Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Eserlerin bedelini alıcılar belirleyecek

$
0
0

Osmanlı'nın ve Avrupa'nın farklı dönemlerine ait eserlerin de aralarında bulunduğu yaklaşık 200 parça eser, Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi'nde gerçekleştirilecek müzayedede bedelsiz olarak satışa sunulacak.

19 Ağustos Çarşamba günü saat 17.00'de yapılacak müzayedede eserler, açılış fiyatı belirtilmeden, teklif usulü artırma ile satılacak. Antikaya ve eski eserlere ilgi duyan herkese açık olacak müzayedede satılacak parçalar arasında; 19. yüzyıl Osmanlı dönemine ait eserler, Osmanlı ve Avrupa dönemi mobilyalar, ustaların elinden çıkmış hat sanatının nadide parçaları, tablolar, eski gazeteler, kılıçlar, yemek takımları yer alıyor. Sultan Abdülmecid Han'ın tuğralı ahşap üzerine yapılmış yağlıboya tablosu, Avrupa çocuk arabaları, Osmanlı saltanat armalı 9 çekmeceli yazı masası ve hokka takımları, Kütahya işi özel yapım Mekke ve Medine tasvirli hilye-i şerif, alem, askılı toplar ve kahve soğutucuları, İngiliz dondurmalık, çikolatalık ve çeşitli boyutlardaki kaplardan oluşan yemek takımı, Kütahya işi çini sehpa da satışa sunulan parçalar arasında. 200 parçalık müzayedede satışa sunulacak eserleri önce görmek isteyenler Çukurcuma Müzayede Kültür ve Sanat Evi'ni ya da www.cukurcumamuzayede.com sitesini ziyaret edebilirler.


TV dizileri yeni çağın klasikleri olabilir mi?

$
0
0

Dev bir sektör haline gelen TV dizileri tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından izleniyor. Klasikleşmiş Amerikan dizileri hakkında akademik kitaplar, makaleler, derinlikli analizler ve eleştiriler yayınlanıyor. Bazı yazarlarsa dizileri tefrika romanlara benzetiyor. Yeni tartışma konusu şu: Diziler yeni çağın klasikleri mi olabilir mi?

Geçenlerde, annemin TV'de usta oyuncu Halil Ergün'ün başrolünde oynadığı Yaprak Dökümü dizisinin (2006) bölüm tekrarlarını da seyrettiğini öğrendim. İlk yayınlarını büyük dikkatle seyrettiği halde, tekrarlarının da takipçisi olmasına anlam veremediğimi söyleyince, şöyle açıkladı: “Aynı, hayat!”

Aklıma Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ındaki meşhur epigraf cümlesi geldi: “Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz, yazı hariç!” İnsanların, özellikle de TV dizilerinin müptelası olanların, ekranda dönüp duran hikâyelerle kendi hayatları arasında bağ kurması elbette ki şaşırtıcı değil. Tıpkı romanlar gibi. Büyük romanların pek çoğu da, TV dizilerinde olduğu gibi, okurlarının hayatlarındaki akisleri ölçüsünde “başarılı” bulunur. Hikâyeler “bizi anlattıkça” ünlenir, popüler hâle gelir. Zamanla, Italo Calvino'nun “Klasikleri Niçin Okumalı?” (1986) kitabında da belirttiği gibi, belli çevrelerde sürekli üzerine konuşulan ve konuşuldukça bilinirleşen, haliyle de hiç kimsenin “ilk kez” okumadığı, hep “yeniden okunan” bir esere dönüşür. İşte TV dizileri de, bilhassa Amerikan TV'lerinde yayınlanıp son yıllarda bütün dünyaya internet vasıtasıyla ulaşanlar, sanki Calvino'nun “klasik” ölçütlerine adım adım yaklaşıyor.

DALLAS'TAN GAME OF THRONES'A...

Türk halkı için Amerikan TV dizileri yeni bir fenomen değil. TRT'nin tek kanal olduğu zamanlardan bu yana Amerikan dizileri, Türkçe dublajla yayınlandı. ABD'de 1963-67 yılları arasında yayınlanan The Fugitive (Kaçak) dizisi, 1970'lerde Türkiye'de büyük ilgi gördü. İçinde televizyon olan evlerin, dizinin yayınlandığı saatlerde misafirle dolup taştığı rivayet edilir. O yılları yaşayanlar diziyi daha dün seyretmiş gibi detaylıca anlatabilirler. Amerika'da 13 yıl süren Dallas isimli dizi de, Türkiye'de çok sayıda seyirci edinmişti. Bugün bile belli bir yaş grubunun rahatlıkla Dallas'taki isimleri (Ceyar/JR sözgelimi) ve hikâyelerini hâlâ konuştuğundan emin olabilirsiniz. Bu seyirci kitlesi, muhtemelen, Türk TV dizilerinin bugünkü hedef kitlesi durumunda.

Ancak geçen sürede Amerikan TV dizi sektörü, Avrupalı bazı yapımlarla birlikte (özellikle BBC dizileri), kendini çok geliştirdi. Sektör, ABD'de milyonlarca seyirciye ulaşan ve devasa bütçeli yapımlarla bütün dünyaya yayıldı. Sözgelimi HBO kanalının yapımı Game of Thrones (Taht Oyunları) yıllık 50-60 milyon dolarlık bütçeyle çekiliyor (Wall Street Journal'ın haberine göre, dizi ancak kendi masrafını karşılayabiliyor) ve her sezonda sadece 10 bölüm yayınlanıyor. İki ay önceki beşinci sezon finalini, TV'de ilk yayınlandığında 8 milyondan fazla kişi seyretmişti. Dizinin uyarlandığı kitap serisi (“A Song of Ice and Fire”, R.R. Martin) satışlarını ve çeviri sayısını hayli artırdı. Bununla birlikte dizinin bölümleri Çin'de, Avustralya'da, Kanada'da, İngiltere'de ve dünyanın birçok ülkesinde anlaşmalı kanallarda yayınlanıyor. Ayrıca dizinin internet ağları (“Bittorent” mesela) üzerinden de milyonlarca kişiye ulaştığını biliyoruz. Bu dizinin Türkiye'de de çok sayıda takipçisi var. Üstelik Game of Thrones, sektördeki dizilerden yalnızca biri. The Wire, Lost, Breaking Bad, Mad Men gibi hem Türkiye'de hem de dünyada kült hâline gelmiş yapımlar, seyirciler için belli bir çıta oluşturuyor. Bu çıta, hem yapımların teknik ayrıntılarına hem de senaryolarındaki ustalığa göre belirleniyor.

