Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Festival ‘Koza'sına çekildi

$
0
0

Artan terör olayları ve üst üste gelen şehit haberlerinin ardından oluşan toplumsal hassasiyet gerekçe gösterilerek açılış ve kapanış törenleri ile film gösterimleri iptal edilen Uluslararası Altın Koza Film Festivali, dün sessiz sedasız başladı. Ümit Ünal başkanlığındaki jüri üyeleri, seyircinin alınmadığı gösterimlerde yarışma filmlerini izlemeye başladı. Jüri, yaptığı değerlendirme sonunda, ödül alan filmleri yazılı olarak duyuracak.

Bu yıl 22'ncisi düzenlenen Uluslararası Altın Koza Film Festivali, sessiz sedasız başladı. 14–20 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde açılış ve kapanış törenleri artan terör olayları ve şehit haberlerinin ardından iptal edilmişti. Halk gösterimleri iptal edilen etkinlikte sadece kısa ve uzun metrajlı filmlerin gösterimleri yapılacak. Jüri üyeleri filmleri izledikten sonra ödül alan filmler yazılı olarak duyurulacak. Başkanlığını Ümit Ünal'ın yaptığı; Deniz Akçay Katıksız, Ali Düşenkalkar, Gökhan Atılmış, Selen Uçer, Rahman Altın ve Mehmet Demirhan'dan oluşan jüri dün, Real Alışveriş Merkezi'ndeki Adana Cinemaximum sinemalarında yarışma filmlerini izlemeye başladı.

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, festival programındaki değişiklikle ilgili yaptığı açıklamada, ‘son günlerde hem şiddetini artıran hem de hedef kitlesini genişleten bölücü terör olaylarının Türk milleti üzerindeki etkisinin Dağlıca baskını ve Iğdır'daki saldırı sonrası tahammülü mümkün olmayan, önlenemez bir boyuta taşındığına' dikkat çekti. Sözlü, ‘böylesi bir infial ve yas ortamında “festival konser ve törenlerini” yapmanın söz konusu olamayacağını' belirtti.

Hazırlıklarına heyecanla başladıkları 22'nci Uluslararası Altın Koza Film Festivali için de sinemanın, toplumu hapsedildiği karanlıktan çıkaracak bir ışık huzmesi işlevi göreceği, sanat çevrelerinin bir nevi vizyon atölyesi olarak değerlendirebileceği dolu bir program öngördüklerini dile getiren Sözlü, “Ancak, son olarak Dağlıca ve Iğdır'da uğradığımız kalleş saldırı ve aldığımız yürek dağlayıcı şehit haberleri, Adana ile bütünleşen Uluslararası Altın Koza Film Festivali için duyduğumuz coşku ve heyecandan geriye tarifsiz bir burukluk bıraktı. Bu koşullarda festivalin geleneksel açılış ve kapanış törenlerini, konser ve diğer faaliyetleri iptal etmeye karar verdik. Bu yıl Uluslararası Altın Koza Film Festivali sadece sinema boyutuyla dar kapsamlı olarak tören ve konserlere yer verilmeksizin devam edecektir.” dedi.

22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali kapsamında gerçekleştirilecek Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması'nda 15 film jüri önüne çıkıyor. Jüri dünden itibaren yarışmaya başvuran 58 eserden finale kalan 15 filmi izleyerek değerlendirmeye başladı.

Altın Koza yarışma filmleri

Abluka – Emin Alper

Anayurdu – Senem Tüzen

Çalsın Sazlar – Nesli Çölgeçen

Dolanma – Tunç Davut

Eksik – Barış Atay

Gece – Erden Kıral

Kar Korsanları – Faruk Hacıhafızoğlu

Kasap Havası – Çiğdem Sezgin

Misafir – Mehmet Eryılmaz

Nefesim Kesilene Kadar – Emine Emel Balcı

Saklı – Selim Evci

Sarmaşık – Tolga Karaçelik

Toz Bezi – Ahu Öztürk

Yarım – Çağıl Nurhak Aydoğdu Kılıç

Yemekteydik ve Karar Verdim – Görkem Yeltan


Türkiye'nin Oscar adayı Sivas

$
0
0

Kaan Müjdeci'nin geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali'nden Jüri Özel Ödülü ile dönen ilk filmi Sivas, Türkiye'nin bu yılki Oscar aday adayı olarak seçildi.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sanatsal Etkinlikler Komisyonu'nun seçtiği film, “en iyi yabancı film” dalında 88. Oscar Akademi Ödülleri'ne aday adayı oldu. 11 yaşındaki Aslan ile Sivas isimli bir dövüş köpeğinin bozkırda geçen hikâyesini anlatan Sivas'ta Doğan İzci, Müttalip Müjdeci, Hasan Özdemir, Ezgi Ergin, Furkan Uyar ve Hasan Yazılıtaş rol alıyor. Sivas'ın Oscar'da yarışıp yarışmayacağı 14 Ocak 2016'da belli olacak.

‘Erdal Öz'den pek çok şey öğrendim'

$
0
0

Can Yayınları tarafından bu yıl 8.'si düzenlenen Erdal Öz Edebiyat Ödülü, dün akşam Pera Palas'ta düzenlenen törenle Nobelli yazar Orhan Pamuk'a verildi. Ödülden önce Şevval Sam, Erdal Öz'ün sevdiği şarkılardan oluşan mini bir konser verdi. Orhan Pamuk, ödülünü bu yılın jüri başkanı Feride Çiçekoğlu'nun elinden aldı.

