Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Yıldızlarla oda müziği

$
0
0

Boğaziçi Üniversitesi, Yıldızlarla Oda Müziği etkinliği kapsamında Patricia Kopatchinskaja'yı ağırlayacak.

Gerek virtüöziteleri gerek sahnedeki karizmalarıyla, klasik müziğin son dönemlerdeki parlak yıldızlarından Patricia Kopatchinskaja, Sol Gabetta ve Polina Leschenko'yu bir araya getirecek konser, yarın akşam saat 20.30'da Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilecek. Patricia Kopatchinskaja, geçmişte ayrı ayrı işbirliği gerçekleştirdiği Sol Gabetta ve Polina Leschenko ile birlikte yepyeni bir üçlü oluşturmak üzere ilk kez İstanbul'da sahneye çıkacak. Kopatchinskaja, Crédit Suisse Genç Sanatçı Ödülü'nü kazanarak Viyana Filarmoni Orkestrası eşliğinde konser verdiğinden bu yana, oda müziğinin aranılan ismi haline geldi. Yarın akşamki konserde Scubert'ten Brahms'a uzanan bir programla müzikseverlerin karşısına çıkacak. KÜLTÜR-SANAT


Şiir ölmedi kütüphanelerde yaşıyor

$
0
0

Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de şiir kitaplarının satışı, sayısı bir hayli az olan nitelikli okurun ellerinde yürüyor. Dünyanın en önemli kütüphanelerinden biri olarak gösterilen Londra'daki Şiir Kütüphanesi'nin yıllık 30 bin ziyaretçisi var. 200 bin şiir kitabının yer aldığı kütüphane, şiir sanatının bu mekânlarda yaşadığının göstergesi.

Hilmi Yavuz, geçen hafta bu sayfadaki yazısında, öteden beri gündemde olan “Şiir öldü mü?” sorusuna, şiir kitaplarının satışı üzerinden cevap verilemeyeceğini dile getirdi. Şiir kitaplarının ‘çok satan kitaplar' listesinde yer almayışı ile şiirin ölümü arasında hiçbir ilişki kurulamayacağını savunan Yavuz, Türkiye'de ‘roman'ın bir yazınsal tür olarak öne çıktığını, şiirin ise biraz daha gerilere itildiğini ifade ediyordu: “Bundan yirmi yıl önce de, bugün de, nitelikli okur tarafından satın alınan şiir kitaplarının sayısı 1000-2500 arasındadır. Bir kez daha yineliyeyim: Oran düşmüştür, ama sayı düşmemiştir. ‘Nitelikli okur' dedim, bu çok önemli: Bu tip okurlardan oluşan bir yazınsal izlerçevre vardır ve bu izlerçevre, edebiyat kamuoyunun çok önemli bir kesimini oluşturur. Bir de bu izlerçevrenin dışında şiirle ilgilenenler vardır.”

Şiirin Türkiye'deki seyri çok iyi gözükmese de Hilmi Yavuz'un sözünü ettiği o nitelikli okur kütüphanelerde yaşıyor denilebilir. Dünyanın en önemli kütüphanelerinden biri olarak değerlendirilen İngiltere'nin başkenti Londra'daki Şiir Kütüphanesi'nin yıllık 30 bin ziyaretçisi var. 200 bine yakın şiir kitabına sahip olan kütüphane, modern şiirin ve günümüz şiirinin kalbi niteliğinde. İngilizcede yayımlanan şiir kitaplarına yer veren kütüphane, dünyanın dört bir yanından okurları ağırlıyor.

LONDRA'DAKİ KÜTÜPHANEDE TÜRK ŞİİRİ DE var

1953'te Britanya Sanat Konseyi tarafından kurulan kütüphanenin açılışını T.S.Eliot ve Herbert Read gerçekleştirir. 1988'den beri, Thames Nehri'nin kıyısındaki Royal Festival Hall'ün beşinci katına yerleşen kütüphane, 1912'den bu yana İngilizce yayımlanan şiir kitaplarına ev sahipliği yapıyor. Kütüphanede sesli şiirler, çocuklar için ayrılmış raflar, şiir üzerine kitaplar ve en önemlisi büyük bir şiir dergisi arşivi yer alıyor. Büyük, küçük yayınevi ayırt etmeksizin şiirin kalitesiyle ilgilenen kütüphanede Türkiyeli şairlerin İngilizceye çevrilmiş kitapları da var. Kütüphanenin raflarında Yunus Emre, Orhan Veli, Nazım Hikmet, Ece Ayhan, Ergin Günçe, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Erdem Bayazıt, Hulki Aktunç, Cevat Çapan, Oktay Rifat, Lale Müldür, Nuri Pakdil, Enis Batur, Birhan Keskin, Gonca Özmen ve Bejan Matur gibi isimlerin şiir kitapları yer alıyor. Bireysel kitapların yanı sıra antolojiler de bulunuyor kütüphanede.

Britanya'daki rakamlara bakacak olursak; halihazırda şiir kitabı yayımlayan 117 yayınevi, 180 şiir dergisi ve 40'a yakın şiir atölyesi ve çeşitli okuma grupları var. Bu şaşırtıcı tablo, ülke genelinde şiire olan merakı açık ederken, onlarca şiir ödülünü ve yarışmaları göz önünde bulunduralım. Şiir Kütüphanesi'nin şair adaylarına bir de öğütleri var. Bir dergiye altıdan fazla şiir göndermemek; gönderdiğiniz şiirlerin bir kopyasını saklamak; uzun bir süre yayımlanmak için beklemek ve telif alma arzusunu unutmak... Daha da önemlisi ise reddedilmeye karşı asla vazgeçmemek!

BURSA NİLÜFER'DE İLK ŞİİR KÜTÜPHANESİ

Türkiye'de durum nedir, diye bakacak olursak, öncelikle ilk şiir kütüphanesinden söz etmemiz gerekir. Bursa Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi içerisinde açılan Şiir Kütüphanesi, Türkçede yayımlanmış şiir ve çeviri şiir kitaplarını, şiir antolojilerini, şiir ya da şairler hakkında hazırlanmış tezleri, şiir ve edebiyat dergilerini barındıran bir mekân. 2012'den beri hizmet veren kütüphanenin koleksiyonunda 12 bin kitap yer alırken, yıllık ziyaretçi sayısı 30 bini aşıyor. Kütüphane, ilk örnek oluşuyla ülkemizdeki bir boşluğu dolduruyor.

