Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Hafta sonunda klasik müzik var

0
0

Hava pırıl pırıl değil, hatta çimlere uzanmak için epey vakit var daha ama yine de açık havada ve minderler üzerinde bir şeyler yapılabilir. Bunlardan biri, bir klasik müzik konseri de pekâlâ olabilir. Geçtiğimiz yıl ilk defa Pazar Klasikleri başlığıyla düzenlenen ve müzikseverler tarafından pek bir beğenilen konser serileri, bu yıl genişleyerek devam ediyor. Yine açık havada ve yine ücretsiz.

Hafta Sonu Klasikleri konser serisinin ilki bu cumartesi (6 Haziran) sabahı 10.30’da İstiklal Caddesi üzerindeki Hollanda Başkonsolosluğu Bahçesi’nde gerçekleşiyor. Konserde; şef ve viyola sanatçısı Simon Murphy ile soprano Gudrun Sidonie Otto, The New Academy üyeleriyle birlikte Bach, Telemann, Handel, Vivaldi ve bu büyük bestecilerin Hollandalı çağdaşlarının eserlerini seslendirecek.

İkinci konser 14 Haziran Pazar günü Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda yine aynı saatte başlayacak. Bu defa sahnede; Güney İtalya ve Akdeniz müziklerinin mevcut geleneğini etnik unsurlar, caz tonları ve dünyanın farklı bölgelerinden pek çok enstrümanla zenginleştiren Domo Emigrantes var. İtalya’dan Napoliten şarkılar ve Tarantellaları bahar esintisine katık yapacak ekibi 20 Haziran Cumartesi sabahı Avusturya’nın heyecan verici topluluklarından Minetti Quartet izleyecek. Bu defa konser mekânı Avusturya Kültür Ofisi Bahçesi. Adını Thomas Bernhard’ın bir tiyatro oyunundan alan ve Maria Ehmer (keman), Anna Knopp (keman), Milan Milojicic (keman) ile Leonhard Roczek’ten (viyolonsel) oluşan gurubun programında Franz Schubert (Yaylı Dörtlü No. 10) ve Ludwig van Beethoven (Yaylı Dörtlü No. 6) bulunuyor.

Hafta Sonu Klasikleri’nin son konseri 28 Haziran Pazar sabahı Sakıp Sabancı Müzesi, Atlı Köşk Bahçesi’nde. Bu defa karşımızdaki epey tanıdık bir ekip: Süreyya Operası, CKM, Fulya Sanat, CRR, İzmir Sanat, Pera Müzesi, Notre Dame de Sion ve Millî; Reasürans gibi önemli salonlarda verdiği konserlerle kısa sürede kendine geniş bir izleyici kitlesi edinen Semplice Quartet. Klasik dönemden çağdaşa uzanan oldukça renkli bir repertuvara sahip ekip bu konserde Wolfgang Amadeus Mozart, Dimitri Shostakovich, Joaquín Turina, Oğuzhan Balcı ve Béla Bartók’tan oda müziği eserleri çalacak. Pernigotti’nin sponsorluğunda gerçekleşen Hafta Sonu Klasikleri tamamen ücretsiz. Sadece kimi bahçelerin kapasitesi nedeniyle rezervasyon yaptırmak gerekiyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl 43.sü düzenlenen İstanbul Müzik Festivali kapsamındaki konserlerin rezervasyonu için rezervasyon@iksv.org adresine mail atarak isminizi yazdırabilirsiniz.


Denizler altında 500 dev heykel!

0
0

2009’da Meksika’nın Cansun eyaletine dünyanın en büyük ilk sualtı heykel müzesini kuran Jason De Caires Taylor’ın beton heykellerinin fotoğrafları İstanbul’da sergilenecek. 500 civarındaki dev heykeli, National Geographic dünyanın en iyi 25 harikası arasında göstermişti.

İstanbul’da 17.si düzenlenecek Avrupa Hazır Beton Birliği (ERMCO) Kongresi, bir sanat etkinliğine ev sahipliği yapıyor. Etkinliğin kapsamı, içeriği ‘hazır beton’ olan bir kongreye hiç de uzak değil. Kongre sırasında sergilenecek olan, 2006 yılında İspanya Granada’da Sualtı Heykel Parkı’nı açan ve su üstü hayatını su altına taşıyan Jason De Caires Taylor’ın beton heykellerinin fotoğrafları. Eşsiz tasarımlarıyla her yıl binlerce kişiyi derinlere daldıran heykeller sualtı hayatının doğal bir parçası olabilmeleri için dayanıklı beton, çimento ve kum karışımıyla yapılıyor.

Aynı zamanda dalgıç olan Taylor’ın en iddialı işini ise Meksika’nın Cancun eyaletinde 2009 yılında dünyanın en büyük sualtı müzesini kurmak oluşturuyor. Kurulduğunda 100 heykel bulunan Cancun Sualtı Müzesi’nde (Museo Subacuatico de Arte) şu anda 500 civarında eser var. Zamanla yosun ve mercanla kaplanan heykeller yıllar içinde zombivari bir görünüm kazanarak daha da etkileyici bir görüntüye kavuşuyor. Kanarya Adaları’nda yaşayan sanatçı, eserleri üzerinde çalışırken yakınlardaki bir balıkçı kasabasının sakinlerini model olarak kullandığını söylüyor. Denizlerin dibinde kaya üzerinde oturan bir çocuk, çenesini tutarak derin düşüncelere dalmış yaşlı bir adam, ufka bakan kadın gibi figürlerinin kaynağı hep köy halkı.

45 yaşındaki İngiliz sanatçıyı dünyanın ilk sualtı heykel müzesini açmaya götüren serüveni ilginç. Çocukluğu Malezya’da mercan kayalıklarını keşfetmekle geçen Taylor’ın hayatını okyanusun dibindeki heykellerine adaması şaşırtıcı değil. Deniz altında el ele tutuşan insanlar ile 60 ton ağırlığında, 5,5 metre uzunluğundaki mitolojik kahraman Atlas gibi eserlerin tek güzelliği ihtişamdan kaynaklanmıyor. Heykellerin yapımında kullanılan malzemenin, üzerinde doğal hayatın oluşumuna izin verecek şekilde seçilmesi, Taylor’un tek amacının da sanat olmadığını da ortaya koyuyor bir bakıma. Son çalışması Ocean Atlas’ın Bahamalar’daki mercan kayalıklarını koruma konusunda çalışmalar yürüten bir organizasyon tarafından finanse edilmesi de bu yüzden. Müzenin amacı da sualtı yaşamının hassasiyetlerine dikkat çekmek ve toplumu bilinçlendirmek zaten. Ziyaretçilerin okyanusa dalarak, balıklar ve farklı deniz canlılarıyla birlikte zaman geçirdiği düşünülünce de aksini düşünmek imkansız.