DİZİLER TEFRİKA ROMAN GİBİ

Yukarıda ismini verdiğim dizilerin hemen hepsi hakkında akademik kitaplar, makaleler, karakterlerin iç dünyaları hakkında derinlikli analizler, uzun dosya haberleri ya da tıpkı edebiyat eserlerinde olduğu gibi nitelikli eleştiriler kaleme alınıyor. Dahası, seyirciler bu dizilerden edindikleri izlenimleri sosyal medyada paylaşıp tartışıyor. Bu dizilerin bir kısmı, Charles Dickens'la ya da Henry James'le birlikte anılıyor. Bazı yazarlar bunu tefrika romanlara benzetiyor. Birkaç yıl önce (henüz ortaya bir şey çıkmasa da) Amerika'da bilimkurgu bir TV dizisi senaryosu için çalışmalara başlayan Salman Rushdie de, bugünkü TV dizilerinin “kreatif kurgu yazarları” için en iyi ortam olduğunu savunuyor.

Şimdiki gençler, seyrettikleri Amerikan dizilerini yaşlanınca tekrar seyredip, Italo Calvino'nun klasikler için öngördüğü gibi, daha fazla “güzellik” çıkaracaklar mıdır, bilinmez. Ancak televizyonun hayatımızı etkilediği ve çocuklarımızın hayatını da etkileyeceği açık.

Jurnal'de ustalar ders verecek

$
0
0

Bilgiyi, farkındalığı, özgürleşmeyi vaat eden Akademi Jurnal, eylül ayında Asmalımescit'teki yerinde kapılarını açıyor.

Akademide iki yıl süreli tiyatro okulunun yanı sıra sanatın hemen her alanında atölyeler, seminerler, etkinlikler düzenlenecek ve meslekî; eğitimler verilecek. Ustalarla birlikte yorumlama ve üretmeyi hedefleyen Jurnal'de, katılımcılara eylül ayından itibaren sinema, oyunculuk, edebiyat, sanat tarihi, tasarım ve kişisel gelişim dersleri verilecek. Derslerde Ümit Ünal, Teoman Kumbaracıbaşı, Fırat Tanış, Ragıp Yavuz, Ceyda Aşar, Hakan Bıçakçı, Yelda Yalaman, Meral Kumral, Yeşim Ertem rehberlik edecek. Nazan Kesal, Ercan Kesal, Selim İleri, Mario Levi, Murat Düzgünoğlu ise atölyelerin konukları arasında. (0535 617 50 71) KÜLTÜR-SANAT

Safranbolu, belgesel filmleri bekliyor

$
0
0

Dünyanın saygın belgesel sinemacılarının filmlerinin katıldığı Uluslararası Safranbolu Altın Safran Belgesel Film Yarışması için geri sayım başladı.

“Kültürel Miras ve Korumacılık” ana temasıyla 9-11 Ekim 2015 tarihleri arasında 16'ncı kez düzenlenecek Türkiye'nin ilk belgesel film festivalinde bu yıl fotoğraf yarışması da gerçekleşecek. Festivalin bu yılki yan teması ise UNESCO tarafından 2015 yılının “ışık yılı” olarak belirlenmesi nedeniyle “mimaride ışık” olarak seçildi. Festival kapsamında UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan Safranbolu, çok sayıda kültürel etkinliğe de ev sahipliği yapacak. Belgesellerin profesyonel ve amatör olmak üzere iki kategoride değerlendirileceği belgesel film yarışmasına 9 Eylül 2015'e kadar 2011-2015 yılları arasında çekilmiş eserler ile başvuruda bulunulabilecek. (www.altinsafran.org) KÜLTÜR-SANAT

Denizli'de 5000 yıllık yerleşim yeri bulundu

$
0
0

Denizli'nin Çivril ilçesinde bulunan Beycesultan Höyüğü'nde yapılan kazılar sonucunda yeni bir yerleşim yeri ortaya çıkarıldı.

5000 yıllık geçmişe sahip yerleşimde bulunan iskelet ve toprak kaplarının şu ana kadar literatüre girmediği belirlendi. Kazılar, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü'nden Prof. Dr. Eşref Abay başkanlığında, aralarında Arkeolog Yrd. Doç. Fulya Dedeoğlu ve Zoolog Yrd. Doç. Gülçin İlgezdi'nin de bulunduğu 60 kişilik bir ekip tarafından yürütülüyor. Gün ışığına çıkarılan yeni parçaların yerleşim yeri ile ilgili yeni bilgiler sağlaması bekleniyor.

Yerleşim bakımından Batı Anadolu'nun kıyı kesimi ve iç kesiminin yanı sıra Anadolu'nun orta ve güney kesimine açılan bölgeleri birbirine bağlayan doğal güzergâhlar üzerinde yer almasıyla son derece stratejik bir konuma sahip. Kalkolitik Çağ'dan Bronz Çağı'na, Bizans İmparatorluğu'na kadar oldukça geniş bir tarih aralığında yerleşim yeri olarak kullanılmış olan tarihi höyükte ortaya çıkarılan eserlerin bazıları Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde ve Pamukkale Hierapolis Müzesi'nde sergileniyor. Beycesultan'da bulunan, Luvi dilinde yazılmış olan ve MÖ 2000'li yıllara tarihlenen hiyeroglif mühür üzerinde tartışmalar devam ederken, Anadolu tarihinin erken dönemlerine yönelik sorular da gündeme gelmişti. KÜLTÜR-SANAT

Çanakkale gazileri Avustralya'da

$
0
0

Çanakkale Savaşı'nın 100. yılı etkinlikleri kapsamında İstanbul, Ankara ve İzmir'de açılan “Unutulmayan Anılar ile Çanakkale Kara Savaşı” fotoğraf sergisi şimdi de savaşın diğer yakası Avustralya'da. Şimdiden iki şehirde açılan sergi, önümüzdeki günlerde üç şehri daha ziyaret edecek.

