Quantcast
Channel: ZAMAN-KÜLTÜR
Viewing all 7489 articles
Browse latest View live

Fotoğrafçının gör dediği

$
0
0

Alman sinemasının usta ismi Wim Wenders’in uzun metrajlarında çıta düşse de belgesel kalitesi adına yaraşır şekilde.

Oscar’ın en iyi belgesel yarışında ödülü Citizenfour’a kaptırsa da Toprağın Tuzu, Cannes Film Festivali’nden iki ödülle dönmüştü. Uluslararası uyuşmazlıklara, açlığa ve toplu göçlere tanıklık eden ünlü fotoğrafçı Sebastio Salgado, oğlu Juliano ile çıktığı bir seyahate, Wim Wenders’ın da eşlik etmesini isteyince, Wenders bu seyahatleri belgesel filmi yapmaya karar verir.


Cannes’ın onur konuğu Costa Gavras

$
0
0

Bu yıl 13-24 Mayıs arasında düzenlenecek Cannes Film Festivali’nin onur konuğu belli oldu.

Dünya sinemasının usta ismi Costa Gavras, 68. Cannes Film Festivali’nin onur konuğu olacak. Yunan asıllı Fransız yönetmen, 1969’da Z adlı filmiyle jüri özel ödülü aldığı festivalde, 1982 yılında Kayıp / Missing filmiyle Altın Palmiye ödülü kazanmıştı. Gavras, 1976 yılında da Cannes’a jüri üyesi olarak katılmıştı.

Cannes’da bu yıl ayrıca, Orson Welles’e saygı duruşunda bulunulacak. Welles’in başyapıtı Yurttaş Kane (1941) ile Şanghaylı Kadın (1947) ve başrolünde yer aldığı Üçüncü Adam (1949) restore edilmiş kopyalarıyla festivalde gösterilecek. Ayrıca, 1985’te hayatını kaybeden Welles’in adına çekilmiş iki belgesel de ilk kez seyirciyle buluşacak.

Cannes Film Festivali’nin kapanış filmi de Buz ve Gökyüzü / La Glace et Le Ciel adlı belgesel olacak. 2005 yapımı İmparatorun Yolculuğu belgesel filmiyle tanınan Fransız yönetmen Luc Jacquet’in yeni filmi küresel ısınma ve iklim değişikliği üzerine bir ağıt olarak nitelendiriliyor.

Hep yendin, gene yen, daha çok yen!

$
0
0

İlk filmde uzaylı düşmanla mücadele eden Yenilmezler, bu kez ondan daha güçlü olan, gelişmiş yapay zekâ Ultron ile savaşıyor. Tabii bir de aralarında güvensizliğe neden olan fitne ateşiyle... Seri, 2018 ve 2019’da iki bölüm halinde vizyona girecek Yenilmezler: Sonsuzluk Savaşı ile devam edecek.

Hiç yenilmeyecek bir takımın taraftarı olmak ister miydiniz? Ben istemem. Heyecanlandırmayan, öfkelendirmeyen, umutlandırmayan, bana yenilgi duygusunu tattırmayan takımı niye tutayım? Belki de bu yüzden Yenilmezler (Avengers) serisine bir türlü ısınamadım. Evvela, isimden kaybediyorlar! Yenilmezler ekibi, Samuel Beckett’a tepki olarak doğmuş gibi. “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil, daha iyi yenil.” sözünün hükmünü yitirdiğinin, artık başka zamanlarda yaşadığımızın göstergesi.

Hiç düşmüyor Yenilmezler, düşer gibi yapıyorlar. Bu -mış gibi hallerinde bile karizmadan ödün vermiyorlar; bir yerleri çizilmiyor, kakülleri bozulmuyor, alaycı dilleri tutulmuyor, mağrur bakışları bulanmıyor... Çok sıkıcı değil mi? Christopher Nolan’ın Batman’ini sevmemizin bir nedeni de kahramanın düşüşüydü. Kelimenin tam anlamıyla düşüyordu Bruce Wayne, düşkün olup çıkıyordu. Hırpani vaziyette dağlarda dolaşıyor, keşişlerden ders alıyor, saçı sakalı birbirine karışıyor, derbeder olup köşesine çekiliyordu. Ama bu Yenilmezler öyle mi?

BİZE BİZDEN BAŞKA DÜŞMAN GEREKMEZ

İlk kez 1963’te yayımlanan Avengers çizgi roman serisi, zamanla gelişti ve Marvel’in bütün kahramanları bir şekilde maceraya dâhil oldu. Sinemaya yaklaşık 50 yıl sonra gelmesi ise çizgi romanların sinemadaki altın çağına kısmetmiş. 2012’deki ilk Yenilmezler filmine kaldığı yerden devam ediyoruz. Uzaylı düşmanlarını alt eden ekip, bu kez ondan daha zorlu, Ultron adlı bir yapay zekâ ile savaşır. ‘Barış için savaş’ anlayışının daha fazla sürdürülemeyeceğini düşünen Tony Stark, uzaylı müdahalesini engellemek için dünyayı ultron adlı savunma sistemiyle kaplama projesi tasarlar. Ancak Frankenstein misali bir canavar üretir. Ultron, internet dâhil, dünyadaki bütün elektronik sistemi ele geçirir. Amacı, daha iyi bir dünya için, ‘defolu’ insanları yok edip gelişmiş insanları dünyaya getirmektir. Yenilmezler ekibi onu durdurmaya çalışır fakat bu kez düşmandan çok, birbirleriyle mücadele eder.

