Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Mustafa Uğurlu'nun çalınan Altın Portakal'ının yenisi gönderilecek

$
0
0

Oyuncu Mustafa Uğurlu'nun Cihangir'deki evine hırsız girmesi sonucu çalınan Altın Portakal ödülünün yerine yenisi gönderilecek.

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Mustafa Uğurlu'nun başına gelenlere çok üzüldüm. 1998 yılında ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' dalında kazandığı Altın Portakal Ödülü de çalınmış. Çalınan diğer kıymetli eşyası baba yadigârı çakmağının yerini dolduramam ama ödülünün aynısını kendisine en kısa zamanda göndereceğim.” dedi. Oyuncu Mustafa Uğurlu 1998 yılında Okan Bayülgen ve Müjde Ar ile başrollerini paylaştığı ‘Ağır Roman' filmiyle ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' Altın Portakal ödülünü kazanmıştı.


Adalar'da Avusturya günleri

$
0
0

Yaz sıcaklarının kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle herkes kendine bir gölgelik, serinlik arama telaşında.

İstanbul'un her daim sayfiye yerlerinden olan Adalar, bu yazı Orta Avrupa'dan gelen esintiyle atlatmayı planlıyor. ‘Adalar'da Avusturya Günleri' adlı etkinlik kapsamında Avusturyalı sanatçılar, Avusturya'da klasik müzik eğitimi almış Türk meslektaşlarıyla birlikte Adalar sakinlerine konser verecek. Programda bir de film gösterimi yer alıyor. Bu akşam saat 19.00'da Büyükada Anadolu Kulübü'nde yapılacak açılış ve Ludus Ensemble konseriyle başlayacak etkinlikler, 25 Temmuz'da sona erecek. Yarın akşam saat 21.00'de Heybeliada Su Sporları Kulübü'nde Dilbağ Tokay yaylılar grubu, 24 Temmuz Cuma günü saat 19.00'da Büyükada Anadolu Kulübü'nde Deniz Kurdoğlu, kapanış konserinde ise 25 Temmuz Cumartesi akşamı saat 21.00'de Heybeliada Ruhban Okulu ön bahçesinde Alilance Quartett konseri müzikseverlerle buluşacak. Etkinlik kapsamında 23 Temmuz Perşembe akşamı saat 22.00'de ise Büyükada Açık Hava Sineması'nda Andreas Prochaska'nın yönettiği 2014 yapımı Avusturya filmi Karanlık Vadi gösterilecek. Konserlerin tamamı ve film gösterimi ücretsiz olarak gerçekleştirilecek.

Türk sineması Meksika'ya taşınıyor

$
0
0

Latin Amerika'nın önemli festivallerinden biri olan Meksika'daki Guanajuato Film Festivali, 18. yılında Türkiye'yi konuk ediyor. Türkiye'den 19'u uzun metraj olmak üzere toplam 56 filmin gösterileceği festivalin ana yarışmasında Türkiye'yi Deniz Gamze Ergüven'in Cannes'da övgüyle söz edilen filmi ‘Mustang' temsil ediyor. Ana yarışma jürisinde ise oyuncu Melisa Sözen yer alıyor.

Meksika'nın San Miguel de Allende ve Guanajuato şehirlerinde 17 Temmuz'da başlayan festival 26 Temmuz'a kadar devam edecek. 18. Guanajuato Film Festivali, programındaki 400 film ve geçen yıl yakaladığı 121 bin seyirci sayısıyla Latin Amerika ülkelerinin en önemli festivallerinden biri. Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Ankara Sinema Derneği'nin düzenlediği Guanajuato Film Festivali'nde ‘Konuk Ülke: Türkiye' bölümü, gösterilecek 56 filmle Meksika'da yapılan en büyük Türkiye sineması etkinliği.

Festivalin ana yarışma jürisinde oyuncu Melisa Sözen yer alırken, belgesel jürisinde yönetmen Cem Kaya ve Meksika filmleri jürisinde ise sinema yazarı Esin Küçüktepepınar görev yapacak. Melisa Sözen'in rol aldığı ‘Kış Uykusu' da festivalde gösterilecek. Festivalde Lütfi Ö. Akad'ın ‘Gelin', Metin Erksan'ın ‘Susuz Yaz' gibi Türkiye sinemasının klasik filmlerinin yanı sıra ‘Kış Uykusu' (Nuri Bilge Ceylan), ‘Bal' (Semih Kaplanoğlu), ‘Jin' (Reha Erdem), ‘Yeraltı' (Zeki Demirkubuz), ‘Saç' (Tayfun Pirselimoğlu), ‘Tepenin Ardı' (Emin Alper), ‘Kelebeğin Rüyası' (Yılmaz Erdoğan), ‘Bir Zamanlar Anadolu'da' (Nuri Bilge Ceylan), ‘Sivas' (Kaan Müjdeci), ‘Sonbahar' (Özcan Alper), ‘Yozgat Blues' (Mahmut Fazıl Coşkun), ‘Mucize' (Mahsun Kırmızıgül), ‘Kar Korsanları' (Faruk Hacıhafızoğlu) ve ‘Nefesim Kesilene Kadar' (Emine Emel Balcı) adlı filmler de gösteriliyor.

Türkiye'den Emin Alper, Ercan Kesal, Esme Madra, Kaan Müjdeci, Mahmut Fazıl Coşkun, Mert Fırat, Özgür Doğan, Serhat Karaaslan, Taner Birsel, Tayfun Pirselimoğlu, Zeki Demirkubuz ve Ziya Demirel'in konuk olarak katıldığı festivalin en özel bölümlerinden biri, Osmanlı Dönemi'nde, yabancılar tarafından Osmanlı topraklarında çekilen sessiz kısa filmlerden oluşan bir toplu gösterim. Hollanda EYE Film Enstitüsü arşivinden alınan bu filmlerin gösterimine, Baba Zula canlı müzik performansıyla eşlik edecek.