Müze ziyareti, emek isteyen bir iş. Bazı müzeleri ziyaret etmek ise daha da zahmetli. Öyle biletinizi alıp gitmekle olmuyor. Palet giymeniz, oksijen tüpü takmanız gerekiyor mesela. Taylor’un su altındaki dev heykellerini ziyaret etmek böyle bir şey. Ha deyince Granada ya da Meksika’ya da gidilemeyeceğine ve doğası gereği gezici müze kapsamında ayağımıza da gelemeyeceğine göre bu eserlerin fotoğrafları ile idare etmek zorundayız şimdilik. Ve bunun için adres İstanbul Askerî; Müze. National Geographic’in dünyanın en iyi 25 harikası arasında gösterdiği dev heykellerin profesyonel bir ortamda çekilmiş fotoğraflarını görmek için bugün ve yarın olmak üzere iki gününüz var.

Bin oyun sahnelendi, 600 bin çocuk izledi

0
0

Zorlu Çocuk Tiyatrosu, 2014-2015 döneminde sahnelediği müzikli çocuk oyunu 'Karlar Ülkesi', ‘Kibritçi Kız' müzikali ve Kurbağa Prens ile 12. sezonunu tamamladı.

Sezon boyunca Karlar Ülkesi ve Kibritçi Kız Müzikali Zorlu Performans Sanatları Merkezi'nde ücretsiz olarak izleyiciyle buluşurken, Kurbağa Prens müzikli oyunu Anadolu'yu dolaştı. Türkiye'nin dört bir tarafındaki çocukları sanatla tanıştıran Zorlu Çocuk Tiyatrosu'nun oyunları, 2014-2015 sezonunda 65 bin çocuğa ulaştı. Bugüne kadar sahnelenen 1000'e yakın oyunu ise 600 bin çocuk izledi.

Dekor ve kostüm duayeni Şengezer, hayatını kaybetti

0
0

Tiyatro ve opera dünyasının dekor ve kostüm duayeni Osman Şengezer, dün sabah hayatını kaybetti.

Tasarladığı dekor ve kostümlerle 1960'tan beri 650'ye yakın prodüksiyona imza atarak sahnelere renk ve hayat katan usta, 50 yılı aşan meslek hayatında Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya Devlet Opera ve Baleleri'nin yanı sıra Ankara ve Van Devlet Tiyatroları, İstanbul ve Eskişehir Şehir Tiyatroları, Ankara Meydan Sahneleri, Ankara Deneme Sahnesi, Ankara Sanat, Dormen, Kenter, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner, Devekuşu Kabare, Akbank Çocuk Tiyatroları, YediTepe Oyuncuları, Tiyatro Kedi, Dilek Türker Tiyatro Ayna, TV Kanalları ve daha birçok özel tiyatrolarla çalıştı. "Dekor ve Kostümlü Anılar”, “Cumhuriyet Dönemi Türk Gösteri Sanatları Öncü Sahne Tasarımcıları” başta olmak üzere beş kitap yazdı.

Osman Şengezer’in cenazesi; 6 Haziran 2015, Cumartesi günü (yarın) gerçekleşecek. Osman Şengezer için ilk olarak; saat 14:30’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde, Engin Uludağ’ın yönetiminde bir tören düzenlenecek. Ardından Şengezer, Teşvikiye Camii’nde kılınacak ikindi namazını takiben Feriköy Mezarlığı’na defnedilecek.

Nazım Hikmet Araştırma Ödülü Mahmut Temizyürek’in

0
0

Eskişehir Tepebaşı Belediyesi tarafından bu yıl 28-31 Mayıs günleri arasında 5’incisi düzenlenen Uluslararası Eskişehir Şiir Buluşması’nda, şair Mahmut Temizyürek’e Nâzım Hikmet Araştırma Ödülü verildi.

Her yıl, şiir buluşması kapsamında Nâzım Hikmet’in şiiri üzerine yapılan edebi araştırmalara verilecek ödüle, bu yıl Temizyürek’in “İm Bilse Er Ölmes” adlı kitabının değer görüldüğü bildirildi. Emel İrtem, Mustafa Köz, Rahmi Emeç, Erol Büyükmeriç ve Haydar Ergülen’den oluşan seçici kurul, kitabı ‘Nazım Hikmet’in hak ettiği türden çalışmaların özgün, yetkin, yaratıcı ve benzersiz bir örneği’ olarak değerlendirdi. Şiir Buluşması’nın son gününde düzenlenen törende kitabı üzerine kısa bir sunum yapan Temizyürek’e ödülünü, Şiir Buluşması Direktörü Haydar Ergülen verdi. İletişim Yayınları tarafından 2014 yılında yayımlanan “İm Bilse Er Ölmes” (Nazım Hikmet ile Don Quijote’nin Arzu Serüvenler adlı kitap; yalnızca iki iyiliksever yolcunun kıyaslanmasını değil, edebiyat ve dil konusuna da bir bakışı içeriyor. Kaşgarlı Mahmud’un yapıtından yola çıkarak, Nazım’ın dile yaptığı katkıları görünür kılıyor.

Hayat kitabını yazsam yeniden…

0
0

Hikayen kadar varsın dünyada. Amerikalıların “Bana hikayeni anlat” demesi boşuna değil. İsim gibidir hikayeler; varlığı, var olduğunuza delil. Anlatacak bir hikayen yoksa yahut onu insanları etkileyecek şekilde anlatamıyorsan bir anlamda ademe mahkumsun.

“Râviyan-ı ahbâr ve nâkilân-ı âsâr rivayet ederler kim...” Doğu’da hikayeler böyle anlatılırmış eskiden. Bu girizgah hem bir ‘kaynakça’ yerine geçip dinleyene, okuyana güven telkin eder hem de hikayenin önemine vurgu yapar. Öyle ya, nesilden nesile anlatılmışsa, kitaplara geçmişse mutlaka dinlenesi bir hikayedir. Meksika yapımı animasyon Hayat Kitabı / The Book of Life, bu klasik metottan güç alan bir film. Jorge R. Gutierrez’in ilk uzun metraj filmi, Meksika kültürüne ve inanışına ait kadim bir hikayeye sahip. Yeni neslin hayat, ölüm, aşk, gelenek gibi ‘eski’ kavramlarla ilişkisine dair ilgi çekici bir misyonu da var.

