Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Çin'de 120 şarkı kara listede

$
0
0

Çin'de müstehcenlik içerdiği ve şiddeti teşvik ettiği gerekçesiyle 120 şarkı kara listeye alındı ve internet sitelerinin yöneticilerinden bu şarkıları listelerinden silmeleri istendi.

Kültür bakanlığı tarafından hazırlanan bu kara listeye şarkılar, açık-saçık, şiddete yönlendirici ve toplum ahlakını bozucu oldukları gerekçesiyle alındı. Çince şarkıların yanı sıra listede Tayvanlı pop şarkıcı Chang Csun Yuk da bulunuyor. Bakanlık, listenin dönem dönem güncelleneceğini söylüyor.


Sahilde rock festivali

$
0
0

Teoman, Şebnem Ferah, Duman, Bulutsuzluk Özlemi, Redd, Pinhani ve Pentagram gibi sevilen grupların ve sanatçıların sahneye çıkacağı Zeytinli Rock Festivali, 20-23 Ağustos tarihleri arasında Zeytinli Dalyan sahilinde gerçekleştirilecek.

Festivale ulaşım için ‘şehirlerarası yolculuk paylaşım ağı' BlaBlaCar ile ortak bir proje geliştirildi. 19 ülkede uygulanan BlaBlaCar, ücretsiz mobil ve web uygulamalarıyla şehirler arası seyahat etmek isteyen yolcuları aynı yönde yolculuk yapan sürücülerle buluşturuyor ve yol masraflarını kişiler arasında paylaştırarak seyahati herkes için daha ekonomik hale getiriyor. BlaBlaCar'la Zeytinli Rock Festivali'ne ulaşım fiyatları yaklaşık olarak şöyle: İstanbul-Zeytinli 28 TL, İzmir-Zeytinli 14 TL, Ankara-Zeytinli 45 TL, Bursa-Zeytinli 18 TL. (www.blablacar.com.tr)

Emir Kusturica belasını mı arıyor?

$
0
0

Çingeneler Zamanı, Arizona Dream, Underground gibi filmlerin usta yönetmeni Emir Kusturica'nın altı öyküsünün yer aldığı ‘Sırf Bela', Sayfa6 Yayınları tarafından yayımlandı.

Kusturica kitapta, siyasetin, devletin, mahallenin ve hatta aile yapısının gölgesinden kurtulmaya çalışan idealist gençlerin yetişkin dünyasındaki varlık mücadelesini Dragan, Aleksa ve Kosta'nın gözünden anlatıyor. Senaryo yazan, yönetmen koltuğuna oturan, No Smoking Orchestra adlı müzik grubunda basgitar çalan, on parmağı on marifetli Kusturica'nın öyküleri de izleyicileri için merak uyandırıcı. (www.sayfa6.com)

Fotoğrafın büyük hali için tıklayınız..

Gabriel Garcia Marquez'in külleri Kolombiya'ya gönderilecek

$
0
0

Meksika'da geçen yıl ölen ve İspanyol dilinin en büyük yazarlarından biri kabul edilen Kolombiyalı gazeteci-yazar Gabriel Garcia Marquez'in külleri, ülkesine gönderilecek.

Bolivar eyaleti yetkilileri, Nobel ödüllü yazarın ailesiyle varılan anlaşma üzerine Marquez'in küllerinin, yazarlık kariyerine başladığı Cartagena kentindeki bir manastırda muhafaza edileceğini açıkladı. “Yüzyıllık Yalnızlık”, “Kolera Günlerinde Aşk”, “Kırmızı Pazartesi” ve “Albaya Mektup Yazan Kimse Yok” gibi unutulmaz eserlere imza atan Marquez, 17 Nisan 2014'te Meksika'nın başkenti Meksiko City'de 87 yaşında hayata veda etmişti.

Olağanüstüyü günlük yaşamın rutini haline getiren “büyülü gerçekçilik” akımının en önemli isimlerinden Marquez, 17. yüzyıl yazarı Miguel de Cervantes'ten bu yana İspanyol dilinin en önemli yazarı kabul ediliyordu. Hayranları tarafından “Gabo” olarak anılan Marquez, 1981'de Kolombiya hükümetinin kendisini ayrılıkçı M-19 grubuna destek vermekle suçlaması üzerine Meksika'ya taşınmıştı. Marquez, Latin Amerika'nın büyüleyici dünyasını ve çılgınca ikilemlerini kaleme aldığı eserleriyle 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştü.

İstanbul klarnetle nefes alacak

$
0
0

Bu yıl, 10-20 Eylül tarihleri arasında 4. kez düzenlenecek Uluslararası Klarnet Festivali'nin programı dün İstanbul Ritz Carlton Hotel'de düzenlenen toplantıda açıklandı.

Televizyon programcısı Gülay Afşar'ın moderatörlüğünü yaptığı toplantıya festivalin sanat direktörü Serkan Çağrı'nın yanı sıra Barış Manço anısına düzenlenecek “Ustaya Saygı” gecesi hakkında bilgi vermek üzere oğul Batıkan Manço katıldı.

Adından ötürü festivalin sadece klarnete odaklandığı düşünülmesin. Bu yıl “İstanbul Nefes Alıyor” sloganı ile yola çıkan ve on güne yayılan festivalde her tür müziğe ve enstrümana yer veriliyor. Toplantıda konuşan Serkan Çağrı, “Festivalimizi dünyaya nefes veren bir festival olarak tasarladık. Klarnetin başrolde olduğu, fakat müziğin tüm renklerine açık olan bir festival düzenleyeceğiz. Festival heyecanı, konser salonlarından taşarak şehrin her yerine yayılacak. Vapurlardan meydanlara, metro istasyonlarından havalimanlarına kadar müzik şehre, İstanbullulara nefes verecek.” dedi.

Uluslararası Klarnet Festivali, 13 Eylül Cuma günü saat 13.00'te kortej ile başlayacak. Klarnetçiler, dansçılar, perküsyon grubundan oluşan kortej ekibi, İstiklal Caddesi'ni müzikle dolduracak. Tarihi Beyoğlu tramvayına eklenen özel sahne de aynı saatlerde kortej ekibiyle yol alacak.