Polisiye edebiyatın ustaları İstanbul'da buluşacak

$
0
0

Polisiye edebiyatın usta ismi Agatha Christie doğumunun 125. yılında ‘Kara Hafta İstanbul' etkinliğiyle anılacak. 22-24 Ekim günlerinde düzenlenecek etkinlik polisiyenin yerli ve yabancı ustalarını bir araya getirecek. Etkinlik kapsamında konferans, söyleşi, imza günü ve film gösterimi yapılacak.

Türkiye'deki polisiye okuru dünyadaki benzerlerine nazaran biraz talihsizdir. Yanlış anlaşılmasın, bizim de çok iyi polisiye yazarlarımız var. Fakat okurun bir araya gelebileceği, sevinçlerini, korkularını, heyecanlarını paylaşabileceği bir sosyal platform henüz yok. Sanal âlemdeki toplaşmaları saymazsak, Avustralya'dan İngiltere'ye, ABD'den Latin Amerika'ya kadar dünyanın birçok yerinde yapılan ‘polisiye edebiyat festivalleri' yakın gelecekte Türkiye için de hayal olmaktan çıkabilir. Pera Palace Hotel Jumeirah'ın ekim ayında düzenleyeceği etkinlik bu yolda atılacak önemli bir adım olarak görünüyor.

Pera Palace Hotel Jumeirah, Agatha Christie'nin doğumunun 125. yılı anısına 22-24 Ekim 2015 günlerinde Türkiye'de ilk kez düzenlenecek ‘Kara Hafta İstanbul' etkinliğine ev sahipliği yapacak. 125 yıllık tarihinde aralarında Agatha Christie'nin de olduğu, Ernest Hemingway'den Greta Garbo'ya kadar edebiyat ve sanat dünyasından birçok ünlü ismi konuk eden Pera Palace, dünyada büyük bir ilgiyle takip edilen polisiye festivallerin havasını Türkiye'ye taşıyacak.

Sürpriz etkinliklerin de olacağı ‘Kara Hafta İstanbul'un düzenleme kurulunda Doğan Hızlan, Ahmet Ümit, Metin Celal, Adnan Özer ve Pınar Kartal Timer var. Yurtdışından yazarların da katılımıyla tam bir festival havasına bürünecek etkinliğe Agatha Christie'nin torunu, usta yazarın yayın haklarını da elinde bulunduran Matthew Prichard da katılacak.

Polisiye edebiyatı konusu etrafında renkli bir şehir kültür aktivitesi olacak ‘Kara Hafta İstanbul'a Türkiye'den Ahmet Ümit ve Celil Öker katılıyor. Bir Numaralı Kadınlar Dedektiflik Bürosu serisiyle tanınan İngiliz yazar Alexander McCall Smith, Sherlock ve Dracula eserlerinin yanı sıra Neil Gaiman'ın Sandman adlı çizgi roman serisinin de editörlüğünü yapan ABD'li yazar Leslie Klinger, İstanbul doğumlu Yunan polisiye yazarı Petros Markaris, İtalyan yazar Roberto Costantini ile Goncourt ödüllü Fransız yazar Jean Christophe-Rufin de Türkiyeli okurla buluşacak.

‘Kara Hafta İstanbul' kapsamında cam fanuslar içerisinde polisiye romanlar sergilenecek, polisiye yazarlar kitaplarını imzalayacak. #blackweekturkey etiketiyle sosyal medyada da paylaşımların yapılacağı etkinlik, 22 Ekim Perşembe akşamı saat 19.00'da Pera Palace Hotel Jumeirah'ta düzenlenecek resepsiyon ile başlayacak. 23 Ekim Cuma günü 10.00-12.00 arasında yapılacak Agatha Christie konferansının ardından 14.00-16.00 arasında Dedektif ve Gerilim Roman Ajandası başlığıyla Erol Üyepazarcı Türk polisiye edebiyatının 125 yılını değerlendirecek. 24 Ekim Cumartesi 10.00-16.00 arasında ‘Polisiye Romanlarda İstanbul'un Yeri' başlıklı konferanstan sonra saat 19.00'da yapılacak film gösterimiyle festival sona erecek.


‘Kara Tren'li polisiye festivali

Türkiyeli okurların ekim ayında hemhal olacağı ‘Kara Hafta' etkinliği, dünyada düzenlenen polisiye festivallerin yaygın adı. Bunlar arasında en ünlüsü ‘Black Week' (Semana Negra) adıyla düzenlenen İspanya merkezli festival. İspanya'nın kuzey bölgesindeki Gijon ve Asturias şehirlerinde 1988'de başlayan festival, temmuz ayının ilk ya da ikinci haftasında yapılıyor. Avrupa'nın farklı şehirlerine ve Güney Amerika'ya da konuk oluyor. 1994'te Küba'da düzenlendiğinde 1650 metrelik kitap kuyruğuyla Guinness Rekorlar Kitabı'na girmeyi başaran festival, polisiye okurun buluşma noktası. Ünlü yazarların konuk olduğu festivalde, konserlerin yanı sıra ‘Kara Tren' gibi tematik eğlenceler de düzenleniyor.

Sabancı Müzesi çocukları kampa alıyor

$
0
0

Çocukları müze ortamında heyecanlı, eğitici ve eğlenceli yepyeni maceralara davet eden Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) Yaz Okulu Sanat Kampı, ağustos ayı boyunca devam ediyor.

Her gün çeşitli sanat etkinliklerine katılacak çocuklar hem kamp deneyimi yaşayacak, hem de sanatı pek çok yönüyle tecrübe etme şansı bulacak. Kampta resim, heykel fotoğraf, geleneksel sanat, dijital sanat ve tasarım alanında etkinlik ve dersler yapılacak. 3-28 Ağustos arasında hafta içi 09.00 ile 13.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek etkinliklerin günlük katılım ücreti 75 TL. Bu yılki sanat kampına 2004-2007 yılları arasına doğan çocuklar katılabiliyor. (0216 550 97 62)

Adana'nın senaryosunu Kıral değerlendirecek

$
0
0

Adana Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen 22. Uluslararası Altın Koza Film Festivali'nde bu yıl birincisi gerçekleştirilecek olan ‘Adana' konulu uzun metraj senaryo yarışmasını jüri üyeleri belli oldu.

