan çıktı. Bugün filmlere getirilmek istenen yasaklama, Türkiye'nin hali pürmelalini işleyen filmler için oluyor. Bugün iktidarda olup bitenleri, o 'ayakkabı kutusu' olaylarına, 17-25 Aralık'a temas eden filmleri ya da bunların espri olarak bile senaryoda kullanılmasını yasaklayan bir zihniyet var. Bu meselelerde çok hassaslar. Çünkü bu onlar için var olma, yok olma meselesi. Biliyorlar ki bunlardan dolayı kendilerini ciddi bir sorgulama içinde bulabilirler. Bundan korkuyorlar.

BARIŞ SÜRECi KiBRE VE ÇIKARLARA FEDA EDiLDi

*2013'te Ayşe Arman'a verdiğiniz röportajda kültür konularında AK Parti ye karşı olduğunuzu söylüyordunuz. Şimdi o kategoriye başka alanlar da girdi mi?

Artık AK Parti'yi hiçbir anlamda desteklemiyorum. ‘Suudilerden Fatih Belediye Başkanı'na: İslamcılığı ranta alet edenler' başlıklı bir yazı yazdım. Ben bu tür şeyler üzerinde duruyorum. Çünkü ülkemizde her şey o kadar kötü gidiyor ki, kendilerine İslamcı süsü veren bir iktidar bugün her şeyi yapıyor. Ne yazık ki, harcanan ‘Barış Süreci'nin böylesine bir kişinin kibrine feda edilmesini, dolayısıyla başlayan Türk-Kürt düşmanlığını ki bu toplumdaki en tehlikeli şeylerden biridir.

*Kibre mi feda edildi süreç?

Gayet tabii. Kibirden de öte çıkarlara feda edildi. Çünkü bunlar iktidarını mutlaka ama mutlaka korumak içgüdüsünü öylesine edindiler ki… Korumadıkları zaman iş çok başka yerlere gidecek. Birtakım şeylerin hesabını vermek zorunda kalacaklar. İktidardan düştükten itibaren açık bir şekilde bazı şeylerin hesabını vermeye başlayacaklar. Bu duruma düşmemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bütün bu kan dökülmesi, iç savaşa giden durum da tümüyle bu iktidarın eseridir diye çok katı bir yargıda bulunmak istemiyorum ama hataları olmuştur. O resmiyete dökülmüş Dolmabahçe toplantısı için Cumhurbaşkanı çıktı da ‘Biz bunu tanımıyoruz' dedi. Neredeyse o insanlar orada bir araya gelmedi diyecekler. O zaman biz hayal gördük. Bunlar hatalı şeyler. Bakın toplum çığırından çıktı.

YAPTIĞIM HER ŞEYDEN UTANÇ DUYUYORUM

Ne yaparsam pişman oluyorum. Bir filme gittim içimde bir pişmanlık hissi var. Bir yazı yazdım bugün pişmanlık duydum. Haberlere bakıyorum, televizyonlara bakıyorum, Türkiye'de 24 saat içinde her şey değişiyor.

Yani şimdi artık Fatih Belediye Başkanı'nın bütün o eski kente el koyma, betonla doldurma projesi bile şu anda önemli değil artık. Bir yanda hâlâ polise, askere, vatandaşa yapılan saldırılar devam ediyor. Her gün şehit vermeye devam ediyoruz.

Öte yandan binlerce Suriyeli Edirne'den sınırı geçip Avrupa'ya gitmeye çalışıyorlar. Böyle şeylerin yaşandığı bir ülkede artık bizim gelip burada film görmemiz, bu konuları işlememiz de gereksiz kaçıyor. Emin ol, yaptığım her şeyden belli bir utanç duyuyorum. Çünkü bunun yanında çok daha önemli şeyler oluyor. Ama herkes kendi alanında bir şeyler yapmak ve yazmak zorunda.

SANATÇILAR SARAYA GİTMEMELİYDİ

*Biraz önce birkaç sene önce Dolmabahçe'de sanatçılarla yapılan görüşmeden bahsettiniz. 30 Ağustos'ta Zafer Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı sarayında bir resepsiyon verildi. Birçok sanatçı gitti. Eleştirenler de oldu, doğal karşılayanlar da. Siz nasıl değerlendirdiniz?

Saraya giden sanatçıları tasvip etmiyorum. Çok yakın dostlarım da olsalar, kendilerine göre mazeretleri de olsa tasvip etmiyorum. Bakın ben ‘Akil İnsanlar'a karşı çıkmadım. Çünkü o dönemde işler o kadar yozlaşmış değildi. O tanıdığım sanatçılar grubunun ki, içlerinde Hülya Koçyiğit'ten Kadir İnanır'a kadar çok sevdiğim insanlar vardır. Bu kadar ağırlıklarını koyarak ve toplumdaki sempatilerini kullanarak ‘Barış Süreci'ne katkıda bulunacaklarını düşünüyordum. Ama bugünkü durum başka. Çünkü Beştepe'de adı konmamış bir diktatörlük var. Adı konmamış bir tek adam otoritesi var.

YALDIZLI DAVETİYE GELSE BİLE ADIMIMI ATMAM

Anayasal yetkilerini çok geniş bir biçimde aşmış bir cumhurbaşkanı var. Bu kullanılan yetkiler Anayasa'ya ihanet eden yetkiler. Dolayısıyla Beştepe'ye gitmek bütün bu Anayasa'yı aşan bir şekilde yetki kullanma olayına katılmak demektir. Beştepe'deki bir resmi kabul, bir tören, bir yemek bence bugün Anayasa sınırları içinde, demokrasinin yaşatılması idealine gönül vermiş hiç kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir. Dolayısıyla kimse oraya gitmemelidir. Ben, şahsen yaldızlı davetiyeler bile gelse oraya ayağımı atmam.

ALLAH BÖYLE KÜLTÜR BAKANI VERMESİN

*Şehir tiyatrolarında büyük bir kaos olduğu görülüyor. Son olarak Levent Üzümcü ihraç edildi. Nasıl karşıladınız bu durumu?

Bu da baskının bir başka şekli. Şehir tiyatroları, eski adıyla Darülbedayi, Türkiye'nin en eski kuruluşlarından biri. Geçen yıl 100. yılını idrak etti. Böyle bir kurumu bir çiçek gibi korumak gerekirken, ha bire baskı yapılıyor. Kimi Gezi eylemlerine destek vermiş, kimi daha çok özgürlük istemiş, kimisi bir tweet atmış… Bir Kültür Bakanı geliyor, gelir gelmez gafları art arda sıralıyor. Allah böyle bir kültür bakanı vereceğine, bütün bu Kültür Bakanlığı'nı kaldıralım çok daha iyi.

KADIN OYUNCULAR İŞİ DAHA ÇABUK ÖĞRENDİ

*Jönler iyi aktör olamadı dediğinizi hatırlıyorum. Tarık Akan, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Ediz Hun vs... Var mı bu isimlerle ilgili bir sıkıntı?

E doğru. Yeşilçam'ın jönleri yakışıklı oldukları için geldiler. Hepsi kapak yıldızlığından gelmedirler. Kapak yıldızlığında da ne oyun yeteneği araştırılır ne kültür, bilgi ve eğitime bakılır. Kadınlar için de aşağı yukarı öyle. Ama kadınların kendine özgü bir yeteneği var. Onlar daha çok öğrendiler mesleği. Türkan Şoray'ıyla Fatma Girik'iyle, Hülya Koçyiğit'iyle, Selda Alkor'uyla, Filiz Akın'ıyla hepsi çok iyi bir oyuncu oldu.