“DÜNYA TEK NEFES” KONSERİnde birleşecek

Bu yıl festivale katılacak isimler arasında Yunanistan'ın ünlü sanatçılarından George Dalaras, Serkan Çağrı ile birlikte 19 Eylül'de CRR'de olacak. Gypsy müziğini Türk, caz, funk gibi pek çok müzik türü ile birleştiren ve kısa sürede tanınan NY Gypsy All Stars, Hindistan'ın efsanevi perküsyonistlerinden Trilok Gurtu 18 Eylül'de aynı sahnede (CRR) bir araya gelecek. Makedonya'dan İsmail Lumanovski (klarnet), Yunanistan'dan Panagiotis Andreou (bas gitar), Amerikalı Jason Lidner (keyboard), Türkiye'den Tamer Pınarbaşı (kanun) ve Engin Günaydın (davul) ile New York'ta kurulan NY Gypsy All Star'a Gurtu'nun yanı sıra İstanbullu besteci ve piyanist Sabri Tuluğ Tırpan da katılacak ve dünyanın tek nefes olacağı bir konser gerçekleştirilecek.

BBC tarafından verilen “R3 Awards for World Music” ödülüne sahip olan Bulgar sanatçı Ivo Papazov ve Trakia Band, Klezmer müziğini caz motifleriyle yorumlayan The Dakato Jim Band, Arap klarnet sanatçısı Ghassan Abu Haltam ve Umman Rouh Trio, klezmer ile Barcelona Gipsy Klezmer Orchestra festivalin diğer konukları.

BARIŞ MANÇO'YA SAYGI DURUŞU

Festivalin gelenekselleşen etkinliklerinden biri olan ‘Ustaya Saygı' anma gecesinin bu yılki konuğu merhum Barış Manço. 17 Eylül akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda gerçekleşecek ‘Ustaya Saygı' konserinde sanatçının oğlu Doğukan Manço da sahneye çıkacak. Ailesinin de katılacağı geceyi heyecanla beklediklerini dile getiren Batıkan Manço, “Yıllar içinde babam adına çeşitli geceler düzenlendi ama festivalin bir parçası olmak ve bizim de içinde olmamız onur verici.” dedi.

Festival kapsamında bir karma sergi de düzenlenecek. 10 Eylül'de İstiklal Caddesi Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi'nde açılacak olan “İstanbul Nefes Alıyor” başlıklı karma sergide Bedri Karayağmurlar, Hasip Pektaş, Orhan Cebrailoğlu, Şaban Tuncer, Ethem Baymak, Erol Yıldır, Celalettin Tandoğu, Erol Deneç, Julia David, Sinan Yasdıman, Teymur Ağalıoğlu ve Mehmet Ali Doğan'ın eserleri yer alacak. Festivalin biletleri dünden itibaren Biletix'ten satışa çıktı. Sokak konserleri ve Beyoğlu Şahkulu Bostan Sokak'ta kurulacak festival sahnesindeki ücretsiz konserler için ayrıntılı bilgi www.klarnetfestivali.com'da.

Tarık Dursun son yolculuğuna uğurladı

$
0
0

Önceki gün hayatını kaybeden yazar Tarık Dursun K., dün İzmir Bostanlı Beşikçioğlu Camii'nde ikindi vakti kılınan cenaze namazından sonra son yolculuğuna uğurlandı.

Cezane namazına yazarın ailesi, yakınları, gazeteci meslektaşları, okurları ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Konak Belediye Başkanı Sema Pekdaş, Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar ve vatandaşlar katıldı. Yazarın oğlu Zafer Kakınç ve kız kardeşi Esin Üçel, taziyeleri kabul etti. Türkiye'nin çok önemli edebiyat adamını kaybettiklerini belirten İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu, “İzmirli ve İzmir'de yaşamış ve bütün eserlerini burada yazmış. Bizim kuşağımızı ve genç kuşağı etkilemiş, Türkiye'nin çok önemli bir edebiyat adamını, yazarını kaybettik. Hepimizin, ailesinin ve İzmirlilerin başı sağolsun. Belediye başkanı olduktan sonra çok güzel günlerimiz ve sohbetlerimiz geçti. Bende kendisinden bilgilendim, istifade ettim. Nur içinde yatsın, eserleri, ülkemizi, hepimizi aydınlatmaya devam edecek. Hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.” dedi. Tarık Dursun K.'nın cenazesi, Çiğli Mezarlığı'na defnedildi.

Türkçenin en büyük ustalarından biriydi

$
0
0

Tarık Dursun, Türkçenin en büyük ustalarından biriydi. Türkçeyi en iyi, en zarif ve duyarlı kullanan bir yazarımızdı.

Özellikle bir öykücü olarak... Ama benim onunla ilgili başka bir gönül bağım var. 1968'de ilk kitabım Cumartesi Yalnızlığı yayınlandığı vakit Tarık Dursun K., o kitapla ilgili ilk yazıyı yazan, onu okurlara tanıtan ustaydı. Ona ödenmeyecek derece büyük bir şükran borcum var. İnsan olarak da dostumdu, ustamdı. O yıllarda Beyoğlu'nda kitabevi işletirdi. O kitabevine çok sık gidip gelirdim. Gerek kendisi, gerek eşi Nermin Hanım, -ikisini de kaybettik- hayatımda derin izleri olan kişilerdir. Her ölüm insana bir ayrılık duygusu getiriyor. Öykücü Tarık Dursun'un daha çok uzun bir zaman yaşayacağına inanıyorum.

HEM USTAM HEM DE YAKIN BİR DOSTUM OLDU

Lise yıllarım… Lise son sınıftayım. Tarık Dursun'un “Denizin Kanı” romanı çıkmıştı -ki en güzel romanlarından biridir. Özellikle mitolojiden esinlenerek yazdığı ara bölümler Türkçe olarak da çok etkileyicidir. O kitabı Rauf Bey (Mutluay) sınıfa getirdi. Kitap yeni çıkmış, daha doğrusu piyasaya dağıtılmamış. Çok büyük bir heyecanla okumak istedim. Günlerce kitabevlerinde aradım onu, ancak 10 gün sonra edinebilmiştim. Tarık Dursun, Rauf Bey'e piyasaya çıkmadan imzalamış. Tabii o yaşta, 17-18 yaşında bir insanı heyecanlandıran, etkileyen, biraz da kıskandıran bir hatıra... Sonra çok şükür ki, bir usta ve yakın dostum olarak hayatımda hep yeri oldu Tarık Dursun'un.