Bu yıl 14-20 Eylül arasında gerçekleştirilecek festival kapsamında düzenlenen senaryo yarışmasının jüri başkanlığını, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde' filminin yönetmeni Erden Kıral yapacak. Jüride yer alacak diğer isimler yazar, yönetmen ve senarist Füruzan, yazar, yönetmen, senarist Işıl Özgentürk, Adanalı yazar Muzaffer İzgü ve yapımcı Abdurrahman Keskiner. Ön jüri ise Faruk Karaçay, Hakan Haksun ve Dr. S. Haluk Uygur'dan oluşuyor. ‘Adana' konulu Senaryo Yarışması'nın son başvuru tarihi 18 Ağustos'a kadar uzatıldı.

‘Akbank kısaları'ndan seçkiler

$
0
0

Bu yıl 16-26 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilen 11. Akbank Kısa Film Festivali'ne katılan filmler bir kez daha ücretsiz olarak sinemaseverlerle buluşuyor.

Temmuz ayı boyunca çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri düzenlenecek 11. Akbank Kısa Film Festivali'nden Seçkiler etkinliği kapsamında, Festival Kısaları başlığı altında 14 ulusal film, Dünyadan Kısalar bölümünde ise Papua Yeni Gine'den Meksika'ya, İskoçya'dan Suriye'ye dünyanın farklı bölgelerinden 14 uluslararası film olmak üzere toplam 28 kısa film beyazperde ile buluşuyor. Yarın saat 18.00'de başlayacak gösterimler, 25 Temmuz'a kadar her gün yapıldıktan sonra beş günlük bir aranın ardından 30-31 Temmuz'da yine aynı saatte yapılacak. Akbank Sanat'ın İstiklal Caddesi'ndeki merkezinde yapılacak gösterimler ücretsiz olarak izlenebilir. (0212 252 35 00)

Klasik müziğin yıldızları Bodrum Kalesi'nde

$
0
0

Yaz aylarında müzikseverlerin yanı sıra yabancı turistlerin de yoğun ilgi gösterdiği D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali'nin programı açıklandı.

Bu yıl 11. kez düzenlenecek festival popüler isimlerle ustaları buluşturacak. 15-19 Ağustos arasında gerekleştirilecek festivale İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Denis Matsuev, Buika, Sarah Chang, Eleni Karanidrou ve Fazıl Say gibi dünyaca ünlü sanatçı ve orkestralar katılacak.

Kurucu destekçiliğini Doğuş Grubu'nun üstlendiği 11. D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali'nin açılış konseri Türkiyeli müzikseverler için bir ilk olacak. Ülkemize ilk kez gelecek ünlü şef Charles Dutiot yönetiminde, dünyanın en saygın orkestralarından İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile Rus piyano geleneğinden gelen virtüöz Denis Matsuev festivalin açılışında sahne alacak.

FAZIL SAY, SAİT FAİK ANISINA ÇALACAK

Keman virtüözü Sarah Chang, tüm dünyadan hayran kitlesine sahip Buika, Metamorfoz projeleriyle çellist Sedef Erçetin Atala ve piyanist Maria Papapetropoulou, Karşıyaka Oda Orkestrası'nın yanı sıra genç yetenekler Dorukhan Doruk, Veriko Tchumburidze, Can Çakmur ve Yunus Tuncalı festivalin konukları olacak. Bu yıl ilk defa D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali'ne ev sahipliği yapacak Bodrum Kalesi'nde, Theo Angelopoulos filmlerine yaptığı unutulmaz müziklerle tanıdığımız Eleni Karaindrou da Ender Sakpınar şefliğinde İstanbul Sinfonietta ile birlikte konser verecek.

Festivalin kapanışı ise edebiyat-müzik buluşması ile yapılacak. Fazıl Say, çağdaş hikâyeciliğimizin usta ismi Sait Faik'i ölümünün 60. yılına özel bestesini seslendirecek. Festival konserlerinden sağlanacak bilet satış gelirinin tamamı, Tohum Otizm Vakfı ve Bodrum Sağlık Vakfı'na bağışlanacak.


Bölgesel müzeler Baksı'da dertleşecek

$
0
0

Bayburt'taki Baksı Müzesi 10. yılını, ‘kendisi gibi' olan bölgesel müzelerle birlikte kutluyor. Yarın başlayacak ve dört gün sürecek Uluslararası Müzecilik Atölyesi'nde dünyanın farklı ülkelerinden müze temsilcileri ‘Kalkınmanın İtici Gücü Olarak Bölgesel Müzeler'i konuşacak. Müzenin kurucusu Hüsamettin Koçan, yakın gelecekte Bayburt merkezde 200 kadının istihdam edileceği bir proje üzerinde çalıştıklarını söyledi.

Bir hayalin peşinden, her türlü zorluğu göze alıp koşunca meyveleri de ardı ardına geliyor. Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'ın 2010'da memleketi Bayburt'un 45 km dışında kurduğu Baksı Müzesi, geçtiğimiz yıl, açılışının üstünden 4 yıl gibi kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen Avrupa Konseyi 2014 Yılın Müzesi Ödülü'nün sahibi oldu. Bu yıl ise yine önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Türkiye'nin ilk bölgesel müzesi Baksı, dünyanın farklı ülkelerinden ‘kendisi gibi' olan bölgesel müze temsilcilerini ICOM (Uluslararası Müzeler Konseyi) Uluslararası Müzecilik Atölyesi' kapsamında ağırlıyor. Yarın başlayacak ve dört gün sürecek Kalkınmanın İtici Gücü Olarak Bölgesel Müzeler atölye çalışmasına uluslararası alanda 20 üye ile 50'ye yakın yerli müze temsilcisi katılacak.