ŞERİF GÖREN BENİ ÖLÜMLE TEHDİT ETTİ

*Sinemayla ilgili birçok kişi, eleştirileriniz nedeniyle sizinle konuşmuyor. Mesela Mehmet Ali Erbil'i sert eleştirdiniz. Bu mesleğinizin kaderi midir?

Kaderi tabii. Adı üstünde eleştiriyorsunuz ve genelde eleştiri olumsuz anlamda yorumlanır. Değil, eleştiri çok olumlu bir bakış da içerebilir. En azından benim eleştirim öyledir. Çünkü ben sinemayı o kadar fazla severim ki, her filmde mutlaka savunacak bir şey bulurum. Yaşım bilmem kaça ulaştı ama hala gelirim haftanın 5 günü buralarda film izlerim, evimde de klasikleri izlerim. Sinemayla yaşayan bir insanım. Dolayısıyla sinemaya ve sanatçıya o kadar menfi bakmam, yıkıcı bir eleştiri yapmam. Ama her şeyin de doğrusunu söylemem lazım. Mehmet Ali Erbil'i eleştirdim, bana neler söyledi. Bir keresinde Şerif Gören'in bir filmi için bir laf etmiştim. Telefon açıp, herhalde sarhoş kafayla, beni ölümle tehdit etti. Böyle bir sürü polemiklerim var. Yakında anılarımı yazacağım. Şöyle olacak: İki cilt çıkacak. Biri benim anılarım diğeri onunla bağlantılı polemiklerim.

CÜNEYT ARKIN ÇOK iYi BiR OYUNCU OLAMADI

Mesela Fikret Hakan çok iyi bir oyuncu oldu. Aytaç Arman da öyledir. Tarık Akan da zaman içinde iyi bir oyuncu oldu. Kadir de öyle. Cüneyt Arkın'ın bile çok iyi oyunları vardır. Öğrendiler. Ama hiçbir zaman çok iyi bir oyuncu oldular mı? Özellikle Cüneyt için bu soruyu sorarsak, sanmıyorum. Bence olamadılar. Ama burada adını anmayayım, ne kadar ünlü de olsalar iyi oyuncu olduğu söylenemez. Evet, jönler genelde iyi oyuncu olamadılar. Ama Batı'da da böyledir.

Devrim Erbil: Resim yapmak özgürlük değil, bir tutsaklıktır

$
0
0

Aylık hayat ve sanat dergisi Yedirenk, eylül sayısında ressam Devrim Erbil'i kapağa taşıdı.

Ekim ayında Tophane-i Amire'de açılacak retrospektifi öncesinde Tülay Esen'in sorularını cevaplayan Erbil, çocukluğundan bugünlere hem hayat hikâyesini hem de sanat yolculuğunu anlatıyor. “Resim yapmak özgürlük değil, bir tutsaklıktır.” diyen Erbil, Bodrum'da bir odaya kapanıp resim yaptığı için ailesinin ona acıdığını söylüyor: “Sanatın tutsağıyım ve bu tutsaklıktan da garip bir zevk duyuyorum.” Çizgiyi, sanatının temel unsuru olarak alan ve o anlayışla eserler veren Erbil'in soyutlamalarını, sergide yer alacak eserlerini ve İstanbul silüetlerini de dosyada görmek mümkün. 10. yılını kutlayan iki müze, Pera ve Baksı müzeleri de derginin gündeminde. Hüsamettin Koçan Baksı'nın dünü ve bugününü Nurbanu Sever'e anlatıyor. Merve Kıyak Şahin ise Pera Müzesi'nde Bosnalı genç sanatçıları ağırlayan ‘Günümüz İmgeleri' sergisini, küratörü Prof. Aida Abadzic Hodzic ile konuşmuş.

LISZT'IN İSTANBUL YOLCULUĞU

Derginin ilgi çekici konularından biri de dünyaca ünlü piyanist Franz Liszt'in Osmanlı topraklarında geçirdiği beş haftalık ziyareti anlatan yazı. Saro Dadyan'ın kaleme aldığı yazıda, Liszt'in İstanbul'u görme hayalleri ile yaşadığını, ilk girişiminde bu arzusunu yerine getiremese de ikincisinde Lamartine'den aracılık yapmasını istediğini, sonrasında Sultan Abdülmecid'in davetlisi olarak İstanbul'a geldiğini öğreniyoruz. Yedirenk'in eylül sayısında ayrıca Prof. Dr. Süha Özkan tarafından Bodrum'da açılan Mimarlık Kütüphanesi, İstanbul ve Venedik âşığı Felix Ziem'in hikâyesi, Karadeniz müziğinin duru sesi Ayşenur Kolivar ile yapılan söyleşi de yer alıyor. KÜLTÜR-SANAT

Sıla, Harbiye Açıkhava'da

$
0
0

Yaz boyunca devam eden Açıkhava Konserleri yarın akşam sona eriyor.

Etkinliğin kapanışını, Türk pop müziğinin sevilen yorumcusu ve söz yazarı Sıla yapacak. BKM organizasyonu gerçekleşecek konser, yarın akşam saat 21.00'de Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde gerçekleşecek. Konserde Sıla, geçmiş albümlerinden en sevilen şarkılarının yanı sıra, geçtiğimiz yıl çıkardığı son albümü Yeni Ay'dan parçalarını da seslendirecek. KÜLTÜR-SANAT

Klarnet Festivali, Ivo Papazov ile kapanıyor

$
0
0

10 Eylül'de başlayan 4. Uluslararası Klarnet Festivali'nin kapanışı bu akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu'ndaki iki konser ile yapılacak.

Saat 20.00'de başlayacak konserde ilk olarak “Djelem Djelem” adlı parçalarıyla tüm dünyada tanınan, Doğu Avrupa'nın geleneksel Çingene ve Yahudi şarkılarını kendilerine özgü bir coşkuyla yorumlayan, 6 farklı kültürü 6 farklı ülkeden müzisyen ile bir araya getiren Barcelona Gipsy Klezmer Orchestra sahne alacak. Sonrasında ise Bulgaristan'ın klarnet üstadı Ivo Papazov, 1978'den beri birlikte çaldığı Trakia Band ile İstanbullulara bir Balkan gecesi yaşatacak. KÜLTÜR-SANAT


Altın Koza ‘Abluka' altında

$
0
0

Terör saldırıları nedeniyle açılış ve kapanış törenleri ile film gösterimleri iptal edilen 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda Emin Alper'in yönettiği ‘Abluka' en iyi film seçildi. Sarmaşık filmiyle Tolga Karaçelik en iyi yönetmen, başrol oyuncusu Nadir Sarıbacak da en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı.

14 Eylül'de başlayan 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nin yarışmalı bölümünde kazananlar Adana Divan Oteli'nde dün yapılan basın toplantısıyla açıklandı. Basın toplantısına, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, Altın Koza AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Halil Avşar, Festival Direktörü Candan Yaygın, Festival Sinema Programları Direktörü Kadir Beycioğlu, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması Jüri Başkanı yönetmen Ümit Ünal, yarışmanın jüri üyeleri yönetmen Deniz Akçay Katıksız, oyuncular Ali Düşenkalkar ve Selen Uçer, görüntü yönetmeni Gökhan Atılmış, Eurimages Türkiye temsilcisi Mehmet Demirhan ve müzisyen Rahman Altın'ın yanı sıra festivalin kısa metraj film yarışmalarının koordinatörü Hilmi Etikan ve Adana Konulu Senaryo Yarışması'nın jüri üyesi Işıl Özgentürk katıldı.