Farklı etnik gruplardan müteşekkil birkaç Amerikalı çocuk, okulun yaptığı mecburi kültür faaliyetleri kapsamında müze gezisine katılır. Müzenin tur rehberi Mary Beth, çocuklardaki umursamazlığı görünce onları gizli bir odaya götürür ve Meksika’daki San Angel kasabasının hikayesini anlatır. Mary Beth, Meksika’daki Ölüler Festivali’nden yola çıkarak, dünyadaki bütün hikayelerin yazılı olduğu Hayat Kitabı’ndan bahseder. Hikayeye göre, Manolo ve Joaquin aynı kıza aşık olan iki çocuktur. Manolo nesillerdir matador olan ailesinin kendisinden bekledikleri ile müzisyen olma hayali arasında sıkışıp kalmıştır. Kasabanın kahramanı Joaquin’in ise gözü Maria’dan başkasını görmez. Yerin üstündeki rekabete, yer altından Ölüler Diyarı’ndan iki kadim rakip katılır. Hatıralarda Yaşayanlar Ülkesi’nin kraliçesi La Muerte ile Unutulanlar Ülkesi’nin kralı Xibalba iki çocuk üzerinden bahse girer. La Muerte, Manolo’nun bir gün Maria’nın aşkını kazanacağını iddia ederken kocası Xibalba tam tersini savunur. La Muerte kazanırsa kocası insanların hayatına müdahale etmekten vazgeçecek, Xibalba kazanırsa karısının yerini alarak Hatıralarda Yaşayanlar Ülkesi’ne hükmedecek ve La Muerte Unutulanlar Ülkesi’ne sürülecektir.

UZUN İNCE VE SATİRİK BİR YOL

Meksika sinemasının son yıllarda dünyaya armağan ettiği üç yetenekli yönetmenden biri olan Guillermo del Toro, Hayat Kitabı’nın yapımcısı. Altın Küre’ye aday olan film, dünyadaki tanınırlığını del Toro’ya borçlu. Cartoon Networl’de yayınlanan El Tigre: Mannu Rivera’nın Maceraları çizgi dizisiyle adını duyuran Gutierrez, Hayat Kitabı’nda memleketinin kültürel ve mitolojik unsurlarını ABD’ye ve dünyaya açıyor. Evet, Hayat Kitabı’nın böyle bir misyonu var. Bunu saklamadığı gibi, eğlenceli bir hale getirme çabasında. Diğer taraftan, Mary Beth’in hikayesini dinleyen çocukların etnik farklılıkları ve hayat, ölüm, aşk gibi temalar sayesinde evrensel damar da yakalanıyor. Hollywood animasyonlarının aşırı gerçekçiliği yahut plastik renkliliğinden farklı olarak Hayat Ağacı, oynaklıktan yana. Hatta teknik yönden bazı bölümler Hacıvat-Karagöz geleneğinin modern bir uzantısı kıvamında.

Klasik bir ‘kahramanın yolculuğu’ hikayesi anlatan Hayat Kitabı, sırtını yasladığı kadim anlatı geleneğine de yeri geldiğinde çuvaldızı batırıveriyor. Mary Beth’in günümüz çocukları için hikayede yaptığı açıklama ve değişiklikler, hikaye kahramanlarının eskiden ziyade bugüne ait halleri, filmin amacıyla ilgili. Esas mesele bugünün çocuklarına, onların dünyasından geleneğe bakarak kıssadan hisse çıkarmak. Yönetmen Gutierrez, bunu yaparken geleneğin, kadim hikayelerin, mitolojinin ağdalı ve hamasi dilini zaman zaman ti’ye alıyor. Fakat bu hamleler, çocukların ‘hisse’sini azaltmadığı gibi, hikaye ile daha güçlü bağ kurmasını sağlıyor. Bu yönüyle Hayat Kitabı, bu topraklarda çocuklar üzerine eğitim ya da eğlence amacıyla çalışma yapan yazar, grafik sanatçısı, senarist ve sinemacıların ayrı bir dikkatle izlemesi gereken bir yapım. Hikayenin kimi kılçıklı bölümlerini ayıklamasını bilen çocuklu aileler içinse iyi bir hafta sonu fırsatı.

Kırmızı Lale’yi Kar Korsanları kaptı

0
0

Hollanda’nın üç farklı şehrin de düzenlenen 3. Kırmızı Lale Film Festivali’nin Amsterdam ayağı, önceki akşam düzenlenen ödül töreni ile sona erdi. Festivalin galibi ‘Kar Korsanları’ oldu. 65. Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan film, “İtirazım Var” ve “Sivas” gibi iki güçlü rakibini geride bıraktı.

Hollanda’nın üç farklı şehrinde düzenlenen 3. Kırmızı Lale Film Festivali’nin Amsterdam ayağı önceki akşam düzenlenen ödül töreniyle sona erdi. Festival, bugün ve yarın Rotterdam ile Eindhoven’daki gösterimlerle devam edecek. Kapanış töreni ise yarın akşam Eindhoven’da.

Amsterdam’daki modern mimari örneklerinden HET Eye Film Enstitüsü’ndeki ödül töreninin galibi, sürpriz sayılabilecek bir şekilde “Kar Korsanları” oldu. 65. Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan film, “İtirazım Var” ve “Sivas” gibi iki güçlü rakibini geride bırakarak Amsterdam’da ödülün sahibi oldu. Faruk Hacıhafızoğlu’nun ilk uzun metraj yapımı “Kar Korsanları”, 12 Eylül döneminde Kars’taki bir grup çocuğun evlerine kömür götürebilmek için verdiği mücadeleyi konu ediniyor. Ödülünü, festivalin onur konuğu Filiz Akın’ın elinden alan yönetmen, “Bir Almancı çocuğu olarak bu ödülü bütün gurbetçilere armağan ediyorum.” deyince haliyle salondaki gurbetçilerden bol alkış aldı. “Sivas” filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Kaan Müjdeci ise ödülünü, festivalin gönüllü çalışanlarına adadı.

Filmin yönetmeni Faruk Hacıhafızoğlu, ödülünü Filiz Akın’ın elinden aldı.

SEYİRCİ ÖDÜLÜ, YÖNETMENİ DE ŞAŞIRTTI

Açılışta olduğu gibi Janset ile Sipke Jan Bousema’nın renkli sunumlarıyla gerçekleşen ödül töreninde Seyirci Ödülü, “Neden Tarkovski Olamıyorum” filmine gidince salonda biraz şaşkınlık oldu. Filmin yönetmeni Murat Düzgünoğlu da ödül konuşmasında bu konuya değinerek, “Filmimiz seyircinin sıkılmadan izleyeceği bir film değil, o yüzden ödüle çok şaşırdım. Seyirciye teşekkür ediyorum.” diyerek durumu özetledi. Gecenin bir başka sürprizi ise Ayhan Sonyürek’in yönettiği “İyi Biri”nin Eleştirmen Ödülü’nü almasıydı.

Geçtiğimiz yıl Nuri Bilge Ceylan’ın katılımıyla bir hava yakalayan Kırmızı Lale Film Festivali, henüz yolun başında. Her festivalde yaşanacak ufak tefek aksaklıkları bir kenara bırakırsak, festivalin resmî; ve özel kurumlardaki desteği giderek artıyor. Ancak bir seyirci sorunundan bahsedilebilir. Salonlardaki gösterimler az sayıda seyirciyle gerçekleşiyor ve bunların tamamına yakını ‘gurbetçi’lerden oluşuyor. Festival, Hollandalı seyirciye ulaşabilir ve Türk sinemasını onların gündemine taşıyabilirse o zaman başarıyı yakalayacak. Zaten, festival yetkilileri de amaçlarının bu olduğunu açık bir şekilde ifade ediyor. Bu açıdan bakınca, festival için önümüzdeki birkaç yıl büyük önem taşıyor.