Avrupa Müze Forumu, ICOM Avrupa ve ICR Uluslararası Bölgesel Müzeler Komitesi'nin yanı sıra Azerbeycan, Türkiye, Yunanistan ve Hırvatistan'dan bölgesel müze temsilcilerinin katılacağı atölye çalışması, müzelerin sosyal gelişimdeki değerini araştıracak. Etkinlik kapsamında, müzelerin yaşayan kültürle ve bölgeyle kurabileceği bağlantılar, somut ve somut olmayan kültürel varlıklar ile müzelerin ilişkisi, yerel-bölgesel potansiyelin üretime dönüştürülmesi, müzelerin üretim, istihdam ve ulusal-uluslararsı pazardaki yeri tartışılacak. Atölye çalışmasında ortaya çıkan sonuç önerileri basılı hale getirilip 2016'da Milano'da gerçekleştirilecek ICOM Genel Konferansı'nda sunulacak.

‘BAKSI BİR UMUT OLUŞTURDU'

Farklı ülkelerden temsilcileri bir araya getirecek atölye çalışması bölgesel müzelerin toplumdaki doğrudan ve dolaylı etkilerini, karar mekanizmaları ile kalite standartlarını belirlemedeki rolü hakkında yol gösterici olacak.

Atölyeyi fırsat bilerek müzenin kurucusu Prof. Dr. Hüsamettin Koçan'a sorularımızı sorduk. Örneğin Türkiye'nin en fazla göç veren ilinde kurulan müzenin tutunmasında hangi dinamikler rol oynuyor? Konumu açısından riskli olan müzeye başarı nasıl geldi? “Göç veren bir bölgede kurumlaşmaya çalışmak ve o bölgede bir kültürel direnç oluşturmak, günümüzde yersiz yurtsuzlaşan insanlar için bir umut oluşturdu. Ayrıca bir sanatçının doğduğu topraklara geri dönme, bu bölgede barışçıl ve üretken ilişkileri geliştirme çabası müzeye yönelik olağanüstü bir ilginin doğmasına neden oldu.” diyor Koçan. Baksı'nın günde ortalama 40 ile 250 arasında ziyaretçisi var. Dönem dönem değişen profilde, kış ve bahar aylarında üniversite öğrencileri, mayıs-ekim aylarında ise yabancı ziyaretçiler ve sanat izleyicileri müzeyi ziyaret ediyor.

Ekonomik katkıları bir yana, müzenin kültürel dönüşüme ve kalkınmaya desteği kuşkusuz daha önemli. Ancak çok yeni bir müze olduğu için sonuçları çabucak görmek mümkün değil. Hüsamettin Koçan, “Baksı Müzesi, sürdürülebilir bir kültürel altyapı kurmak için insana odaklanmış bir proje. Buradaki hedefimiz öncelikle üst sanat ve alt sanat ayrımını ortadan kaldırarak etnografya ile günümüz sanatını aynı mekânda sunmak gibi geleneksel müzeciliğin tercih etmediği bir yöntemi benimsiyor. Bu yöntem, izleyiciye mukayese olanakları sunmak ve kültürel demokrasi için gerekli zemini oluşturmak amacıyla tercih edildi.” diyor. Müzenin ekonomik kalkınmaya etkileri kadınlar üzerinde daha görünür bir hal alıyor. Yoğun göç veren bölgede, özellikle kadınların üretime katılmaları için ehram, kilim, seramik, doğal boya ve ahşap baskı gibi müze atölyeleri düzenleniyor. Koçan'a göre bu atölyeler kadının içe dönük, geri plandaki yaşantısına ekonomik bir boyut kazandırıyor. Hüsamettin Bey, gelecekte oluşacak taleplere müze merkezinin yeterli gelmeme ihtimaline karşı ise Bayburt merkezde 200 kadının çalışabileceği yeni bir bina inşa etmek için proje çalışmalarının başladığını da ekliyor.

10. yılda ‘ON Sergisi'

Baksı Müzesi, 10. yılını Marcus Graf'ın küratörlüğünde “ON Sergisi” ile kutluyor. 12 Ağustos'ta açılacak sergi, başlıca çağdaş sanatçıları, yerel sanat yapıtlarını ve tarihsel olduğu kadar etnografik açıdan da önemli eserleri izleyiciyle buluşturuyor ve müze koleksiyonuna dair özel bir seçki sunuyor. Baksı Müzesi koleksiyonundaki eserlerin, müzenin “sanat ve zanaat arasında diyalog kuran” konseptine bağlı kalarak yeniden kurgulanmasıyla oluşturulan sergide, Ömer Ali Kazma, Seçkin Pirim, Hüseyin Çağlayan, Seyhun Topuz, Gülsüm Karamustafa, Mustafa Horasan ve Kemal Tufan gibi sanatçıların yapıtları yer alıyor. Erdoğan Zümrütoğlu, Selahattin Yıldırım gibi sanatçılar ise eserleriyle Baksı Müzesi'nde ilk kez izleyici karşısına çıkıyor. Sergi 12 Mayıs'a kadar görülebilir.

Pera'nın 10. yıl sergilerini görmek için son günler

$
0
0

Pera Müzesi'nin 10. yıl kutlamaları kapsamında düzenlenen ‘Küçük Farklılıklar' ile ‘Portreler' sergileri son günlerine girdi.