Terör saldırıları nedeniyle açılış ve kapanış törenleri ile film gösterimleri iptal edilen festivalde, Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda Emin Alper'in yönettiği ‘Abluka' en iyi film seçildi. Abluka, “Güncel ve yerel bir konuyu, evrensel bir bakış açısıyla, yetkin ve çarpıcı bir sinema diliyle anlattığı” gerekçesiyle oybirliğiyle bu ödülü aldı. Geçtiğimiz haftalarda sona eren 72. Venedik Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü alan Abluka, Adana'da en iyi film ödülünün yanı sıra beş ödülün de sahibi oldu.

ANA YURDU'NA BEŞ ÖDÜL

Ümit Ünal başkanlığındaki jüri, Sarmaşık filmiyle Tolga Karaçelik'i en iyi yönetmen seçerken, filmin başrol oyuncusu Nadir Sarıbacak en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görüldü. Senem Tüzen'in ilk uzun metraj filmi Ana Yurdu ise ödül listesinin sürprizi sayılabilir. Başroldeki Nihal Koldaş'a en iyi kadın oyuncu ödülü getiren film, senaryo ve görüntü yönetimi dallarıyla birlikte, SİYAD ve FİLM-YÖN jürilerinin ödüllerini de kazandı. Yılmaz Güney Ödülü ise Faruk Hacıhafızoğlu'nun dünya prömiyerini 65. Berlin Film Festivali'nde yapan Kar Korsanları'nın oldu.

Festivalde bu yıl ilk defa yapılan Adana Konulu Senaryo Yarışması'nı Hikmet Ozan Sihay'ın Tepebağ Çıkmazı adlı eseri kazandı. Erden Kıral, Füruzan, Abdurrahman Keskiner, Işıl Özgentürk ve Muzaffer İzgü'den oluşan senaryo jürisi oy çokluğuyla, “film festivaline gitme hayallerini sonuna kadar koruyan bir avuç gencin, aslında direnmenin, dayanışmanın öyküsünü anlatan, karakterlerin iyi işlendiği ve iyi bir dramaturjiye sahip” olduğu gerekçesiyle Tepebağ Çıkmazı'nı birinci seçti. Gökhan Karahaner'in İnsancıklar'ına ikincilik ödülünü, İsmail Doruk'un On Adım'ına ise üçüncülük ödülünü verdi.

Altın Koza'nın ‘en iyi'leri

Film: Abluka

Yönetmen: Tolga Karaçelik (Sarmaşık)

Senaryo: Senem Tüzen (Ana Yurdu)

Kadın oyuncu: Nihal Koldaş (Ana Yurdu)

Erkek oyuncu: Nadir Sarıbacak (Sarmaşık)

Yardımcı kadın oyuncu: Hülya Böceklioğlu (Yarım)

Yardımcı erkek oyuncu: Özgür Emre Yıldırım (Eksik)

Müzik: Demircan Demir (Kasap Havası)

Görüntü yönetmeni: Vedat Özdemir (Ana Yurdu), Türksoy Gölebeyi (Kar Korsanları)

Sanat yönetmeni: İsmail Durmaz (Abluka)

Kurgu: Osman Bayraktaroğlu (Abluka)

Türkan Şoray Umut Genç Veren Kadın Oyuncu: Ece Yüksel (Nefesim Kesilene Kadar)

Umut Veren Genç Erkek Oyuncu: Berkay Ateş (Abluka)

Yılmaz Güney Ödülü: Kar Korsanları

Adana İzleyici Ödülü: Abluka

Jüri Özel Mansiyon Ödülü: Ece Atay (Yarım)

SİYAD Ödülü: Ana Yurdu

FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü: Senem Tüzen (Ana Yurdu)

Genç oyuncu hayatını kaybetti

$
0
0

Erzurum Devlet Tiyatrosu sanatçısı Yasemin Erbulun (42), önceki gün hayatını kaybetti.

Yaklaşık 3 yıldır kanserle savaşan Erbulun'un vefatı, başta 10 yıldır görev yaptığı Erzurum Devlet Tiyatrosu'nu olmak üzere tüm tiyatro dünyasını yasa boğdu. 20 yıllık tiyatro sanatçısı olan Yasemin Erbulun, 2007-2008 Tiyatro Oyunu Ödülü'ne layık bulunan ‘Kafkas Tebeşir Dairesi' isimli oyundaki rolü ile ünlenmişti. Erbulun'un cenazesi, bugün Üsküdar Tekel Sahnesi'nde yapılacak törenin ardından yarın memleketi Balıkesir'de defnedilecek.

Grayson Perry, Ankara'ya taşındı

$
0
0

Geçtiğimiz mayıs ayında Pera Müzesi'nde açılan Grayson Perry'nin ‘Küçük Farklılıklar' sergisi Ankara Cern Modern'e taşındı.

British Council işbirliği ile gerçekleşen “Küçük Farklılıkların Kibri” adlı sergide, Grayson Perry'nin British Council koleksiyonunda yer alan, 2x4 metre boyutundaki 6 duvar halısından oluşan serisi sergileniyor. Turner ve BAFTA ödüllü sanatçı Grayson Perry sergisinde kurmaca karakter Tim Rakewell'in hayatını, çocukluktan ergenliğe ve orta yaşlarındaki zamansız ölümüne kadar anlatıyor. Serginin teması, İngiliz ressam William Hogarth'ın (1697-1764) “A Rake's Progress/Bir Rake'nin Seyri (1733)” adlı çalışmasından ilham alıyor. Perry, Tim Rakewell'in hayatı üzerinden, Birleşik Krallık'taki toplumsal sınıfların öne çıkan özelliklerini ve estetik algılarını ortaya koyuyor. Sanatçı, sosyal yetişme tarzımızın estetik zevklerimizi nasıl etkilediğini ve çevremizin bu kadar güçlü bir biçimde bizleri nasıl tanımlayabildiğini sorguluyor. Perry'yi günümüz eleştirmenleri, kısaca “Çağdaş Hayatın Vakanüvisi” olarak tanımlıyor. Sergide yer alan “Kafeste Kavga Edenlerin Secdesi”, “Otoparkta Istırap”, “8 Numaralı Cennet Sokağından Kovulma”, “Bakire Anlaşmasının Tebliği-74 ‘Virgin' Anlaşmasının Müjdesi”, “Üst Sınıf Çıkmazda” ve “#Ağıt” adlarını taşıyan Perry halıları, özel ve büyük boy halıların dokunduğu Flanders'da üretildi. Grayson Perry, Sergi, 8 Kasım'a kadar açık. (www.cernmodern.com)

Türk işi fantastik ve korku filmleri

$
0
0

2011 yılından bu yana düzenlenen, Türkiye'nin ilk ve tek fantastik filmler festivali ‘Fantasturka-Türk İşi Fantastik Filmler Festivali' 7-9 Ekim tarihleri arasında İstanbul'da, 16-18 Ekim tarihleri arasında Ankara'da gerçekleştirilecek.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve Ankara Kısa Filmciler Derneği işbirliğiyle yapılan festival, bu yıl, korku sinemasından örnekleri de programına katarak ‘Fantasturka 3,5' adıyla düzenlenecek. Festivalde ağırlıklı olarak 2000'lerden itibaren çekilmeye başlayan Şeytan, Drakula İstanbul'da, Dabbe gibi Türk işi korku filmleri gösterilecek. 8 Ekim Perşembe günü, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Merkezi'nde ise fantastik film türünün kültleri arasında kabul edilen Dünyayı Kurtaran Adam filmi izlenebilecek. Film gösteriminin ardından Dünyayı Kurtaran Adam'ın devam filmini çekmek için yeniden yönetmen koltuğuna oturacak olan Çetin İnanç'ın katılacağı “Jet Rejisör Çetin” söyleşisi gerçekleştirilecek. İnanç, konuşmasında 2016 yılında çekimlerine başlayacağı Dünyayı Kurtaran Adam 1,5'un hikâyesini ilk kez anlatacak. Festivale film başvuruları 30 Eylül'e kadar www.fantasturka.org adresinden yapılabiliyor.