“Cevdet Bey ve Oğulları romanıma başlamıştım. Sonra bir gün bir gazetede ilan gördüm, Antalya Festivali'nde bir hikaye yarışması yapılıyor, bir de ödül verilecek. Ben de tarihsel bir hikaye yazayım dedim ve yazdım. Sonra radyodan yarışmada üçüncü olduğumu öğrendim. 23 yaşımdayım. Antalya'ya uçak bileti verdiler, Erdal Öz orada yoktu. Tam İstanbul'a dönmeden evvel, biri eğilip kulağıma ‘Erdal Öz sizi çok sevdi, sizi İstanbul'da tanımak istiyor.' dedi. 3-4 ay sonra tanıştık. Erdal da bana, jüride olup bitenleri anlattı. Benim hikayemi beğenmişler ama o zamanki zevklere, alışkanlıklara uygun bir hikaye değildi. Erdal bakmış ki, bana bir şey kalmayacak, herkese sıfır verip bana yüz vermiş, en sonunda benim üçüncü olmamı böyle sağlamış.”

Can Yayınları tarafından bu yıl sekizincisi düzenlenen Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nün dün akşam Pera Palas'ta gerçekleştirilen töreninde, bu yılın ödül sahibi Orhan Pamuk'tan dinledik bu hikâyeyi. Pamuk ödülünü almadan hemen önce Şevval Sam, Erdal Öz'ün sevdiği şarkılardan oluşan dört parçalık mini bir konser verdi. Ardından bu yılın jüri başkanı Feride Çiçekoğlu bir konuşma yaptı ve Pamuk ödülünü Çiçekoğlu'nun elinden aldı. Ödüllü yazar konuşmasında, Erdal Öz'ün, yazarlığa daha başlamamış bir gençken hayatını, on yıl boyunca yayıncılığını da yaparak nasıl etkilediğini, ondan çok şey öğrendiğini anlattı. “Erdal'la benim şahsî; bir ilişkim vardı, hem editörüm, hem arkadaşım, hem yayıncım, hem muhasebecimdi. Bu eski insanî; ilişkiler kayboluyor.” Pamuk ayrıca edebiyatın, sebebi her ne olursa olsun baskılara karşı ifade özgürlüğünü ortaya çıkarması gerektiğini de vurguladı: “Kitaplar, insanî; duyarlıklarımızın, kendimizi ifade etmemizin, yasaklara baskılara karşı, siyasi de olmasa, insanlığımızı ifade etmemizin her zaman, en önemli aracıdır. Edebiyat, en sonunda uygarlıkların, ülkelerin geleceği, bireylerin kendilerini özgürce, istedikleri gibi, siyasi yada şu veya bu şekilde ifade etmelerini ortaya çıkarmalıydı.”

Festivalin iptal edilmesini kabullenemiyorum

$
0
0

Açılış ve kapanış törenleriyle film gösterimleri iptal edilen 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde jüri üyeleri filmleri izlemeye devam ediyor.

Başkanlığını Ümit Ünal'ın yaptığı jüri, Ulusal Uzun Metraj, Ulusal Öğrenci ve Akdeniz Ülkeleri Kısa Film ile Adana Konulu Uzun Metraj Senaryo yarışmalarıyla ilgili değerlendirmelerini yaparak sonuçları açıklayacak. Toplam 876 bin lira ödülün verileceği yarışmaların sonuçları yazılı olarak basınla paylaşılacak.

Jüri başkanı yönetmen ve senarist Ümit Ünal, festivale katılan film ve yapımcılarının mağdur olmaması; organizasyonun tarihi açısından kesintiye uğramaması için en azından yarışmanın devam etmesinin düşünüldüğünü belirterek, “Biz burada yarışmayı devam ettirebilmek için varız. Yarışmaya 15 film katıldı. Maalesef normalde yapıldığı gibi yönetmenleri, yapımcıları ve oyuncuları konuk olmayacak. Biz sadece filmleri izleyip notlarımızı veriyoruz. Aynı zamanda filmler iki salonda ‘halk jürisi' olarak Adana seyircisine de sunuluyor.” dedi.

‘FESTİVALLER SİNEMANIN GELECEĞİ İÇİN ÖNEMLİ'

Bağımsız sinema için festivallerin vazgeçilmez özelliklere sahip olduğunu ifade eden Ümit Ünal, şöyle devam etti: “Bu sebeple festivalleri korumamız, devamını sağlamamız gerekir. Bence sinemayı yaşatan en önemli unsurlardan biridir. Bazı filmler sadece festivallerde seyirci bulabiliyor. Burada verilen ödüller sonraki filmlerin yapımı için ciddi katkı sağlıyor. Bu yüzden Antalya, Adana, İstanbul ve diğer yerel illerdeki festivaller daha güçlenerek sürmeli. Festivalin kelime anlamı eğlence, şenlik olabilir; ama eğlence değil. Kültür hayatında büyük bir yer kaplıyor. Ciddi bir iş; o yüzden yas zamanlarında da hemen ilk iş olarak festivalin iptal edilmesini de çok kabullenemiyorum. Devam etmesi lazım, festivaller sinemanın geleceği için çok önemli.”

Türkiye'nin şu anki hali karşısında sanatçılar olarak çok üzüldüklerini anlatan Ünal, “Sanat, sadece eğlenmek için yapılan bir şey değil. Sanat aynı zamanda üzüntüyü de anlatan, yası da paylaşan bir şey. Seyrettiğimiz filmlerin hiçbiri neşeli, eğlenceli, komedi filmleri değil, zaten. Bu toplumu anlamaya yönelik filmler. Aslında bu filmleri sadece festivallerde değil, tüm sinemalarda paylaşabiliyor olsaydık, belki de toplum kendisini daha iyi anlayacak yolları bulacaktı. O yüzden festivaller kültür hayatımız için çok önemli.” dedi.

‘Su şişelerini, Yezidilerin yaşadıkları zulüm unutulmasın diye topladım'

$
0
0

16 Eylül 2015, Çağdaş sanatta gelecekte acaba hangi isimler öne çıkacak? Sadece bu soruya cevap vermek için kurulan exhibist dergisi, 14. İstanbul Bienali'ne paralel bir sergi açtı. Küratörlüğünü Anna Zizlsperger'in yaptığı sergiye seçilen isimlerden biri de, Zaho'da Yezidilerin ‘Su Şişeleri'ni toplayan Kürşat Bayhan.