Şiir kütüphanelerinin bu manzarası elbette sevindirici fakat Hilmi Yavuz'un dediği gibi o mutlu azınlığa tabi olan nitelikli okurun omuzlarında ilerliyor şiir. Hem ne demişti Oktay Rifat: “Okuru olmayan bir şiir düşünülemez.”

Edebiyatımızdaki Soma

$
0
0

13 Mayıs 2014'te Manisa'nın Soma ilçesinde korkunç bir iş kazası yaşandı. 301 madenci can verdi.

255 kadın kocasız, yaş ortalaması on olan 432 çocuk yetim kaldı. Üç gün ulusal yas ilan edildi. Olayla ilgili yargı süreci devam ediyor. Soma'nın ardından 37 yazar ‘Ölüm Vardiyası' adlı bir kitaba imza attı. Hande Baba'nın yayına hazırladığı kitapta Ayşegül Kocabıçak, Berna Özpınar, Güne Arslan, Münevver İzgi, Zeynep Yenen ile birlikte 37 yazar o acıyı kaleme aldı. 20 Haziran Cumartesi günü saat 18.30'da Ankara Aydınlıkevler Kütüphanesi'nde kitaba katkıda bulunan yazarlar ‘Edebiyatımızda Soma'yı anlatacak.

İz bırakan yayıncılar

$
0
0

Türkiye Yayıncılar Birliği 30. yıl etkinlikleri kapsamında geçen ay başlattığı “İz Bırakan Yayıncılar” etkinliklerinden ikincisini 19 Haziran Cuma günü saat 19.00'da SALT Galata'da gerçekleştiriyor.

Doğan Hızlan, Eray Canberk, Fahri Aral gibi isimlerin katılacağı programda, Babıali'de, 1960-1970'li yıllarda iz bırakan May Yayınları'nın kurucusu Mehmet Ali Yalçın, hem ölümünün 35. yılında anılacak hem de yayıncılık serüveni anlatılacak. 1940'lı yıllarda bir dönem gazetecilik yaptıktan sonra 1965'te May Yayınları'nı kuran ve kısa sürede telif ve çeviri kitapları yayınlayan Yalçın, Yayıncılar Derneği yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra Yayıncılar Kooperatifi'nin (YAYKO) kurucusu ve başkanı olarak da yayıncıların mesleki örgütlenmesi için çaba göstermişti. Yalçın, 70'li yılların sonunda yaşanan derin toplumsal ve ekonomik bunalım sırasında, özellikle yayıncıları sarsan kağıtsızlık sorununa çözüm bulmak için kooperatifin yönetim kurulu üyeleri ile ziyaret ettikleri Sanayi Bakanı Nuri Bayar'ın odasında geçirdiği bir kalp krizi sonunda yaşama veda etmişti.

Gezgin, 100. sayıda

$
0
0

Aylık gezi kültürü dergisi Gezgin, haziran sayısıyla dalya dedi.

100. sayıda özel 160 sayfa arşivlik bir sayı ile raflardaki yerini alan dergide, Genel Yayın Yönetmeni Halit Ömer Camcı, 100 sayının hikâyesini şöyle özetliyor: “100 aydır yollardayız. Görmek, göstermek, anlatmak istedik. Belki de, aslında hiçbir yere ulaşmak değildi derdimiz. Çoğu zaman ‘gitmenin' büyüsüne kapıldık.” 100. sayının onur konuğu Ozan Sağdıç, çoğu yayınlanmamış fotoğraflarından oluşan bir portfolyo ile dergiye misafir oluyor. Serpil Gül, ‘Gezgin Ruhlar' adlı yazıda yolda olmanın ruhunu anlatıyor. Hayrettin Oğuz ise Stalker filmi ekseninde Tarkovsky'yi misafir ediyor yazısında. Özel sayıda ayrıca Bahman Zohouri Zanzibar'ı, Niyazi Uğur Genca Viyana'yı, M. Mehdi Öztürk Habeşistan'ı, Özgür Özgülün ise Bosna'yı yazdı. Yusuf Çağlar'ın Yüz Aşina Yüz ve İbrahim Usta'nın Fotoğrafçının Gör Dediği dosyaları da görülmeye ve okunmaya değer… 100 sayının kazancı ise “Gezginin Gör Dediği” adlı yeni bölüm. Artık bu sayı dâhil her sayıda 3-4 fotoğrafçı bir fotoğrafın hikâyesini paylaşacak.

Mehmet Kemiksiz'den mevlid süslemeleri

$
0
0

Mehmet Kemiksiz'in yönettiği Hüdâyi Tasavvuf Musikisi Topluluğu'nun yeni albümü “Süslemeler: Mevlid Tevşihleri” Nüvaz Müzik tarafından yayınlandı.

Albüm, grubun 1992 yılında Hafız İlhan Tok ile başlayan meşk silsilesinin bir halkası olarak sunuluyor. Aşk Meydanı, Aşk Meydanı 2, Dilhâne, Nakş-ı Dil, Zilhicce İlahileri albüm serisini takip edenler bilir, Hüdâyi Tasavvuf Musikisi Topluluğu şimdiye kadar beş albüm çıkarmıştı. Yıllar içinde ‘mevlid' ve mevlidin süsü olan ‘tevşih' formlarında eserler icra eden topluluk, bu eserleri altıncı albümde bir araya getirdi. Kelime anlamı süsleme olan tevşih, mevlidin bölümleri arasında okunan ve Peygamber Efendimiz'in doğumunu, miracını ve hayatını anlatan özel güftelerden bestelenen eserlerin ortak isimlerini ifade ediyor. Besteleri Mehmet Kemiksiz'e ait olan albümdeki 20 tevşihin güftesi Mehmet Nasuhi, Kenan Rıfai, Sultan I. Ahmed, Alvarlı Efe, Nazif, Sultan III. Ahmed, H. Hüseyin Top, Es'ad Erbili, Aziz Mahmud Hüdayi, Yavuz Sultan Selim, İsmail Hakkı Bursevi gibi isimlere ait. Hüdâyi Tasavvuf Musikisi Topluluğu, albümdeki eserleri bugüne kadar pek çok cami, TV ve özel programlarda icra etmişti. Aranjörlüğünü de Mehmet Kemiksiz'in yaptığı albümde neyde Can Gülban, tanburda Gökhan Filizman, klasik kemençede Mustafa Selçuk Erarslan, kanunda Mustafa Tabak, udda Sarper Eloğlu bulunuyor. (www.nuvaz.com.tr)

Aşk-ı Ney ile başlayalım evvela...