Sahneler, sezonda hareketli olacak

$
0
0

Eylülün bitmesine on gün kala tiyatrolar canlanmaya başladı. 1 Ekim'den itibaren perdeler açılıyor.

Devlet, şehir ve özel tüm tiyatrolar yeni oyunlarını yavaş yavaş açıklamaya başladı. Bu yıl sahnelerde öne çıkan belli bir tema yok. Ortaya karışık bir şeylerden söz edebiliriz. İstanbul Şehir Tiyatroları temasını ‘barış' olarak belirledi. Devlet Tiyatroları yeni oyunlarını sır gibi saklıyor, bir-iki oyundan haberdarız, özellerde ise öne çıkan konular; kadın, aşk, savaş, mültecilik, şöhret hastalığı, toplumsal ahlak, iktidar ve sistem eleştirisi… Bir de şiirsel uyarlamalar var. Bu sezon sahnelerde Gülten Akın ve Didem Madak'ın şiirlerinden hazırlanan iki uyarlama izleyeceğiz. Ayrıca yönetmen koltuğunda sürpriz isimler olacak. Son yılların başarılı oyuncularından Tansu Biçer, Semaver Kumpanya'da Moliere'in Cimri'sini yönetecek. Yine başarılı oyunculardan Tülin Özen iki yeni oyunda oynuyor. Selim İleri'nin Hayatımın Romanı ve Metin Kaçan'ın Ağır Roman'ının uyarlaması da sahnede olacak. İşte sezonun yeni oyunları… SEVİNÇ ÖZARSLAN istanbul

ANKARA DT'DEN İLK HAFTA YENİ OYUN YOK

Devlet Tiyatroları'nın (DT) 2015-2016 sezonu 1 Ekim'de başlıyor. Ankara'da ilk hafta yeni bir oyun izlemek isteyen seyirci biraz beklemek zorunda. Zira Devlet Tiyatroları, yılın ilk haftasında Ankara programına yeni oyun koymadı. İstanbul programında ise Purnima ve Sırlar Ormanı oyununun prömiyeri yapılacak. İzmir'de ise ilk hafta tek oyun sahnelenecek. Aziz Nesin'in Çiçu oyunu ekimin ilk haftası İzmir'de tek başına ve ilk kez sahnelerde seyircisiyle buluşacak. Buna göre ekimin ilk haftası Başkent'te; Uğur Saatçi'nin yazıp Barış Erdenk'in yönettiği Yeşilçam, Mehmet Baydur'un yazdığı Uğur Sertel'in yönettiği Kamyon, Erhan Gökgücü yönetiminde sahnelenen Çehov'un ünlü Vanya Dayı'sı, Patrick Süskind'n yazdığı ve Metin Belgin'in yönettiği Kontrabas, Nuri Pakdil'in yazıp T. Murat Demirbaş'ın yönettiği Umut ve Şirin Aktemur Tıprak'ın yazdığı ve Umut Toprak'ın ise yönettiği Neşe'dert'aşk oyunları sahnelenecek. Oyunlar Akün, Altındağ, Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Oda Tiyatrosu ve İrfan Şahinbaş Sahnesi sahnelerinde seyirciyle buluşacak.

İSTANBUL DT'NİN YENİ OYUNU ÇOCUKLAR İÇİN

DT'nin İstanbul gösterimleri ise bir ilk oyunla başlayacak. İstanbul DT'nin programına göre; Günay Ertekin'le Handan Ergiydiren Doğan'ın yazdığı, Handan Ergiydiren Doğan'ın yönettiği Purnima ve Sırlar Ormanı oyunu Cevahir Sahneleri Salon 1'de ilk kez sahnelenecek. İstanbul'da sahnelenecek diğer oyunlar şöyle: Haldun Taner'in yazdığı Nur Subaşı'nın yönettiği Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Peter Ustinov'un yazdığı ve Cevdet Arıcılar'ın yönetiminde sahnelenen Ellerimin Arasındaki Hayat, Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun yazdığı, Elif Erdal'ın ise yönettiği İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı, Işıl Kasapoğlu'nun yönetiminde sahnelenen Shakespeare'in Hamlet'i, 6-13 yaş arası izleyici için sahnelenen Levent Niş yönetimindeki Barış Gezegeni ve Duygu Gökhan'ın yönettiği 6-11 yaş arasına hitap eden Çiçeğim Solmasın oyunu. İzmir Devlet Tiyatroları'nda ise ekimin ilk haftası Aziz Nesin'in Aziz Nesin'in yazdığı, Tayfun Erarslan'ın yönettiği Çiçu prömiyer yapacak.

Devlet Tiyatroları'nın Ankara programında yeni oyun olmaması sosyal medyada eleştiri konusu oldu. DT'nin 'ne versek izlenir' diyerek yeni oyun koymadığı savunuldu. Sosyal medya hesabından yeni oyun olmamasını sert bir dille eleştiren yazar ve sunucu Emre Saklıca, geçen sezon olduğu gibi bu sezon da ilk hafta repertuvarının çok zayıf olduğunu belirtti. Saklıca, "Kontrabas bir klasik ancak ilk hafta yeni oyun izlemek istemez mi izleyici? Yeşilçam ortalama bir oyun, Vanya Dayı vasat, Kamyon hakkında kimsenin fikri yok. Baktığımızda; izleyiciyi heyecanlandıracak, aman hemen ilk günden bilet alayım dedirtecek bir oyun yok." diye yazdı. (Yavuz Akengin, Ankara)

ÜÇ ŞEHİR TİYATROSUNDAN SÜRPRİZ OYUNLAR

İstanbul Şehir Tiyatroları:Çalkantıların hiç bitmediği İstanbul Şehir Tiyatroları, temasını geçtiğimiz hafta barış olarak açıkladı: Nazım Hikmet'in kurtuluş savaşı destanından uyarlanan Kuva-i Milliye Destanı, II. Dünya Savaşı yıllarına seyirciyi götürecek Leningrad Çıkarması, savaş sonrası dağılan ailelerin hayatına dokunan Hepsi Oğlumdu ve İki Arada Bir Yerde, Sonsuz Öykü, Radyonun İçindekiler… Perde açmak için gün sayan diğer oyunlar; Üç Kuruşluk Opera, Cyrano De Bergerac, Devekuşu Kabare, On İkinci Gece.

Bakırköy Belediye Tiyatroları:Türkiye'nin seçimle başa geçen ilk sanat yönetmeni Alican Yücesoy ve ekibi sezonu dikkat çeken bir prodüksiyonla açıyor. Shakespeare Kraliyet Tiyatrosu'nun meşhur yönetmeni Tim Supple'ın yönettiği Shakespeare'in mizahı bol eseri Yanlışlıklar Komedisi'ni merakla beklemedeyiz. Savaşlar, göçmenlik, hukuksuzluk, kadın-erkek eşitsizliği konularıyla işlenmiş metin bakalım gülerken canımızı ne kadar acıtacak?