2000’leri, çizgi romanların altın çağı olarak adlandırmak abartı olmaz. ABD’de festivalleri, fan kulüpleri vs. ile çılgınlık boyutuna varan bu sektörün ‘yan ürünü’ filmlerden her yıl üçer beşer izlemek insanı sinemadan soğutabilir. Bu duyguyla kendi iç dünyamızda mücadele ededuralım; Yenilmezler: Ultron Çağı’nda süper kahramanlarımız nifak ve fitne tohumlarıyla savaşıyor. Süper kahraman filmlerinin klasiğidir, bir süre dış düşmanla savaşan karakter, kısa bir süre iç dünyasına döner, karanlık yanlarını keşfeder; bir tür manevi arınmadan geçip yeniden dış düşmana yönelir. Yenilmezler, henüz ikinci aşamada. 2018 ve 2019’da iki bölüm halinde gösterime girecek Yenilmezler: Sonsuzluk Savaşı’nda bir kez daha uzaylılar ile savaşacaklar.

DÜNYA AHVALİ NE DURUMDA?

Beğensek de beğenmesek de çizgi roman uyarlamaları, dünya konjonktürü ve ABD’nin iç-dış politika gündemleriyle doğrudan alakalı. Hıristiyan teolojisi üzerine bina edilen karakter ve temalar, Yunan mitolojisinden de beslenir. Bu temel üzerine ABD’nin gidişatına ve dünya dengelerine dair birçok yem atılır. Herkes birikimine ve okumasına göre bunları toplayabilir ya da ‘yiyebilir’. Ultron Çağı, mitolojide ve bazı dinlerdeki düalizm anlayışını hikâye ve karakter gelişiminde ana iskelet olarak kullanıyor. Ultron’un karşısına Jarvis’i çıkarıyor. Bir sahnede Ultron, tıpkı Hz. İsa’nın havari Peter’a dediği rivayet edildiği gibi, “Kilisemi bu kayanın üzerine inşa edeceğim.” diyor mesela. Bu tür dini, mitolojik, siyasi göndermeler açısından hiçbir Hollywood yapımı çizgi roman serilerinin eline su dökemez. Sorun şu ki, bunu ‘hap’ formülüyle ve belli şablonlar içinde, aksiyon sahnelerinin tutkalı olarak kullandıklarından sabun köpüğü kıvamında kalıyor. Bir film sonra, öncekinin konusunu hatırlamaya çalışırken buluyorsunuz kendinizi.

KAPTAN AMERİKA DÜMENE GEÇİYOR

Düalizm demişken, ilk filmde Iron Man’in, yani Tony Stark’ın elinde olan ekibin ipleri, artık Kaptan Amerika’ya (Amerika’nın ilk gerçek kahramanı) devrediliyor. Muhafazakâr Kaptan Amerika, yeni dünya düzenine alışmaya çalışır, ama bir taraftan da “aslında hiçbir şey değişmedi, her şey eskisi gibi” telkini üzerimize boca edilir. “Yeneceksek de birlikte, öleceksek de” diyen Kaptan Amerika, bir üst değer, birleştirici güçtür. Her ne kadar şu sıralar Baltimore’da başlayıp diğer şehirlere de yayılan ‘siyah isyan’, Kaptan’ın gemisini adaletle ve eşitlik ilkesiyle yönetmekte zorlandığını gösterse de...

Yenilmezler: Ultron Çağı, “Şimdi birlik olma zamanı, birbirimize düşmeyelim. Korkularımızın esiri olmayalım, yoksa yeniliriz.” diyor. Hep yenmek şart değil, bazen yenilmek iyidir. Durup düşünme, başkalarını anlama fırsatı verir.

Yahya Kemal Oratoryosu son provasını yaptı

$
0
0

Devlet opera ve balesi sanatçısı, piyanist Dr. Aydın Karlıbel’in, Yahya Kemal Beyatlı’nın 12 şiirini bestelediği “Yahya Kemal Beyatlı Oratoryosu’nun prömiyeri 2 Mayıs’ta Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Sahnesi’nde yapılacak.

Ekip, prömiyer öncesi son provasını dün aynı sahnede yaptı. Şef Serdar Yalçın’ın yönettiği provalar 10.30’da başlayıp 13.30’a kadar devam etti. Aydın Karlıbel’in de bulunduğu provalarda tüm sanatçılar heyecanlıydı. Şairin Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz İstanbul, Şarkı, Bebek Gazeli, Erzurum Gazeli, 1918, Bedri’ye Mısralar, İstanbul’un Fethini Gören Üsküdar, Mahurdan Gazel’in yanı sıra Baki’nin Su Kasidesi’ni heyecanla okudular. Devlet Opera ve Balesi tarafından geçtiğimiz temmuz ayında repertuara alınan eseri Karlıbel, şairin 2008’deki 50. ölüm yıldönümü için yazmış, fakat eser o yıl seslendirilmemişti. Altı yıl gecikmeyle izleyiciyle buluşacak olan oratoryoda Özgecan Gençer, Nesrin Gönüldağ, Bülent Külekçi ve Caner Akgün solist olarak yer alıyor, oratoryonun orkestra şefliğini ise Serdar Yalçın üstleniyor. Karlıbel, “Eser, dört solist, Türk sazları, koro ve orkestrayı büyük bir uyum içinde bir araya getiriyor, gelenekselle çağdaşı birleştiriyor. Şairin “Kökü mazide olan ati” düşüncesinin ışığında, konu olarak Türk tarihini ve İstanbul’u işleyen on beş bölümlük oratoryo, eski şairlerimizden Fuzuli, Baki ve Piri Reis’ten seçmeleri içermekte. Mütareke dönemi ve İstiklal Savaşı yıllarında Milli Mücadele’nin ateşli bir destekçisi olan şair Yahya Kemal’in ismini taşıyan oratoryonun bölümlerinde hatıraları terennüm edilen, Çanakkale Zaferimiz’in 100. yılında kahraman şehitlerimizin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün aziz hatıralarını sonsuz rahmet, şükran ve saygıyla anmaktayız.” diyor. Yahya Kemal Beyatlı Oratoryosu 2, 5 ve 6 Mayıs tarihlerinde, saat 20.00’de Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası Sahnesi’nde izlenebilir.