$
0
0

Tasavvuf müziğinin genç isimlerinden Serkan Kamacı'nın ilk albümü ‘Aşk-ı Ney' yayınlandı. Tasavvuf müziği albümlerini kıyasıya eleştiren Kamacı'nın çalışmasının ilginç olduğu kadar meraklısını peşine düşürecek bir özelliği var.

Neyzen Serkan Kamacı'yı üç yıl önce ‘Zuhurat' grubuyla tanımıştık. 2009 yılında udi Bekir Şahin Baloğlu ile bu müzik grubunu kurmuş ve kısa sürede hatırı sayılır bir dinleyici kitlesine ulaşmışlardı. Onları yine konserlerde birlikte görüyoruz, fakat bireysel olarak da müzik yolculuklarına devam ediyorlar. Serkan Kamacı'nın ilk albümü ‘Aşk-ı Ney' (Mega Müzik) bu yolculuğun ilk göz ağrısı. Albümün ilginç olduğu kadar meraklısını peşine düşürecek bir özelliği var. Aşk-ı Ney, Asrı'ya Niyaz, Vuslat, Feryat, Figan, Ayrılık, Naz, Leyletü'l Arus, Haykırış, Sema, Bişnev ve Bab-ı Cennet adlı 12 eserin yer aldığı albüm baştan sona doğaçlama. Yani Serkan Kamacı, on beş günde bir Mega Müzik'in sahibi Ethem Zeytinkaya'nın Unkapanı'ndaki kayıt stüdyosuna gidip, o gün kalbine ne zuhur ettiyse üfleyip üfleyip kaydetmiş. Birdenbire, o an içinden gelenleri enstrümanıyla anlatıyor dinleyenlere sanatçı.

Serkan Kamacı, Haliç Üniversitesi Konservatuarı Türk Musikisi bölümünden mezun. Neye ilgisi çocukluğunu geçirdiği Gaziantep'e uzanıyor. Kamacı, konservatuar öğrenimi sırasında ve öncesinde neyzen Ömer Erdoğdular'ın ilk öğrencilerinden eczacı Mustafa Büyükipekçi'nin talebesi olur. 8-9 yıl her gün derslerine devam eder. Daha sonra günümüzün en önemli üstadlarından neyzen Niyazi Sayın'dan 5 yıl ders alır. Ayrıca Sadreddin Özçimi, kudümzen, neyzen ve hanende Timuçin Çevikoğlu'ndan etkilenir. Konservatuardaki hocalarının da ondaki yeri ayrı. Alaeddin Yavaşça, Mutlu Torun, Timuçin Çevikoğlu, Şehnaz Uğurel, Çetin Körükçü, Yalçın Çetinkaya bu isimlerden birkaçı.

Serkan Kamacı, ilgisi, sevgisi, yıllardır süren çabaları ve hocalarının katkısıyla ilk albümü “Aşk-ı Ney”i sunmanın sevincini yaşıyor. Fakat albümün ortaya çıkmasının asıl hikâyesi farklı. Onu da kendisinden dinleyelim: “Bu albüm, ezelde ve ebedde, her demde elini tutmakla şereflendiğim, nefesi ve nazarı her an üzerimde olan, gönlümün sultanı Mahmud Nedim Aysoy (K.s) er-Rifai efendime muhabbetimden bir katredir. 12 yaşımda tanıştım kendisiyle. Çok sevdiğim bir Allah dostu, gönül insanıdır. Bu albümü de onu sevindirmek ve mutlu etmek için yaptım. Rabb'im kalbime öyle vehmetti.”

Albüm, Asrı'ya Niyaz taksimi ile başlıyor, Naz ile bitiyor. Asrı'ya Niyaz, Mahmud Nedim Aysoy (K.s) er-Rifai'nin nutk-u şeriflerde kullandığı mahlas. Kamacı, büyüğünün nutk-u şeriflerinden ‘Bikes Kaldım', ‘Âşık Oldum', ‘Kalbe Misal' gibi ilahiler de bestelemiş, Asrı'ya Niyaz taksiminde ise hocasına halini anlatmaya, kendisini takdim etmeye gayret ettiğini ifade ediyor. Aşk-ı Ney eserinde Peygamber Efendimiz'e muhabbet duyan ve neyi seven herkese selamlarını gönderiyor. Çünkü ‘Aşk-ı Ney' demek, alemlere rahmet olarak yaratılan Peygamber Efendimiz demek… Bab-ı Cennet'te, Cennetin kapısı açılırken duyulan sadayı gönlünde tahayyül edilen haliyle yorumluyor sanatçı. Bizden bu kadar, diğer eserlerin esrarını keşfetmek tasavvuf müziği sevenlere kalsın…

Albümlerin yüzde 90'ının tasavvuf müziğiyle ilgisi yok

Serkan Kamacı: “Bugün tasavvuf müziği adı altında çıkan albümlerin yüzde 90'ının tasavvuf müziğiyle ilgisi yok. Toplumun gerçek tasavvuf musikisini idrak seviyesi yok denecek kadar az. İyi ile kötü ayırt edilemiyor. Dolayısıyla eline iki bendir alıp zikir yapanı görünce ‘aa bu çok güzel' deyip tasavvuf müziği zannediyorlar. Halbuki tasavvuf müziği deyince derin bir şeyden bahsediyoruz. Tevşihler, şuhuller, Mevlevi ayinleri var. Tevşihle ya da Mevlevi ayini ile yapılmış kaç CD var? Bir elin beş parmağını geçmez. Ama bir bendir, bir zikir, altyapı olarak bir klavye koyuyorlar. Al sana tasavvuf müziği diyorlar. Böyle piyasada yüz bin tane CD bulabilirsiniz. Oysa yılda 5-10 tane doğru dürüst tasavvuf müziği albümü çıkar.”