Eskişehir Şehir Tiyatrosu: Eskişehir Şehir Tiyatrosu, sezona 6 yeni oyunla başlıyor: Amerikalı oyun yazarı, Sam Bobrick'in kaleme aldığı, Ekin Tunçay Turan'ın Türkçeye kazandırdığı “Halktan Biri”, Selahattin Hilav çevirisi olan, Çek yazar Jaroslav Hasek'in dünyaca ünlü oyunu “Aslan Asker Şvayk”, Turgut Özakman'ın kaleme aldığı “Töre”, İngiliz komedi ustası Ray Cooney'in, oğlu Michael Cooney ile birlikte yazdığı, Özgür Özdural'ın Türkçeye çevirdiği “Tom, Dick ve Harry” ve Metin Kaçan'ın ünlü romanından Zerrin Altıok'un sahneye uyarladığı “Ağır Roman”…

EN YOĞUN TİYATROLAR, ÖZELLER

Semaver Kumpanya: Işıl Kasapoğlu'nun kurduğu Kocamustafapaşa'daki Semaver Kumpanya sezonu, Melih Cevdet Anday'ın “İçerdekiler” oyunuyla açıyor. Yönetmenliğini Volkan M. Sarıöz'ün yapacağı oyunda Serkan Keskin, Mustafa Kırantepe ve Tülin Özen var. Süresiz bir şekilde gözetim altında tutulan, suçu henüz kanıtlanmamış bir mahkum ile gardiyanının mahkuma suçunu itiraf ettirme çabası üzerine gelişen oyun, adaletsizce mahkum edilen gazetecileri hatırlatıyor. İkinci oyunu ise ünlü Fransız yazar Moliere'in Cimri'si. Tansu Biçer'in yöneteceği oyunun, en az oyun kadar ünlenmiş karakteri Harpagon'u ise Serkan Keskin oynayacak. (www.semaverkumpanya.com)

Cazu Tiyatro: Geçen yıl Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı romanını oyunlaştıran Cazu Tiyatro bu yıl, bir rock müzikali hazırlıyor. Behiç Cem Kola'nın yazdığı ve bir işgal evinde yaşananların konu edildiği “Bohem Rapsodi”yi Hasan Şahintürk yönetiyor. Diğer oyunlar; yine Behiç Cem Kola'nın yazdığı ve “Cyrano de Bergerac” oyunu üzerinden bir oyuncunun hikâyesinin anlatıldığı “Kuliste”, S. Beckett'ın üçlemesinden yola çıkarak Oğuz Arıcı'nın yazdığı ve Hasan Şahintürk'ün oynadığı “Belki” ile Uğur Açıkgöz'ün Didem Madak'ın şiirlerinden yola çıkarak yazdığı ve Tuba Keleş'in oynadığı “Devrik Mahalle”. Cansu Kahvecioğlu'nun yazdığı ve huzurevinde ölmek üzere olan yaşlı bir kadın oyuncunun hikâyesinin anlatıldığı “Arafta Bir Kadın” adlı oyunu Ahmet Melih Yılmaz yönetiyor. Oyunlar, kasımda seyirciyle buluşacak. Cazu Tiyatro'nun bütün oyunları 3 Ekim'de açılışı yapılacak olan Kadıköy Theatron'da gösterilecek. Kadıköy Theatron, geçtiğimiz sezon bir depodan çok amaçlı salonlardan oluşan bir kültür merkezine dönüştürülmüştü. www.cazutiyatro.com www.kadikoytheatron.com

Biriken: Melis Tezkan ve Okan Urun tarafından kurulan Biriken 10'uncu yılını kutluyor. Biriken, isimlerinin esin kaynağı olan şiirin sahibi Gülten Akın'ın şiirlerinden uyarladıkları bir performans hazırlıyor. Şairin 1956'dan günümüze uzanan şiirlerinden yapılacak tematik bir seçkinin biriken tarafından yerleştirme-performans şeklinde sunulması. Tiyatro dışı ancak kendi dokusu olan bir mekanda seyirciyle paylaşılacak ve şimdilik Karşı-Tele Kendimdiye adlandırılan projede şiirler, yılların tiyatro sanatçısı Meral Çetinkaya tarafından yorumlanacak. Biriken, Gülten Akın şiirleriyle yakın ile uzak geçmiş arasında bir diyalog kurmayı ve şairin dilindeki sadelik ile aşırı duyarlılığı -duygusallığı değil- yansıtmayı hedefliyor. (www.biriken.com)

Oyun Atölyesi:Haluk Bilginer'in kurduğu Oyun Atölyesi'nde iki yeni oyun var. İlki, Arthur Miller'in Köprüden Görünüş'ü. Yönetmen Kim Korkar Hain Kurt'tan oyunuyla dikkatleri üzerine çeken Hira Tekindor. Anne Zerrin Tekindor bu kez oyuncu değil, sahne tasarımcısı. İkinci oyun, Hansel ve Gretel'in Öteki Hikâyesi (Neil LaBute). Sırlarla dolu iki kardeşin hikâyesi üzerinden toplumsal ahlak kavramının sorgulandığı oyunu Ali Altuğ yönetiyor. Oyuncular: Ayça Bingöl, Salih Bademci. Oyunlar, ekimin ilk haftası izlenebilir. (www.oyunatolyesi.com)

Seyyar Sahne: Oğuz Atay ve Dostoyevski'nin romanlarını başarıyla oyunlaştıran Seyyar Sahne'nin, Nadir Sarıbacak'ın rol aldığı tek kişilik oyunu Yeraltı'ndan Notlar, geçen sezon çok beğenilmişti. Yer Altından Notlar, Tehlikeli Oyunlar, İçimde Kalmasın, Trom, Yılın En İyi Kadın Oyuncusu, Çocukluğumun Soğuk Geceleri bu yıl da devam edecek. Oyunların hepsi geçen sene oynandı, ama ödül gecesine hazırlanan bir oyuncunun hikâyesini anlatan Yılın En İyi Kadın Oyuncusu 4-5 gösterim yaptığı için yeni sayabiliriz. Kerem Eksen'in yazdığı, Celal Mordeniz'in yöneteceği İpek Türktan Kaynak ve Erdem Şenocak'ın rol alacağı yeni oyunun hazırlıkları ise devam ediyor. Adı henüz belli değil. (www.seyyarsahne.com)

Moda Sahnesi: Moda Sahnesi de sezonu iki oyunla açıyor. İlki Shakespeare'in Türkiye sahnelerinde pek yer edinemeyen En Kısa Gecenin Rüyası. İktidar baskısına karşı toplumsal eleştiri getiren oyunun yönetmen koltuğunda Kemal Aydoğan oturuyor, oyuncular Timur Acar, Mert Fırat, Didem Balçın, Melis Birkan. Oyunun perde açacağı tarih, 1 Ekim. İkinci oyun, ocak ayında prömiyer yapacak olan Alman yazar Moritz Rinke'nin Seviyoruz ve Hiçbir Şey Bilmiyoruz.

Özel Kadınlar Listesi

Mam'Art Tiyatro

Bu yıl kurulan Mam'Art Tiyatro, Neil Labute'un “Some Girls-Özel Kadınlar Listesi” ile perde açıyor. Tuğrul Tülek'in yönettiği oyunu, Pınar Töre çevirdi. Beste Bereket, Başak Daşman, Hülya Gülşen, Feri Baycu Güler ve Deniz Karaoğlu'nun rol aldığı Özel Kadınlar Listesi, günümüzün hastalığı şöhret hakkında bir oyun. Özel hayatın çizgilerinin gittikçe inceldiği, herkesin şöhret olmak için hem kendinin hem başkalarının mahremiyetini hiçe saydığı bu hastalıklı durumu kırık aşk hikâyeleri üzerinden anlatıyor ve modern insanın ne kadar vahşileşebileceğinin altını çiziyor. Oyunun prömiyeri 12 Ekim Pazartesi 20.30'da Salon İKSV'de yapılacak. Oyun, 17 Ekim Cumartesi 20.30'da Cihangir'deki BO Sahne'de, 19-26 Ekim Pazartesi 20.30'da Salon İKSV'de, kasım ayı itibarıyla ayda bir de Moda Sahnesi'nde izlenebilir.