Vedat Açıkalın, 1990'da Çanakkale Savaşı'nın 75. yıl törenleri için fotomuhabiri olarak Avustralya'dan Türkiye'ye gelir. Burada yaşları 94 ile 102 arasında değişen Türk gaziler ile Anzak askerleri bir araya gelmiştir. İki karşı cephenin askerleri arasında duygusal anlar yaşanır. Bu manzarayı gören Açıkalın, dünyanın en zor savaşlarından birinin tanığı olan bu bir avuç insanın, savaşın 100. yılını göremeyeceklerini düşünür. Hemen orada, bir karar verir: Çanakkale gazilerinin hem savaş anılarını dinleyecek hem de fotoğraflarını çekecektir. Bu, sadece bir düşünce olarak kalmaz. Vedat Açıkalın düşüncesini hayata geçirir ve Çanakkale Savaşı'nın son tanıklarını ve hatıralarını unutulup gitmekten kurtarır.

Vedat Açıkalın, 25 yıl önce savaşın geçtiği alanda ilk adımını attığı çalışmayı bu yıl, Çanakkale Savaşları'nın 100. yılında “Unutulmayan Anılar ile Çanakkale Kara Savaşı” adlı bir sergiyle ortaya çıkardı. Sergi, Mart ve Nisan aylarında İstanbul, Ankara ve İzmir'de açıldı; şimdi ise savaşın diğer yakasına, Avustralya'ya taşındı. Çanakkale gazilerinin fotoğraf ve hatıraları, bu ülkede birçok merkezde izleyicilerin ilgisine sunulacak. Avustralya turunun ilk durağı ülkenin güneydoğusundaki Tazmanya adasının başkenti Hobart. 30 Temmuz'da açılan sergiye 2002 yılında 103 yaşında hayata veda eden Avustralya'dan Çanakkale savaşının son tanığı Alec Campbell'in dokuzuncu çocuğu Felicity Tangney katıldı. Tangney, geçtiğimiz nisan ayında Çanakkale'de düzenlenen törenlere Türkiye'nin son gazisi, 1994'te 108 yaşında aramızdan ayrılan Hüseyin Kaçmaz'ın oğlu Turgut Kaçmaz ile birlikte katılmıştı. Tangney, açılıştaki konuşmasında bu dostça karşılaşmadan ve Türklerin ilgisinden söz etti. Babasının sergideki fotoğrafları önünde konuşan Tangney, “Babam bu fotoğrafta, ne yaptım da bu duruma düştüm diye düşünüyor olmalı. Askere gidebilmek için yalan söyledi, yaşını büyüttü. Annesi buna çok üzülmüştü. O yaşta macera olmalı. Kendisini neyin beklediğinden haberi yoktu.” dedi.

ÇANAKKALE KONUSUNDAKİ DUYARLIK ARTTI

Sergi, ikinci durağında ise “Çanakkale Dün ve Bugün: Savaştan Doğan Dostluk” adıyla Sydney'de Opera Evi'nin yakınındaki Customs House'ta “Lone Pine” (Kanlı Sırt) Muharebesi'nin 100. yıldönümünde açıldı. Avustralya basınında da geniş yer alan serginin açılışında küratör Sandy Edwards, Açıkalın'ın fotoğrafçılık kariyerinde aldığı yolu anlattı. Son kitabı “Defending Gallipoli” bu yıl çıkan Çanakkale Savaşı konusunda uzman tarihçi ve yazar Doç. Harvey Broadbent açış konuşmasında, “90'lı yıllarda Türk ve Avustralyalıların Çanakkale konusundaki duyarlılıklarının kesiştiği açıkça görülüyordu. Her yıl daha çok Türk, Çanakkale savaş alanlarına gidiyor, Türklerin orayı ziyaret eden Avustralyalılara karşı duyduğu ilgi de artıyordu. Anzak Koyu ve Kuzey Kumsal'ında düzenlenen Şafak Ayinlerine giden Türklerin sayısı her yıl yükseldi.” dedi. İki ülkenin askerleri arasındaki paylaşıma da dikkat çeken Broadbent, “Bu sergi, en azından Avustralya ve Türkiye için 20. ve 21. yüzyıl tarihinin önemli bir parçası olduğu gibi, ortak yaşanmışlıkların tarihe geçirilmesine de bir katkı.” diye konuştu.

Çanakkale gazilerine ait fotoğrafların yanı sıra gaziler ile Anzak askerlerinin torunları, Çanakkale Savaşı'nda kullanılan aletler ve tarihî; belgelerden oluşan 88 fotoğrafın yer aldığı sergi, 29 Ağustos'tan sonra Perth, Melburne ve Canberra şehirlerinde de açılacak.

Sergi İstanbul'da devam ediyor

Çanakkale Savaşı'nın 100. yıl etkinlikleri çerçevesinde Vedat Açıkalın'ın fotoğraflarından oluşan “Unutulmayan Hatıraları ile Çanakkale Kara Savaşı” sergisi Rahmi M. Koç Müzesi'nde 26 Mart'ta açıldı. Çanakkale Savaşları'nın ve büyük zaferin tarihine ait farklı ayrıntıları görmek isteyenler, sergiyi 20 Eylül'e kadar ziyaret edebilir.

Türkiye'nin ilk masal şenliği başlıyor

$
0
0

Beşiktaş Belediyesi, ‘Masal iyileştirir, masal büyütür, masal düşündürür, masal çözer!' anlayışıyla yola çıkarak masal anlatıcılığını yeniden canlandırmayı amaçlıyor.