Bizim edebiyat okuru biraz hercai gönüllü bir okur. Tarık Dursun'un öykü kitapları uzun bir süre baskı yapmadı. Çok şükür onları Yapı Kredi Yayınları (YKY) yeniden okurla buluşturdu. Aslında öykü sanatına çok büyük emeği geçmiş yazardır Tarık Dursun. Acaba onun değerini, kıymetini bilebildik mi, diye insan soruyor. Ben bunu birçok yazarımız için soruyorum. Belli bir yaşa geldikten sonra o yazarlardan daha çok yararlanacağımız yerde, tam tersine unutuyoruz. Bu, tabii üzerinde durulması gereken bir sorun ama şu anda hiç olmazsa YKY'den Tarık Dursun'un bütün eserlerini bulabilmek mümkün.

KEŞKE SİNEMAYA DEVAM EDEBİLSEYDİ

Filmlerini de seyrettim Tarık Dursun K.'nın. Hem senaryo yazarlığını hem de yönetmenliği bıraktı Tarık Dursun; ama o yıllardan şunu anımsıyorum. Şunu söyleyebilirim... Sinemada polisiyeye yatkın, farklı bir üslubu vardı. O filmlerden birinde de Karaköy'deki Tünel ilk kez bir filmde kullanılmıştı. O çekim çok etkileyiciydi. Yanılmıyorsam filmde Eşref Kolçak ve Çolpan İlhan oynuyordu. Keşke sinemaya da devam edebilseydi... O günün sinema anlayışının dışında, farklı, daha özenli bir sinemacılığı vardı.

Tarık Dursun K., yazarlıkla yaşamını alın teriyle götürdü. Başka bir meslek alanında çalışmadı. Öyle olunca çok yazma durumu oluşuyor, hem de daha verimli olabiliyorsunuz. Sadece edebiyatla uğraşmanın getirdiği bir şey... Bir de pratik bir yazarlığı vardı. Yani hızlı, çabuk yazabilen verimli bir yazardı. Her ölüm, kaç yaşında olursa olsun, bir ayrılık oluyor. Hele bir usta çırak ilişkisi yaşadığınız biri gidiyorsa o anılar geri geliyor ve içinizde cız eden bir taraf oluyor.

Seni hiç tanımamışım!

$
0
0

James Bateman, Rebecca Hall ve yönetmen Joel Engerton'un da rol aldığı Geçmişten Gelen, evli bir çiftin yaşadığı gerilim dolu günleri anlatıyor.

Simon ile Robyn huzurlu bir çifttir. Yeni bir başlangıç yapmaya hazırlanan çiftin hayatı, Simon'ın eski bir tanıdığı olan Gordo ile karşılaşmasıyla altüst olur. Simon ilk anda Gordo'yu hatırlamaz bile. Fakat sürekli karşılarına çıkan bu tuhaf adamın sürpriz ziyaretleri çiftin yaşamında tedirgin ve tehdit edici bir hal alır. Robyn, bu süreçte eşini hiç tanımadığını fark eder.


Maksat ‘tatil' olsun

$
0
0

80'li yılların National Lampoon's Vacation serisinin devam filmi olan Tatil Zamanı'nda Griswold'lerin yeni jenerasyonunun maceraları var.

Ed Helms ve Christina Applegate'ın oynadığı filmde tüm aile yollara düşüyor. Artık bir yetişkin ve aile babası olan Rusty, babasının yolundan gitmeyi kafasına koyarak, karısı Debbie ve iki oğluna tatil sürprizi yapmayı hedefliyor. Rusty'nin tatil planı sayesinde aile, ülkeyi baştan başa turlayarak Amerika'nın eğlence parkı olan Walley World'e doğru yola koyuluyor.

Babam nasıl değişti?

$
0
0

Başrollerini Esra Dermancıoğlu ve Hacı Ali Konuk'un paylaştığı Merdiven Baba, senaryosuyla dikkat çekiyor.

Komedi türündeki filmde Fazlı'nın hayatı oldukça rutin ve sıradan gitmektedir. En yakın çevresi olan ailesi dahil herkes onu silik bir adam olarak görmektedir. Bir gün bir hurda kamyonet satın alır ve hayatı baştan aşağıya değişir. Çünkü bu sıradan bir kamyonet değildir. Havalimanlarında uçaklara biniş ve inişlerde kullanılan bir merdiven arabayı satın alıp mahalleye getiren Fazlı ile başta herkes yine dalga geçer ama Fazlı'nın ‘ezik' hayatı bir gecede tam tersine döner.

Yönetmenlerden İKSV'ye ‘özensizlik' tepkisi

$
0
0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) yönetimi ve 34. İstanbul Film Festivali'nin iptal edilen Altın Lale Ulusal Yarışması'na seçilen filmlerin yönetmenleri arasında tartışma başladı.

Üç aydır sessiz sedasız, mail trafiği ile devam eden tartışmanın taraflarından yönetmenler, dün, ‘İKSV ve İstanbul Film Festivali'nin Yönetmenlerle İmtihanı” başlıklı bir açıklama yayınladı.

İKSV'nin “sansüre karşı mücadele eder gibi görünerek, kurumsal varlığı zarar görmeden süreci devam ettirmek çabasında olduğunu, bütün yükü de yönetmenlerin üzerine yıktığını” söyleyen Barış Atay, Selim Evci, Tolga Karaçelik, Mehmet Eryılmaz, Caner Erzincan, Ali Atay, Ufuk Bayraktar ve Faruk Hacıhafızoğlu yaptıkları açıklamada, “Bizler en az sansüre karşı mücadele kadar önemli gördüğümüz bir konuda da; kendi sanatçısına tepeden bakan bir eda ile insan ruhu ve insan iletişimi konusunda gösterdikleri bu özensizlik ve duyarsızlığı tüm sinemacılara yapılan bir hakaret olarak kabul edip protesto ederek süreci kamuoyuyla paylaşıyoruz…” dedi.