Avrupa

Ekip Tiyatrosu

Ekip, iki oyunla seyircinin karşısında olacak. Biri geçen sezonun beğenilen oyunlarından İki Kapılı Ev. Shakespeare'in çağdaşı sayılabilecek ünlü İspanyol yazar Pedro Calderón De La Barca'nın ‘İki Kapılı Evi Koruması Güç' adlı komedisinin modern uyarlaması… Ev, ekimde Caddebostan Kültür Merkezi Büyük Salon'da sahnelenecek. Ekip'in Nilüfer Belediyesi'yle ortak yaptığı yeni oyunu ise Avrupa. Bu kez ana mekan 90'ların Avrupa'sında bir sınır kasabası, bir tren istasyonu. Kalkan sınırlar, kıtayı boydan boya saran ekonomik buhran, değişen çağ, gözden düşen değerler, uyanlar ve uyamayanlar, savaştan kaçmış mülteciler ve kasabanın yerlileri, yükselen ırkçılık, her boşluğu ustaca değerlendiren faşizm… Avrupa, bugün hem ülkemizin hem de dünyanın içinde yaşadığı çok güncel bir meseleyle ilgili. Yazarı, David Greig'in yazdığı oyunun yönetmeni İki Kapılı Ev'de olduğu gibi Cem Uslu. Avrupa yolculuğu 20 Ekim'de Garajistanbul'da başlıyor. (www.ekiptiyatrosu.com)

Dil Kuşu, Tülin özen

Tiyatro Gerçek:Cemal Süreya, Van Gogh derken sıra bir komedi oyununa geldi. Selim İleri'nin kaleminden yozlaşan değer yargılarını eleştiren bir öykü: Hayatımın Romanı. Ana rollerden biri tabii ki Hakan Gerçek. İki perdelik oyunda, Osmanlı döneminin sonları, Cumhuriyet'in başlangıcı, arada kalmış bir kadın, çelişkiler, yalnızlıklar ve ikilemleriyle alışılmışın dışında bir yaşam var. (www.tiyatrogercek.com)

Destar Tiyatro: Kürtçe tiyatro yapıpdüzenli olarak sahne alan İstanbul'daki tek grubun heybesinde iki oyun var. Rênes Jiyan'ın yazdığı, Mirza Metin'in yöneteceği ilk oyun Dı Tuwaletê de. İkincisi dil oyunları projesinin üçüncü prodüksiyonu Dil Kuşu. Pelin Temur'un yazdığı oyunun yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu, oyuncusu Tülin Özen. Dil Kuşu, insanın anadili ile var olma mücadelesi üzerine kurgulu gösteri. Oyunun prömiyeri 30 Eylül'de Şermola Performans'ta. (www.sermolaperformans.com)

D22: D22, kasım sonu yeni bir oyun sahneleyecek; Kuş Öpücüğü. Berkay Ateş'in kaleme aldığı oyunu Can Kulan ve Emir Çubukçu yönetecek. Ayrıca D22 bu yıl, geçtiğimiz sezonlarda olduğu gibi, konuk ekiplere ve farklı sanat etkinliklerine de ev sahipliği yapacak. (www.tiyatrod22.com)

Tiyatrokare

1992 yılında Nedim Saban tarafından kurulan Tiyatrokare, “Fosforlu” müzikalini hazırlıyor. Müzikalde Fosforlu Cevriye rolünü Ayça Varlıer oynayacak. Suat Derviş'in “Fosforlu Cevriye” romanından Tuncer Cücenoğlu tarafından uyarlanan oyun, eski İstanbul'un Galata semtinde yaşanan buruk bir aşk öyküsünü anlatıyor. Prömiyeri ağustosta yapılan müzikal ekimde sahnelenmeye başlayacak. (www.tiyatrokare.com.tr)

Kabuk

Galataperform: GalataPerform'un yeni oyunu "Kabuk" günümüz çiftlerinin aşka bakış açısını çarpıcı bir dille alıyor. Yeni Metin Yeni Tiyatro projesiyle üretim yapmaya başlayan genç yazar Ayşıl Akşehirli'nin kaleme aldığı oyunu Mine Çerçi yönetiyor. Oyun, sistem tarafından idealleştirilen “kusursuz beden” kavramının kent insanının üzerindeki ağırlığını hissettiriyor. Burak Safa Çalış, İpek Erdem'in rol aldığı oyun 2, 9, 16, 23 Ekim'de izlenebilir.

Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu: Tebdil-i Mekan Prodüksiyon Tiyatrosu, bu sezon iki oyun hazırladı. İlki, 27 Haziran'da Gümüşlük'te prömiyer yapan, başrolünde Sumru Yavrucuk'un oynadığı tek kişilik oyun Shirley. Oyunun İstanbul gösterimi geçen hafta Maslak'taki Uniq İstanbul'da gerçekleştirildi. İngiliz Willy Russell'ın 'Shirley Valentine' adlı oyunundan ‘Shirley' ismiyle Türkçeye uyarlanan oyun, birçok kadın gibi artık hayallerini bile unutan Shirley Valentine'nin hayatını anlatıyor. Pek çok tiyatro ödülünün sahibi olan Yavrucuk, Shirley'nin yönetmenliğini de üstleniyor. Evren Ercan'ın çevirdiği oyunun dekor tasarımı Nurdan Aliyazıcıoğlu'na, ışık tasarımı ise Yakup Çartık'a ait. İkinci oyun ise aralık ayında prömiyer yapacak olan David Mamet'in Oleanna isimli oyunu. Yönetmenliğini Oğuz Utku Güneş'in üstlendiği oyunda usta oyuncu Tamer Levent ve genç yaşına rağmen birçok ödül kazanan Begüm Akkaya birlikte rol alıyor. (www.tebdilimekantiyatrosu.com)

Santral Kumpanya

2013'te Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği tarafından kurulan Santral Kumpanya da sezona yeni bir oyunla giriyor. Tek perdelik komedi Gençler Masası, çalışma hayatına adım atmış, hayatın sert gerçekleriyle karşılaşmış, bazı hayallerinden vazgeçmiş, ama bazı hayallerine inatla sarılan dört genci konu ediniyor. Baran Şaşoğlu'nun yönettiği oyunda Gizem Mercan Ağçal, Süreyya Bursa, Hasan Canberk Karaçay, Merve Şen oynuyor. (www.santralkumpanya.com)

Pürtelaş Tiyatro

Genel sanat yönetmenliğini Serdar Biliş'in üstlendiği Pürtelaş Tiyatro, Nick Payne'nin yazdığı Constellations adlı oyunu hazırlıyor. Başrol oyuncuları Deniz Karaoğlu ile Damla Sönmez. Organik bal üreten bir adamla, kuantum araştırmaları yapan bir kadını anlatan oyunu Tamer Can Erkan yönetiyor. (www.purtelas.org)

Dot Tiyatro

Dot Tiyatro'nun yeni oyunu Murat Daltaban'ın tek başına oynadığı Midwinter. Oyun, kasımda DotKanyon'da prömiyer yapacak. (www.go-dot.org)

İkinci Kat:İkincikat, geçen yıl başlattığı savaş ve barış oyunları serisinin üç ve dördüncüsünü hazırlıyor. İlki Defne Halman'ın oynadığı Kar Küresinde Bir Tavşan. İki farklı evrenden gelen ve mürekkepten atlar kalesinde buluşan iki kadının; bir anne ile kızın masalı. İkincisi Kasap. Metnin sordurduğu soru ağır, insanoğlu kendi türünü de yer mi? (www.ikincikat.org)