‘Romeo ve Juliet' yeniden

$
0
0

Geçtiğimiz şubat ayında İstanbul'da sahnelenen, İtalyan yapımı Romeo ve Juliet, yoğun istek üzerine kasım ayında tekrar İstanbul'a geliyor.

4-8 Kasım 2015 tarihleri arasında 8 gösteriyle Zorlu Center PSM'de sahnelenecek Romeo ve Juliet, İtalyan David Zard'ın modern yorumu ve 3 boyutlu dijital sahne düzenlemesiyle oldukça beğenilmişti. IEG Live ve Lucé StageArt işbirliğiyle gerçekleştirilecek gösterinin indirimli biletleri 18 Haziran'a kadar www.biletix.com'dan alınabilir. KÜLTÜR-SANAT


Sinemada telif hakları için yeni adım

$
0
0

Türkiye'de müzik sektörü, telif sorununu kısmen halletmiş durumda. MÜYAP, MÜYORBİR gibi meslek birlikleri, sanatçıların haklarını korumak için epeydir uğraşıyor.

MÜYAP'ın geçen ay yayınladığı 15. yıl faaliyet raporuna göre müzikte yılda 7,9 milyon Euro telif toplanıyor. Yetmiş milyonluk Türkiye için bu rakam tabii ki çok düşük (10 milyonluk Belçika, bizden üç kat fazla telif topluyor) ama yine de ümit verici. Sinema sektöründe ise böyle bir rakam dahi yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı, en son dört yıl önce 20 milyon TL telif topladığını açıklamıştı. Üç yıldır bu konuda bilgi de paylaşılmıyor. Çünkü bakanlık, telif paralarını kendi düzenlediği festivallere ve desteklediği filmlere aktarıyor.

BSB Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği, ‘toplanamayan telif' sorununun önüne geçmek için yeni bir proje başlattı. Avrupa Birliği Bakanlığı Sivil Toplum Diyaloğu Medya Programı desteği ve Alman Belgesel Sinemacılar Birliği (AG DOK) ortaklığıyla ‘Telif Hakları ve İnternet Yayıncılığı Projesi' kapsamında dijital ortamda izlenen, indirilen filmlerin teliflerinin peşine düşülecek ve hak sahiplerine adilce dağıtımı sağlanacak. Bunun için öncelikle hukuki ve yasal zeminin oluşturulması ve oturtulması lazım. Bu amaçla, bugün ve yarın Pera Müzesi'nde “Telif Hakları ve Online Yayıncılık” çalıştayı düzenleniyor. Programda tüm sinema meslek birlikleri (BSB, SETAM, SİNEBİR, SESAM, FİYAP TESİYAP, SEYAP), Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri birlikte hareket etmek için masaya oturacak ve sinema eserlerinin izleyiciye yasal yollardan online ulaştırılması için gerekli teknik altyapının nasıl oluşturulacağını tartışacaklar. Ayrıca Avrupalı yetkililerin tecrübelerini dinleyecekler.

AVRUPA'DA YILDA 40 MİLYON EURO TOPLANIYOR

Avrupa'nın dijital platformdaki telif tecrübesi çok eski değil. Bizden sadece 10 yıl ilerideler. Fakat bir mekanizma kurulmuş. Avrupa'da sinema sektöründe toplu hak takibi nasıl yapılıyor, telifler nasıl toplanıyor ve toplanan telifler yeniden üretimde nasıl değerlendiriliyor? Bu soruların cevaplarını AG DOK temsilcisi ve Onlinefilm CEO'su C.Cay Wesnigk saat 10.00'da başlayacak ‘Avrupa Sinemasında Toplu Hak Yönetimi ve Telif Hakları' başlıklı oturumda anlatacak. İkinci oturuma katılacak olan AIPA Direktörü Gregor Dvornik ve Sloven Yönetmenler Derneği Direktörü Klemen Dvornik ise Avrupa Yönetmenler Federasyonu'nun (Federation of European Film Directors- FERA) 12-14 Haziran'da Slovenya'da düzenlediği ‘Avrupa'da sinemada telif hakları takibi ve toplu hak yönetimi' toplantısının sonuçlarını aktaracak. BSB Başkanı Mustafa Ünlü, üç gün önce gerçekleştirilen bu toplantıdan gelen güncel verilerin önemli olduğunu söylüyor.

Çalıştayın ön tanıtımı için dün Taksim'de yapılan basın toplantısında görüştüğümüz Cay Wesnigk'e ‘Avrupa'da yılda ne kadar film telifi toplandığını' sorduk. “Yaklaşık 40 milyon Euro. Bu para, yönetmen, yapımcı, oyuncu gibi hak sahiplerine dağıtılıyor. Ama emek hırsızlığı dünyanın her yerinde var.” diyor.

Projenin külfetini belgeselciler yükleniyor. Çünkü en çok onların hakları ihlal ediliyor. Belgesel Sinemacılar Birliği Hukuk Danışmanı Burhan Gün, “Geçen yıl Türkiye'de 106'ya yakın belgesel film üretildi, bunların ancak 40'ı izleyici ile buluştu. Yatırım ve emek harcanan film seyirciyle buluşturulamıyor ve online yayıncılık devreye giriyor.” diyor. Projenin koordinatörü Yasin Ali Türkeri de ekliyor: “Belgesel sinema alanında Türkiye'ye özgü bir telif dağılım modeli geliştirmek istiyoruz. Bu alanda oturmuş bir sistemimiz yok. Şu an, nelere göre hak dağılımının gerçekleştirildiği, hak sahiplerinin kimler olduğu ve hakların yüzdelik olarak nasıl paylaşıldığını inceliyoruz. Proje için oluşturulacak platformda yerli ve yabancı 150 belgeseli online ortama aktaracağız. . Online yayıncılığı sırf belgesel ile sınırlamak istemiyoruz. Kısa, animasyon ve bağımsız filmlere de platformda yer vereceğiz.” (www.telifvesinema.com)

Tribünlere şiir yazmıyorum

$
0
0

Şair Cafer Keklikçi, dördüncü şiir kitabı “Havarya” ile yeniden okur karşısına çıktı. Ülke Yayınları'ndan aynı zamanda “El İzleri” isimli ilk deneme kitabını da yayımlayan şair, bu günlerde “Ses Ayrıcalığı” isimli şiir eleştirisinin de okurla buluşmasını bekliyor. Keklikçi ile şiirini ve dünyasını konuştuk.