KidsNook Masal Akademi işbirliğiyle yapılacak Türkiye'nin ilk masal şenliği, 12-13 Eylül günlerinde Akatlar Sanatçılar Parkı'nda gerçekleştirilecek. ‘Bir Varmış Bir Yokmuş' adlı şenlik, iki gün boyunca hem çocukları hem yetişkinleri masalların büyülü dünyasına götürecek. Katılımın ücretsiz olacağı etkinlikte masal anlatıcıları performanslarını çocuklar için sergileyecek. Masal şenliği, 13 Eylül Pazar akşamı Demet Tuncer'in performansına sürpriz ünlülerin katılımıyla son bulacak. (www.birvarmisbiryokmus.org)

Edebiyatın geleceği ve dijital dergiler

$
0
0

‘Hem dünyada hem de ülkemizde edebiyat dergiciliğini sürdürmenin zorlukları gittikçe ağırlaşıyor. Geçtiğimiz aylarda iki saygın edebiyat dergisi biri Londra'dan biri de New York'tan önemli işbirliğine girdi.

The Paris Review ve London Review of Books, her iki dergiye birlikte abone olma kampanyası başlattı. İlk sayısını 1953'te çıkaran The Paris Review ve ilk sayısını 1979'da yayımlayan London Review of Books, gerçekleştirdiği ‘ikisi birlikte' indirimi, yayın dünyasında basılı dergilerin ayakta durmasının zorluğuna bir işaret fişeği. Basılı edebiyat dergiciliğinin zorluğunun bu iki önemli dergiye de sıçramış olması, çeşitli senaryoları beraberinde getiriyor. Bunun yanı sıra ülkemizde de edebiyat dergiciliği sıkıntılı bir iş. Geçen yıllarda kapanan birçok derginin ardından, iki aylık öykü dergisi Sarnıç, temmuz ayında artık çıkmayacağını duyurmuştu. Ardından İzafi dergisi de ekonomik açmaza düştüğünü belirterer kapandığını açıkladı. Hem dünyada hem de ülkemizde maddî; zorluklarla boğuşan edebiyat dergilerinin sayısı artarken, yayın dünyası, edebiyatın geleceğinin dijital dergilere mi bağlı olduğu sorusuna odaklanmaya başladı.

Yeni nesil dergilerin toplanma mekânı haline gelen dijital dünya, gittikçe daha cazip bir hale dönüşüyor. Yekta Kopan'ın bu ayın başında Twitter adresinden “Uzun süredir kafamda olan bir internet dergisi projesi şu anda öğrencilerimin çalışma masasında. Sanırım eylül gibi yayındalar.” şekindeki ifadeleri bunun bir örneği. Geleneksel edebiyat dergiciliğinin önümüze getirdiği yeni sesler yeni metinler ve sağlam eleştiriler artık internette hayat bulurken, bu yayıncılık türünün de kendine göre zorlukları var. Blog, Facebook ve Twitter çağında dijital edebiyat dergileri de sürekli kendini güncelleme gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya. Dijital ortamda yayımlanan edebî; üretimlerin, metin kalitesi açısından biraz küçümsendiğini söylemek zor olmaz, zira iyi bir editörün gözünün değmediği bu metinler çoğu zaman ciddi bir ürün olarak görülmüyor. Fakat, ciddi edebiyat dergilerinin yavaş yavaş dijital ortama geçmesi ve maddî; sorunlar, yayıncıları dijital alana geçmeye zorluyor.

Üniversitelere sığınan edebiyat dergileri

Dijital yayıncılığı hâlâ bulutlu bir alan kılan bir diğer neden ise telif sorunu. Yazarların bu konuda şikayetçi olduklarını söyleyebiliriz. Kimi basılı dergide bile telif ödemesinin oturmadığını dikkate alırsak, uçsuz bucaksız bir mecra sunan dijital yayıncılığın yazarlara telif ödeyeceğini düşünmek iyi niyetten öte gitmez. Bu belirsizlikler pek çok yazarı bu mecradan uzak tutuyor. Dergilerin maddi zorluklara göğüs geremediği zamanlarda, Avrupa ve Amerika'daki yayıncılık anlayışında ilk akla gelen, bir üniversitenin bünyesine dahil olmak. Bu çatı altında ekonomik yüklerinden kurtulan dergiler, yoluna maddi zorlukları düşünmeden, daha özgür devam edebiliyor. Fakat bu her derginin becerebildiği bir durum değil ne yazık ki. Bir taraftan üniversitenin yayın çizgisi ve yapılan maddi kesintiler, bu tür dergilerin önüne engel olarak çıkıyor.

Dijital yayıncılığın sunduğu özgür ve sınırsız alan bu yayıncılık anlayışını daha da geliştirecek. Öte yandan, geleneksel okura, her kapanan derginin ardından üzülme ve biraz da vicdan azabıyla gidip derginin son sayısını almak ve veda mektubunu okumak düşüyor. Edebiyatın gücüne inan sorumlu okurlar ise elbette gücü yettiğince basılı edebiyat dergilerini destekleyecektir.


‘Altın Koza'dan ustalara onur ödülü

$
0
0

Bu yıl, 14-20 Eylül arasında düzenlenecek 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde Onur Ödülleri'ni alacak isimler belli oldu.

Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü'nün açıkladığı ödüller, Türker İnanoğlu, Ayşen Gruda ve Aytaç Arman'a verilecek. Festivalde düzenlenecek Onur Ödülleri Bölümü kapsamında Türker İnanoğlu, Ayşen Gruda ve Aytaç Arman'ın filmlerinden oluşan seçkiler izleyiciyle buluşacak. Ayrıca, sinema yazarı Burçak Evren'in bu üç ustayla ilgili kitapları da festival kapsamında yayınlanacak. Onur Ödülleri 14 Eylül Pazartesi akşamı yapılacak açılış töreninde sahiplerine verilecek.

Öyküler dile geldi

$
0
0

Genç öykücüler Melisa Kesmez ve Sinan Sülün'ün Sel Yayıncılık tarafından yayımlanan ve ilgi gören eserleri Karahindiba ve Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz, Seslenen Kitap aracılığıyla bu kez de sesli kitap olarak okura sunuldu.