Kardeş kardeş türkü söylediler

0
0

Yedirenk Sanat Vakfı, perşembe akşamı İstanbul Kongre Merkezi’nde, “Kardeşimin Türküsü” isimli bir konser düzenledi.

Akşam, Idemm Destans Halk Dansları Topluluğu’nun yaklaşık bir saat süren gösterisiyle başladı. Neler yoktu ki bu gösteride, kâh bir Mevlevi çıkıp sema yaptı, kâh doğudan bir halay ekibi şenlendirdi sahneyi; modern danstan roman havasına, horondan zeybeğe, doğudan batıya ülke topraklarında ne kadar dans çeşidi varsa hepsi sahneden izleyiciye ulaştı. Hemen arkasından konser başladı. Hüsnü Şenlendirici açtı sahneyi. Neyleyek ve Harmandalı’yı seslendirdi klarnetiyle. Bu iki şarkılık performansın ardından TRT sanatçısı Emel Taşçıoğlu aldı mikrofonu eline. Gece boyunca sanatçılara eşlik eden Metin Özülkü’nün orkestrasıyla seslendirdi “Şu Garip Halimden” ve “Kesik Çayır” türkülerini. Hemen ardından Karadeniz türküleriyle Fuat Saka, daha sonra ise Rojin çıktı sahneye. Seslendirdiği Kürtçe uzun hava ile yaklaşık beş bin kişilik salon bir anda doğunun ruhuyla kuşatıldı.

Suzan Kardeş Balkan ezgilerini, Ömer Faruk Tekbilek ise hem neyiyle hem de sesiyle süslediği eserleri buluşturdu dinleyiciyle. Gecenin son performansı ise Sabahat Akkiraz’dandı. Önce “Ne Ağlarsın” dedi, sonra da “Kâh çıkarım gökyüzüne, seyrederim âlemi / Kâh inerim yeryüzüne, seyreder âlem beni / Aah Haydar Haydar taşa çaldım kime ne”… Gecenin sürprizi ise bütün sanatçıların yeniden sahneye çıkarak 2012 yılında kaybettiğimiz büyük usta Neşet Ertaş’tan Gönül Dağı’nı seslendirmeleri oldu. Aslında seslendirmeye çalıştılar desek daha doğru olur. Çünkü kâğıttan okumaya çalıştıkları bu türküde, hiç prova yapmadıkları için ne yazık ki girişleri dahi kaçırdılar. Üstelik birbirlerini bile yakalayamadılar. Hadi seyirciyi geçelim, Neşet Ertaş’ın aziz hatırası daha özenli bir yaklaşımı hak ediyordu.


Venedik’ten film seçmeye geliyorlar

0
0

Venedik Film Festivali ve Venedik Film Festivali Eleştirmenler Haftası program yetkilileri Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği’nin (Se-Yap) yürüttüğü “Festivaller İstanbul’da 2015” projesi kapsamında sırasıyla 9-12 Haziran ve 23-26 Haziran tarihlerinde İstanbul’a geliyor.

Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteklediği, Atlas Post Prodüksiyon’un katkıları ve Corinne Art & Boutique Hotel işbirliğiyle gerçekleştirilen projeye başvuruda bulunan filmler, festival yetkilileri tarafından izlenecek ve kriterlere uygun filmler belirlenecek. Etkinlikte ayrıca filmlerini sunan yönetmen ve yapımcılar ile sektör temsilcileri, festival yetkilileri bir araya gelme fırsatı bulacak. Venedik Film Festivali bu yıl 2-12 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Türkiye sinemasının uluslararası festivallerde görünürlüğünü artırmayı hedefleyen “Festivaller İstanbul’da” projesi kapsamında, geçtiğimiz sene Kaan Müjdeci’nin Sivas filmi Venedik Film Festivali’ne, Emine Emel Balcı’nın Nefesim Kesilene Kadar filmi ile Faruk Hacıhafızoğlu’nun Kar Korsanları isimli filmleri Berlin Film Festivali’ne seçilmişti. Festivaller İstanbul’da projesi dahilinde 2015 yılı içinde San Sebastian, Toronto, Berlin, Rotterdam ve Sundance film festivalleri program yetkilileri de Türkiye’ye gelecek.

Zaman fotomuhabirine 'çevreci film yarışması'nda ödül

0
0

Toplam 120 kısa filmin başvurduğu yarışmada kurmaca, belgesel, animasyon ve deneysel filmler, amatör ve profesyonel kategoride yarıştı. Profesyonel kategoride birincilik ödülü, yönetmenliğini Zaman Gazetesi Fotomuhabiri Mehmet Ali Poyraz'ın yaptığı 'Son Çıkış'a verildi.

'Geri Dönüşmez Filmler - 3. Ataşehir Ulusal Çevre Konulu Kısa Film Yarışması'nda Profesyonel kategoride birincilik ödülü, yönetmenliğini Zaman Gazetesi Fotomuhabiri Mehmet Ali Poyraz'ın yaptığı 'Son Çıkış'a verildi. İkincilik ödülü Hikmet Kerem Özcan'ın 'Helak' filmine verilirken, üçüncülüğe ise Ömer Güneş'in 'Su Bedevileri' layık görüldü. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen yarışmada Jüri Özel ödülünü ise 'Sal Rant' filmiyle yönetmen Hasan Kılıç aldı.

Amatör kategoride ise birincilik ödülü osman Çubukçu ve Önder Menken’in yönetmenliğini yaptığı 'Kök' adlı film aldı. İkincilik ödülünü Can Akbulut ve Harun Çavuş’un yaptığı 'Çekçek' adlı filmi ve üçüncülüğü ise Serdar Çotuk yönetmenliğindeki 'Arka bahçe' adlı film kazandı. Amatör kategöride juri özel ödülünü ise 'Farklı Dünyalar' filmiyle Gökhan Cılam aldı.

Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi, bu yıl üçüncüsü düzenlenen Çevre Konulu Kısa Film Yarışması hakkında şu mesajları verdi:

"Ataşehir Belediyesi olarak temiz ve yaşanabilir bir dünya hedefliyoruz. Çevre sorunlarına dikkat çekerek kalıcı çözümler sağlanması için elimizden geleni yapıyoruz. Ulusal Çevre Konulu Kısa Film Yarışması ile hayatımızı tehdit eden çevre sorunlarını gündeme getirip çevre bilincinin oluşmasını ve sinemamıza yeni yetenekler kazandırmayı hedefliyoruz. 'Geri Dönüşmez Filmler' temalı kısa film yarışmamızdaki eserler, küresel iklim değişikliğine, nesli tükenmekte olan canlılara, yok olmaya doğru hızla ilerleyen ormanlara ve dünyamızı tehdit eden diğer tüm çevre sorunlarına dikkat çekiyor. Projemize gösterilen ilgiye ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum."