Şiirinizi okurken her şeyden önce söyleyecek sözleriniz, karşı durulacak meseleleriniz olduğu fark ediliyor. Size göre şiirin hayat karşısında ne gibi sorumlulukları var?

Bana göre şiir, hayatın kendisidir. Hayat, şairin kendine özgü dünyasından geçerek şiire girer. Bu da şairin itirazlarını gündeme getirir. Hem şiir yazdığını söyleyip hem de yaşanan hayata bir itirazı olmayanların yazdıkları şiir olmaz, olmuyor. Şiir, hayatta kalıcı olanı alıp geleceğe taşıdığı oranda değerlidir. Hayatın fotokopisi değil, hayatın özüdür şiir. Şiirin hayat karşısındaki en önemli sorumluluğu insanı vicdana, merhamete ve adalete yani fıtrata çağırmasıdır. İnsan hangi konumda olursa olsun fıtrata uyduğu oranda insan olur. Şiir bir devlet kuramaz ama devlet kuracak insanı yaratabilir. Türkiye'nin vicdanı şiirdir. Yeni şiir kitabım Havarya'da şöyle bir dizem var: “yasalardan önce şiir gelir Türkiye'de”. Şiirin Türkiye'deki konumunu bu dize çok iyi veriyor.

“Operasyon” isimli şiirinizle 17 Aralık yolsuzluk operasyonunu ele alıyorsunuz. Dokunanın yandığı bu ortamda, şiirin gücünün ses çıkarma yollarını genişlettiği söylenebilir mi?

Benim şiirim Sosyal Gerçekçi Şiir'dir. Bu, biliniyor. Ülkemizde siyasi iktidar yolsuzluk yaptı, ben hariç hiçbir şairden ses çıkmadı. Çünkü siyasi iktidar şair ve yazarları para ya da makamla kendisine bağlamıştı. Hırsızlara hırsız demenin suç sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Operasyon isimli şiirim dergide yayımlandığında beni tehdit edenler oldu. Tebrik eden okurlarım çoğunluktaydı tabii. Okurlarımdan gelen geri dönüşlere göre şiirin Meclis'teki dört partiyi ti'ye aldığının anlaşıldığını gördüm. Operasyon şiiri dört partiyi ti'ye alan, benim üslubuma özgü ironi tekniğiyle yazılmış bir şiirdir. Şair, ülkesini ve milletini ilgilendiren çok önemli bir konuda sesini çıkarmıyorsa o şairin şairliği tartışmalıdır. Şair yukardan bakmasını bilmelidir. Parti tarafgirliğiyle yolsuzluğu görmeyenler iyi para kazanabilirler ama geleceğe şair olarak kalmayacaklardır. Şiirin gücü partiler üstüdür. Hiçbir otoritenin şiire gücü yetmez. Şiir her ortamda sesini yükseltir. Şairi boğabilirler, asabilirler, hapse atabilirler ama şiiri susturamazlar. Pir Sultan Abdal'ı asan otorite, Nefi'yi boğan otorite, Nazım Hikmet ve Necip Fazıl'ı hapse atan otorite aynı otoritedir. Bu şairlerin şiirlerini susturabilmişler mi, hayır. Şair yukardan bakar, o yüzden şiirin gücü ses çıkarma yollarını genişletir.

Her ne kadar şiirinizin meseleleri ele alan bir yönü olsa da bir ucu hep kadınlara dokunuyor. Reddedilen aşklar, beklemeler, güzel kızlar, kadınlar… Hatta bir dizenizde “Ben kadınları seviyorum be! kadınlar beni sevmese de!” diyorsunuz. Şiirinizin ana unsurlarından biri mi kadın?

İlk şiir kitabım Tanınma Korkusu'nda kadın, sevgili olarak yer alsa da sevgili durumu bir sosyal meseleye bağlanarak, ironik bir şekilde yer alıyor. İkinci şiir kitabım Yasak Bölge'de aynı durum biraz daha sert bir şekilde var. Üçüncü şiir kitabım Tahammül Şeridi'nde kadın, anne ve kız kardeş olarak yer alıyor. Havarya'da ise kadın, aşk olarak yer alıyor. Havarya'da tema olarak kadın, aşk ve çocuk temasını işledim. İlk üç şiir kitabımda bu yok. Havarya'da bütün şiirlerin ana teması kadın, dolayısıyla aşktır. Operasyon ve Cehennem Treni her ne kadar siyasi şiir olsa da, ki o şiirlerde de kadın var, Havarya'da ana tema kadındır.

Havarya ile eşzamanlı olarak ilk deneme kitabınız da yayımlandı. Bu denemelerde modern insanın sorunları, erik ağaçları, kapılar, dostluklar var… Şiir karşısında deneme yazarken kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Şiir, benim hayatımdır. Deneme ise haftada bir yazdığım, şöyle bir bakışımdır. Şiir yazarken daha özgür ve rahatım. Sakinim diyemem. Şiir yolda yürürken geldiyse, eve vardığımda ilk yaptığım iş onu el yazısıyla kâğıda yazmaktır. Ben şiiri ilk önce türkü söylüyor gibi söylerim. Şiiri yazıp bitirdiğimde heyecandan yerimde duramam. Yüksek sesle okurum. Şiir gelir, yazarım. Deneme öyle değil; bazen gelir, bazense gelmez. Bir konu bulup yazmak gerek. Ama şu var; şiirde nasıl üsluba önem veriyorsam denemede de aynı titizlikle üsluba önem veriyorum. Bir kere yazının girişi sıradan olmamalı, ikincisi bu konuya şöyle bakılabilir, birisi şöyle bakabilir, ben öyle değil böyle bakmalıyım gibi. Sadece benim bakacağım yerden bakmak. Deneme benim için bir bakış tarzıdır.