Savaş kadınlarına ağıt albümü

$
0
0

İber Müzik, savaşların kadınlar üzerindeki etkilerini ağıtlarla anlatan bir albüm hazırladı.

‘Savaş Kadınları’ adlı albümde, Anadolu coğrafyasıyla doğrudan ve dolaylı bağlantısı olan kimi olayların ardından yakılan; Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Rumca, Arapça, Lazca, Ahbazca, Gürcüce, Adigece, Zazaca ağıtlara yer veriliyor. Müzik yönetmenliğini Barış Güney’in yaptığı albümdeki ağıtlar Selda Öztürk, Fehmiye Çelik, Tatyana Bostan, Adile Yadırgı, Janet Esim, Dalepe Nena, Hava Karadaş, Rabia Betül Güler, Gülten Benli, Rahşan Erdoğan Yılmaz, Gülseven Medar ve İclal Şirvan tarafından seslendiriliyor. (www.ibermuzik.com)

Perdede bütün dünyanın işçi filmleri var

$
0
0

Türkiye’den ve dünyanın dört bir yanından emekçilerin hayatını ve mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmayı ve işçi filmi üretimini özendirmeyi amaçlayan 10. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali (İFF) dün başladı.

10 Mayıs’a kadar devam edecek festivalin açılışı bugün saat 19.00’da Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde yapılacak. Açılışta her yıl olduğu gibi bu yıl da bir set işçisine plaket verilecek. Sinemacıların sansür mücadelesini anlatan ‘Yollara Düştük’ belgeseli festivalin açılış filmi olarak gösterilecek ve sansüre karşı direnen sinemacılar sahneye davet edilecek. Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Şahika Tekand, Bülent Oran, Sonat Bilgin ve Gökhan Mete’nin rol aldığı, 1991 yapımı “Kara Sevdalı Bulut” filminin yönetmeni Muammer Özer, sahneye çıkacak o isimler arasında. 1977’den bu yana İsveç’te yaşayan Özer, festivalin davetlisi olarak hem açılışa katılacak hem de filminin yarın Beyoğlu Sineması’nda saat 19.15’teki gösteriminden önce izleyicilerle buluşacak. Öz, söyleşide, 12 Eylül öncesi işkence olaylarını konu edinen filminin başına gelen sansür baskısını anlatacak.

İşçilerden 5 belgesel

İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak gerçekleşecek festivalde bu yıl “İşimiz Gücümüz Yaşamak” teması ile toplam 75 film gösterilecek. Ankara İşçi Filmleri Atölyesi tarafından üretilen, bizzat işçilerin kendi filmlerini çektiği 5 belgesel: ‘Soma: Bir Avuç Kömür İçin Ömür Verenlere’, ‘Vedat Türkali’, ‘Kobane’den Sabaha Doğru (Berroj)’, ‘Yırca’da Zeytinlik Direnişi’, sinema emekçilerini anlatan ‘Motör’ ve birçok belgesel izleyiciyle buluşacak.

Polonya Silezya bölgesindeki maden işçilerini anlatan üçlemeden ‘Tacın İncisi’ filmi, 2008 yılında İFF’de gösterilmişti. Üçlemenin ikincisi “Siyah Toprağın Tadı” da Türkiye’de ilk defa yine İFF’de gösterilecek. 1914 yılında ABD Colorado’da direnen maden işçilerinin katliamını anlatan ‘Palikari’, Soma kurbanlarının anısına gösterilecek. Çin’de akıllı telefon fabrikalarındaki işçilerin çalışma şartlarını anlatan ‘Apple’ın Tutulmayan Sözleri’, ‘Cebimde Kan Var’, ‘Utanç İmparatorluğu’ isimli belgeseller, Rainbow Collective tarafından üretilen ve Bangladeşli 8 yaşında bir çocuk işçinin hayat mücadelesini anlatan ‘Mass a Bhat’ ve ‘Kumaştaki Gözyaşları’ gibi işçi belgeselleri “İşimiz Gücümüz Yaşamak” diyenleri anlatıyor.

Festival, 10. yılına özel olarak “İşçi Filmleri, Öteki Sinemalar” isimli bir kitap yayımladı. Yordam Kitap’tan çıkan kitabı Prof. Dr. Funda Başaran yayına hazırladı. Kitap, gösterim mekânlarından elde edilebilir. İşçi Filmleri Festivali’nde bu yıl ikinci defa ‘İnternet Sinema Salonu’ uygulaması gerçekleştirilecek. Festival filmlerinden seçilen 16 film 1-10 Mayıs günlerinde, sadece 22.00-00.30 saatleri arasında her gün www.capul.tv adresinde gösterilecek. İFF’deki tüm gösterimler için ayrıntılı bilgi www.iff.org.tr’de.