Çağdaş sanatın sıra dışı sanatçılardan Grayson Perry'nin ‘Küçük Farklılıklar' sergisi seramik ve halı sanatına yeni bir bakış getiriyor. British Council işbirliğiyle düzenlenen sergi, Perry'nin eserlerini Türkiye'de ilk kez bir araya getiriyor. Pera Müzesi'nde 26 Temmuz Pazar gününe kadar görülebilecek bir diğer sergi ise “yıldızların fotoğrafçısı” olarak bilinen Cecil Beaton'ın ‘Portreler'i. Sotheby's işbirliğiyle düzenlenen sergide, Beaton'ın 1920'lerden 70'lere kadar fotoğrafladığı Elizabeth Taylor, Marilyn Monroe, Coco Chanel, Salvador Dali, Gary Cooper, Winston Churchill, Jean Paul Sartre ve Audrey Hepburn gibi önemli isimlerin yanı sıra entelektüeller ve kraliyet mensuplarının portreleri de yer alıyor. ‘Portreler' sergisinde, ünlü fotoğrafçının daha önce sergilenmemiş işleri de bulunuyor. Sergileri henüz görme fırsatı bulamayanlar, Pera Müzesi'ni pazar akşamına kadar ziyaret edebilir. (0212 334 99 00)

Eski günlerdeki gibi

$
0
0

Yazlık sinemalar son birkaç yılda seyirciden yoğun ilgi görüyor. Bu ilgiyi karşılıksız bırakmayan mekanlar arasına Cemile Sultan Korusu da katıldı.

Kandilli'deki mekan, sinemaseverleri Boğaz'a karşı ‘eski usûl' film izlemeye davet ediyor. 25 Temmuz Cumartesi akşamı saat 21.00'de başlayacak etkinlik, İstanbul Klasik Otomobilciler Derneği (İKOD) işbirliğiyle gerçekleştirilecek. Benzerlerinden farkı ise seyircinin sandalye ya da minderlerde değil, klasik model arabaların içinde oturacak olması. Geçmişte yazlık sinemalarda kullanılan renkli ampullerle ışıklandırılacak alanda, 50 klasik araçla gerçekleşecek arabalı sinema gecesinde, Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman'ın oynadığı 1942 yapımı klasik film ‘Casablanca' gösterilecek. Filmde Humphrey Bogart'ın kullandığı 1940'lı yıllara ait Buick marka aracın muadili de kurulacak dev perdenin yanında hazır bulunacak. Makinist ise kullanacağı ekipmanlarla birlikte klasik üstü açık bir kamyonetin üstünde yer alacak. (0216 308 49 43)

Harper Lee'nin romanı 7 günde 1 milyonu geçti

$
0
0

Amerikalı yazar Harper Lee'nin Bülbülü Öldürmek'ten 55 yıl sonra yayımladığı ikinci romanı Go Set a Watchman (Git Bir Bekçi Dik), gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.

14 Temmuz'da ABD'de satışa çıkan roman şimdiden en çok satan ilk 10 kitap arasına girdi. İlk baskısı 2 milyon adet yapılan roman, bir hafta gibi kısa bir sürede 1 milyonu aşkın satış rakamına ulaştı. Go Set a Watchman, eleştirmenlerin olumsuz yorumlarına ve okurun çok sevdiği Atticus Finch karakterindeki değişimden kaynaklanan hayal kırıklığına rağmen, Amerika'nın en büyük online kitap satış sitesi Amazon.com ve Barnes & Noble.com'da birinci sırada yer aldı. Bir haftada gerçekleşen bu olağanüstü satış rakamı üzerine romanın yayınevi Harper Collins, Go Set a Watchman'ın iki milyon adet olan ilk baskısını 3,3 milyona çıkardı.

İzmir Edebiyat Festivali ‘özgürlük' temasıyla başlıyor

$
0
0

Film festivali konusunda hiç sıkıntı çekmeyen ülkemizin edebiyat festivallerindeki ‘fakirliği' bilinen bir gerçek.

Değişik isimler altında düzenlenen ‘şiir geceleri'ni saymazsak 2009'da ilk kez yapılan İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali, bu alanda çok büyük bir eksikliği giderdi. Ekim ayında Pera Palace Hotel Jumeirah'ta gerçekleşecek Kara Hafta İstanbul da daha küçük ölçekte polisiye türünün meraklılarına hitap eden bir program.

İstanbul'un bu ‘ataklarına' İzmir'den cevap gecikmedi. Yarın başlayacak İzmir Uluslararası Edebiyat Festivali, yaz sıcağında bir imbat esintisi gibi. Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen festival 5 Eylül'e kadar devam edecek. Bu yıl ilk kez yapılacak festivalin teması ‘Edebiyat Özgürleştirir'. Yurtiçi ve yurtdışından birçok yazar ve şairi bir araya getirecek festivalin önemli bir özelliği de etkinlikleri birkaç küçük salon ile sınırlamaması. Şair Haydar Ergülen'in direktörlüğünde organize edilen festivalde söyleşiler, şiir okumaları ve imza günleri İzmir'in 11 ilçesine yayılacak.

Romanya, Macaristan, Yunanistan ve Vietnam gibi ülkelerden birçok yazar ve şairin konuk olacağı festivale Türkiye'den aralarında İnci Aral, Latife Tekin, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Hakan Günday, Zeynep Altıok Akatlı, Küçük İskender, Orhan Alkaya, Buket Uzuner, Tuna Kiremitçi, Şükrü Erbaş, Yekta Kopan, Cenk Gündoğdu, Veysel Çolak, Şeref Bilsel'in de olduğu şair ve yazarlar katılacak.

Festival, yarın akşam saat 20.00'de Karaburun Merkez Cumhuriyet Meydanı'nda yapılacak panel ile başlıyor. Asuman Susam'ın yöneteceği Türk Edebiyatında Kadın Özgürlüğü adlı panelin konuşmacıları İnci Aral, Zeynep Oral ve Latife Tekin. Panelin ardından şair Ahmet Telli, bir şiir okuması yapacak. 31 Temmuz Cuma gününün programında ise iki önemli etkinlik var. Saat 20.00'de Bergama Gülpark Amfitiyatrosu'nda Müslüm Çelik ve Aydın Şimşek ‘Halk Edebiyatında Özgürlük' üzerine söyleşecek. Aynı saatte Çeşme'deki Aya Haralambos Kilisesi'nde ise Orhan Alkaya'nın yönetiminde Zeynep Altıok Akatlı, Melida Tüzünoğlu ve Sezai Sarıoğlu'nun katılımıyla ‘Aziz Nesin 100 Yaşında' adlı bir panel gerçekleştirilecek.