Sülün, Karahindiba'da sıradan insanların mağduriyetlerini ve yalnızlıklarını mizah duygusunu elden bırakmadan anlatıyor. Altıncı baskısına ulaşan kitap, 2014 yılında ise tiyatroya da uyarlandı. Melisa Kesmez'in ilk öykü kitabı Atları Bağlayın Geceyi Burada Geçireceğiz ise ‘şehir insanı'nın dertlerini, geçmiş özlemini ele alıyor. Beşinci baskısına ulaşan kitabın seslendirmesini yazarın kendisi yaptı. Geçtiğimiz yıl faaliyete giren Seslenen Kitap, web sitesi ve mobil uygulamalar üzerinden çalışan Türkiye'nin ilk sesli kitap dükkanı. Seslenen Kitap'a iOS, Android ve Windows mobil uygulamalarından ulaşılabilir. (www.seslenenkitap.com)

Karadeniz'de sıra dışı belgesel

$
0
0

Yönetmenliğini Orhan Tekeoğlu'nun yaptığı ‘Sıra Dışı İnsanlar' belgeselinin çekimleri tamamlandı. Galası 18 Aralık'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda yapılacak belgeselin Çamlıhemşin'deki çekimlerine katıldık.

“Rakım bin, nüfus 1… Burası Çinçiva vadisi, Kendini Koruyan Mahalle” ... Orhan Tekeoğlu'nun yönettiği ‘Sıra Dışı İnsanlar' belgeseli, muhtemelen bu cümle eşliğinde, Karadeniz dağları ve vadilerinin manzaralarıyla başlayacak. Tekeoğlu, görüntü yönetmeni Görkem Özok ve Ersin Odabaşı'yla birlikte 7-16 Ağustos tarihleri arasında Doğu Karadeniz'deydi. Modern imece diyebileceğimiz kitlesel fonloma yöntemi www.fongogo.com'dan toplanan parayla belgeselini tamamladı. Çekimler önce Trabzon'daki Sis Dağı Şenlikleri'yle başladı. Tulum eşliğinde yapılan bu şenlikler neden ilginç, sıra dışılığı nerede diye düşünebilirsiniz. Evet, ilk bakışta pek bir şey ifade etmiyor. Ama sadece bir günlük bu şenlik için arabayla 3 bin km yol kat edip gelenler olduğunu görünce delilik diyorsunuz. Üstelik yağmur yağsa da kesinlikle iptal yok, yağmurda çamurda horon oynamaya devam… Çekimler daha sonra yedi yıldır yapılan ve Laz rallisi olarak bilinen Ardeşen'deki Formulaz yarışmalarıyla, iletişimin ıslıkla sağlandığı Giresun Kuş köyünde, atmaca avının yeni başladığı Artvin Arhavi'de devam etti. Biz, sadece varangel ile ulaşım sağlanan Çamlıhemşin'in Çinçiva vadisinde yer alan Nesibe-Metin Akıncı'nın evindeki çekimlere katıldık.

Akıncılar'ın evi gerçekten hayranlık uyandırıcı. İnsan gerçekten hayret ediyor. Eve sadece, varengel yani hava hattı denilen, yine Karadeniz insanının icadı olan ulaşım yöntemi ile gidiliyor. Bölgede 10 bin varengel var ve bu pratik icat daha çok yamaçlarda toplanan çayları yola indirmek için kullanılıyor. Metin Akıncı gibi, evi vadinin diğer yamacında olanların da işine yarıyor. Akıncı, evinin yolunu kendi elleriyle yapmış, devlet mühendis gönderemediği için elektriğini de kendi çekmiş ve yaz kış yaşadığı topraklarına “Kendini Koruyan Mahalle” adını vermiş. Rakım bin, nüfus 1, yani burası kendini koruma altına almış sıra dışı bir mahalle. Varengelin başlangıç noktasında böyle yazıyor. Metin Akıncı elbette evde yalnız değil, eşi Nesibe Akıncı ve çocukları İpek ve Onur da yanında. Ama onlar Eskişehir'de devam eden eğitimleri dolayısıyla sadece yazın babasının yanına gelebiliyorlar.

500 metre uzunluğundaki hava hattı ile 2,5 dakika süren yolculuktan sonra mahalleye varınca sizi ‘Dikkat horoz çıkabilir' tabelası karşılıyor. İlk başta espri zannettiğimiz bu tabelada yazanlar gerçek. Horozlar yabancıları, varengelle gelseler bile mahalleye almıyor. Akıncı, evinin bahçesine küçük bir kafe ve çay ocağı yapmış, Kurban Bayramı'nda turizme açmayı planladığı evinin misafirlerini burada ağırlamayı düşünüyor. Vadiye bakan kafe, bal üretimi, yazın ortasında evin içinde yanan ateş, bahçede yetişen sebzeler, sabahleyin meyve yemek için bahçeye gelen vadinin ayıgilleri… Hikâye uzun. Gerisi, 18 Aralık'ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda galası yapılacak Sıra Dışı İnsanlar belgeselinde… Orhan Tekeoğlu ilk belgeseli İfakat ile hem yurt içinde hem yurt dışında pek çok ödül almıştı, Sıra Dışı İnsanlar'ın da bahtı açık görünüyor.

Yapımcısı, Avrupa Film Akademisi'ne kabul edildi

Belgesel çekilirken Çinçiva vadisine Berlin'den güzel bir haber geldi. Belgeselin yapımcısı, Nurdan Tümbek Tekeoğlu, Avrupa Film Akademisi'ne (EFA) kabul edildi. Uzun yıllar özel sektörde çalıştıktan sonra 9 yıl Metro Group Türkiye temsilcisi olarak görev yapan Tekeoğlu, 2008'den bu yana kendini kültür-sanat ve eğitime adadı. Aynı zamanda Beykent Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Tekeoğlu, EFA sürecini şöyle anlatıyor: “Zeynep Atakan ve Elif Dağdeviren'in referansı ile Avrupa Film Akademisi'ne kabul edilen üçüncü Türk'üm ve gurur duyuyorum. İfakat belgeseli, uzun metrajlı film Öyle Sevdim ki Seni ve Rus balet Nuruyev'in Türkiye anılarının anlatıldığı Düşlerin Adası belgeselinden sonra şimdi de finansmanı kitlesel fonlama ile sağlanan Sıra Dışı İnsanlar belgeselini çektik. Sinema, dünyayı insanların ayağına getiren en önemli sanat dalı. Yıllarca TÜRSAK ile öğrencilere yönelik kısa film yarışmaları düzenledim. Eşim Orhan Tekeoğlu ile toplumsal sorunlar üzerine iz bırakacak belgesel ve filmler üzerine çalışıyoruz.” Sıra Dışı İnsanlar belgeselini fongogo'nun yanı sıra Çebi Vakfı, Bizim Neslin Uşakları Derneği, KAGİDER destekledi.