‘Meğerse ben Ermeni’ymişim’

$
0
0

Yaşını hiç göstermeyen sarı elbiseli bir hanımefendi var ekranda. Hemşinli. Anneannesi yöreye dini öğreten, Müslümanlığı anlatan biri. Kendisi çok zaman sonra gezmeye gidiyor memleketine, ararken tararken bir de bakıyor ki; meğer Ermeni’ymiş, anneannesi de öyle! Onun gibi çok var: Okulda bayrak direği tutturulmayan Yahudi çocuğu, annesiyle Kürtçe konuşturulmayan asker...

Anlatmaya başlamadan önce hakkında Yahudi olması dışında hiçbir şey bilmediğimiz kırmızı ayakkabılı hanımefendiyi dinleyelim: “…Okuldayken bayrak töreni kapalı bir salonda yapılırdı, ortaya bir bayrak gelirdi ve bayrağın sopasını tutmak gerekirdi ve bu gönüllülük esasıyla yapılırdı; parmağını kaldırır, gider, tutardın. Bu iyi bir şeydi anlaşılan ki, ben de istemiştim. Gittim bayrağın dibine kadar, sonra ne olduysa geri yollandım! Hiç anlamadım ben bunu o zaman. Yıllar sonra, herhalde mesela 40 yaşında falan anladım, yani geri yollanmamın tamamen kimliğimle ilgili olduğunu. Yani o Yahudi’nin eli kirli midir nedir, bilmiyorum, niye o bayrak direğini tutmamalıdır.”

O bayrak direğini tutamayan öyle çok vatandaşımız var ki… Sadece o da değil ayrıca. Zulme uğrama korkusuyla dedesinden Zazaca öğrenemeyen; arkadaşlarının “Senin kuyruğun nerde?” sorusuna ne cevap vereceğini bilemeyen; bırakın polis, itfaiyeci, asker, savcı… Tarih öğretmeni bile olamayan; bölükte Kürtçe konuşmak yasak olduğu ve annesi de başka bir dil bilmediği için askerlik boyunca annesiyle doğru düzgün konuşamayan, annesinden duyduğu yegâne öğüt, “Evden çıkınca Ermeni kimliğini gizle, tamam mı?” olan…

Türkiye, çoğunluk tarafından makbul görülmeyenlerin, diğer deyişle ‘öteki’lerin hikâyeleriyle dolu. Aslında sadece Türkiye değil, dünya bunlarla dolu. Ama biz hep resmi şeyleri dinlemişiz. O yüzden şimdi, Orhan Pamuk’un roman (Kafamda Bir Tuhaflık) kahramanı Mevlüt’ün arkadaşı Ferhat’ın deyişiyle resmi değil de şahsi görüşlerle karşılaşınca bir tuhaf oluyoruz. Anlatılanlar, yani bu şahsi anılar; mecliste başka bir dil konuşulmasına asla tahammülü olmayan birinin bile kafasını karıştırıyor.

VATANDAŞ, TÜRKÇE KONUŞ!

İpek Duben sağ olsun. İyi ki farklı etnik kökenleri, dilleri, inançları ve cinsel yönelimleri olan 24 kişinin anlatılarını “Onlar” isimli sergi vesilesiyle bir araya topladı ve SALT Galata’nın alt katındaki dev ekranlara yansıttı. Sergide; Kürtler, Aleviler, Zazalar, Ermeniler, Yahudiler, Romanlar yanı sıra başörtülü kadınlar, şiddet gören kadınlar ve farklı cinsel kimlikli bireyler var. Yalnız Rumlar yok, Rum bulamamış Duben. Çünkü onların, “Biz böyle projelere kesinlikle katılmıyoruz.” gibi bir kararları, tavırları var.

Ciddi bir şekilde konuşan, anlatan bir Türkiye manzarası karşımızdaki. “Vatandaş Türkçe konuş!” yoksa da sonsuza dek sus’tan sonra… “Katılırsınız, katılmazsınız ayrı ama o sesleri dinlemek gerekiyor.” diyor ve ekliyor Duben: “Herkesin bir ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ anısı var bu ülkede. Benim de… Galiba ilkokuldayken sokakta başkaca bir şey, dil konuşanlara ben de demiştim bir keresinde; ‘Vatandaş Türkçe Konuş!’ diye...”

Zaten sergideki beyaz gömlekli genç hanım gibi pek çok kişi şu fikirde: “Her ne kadar yakın arkadaşım olursa olsun, iş milliyetçiliğe dönerse herkes kendi tırnağını çıkartır gibi geliyor bana…” Ayrıca yine kareli gömlekli beyefendinin dillendirdiği bir gerçek de var ki; “Doğduğunuz, yaşadığınız yerin/ülkenin dilini öğrenmeye ve oradaki insanlarla, en azından esnafla bir arada yaşamak için bir açıdan, küçük bir açı bile olsa erimeye mecbursunuz. …Yani insan evinde ve bayramlarında ve yakın ailesiyle istediğini yapabilir de… Şu deniyor bir şekilde: Burada yaşamaya devam edebilirsin ama susman gerekir!”

SORUMLU, DEVLETİN AZINLIK POLİTİKASI

Peki, ortak noktada nasıl buluşulabilir? Cevabı mavi elbiseli genç hanım versin: “Öteki”ler korkularından sıyrılınca ya da tabii bu yine gidiyor geliyor devlete dayanıyor; eğer lise kitabında o insanlar sadece o yarım sayfalık işte 1915 Ermeni katliamı diye bir şey okumasa, işte sürekli Ermeni dendiği zaman ASALA diye bir örgütten konuşulmasa belki… Yan yana geliş daha kolay olabilirdi. Bence bu kadar geç kalmasının en büyük nedeni hâlâ da süren, senelerdir de süren, yüzyıldır da süren devletin azınlık politikasıdır, yani hiçbir zaman yan yana gelinmesine izin vermemiş bir politika vardır!”