Çok sert konulara da değindiğiniz köşe yazıları kaleme alıyorsunuz. Mesela “Şallı Politika” başlıklı yazınız. Bunların sizin şiir dilinizi seven okuyucularınızı incitmesinden korkmuyor musunuz?

Ben hiçbir şiirimi okuyucularımı düşünerek yazmadığım gibi hiçbir yazımı da okuyucularımı düşünerek yazmıyorum. Hiç kimseden, hiçbir makamdan talimat almıyorum yazı yazarken. Talimat almadan yazdığım için okurun ya da herhangi bir makamın ne diyeceği hususunu da gözetmiyorum. İnandığım şekilde, inandığım gibi yazıyorum. Yazılarıma teşekkür geldiği kadar hakaret mailleri de geliyor. Ben yazdığım şiire bakarım. Köşe yazılarım için de aynısını düşünüyorum. Okuyucularımın nasıl okuduğunu değil, benim nasıl yazdığımı daha fazla önemsiyorum. Çünkü ben tribünlere değil, tüm zamanlara yazıyorum.

Eleni Karaindrou Turgutreis'te

$
0
0

Bu yıl 11.si gerçekleştirilecek olan D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, 15-19 Ağustos tarihleri arasında yapılacak.

Festival, İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Denis Matsuev, Buika, Sarah Chang ve Fazıl Say gibi dünyaca ünlü sanatçı ve orkestraları ağırlamaya hazırlanıyor. Theo Angelopoulos'un filmlerine yaptığı unutulmaz müziklerle özdeşleşen Eleni Karaindrou da konuklar arasında. Karaindrou, Ender Sakpınar'ın şefliğinde, İstanbul Sinfonietta ile birlikte 17 Ağustos'ta Bodrum Kalesi'nde sahneye çıkacak. (www.dmarinfestival.com)

Shakespeare'in titremesi Orwell'ın öksürüğü

$
0
0

Jack London'ın inişli çıkışlı hayatı, Swift'in saplantılı temizlik düşkünlüğü, Joyce'un sayısız göz ameliyatı...

Büyük yazarların hastalıkları ve tedavi süreçleri yapıtlarına nasıl yansıdı? Shakespeare frengiden mi mustaripti? Peki antibiyotiğin bilinmediği bir çağda nasıl tedavi ediliyordu? John J.Ross, Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan Shakespeare'in Titremesi Orwell'in Öksürüğü kitabında ülkemizde de iyi tanınan Melville, Milton, Swift, Joyce, Orwell gibi yazarların biyografilerine ve yapıtlarına çağdaş tıp açısından yaklaşarak yer yer kurmaca, yer yer de gerçek karakterlerin çevresinde ördüğü öykülerle okuru edebiyat ve tıp tarihinde eğlenceli bir yolculuğa çıkarıyor.

Akbank Caz Festivali 25. yılına üç özel konserle girecek

$
0
0

Bu yıl 21 Ekim-1 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek Akbank Caz Festivali, 25. yaşını kutluyor.

Cecil Taylor, Archie Shepp, McCoy Tyner, Pharoah Sanders, Jimmy Smith ve Enrico Rava gibi caz dünyasının önemli isimlerini Türk izleyicisi ile buluşturan festival, 25. yaşına üç konser ile girecek. Pozitif Live tarafından gerçekleştirilen festivalin yıldızlarından biri olan Manu Katché, 22 Ekim Perşembe günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda sahneye çıkacak. Fildişi sahillerinden gelen aile köklerinin kendisine kazandırdığı ritim yeteneğini akademik eğitimiyle birleştiren Katché, Afrika ritimleri ile klasik davulu birleştirerek yarattığı özgün tarzıyla dünyanın sayılı davulcuları arasında gösteriliyor. Sanatçıya konserinde Norveçli kadın kontrbasçı Ellen Andrea Wang eşlik edecek.

John ScofIeld & Joe Lovano

Festivalin bir diğer konuğu Grammy ödüllü efsane gitarist Bill Frisell. Üretkenliğiyle hayranlarını her zaman şaşırtan, sadece kendine ait otuzu aşkın albümü bulunan Bill Frisell, 23 Ekim Cuma günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde olacak. 20 yıl aradan sonra tekrar bir araya geldiklerinde caz dünyasında büyük heyecan uyandıran John Scofield & Joe Lovano, bu kez 25. Akbank Caz Festivali için aynı sahneyi paylaşacak. Virtüözlüğünün yanında çağdaş cazın en önemli bestecilerinden olan gitarist John Scofield ve Berklee Müzik Akademisi'nde kürsü başkanlığını yapan, Grammy ödüllü tenor saksafoncu Joe Lovano'ın konseri 25 Ekim pazar günü Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda olacak. Üç konserin biletleri 25 Haziran'da Biletix'te satışa çıkıyor.

Lang Lang'den genç piyanistlere çağrı

$
0
0

Klasik müziğin genç efsanesi ünlü Çinli piyanist Lang Lang'ın gözetiminde gerçekleştirilecek 3. Allianz Gençler Müzik Kampı'na başvurular 31 Temmuz'a kadar devam ediyor. Avusturya'nın başkenti Viyana'da 18-24 Kasım 2015 tarihlerinde gerçekleştirilecek kampa, dünyanın dört bir yanından 8-14 yaş arasındaki 10 yetenekli genç kabul edilecek.

Allianz Gençler Müzik Kampı 2015, genç piyanistlere, Lang Lang ile çalışma fırsatı sunacak. Kampta, Münih Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi Gençlik Akademisi öğretmenleri de solo dersler verecek. Ayrıca kampa katılmaya hak kazanan çocuklar, Lang Lang ile birlikte dünyanın en önemli konser salonlarından biri olan “Wiener Musikverein”de halka açık genişletilmiş bir müzik dersi yapacak.