İstanbul'da devam eden 14. Uluslararası İstanbul Bienali ve bu bienale paralel açılan o kadar çok sergi var ki… Bazen hangisini izleyeceğimizi şaşırıyor, asıl görmemiz gerekenleri ıskalıyoruz. Tophane'deki Mixer Sanat Galerisi'nde 11 Ekim'de sona erecek olan ‘(re)present exhibist: 2 years' sergisi bunlar arasında. Sergide öyle bir çalışma yer alıyor ki, acaba nasıl bir acıyı ya da sevinci fısıldayacak diye saatlerce karşısında durma ihtimaliniz yüksek. Foto muhabiri Kürşat Bayhan'ın, Yezidilerin ‘su şişeleri'ni anlattığı çalışması serginin en çarpıcı eseri.

IŞİD, geçen yıl ağustos ayında Irak ve Suriye'nin kuzeyindeki birçok şehre saldırı düzenledi. Sincar ve Kobane'deki savaşta Zaman'ın foto muhabiri Kürşat Bayhan da vardı. IŞİD, Sincar'da kontrolü ele geçirdiğinde binlerce Yezidi için çok zorlu bir yolculuk başlamıştı. İnsanlar panik içinde doğdukları toprakları bırakarak Şengal Dağı'na kaçıyordu. Kadın erken, çoluk çocuk, yaşlı genç herkes 40 derece sıcaklıkta yollardaydı... Ve bu yolculukta yanlarında tek bir şey vardı; bir litrelik su şişeleri. Ne ekmek, ne başka bir yiyecek! Su hem daha hayati bir nimetti hem de türbelerini nehir ve dere kenarlarına yapan Yezidiler için kutsaldı. Ayrıca şişelere, sıcaktan korumak ve kolayca taşıyabilmek için perde, nevresim, havlu, çuval ve çorap parçalarından allı güllü kılıflar dikmişlerdi.

Kürşat Bayhan'ın yolu Yezidilerle Nusaybin'e komşu olan Irak'ın Zaho şehrinde kesişti. O anı şöyle anlatıyor Bayhan: “Şengal Dağı'nı ve Dicle Nehri'ni geçerek Suriye'ye, oradan da Zaho'ya gelebilen Yezidileri görünce şoke oldum. Yaşadıkları panik ve yorgunlukları yüzlerinden belliydi. Bir sıra halinde Zaho'ya gelen ailelere gönüllüler ve sivil yardım ekipleri su dağıtıyordu. Yeni su şişelerini alanlar, boyunlarında taşıdıkları renkli ve kılıflı şişeleri yol kenarına bırakıyordu. O andan çok etkilenmiştim. Beni sınıra getiren taksiciyle birlikte şişeleri toplamaya başladık. Şaşkınlıkla bize bakan görevliler ne yaptığımızı anlamadı. 14 şişeyi İstanbul'a getirip fotoğrafladım. Çünkü her biri farklı bir gerçeklik ve yaşanmışlık içeriyordu. Ve tabii ki insanların maruz kaldığı zulüm unutulmamalıydı.” Fotoğraf, heykel, video gibi farklı disiplinlerden 14 sanatçının eserini bir araya getiren sergi 11 Ekim'e kadar görülebilir.

Küratör Anna Zizlsperger: ‘Diyaloğu ve eleştirel düşünmeyi hedefliyoruz"

Serginin küratörlüğünü, Türkiye'de iki yıldır yayınlanan üç aylık exhibist dergisinin sanat danışmanı Alman Anna Zizlsperger yapıyor. Türkiye'de çağdaş sanata odaklanan bağımsız, kâr amacı gütmeyen ve İngilizce yayınlanan exhibist, Avrupa, Amerika ve Asya'da 25'ten fazla noktada okurla buluşuyor. 2013'te sanal yayına başlayan dergi, her sayısında gelecek vaat eden Türkiyeli sanatçılara geniş yer ayırıyor. Çağdaş sanat hakkında makalelere, çağdaş sanat galerilerine ve etkinliklere genel bir bakış sunuyor. Sergide, Kürşat Bayhan ile birlikte İrem Sözen, Civan Özkanoğlu, Gözde İlkin, Arslan Sükan, Sibel Horada, Candaş Şişman, Metin Çelik, Gözde Türkkan, Aslı Narin, Güneş Terkol, Sena, Bora Başkan ve Çağdaş Kahraman olmak üzere 14 sanatçı seçen Zizlsperger, yaratıcılığı, diyaloğu ve eleştirel düşünmeyi hedeflediklerini söylüyor ve ekliyor: “Amacımız çağdaş sanat platformu olmak. Türkiye'ye ilk geldiğimde uluslararası nitelikte birçok sanatçının varlık göstermesine rağmen birçoğunun özellikle de genç olanların yurtdışında duyulmadıklarını ve bu alanda bir eksiklik olduğunu fark ettim. Exhibist'in doğuşu da bu boşluğu doldurmak için oldu. Türkiye'de İngilizce yayın yapan ve Türk çağdaş sanatını konu edinen çok az sayıda dergi vardı. Hem bir platform oluşturmak hem de sanatçılarla yapılan röportajlar, makalelerle bir arşiv niteliği de taşıyoruz. Geçen iki senenin ardından 25 farklı noktada Avrupa'da Türkiye'nin çağdaş sanatının sesi soluğu oluyoruz. Bunların arasında Basel, Viyana, Londra ve Dubai gibi önemli sanat fuarlarının yapıldığı şehirler var. Exhibist genel olarak her sayısında farklı bir konuyu, sanat akımını ve Türkiye'de bu konuda sanat üretimi yapan sanatçıları konu ediniyor. Örneğin 5. sayımızda çağdaş Türk fotoğrafı, 6. sayımızda çağdaş Türk çizerleri konu edinildi. Her sayımızda konunun uzmanlarının yazılarının olduğu bir yelpaze sunuyoruz. Amacımız Türkiye'de sanat üretimi yapan genç sanatçıları Avrupa'daki sanatsever, küratör ve koleksiyonerlerle tanıştırabilmek. Şimdiden dünyanın farklı şehirlerinde kitapçılarla anlaştık. Paris, Newyork, Şikago gibi şehirlerde Exhibist dergisini bulabiliyorsunuz. Geçen iki sene içerisinde çok güzel geri dönüşler aldık. Farklı ülkelerdeki modern sanat müzeleri, küratörler, üniversitenin sanat bölümleri dergimizi talep ediyor. Ayrıca tasarımımız da okuyucular tarafından beğeni topluyor. Belirlediğimiz konular da önemli. Örneğin son sayımızda Türkiye'de Modern Sanat'ın son 10 yılı üzerine bir çalışma yaptık. Bu öğrenciler ve küratörler tarafından çok sevildi."