Çok kanallı video enstalasyonu “Onlar” SALT Galata’da 28 Haziran’a kadar açık. 24 ayrı insan orada, gözünüzün içine baka baka anlatıyor. Hem tek tek hem de konu konuyu açar şekilde sanki bir yuvarlak masa toplantısında buluşmuşlar, birbirleriyle konuşuyorlarmış gibi… Kafanızı karıştırmak için ya da devletimizin gücünden emin olmak için gidin, izleyin. Çünkü Celal Salik’in de (Kara Kitap) dediği gibi: “Vatandaşlarımızın şahsi görüşleriyle resmi görüşleri arasındaki farkın derinliği devletimizin gücünün kanıtıdır.”

Londra Türk Film Festivali Ata Demirer ile açılacak

$
0
0

7-17 Mayıs arasında yapılacak Londra Türk Film Festivali ‘sürpriz’ bir film ile açılacak.

Bu yıl 20. kez düzenlenen festival, Hakan Algül’ün yönettiği, Ata Demirer ile Demet Akbağ’ın başrollerini paylaştığı Niyazi Gül Dörtnala filminin gösterimiyle başlayacak. Film ekibinin de katılımıyla gerçekleştirilecek gösterim, 7 Mayıs akşamı Londra’nın ünlü gösteri ve sinema merkezi O2 Millenium Dome Cineworld’de yapılacak. 10 gün sürecek festivalde, Sesime Gel, Sivas, Gittiler: Sair ve Meçhul, Annemin Şarkısı ile Nefesim Kesilene Kadar filmleri ödül için yarışacak. 23 uzun metraj Türk filminin gösterileceği festivalde ayrıca, Onur Ünlü’nün altı filmi de özel bir bölümde seyirciyle buluşacak. KÜLTÜR-SANAT


Kütüphanenin uzun tarihine bakalım!

$
0
0

Kütüphaneler, insanlığın ortak belleğidir. Kütüphanelerin tarihi de insanlığın tarihine koşut şekilleniyor.

Papirüsten parşömene, kâğıttan e-kitaba kütüphanenin ‘yapı’sı biçim değiştirse de işlevi pek değişmedi. İskenderiye Kütüphanesi’nde “Ruhun tedavi olduğu yer” diye yazarmış. Bugünün okuru için kütüphanenin ‘iyileştirici’ yönü daha çok kişisel kütüphanelerde sürüyor. Zaman’ın aylık kitap ilavesi Kitap Zamanı, yakın zamanda hem yurtdışında hem de ülkemizde kütüphanelerin ve kitabın tarihine ilişkin yayımlanan yeni kitaplardan yola çıkarak bu konuyu kapağına taşıdı. Derginin yarın çıkacak mayıs sayısı, kütüphane meraklıları için kışkırtıcı bilgiler içeriyor.

Dosya konusunun yanı sıra dünya edebiyatının ustalarına ait kitapların tanıtım ve eleştirileri de Kitap Zamanı okurlarını bekliyor. Geçen ay hayata veda eden Eduardo Galeano’yu çevirmeni Süleyman Doğru anlattı. İki usta, Milan Kundera ve Kazuo Ishiguro’nun beklenen romanları nihayet Türkçede: Kayıtsızlık Şenliği ile Gömülü Dev üzerine tanıtım yazılarını Kitap Zamanı’nda bulacaksınız. Türk edebiyatının son dönemdeki iyi romanlarından Ayhan Geçgin’in Uzun Yürüyüş’ünü Fatih Özgüven değerlendirdi. Ahmet Kurucan’ın, 17 Aralık’tan bu yana beliren ve hiç de iç açıcı olmayan tabloyu resmettiği yeni kitabı “Yalan, Talan ve İman”ı ise Doç. Dr. İhsan Yılmaz tanıtıyor. Şiirden romana, öyküden denemeye daha pek çok iyi kitaba yer veren Kitap Zamanı, yarın Zaman ile birlikte gazete bayilerinde. KÜLTÜR-SANAT

Hollywood kadınları sesini yükseltiyor

$
0
0

Hollywood’un kadın oyuncuları, maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı seslerini daha gür çıkarıyor artık. Genelde 40 yaş üzeri oyunculardan gelen itirazlar, bu kez Kristen Stewart ve Carey Mulligan gibi genç oyuncular tarafından dillendirilince Hollywood’daki cinsiyet ayrımcılığı bir kez daha gündeme geldi.

Hollywood’da kadın olmanın zorluğu yeni bir mesele değil. Uzun yıllardır konuşulmakta, fakat işlerin olması gerektiği gibi iyiye gitmediği anlaşılıyor. Birçoğu Oscar ödüllü yıldız oyuncular, ayrımcılığa maruz kaldıklarını kameralar karşısında açıklamaya devam ediyor. Hollywood’un kadın oyuncuları, maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı seslerini daha çok yükseltmeye başladı.