Allianz Grubu, Birleşmiş Milletler barış elçisi olan Lang Lang tarafından kurulan Lang Lang Uluslararası Müzik Vakfı ile 2013'ten bu yana işbirliği yapıyor. Bu işbirliğinin bir ürünü olarak çalışmalarını sürdüren Allianz Gençler Müzik Kampı da, her yıl dünyanın farklı ülkelerinden yetenekli gençleri bir araya getiriyor. Allianz'ın global marka elçisi olan Lang Lang, geçen yıl ekim ayında İstanbul'da sahneye çıkmış, konserde kendisine 11 yaşındaki Kaan Baysal eşlik etmişti. 2014'te Barcelona'da düzenlen ikinci kampa katılan Kaan Baysal, bu yıl düzenlenecek olan 3. Allianz Gençler Müzik Kampı'nın reklamlarında Lang Lang ile birlikte yer alıyor. Allianz Gençler Müzik Kampı daha önce Münih ve Barcelona'da düzenlenmişti. Finans ve sigortacılık şirketi Allianz'ın, Lang Lang Uluslararası Müzik Vakfı işbirliğiyle düzenlediği kampa başvuru için ayrıntılı bilgi www.langlangfoundation.org'da.

Yeni James Bond kim olacak?

$
0
0

24. Bond filmi Spectre vizyona girmeden önce 'Yeni Bond' tartışmaları bir kez daha alevlendi. Daniel Craig'in dördüncü kez Bond olacağı filmde, Craig sonrası bu rolü kimin oynayacağı merak konusu. Anketlerde ve kulislerde Idris Elba, Damien Lewis ve Michael Fassbender'ın adı öne çıkıyor.

Sinema tarihinin en uzun soluklu serisi James Bond, yeni bir tartışma ile gündemde. 1962'de başlayan serinin 24. filmi Spectre'nin vizyona girmesine aylar kala, yeni Bond'u kimin oynayacağı tartışmaları alevlendi. Bir taraftan bu konuda bahisler açılırken, diğer taraftan da resmi olmayan anketler düzenleniyor. poll.pollcode.com internet sitesinde “Bir sonraki James Bond'u kim oynamalı?” başlığıyla gayri resmi bir anket başlatıldı. Şimdiye kadar 849 kişinin oy kullandığı ankette sürpriz sayılabilecek bir sonuç çıkıyor. Halen devam eden ankette oyların % 27'sini alan İngiliz oyuncu Idris Elba, 226 kişinin oyu ile birinci sıraya yerleşti.

Bir sonraki Bond rolü için 22 oyuncunun aday gösterildiği ankette Benedict Cumberbatch, Chris Evans, Joel Edgerton, Jude Law, Christian Bale, Orlando Bloom, Henri Cavill gibi son dönemin popüler oyuncuları yer alıyor. Oyların % 17'sini alan Michael Fassbender ikinci sırada yer alırken, yakın zamanda Mad Max: Fury Road'da oynayan Tom Hardy % 14 ile üçüncü, sinemanın ‘yeni' Süperman'i Henry Cavill ise % 10 oy oranı ile dördüncü oldu.

SİYAH MI, GALLİ Mİ?

James Bond filmlerinin yapımcısı Michael G. Wilson ve yapımcı şirket Sony'nin bu anketi ne kadar göz önünde bulunduracağı merak konusu. Ancak sinema tarihinin en ünlü ajanı için Idris Elba'nın adı ilk kez geçmiyor. Siyahi aktör, geçtiğimiz yıl yapımcı şirket Sony Pictures'ın dijital verilerinin hackerlar tarafından ele geçirilmesiyle patlak veren skandalda ‘yeni' Bond olarak yer almıştı. Sony'nin sızdırılan e-postalardan birinde stüdyo yöneticisi Amy Pascal'ın “Elba'nın bir sonraki Bond olması gerektiğini” söylediği bilgisi basına yansımıştı. Bunun üzerine Elba da Twitter hesabından fotoğrafını paylaşarak bu duruma gönderme yapmıştı. Eğer Elba, yeni James Bond seçilirse, bu rolü oynayan ilk siyahi aktör olacak.

Anketlerde Idris Elba adı öne çıksa da kulislerde Damian Lewis'in ipi göğüsleyeceği konuşuluyor. Baba tarafından Galli, anne tarafından İngiliz olan Lewis'in, Daniel Craig'den sonraki Bond olmasına kesin gözüyle bakılıyor. ‘Homeland' ve ‘Band of Brothers' (Kardeşler Takımı) dizilerinde adını duyuran Damian Lewis seyirci anketlerinde ise Elba'nın bir hayli gerisinde.

6 Kasım 2015'te vizyona girecek 24. Bond filmi ‘Spectre'de Daniel Craig dördüncü kez James Bond'u oynayacak. Craig'in 25. Bond filminde de bu rolü oynadıktan sonra seriye veda etmesi planlanıyor. Bütçesi 300 milyon doları aşan Spectre'nin yönetmen koltuğunda Oscar'lı Sam Mendes var. Filmin diğer oyuncuları ise Monica Belluci, Christoph Waltz, Lea Seydoux, Ralph Fiennes ve Naomie Harris. Filmde, Bond'un geçmişiyle ilgili şifreli bir mesaj gelir ve onu tehditkar gizli bir örgütü açığa çıkarmaya zorlar. Bu arada M, gizli servisi çalışır durumda tutabilmek için politik güçlere karşı savaş verirken, Bond da Spectre adlı bu örgütün ardındaki korkunç gerçeğe adım adım yaklaşmaktadır.


Jurassic World rekor ile başladı

$
0
0

Geçtiğimiz cuma günü dünya genelinde gösterime giren Jurassic World filmi gişe hasılatında çıtayı daha yukarıya taşıdı. Colin Trevorrow'un yönettiği film, ilk üç günde dünya çapında elde ettiği 524 milyon 106 bin 270 dolarlık hasılat ile rekor kırdı.

Uluslararası alanda gişe istatistiklerini yayınlayan boxofficemojo.com internet sitesinin verilerine göre Jurassic World, şimdiden bu alanda birinci sırayı kaptı. Film, ilk hafta sonunda Kuzey Amerika'da (ABD ve Kanada) 208 milyon dolar, ABD dışındaki 65 ülkede ise 315 milyon doları aşan gelir elde ederek rakiplerini geride bıraktı. Bu hasılatın 100 milyon dolarlık kısmı, Hollywood için yeni büyük pazarlardan biri olan Çin'de elde edildi.