Bu yıl 4-19 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen 34. İstanbul Film Festivali'nde, Bakur filmine uygulanan sansür sonrasında birçok yönetmen filmini gösterimden çekmiş, ulusal yarışma da iptal edilmişti. Sorunları telafi etmek amacıyla İKSV yönetimiyle görüşen yönetmenlerin süreçle ilgili kamuoyu bilgilendirme amacıyla yaptıkları açıklama şu şekilde:

“2015 34. İstanbul Film Festivali'nde yaşanan sansür krizi sonrası, festival yönetiminin ve tüm tarafların var olan rollerini tartışmak ve bunlardan ders çıkarmak üzere ulusal yarışma yönetmenlerinin festival ile yaptığı görüşmeler, festival yönetiminin akıl almaz yaklaşımları ile yeni bir krize yol açmıştır.

Sansüre karşı mücadele eder gibi görünerek, gerçekte kurumsal varlığını zarar görmeden devam ettirmek için, çeşitli yöntemlerle süreç içinde biz film yönetmenlerine tüm yükü bırakan İKSV'nin bu tavrı 35 yıllık kurumsal tarihine yakışmamaktadır. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma'ya katılan yönetmenleri (Selim Evci, Barış Atay, Tolga Karaçelik, Emine Emel Balcı, Mehmet Eryılmaz, Faruk Hacıhafızoğlu, Caner Erzincan ve yapımcı Nadir Öperli) olarak, farkındalık yaratmak ve film yapan insanların sonraki adımlarını atarken sinemanın ruhuna zarar getirmeyecek eylemleri konusunda İKSV İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan ve direktör yardımcısı Kerem Ayan ile 18/04/2015 tarihinde İKSV binasında bir toplantı gerçekleştirmişlerdir.

İlk sözü alan Azize Tan, “Tüm yarışmaların yapılamamış olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirerek ekim ayında festivali yeniden yarışmalı olarak yapmayı planladıklarını, hatta belgesel ve jüri üyelerinin bazılarıyla görüştüğünü ve bu filmleri ortada bırakmak niyetinde olmadıklarını, açıkça, söz veriyorum.” şeklinde ifade etmiştir. Aradan geçen yaklaşık 3,5 aylık ve zaman zaman alaycılık boyutuna ulaşan bir sürecin sonucu, İKSV Başkanı Görgün Taner'in kısa yazısı (12 Ağustos tarihli), “Yarışmaların yapılmayacağı, fakat 2016 yılında bu filmlerin de diğer filmlerle birlikte festivale yeniden başvurabilecekleri ve ön elemede yeniden değerlendirilebileceklerini ifade eden bir başka alaycı mesaj ile son bulmuştur. Festivaller, sinema, yarışmalar bir yana, ülkemizde sanat ortamına yön veren bir kurumun sanatçısıyla kurduğu bu ilişki biçiminin geldiği yer, detaylara bakıldığında gerçekten içler acısıdır.” İKSV ise konuyla ilgili henüz bir açıklama yapmadı.

Novella'nın sınırları ortaya çıkıyor

$
0
0

Edebiyat dünyasında yükselen bir tür olan novellanın (kısa roman) romandan farkı ve ne kadar uzunlukta olması gerektiği uzun süredir tartışılıyor. Bu konuda kesin bir hükmün olmaması, iki tür arasındaki çizgiyi belirsiz kılarken, Britanya'da bu yıldan itibaren verilmeye başlanacak Novella Ödülü'nün seçici kurulu, bir eserin novella sayılması için hangi uzunlukta olacağına karar verdi.

Novella (kısa roman) ve roman arasındaki çizginin ne olduğuna dair edebiyat dünyasında kafa karıştırıcı söylemler var. Bu iki tür arasındaki farkın neye göre ayrıldığını tanımlamak güç bir uğraşken, eleştirmenlerin, yazarların ve seçici kurulların bu konuda çeşitli fikirleri ve kelime sayısı zaman zaman gündeme geliyor. Yükselen bir tür olarak novellanın, metin uzunluğunun ne kadar olması gerektiği, Britanya'da bu yıldan itibaren verilmeye başlanacak Novella Ödülü ile yeni bir boyut kazandı. Screen School of Liverpool John Moores Üniversitesi ve Manchester Metropolitan Üniversitesi'nin ortaklaşa başlattıkları Novella Ödülü'nün kriterlerine ilişkin çalışmaya göre, bir kitabın novella olarak kabul edilmesi için 20 bin-40 bin kelime arasında bir uzunluğa sahip olması gerekiyor. Seçici kurulun bu şartnamesi, bir eserin öykü, novella veya roman olarak hangi kategoriye konulması gerektiğine dair akademik dünyadan bir ses olarak değerlendiriliyor.

Edebiyat dünyasındaki genel kanı ise şöyle tanımlanabilir: Yazar 20 bin kelimeye yaklaştığında öykünün dünyasında olduğunu bilir, fakat buradan uzaklaştıkça kısa romana doğru yol alır. 40 bin kelimeyi aştığında ise romanın sularına vardığını bilir. Bu rakamlar kesin olmasa da türler etrafında dolaşan o etiketin kriteri olarak görülür. Öte tarafta çeşitli ödüller de kendilerince bir kelime sayısı vermekte. Mesela, The Science Fiction and Fantasy Writers of America Nebula Awards'a göre bir eserin novella olarak değerlendirilmesi için 17.500 ile 40.000 kelime arasında; Encyclopedia of Literature in Canada için ise bu rakam 15-50 bin arasında olması gerekir.

Britanya'da novella hakkındaki yakın zamandaki tartışmalardan biri ise Julian Barnes'ın 2011'de Booker Ödülü'ne değer görülen kitabı The Sense of an Ending üzerineydi. 176 sayfa olan kitap bir anda “novella”, “short novel” (kısa roman) tartışmasını başlatmış ve genel kanı kitabın edebi değeri üzerine yoğunlaşılması gerektiği şeklinde ortaya çıkmıştı. İngiliz yazar Ian McEwan ise 2012 Cheltenham Edebiyat Festivali'nde novellanın 25 bin kelime uzunlukta olmasını gerektiğini dile getirmişti.