Törene katılan Ataşehir Belediyesi Başkan Yardımcısı İlhami Yılmaz, çevre bilincinin çok önemli olduğunu ve bu konuda devlete ve toplumun her kesimine büyük görevler düştüğünü dile getirdi. Yılmaz, çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda ise vatandaşlara uyarılarda bulundu.

Ödül töreninde finale kalan filmlerin yanı sıra, Fatih Akın, Yeşim Ustaoğlu gibi ünlü yönetmenlerin fimleri de özel bir gösterimle izleyicilerle buluştu. Dünyaca ünlü Finlandiyalı görüntü yönetmeni Esa Nissi ve Rus Sergey Tsyss de filmleriyle törende yer aldı.

Frida Kahlo’nun resme sığmayan acısı

0
0

Resim sanatının aykırı ve bir o kadar renkli siması Meksikalı ressam Frida Kahlo üzerine yeni açılan sergiler ve gün yüzüne çıkan yeni fotoğraflar, sanatçıyı tekrar gündeme getirdi. Kahlo’nun kişisel eşyalarının fotoğraflandığı Londra’daki serginin yanı sıra bahçeye olan tutkusunu anlatan başka bir sergi New York Botanik Bahçesi’nde açıldı.

Meksikalı sanatçı Frida Kahlo (1907-1954), son günlerde açılan sergiler ve çekmecelerden çıkan yeni fotoğraflarıyla gündemde. Londra’daki Michael Hoppen galerisindeki sergi Kahlo’nun kişisel eşyalarının fotoğraflarından oluşuyor. Sahibinin eşyalarını küçük detaylardan yola çıkarak konuşturan Japon fotoğrafçı Ishiuchi Miyako, Kahlo’nun yaşadığı mekânda eserleriyle üç hafta vakit geçirerek oluşturmuş karelerini. Sergide Kahlo’nun elbiseleri, ayakkabıları, geçirdiği kazadan sonra takmaya başladığı korseleri, tabakası, aynası, çiçek bahçesini andıran etekleri, gözlüğü, protez bacağı ve yamalı çorapları gibi otuza yakın eşyanın fotoğrafı yer alıyor.

Kahlo, ağrının en derin hallerini yaşadı. Çocuk yaşta geçirdiği felç, bacağında sakatlığa neden olurken, hayata tam manasıyla katılamamanın eksikliğini duydu. On sekiz yaşında geçirdiği trafik kazasının ardından yatağa bağlı yaşamak zorunda kaldı. Resimle uğraşmak tam da bu zamanlarda onun için bir kurtuluş oldu. Babası fotoğrafçı olan Kahlo’nun bu işi öğrenmeye karşı merakı pek yoktu, zira renklerdi onu çeken.

Frida’nın renkli dünyası

Frida Kahlo, yatağa bağlı olduğu dönemlerde okur, araştırır ve kendini geliştirir. Otoportresinden sonra etrafındakilerin resmini yapmaya başlar. Kahlo şöyle seslenir: “Tablolarım güzel yapılmıştır. Hafife alınmamış, sabırla işlenmiştir. Resmim acının mesajını taşır. En azından bazı kişilerin ilgisini çektiğini sanırım. (…) Üç çocuğumu ve bir dolu başka şeyi yitirdim. Tüm bunların yerini resim doldurdu. Çalışmaktan iyisi yok herhalde.”

Sanatsal üretimini kendi hayatından yola çıkarak gerçekleştiren Kahlo, daha çok içe dönük bir resim dili geliştirir. Derin aşklar yaşar, yalnızlıklar çeker ve en nihayetinde 1953’te son sergisini görmek için yatağıyla beraber yollara düşer… Geçirdiği son ameliyatta küçüklüğünden beri acı veren sağ bacağı kesilir. 1954’te ise yatağında ölü bulunur.

Üzerimizdeki her giysi, kullandığımız her eşya bizden izler taşır. Sahibini ele veren bu detaylar, anahtar deliğinden koca bir odaya bakmak gibidir. Tekstil tasarımı eğitimi alan Miyako’nun dokular ve desenler üzerine hakimiyeti fotoğraf kamerasının inceliğiyle buluşunca, Kahlo’nun dünyasından yakaladıkları kendi başına birer dil oluşturmuş. O delikten Kahlo’ya bakıyor adeta. Acı, keder ve mutluluğun en saf haliyle Kahlo’nun giysilerine yansıyan fotoğrafların yer aldığı sergi, 10 Haziran’a kadar açık kalacak.


‘Mavi Ev’ adlı bahçesi New York’ta kuruldu

Kahlo için düzenlenen bir başka etkinlik ise New York’ta “Frida Kahlo: Art, Garden, Life” adlı sergi. Daha önce Emily Dickinson ve Claude Monet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu önemli isimlerin bahçe ile ilişkisine odaklanan New York Botanik Bahçesi’nde kurulan bu renkli sergide, sanatçının Meksika’daki Mavi Ev adını verdiği bahçesinin bir benzerini oluşturulmuş. 1 Kasım’a kadar açık kalacak sergide Kahlo’nun çalışma masası, boyaları ve bahçe üzerine kitaplarının yanı sıra çeşitli çiçek ve ağaç motiflerinin yer aldığı eserleri var. New York’taki Throckmorton Sanat Galerisi ise aralarında Gisele Freund, Nickolas Muray, Emmy Lou Packard ve Lola Alvarez Bravo gibi fotoğrafçıların daha önce sergilenmemiş 50’ye yakın Kahlo portresine yer veriyor. “Mirror Mirror… Portrait of Frida Kahlo” adlı sergi, 12 Eylül’e kadar açık.

Kahlo’nun dünyasını yeniden açan bu son sergiler, hayatı boyunca derin bir acı yaşayan sanatçının tıpkı aynaya seslenişinin kışkırtıcı halinin yansıması, sanatçının ağrılı çığlığı: “Ayna! Günlerimin, gecelerimin celladı ayna. Üzüntülerim kadar üzüntü verici görüntü. Her an parmakla gösterilme duygusu. Frida, gör kendini; Frida kendine baksana…”

Kadın kahramanlar ödül getirmiyor

0
0

Kadının edebiyattaki yeri üzerine son dönemlerde kafa yoran pek çok araştırma yayımlanıyor.