Jurassic World'ün ilk hafta sonu rekorunda filmin üç boyut (3D) ve IMAX teknolojisiyle vizyona çıkmasının etkili olduğu söylenebilir. Sadece IMAX sinema salonlarının filme 44,1 milyon dolar, üç boyutlu gösterimlerin ise toplam gişe hasılatının yarısı kadar gişe geliri getirdiği belirtiliyor. İlk 3 gün gelirinde Jurassic World'ün hemen ardından 392 milyon 500 bin dolarlık hasılatıyla Yenilmezler filmi geliyor. Üçüncü sırada ise 392 milyon 471 bin dolarlık gelir ile Yenilmezler serisinin ikinci filmi Ultron Çağı yer alıyor. 1993 yapımı Jurassic Park serisini yeniden perdeye taşıyan Jurassic World, John Hammond'dan parkı devralan Hindu işadamı Simon Masrani (Irrfan Khan), azalan ziyaretçi sayısını artırmak için parktaki dinozorların genlerinden, laboratuvar ortamında yeni bir dinozor üretmesini ve sonrasında adada yaşanan dehşet anlarını konu alıyor.

Usta yönetmen Başar Sabuncu'nun cenazesi yarın kalkacak

$
0
0

Türk sinemasının ve tiyatrosunun en üretken yönetmenlerinden Başar Sabuncu dün hayatını kaybetti. 1943 yılında İstanbul'da doğan sanatçı Türk sinemasına ve tiyatrosuna birçok oyun, senaryo, çeviri kazandırdı.

1964-1969 yılları arasında TRT Ankara Radyosu tiyatro bölümünde çalışan Sabuncu, İlyada, Don Kişot, Goriot Baba gibi eserlerin de aralarında olduğu 18 yapıtı radyo için oyunlaştırdı, 100'ü aşkın radyo oyun dizisini yönetti. Radyo tiyatrosu ile büyüyenler onu radyodan duydukları 'yazan ve yöneten Başar Sabuncu' anonsu ile tanıdı ve sevdi. Şener Şen'in başrolünde oynadığı Zengin Mutfağı ve Çıplak Vatandaş gibi önemli filmlerin ile yanı sıra Yolcu, Adak, Şalvar Davası, Kupa Kızı, Asılacak Kadın, Namuslu, Kaldırım Serçesi'ni çekti. 30'dan fazla tiyatro oyunu yönetti, kendi yazdığı 14 oyunu sahnelendi, 12 filmin senaryosunu yazdı, 5 çevirisi sahnelendi ve sayısız ödül aldı. 2011'den bu yana kanserle mücadele eden Sabuncu için ilk tören bugün 10.30'da Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatro Salonu'da yapılacak, cenazesi Teşvikiye Camii'nde öğle vakti kılınacak namazdan sonra Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilecek.

Kosovalı kadınların acısı

$
0
0

1998'deki savaşta Sırpların taciz ve tecavüzüne uğrayan Kosovalı kadınlar anısına ilginç bir sergi açıldı.

Başkent Priştine'deki sergide, tecavüze uğrayan kadınların giysileri, “Bu elbisenin acı bir hikâyesi var” adlı enstalasyonda çamaşır iplerine asılarak sergileniyor. Sergiyi hazırlayan Kosova doğumlu İngiliz sanatçı Alketa Hafa-Mripa, savaş yıllarında meydana gelen olayların unutulmaması gerektiğini söylüyor. Sırp askerlerinin saldırısına uğrayanların dışında, Kosova'nın ilk kadın Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga ve ünlü isimler de sergiye kıyafet gönderenler arasında bulunuyor.

BBT, genel sanat yönetmenini seçti

$
0
0

60 oyuncunun görevine son verilmesiyle bir süredir gerginlik yaşayan Bakırköy Belediye Tiyatrosu'nda (BBT), önceki gün yapılan genel sanat yönetmeni seçimi ile sular duruldu.

BBT'nin yeni sanat yönetmeni, son yıllarda oyunculuğuyla göz dolduran Alican Yüceseoy oldu. BBT yönetimi ile oyuncuları arasındaki gerilim geçen yıl ağustos ayında genel sanat yönetmeni Kadriye Kenter'in işine son verilmesiyle başlamıştı. Geçen hafta 60 oyuncunun sözleşmesi sürdüğü halde işten çıkarılması ve ‘Hayvan Çiftliği', ‘Hizmetçiler', ‘Romeo ve Juliet' gibi beğenilen oyunların programdan kaldırılması gözleri Bakırköy Tiyatroları sahnesine çevirmişti. Bir yıldır sanat yönetmeni seçilmesi için Bakırköy Belediyesi ile görüşmelerini sürdüren BBT oyuncuları önceki gün sandık başına gitti. Seçim sonucunda Yücesoy 55 oyun 34'ünü alırken, diğer aday Aytekin Özen 24 oyda kaldı. Atama yerine seçimle gelen bu sonuç, tiyatro camiasında büyük bir sevinçle karşılandı.

Usta yönetmen hayatını kaybetti

$
0
0

Türk sinemasının ve tiyatrosunun en üretken yönetmenlerinden Başar Sabuncu dün hayatını kaybetti.

1943 yılında İstanbul'da doğan sanatçı Türk sinemasına ve tiyatrosuna birçok oyun, senaryo, çeviri kazandırdı. 1964-1969 yılları arasında TRT Ankara Radyosu tiyatro bölümünde çalışmaya başlayan Sabuncu, İlyada, Don Kişot, Goriot Baba gibi eserlerin de aralarında olduğu 18 yapıtı radyo için oyunlaştırdı, 100'ü aşkın radyo oyun dizisini yönetti. Radyo tiyatrosu ile büyüyenler onu radyodan duydukları ‘yazan ve yöneten Başar Sabuncu' anonsu ile tanıdı. Şener Şen'in başrolünde oynadığı Zengin Mutfağı ve Çıplak Vatandaş gibi önemli filmlerin ile yanı sıra Yolcu, Adak, Şalvar Davası, Kupa Kızı, Asılacak Kadın, Namuslu, Kaldırım Serçesi'ni çekti. 2011'den bu yana kanserle mücadele eden Sabuncu için ilk tören bugün 10.30'da Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatro Salonu'da yapılacak, ardından cenazesi Teşvikiye Camii'nde öğle vakti kılınacak namazdan sonra Edirnekapı Mezarlığı'na defnedilecek.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live