İyi okurun rakamlarla işi olmaz

Britanya'da novellaya verilen ilk ödül olan bu girişim ile Tolstoy, Puşkin, James Joyce, Herman Melville, Turgenyev, Maupassant, Proust, Conrad ve Hemingway gibi yazarların kısa romanlarına dikkat çekmek ve yazarların da bu türden eserlere ilgi göstermesi amaçlanıyor. Ödülle, geçtiğimiz yıllarda uzun sayfa sayılarına sahip kitaplara karşı novella türüne dikkat çekmek isteniyor. Ödülün sahipleri, 7 Ekim'de açıklanacak.

Tartışmanın bir diğer boyutu ise yazarların eserlerini kaleme alırken, günümüz okurunun alışkanlıklarını az da olsa gözetiyor mu? sorusu. Kimi yayınevleri yazarlara bu konuda çeşitli ‘öğütler' verirken, kısa türlere olan ilgiyi sürekli hatırda tutmaya çalışıyor. Bu eğilimde günlük koşturmacanın hız kazanması ve sosyal paylaşım siteleri edebiyat okurunun kısa türlere olan ilgisindeki temel faktör olarak gösterilmekte. Twitter öykücülüğünün gittikçe daha da popüler olduğunu hatırlatırsak, okur bu türden kısa metinlere bir hayli ilgi gösteriyor.

Tüm bu rakamsal sınırları bir kenara bırakırsak, iyi okurun bu türden ölçümlerle arasının pek iyi olmadığı kesin. İyi bir eserin, metnin uzunluğu veya kısalığı ile elbette değerlendirilemez. Fakat, okurun alışkanlıklarının ve beklentilerinin yazarların edebi üretiminde veya yayınevlerinin yayımladıkları kitaplarda etkisi olduğunu da yadsıyamayız. Popüler olanın büyük bir ağırlık kazandığı edebiyat yayıncılığında iyi okura bu türden sınırlamalara ve yönlendirmelere kulak tıkamak düşer. Fakat, Britanya'da novellaya akademik dünyanın elinden verilen bu ilk ödül, bu türün daha çok tartışılacağı anlamına da geliyor.

Saraybosna'da film zamanı

$
0
0

Bu yıl 21. kez düzenlenen Saraybosna Film Festivali bugün başlıyor. Türkiye'den iki uzun, iki kısa olmak üzere dört filmin yarışacağı festivalde, 57 ülkeden 259 film gösterilecek. Cannes'da çok beğenilen, Venedik'e de seçilen Deniz Gamze Ergüven'in yönettiği Mustang ile Tunç Davut'un ilk filmi Dolanma, Saraybosna'da prömiyer yapacak.

Bu yıl 21. kez düzenlenen ve 22 Ağustos'ta sona erecek Saraybosna Film Festivali bugün Saraybosna Açıkhava Sineması'nda, Fernandı Leon de Aranoa'nın yönettiği A Perfect Day filminin gösterimiyle başlıyor. Bosna'yı kültür sanat başkenti haline getirmek ve Bosna Savaşı'nın izlerini silmek için düzenlenen festivalin programında bu yıl 57 ülkeden 259 film bulunuyor.

‘En İyi Film' ve ‘En İyi Kısa Film' ödüllerinin yanında ‘Jüri Özel', ‘En İyi Erkek Oyuncu' ve ‘En İyi Kadın Oyuncu' ödüllerinin de verileceği festivalde Türkiye'den dört yapım seçildi. Deniz Gamze Ergüven'in yönettiği “Mustang” ve Tunç Davut'un “Dolanma” filmleri “En İyi Film” dalında, yönetmenliğini Emre Kayış'ın yaptığı “Çevirmen” ve Ziya Demirel'in yönettiği “Salı” filmleri ise “En İyi Kısa Film” dalında yarışacak. Tunç Davut'un hem senaryosunu yazdığı, hem de yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metraj filmi “Dolanma”nın başrolünde Defne Halman ve Muhammet Uzuner var. Geçtiğimiz yıl Bolu-Aladağlar'da çekilen Dolanma'nın dünya prömiyeri 16 Ağustos'ta National Theatre'da gerçekleşecek. Hayatlarını kaçak odun keserek, dış dünyadan yalıtılmış aile yadigarı bir evde, zorluklarla sürdüren iki erkek kardeş ve bir kadının hikayesini anlatan Dolanma, doğaya ve kendilerine yabancılaşan, ilişkileri birbirine dolanan bu üç kişinin umutsuzluklarını sorguluyor.

Balkan filmleri ağırlıklı

Geçmiş yıllardan farklı olarak bu yıl Balkan filmlerine ağırlık verilen festivalde ‘En İyi Film' dalında Bosna Hersek yapımı Our Everyday Life, Romanya'dan Back Home ve The Treasure, Yunanistan'dan Chevalier, Hırvatistan'dan The High Sun, Sırbistan'dan Panama, Macaristan'dan Son Of Saul ve Avusturya'dan Superworld filmleri de yer alıyor. Ayrıca Oscar ödüllü Bosnalı yönetmen Danis Tanoviç'in ‘Kaplanlar' isimli yeni filmi festival kapsamında gösterilecek.