Çekimleri Trabzon'daki Sis Dağı Şenlikleri'yle başlayan Orhan Tekelioğlu'nu yeni belgeseli Sıra Dışı İnsanlar', Rize Ardeşen, Giresun Kuş Köyü, Artvin Arhavi'den sonra Rize Çamlıhemşin'deki Çinçiva vadisinde tamama erdi...

Açık havada bağımsız filmler

$
0
0

İstanbul'un yeni kültür-sanat merkezi UNIQ İstanbul ile BAŞKA SİNEMA işbirliğinde sinema geceleri başlıyor.

UNIQ Açık Hava Sahnesi'nde 23 Ağustos-24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek etkinlikte perşembe ve pazar geceleri 10 bağımsız film gösterimi yapılacak. 23 Ağustos Pazar gecesi, başrolünde David Oyelowo'nun yer aldığı ve dört dalda Altın Küre adayı olan ‘Özgürlük Yürüyüşü (Selma)' adlı filmle açılış yapacak sinema etkinliği, 27 Ağustos Perşembe günü ‘Leviathan' filmiyle devam edecek. ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku', ‘Hayatımın Şansı', ‘İtirazım Var' ve ‘İnsanları Seyreden Güvercin' gibi dikkat çeken yapımlar da festivalde gösterilecek filmlerden birkaçı. Biletler Biletix.com'da. KÜLTÜR-SANAT

Abluka, Venedik'ten Toronto'ya geçecek

$
0
0

Emin Alper'in, dünya galasını 72. Venedik Film Festivali'nin Yarışma bölümünde yapacak ve Altın Aslan için yarışacak yeni filmi Abluka, Kuzey Amerika'nın en önemli festivali olarak kabul edilen 40. Toronto Film Festivali'ne seçildi.

Bu yıl 10-20 Eylül arasında gerçekleştirilecek festivalde, dünyanın dört bir yanından yılın öne çıkan filmlerine yer verilen “Contemporary World Cinema” (Çağdaş Dünya Sineması) bölümünde gösterilecek film, ayrıca festivalin Contemporary World Speakers programına da davet edildi. Bu program kapsamında, filmin festivaldeki ikinci gösterimin ardından Toronto Üniversitesi'nden bir uzmanla beraber yönetmen Emin Alper'in katılacağı bir söyleşi ve soru-cevap gerçekleştirilecek. Alper'in ikinci filmi Abluka, yoğun bir politik şiddet ortamında ayakta kalmaya çalışan iki kardeşin hikâyesini konu alıyor. Filmin başrollerinde Mehmet Özgür ve Berkay Ateş yer alırken, onlara yardımcı rollerde Tülin Özen, Müfit Kayacan ve Ozan Akbaba eşlik ediyor. KÜLTÜR-SANAT

Dolanma, “Saraybosna'nın Kalbi”ni alacak mı?

$
0
0

21. Saraybosna Film Festivali'nde büyük ödül ‘Saraybosna'nın Kalbi' için yarışan yönetmen Tunç Davut'un ilk uzun metraj filmi ‘Dolanma', festivaldeki ilk gösterimini gerçekleştirdi.

Genel olarak beğenilen Dolanma'nın dünya prömiyeri, yağmura rağmen hem sinemaseverlerden, hem de uluslararası basından ilgi gördü. Tunç Davut'un ilk uzun metraj filmi ‘Dolanma'nın, Saraybosna'daki National Theatre'da gerçekleşen dünya prömiyerine; yağmura rağmen çok sayıda sinemasever ve uluslararası basın mensupları katıldı. Gösterim öncesi film ekibiyle birlikte sahneye çıkan yönetmen Tunç Davut; “Savaşın açtığı yaraları en iyi kapatanlardandır sanat. O yüzden filmimizin dünya prömiyerini burada yapmak, sizlerle paylaşmak bizim için büyük gurur kaynağı. Saraybosna'yı seviyoruz.” şeklinde konuştu. Geçtiğimiz yıl Bolu-Aladağlar bölgesinde çekilen film, kaçak odun keserek yaşayan, dış dünyadan yalıtılmış aile yadigârı bir evde, zorluklarla sürdüren iki erkek kardeş ve bir kadının hikâyesini anlatıyor. Filmin başrollerini Muhammet Uzuner, Defne Halman ve Baran Şükrü Babacan paylaşıyor. KÜLTÜR-SANAT

Sahnede utangaç bir yıldız

$
0
0

Bu yıl 15-19 Ağustos tarihleri arasında 11. kez düzenlenen D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali dördüncü gününde çok özel bir ismi sahnesinde ağırladı.

Enerjisiyle yaklaşık 6 bin kişilik seyirciyi etkisi altına alan, her alkışlandığında ilk defa alkışlanıyormuş gibi heyecanla ve bir çocuk masumiyetinde gülümseyen, dillere, renklere, coğrafyalara değil sadece müziğin gücüne inanan ve bu yolla kendini ve müziğin asıl sahibi olarak gördüğü dinleyicisini var eden Mayorkalı şarkıcı Buika...