Tatbikat Sahnesi:Erdal Beşikçioğlu'nun sanat yönetmenliğindeki ekibin iki yeni oyunu var. Mezarsız Ölüler (Jean Paul Sartre), Marquis De Sade ‘Quills' (Doug Wright). Beşikçioğlu'nun yıldızlaştığı Bir Delinin Hatıra Defteri (Gogol) seyirciyle buluşmaya devam ediyor. (www.tatbikatsahnesi.com)

Tiyatro Kedi: Gogol'ün klasiklerinden Müfettiş'le sahnedeler. Haldun Dormen bu kez yönetmen değil, oyuncu. Sahne arkadaşları Tolga Güleç, Hakan Altıner, Selde Özbek… Yönetmen, Cenk Tunalı. Prömiyeri geçtiğimiz hafta yapılan oyun, çürümüş sistemde devletin konumu üzerine eleştiri. (www.tiyatrokedi.com)

Tiyatro Keyfi:Tiyatro Keyfi sezonu 26 Eylül'de Borusan Oto Dolmabahçe Sahne'de sahnelenecek Cahide müzikali ile açıyor. Ünlü sinema oyuncusu Cahide Sonku'nun hayatı üzerinden yine bir kadının sanatta, toplumda var olma mücadelesi anlatılıyor. Gökhan Eraslan'ın yazdığı, Kemal Başar'ın yönettiği müzikalde Nilüfer Açıkalın başrolde. (www.tiyatrokeyfi.com)

Emek Sahnesi:Onur Behramoğlu ile Onur Aydın'ın yazdığı yeni oyun Sadece Diktatör'de Barış Atay rol alıyor. Emek Sahnesi'nde ayrıca, Harbiye'deki Mekan Artı'yı kapatan Ufuk Tan Altunkaya kasımın ortalarında yeni bir oyun sahneleyecek. (www.emeksahnesi.com)

Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu: Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu'nda üç yeni oyun var. Mary Shelley'in romanından Nick Dear tarafından uyarlanan Selen Korad Birkiye'nin çevirisini yaptığı Frankenstein, Şakir Gürzumar yönetiminde Türkiye'de ilk kez sahnelenecek. Oyun, 12 Aralık Cumartesi Zorlu Center PSM'de prömiyer yapacak. Sinan Biçici'nin yazdığı Levent Ülgen'in yönetip başrolünde olduğu Sadece Bir Gece adlı komedi 17 Kasım'da Kozzy'de prömiyer yapacak. David Giselmann'ın yazdığı Yiğit Pakmen'in yönettiği SAKM Alternatif Sahne oyunu olan Bay Kolpert 22 Ekim Perşembe SAKM Çolpan İlhan Sahnesi'nde perde açacak.

Everest'in 'İlk Roman Yarışması' sonuçlandı

$
0
0

Everest Yayınları'nın genç yazarlara şans tanımak için bu yıl onuncusunu düzenlediği 'Everest Yayınları İlk Roman Yarışması'nın sonuçları belli oldu.

Cemil Kavukçu, Semih Gümüş, Müge İplikçi, Selim İleri ve Handan İnci'den oluşan seçici kurul, Bora Aşık'ı ödüle layık buldu. Aşık'ın romanı kasım ayı içinde Everest Yayınları tarafından yayınlanacak ve ödülü, 7 Kasım Cumartesi günü TÜYAP Kitap Fuarı'nda törenle verilecek.

Karadeniz'den kartpostal var

$
0
0

Fransız fotoğrafçı Mathias Depardon'un Karadeniz'in beş ülkesinde çektiği fotoğraflar 12 Kasım'a kadar Beyoğlu'ndaki Fransız Kültür Merkezi'nde görülebilir.

"Karadeniz'den Kartpostallar” isimli sergide Bulgaristan, Gürcistan, Rusya, Ukrayna ve Türkiye'den kareler bulunuyor. Karmaşık bir bölgeyi görsel olarak anlatmak amacıyla çekilen fotoğraflar, Mathias Depardon'un Ortadoğu'da geçirdiği hareketli bir yıldan sonra daha şiirsel fotoğraflar için çıktığı Karadeniz turunun ürünleri.


Toronto'da seyirci ‘Oda'yı seçti

$
0
0

40. Toronto Film Festivali önceki akşam düzenlenen bir törenle sona erdi.

Kanada'nın Toronto şehrinde gerçekleştirilen festivalde en iyi filmi izleyiciler seçiyor. Oscar'ın provası olarak nitelendirilen festivalde bu yıl halk ödülünü Room (Oda) filmi kazandı. Lenny Abrahamson'un yönettiği filmin başrollerinde Brie Larson, Joan Allen ve William H. Macy yer alıyor. Beş yaşındaki oğlu ile küçük bir odaya hapsedilen annenin dramını anlatan Room'da, kaçış için riskli bir plan yapan ana oğulun odadan kurtulabilmek için uzak tutuldukları sosyal çevrenin acı kurallarıyla da yüzleşmeleri gerekiyor. Toronto Film Festivali'nde geçmiş yıllarda izleyici ödülü kazanan Milyoner, Zoraki Kral ve 12 Yıllık Esaret gibi filmler Oscar yarışında da ipi önde göğüslemişti. Bu istatistiklere göre Room da şimdiden Oscar'ın iddialı yapımlarından biri olarak öne çıkıyor. Room, ‘Gizli Dünya' adıyla 16 Ekim'de Türkiye'de gösterime girecek.

Beşiktaş'ta ikinci fotoğraf buluşması

$
0
0

Geçen yıl ilki düzenlenen ‘Fotoİstanbul-Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali' 9 Ekim'de başlayacak. Teması “Başka Hayatlar” olan festival, ABD, Asya, Avrupa ve Türkiye'den 60'a yakın fotoğraf sanatçısını bir araya getirecek.

Beşiktaş Barbaros Meydanı, Beşiktaş Demokrasi Parkı, Ortaköy Yetimhanesi ve Ortaköy Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilecek festivalde, Joseph Koudelka, Anders Petersen, Atta Kim ve Stanley Greene, Sıtkı Kösemen, Haluk Çobanoğlu, Laleper Aytek, Kürşat Bayhan, Meltem Işık ve Cemre Yeşil gibi sanatçıların yer aldığı bir sergi açılacak. 8 Kasım'a kadar devam edecek festivalde 45 sergi, 15 panel ve yuvarlak masa tartışması, 80 fotoğraf gösterisi, 200'ü aşkın portfolyo değerlendirmesi yapılacak.

Bu yıl “Ustalara Saygı” etkinliği çerçevesinde Ara Güler'e özel bir bölüm hazırlayan Fotoİstanbul, usta fotoğrafçının bugüne kadar görülmemiş fotoğraflarının da yer alacağı bir serginin yanı sıra Ara Güler fotoğrafı üzerine bir panel düzenleyecek. Ayrıca Amerikalı fotoğrafçı Robert Frank'in hayatını ve çalışmalarını yansıtan özel bir sergi hazırlanacak.

Festivalin bu yıl gerçekleşecek etkinlikleri arasında Instagram'da yapılan bir fotoğraf yarışması da var. Son başvuru tarihi 9 Ekim olan yarışmaya tüm dünyadan adaylar katılabiliyor.

Ebru üstadı Mustafa Düzgünman anılıyor

$
0
0

Ebru sanatının büyük üstadı Mustafa Düzgünman, vefatının 25. yılında ‘Tekne Başında Geçen Bir Ömür' isimli sergiyle anılıyor.