Eskişehir'de tiyatro kursu başlıyor

$
0
0

Koordinatörlüğünü ve eğitmenliğini Eskişehir Şehir Tiyatrosu sanatçılarının üstlendiği Gençlik Sahnesi Tiyatro Kursu'na başvurular başladı.

12 Ekim'e kadar yapılacak seçmelerde adaylardan doğaçlama yapması, herhangi bir şairimizin bir şiirini hazırlayıp sunması ve başvuru sırasında kendilerine verilecek zorunlu parçayı sunmaları isteniyor. Temel oyunculuk, konuşma sanatı, hareket ve dans eğitimi, dünya tiyatro tarihi ve teorileri dersleri alacak olan öğrencilerde Eskişehir'de ikamet ediyor olmak şartı aranıyor. 18-25 yaş grubu gençlere yönelik eğitimler, ücretsiz kurs kapsamında sezon boyunca Şehir Tiyatroları sahnelerinde devam edecek.

Agatha Christie'nin torunu geliyor

$
0
0

Polisiye edebiyatın önemli isimlerinden biri olan Agatha Christie'nin doğumunun 125. yılı için İstanbul'da düzenlenecek etkinliğe ünlü yazarın torunu Matthew Prichard geliyor.

Matthew Prichard, Pera Palace Hotel Jumeirah'ta 22-24 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan Kara Hafta etkinliğinin onur konuğu olacak. Agatha Christie kitaplarının çevirmeni Çiğdem Öztekin'in moderatörlüğünde 23 Ekim Çarşamba günü 19.00'da “Agatha Christie: Suç ve Ceza” başlıklı bir söyleşi yapılacak. Söyleşide Sevil Atasoy'un yanı sıra Matthew Prichard da konuşmacı olarak yer alacak. 24 Ekim Perşembe günü saat 16.00'da gerçekleştirilecek ‘Bir Şehir Anlatısı Olan Polisiye' başlıklı söyleşiye ise konuşmacı olarak polisiye roman yazarı Celil Oker de katılacak. Altın Kitaplar Yayınevi organizasyonuyla gerçekleşecek olan etkinliklere katılım ücretsiz.

Sylvia Plath'in ‘Çizimler'i çıktı

$
0
0

Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath'in (1932-1963) çizimleri, mektup ve notları ile birlikte yayımlandı.

Kırmızı Kedi Yayınevi'ndan İlknur Özdemir'in çevirisiyle çıkan “Çizimler”de, 44 çizim ve yazarın notları ve mektupları yer alıyor. Eşi Ted Hughes'a 7 Ekim 1956'da yazdığı mektuptan aşağıdaki küçük bir alıntı bile Sylvia Plath'in dünyasını aydınlatmaya yetiyor: “Dünkü gezintimden dönerken eve mor bir dikenli çalı, bir öbek de karahindiba getirdim, her ikisinin de bütün ayrıntılarıyla, sevgiyle resimlerini çizdim; ayrıca bir çaydanlığın ve kestanelerin resmini de çizdim, pek kötü oldular ama üzerinde çalışarak geliştireceğim; resim yapmak içimi huzurla dolduruyor; dua etmekten, gezintilerden, her şeyden daha fazla. Resim yaparken kendimi tamamıyla ona veriyorum, içinde kayboluyorum.”


Hatice Aslan Makedonya'da jüri koltuğunda

$
0
0

Nuri Bilge Ceylan'ın yönettiği ‘Üç Maymun' filmindeki rolüyle pek çok ödül alan Hatice Aslan, Makedonya'da bu yıl 36.sı düzenlenen Uluslararası Manaki Kardeşler Film Festivali'nin jürisinde yer alacak.

Hatice Aslan, festivalin ‘Yeni Avrupa Sineması' kategorisinin jürisi olacak. Daha önce Juliette Binoche, Catherine Denevue, İngiliz aktör Charles Dance, Miki Manojloviç, Daryl Hannah gibi ünlü isimleri ağırlayan festival, 18 Eylül'de başlayacak ve 27 Eylül'de sona erecek. 10 filmin yarışacağı Yeni Avrupa Sineması kategorisinde The Summer of Sangaile, Second Coming, Crumbs, Chromium gibi filmler yer alıyor.

Ruhi Su türkülerle anılıyor

$
0
0

Türk halk müziği sanatçısı Ruhi Su, ölümünün 30. yılında dostları tarafından türkülerle anılacak.

İlk tören, 20 Eylül'de sanatçının Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki kabri başında yapılacak. Aynı günün akşamı saat 20.00'de ise Ruhi Su Dostlar Korosu ile Boğaziçi Caz Korosu Şişli Kent Merkezi'nde sanatçı adına ‘Barış Konseri' verecek. Koro çalışmalarına Emin İgüs'ün sanat yönetmenliği ve Mutlu Ödemiş'in şefliğinde devam ediliyor. Mekânda ayrıca ‘Ruhi Su Fotoğraf Sergisi' de açılacak. Ruhi Su Kültür ve Sanat Derneği ve Şişli Belediyesi'nin işbirliği ile gerçekleştirilen konser, ücretsiz. Kurulduğu ilk yıllarda (1975) tek sesli türküler üzerine çalışan, daha sonraları iki sesli küçük denemelerle çok sesliliğe adım atan Ruhi Su Dostlar Korosu, günümüzde de türküleri çok sesli olarak icra ediyor.