Son olarak genç oyuncu Kristen Stewart, verdiği bir röportajda bu duruma isyan etti. Genellikle 40 yaşını geçmiş, filmlerde daha az rol alan, yaş ayrımcılığına (ageism) maruz kalan oyunculardan gelen itirazlar bu kez 25 yaşındaki yıldız bir oyuncudan gelince dikkat çekti. Alacakaranlık adlı vampir serisiyle sinemada parlayan Stewart, Harpers Bazaar dergisinde yayınlanan röportajında, “Kadınlar seslerini duyurmak için ister istemez daha fazla çalışmak zorunda. Hollywood mide bulandırıcı derecede cinsiyetçi.” ifadeleriyle durumu net bir şekilde özetledi.

Kristen Stewart’ın ardından önceki gün de Oscar’lı oyuncu Helen Hunt, Hollywood’un kadınları mahvettiğini söyledi. The Huffington Post’a konuşan 51 yaşındaki oyuncu, Hollywood’da kadın olmanın büyük zorluklarını derinden hissettiğini belirterek, “Yaşlandıkça rolünüz azalıyor. Bütün bu şeylerin eşitlikle ilgisi yok. Hollywood’daki kadınlar b... yedi.” dedi.

ERKEKLERİN YARISINI KAZANIYORLAR

Dünya sinemasının lokomotifi Hollywood’daki kadın ayrımcılığı şubat ayındaki Oscar töreninde de gündeme gelmişti. Patricia Arquette’in “kadınlara eşit ücret” talep eden konuşması hâlâ akıllarda. Boyhood filmindeki rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını alan 47 yaşındaki Arquette, “Bu ulusun vergi ödeyen yurttaşlarını doğurmuş olan her bir kadına... Başka herkesin eşit hakları için savaştık. Şimdi ABD’li kadınlar için eşit ücret ve eşit haklar için mücadele etme zamanımız geldi.” sözleriyle sadece sinema sektöründe değil, her alanda eşit işe eşit ücret olması gerektiğini dile getirdi. Acı olan şu ki, Arquette’e en büyük destek, erkeklerden değil, aynı dalda yarıştığı Meryl Streep’ten gelmişti.

Ne de olsa Hollywood erkeklerinin tuzu kuruydu! 2014’ün son aylarında dünyanın büyük yapım şirketlerinden Sony Pictures’un ‘hack’lenmesi soncu ortaya dökülen gizli bilgiler bunu gösteriyordu. Şirket içi yazışmalara göre, 10 dalda Oscar’a aday olan Düzenbaz filminde rol alan Jennifer Lawrence, aynı filmdeki erkek meslektaşları Bradley Cooper, Christian Bale ve Jeremy Renner’dan daha az ücret almıştı. Jennifer Lawrence, bu konuda yalnız değil. The Washington Post’un haberine göre 2013’te Hollywood aktörleri 32 ile 75 milyon dolar arasında kazanırken, aynı yıl kadın oyuncular 11 ile 33 milyon dolar arasında ücret almış. Görüldüğü gibi, kadın oyuncuların aldığı en yüksek ücretin bittiği yerde erkek oyuncularınki başlıyordu.

KADIN SÜPER KAHRAMAN NE ZAMAN?

Genç oyuncu Carey Mulligan da durumdan rahatsız olanlardan. 29 yaşındaki oyuncu, başrol oynadığı Çılgın Kalabalıktan Uzak filminin geçtiğimiz hafta yapılan basın röportajlarında kadın rollerin eksikliğinden yakındı: “Hollywood’da güçlü kadın rolleri büyük bir eksiklik. Sinir bozucu bir şekilde erkek karakterler üzerine dönüyor her şey.”

İki kez Oscar’a aday olan Jessica Chastain, Aşkın Halleri’ne (2014) dair geçtiğimiz aralık ayında verdiği bir röportajda güçlü kadın rollerin eksikliğini kadın senaristlerin azlığına bağlamış ve sormuştu: “Neden hâlâ bir kadın süper kahraman yok?” Son dönemde altın çağını yaşayan çizgi roman uyarlamalarındaki süper kahramanların hepsinin erkek olması ABD’de bir süredir tartışılıyor. Özellikle, şu sıralar vizyonda olan Yenilmezler serisinde Scarlett Johansson’un oynadığı Kara Dul karakterinin başrolde olduğu bir süper kahraman filmi yapılması tartışmaların odağını oluşturuyor.

Neş’e Erdok’un desenleri için son günler

$
0
0

Türk resminin ustalarından Neş’e Erdok’un desenleri 12 Mayıs’a kadar Evin Sanat Galerisi’nde.

“1953-2014 Desenler” başlıklı sergide; Erdok’un 1953 yılında kağıt üzerine yaptığı ilk resimlerden başlayarak bugüne kadar ürettiği desenler yer alıyor. Kronolojik sıralama çerçevesinde düzenlenen sergi; ana hatlarıyla sanatçının akademide aldığı eğitim öncesi, akademi yılları ve mezuniyetinden günümüze uzanan yıllarını bir araya getiriyor.

Antalya’da “Yaşasın Öykü”

$
0
0

Bu yıl 8-10 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek Antalya Edebiyat Günleri’nde, edebiyatseverler “Yaşasın Öykü” diyecek.

Füruzan’ın onur konuğu olduğu edebiyat günlerinde Yılın En İyi Öykü Kitabı ve Genç Öykü Yarışması’nın ödülleri de sahiplerini bulacak. Antalya Muratpaşa Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü’nün düzenlediği etkinliğin konukları arasında Firuzan, Metin Avdaç, Ahmet Telli, Ferruh Tunç, Hasan Özkılıç, Nuri Erkal, Aysu Erden, Birsen Ferahlı, Hülya Soyşekerci, Nilüfer Altunkaya, Özcan Alper ve Thomas Balkenhol bulunuyor.