Her yıl sinema dünyasının önemli isimlerini ağırlayan Saraybosna Film Festivali'ne bu zamana kadar Angelina Jolie, Brad Pitt, Morgan Freeman, Wim Wenders, Gael Garcia Bernal, Nuri Bilge Ceylan, Saadet Işıl Aksoy, Semih Kaplanoğlu, Engin Günaydın'ın da aralarında bulunduğu birçok sanatçı katıldı. Bu yılki festivale ise Filipinli yönetmen Brillante Mendoza ve Ermeni yönetmen Atom Egoyan'ın konuk olması bekleniyor. (www.sff.ba)

Montreal'de de üç Türk filmi yarışacak

deBu sene 27 Ağustos-7 Eylül tarihleri arasında 39'uncusu düzenlenecek Montreal Film Festivali'nde Türkiye'den üç film ana yarışmaya kabul edildi. Özcan Alper imzalı ‘Rüzgarın Hatıraları', Mehmet Eryılmaz'ın ‘Misafir'i ve Selim Evci'nin son filmi ‘Saklı' Kanada'nın en köklü uluslararası film festivali olan Montreal Film Festivali'nin ana yarışma bölümünde dünya prömiyerlerini yapacak. Başrollerinde Onur Saylak ile Sofya Khandamirov'un yer aldığı Rüzgarın Hatıraları, çevirmen ve ressam Aram'ın, İkinci Dünya Savaşı döneminde, siyasi nedenlerle hayatını kurtarmak için İstanbul ‘dan kaçışını konu alıyor. ‘Misafir' ise anne-kız ilişkisini, ölüm teması çerçevesinde ele alıyor. Selim Evci'nin üçüncü uzun metraj filmi ‘Saklı'da başrolleri İlhan Şeşen ve Türkü Turan paylaşıyor. Film, kızının arkadaşı ile gizli bir ilişki yaşayan müzisyen Mahir Bey'in öyküsünü anlatıyor.

Yasmin Levy, yine İstanbul'da

$
0
0

Ladino müziğinin sıra dışı yorumcusu Yasmin Levy; İspanyol flamenkosunu, Arjantin tangosunu ve Portekiz fadosunu yansıtan müziğini sahnelemeye devam ediyor.

Levy, 28 Ağustos'ta Turkcell Yıldızlı Geceler kapsamında Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde saat 21.00'de müzikseverlerle buluşacak. Levy'nin İspanyol ve Türk müziğine yoğunlaşarak okuduğu Ladino dilindeki parçalardan oluşan son albümü Libertad, kendine has bir tarz ortaya koyuyor. Yasmin Levy, kendi müzik ruhunu ortaya çıkarmasını sağlayan Libertad albümü için, “Bu proje şu an hayatımda kim ya da ne olduğumu, nerede olduğumu ortaya koyuyor. Kendimi her açıdan özgür hissettiğim bir çalışma oldu.” diyor.

UNESCO listesine girmek, ziyaretçi sayısını artırmıyor

$
0
0

Kültür ve Turizm Bakanlığı Döner Sermaye İşletmesi Merkezi Müdürlüğü (DÖSİMM) rakamları da turistlerin tarihi ören yerleri ziyaretlerini UNESCO koruması altındaki Dünya Kültür Mirası Listesi'nden ziyade tanınmışlığına göre yaptıklarını ortaya koydu.

Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Antalya'da turist ziyaretine açtığı 26 tarihi ören yerinde UNESCO'nun listesinde yer alan tek yer Xanthos-Letoon antik kenti. 5 yıldır Akdeniz Üniversitesi'nin kazı çalışması yaptığı Xanthos antik kentinde 1950-2010 yılları arası 60 yıl aralıksız Fransız arkeologlar tarafından kazı çalışması yapıldı. Fransız arkeologların kazı çalışması 1988 yılında Xanthos, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne girdi. DÖSİMM'in geçen yıl Antalya bölgesi tarihi ören yeri ziyaretçi sayılarına bakıldığında UNESCO listesinde yer alan Xanthos'u 39 bin 422 turist ziyaret ederken, Demre (Kale) ilçesinde bulunan Myra antik kentini 432 bin, Olympos'u 384, Aspendos antik tiyatrosunu 247 bin, Noel Baba Müzesi'ni 531 bin, Perge'yi 190 bin ve Side antik kentini 210 bin turist ziyaret etti.


Yakın geçmişimizden kayıp gölgeler

$
0
0

Geçtiğimiz günlerde Salt Beyoğlu'nda açılan Vahap Avşar'ın Kayıp Gölgeler sergisi, AND Yayınevi'nin kartpostal arşivinden seçili fotoğraflardan oluşuyor.

1990'ların başlarından itibaren bu yayınevinin afişlerini farklı işlerinde kullanan Avşar, AND'ın kapsamlı bir kartpostal envanterine sahip olan koleksiyonunu 2010'da satın almıştı. Buluntu imge ve temsiliyet üzerine 25 yıldır çalışan sanatçı, kabul görmemiş, hiç mizanpajı ya da baskısı yapılmamış binlerce imge arasından, izleyicilere 50 fotoğraf sunuyor. Kayıp Gölgeler, aile üyelerine, dostlara, sevgililere seyahatten, askerden, uzak diyarlardan manzaralar ya da duruma özel manidar görüntüler içeren kartpostal yollama alışkanlığının son demlerinin yaşandığı 1970'lerin sonları ve 1980'lerin başlarına, yani operatörsüz direkt arama ve internet çağının öncesine denk düşüyor.

Fotoğrafik bir yolculuk olan AND koleksiyonu, 1970'lerin sonlarında, Anadolu'nun dört bir yanında yapılan çekimlerle başlar. Şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy dolaşan fotoğrafçılar, sokakları, meydanları, coğrafyanın arketip güzelliklerini belgeler. İmgeler üzerinden bir Türkiye yolculuğu yaşatılır ve coğrafyanın bir zamanı kayda alınır. Fotoğraflardan, dönemin sembolleri, giysileri, töreleri, iktisadi ve hatta siyasi durumları da okunabilir. Dikkatle kurgulanmış, pozlanmış kompozisyon ve temsiller; beklenmeyen anlar, tuhaf ilaveler, sıra dışı poz ve çekimler, fotoğrafların bambaşka hikâyelere açılmasına fırsat veriyor. O yılların gergin siyasi ortamı ve ardından 12 Eylül Darbesi'nin getirdiği korkulu dönem sırasında, coğrafyaya bir “açık stüdyo” gibi değinilmesi ise oldukça şaşırtıcı. Vahap Avşar'ın kişisel sergileri arasında Kara Albüm, iBerlin, Noneisafe, Vahap Avşar, Come Who Ever You Are ve Myths yer alıyor. Sergi, 27 Eylül'e kadar ziyaret edilebilir.