Roger Waters'ın barış belgeseli !f İstanbul'da

$
0
0

Bu yıl, 18-28 Şubat 2016 tarihlerinde İstanbul'da, 3-6 Mart 2016 tarihlerinde ise Ankara ve İzmir'de gerçekleştirilecek 15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, açılışını 5 ay öncesinden özel bir belgesel ile yapıyor.

2013 yazında İstanbul'a da uğradığı ve büyük ses getiren The Wall turnesini Roger Waters'ın gözünden izleyeceğimiz ‘Roger Waters The Wall' belgeseli dünyayla aynı anda 29 Eylül'de Cinemaximum City's Nişantaşı'nda ücretsiz gösterilecek. Bu özel gösterim için sosyal medyadan #DuvardaBarışVar mottosuyla bir çağrı başlatıldı. Son zamanlarda artan barış talebine sinemanın birleştirici gücüyle katkıda bulunmak isteyen !f İstanbul, !f'çilerin fotoğrafını çektikleri ya da dijital ortamda tasarladıkları barış temalı duvar yazılarını Instagram hesaplarında paylaşmalarını istedi. Bu görselleri #DuvardaBarışVar hashtag'iyle paylaşan !f'çilerden en çok beğeni alanlar ise gösterime katılma hakkı kazanacak. 15. yılını kutlayan !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali, festivalin başlayacağı şubat ayına kadar her ay bir etkinlik düzenlemeye edecek.

Klarnetin ustaları Barış Manço için çalacak

$
0
0

Geçtiğimiz hafta başlayan 4. Uluslararası Klarnet Festivali'nin merakla beklenen konserleri dün başladı.

Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi'nde 10 Eylül'de düzenlenen ‘İstanbul Nefes Alıyor' adlı karma resim sergisi ile başlayan festivalde müziğin ustaları Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda sahne alacak. Dün Beyoğlu Gençlik Merkezi'nde düzenlenen Genç Nefesler Klarnet Yarışması ve Ghassan Abu Haltam–Umman Rouh Trio konserinden sonra Cemal Reşit Rey Konser Salonu'ndaki ilk etkinlik bu akşam yapılacak.

Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda Barış Manço anısına Ustaya Saygı Konseri düzenlenecek. Bu özel gecede Barış Manço'nun şarkıları ünlü isimler tarafından yorumlanacak. Saat 20.00'de başlayacak Ustaya Saygı Konseri'nde klarnet virtüözü Serkan Çağrı'ya; Cansu, Doğukan Manço, Fettah Can, Gökhan Tepe, Hakan Aysev, Keremcem, Linet, Mine Mucur, Öykü Gürman, Yavuz Bingöl, Yonca Lodi ve Zara eşlik edecek. Konserin sunuculuğunu Hakan Bilgin, şefliğini ise Orhan Şallıel yapacak.

Gypsy müziğini Türk, caz, funk gibi pek çok müzik türü ile birleştiren ve enerjik performansları ile kısa sürede tanınan NY Gypsy All Star, Hindistan'ın efsanevi perküsyonistlerinden Trilok Gurtu ile aynı sahnede bir araya gelecek. Bu ekibe ayrıca İstanbullu besteci ve piyanist Sabri Tuluğ Tırpan da katılacak. Dünyanın üç köşesinden gelecek ve bir sahnede buluşacak müzisyenlerin heyecanı tüm salonu saracak. Konser yarın akşam saat 20.00'de Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleşecek.

Yunanistan'ın yetiştirdiği en önemli müzisyenlerden George Dalaras ile klarnet sanatçısı Serkan Çağrı'nın birlikte sahne alacağı ‘Sevda Sesleri' konseri ise 19 Eylül Cumartesi akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak. Ege'nin iki kıyısının aşkı, hüznü, coşkusu bu özel buluşmayla sahneye taşınacak.

Festivalin kapanış günü, 20 Eylül'de ise Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda ilk olarak “Djelem Djelem” adlı parçalarıyla tüm dünyada tanınan, Doğu Avrupa'nın geleneksel Çingene ve Yahudi şarkılarını kendilerine özgü bir coşkuyla yorumlayan, 6 farklı kültürü 6 farklı ülkeden müzisyen ile bir araya getiren Barcelona Gipsy Klezmer Orchestra sahne alacak. Sonrasında ise Bulgaristan'ın yetiştirdiği en önemli müzisyenlerden Ivo Papazov, 1978'den beri birlikte çaldığı Trakia Band ile İstanbullulara bir Balkan gecesi yaşatacak.

Mağdurların yasını tutan sanatçı

$
0
0

Türkiyeli sanatseverlerin 2003'teki 8. İstanbul Bienali'nde, Karaköy Perşembe Pazarı'nda iki bina arasındaki boşluğu 1600 ahşap sandalye ile doldurduğu eseriyle tanıdığı Kolombiyalı heykeltıraş Doris Salcedo'nun, 1980'lerden günümüze çeşitli işlerinin yer aldığı retrospektif sergisi Guggenheim New York'ta sergileniyor. Sömürgecilik, ırkçılık ve sosyal adaletsizlik konularına işaret eden sanatçının eserlerinin, mülteci sorununun çokça konuşulduğu bu günlerde söyleyecek çok sözü var.

İç savaş nedeniyle yaşadığı topraklardan ayrılmak zorunda kalan yüz binlerce mültecinin en büyük hayali, şu günlerde bir Avrupa ülkesine ulaşabilmek. Daha iyi bir yaşam hayaliyle yola düşen mülteciler, bir taraftan kapılarını mültecilere açmayan ülkelerin duyarsızlığına öte taraftan, onları saatlerce tren vagonlarına kilitleyen zihniyete maruz kalıyor. Bu zorlu yolculuğu binbir çileyle bitirenleri ise mülteci kimliğinin üzerlerine kondurduğu tepeden bakışı kırmak bekliyor, zira arada büyük sınırlar ve önyargılar var.