Etkinliğin konuklarına bir de sürprizi var. Büyük İskender’in ele geçiremediği şehir olarak tarihe geçen Termessos, edebiyatçılara kapılarını sonuna kadar açacak. 10 Mayıs Pazar günü saat 14.00’ten itibaren Füruzan, Ayşegül Tözeren, Özcan Karabulut, İbrahim Karaoğlu, Cahit Çakcıl, Hasan Kıyafet, İsmail Akar, Kamile Yılmaz, Neşe Karel, Nisa Leyla, Nuri Erkal ve Özlem Şahin öykülerini Termessos’ta okuyacak. Termessos etkinliğine katılmak isteyenler 242 320 22 22/dâhili 1380 No’lu telefonu arayabilir.

Partiler, seçim beyannamelerinde kültür sanatı en sona attı

$
0
0

Siyasi partiler seçim beyannamelerini hazırladı, vaatlerini açıkladı. Kültür-sanat programları yine her zamanki gibi kitapçıkların en sonunda kaldı. 13 yıldır ülkeyi yöneten muhafazakâr parti; geleneksel sanatların yüceltilmesini öne çıkarırken muhalefet partisi CHP, AKM’yi hızla onarmayı vaat etti.

Türkiye’yi dört yıllığına yönetmeye talip olan siyasi partiler seçim beyannamelerini hazırlayarak vaatlerini açıkladı. Daha çok ekonomik vaatlerin öne çıktığı bu beyannamelerde kültür-sanat programları kitapçıkların en sonuna atıldı. Partilerin kültür-sanat alanında ne vaat ettiğini ilgilisi dışında neredeyse kimse duymadı. Bir skandal ya da büyük bir hırsızlık olayı olmadığı sürece kültür-sanat haberlerinin hiçbir zaman gazetelerin manşetlerinde kendine yer bulamadığı Türkiye’de, bu çok da şaşılacak bir durum değil aslında.

13 yıldır ülkeyi yöneten muhafazakâr parti, kültürel anlamda vasatın altında kalarak büyük bir hayal kırıklığı yaşattı. Ebru, tezhip ve hat gibi geleneksel sanatların belediyelerin insafına terk edilmesi, kuru ve içi boş bir ‘ecdat’ söyleminin kültürün her alanında yer edinmesi, sinemada yaşanan sansürler, Devlet Tiyatroları’nın yapısıyla oynayan değişiklikler, engellenen veya sansüre uğrayan oyunlar, yayıncılıkta yaşanan bandrol krizleri akla ilk gelen uygulamalardan bazıları. İktidarın kültür-sanat politikaları, kurumların önünü açmak ve çok sesli bir ortam oluşturmaktan uzak kaldı. Aksine iktidar; sanat kurumlarıyla çatıştı, sanat camiasını küstürdü.

Emek Sineması, AKM’nin durumu, Devlet Tiyatroları ile Şehir Tiyatroları’nda yaşanan sansür/engelleme çabaları, televizyon dizilerine ve sinema filmlerine yapılan müdahalelerle sanat üretiminin önü kapatıldı.

Meclis’te grubu bulunan dört partinin gelecek dört yıl için kültür-sanat alanında neler vaat ettiğini derledik. İktidar partisi AKP’nin beyannamesinde yapılanlar öne çıkarılmış. Bunlar da daha çok belediyeler eliyle yürütülen programlar... Anamuhalefet partisi CHP’nin beyannamesinde kültür-sanat ortamının sorunları tespit edilip ona göre vaatlerde bulunulmuş. HDP’nin beyannamesi ‘daha devrimci’ ve ‘radikal’. MHP’ninki ise şaşırtmıyor: “Bir millî; kültür endüstrisi oluşturulacak.” İşte dört partinin seçim beyannamelerine koyduğu ve dikkat çeken kültür-sanat vaatleri…

AKP’NİN VAATLERİ

-2023 ve ötesini hedeflerken dünyayı tanımış, Türkiye’nin meselelerine vâkıf, kendi toplumu ve tarihiyle barışık kültür ve sanat insanlarının yetişmesi sağlanacak.

-Osmanlıcanın etkin bir şekilde öğretilmesi, tarihimizle ve kültürümüzle olan bağlantının güçlendirilmesi sağlanacak.

-Başta kamu binaları olmak üzere kültürümüze uygun mimari sentezin yapılması ve bir kentsel mimarlık stratejisi ile tasarım ve uygulama esaslarının oluşturulması sağlanacak.

-Şehirlerin, kültür ve sanat varlıklarının ve toplum kesimlerinin zaman içindeki değişimlerini izleyecek şekilde Dijital Fotoğraf Arşivleri oluşturulacak.

-Ebru, hat, tezhip, minyatür, ahşap oymacılığı, çini, halıcılık, bakırcılık, telkâri gibi süsleme ve el sanatlarının farklı sunum ve kompozisyonlarda birer ticari ürüne dönüştürülmesi sağlanacak.

-Cami, kütüphane, medrese, saray, tarihi kamu binaları gibi bütün kültür varlıklarının mimari çizimleri ve projeleri oluşturulacak, eserlerin hasar görmesi durumunda tekrar inşa edilecek şekilde bu tasarım ve projelerin arşivlenmesi sağlanacak.

CHP’NİN VAATLERİ

-Edebiyatımızın yurtdışında gelişmesi amacıyla yazarlara ücretsiz çeviri ve tanıtım desteği verilecek.