Küçükçekmece Belediyesi Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde açılan sergide sanatçının ebru, musiki ve fotoğraf alanlarında yapmış olduğu çalışmalar ile özel eşyalarından örnekler yer alıyor. Merhum sanatçının öğrencisi Alparslan Babaoğlu, “Hocam, ebruya gönül vermişti. Kağıt yokluğunda, gazete ve röntgen kağıtlarından ebru yapardı.” diyor. Sergi, 12 Ekim'e dek SKSM'de izlenebilir.

Bayramda Sahaf Festivali'ne davetlisiniz

$
0
0

17 Eylül'de açılışı yapılan 9. Beyoğlu Sahaf Festivali, bu yıl rekor bir katılımla 90 sahafa ev sahipliği yapıyor.

İstanbul, Ankara ve İzmir sahaflarını, ikinci el kitapçılarını, koleksiyoner, müdavim, araştırmacı ve her yaştan okuru bir araya getiren festivalin, Romanya ve Yunanistan'dan da üç sahaf katılımcısı var. Bu manada uluslararası olmak fikrini de öne çıkaran organizasyonun sahaflar ve çevresine dair konularla biçimlediği konuşma programları da ilgi görüyor.

Sahafların duayeni İbrahim Manav, biyografi ustası Beşir Ayvazoğlu ve birbirinden farklı isimlerin de yer aldığı konuşmalar, yeterince tanıtılmadığı için festivale ilgi gösteren okurlar için de sürpriz bir faaliyet oldu. 9 Ekim'de sona erecek festivalin Kurban Bayramı günlerinde festival alanına yolu düşen misafirler için de sürprizleri ve bayram ikramları olacak.

Ağırlıklı olarak Beyoğlu Aslıhan Sahaflar Çarşısı ve Kadıköy sahaflarının katılımı ile gerçekleştirilen festivalin ilk günlerinde sergilenen sahafiye kitap ve belgeler özel koleksiyonerlerin, kütüphane sahiplerinin ve pek çok meraklı araştırmacının yoğun ilgisi ile karşılaştı. Odakule, TRT binasının hemen yanı başındaki otopark alanında kurulan özel dükkânlarda yan yana sıralanan sahafların her birinin tezgâhını dikkatli nazarlarla gezinen okurlar imzalı kitaplara, özel belgelere, akla hayale sığmaz sürpriz buluşlara şahit oluyorlar. Aramakla bulunmaz kitapların da ‘seç al 5 TL' sergileri içinde yer alması ise görülmeye değer sevinçlere vesile oluyor. Beyoğlu Sahaflar Festivali, Kurban Bayramı ve sonraki hafta boyunca açık kalacak.

Kayıp zamanın izinde bir ressam

$
0
0

Tabloları saklı bir hazine gibi ortalarda görünmeyen Fransız izlenimci ressam Gustave Caillebotte'un eserleri, özel koleksiyonlardan ve müzelerden bir bir çıkmaya başladı. Washington Ulusal Sanat Müzesi'nde açılan Ressamın Gözü adlı sergi, son yirmi yılda Amerika'da açılan en büyük Gustave Caillebotte retrospektifi. 19. yüzyıl Paris'inin burjuvazisinden sıradan insanlarına uzanan sergi, Marcel Proust'un eşsiz romanı Kayıp Zamanın İzinde'nin görsel bir hali...

Marcel Proust, 19. yüzyıl Paris'inin gerçek bir panoramasını sunduğu “Kayıp Zamanın İzinde” adlı romanında “Gerçek cennetler, unuttuklarımızdır.” der. Fransız izlenimci ressam Gustave Caillebotte (1848–1894), Paul Cézanne, Edgar Degas, Claude Monet ve Pierre Auguste-Renoir gibi izlenimcilerin aksine biraz gölgede kalmış, ‘unuttuklarımız'dan. Tabloları saklı bir hazine gibi olan sanatçının eserleri, koleksiyonlardan bir bir çıkmaya başladı.

Washington Ulusal Sanat Müzesi'nde açılan Ressamın Gözü, son yirmi yılda Amerika'da açılan en büyük Gustave Caillebotte sergisi. Sanatçının birçok eseri özel koleksiyonlarda yer alıyor, bu yüzden müzelerde onun eserlerini görmenin zorluğu, sergiyi özel kılıyor. Sanatçının 1875-1885 yılları arasındaki gerçekçi tablolarının yer aldığı sergi, Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'sinin tablolara işlenmiş görsel bir hali... Sergide, ressamın fotoğrafçılık sanatına olan merakının izleri rahatça görülebiliyor.

Hukuk eğitimi alan Caillebotte, daha sonra ressamlığa yönelir. Kendi dönemindeki izlenimciler tarafından biraz burun kıvrılan ve eleştiriler alan sanatçı, Edgar Degas ve Auguste Renoir gibi ustaların tablolarını beğenip onu teşvik etmesiyle sergilere katılır. Varlıklı bir aileden gelen Caillebotte, hayatını resim yaparak geçirir. Pek çok empresyonist ressamın eserini satın alır ve onları destekler. Bu yönüyle önemli bir koleksiyoner olarak tarihe geçer. Genç yaşta hayata veda ettiğinde, geride büyük bir koleksiyon bırakır.

PARİS'İN BULUŞTURDUĞU ZITLIKLAR

Caillebotte'un 19. yüzyıl Paris'inin merkezde olduğu tabloları, burjuvaya ait izlenimler, şehir hayatı, günlük yaşam ve modernliğe adım atan kentin buluşturduğu zıtlıklara karşı incelikli bakışı işliyor. Kâğıt oynayan, kitap okuyan ve piyano çalan burjuvaziyi resmeden sanatçının sadece bu sınıfa değil işçilere, boyacılara, satıcılara da yer vermesi, onu diğer izlenimcilerden farklı kılıyor. Caillebotte'un da katıldığı bir sergiyi ziyaret eden Emile Zola, “Caillebotte, sergidekilerin en göze çarpanı.” demişti.

Sanatçının altmışa yakın eserinin yer aldığı sergi, içerisi, dışarısı, doğadan manzaralar, portreler gibi tematik bölümlere ayrılmış. Paris Caddesi, Yağmurlu Bir Gün adlı tablosu, serginin en can alıcı eseri olarak dikkatleri çekerken, önünde biriken kalabalığın tabloya hayranlık dolu bakışlarını ıskalamak imkânsız. Bu ünlü eserinde, modern Paris'i resmeden sanatçı, kendi dönemi için öncü bir bakış açısı geliştirerek fotoğrafa yakın bir resim dili kullanmış. Caillebotte'un diğer eserlerinde de bu yakınlığı görmek mümkün. Resme dikkatli bakıldığında farklı sınıflardan insanların hayatlarının uzun bir caddede kesiştiği açıkça ortada. Resim, Charles Baudelaire'in sık sık işlediği kalabalıkla yıkanmak imgesine yakın duruyor. Şairin “Hiç değil, o aptalca gururlarını bir an olsun kırmak için, şu dünyanın mutlularına bazen, onların mutluluklarından daha yüksek, daha büyük ve daha ince mutluluklar olduğunu öğretmek gerek.” sözleri de sergi boyunca bir ses olarak size eşlik ediyor.

Balkondan Paris'i izleyen adam resmi de değişen şehre tepeden bakan ve gözlemleyen bir ruh halini gösterirken, böbürlenen bir ruh halini kenara bırakan ressamın gözlerinden dünyaya bir bakış atıyor. Tablolarında pek çok sınıftan insana yer veren ressam, bu tutumuyla eleştirilir. Washington Ulusal Sanat Müzesi'nin, gölgede kalmış bir ressamın usta işi eserlerini yeniden gündeme getirdiği sergi, 4 Ekim'e kadar açık.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live