Politik işleriyle ünlü Kolombiyalı heykeltıraş Doris Salcedo, bu mülteci olma halini ve sınırları 2008'de Londra'daki Tate Modern'deki 167 metre boyundaki çatlakla dile getirdiğinde büyük yankı uyandırmış ve bu yer yer derinleşen çatlak, ülkeler arasındaki sınırların tehlikelerine dair önemli bir çıkış olarak hafızalara kazınmıştı.

POLİTİK SANATIN ŞİİRSEL DİLİ

Türkiyeli sanatseverlerin 2003'teki 8. İstanbul Bienali'nde, Karaköy Perşembe Pazarı'nda iki bina arasındaki boşluğu 1600 ahşap sandalye ile doldurduğu eseriyle tanıdığı Salcedo'nun 1980'lerden günümüze çeşitli işlerinin yer aldığı retrospektif sergisi ise Guggenheim New York'ta sergileniyor. Sömürgecilik, ırkçılık ve sosyal adaletsizlik konularına işaret eden sanatçının eserleri, mülteci sorununun çokça konuşulduğu bu günlerde kuşkusuz muhataplarına çok şey söylüyor.

Salcedo, 1958'de Kolombiya'nın politik şiddet ile kıvrandığı zamanlarda dünyaya gelir. Uyuşturucu kartelleri ile hükümet güçleri arasında kalan yüz binlerce sivilin öldüğü bu kanlı dönemlerin gölgesinde sanat eğitimi alan sanatçının 1980'lerde yolu New York'a düşer ve burada işler üretir. Sanatıyla, ülkesindeki bu kötücül hallerinin kaydını tutan ve buralara pek çok göndermede bulunan Salcedo'nun sandalyelerde, dolaplarda ve masalarda kısaca eşyada bulduğu bu ses ya da çığlık, kendi geçmişinden izler taşıyor. Senelerdir Kolombiya'da işkence, adam kaçırma, tecavüz ve cinayet gibi sarsıcı hikâyeleri toplayarak kendi eserlerinde bu insanların bir nevi yasını tutuyor.

Salcedo'nun Guggenheim New York'taki sergide çimentolarla kaplanmış sandalyeleri, insan saçlarıyla kaplanmış masaları büyük ilgi görürken, sanatçı eserleriyle acıya ve travmaya dikkat çekiyor. Galerideki demir çubuklara geçirilmiş beyaz gömlekler, bunu sarsıcı bir şekilde başarıyor. 1988'de askerler tarafından desteklenen suikastçıların kaçırdığı ve daha sonra öldürülen tarım işçilerine gönderme yapan eser, bu acılı hikâyeyi yeniden kurguluyor. Çimentoyla kaplanmış mobilyalar ise tarihin bu ağır yüküyle yüzleşmeye çağırıyor izleyeni. Salcedo'nun bu politik eserleri empati kurmaya açık bir dile dönüşürken, sanatsevere beraberince götüreceği değerli bir deneyim sunuyor.

GÜL YAPRAKLARIYLA OLUŞTURULAN DUYARLIK

Salcedo'nun, ölüm ile hayat arasındaki bağa göndermede bulunduğu ve gül yapraklarını bir dantel gibi birbirine bağlayarak örtü gibi yere serdiği A Flor de Piel (çiçek gibi cilt) adlı eseri ise üzerinde uzun uzun düşünülmeyi hak ediyor. Sanatçının, kaçırıldıktan sonra işkenceyle öldürülen Kolombiyalı bir hemşirenin sarsıcı hikâyesinden esinlenerek yaptığı eser, müzenin üst katında o hemşirenin ardından geç kalınmış bir cenaze merasimi, bir ağıt gibi karşılıyor ziyaretçileri. Salcedo'nun bir deri görüntüsü veren bu eserine uygun gördüğü isim de önemli, zira “a flor de piel” İspanyolcada, duyarlılık, hüzün ve hemen dikkat çeken duygu anlamına geliyor. Salcedo, gül yaprakları kullanmanın epey zorlu ve maceralı bir uğraş olduğunu dile getirirken, böyle güçlü ve kederli bir hikâye için bu çiçeği tercih ettiğini anlatıyor. Sanatçının bu şiirsel dili güçlü bir anlatım sunarken, öte taraftan sanatın, tarihin o acılı ve ağır yüklerine karşı nasıl etkili bir ses olabileceğinin açık ifadesi oluyor. Salcedo'nun Guggenheim New York'ta retrospektifi 12 Ekim'e ziyaretçilerini insanlığın acılarıyla yüzleştirmeye devam edecek.

Sanat ne içindir?

$
0
0

Geçtiğimiz yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü'nü alan Guruldayan Kalpler, nihayet gösterime giriyor.

Sıradan vatandaş ile çağdaş sanat arasındaki bağa dair eğlenceli bir hikâyeye sahip filmde hayatı boyunca varoşta yaşamış Yaşar, arkadaşları tarafından kandırılıp hırsızlık yapmak için girdiği atölyede yakalanır ama hırsızlık yapmaya gittiği yerin sahibi tarafından işe alınır. Çalışmaya başladığı yer, modern sanat heykellerinin yapıldığı bir atölyedir.

Bitmez bu labirent

$
0
0

Geçtiğimiz yıl gösterime giren Labirent / Maze Runner filminin devamında Thomas liderliğindeki gençler birbiriyle sınanır.

James Dashner'in çok satan bilim-kurgu romanlarından uyarlanan serinin ikincisinde Thomas ve arkadaşları en zorlu mücadelelerini vermeye hazırlanır. ‘İsyan' olarak bilinen güçlü organizasyon hakkında ipuçlarına ulaşmaya çalışan ekip, tehlikelerle dolu ıssız topraklarda, bilmedikleri gruplarla tanışır. Kayranlılar, direnişçilerle birlikte isyanın üstesinden gelmek ve asıl düşmanlarıyla savaşmak için çabalar.