Toni Cuenca'nın şefliğindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşlik etti Buika'ya. Şarkılarını flamenko, caz ve blues türlerini harmanlayarak söyleyen sanatçı böylece bu çok yönlü müziğine klasik müziğin dokunuşlarını da eklemiş oldu. Orkestra, Buika sahneye çıkmadan önce ünlü ‘Danzon' isimli hareketli eserle seyirciyi hazırladı. Ardından orkestranın piyanisti yerini piyano virtüözü Ivan “Melon” Lewis'e devretti. Işıltılı elbisesi ve içten, utangaç gülüşü içindeki Buika sahneye çıktığında seyirci geceye çoktan hazırdı. Önce Mi Nina Lola, sonra sırayla, Nostalgia, Misery şarkılarını söyledi. 2000 yılından bu yana çıkardığı sekiz albümden en sevilen parçalarını konsere ara vermeden seslendirdi.

O sahnede kendini hırpalarcasına şarkılarını söylerken, müzikle arasındaki ilişki de neredeyse gözle görülebilir bir noktadaydı; müzik sanki Concha Buika'nın göğsünü yarıp dışarı çıkıyordu. Üç yıl önce verdiği bir söyleşisinde şöyle demişti: “En büyük öğretmenden; Tanrı'dan aldım eğitimimi. Sesim ve yeteneğim O'nun bir lütfu.” Öyle ya, Ekvator Ginesi'nden siyasi sebeplerle göçtükleri İspanya'nın Mayorka adasında, bir roman mahallesinin tek siyahi ailesi olarak yoksulluk içinde geçen çocukluğundan hemen hiçbir eğitim almadan gelmişti bu noktaya.

Son şarkı da okunduğunda, Buika sahneden inmek istemedi. O, “Üzgünüm ama hiçbir yere gitmek istemiyorum.” derken orkestra şaşkın, seyirci mutluydu. Böylece heybesinden bir şarkı daha çıkardı şarkıcı. Bu sürprize orkestra ayak uyduramasa da piyanisti ona eşlik etti. Seyirci onu alkışlarıyla son kez sahneye döndürdüğünde ise yeniden Siboney'i seslendirdi. Türkiye'de sık sık konser veren Buika yeni albümünü ise prodüktör ve şarkıcı oğluyla birlikte hazırlıyor. Bu sonbaharda çıkacak albümde sadece kendi bestelerine ses verecek.


Gençlik Orkestrası, Avrupa turunu İstanbul'da tamamladı

$
0
0

Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası, Budapeşte'de başlayıp Berlin'e uzanan Avrupa turnesini geçtiğimiz akşam İstanbul'da tamamladı. Orkestra, ‘Panayırlar, Bayramlar' temalı repertuvarında, müzikseverlere Mussorgski, Dvorak, Debussy ve Stravinski'nin eserlerinden oluşan geniş bir seçki sundu.

Şef Cem Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO), bu yılki müzik turunu İstanbul'da tamamladı. Avrupa'nın tarihi şehirlerini gezen TUGFO, son konserini vermek için geçtiğimiz akşam Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde sahneye çıktı. ‘Panayırlar, Bayramlar' temalı repertuvarı ile müzikseverlerle buluşan orkestranın Mussorgski'den Dvorak'a uzanan seçkisi dinleyicilerin beğenisine sunuldu.

Sabancı Vakfı'nın, kuruluşunun gerçekleşmesini sağladığı ve 7 yıldır ana destekçisi olduğu orkestra, turnenin ilk konserini 8 Ağustos'ta Budapeşte'de verdi. Turnesine Slovakya'nın Bratislava, Çek Cumhuriyeti'nin Prag ve Almanya'nın Berlin şehirlerindeki konserlerle devam etti. 30 bine yakın kişinin katıldığı, dünyanın en önemli klasik müzik festivallerinden Young Euro Classic Festivali'ne her yıl özel olarak davet edilen TUGFO, bu yıl ayrıca Avrupa Ulusal Gençlik Orkestraları Federasyonu'na (EFNYO) tam üye olarak kabul edildi.

Konser öncesi Şef Cem Mansur ve Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası'nın katılımıyla ‘Demokrasi Laboratuvarı' gerçekleştirildi. Çok sesli müziğin çalışma ortamından örneklerin müzikseverlerle paylaşıldığı etkinlikte ayrıca “Takım ruhu, liderlik, karar verme, başkalarını dinleme, demokratik katılımın sınırları” gibi konular hakkında da konuşuldu.

‘HAFRİYAT' İLK KEZ GÖRÜCÜYE ÇIKTI

Kadrosunda Türkiye'nin önemli konservatuvarlarından sınavla seçilen 83 genç müzisyenin bulunduğu Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası dinleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılandı. Salonu dolduran sanatseverlerce büyük beğeni toplayan orkestra konserde; Mussorgski'nin “Soroçinski Panayırı” Prelüdü, Dvorak'ın “Slav Dansları op.46”, Debussy'nin “İbéria” ve Stravinski'nin “Petruşka” eserlerini dinleyiciyle buluşturdu. Orkestranın bir de sürprizi vardı. Dünya Prömiyeri Berlin'deki “Young Euro Classic” etkinliği kapsamında düzenlenen konserde ‘Hafriyat' parçası da müzikseverler ile buluştu. Almanya'da yaşayan genç besteci ve piyanist Sinem Altan'ın bestelediği ve Berlin Senatosu'nun siparişi üzerine hazırladığı ‘Hafriyat', önceki akşamki konserde Türkiye'de ilk kez seslendirilmiş oldu.

Orkestra, salonu dolduran izleyicilerin yoğun ilgisi üzerine, Anadolu'ya özgü müzikal motifleri çok sesli müzik anlayışına göre sunan Ulvi Cemal Erkin'in “Köçekçe”si ile bis yaptı. Konser bitiminde duygularını paylaşan Şef Cem Mansur orkestrasına destek verenlere ve yardımcı hocalarına tek tek teşekkür etti. Performansıyla klasik müzik dinleyicilerinden tam not alan orkestra uzun süre ayakta alkışlandı.

Lanet devam ediyor

$
0
0

Üç milyon dolarlık bütçe karşılığında yapımcısına 77 milyon dolar gelir getiren 2012 yapımı Lanet, çok geçmeden devam filmiyle salonlara konuk oluyor.