Klasikleri yeniden yazma modası

$
0
0

Edebiyat dünyası şu sıralar klasiklerin yeniden yazılmasının getirdiği sorunlarla meşgul. Son dönemde iyice artan yeniden yazımlar çeşitli sorunları da beraberinde getiriyor. Bu eserlerin, metinlerarası ilişki açısından niteliği ve nereye konumlandırılacağı sorusunun yanı sıra telif hakları ve yasal düzenlemeler de karışıklığa neden oluyor. Borges'in meşhur eseri Alef'i yeniden yazan Pablo Katchadjian'ın başı mahkemelerle dertte.

İngilizler taklidin en iyi övgü biçimi olduğunu söyler. Bunu sanatın her dalına yaymak mümkün, fakat edebiyat söz konusu olduğunda ortaya çıkan ‘yeni' eserin sebep olduğu sonuçlarla yüzleşmek sıkıntılı olabiliyor. Son döndemde sayısı iyice artan ‘klasikleri yeniden yazma' vakasına bir yenisi daha eklendi: Jorge Luis Borges'in meşhur eseri Elif'ten (Alef) yola çıkarak yazılan El Aleph Engordado (Şişmanlatılmış Elif). Kitabın yazarı Arjantinli romancı, şair ve öğretim üyesi Pablo Katchadjian'ın başı şu sıralar dertte. Katchadjian, 2008'de yazdığı ve sadece 200 adet basılan kitaptan dolayı eser hırsızlığı ile suçlandı. Genç yazarın ifadesiyle “eşe dosta dağıtmak için” yazılan bu eser onu hapse gönderebilir.

Katchadjıan hapse girebilir

Borges'in eşi Maria Kodama'nın şikayetiyle başlayan davada, Katchadjian'ın malvarlığı donduruldu. Uluslararası Yazarlar Birliği PEN ile Arjantin PEN şubesi genç yazarın cezasının düşürülmesi için kampanya başlattı. Katchadjian, kitabında eserin “genişletilmiş” bir deneme olduğunu yazsa da Arjantin yasalarına göre, izinsiz kullanılan fikrî; mülkiyetin cezalandırılmasının hükmü bir aydan altı yıla kadar hapis.

Italo Calvino o meşhur metni “Klasikleri Niçin Okumalı?”da “Klasikler, genellikle, ‘okuyorum' yerine ‘yeniden okuyorum' ifadesini kullandığımız kitaplardır” der. Calvino'nun bu sözünü şimdilerde sırtını klasiklere dayayarak ‘yeniden yazmak' cümlesine dönüştürebiliriz. Son dönemde klasikleri yeniden kaleme alan yazarların artması ve Katchadjian davası konuyu yeniden gündeme getirdi. Üstelik Katchadjian bu konuda yalnız değil. Patricia Park'ın geçtiğimiz mayıs ayında yayımlanan Re Jane romanı, Charlotte Brontë'ın 1847 tarihli klasik eseri Jane Eyre'nin yeniden yazılmış hali. 2010'da hayatını kaybeden J.D. Salinger'ın Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabının devamı niteliğindeki 60 Yıl Sonra: Çavdar Tarlasından Çıkış kitabı 2009'da İsveçli yazar J.D. California tarafından yazılmış ve olay Salinger tarafından mahkemeye taşınmıştı.

Edebiyat tarihinde buna benzer birçok örnek var: The Innocents, Francesca Segal (The Age of Innocence); Lavinia, Ursula K. Le Guin (Aeneis); A Monster's Notes, Laurie Sheck (Frankenstein); Bridget Jones's Diary, Helen Fielding (Aşk ve Gurur); His Dark Materials, Philip Pullman (Kayıp Cennet); March, Geraldine Brooks (Küçük Kadınlar); The Penelopiad, Margaret Atwood (Odysseia); Railsea, China Miéville (Moby Dick); The Hours, Michael Cunningham (Mrs. Dalloway); A Thousand Acres, Jane Smiley (Kral Lear).

SAYGI DURUŞU MU, TAKLİT Mİ?

Bazı eleştirmenler klasikleri yeniden yazma fikrine sıcak bakıyor, bu tür üretimlerin edebiyat dünyasını hareketlendirdiğini düşünüyor. Diğer yandan, klasik olmuş bir eserin, seneler sonra bir başka yazar tarafından değiştirilmesi, genişletilmesi veya yeniden yazılmasını kabul edilemez bulanlar da var. Asıl hikâyeyi yeniden yazılan metnin içinde açıkça hissettiren bu eserlerin, metinlerarası ilişki açısından niteliği ve nereye konumlandıracağı sorusunun yanı sıra telif hakları ve yasal düzenlemelerinin nasıl olması gerektiği kafa kurcalıyor.

Bu metinler arasında ünlü yazarların kaleminden çıkan metinler olsa da, romanların nitelik açısından nasıl bir çizgide durduğu da bu konuda kafa yorulacak sorulardan fakat sevdiği bir yazarın eserini seneler sonra bir başka yazarın yeniden yazması pek çok okuru mutlu eden bir gelişme olmasa da popüler olana ilginin önünü kesmek de bir hayli zor.

Hayat bir oyun

$
0
0

Haftanın yabancı korku filmi Darağacı / The Gallows, geçmişte yaşanan bir facianın yıllar sonra tekrarlanmasını anlatıyor.

Bir lisede sahnelenen tiyatro oyunu sırasında başrolde oynayan öğrenci ölür. Bu kazadan yirmi yıl sonra, lisenin öğrencileri bu oyunu tekrar sahnelemek ve yarım kalan sahne performansını tamamlamak ister. Böylece küçük kasabanın lise öğrencileri, yaşanan acı olayı yıldönümünde anmayı planlamaktadır. Ancak, işler düşündükleri gibi gitmez.


Çok alametler belirdi

$
0
0

Dini kaynaklara göre asırlardır beklenen Deccal'in gelip gelmediğini ehline bırakacak olursak, sinemada çok ‘deccal' gördük.