Buralar sana göre değil

$
0
0

İçimdeki Yangın, Tutsak, Düşman filmlerinin yönetmeni Denis Villeneuve'un yeni filmi Sicario, adını Meksika'daki kiralık katillerden, yani tetikçilerden alıyor.

ABD ve Meksika arasındaki sınırda görevli FBI ajanı Kate Macer, Meksikalı kartelin ölüm evini ortaya çıkarınca bu keşfinin hem global hem de kişisel sonuçları olur. Kate, özel ajan Matt Graver ile birlikte Alejandro adındaki Kolombiyalı ajan tarafından gizli operasyonlara alınır. Kate, kendini acımasız kartellerin, çılgın suikastçıların ve binlerce masumun içinde olduğu gizli bir savaşın içinde bulur.

Dağlar, dağladı bizi

$
0
0

Geçtiğimiz hafta sona eren 72. Venedik Film Festivali'nin açılış filmi Everest, beklentileri karşılamaktan bir hayli uzak.

Elbette ki Baltasar Korm·kur'dan Roland Emmerich tarzı, bol bilgisayar efektli bir felaket filmi beklenmiyordu. Fakat, adamakıllı tek bir karakteri olmayan, senaryosu olduğu da şüpheli bir filmle karşılaşmak en hafif ifadesiyle hayal kırıklığına neden oluyor.

1996'da yaşanan gerçek bir olaydan uyarlanan film, ciddi senaryo sorunlarıyla sıkıcı bir seyirliğe dönüşüyor. Dünyanın en yüksek dağının zirvesine ulaşma çabasını konu alan film, yüksek ücretler (65 bin dolar) karşılığında Everest'e tırmanma turları düzenleyen iki ekibin hikâyesini anlatıyor. Rob Hall ve Scott Fisher liderliğindeki ekipler, hava şartlarının kötüleşmesi ve dağ güzergahında yaşanan sıkıntılardan dolayı güçlerini birleştirir ve tek ekip olarak yola devam eder. Ekipte herkesin dağa çıkmak için farklı bir ‘neden'i vardır. Dünyanın en yüksek dağının zirvesine çıkmak ise oradan inmekten daha kolay olacaktır…

İzlandalı yönetmen Baltasar Korm·kur, ilk filmi 101 Reykjavík'ten (2000) hatırlanacağı gibi ‘kar hikâyeleri' anlatma konusunda hiç sıkıntı çekmeyen bir isim. Everest'in tek kusursuz yanı da, dünyanın çatısındaki bu dağın nefes kesici fotoğrafları. Korm·kur, insanoğlu ile dağ (doğa) arasındaki mücadeleyi etkileyici karelerle hissettiriyor.

Karakterlerin motivasyonlarına dair çok büyük boşluklar var filmde. Çatışması, karakter skalası, motivasyonu ve hatta esaslı bir karakteri olmayan senaryonun boşluğunu doldurmak ve nihayetinde filmi kurtarmak için yönetmenin yaptığı ‘numaralar', bir süre sonra acıklı bir hal alıyor. Kamera hareketleri, kaydırmalar, flu çekimler... Baltasar Korm·kur'un yaptığı tüm hamleler, Everest'i canlandırma belgesel kıvamından hallice yapmaya yetmiyor. Böylesi bir filmde, bu kadar yıldız oyuncuyu bir araya toplamak da anlamsız. Evde telefon bekleyen kadının (Keira Knightley) ya da hikâyede hiçbir şeyi değiştirmeyen birkaç sahnelik rolün (Jake Gyllenhaal) yıldız oyunculara verilmesinin amacı ne? Her şey seyirciyi şaşırtmak ama bu şaşkınlığın devamında salondan eli boş göndermek için mi? Yoksa kırmızı halıda patlayacak flaşlar için mi?

Bildik felaket filmlerinden olmamak için gayret gösteren Everest, onlardan biri olmamayı başarıyor. Fakat ‘gerçekçilik' takıntısıyla en az onlar kadar sıkıcı ve salondan çıktıktan sonra geriye bir şey bırakmayan bir yapım.

Bir lahza-i taahhur [VİZYONDAKİLER]

$
0
0

Tevfik Fikret'in o ünlü şiirini bilenler için Georg Elser'i anlamak zor değil. Bir Lahza-i Taahhur, başarısız bir suikast girişimine yakılmış ağıttır.

21 Temmuz 1905 günü Yıldız Camii'nde cuma selamlığına çıkan 2. Abdülhamit, Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile sohbete koyulunca 1 dakika 42 saniye farkla bombalı suikast girişiminden kurtulur. Patlama sonucu üçü asker, 26 kişi hayatını kaybeder.

Hitler'e Suikast / Elser filmi, ister istemez bu tarihi olayı hatırlatıyor. Ve tabii ki Tevfik Fikret'in “Ey şanlı avcı, dâmını bî;hûde kurmadın! / Atdın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!” dizelerini… Oliver Hirschbiegel'in yönettiği film, benzer bir başarısız suikast girişimini konu alıyor. Üçüncü Reich döneminde Nazi askerlerinin Polonya'yı işgalinden iki ay sonra, 8 Kasım 1939 günü Georg Elser (Christian Friedel), Hitler'in Münih'te konuşma yapacağı Bürgerbräukeller salonuna bomba yerleştirir. Ancak konuşmasını kısa tutan Hitler, 13 dakika ile suikasttan kurtulur. O sırada Elser, İsviçre sınırından geçmeye çalışırken Gestapo yöneticisi Heinrich Müller tarafından yakalanıp sorguya çekilir. Üzerinden suikast düzeneği ile salonun planları çıkar. Günler süren işkence seanslarının ardından sevdikleri işin içine girince 1932'den başlayarak her şeyi anlatır.