Amerika merkezli Vida adlı kuruluş her yıl dergileri tarayıp kadın yazarlara ne kadar yer verildiğini ortaya koyarken, rakamlar erkek egemen bir edebiyat varlığına işaret ediyor. İngiliz yazar Nicola Griffith ise kadının bu görünmezliğini, saygın edebiyat ödüllerine odaklanarak geçtiğimiz hafta ortaya koydu. Pulitzer, Man Booker, National Book, National Book Critics’ Circle, Hugo ve Newbery gibi altı saygın ödülün son on beş yılını analiz eden yazar, kadınları konu alan kitapların ödül almasının güç olduğuna rakamlarla dikkat çekiyor. Erkek karakterlerin kadın karakterlere göre ödül alma şansının çok daha yüksek olduğunu belirten araştırma, kadının saygın edebiyat ödüllerinde kendine pek yer edinmediğini açıkça ortaya koyuyor.

Ödüllerden örnek verecek olursak… Man Booker Ödülü, 2000-2014 yılları arasında erkek yazarların erkek dünyasını anlattığı dokuz kitaba giderken, kadınların erkekleri anlattığı üç kitap da ödüle layık görülmüş. Fakat, bu yıllar arasında ‘kadın yazarların kadınları anlattığı’ sadece iki kitap ödül almış. Pulitzer Ödülü ise bu anlamda daha da şaşırtıcı. Araştırma, 2000-2015 yılları arasında kadınları konu alan ve kadınlar tarafından yazılan hiçbir eserin Pulitzer’ı almadığına dikkat çekiyor.

Ödüllendirilen kitapları ve yazarları incelediği araştırmasında Griffith, seçici kurulların erkekleri anlatan kitaplara daha yakın durduğunu dile getiriyor. İngiliz yazar, bu sonucun kadınları anlatan kitapların daha değersiz ve pek de ilginç olmadığı şeklinde de yorumlanabileceğini ekliyor. Bunun yanı sıra bu rakamlar kadın yazarların kendilerine otosansür uyguladıkları veya seçici kurulun kadınları anlatan kitapları sıkıcı buldukları olarak da okunabilir. Griffith’in araştırmasına konu olan diğer ödüllerde de aynı tablo hakim.

Yayıncılık erkek egemenliğine kayıyor

Kadın yazarlara karşı kültürel bir önyargının varlığından söz eden kimi eleştirmenler, pek çok seçici kurulun kadınlardan oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda, tartışma farklı bir boyut kazanıyor. Bunun yanı sıra Nobel’li yazar Mario Vargas Llosa, edebiyatın giderek daha çok kadın işi olduğunu dile getirdiğinde hiç de haksız değildi. Kadın okurların erkeklere oranla çokluğu göz önünde bulundurulduğunda ise bu araştırmanın sonuçları daha da kafa karıştırıyor.

Kadının edebiyattaki azlığını biraz da yayıncılıktaki erkek egemen damara bağlayanlar da var. Kadınların yayıncılık dünyasındaki yeri, özellikle Batı’da, son yıllarda bir hayli gerilere düşmeye başladı, zira pek çok büyük yayınevinin başında erkek yöneticiler var. Fakat, Türkiye’de ise tam tersi olduğunu söylememiz lazım. Büyük yayınevlerinin başında kadın yöneticiler var (Zaman okurları “Türk edebiyatını kadınlar yönetiyor” başlıklı haberi hatırlayacaktır). Böyle bir araştırmanın Türkiye’deki edebiyat ödüllerinde nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor elbette, fakat tartışılacak rakamların çıkacağı kesin.

Türkiye’de olduğu kadar Batı’da da ödül kurumu hep tartışılmıştır. Ödülün yazara hem edebi kariyer hem de satış anlamında itici bir güç oluşturduğu ve yazara pek çok getirisi olduğu ortada fakat, tartışmaların gölgesinde geçen ödüllerin saygınlığını yitirdiği fikri de son yıllarda ağır basmıyor değil. Okur için saygın edebiyat ödülleri bir rehber niteliği taşırken, bunun yerini popülerliğin aldığını söylemek güç değil. Fakat, Griffith’in ödüllerden yola çıkarak önümüze sunduğu bu erkek egemen tablo edebiyat dünyasının büyük bir yarası. Öyle kolayca kapanacağa da benzemiyor.

Selçuk Demirel çizgileriyle İzmir’de

0
0

1978 yılından bu yana Paris'te çalışmalarını sürdüren Selçuk Demirel'in 1974-2014 yılları arasında basında yer alan çizimlerinden oluşan bir seçki, İstanbul'dan sonra İzmirli sanatseverlerle buluşuyor.

"İnsanoğlu Kuş Misali" başlığıyla uzun süre Fransız Kültür Merkezi'ni mekân tutan sergi, İzmir Devlet Resim Heykel Müzesi Kültürpark Salonu'nda 10 Haziran'da ziyarete açılacak. Le Monde, Le Monde Diplomatique, The Washington Post, The New York Times, The Wall Street Journal gibi gazetelerde yayımlanan desenlerden oluşan sergide, 1974-2014 yılları arasında dünyada yaşanan önemli olaylar, Demirel'in çizgilerine yansıyan halleriyle yer alacak. Sanatçının Türkiye'de yaşarken hazırladığı bir dizi afişle açılan sergi, 17 Temmuz'a kadar gezilebilecek.

1954 yılında Artvin'de dünyaya gelen Selçuk Demirel'in ilk resimleri, 1973 yılında Ankara'da, henüz lise öğrencisiyken yayımlandı. Mimarlık eğitimi alırken yaptığı çizimler, önemli gazete ve dergilerde yayımladı. 1978 yılında Paris'e yerleşen Demirel, çalışmalarını halen orada sürdürüyor. Demirel, 40'tan fazla kitap ve desen albümü yayımladı. Çocuk ve gençlik kitapları yazdı ve resimledi. Sanatçının eserleri düzenli olarak Avrupa'da sergileniyor.

‘Aşk-ı Nebi’ için son üç gün

0
0

Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kapsamında, 11 Nisan’da Ayasofya Müzesi’nde açılan “Doğumunun 1444. Yılında Hz. Peygamber” temalı Aşk-ı Nebi sergisi 10 Haziran Çarşamba günü sona eriyor.

İslam Kültür Sanat Platformu (İKSP) tarafından düzenlenen sergide Hazreti Peygamber’i anlatan 63 Hilye-i Şerif’in yanı sıra dönemin ekol hattatlarının nadide eserleri yer alıyor.

İstanbul Opera Festivali'ni 'Yusuf ile Züleyha' ile açıyor

0
0

Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün bu yıl altıncısını düzenlediği Uluslararası İstanbul Opera Festivali'nin bugünkü açılışı olumsuz hava koşulları nedeniyle üç gün ertelendi. Festivalin sadece açılışı değil, ilk temsili de değiştirildi. W.A.Mozart'ın ünlü operası 'Saraydan Kız Kaçırma' ile başlayacağı duyurulan festival, 11 Haziran'da Yusuf İle Züleyha operasının Kadıköy Süreya Operası'nda saat 21.00'deki temsili ile başlayacak.