Onlardan bir yenisi bugün aynı adla gösterime giren Özgür Bakar imzalı yerli film. Klasik deccal anlatısından hareketle çekilen filmde kadim kültürler ile Hıristiyan kültü sentezleniyor. İstanbul'da geçen hikâyenin kaynakları Mezopotamya'ya kadar uzanıyor. Ona vücut verecek bedeni arayan şeytan, anne adayı Duygu'ya kâbuslar yaşatır...

Evden çok uzakta

$
0
0

Norveç yapımı Kutupta Macera, adından da anlaşılacağı üzere, yaz günlerinde içinizde geçici bir serinliğe neden olabilir.

Bir hayatta kalma mücadelesini konu alan filmde, Norveç'in kuzey adalarında mahsur kalan üç çocuğun yaşadıkları anlatılıyor. Spitsbergen adasında bir kar fırtınasına yakalanan üç çocuk, tek başlarına kalır. Daha da kötüsü, içlerinden biri bile evlerinin nerede olduğunu, oraya nasıl gideceklerini bilmez. Çetin bir hayatta kalma mücadelesine girişen çocuklar, bir taraftan rüya gibi bir coğrafyanın masalsı atmosferinin içinde gezinirken diğer yandan da kutuptaki sert hayat şartlarıyla savaşmaktadır.

Hangimiz ölmedik yalan dünyada

$
0
0

Nüfusun dağılımına göre % 90 inanç oranıyla “Avrupa'nın en dindar ülkesi” olan Polonya'nın bu özelliği sinemasına da önemli ölçüde yansır.

Metafizik unsurların hayatın ‘gizemsiz' ve doğal bir parçası olduğunu, insan ruhunun bu etmenlerden bağımsız olmadığını hissettirmede ise yönetmen Krzysztof Kieslowski'nin yeri bir başkadır. 1994'te hayatını kaybeden yönetmenin bütün filmlerinde rastlanabilecek bu durum, bilhassa televizyon için çektiği 10 bölümlük Dekaloglar'da kendini iyice açığa vurur. Kieslowski'nin vatandaşı Malgorzata Szumowska'nın Beden / Cialo filmi, ustanın Dekaloglar'ından bir bölüm gibi. Hikâyesiyle Mavi'yi de akla getiren film, Kieslowski'yi iyiden iyiye anımsatıyor, fakat aynı ustalıktan söz etmek zor.

Polonya sinemasının son dönemde yetiştirdiği parlak yönetmenlerden Malgorzata Szumowska'nın Beden filmi 65. Berlin Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ödülü kazanmıştı. Anoreksiya hastası bir genç kızın tedavi sürecini anlatan filmde, karısının ölümü sonrası kızıyla birlikte hayata devam etmeye çalışan bir avukatın yaşadıklarını izliyoruz. Pozitif bilimler ışığında ‘akılcı' bir düşünce tarzına sahip avukat, eşinin ölümünü atlatıp yoluna devam etmekte sorun yaşamaz. Ancak kızı Olga, annesinin ölümünü atlatamaz. Kendini toparlayamayan genç kız, anoreksiya hastalığına yakalanır, bedeni günden güne erimektedir. Bir taraftan cinayet davalarıyla ilgilenen avukat, kızını tedavi merkezine yatırır. Olga'nın kaldığı merkezde, ölülerle iletişime geçtiğini iddia eden Anna, baba ve kıza bir teklifte bulunur. Kaybettikleri yakınlarıyla iletişime geçerlerse Olga'nın bu olayı daha az hasarla atlatabileceğini söyler. Avukat ve kızı ilk başta umursamasalar da bir süre sonra Anna'nın verdiği bilgiler ikisini de şaşırtır.

Beden'i izlerken, insan ister istemez “Bu filmi Hollywood çekseydi nasıl olurdu?” diye düşünmeden edemiyor. Nitekim, buna benzer filmler ve diziler mebzul miktarda var okyanus ötesinde. Ne var ki, bu yapımlarda -genellikle- metafizik gibi ölüm de hayatın doğal bir parçası olmaktan uzak; hemen her zaman gizemler, sırlar ardında. Malgorzata Szumowska, olgular (fact) ışığında hareket eden rasyonalist hukuk adamı gibi klişe bir karakter tasarımıyla işe başlasa da hikâyenin ilerleyen bölümlerinde vücut-ruh ve hayat-ölüm ilişkisi üzerine düşünmemizi sağlıyor. Polisiye örgü ile metafizik unsurları başarılı bir şekilde iç içe geçiren film, kara komediye meyleden havasıyla ruhunuzdaki ‘yükleri' de geçici bir süre alıp götürebilir.

Ne güzel komşumuzdun sen Margo

$
0
0

Hemen her kitabıyla ABD'de çok satanlar listesine giren yeni kuşağın popüler yazarlarından John Michael Green'in aynı adlı romanından uyarlanan Kâğıttan Kentler, ergenlikten yetişkinliğe geçişteki bir arkadaş grubunun büyüme öyküsü. Film, benzer gençlik filmlerindeki gibi sert, yıkıcı bir dram yahut sulu sepken bir belaltı komediye meyletmeden, günümüz gençliğinin fotoğrafını çekiyor.

Hollywood bunu hep yapıyor. Bu konuda eline su dökebilecek bir başka sektör de yok. Bu sayede Amerikalılar ülke gündeminde olup biten önemli bir olayı çok geçmeden sinema perdesinde izleyebiliyor. İllaki siyasi ya da ekonomik bir kriz olmasına gerek yok, onlar zaten garanti. Daha geniş anlamda, mesela kültür-sanat alanında bir intihal olayını sinemada seyretmeniz mümkün. Bir üçüncü sayfa haberini yahut sportif başarı hikâyesini üzerinden uzun yıllar geçmeden perdede görebilirsiniz. Hollywood'un gündemi ve günceli yakalama refleksi son dönemin en çok satan (bestseller) kitaplarında da kendini gösteriyor.