MUTSUZ TOPLUMLARIN BENZERLİĞİ

Deney (2001) ve Çöküş (2004) filmleriyle tanınan Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel, başarısız İngilizce filmlerden (İstila, Cennette Beş Dakika, Diana) sonra özüne dönerek, Hitler'e Suikast ile iyi bildiği Hitler Almanya'sına gidiyor. Yönetmen, suikast planının ince ayrıntılarından ziyade, 1930'ların başında serseri âşık olarak gününü gün eden apolitik bir gencin nasıl olup da suikastçıya dönüştüğünü anlamaya çalışıyor. Filmin asıl derdi, sıradan bir marangoz olan Georg Elser'in kim olduğunu ve hangi motivasyonla ve nasıl bir süreç sonunda böylesi bir işe soyunduğunu göstermek. Yine Tevfik Fikret'e dönersek, “Ey darbe-i mübeccele, ey dûd-i müntakim, / Kimsin? Nesin? Bu salvete sâik, sebeb ne? Kim?”…

Baskıcı bir sistemin, sıradan bir adamı terörize ederek, düşmanını kendi eliyle üreteceği tezini işliyor Hitler'e Suikast. Filmi izlerken, otoriter yönetimlerin yöntemlerinin nasıl da birbirine benzediğini bir kez daha fark ediyoruz. Toplumun, yapılacak her türlü hukuksuzluğa hazırlanmasında medyanın kullanımı (bkz. Havuz medyası), sinema filmlerinin iktidar odaklı çarpıtılmış tarih yazımındaki etkisi (yakın zaman önce vizyona giren proje filmleri hatırlayalım), toplumu ayrıştırmak için kullanılan argümanlar, nihayetinde soykırıma kadar uzanan ötekileştirmenin ilk tohumları…

Günümüz Türkiye'siyle paralel okuyabileceğiniz bir hikâye anlatıyor Oliver Hirschbiegel. Filmde birkaç defa tekrar edilen “Onlardan değilsen iş bulman zor” repliği bugünün mottosu gibi. Madenden çelik fabrikasına, gündelik işlerden müziğe kadar her alanda ‘yandaş istihdamı'nın geçerli olduğu bir dönemde yetişen Georg Elser, ne marangoz ne fabrika işçisi ne de iyi bir müzisyen olarak iş bulabilir; üstelik saf kan Alman olmasına rağmen! Bugün, yıllardır adım atamadıkları devlet televizyonunun pastasından pay koparabilmek için insanları, grupları, kitleleri hain ilan eden, yandaş gazetelere köpüklü ağzıyla röportaj veren kerli ferli ‘sanatçı'ları görünce 1930'ların Almanya'sında aynı durumu anlatan bir filme fazla da şaşıramıyoruz.

BEYAZ BANT'TAN ELSER'E…

Yaşadığımız Türkiye'nin alegorisi gibi izlenmeye müsait olması bir yana, Hitler'e Suikast'ın hatırlattığı bir büyük film var. Michael Haneke'nin Altın Palmiye'li filmi Beyaz Bant (2010), Almanya'nın kuzeyinde bir köyde, 1. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde yaşanan bir dizi ‘kaza'yı konu alıyordu. Yine Christian Friedel'in oynadığı filmde bir köy öğretmeninin tanık olduğu olaylar üzerinden Nazizm'in kökenine yolculuk yapmıştı Haneke. Hitler'e Suikast, Almanya'nın güneyindeki Konstanz'da, gücü arkasına alan kifayetsiz muhterislerin nelere cüret edebileceğini ve işi nereye kadar götürebileceğini gösteriyor. En acısı ise her şey olup bittikten, milyonlarca insan öldükten sonra Georg Elser'in dudağından dökülen, “Bir insan nasıl bu kadar başarısız olabilir!” cümlesi.

Otoriterliğin kısa tarihi niyetine izlenebilecek ideal bir film Hitler'e Suikast. Öte yandan, bugün ile geçmiş arasında sosyal, ahlaki ve toplumsal mukayeseler yapmak için de iyi bir fırsat.

Devlet Tiyatrosu, Romeo ve Juliett arıyor

$
0
0

İstanbul Devlet Tiyatrosu, bu sezon repertuvarına aldığı William Shakespeare'in Romeo-Juliet adlı oyunu için başrol adayları arıyor.

19 Eylül'de saat 14.30'da, 20 Eylül'de saat 10.00'da ise Üsküdar Tekel Sahnesi'nde oyun için kast seçmeleri yapılacak. Seçmelere katılacak aktör adayların; Romeo'nun monoloğu (Romeo ve Juliet'in balkon sahnesi ve Romeo ve Juliet'in mezar sahnelerini), aktrislerin ise Juliet'in zehri içerken monoloğu, Romeo ve Juliet'in balkon sahnesini ve Romeo ve Juliet'in mezar sahnesini; dansçı adayların ise 120 saniyeyi geçmeyecek kendi seçtikleri müzik eşliğinde bir özgün koreografi ile katılmaları zorunlu. Seçmelere girecek adayların tiyatro, dans ya da bale okulu mezunu olmaları şart.

Ben kısaca ‘başka bir FD'

$
0
0

Önümüzdeki yıl sanat hayatının 20.yılını kutlayacak olan Feridun Düzağaç'ın 9. albümü ‘Başka' ekimde yayınlanacak.

10 şarkıdan oluşan albümde, söz ve bestesi Ata Akağ'a ait ‘Olmasaydın' ve ‘Sorma' şarkısının bestesi dışındaki 7 şarkının söz ve müziği Feridun Düzağaç'a ait. Albümde bir de Oya Erkaya Arman'ın yeni düzenlemesi ile ilk kez 1996 yılında yayınlanmış en sevilen FD şarkılarından ‘Beyaz' yer alıyor. Sony Music'ten çıkacak albümün çıkış şarkısı ise sözleri ve bestesi Feridun Düzağaç'a, düzenlemesi ise sanatçının dostları Can Alper ve Arıkan Sırakaya'ya ait ‘Bi Çare', 18 Eylül'den itibaren radyolarda ve iTunes'da dinlenebilecek. Albümün şarkı listesi ise şöyle: Bi' Çare, Olmaz, Kül – Demli Versiyon, Olmasaydın feat. YAYA, Sorma, Bi' Çare – Başka Versiyon, Ah O His, Kül, Fer, Beyaz – 1996.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live