‘Anadolu Güneşi' Çin'e doğdu

$
0
0

Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Türk halk müziği uzmanı Kemal Bilsel Sarısözen'in 2003'te kurduğu Anadolu Güneşi grubu, üç konser için Çin'de. Alpagut ve MÜZED'in girişimiyle Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği-ISME'nin dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir düzenlediği “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı'nın 33.sü İstanbul'da gerçekleşecek.

Önce Anadolu Güneşi… Anadolu Güneşi Müzik Topluluğu (Anatolian Sun), Prof. Dr. Uğur Alpagut ve Kemal Bilsel Sarısözen'in çabalarıyla kuruldu. Grubun tek bir amacı vardı. Otantik değerlerle, evrensel çalgı tekniklerini buluşturmak. Yani bağlama sanatçısı, tavırlı çalışını bozmadan sürdürecek, keman ve piyano gibi enstrümanları kullanan sanatçılar ise çalgı becerilerini halk ezgilerinin özünü bozmadan yorumlayacak.

Daha çok akademisyenlerden oluşan grup, on yıl boyunca Pakistan, Malezya, Macaristan, Ürdün, Suriye, Makedonya, Avustralya, ABD, Fransa, Çin ve Kanada'da kah Evlerinin Önü Mersin'i, kah Drama Köprüsü'nü, kah Sobalarında Kuru da Meşe Yanıyor Efem türkülerini çalıp söyledi. Şimdi de bu türküleri Çinlilere okuyorlar. Geçtiğimiz pazartesi günü son provalarını İTÜ Türk Müziği Konservatuvarı'nda yapan grup, aynı günün gecesi Çin'e doğru yola çıktı. Kemanda Prof. Dr. Uğur Alpagut, bağlamada Prof. Adnan Koç, kavalda Doç. Cihan Yurtçu, piyanoda Kaya Güç, vurmalıda Yalçın Duran Baygın ve tenor Yrd. Doç. Ömer Türkmenoğlu'ndan oluşan grup, ilk konserini önceki gün Çin'in kuzeyindeki İç Moğolistan özerk bölgesinin en büyük sanayi kenti Baotou'daki Grand Theatre'da verdi. İkinci konser bugün Pekin'de, Beijing Concert Hall'da. Üçüncü konser ise 17 Ağustos Pazartesi günü Tiajin'deki Grand Theatre'da gerçekleşecek.

Konserler iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, Denize Dalmayınca, Yemen Türküsü, Ah Bir Ataş Ver Cigaramı Yakayım, Başındaki Yazmayı Sarıya mı Boyadın, Kıbrıs'ın Güzel Kızı, Fidayda türküleri enstrümantal olarak icra ediliyor. İkinci bölümde ise tenor Ömer Türkmenoğlu, Iğdır'ın Al Elması, Divane Aşık Gibi, Üsküdar'a Gideriken, Gesi Bağlarında, İzmir'in Kavakları, Altın Hızma, Urfa'nın Etrafı Dumanlı Dağlar'ı senfonik tarzda seslendiriyor.

DÜNYA MÜZİSYENLERİ 2018'DE TÜRKİYE'DE OLACAK

Grubun, 2003'ten bu yana sessiz sedasız verdiği bu konserler, asıl meyvesini 2018'de verecek. UNESCO'nun çağrısı üzerine, ilk kez 1953'te toplanan International Society For Music Education (Uluslararası Müzik Eğitimi Birliği), kısa adıyla ISME dünyanın farklı kentlerinde 2 yılda bir “Dünya Müzik Eğitimi Konferansı” düzenliyor. Bu toplantılarda 80'in üzerinde ülkeyle, farklı kültürlerin bir araya geldiği, çok yönlü etkileşime dayalı bir ortam oluşuyor. Başta müzik eğitimcileri olmak üzere, müziğin farklı alanlarında uzmanlaşmış delegeler, sanatçı ve öğrencilerin yer aldığı konferansa yaklaşık 3 bin kişi katılıyor.

Anadolu Güneşi, ISME'nin 2006'da Malezya'da, 2010'da ise Çin'de yapılan konferanslarına katıldı ve Türk müziğini tanıttı. Daha sonra devreye Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED) girdi ve önce 2012'de ISME'ye üye olundu. 2014'te Brezilya'nın Porto Alegre şehrinde gerçekleşen 31. konferansta, 2018'deki etkinliğin Türkiye'de yapılmasına karar verildi. 24-29 Temmuz 2016 tarihinde İskoçya'nın Glasgow kentinde yapılacak 32. ISME Dünya Konferansı'nın kapanış töreninde yine Türkiye'nin sanatı ve müziği tanıtılacak ve 33.sü için çalışmalar hız kazanacak. ISME Başkanı Prof. Dr. Lee Higgins ve ISME Genel Sekreteri Angela Ruggles'ın 4-6 Mayıs 2015 tarihleri arasındaki İstanbul ziyareti bu çalışmaların bir parçasıydı. Konferansın organizatörlüğünü yürüten Uğur Alpagut, “Müzik dünyasını heyecanlandıran Türkiye konferansının teması Âşık Veysel'e ithafen ‘Uzun ince bir yoldayım/ gidiyorum gündüz gece' olacak.” diyor.

40 istasyon, bir kitap

$
0
0

Fotoğrafçı Muammer Yanmaz ‘40 İstasyon Paris' ile başlayan üçlemesini tamamladı. Paris, Londra ve New York'ta yaşayan ve üreten Türkiye kökenli sanatçıları metro ve tren istasyonlarında fotoğrafladığı çalışmaları, ilgi çeken sergilerin ardından kitap olarak yayımlandı.

Kavruk yüzü, gülümseyen çehresiyle karenin dışına taşıyor Talip Özkan. Alnındaki kırışıklıklar Paris metrosunun titrek, solgun florasan ışığıyla biraz daha belirgin. Bir Türkmen zarafeti, Yörük asaletiyle oturuyor metal bankta. Çeyrek asırdan fazla zamandır yaşadığı şehirde Ege'nin, özellikle de Denizli'nin renklerini ve seslerini taşıdığı Paris'te sılayı çaldı, söyledi tamburu ve sazı… 40 istasyondan birinde, Goncourt durağında fotoğrafçı Muammer Yanmaz'a poz veriyor.