Aynı hikâyenin bir benzerinin anlatıldığı filmde, bir şerif, ölen arkadaşı Ellison Oswalt'ın çözemediği seri cinayetleri çözmek için davayı üstlenir. Yaptığı araştırmalar sonucu bir kasabada yeni bir aileyle tanışır. Genç bir anne ve ikiz oğulları şehir dışındaki bu bölgeye yeni taşınmışlardır. 9 yaşındaki ikizler evde korkunç görüntülerin olduğu bir kutu film makarası bulur. Bu filmleri açmalarıyla ortaya çıkan korkutucu lanet evi saracaktır.

LANET 2

SINISTER 2

YÖNETMEN

CIARAN FOY

OYUNCULAR

SHANNYN SOSSAMON JAMES RANSONE

Uzaylılara karşı atari!

$
0
0

Kendi ülkesinde seyirci ve eleştirmenlerden hayli kötü eleştiriler alan Pixels, bir ‘Adam Sandler filmi'nin tüm olumsuz özelliklerini taşıyor.

Hikâye şöyle: Uzaylılar, klasik video oyunu yayınlarını yanlış anlayarak, kendilerine karşı bir savaş açıldığını düşünür ve Dünya'ya saldırır. Bu durumda ABD Başkanı Will Cooper, 80'lerin video oyunu şampiyonu, şimdilerde evlere sinema sistemi kurmakla uğraşan çocukluk arkadaşı Sam Brenner'ı aramak zorunda kalır. Sam'in görevi video oyunları oynayanlardan oluşan bir takım kurup uzaylıları yenmek ve dünyayı kurtarmaktır.

PIXELS

YÖNETMEN

CHRIS COLUMBUS

OYUNCULAR

ADAM SANDLER

KEVIN JAMES

MICHELLE MONAGHAN

Zamane tetikçisi

$
0
0

Bir dönemin ünlü video oyunu Hitman, ikinci kez beyazperdeye döndü. 2007 yapımı ilk uyarlamadan 8 yıl sonra gösterime giren yeni nesil Hitman, vasata bile ulaşmakta zorlanıyor.

Homeland, Boss ve Heroes dizilerinde parlayan üç oyuncuyu (Rupert Friend, Hannah Ware, Zachary Quinto) buluşturan film, ihtiyaç duyduğu ‘yıldız aurası'ndan mahrum. Filmde, üst düzey yeteneklere sahip bir ölüm makinesi olan Ajan 47'nin başından geçenleri izliyoruz. Yeni görevinde bir katil ordusu kurmaya çalışan mega şirket Syndicate'e karşı savaşır. Ajan 47, bu savaşta, babasını arayan Katia'ya yardım edecektir.

HITMAN: AJAN 47

HITMAN: AGENT 47

YÖNETMEN

ALEKSANDER BACH

OYUNCULAR

RUPERT FRIEND HANNAH WARE

Ne hasta bekler sabahı...

$
0
0

Zihinlere kazınan performanslarıyla sinema tarihine ve popüler kültüre unutulmaz karakterler armağan eden Al Pacino, düşük profilli filmleriyle salonlara gelmeyi sürdürüyor.

Hayallerimdeki Kadın / Manglehorn, bu yıl Al Pacino'yu başrolde izlediğimiz üçüncü film. Usta oyuncu, Danny Collins ve Dönüm Noktası'ndan sonra Manglehorn'u da tek başına sırtlıyor.

Küçük bir kasabada yaşayan Angelo Manglehorn (Al Pacino), çilingir olarak geçimini kazanır. Herkesin kilidini açar, müşkülünü halleder fakat kördüğüme dönen hayatının kilidini bir türlü açamaz. Kalbi yıllar önce mühürlenmiş gibidir. Ona göre, kalbinin anahtarı, bir türlü unutamadığı Clara'dadır. Kırk yıl önce kalbini kıran Clara'yı hayalinde ‘mükemmel kadın' olarak imleyen Manglehorn, onunla iletişime geçebilmek için sürekli mektup yazar. Ne var ki, bu takıntılı mektuplar bir türlü cevaplanmaz. Gönderdiği her mektup geri gelir. Evinin bir odası, bu mektuplara ayrılmıştır. Oğlu Jacob (Chris Messina) ile arası açık olan Manglehorn'un hayatında kedisi Fannie'den başka kimse yoktur. Geçmişin yükü ve anıların yanı sıra yalnızlıkla da boğuşan Manglehorn, haftada bir para yatırmaya gittiği bankanın memuru Dawn (Holly Hunter) ile kediler üzerine kısa sohbetler yapar. Kritik bir eşikte duran yaşlı adam, geçmişe takılıp kalmak ile yeni bir hayata başlamak arasında tercih yapacaktır...

Amerikan bağımsız sinemasının dikkat çeken isimlerinden David Gordon Green, kendisine Berlin'de En İyi Yönetmen ödülü kazandıran Yolların Prensi'nden sonra hayli vasat bir film ile çıkageldi. Geçtiğimiz yıl, Nicolas Cage'in yıllar sonra ilk defa ‘adamakıllı' bir rolde oynadığı Joe filmiyle sinemalara konuk olan Green, senaryosu da dâhil olmak üzere her konuda sırtını Al Pacino'ya yaslayan bir film ile karşımızda. Hal böyle olunca, Al Pacino'nun da kalitesinin hayli altında bir performans sergilediği film, hayata dair bir şeyler söylemeye çalışırken birbirinden kopuk cümleler kuran bir alzheimer hastası gibi lafı ağzında geveleyip duruyor. Çoğu zaman eksik cümleler eşliğinde ne söyleyeceğini unutmuş bir film izliyoruz. “Hayatının aşkını uzaklarda arama, o hep yanı başında” klişesine gelip dayanan finalde ise insan ister istemez, bütün bu kıvranıp durmalar bunun için miydi diye düşünmeden edemiyor. Velhasıl, Manglehorn, ana karakterin kedi ile kurduğu güçlü bağ ve Al Pacino'ya hüzünlenmek haricinde pek bir şey bırakmıyor seyirciye.

HAYALLERİMDEKİ KADIN

MANGLEHORN

YÖNETMEN

DAVID GORDON GREEN

OYUNCULAR

AL PACINO

HOLLY HUNTER

CHRIS MESSINA

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live