Nezihe Araz'ın kaleminden, bestesi Okan Demiriş'e ait ‘Yusuf İle Züleyha' operasının prömiyeri 1990 yılında Atatürk Kültür Merkezi'nde sahnelenmişti. İlk başrollerinde Leyla Demiriş ve Ende Arman'ın yer aldığı ve Cüneyt Gökçer'in yönettiği opera 25 yıl boyunca Ankara, İzmir ve Mersin'de izleyici karşısına çıktı. İstanbul Opera ve Balesi tarafından 11 Haziran'da sahnelenecek eserin rejisörlüğünü Aytaç Manizade, orkestra şefliğini Serdar Yalçın üstleniyor. Kardeşleri tarafından kuyuya atılan Yusuf Peygamber'in imtihanlarla dolu yaşamını ve Züleyha'nın Yusuf'a olan aşkını konu olan eserde Yusuf'u Ali Murat Erengül ile Yoel Keşap, Züleyha'yı Burçin Savıgne ile Hande Soner Ürben dönüşümlü seslendirecek. 3 perde ve 2 saat 40 dakika olan eserin dekor tasarımı Çağda Çitkaya'ya, kostüm tasarımı Çimen Somuncuoğlu'na, ışık tasarım Tahsin Çetin'e, koreografisi Çiğdem E. Öztürk'e ait.

8-9 Haziran tarihlerinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri bahçesinde sahnelenecek ‘Saraydan Kız Kaçırma' operası ise 15-16 Haziran saat 21.00'de yine aynı mekanda izleyiciyle buluşacak. Türk-Osmanlı kültür ve sanatından etkilenilerek 16. yüzyılda Batı Avrupa'da ortaya çıkan Turquerie akımının örneklerinden biri olan ve Mozart'ın Mehter Marşı ritimlerinden etkilenerek bestelediği eseri Saraydan Kız Kaçırma'yı ise Yekta Kara sahneye taşıyor. Osmanlı hoşgörüsünü konu alan eser, bağışlayıcı ve merhametli Selim Paşa'nın Konstanze'ye olan karşılıksız aşkını en güzel nağmelerle anlatıyor.

6. Uluslararası İstanbul Opera Festivali'nin üçüncü eseri, bestesi Charles Gounod'ya ait, ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in aynı adlı eseri “Romeo ile Jülyet” olacak. Mersin Devlet Opera ve Balesi tarafından Kenan Korbek'in rejisiyle sahnelenecek ünlü aşk hikâyesi, 13 Haziran'da Haliç Kongre Merkezi'nde izlenebilecek. Festival, İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası'nın 18 Haziran'da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda vereceği gala konseriyle sona erecek. Programda, Wagner, Verdi, Puccini ve Dvorak gibi bestecilerin eserlerinden sevilen bölümler icra edilecek. (www.biletiva.com)


Dört günlük Mozart Maratonu başlıyor

0
0

En bilinen eserlere bile kendi yorumunu getirerek dinleyicileri ve eleştirmenleri derinden etkileyen Fazıl Say, Mozart Maratonu ile 43. İstanbul Müzik Festivali’nin konuğu. Say, dört ayrı mekânda gerçekleştireceği Mozart Maratonu’nda, bestecinin tüm sonatlarını yorumlayacak.

Maraton yarın Süreyya Operası’nda başlayacak. 11 Haziran Perşembe günü Albert Long Hall ve 12 Haziran Cuma günü Heybeliada Aya Triada Manastırı’nın ardından 13 Haziran Cumartesi günü Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda sona erecek. Her konser öncesinde festivalin Konsere Doğru etkinlikleri kapsamında yarımşar saatlik birer söyleşi gerçekleşecek. Mozart üzerine olacak söyleşileri Aydın Büke yapacak.

Say için Mozart’ın ayrı bir yeri var. 2006 Mozart yılında bu büyük besteci onuruna Viyana Şehri tarafından eser sipariş edilen, Berlin Konzerthaus’un Yerleşik Sanatçısı olduğu 2010/11 sezonunda 12 konserlik serisinin sonunda Mozart Matineleri’nde sahneye çıktığında ve geçtiğimiz sezon Münih’te verdiği iki konserlik seride Mozart sonatları seslendirdiğinde dinleyicilerin coşkulu alkışlarıyla karşılandı. Mozart konçertoları albümü övgü toplayan sanatçı, 2015 başında Salzburg’da Mozart Haftası’nda sahneye çıktı; nisan ayında ise Carnegie Hall’da Orpheus Oda Orkestrası eşliğinde Mozart konçerto seslendirdi.

Mozart Maratonu Fazıl Say hayranlarının merakla beklediği konserlerden biri. E.C.A. Presdöküm Sanayii AŞ sponsorluğundaki konser serisinin ilk üç konserinin biletleri de çoktan tükendi. Son konser içinse hâlâ şans var.

Gezginlerin gözünden İstanbul

0
0

Avrupalı gezginler, 1800’lü yıllarda İstanbul’a sık sık gelmiş, dönüşte de defterlerine şu notu düşmüşler: “Müslüman mezarlıkları, insanda hoş ve huzurlu bir dalgınlık yaratıyor.” İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde 17 Ekim’e kadar sergilenecek üstteki kare o fotoğraflardan biri.

Yukarıdaki fotoğraf, 1894 yılında Eyüp Mezarlığı’nda çekilmiş. O yıllarda İstanbul’a sıkça gelen Batılı gezginlerden birinin gözünden yansıyan kare, Haliç manzarasına, Piyer Loti tepesine ve mezarlıkların atmosferine dair nadir karelerden biri olsa gerek. Fotoğrafın kenarına iliştirilen not ise şöyle: “Haliç manzarasıyla özellikle Eyüp başta olmak üzere, Türk mezarlıkları, gezginler tarafından çok pitoresk (TDK: Resimsi) bulunuyordu. Hıristiyan mezarlıklarına kıyasla, servi ağaçlarının gölgesindeki Müslüman mezarlıkların insanda hoş ve huzurlu bir dalgınlık yarattığı Avrupalı gezginlerce tekrarlanıp durdu.” Fotoğrafın şimdiki sahibi, Osmanlı dönemi fotoğrafları ve efemera konusunda dünyanın sayılı koleksiyonerlerinden biri olan Fransız Pierre de Gigord. Bizi de oldukça etkileyen kareyi, birkaç ay önce Amerika’daki bir okuldan satın aldığını söyleyen Gigord, bir okulun arşivinde neden böyle bir kare bulunduğunu şöyle açıklıyor: “Çünkü Amerika’daki okullarda Doğu ile ilgili bilgi verilirken bu ve benzeri fotoğraflar kullanılıyor…”

Pierre Gigord ile Suna ve İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nün 2 Haziran’da açılan “Doğu’nun Merkezine Seyahat” adlı yeni sergisinde tanıştık. Sergide Gigord’un koleksiyonunun önemli bir kısmı sergileniyor ve gezginlerin 18. yüzyılda başlayan ve sonraki yüzyılda dönüşerek devam eden, Doğu topraklarına yolculuklarının İstanbul merkezli öyküsü anlatılıyor. Ekrem Işın ve Catherine Pinguet eş küratörlüğünde gerçekleşen sergi, kitle turizmi ve seyahat kültürünün 1850-1950 yılları arasındaki değişimine odaklanıyor. Fotoğraf, kartpostal, afiş, ilan, broşür, yemek mönüleri ve objelerin bulunduğu 160 parça civarında eserin yer aldığı sergi, Osmanlı’nın son dönem ve Türkiye Cumhuriyeti’nin erken dönem manzaralarını sunuyor.