Paris'in orta yerindeki Republic Meydanı'na yakın, Eyfel'e nazır otağından öbür âleme göçeli henüz birkaç yıl olsa da Talip Özkan'ın siyah-beyaz karesi zamana düşülmüş küçük, güzel notlardan sadece biri. Diğer istasyonlarda kimler yok ki! Grand Türk namlı, Mösyö Sipa; Gökşin Sipahioğlu, Porte de Saint-Cloud'da uzayan bir perspektifin önünde gümüş beyazı saçlarıyla gelecek zamanlara bakıyor. Raspail İstasyonu'nda seramik sanatçısı Alev Ebüzziya'nın hünerli elleri siyah deri ceketinin verdiği kontrastlıkla daha da belirgin hale gelmiş. Tülay Germen henüz durmuş katarlardan birinin kapısında, adımını atmakla atmamak arasında kararsız. Nilüfer Göle'den Komet'e her bir istasyonda ayrı bir değer, özel bir şahsiyet.

Muammer Yanmaz'ın hayata geçirdiği “40 İstasyon Paris” Paris'te yaşayan ve üreten 40 önemli kişiyi fotoğrafladığı çalışmanın adı olarak son on yılda sergilerle, etkinliklerle adını duyurmuştu. Üçleme olarak düşünülen 40 İstasyon o kadar sevildi ve beğenildi ki serinin Londra ve New York bölümleri daha hızlı tamamlandı. Yanmaz, Mayıs 2002 ve Şubat 2003'te Paris'te yaşayan ve çeşitli alanlarda üreten 40 Türk'ü Selen Akçalı koordinatörlüğünde metro istasyonlarında görüntüleyerek başladı projeye. Sonra New York'ta yaşayan 40 Türk'ü yine metro istasyonu fonunda 6x6 format siyah beyaz fotoğraflarla bir araya getirdi. Amerika'da Türkler denince ilk akla gelen ve geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Arif Mardin bu önemli şahsiyetlerin başında geliyor şüphesiz. Duayen gazeteci Doğan Uluç, müzisyen İlhan Erşahin ve diğer 40 Türk en metropolitan halleriyle objektife baktılar. Sonra aralarında modacı Rıfat Özbek'ten ünlü Sofra restoranlarının sahibi Hüseyin Özer'e kadar Londralı Türkler tamamladı üçlemeyi. Londra'nın yağmurlu metro ve tren istasyonlarında ünlü Türkler resmi geçit yaptı.

Şimdi bu unutulmaz koleksiyon şık ve özenli bir ciltle kitap haline geldi. “40 İstasyon – Paris, New York, Londra” 276 sayfalık önemli bir referans oldu. Muammer Yanmaz, İstanbul'da Saint Michel Lisesi'nin karanlık odasında başladığı fotoğraf serüvenini Ara Güler'den, Richard Avedon'dan, Elliott Erwitt'ten aldığı ilhamı ve ışığı dünyanın üç önemli şehrinin istasyonlarında gözlerden uzakta değerleri daha iyi görmemiz için kullandı. Zenith ile başladığı yolculuğu Rolleiflex'ine taktığı siyah beyaz filmle grenli özenli portrelere dönüştü. Selen Akçalı'nın koordinatörlüğündeki çalışma ve kitap, Türkiye'nin kültür ve sanat hayatında önemli yere sahip, gözlerden uzak fakat gönlümüzden hiç kopmayan değerlerini bir araya getirmiş oldu. “Fotoğraflanan 120 kişinin hepsi genç yaşlı demeden, Türkiye tarihine ve içine doğdukları 20. yüzyıla dair izler barındırıyor.” diyor Muammer Yanmaz ve Selen Akçalı: “Bu izler bazen Cumhuriyet'in ilk yıllarında devlet bursu ile Batı'ya gönderilen ‘Türk Prometheleri'nin devamını oluşturan ‘harika çocuklar'ın, bazen Türkiye'de Osmanlı'nın son zamanları itibarıyla iyice etkisini hissettiren Amerikan okullarının sonucu… Bazen o şehirlerde yaşamayı seçmiş insanların tebdil-i mekân olarak gördükleri o coğrafyalarda yaşam ve özgürlük alanı ve nefes arayışları…

Ezcümle, fotoğraflanan 120 kişinin hepsi toplum içindeki duruşları, mücadeleleri, yaratıcılıkları, sanatları, fikriyat ve çeşitlilikleri ile yaşadıkları şehre müthiş bir zenginlik katıyorlar.”

Ankara'nın sivil mimarî örnekleri İstanbul'da

$
0
0

Kasım 2014'te Kavaklıdere'de bulunan Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde açılan “Sivil Mimari Bellek Ankara: 1930-1980” sergisi 1 Eylül Salı günü Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Sergi Salonu'nda saat 18.00'de açılacak.

Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) Başkent Üniversitesi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Mimarlık Vakfı işbirliğiyle hazırlanan sergide, Ankara'nın sivil mimari belleğini oluşturan karakteristik 120 bina ile ilgili fotoğraflar, posterler, kartpostallar, maketler ve belgeler yer alıyor. Sergide ayrıca, yapıların bir kısmının Başkent Üniversitesi öğrencileri tarafından hazırlanan maketleri görülebilecek. 11 Eylül'e kadar açık kalacak.

İstanbul Bienali gün sayıyor

$
0
0

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 14. İstanbul Bienali, “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığıyla 5 Eylül'de kapılarını açıyor.

Carolyn Christov-Bakargiev tarafından bir dizi işbirliği içerisinde şekillenen bienalde; Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'dan 80'in üzerinde katılımcının 1.500'e yakın eseri iki ay boyunca şehrin farklı noktalarında görücüye çıkacak. Boğaz'ın Avrupa ve Anadolu yakasını içine alan 30'un üzerinde mekânda gezilebilecek “Tuzlu Su” müzelerinin yanı sıra tekneler, oteller, eski bankalar, otoparklar, okullar ve özel konutlar gibi kara ve su üzerindeki geçici alanlara yerleşecek. Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen ve geçen bienalde olduğu gibi bu sene de ücretsiz gezilecek İstanbul Bienali 1 Kasım'a kadar devam edecek.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live