Dev bir sektör haline gelen TV dizileri tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından izleniyor. Klasikleşmiş Amerikan dizileri hakkında akademik kitaplar, makaleler, derinlikli analizler ve eleştiriler yayınlanıyor. Bazı yazarlarsa dizileri tefrika romanlara benzetiyor. Yeni tartışma konusu şu: Diziler yeni çağın klasikleri mi olabilir mi?
Geçenlerde, annemin TV'de usta oyuncu Halil Ergün'ün başrolünde oynadığı Yaprak Dökümü dizisinin (2006) bölüm tekrarlarını da seyrettiğini öğrendim. İlk yayınlarını büyük dikkatle seyrettiği halde, tekrarlarının da takipçisi olmasına anlam veremediğimi söyleyince, şöyle açıkladı: “Aynı, hayat!”
Aklıma Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ındaki meşhur epigraf cümlesi geldi: “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç!” İnsanların, özellikle de TV dizilerinin müptelası olanların, ekranda dönüp duran hikâyelerle kendi hayatları arasında bağ kurması elbette ki şaşırtıcı değil. Tıpkı romanlar gibi. Büyük romanların pek çoğu da, TV dizilerinde olduğu gibi, okurlarının hayatlarındaki akisleri ölçüsünde “başarılı” bulunur. Hikâyeler “bizi anlattıkça” ünlenir, popüler hâle gelir. Zamanla, Italo Calvino'nun “Klasikleri Niçin Okumalı?” (1986) kitabında da belirttiği gibi, belli çevrelerde sürekli üzerine konuşulan ve konuşuldukça bilinirleşen, haliyle de hiç kimsenin “ilk kez” okumadığı, hep “yeniden okunan” bir esere dönüşür. İşte TV dizileri de, bilhassa Amerikan TV'lerinde yayınlanıp son yıllarda bütün dünyaya internet vasıtasıyla ulaşanlar, sanki Calvino'nun “klasik” ölçütlerine adım adım yaklaşıyor.
DALLAS'TAN GAME OF THRONES'A...
Türk halkı için Amerikan TV dizileri yeni bir fenomen değil. TRT'nin tek kanal olduğu zamanlardan bu yana Amerikan dizileri, Türkçe dublajla yayınlandı. ABD'de 1963-67 yılları arasında yayınlanan The Fugitive (Kaçak) dizisi, 1970'lerde Türkiye'de büyük ilgi gördü. İçinde televizyon olan evlerin, dizinin yayınlandığı saatlerde misafirle dolup taştığı rivayet edilir. O yılları yaşayanlar diziyi daha dün seyretmiş gibi detaylıca anlatabilirler. Amerika'da 13 yıl süren Dallas isimli dizi de, Türkiye'de çok sayıda seyirci edinmişti. Bugün bile belli bir yaş grubunun rahatlıkla Dallas'taki isimleri (Ceyar/JR sözgelimi) ve hikâyelerini hâlâ konuştuğundan emin olabilirsiniz. Bu seyirci kitlesi, muhtemelen, Türk TV dizilerinin bugünkü hedef kitlesi durumunda.
Ancak geçen sürede Amerikan TV dizi sektörü, Avrupalı bazı yapımlarla birlikte (özellikle BBC dizileri), kendini çok geliştirdi. Sektör, ABD'de milyonlarca seyirciye ulaşan ve devasa bütçeli yapımlarla bütün dünyaya yayıldı. Sözgelimi HBO kanalının yapımı Game of Thrones (Taht Oyunları) yıllık 50-60 milyon dolarlık bütçeyle çekiliyor (Wall Street Journal'ın haberine göre, dizi ancak kendi masrafını karşılayabiliyor) ve her sezonda sadece 10 bölüm yayınlanıyor. İki ay önceki beşinci sezon finalini, TV'de ilk yayınlandığında 8 milyondan fazla kişi seyretmişti. Dizinin uyarlandığı kitap serisi (“A Song of Ice and Fire”, R.R. Martin) satışlarını ve çeviri sayısını hayli artırdı. Bununla birlikte dizinin bölümleri Çin'de, Avustralya'da, Kanada'da, İngiltere'de ve dünyanın birçok ülkesinde anlaşmalı kanallarda yayınlanıyor. Ayrıca dizinin internet ağları (“Bittorent” mesela) üzerinden de milyonlarca kişiye ulaştığını biliyoruz. Bu dizinin Türkiye'de de çok sayıda takipçisi var. Üstelik Game of Thrones, sektördeki dizilerden yalnızca biri. The Wire, Lost, Breaking Bad, Mad Men gibi hem Türkiye'de hem de dünyada kült hâline gelmiş yapımlar, seyirciler için belli bir çıta oluşturuyor. Bu çıta, hem yapımların teknik ayrıntılarına hem de senaryolarındaki ustalığa göre belirleniyor.
DİZİLER TEFRİKA ROMAN GİBİ
Yukarıda ismini verdiğim dizilerin hemen hepsi hakkında akademik kitaplar, makaleler, karakterlerin iç dünyaları hakkında derinlikli analizler, uzun dosya haberleri ya da tıpkı edebiyat eserlerinde olduğu gibi nitelikli eleştiriler kaleme alınıyor. Dahası, seyirciler bu dizilerden edindikleri izlenimleri sosyal medyada paylaşıp tartışıyor. Bu dizilerin bir kısmı, Charles Dickens'la ya da Henry James'le birlikte anılıyor. Bazı yazarlar bunu tefrika romanlara benzetiyor. Birkaç yıl önce (henüz ortaya bir şey çıkmasa da) Amerika'da bilimkurgu bir TV dizisi senaryosu için çalışmalara başlayan Salman Rushdie de, bugünkü TV dizilerinin “kreatif kurgu yazarları” için en iyi ortam olduğunu savunuyor.
Şimdiki gençler, seyrettikleri Amerikan dizilerini yaşlanınca tekrar seyredip, Italo Calvino'nun klasikler için öngördüğü gibi, daha fazla “güzellik” çıkaracaklar mıdır, bilinmez. Ancak televizyonun hayatımızı etkilediği ve çocuklarımızın hayatını da etkileyeceği açık.