“Doğu’ya Seyahat” kavramının on dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da ortaya çıktığını belirten Ekrem Işın, “18. yüzyıl sonundan 19. yüzyıl ortalarına kadar Doğu coğrafyası, arkeolog, dilbilimci, mimar, coğrafyacı, botanikçi ve din adamları tarafından bir odak noktası halindeydi. Bilginin kaynağına uygarlığın köklerini keşfederek ulaşmayı hedefleyen bu seyahatlerin insanları özgürleştirdiği söylemi oldukça yaygındı.” diyor. Bu seyahatler ile 1850’li yıllara kadar sürdürülen keşif eksenli araştırmacı dilin, Kırım Savaşı sonrasında yerini seyyah gruplarının Doğu kültürünü tüketici diline bıraktığını belirten Işın, seyahat yapan kişinin bilgi toplayıcı ve yorumlayıcı seyyah tipi değil, gizemli coğrafyaları hızla yağmalayan turist tipine dönüştüğünü anlatıyor. 17 Ekim’e kadar açık kalacak olan sergi, pazar günleri hariç hafta içi her gün saat 10.00-19.00 arasında görülebilir. (www.iae.org.tr)

Sahne sırası yeni oyunlarda

0
0

Gençleri oyun yazarlığına teşvik eden ve yerli oyunların üretimini artırmayı amaçlayan ‘Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali 4’, yarın Fransız Kültür Merkezi’nde (FKM) başlıyor.

Galataperform ve FKM işbirliği ile düzenlenen festivalin bu yılki konuğu, Fransız oyun ve roman yazarı Olivia Rosenthal, ‘Kediler Sever Beni’ oyununun okumasını yarın saat 19.00’da aynı mekanda yapacak. 14 Haziran’da sona erecek festival kapsamında yeni yazarlar tarafından yazılan oyunların okumaları GalataPerform’da gerçekleştirilecek. (www.galataperform.com)

Kitap Fuarı’nda tema ‘mizah’, onur konuğu Tan Oral

0
0

34. İstanbul Kitap Fuarı, 7-15 Kasım 2015 tarihleri arasında Büyükçekmece TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde kapılarını açacak.

Bu yılki teması “Mizah: Hayata Gülümseyerek Bakmak” olarak belirlenen fuarın onur konuğu ise karikatürist Tan Oral seçildi. Fuar süresince “Onur Çizeri” Tan Oral’ın da katılımıyla pek çok panel ve etkinlik düzenlenecek. Ayrıca TÜYAP tarafından Oral’ın hayatı, çalışmaları ve eserlerinden seçkilerin olduğu bir kitap ve sergi de hazırlanacak.1937 yılında Amasya’da doğan ödüllü karikatür sanatçısı Tan Oral, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) Mimarlık bölümünü 1963’te bitirdi. Aynı okulda üç yıl Yapı ve Meslek kürsüsü asistanı olarak çalıştı. Daha sonra karikatür, film ve çizgi film uğraşlarına yöneldi. 1969’da Sanatçılar Birliği’ne üye olan Oral; Ant, Yeni Gün, Yansıma ve Özgür İnsan gibi dergi ve gazetelere karikatürler çizdi. Hazırladığı kısa film ve çizgi filmlerle ödüller kazandı. 1976’da Politika’da ilk kez günlük karikatür çizmeye başladı. Daha sonra Cumhuriyet’e geçti. Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından altı kez “Yılın Karikatürcüsü” seçildi. İlk eserlerinde başlayarak çizgilerinde ve anlatımında yalın olmaya özen gösteren Tan Oral’ın karikatürleri çeşitli dergilerde ve günlük olarak da Cumhuriyet ve Taraf gazetelerinde yayımlandı. Halen T24 haber sitesinde karikatür çiziyor.

Belgesel şenliği başlıyor

0
0

Bu yıl sekizincisi düzenlenen Documentarist İstanbul Belgesel Günleri 13 Haziran’da başlıyor.

Dünyanın farklı ülkelerinden 90’a yakın belgesel filmin gösterileceği etkinlikte, Türkiye Panorama, Ustalara Saygı: Stefan Jarl, Müzik ve Dans Filmleri, Mercek Altında: Avusturya, Uluslararası Panorama, Yüz Yıllık Sessizlik, Kadının Adı Yok, Anısına: Peter Von Bagh, Aziz Nesin 100 Yaşında, Bir Klasik: Sesli Moana, Bir Okul: Danimarka Ulusal Film Okulu, Dokufest @ Documentarist ve Sansüre Takılan Belgeseller başlığı altında 13 bölüm yer alıyor. Festivalin bu yılki onur konuğu, İsveçli belgesel yönetmeni Stefan Jarl’ın, Auschwitz’li Kız, Tehdit, Dünyaya Karşı Bir Yürek, Teröristler: Cezalandırılan Çocuklar, Zamanın Adı Yok, Javna-Geyik Çobanı Yıl 2000, Teslimiyet, Eşik adlı 8 filmi ilk kez Türk seyirciyle buluşacak. Çekimleri süren yeni belgeseli nedeniyle Türkiye’ye gelemeyen Jarl, festival katılımcılarına internet üzerinden “Karanlık Dehlizlere Işık Tutmak” başlıklı sinema dersi verecek. Ingmar Bergman’ın “İdealleri ve inançları uğruna inatla savaşan son büyük samuraylardan biri” diye nitelendirdiği Jarl, göçmen trajedilerinden Çernobil’e, tüketim furyasından doğanın tahribatına kadar pek çok hayati meseleye değinen filmler çekti. Bu yıl Anadolu yakasına da taşınan festivalin gösterim ve etkinlik mekanları, SES Tiyatrosu, SALT Beyoğlu, Aynalıgeçit Etkinlik Mekanı, Fransız Kültür Merkezi, Şişli Kent Kültür Merkezi ve TAK Tasarım Atölyesi olacak. Festival, 18 Haziran’da Robert Flaherty’nin 1926 yılına ait “Moana” filminin seslendirilmiş versiyonunun gösterimiyle sona erecek. (www.documentarist.org)

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live