David Fincher'ın Kayıp Kız / Gone Girl (2014) filmini hatırlayalım. 44 yaşındaki yazar Gillian Flynn'in çok satan listelerinden düşmeyen aynı adlı romanından uyarlanan film, En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar'a aday oldu. Üstelik 61 milyon dolar bütçesinin karşılığında dünya genelinde 368 milyon dolar gelir elde etti. Çok geçmeden Flynn'in bir başka romanı Karanlık Yerler / Dark Place de sinemaya uyarlandı. Aynı başarı yakalanmadı belki ama Gillian Flynn, Hollywood yapımcılarının ‘listeye' aldığı bir yazar artık.

Kâğıttan Kentler / Paper Towns için de benzer bir durum söz konusu. Hemen her kitabıyla çok satanlar listesine giren yeni kuşağın popüler yazarlarından John Michael Green'in ikinci kitabı da beyazperdeye uyarlandı. Hatırlanacağı gibi, geçtiğimiz yıl gösterime giren Aynı Yıldızın Altında / The Fault in Our Stars, Green'in sinemaya transfer olan ilk kitabıydı. Shailene Woodley ile Ansel Elgort'un başrolde olduğu film, 12 milyon dolar gibi Hollywood ölçülerinde küçük bütçesine karşılık yapımcılara 307 milyon dolar kazandırdı. Green'in aynı adlı romanından uyarlanan Kâğıttan Kentler, tıpkı Aynı Yıldızın Altında gibi, günümüz gençliğinin iç dünyasına odaklanıyor.

BİR DE BAKTIM YOKSUN

Filmde, kapı komşusu güzel Margo'ya âşık Quentin'in büyüme öyküsünü izliyoruz. Çocukluklarında iyi arkadaş olan ikili, büyüdüklerinde ayrı yollara gider. Margo (Cara Delevingne), okulun en popüler ve karizmatik kızı olur, Quentin (Nat Wolff) ise hiç devamsızlığı olmayan bir ‘inek' olup çıkar. Dolayısıyla yolları pek kesişmez. Lisenin son günlerine yaklaşırken Margo, bir gece Quentin'in evine gelir ve ondan adrenalin dolu küçük bir gezide şoförü olmasını ister. Ertesi gün Margo ortadan kaybolur. Margo'nun kendisi için küçük ipuçları bıraktığını düşünen Quentin, ‘inek' arkadaşlarını da yanına alarak Margo'yu bulmak için yollara düşer...

Kâğıttan Kentler, ergenlikten yetişkinliğe geçişteki bir arkadaş grubunun büyüme öyküsü. Yönetmen Jake Shreirer benzer gençlik filmlerindeki gibi sert, yıkıcı bir dram yahut sulu sepken bir belaltı komediye meyletmiyor. Türün klişelerini yıktığını söyleyemeyiz, ancak bu klişeler içinde kendine dikensiz bir yol bulup orada yalpalamadan ilerliyor. Hayatlarında kritik kararlar alacakları bir döneme giren gençlerin hayatı tanıma çabası, hafiften bir polisiye gerilim ve yol öyküsüyle birleştiriliyor. Okulda geçen gençlik komedilerinden farklı bir yol izleyen yönetmen, hikâyenin de bir gereği olarak yol filmlerinin değişim-dönüşüm etkisinden güç almaya çalışıyor. Bunda da nispeten başarılı olduğu söylenebilir.

Geleceğin korkuttuğu bir gençlik

Aynı Yıldızın Altında ve Peşimdeki Şeytan'da gördüğümüz bir ‘aile durumu' Kâğıttan Kentler'de de karşımıza çıkıyor. Sonunda ailenin önemini anlayan ya da ailelerinden dolayı sorunlu bir ergenlik yaşayan karakterlerin olduğu gençlik filmlerinin aksine ‘yeni moda' gençlik filmlerinde ebeveyn etkisi sıfırlanıyor. Bu filmlerdeki gençliğin bir başka ortak noktası da gelecek korkusu. Ebeveynden ziyade yaşıtlarının yardımıyla hayata tutunabilen gençlerin gelecek korkusu sinemada daha da görünür bir hal aldı.

Oyuncu performanslarında iki isim öne çıkıyor. Anna Karenina (2012) filmindeki Prenses Sorokina rolüyle sinemaya adım atan 22 yaşındaki Cara Delevingne, ilk başrolünde görevini yerine getirse de filmi sürükleyecek bir performanstan uzak. Filmin yıldızı ise son dönemin gençlik filmlerinde sıkça gördüğümüz Nat Wolff. Palo Alto, Stuck in Love, Aynı Yıldızın Altında ve şimdi de Kâğıttan Kentler'de oynayan genç oyuncu, geleceği adına umut veriyor.

İlk Açık Hava Oda Müziği Festivali Bodrum'da

$
0
0

Klasik müziğin nabzının attığı illerden biri olan Bodrum, bu yıl Türkiye'nin ilk Açık Hava Oda Müziği Festivali'ne ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

Bizans döneminden kalma tarihi Eklisia Kilisesi'nin bahçesinde gerçekleştirilecek olan ‘Eklisia Oda Müziği Festivali'ne, yurtiçi ve yurtdışından yedi grup katılıyor. 1-13 Ağustos tarihleri arasında Gümüşlük Kültür Sanat Derneği öncülüğünde ve Mehmet Can Ağlaç koordinatörlüğünde organize edilen festival, son yıllarda ülkemizde kurulmuş ve büyük başarılar göstermiş oda orkestrası gruplarına kaliteli bir sahne sunmayı ve uluslararası platformda saygın festivaller arasına adını yazdırmayı amaçlıyor. Kadir Sonuk, Camerata Smyrna üflemeli beşlisi, Athens Quintet “Dimitrios Dounis” ve İtalyan solistler Raffaele La Ragione ve Camilla Finardi, uluslararası alanda ülkemizin en önemli temsilcilerinden ‘Borusan Quartet', dört viyolonsel virtüözünün oluşturduğu Çellistanbul, Fuego Trio ve Olten Quartet sahne alacak isimler arasında.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live