-Telif kakları korunacak, korsan ürünlerle etkin bir mücadele için gerekli yasal düzenlemeler yapılacak.

-Kültür Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlı-ğı’ndan ayrı bir bakanlık haline getirilecek.

-Sanat kurumlarının yönetimi ağırlıklı olarak sanatçılara bırakılacak.

-Yaşanmış acı olayların unutulmaması için Madımak Oteli Hoşgörü Müzesi’ne, Diyarbakır Cezaevi de İnsan Hakları ve Demokrasi Müzesi’ne dönüştürülecek.

-Kapalı tutulan İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) hızla onarılarak sanatın hizmetine sunulacak.

-Gerekli durumlarda sanat emekçilerinin sigorta primlerinin Kültür Bakanlığı tarafından ödenmesi sağlanacak.

-Sanat tarihi dersleri öğrencilerin pedagojik düzeylerine uygun olarak müfredata dâhil edilecek.

-Keyfi yasak ve sansüre karşı Sanat Yasası çıkarılacak.

-TÜSAK kanun tasarısı taslağı iptal edilerek sanat kurumlarının özerkliği korunacak.

MHP’NİN VAATLERİ

-...Türkçenin yozlaşmasına ve tahribine yol açan uygulamalara fırsat verilmeyecek.

-Türk kültürü ve sanatının yaşatılması, geliştirilmesi, tanıtılması ve yaygınlaştırılması amacıyla “millî; kültür endüstrisi” oluşturulacak.

-Yurtdışındaki vatandaşlarımızın millî; kültür değerlerimizden kopmalarını önleyici ve benliklerini koruyucu tedbirler alınacak.

-Çocukların kişiliklerinin oluşumu ve kültürel değerlerin özümsenmesi açısından “milli çizgi film endüstrisi” geliştirilecek.

HDP’NİN VAATLERİ

-Sanata yönelik destek programları rant kapısı olmaktan çıkarılıp yaratıcılık teşvikine dönüştürülecek.

-Ülkemizde yaşayan ve kaybolan dillerdeki sanat eserlerinin üretilmesi ve sergilenmesine destek verilecek.

-Mevcut yasalar, sansürü güçlendiren mekanizmalardan arındırılacak, sanat eserinin ve geçmişten günümüze sanat emekçilerinin haklarının korunmasına ilişkin düzenlemeler yapılacak.

Her yönüyle Haldun Taner...

$
0
0

Hikâyeci ve oyun yazarı, epik tiyatronun ve kabare tiyatrosunun öncüsü Haldun Taner, doğumunun 100. yılında, İstanbul Tiyatro Festivali ve Yapı Kredi Yayınları işbirliğiyle bugün saat 19.00’da Salon İKSV’de gerçekleştirilecek bir panelle anılıyor.

Panelde, İstanbul Üniversitesi’nde bir tiyatro kürsüsü kurulması için gösterdiği çabalardan hareketle Haldun Taner’in eğitmen ve tiyatrocu nitelikleri, dünya tiyatrosundaki yeri, edebi serüveni ve hayatı ayrıntılı olarak ele alınacak. Haldun Taner’in eşi Demet Taner, edebiyat eleştirmeni ve yazar Prof. Dr. Handan İnci ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Kerem Karaboğa’nın konuşacağı panel, herkese açık.

Ümit Erzurumlu’dan anlamların renkleri

$
0
0

Renklerin tabii anlamları yok. Aksine anlamların renkleri var. Her biri bir anlama denk düşen bu ton ton renkler hep beraber resmi oluşturuyor.

7. kişisel sergisini geçen hafta açan ressam Ümit Erzurumlu’ya göre; renklerin yan yana geliş biçimleri, tonları ve armonisi toplumun renklerinin yan yana gelişini temsil ediyor. 1974 Sivas doğumlu sanatçıya göre her şey ve herkes diğer her şey ve herkesle akraba aslında.

Yoluna istikrarlı bir şekilde devam eden sanatçının bu son resimlerinde ana tema, hareket. Her şeyin aktığını, hareketin sürekli olduğunu, duran bir cismin dahi aslında hareket halinde olduğunu söyleyen sanatçı, bu bakışı bir çeşit duyumsama biçimi olarak varlığı, hatta var olmayanı anlamaya çalışma şeklinde tuvale aktarıyor.

Üretim sürecini, “Zihnimde düşünceler kelimelerle kovalamaca oynuyor sanki.” cümlesiyle özetleyen ressam, “Bir natürmort, çiçek veya doğa resmi yapmak süreç içerisinde mola değil görünmeyeni ifade edebilmenin bir başka yolu.” diyor ve ekliyor: “Enstrüman çalanı çizerken müziğin ritmine eşlik ediyorum, kavga edenleri çizerken onların kalp atışlarını duyuyorum. Bir peyzaj çizerken rüzgârın gürültüsüne karşı çatıların çığlıklarını dinliyorum.”

Ümit Erzurumlu’nun 7. kişisel sergisi 8 Mayıs’a kadar Kadıköy Çiftehavuzlar’daki Düş Yolcusu Sanat Durağı Sanat Galerisi’nde görülebilir. (0216 386 99 03)


Kongre merkezleri kültürel yapı sayılır mı?

$
0
0

Son yıllarda yapılan çok amaçlı kongre merkezleri kültürel yapı sayılabilir mi? VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin dördüncü kitabı ‘Kültür Yapıları’ sayıyor. Kültür yapıları için tasarlanmış mimari projeleri inceleyen kitap; Türkiye’de 2000 yılından sonra yapılan 49 ‘kültür’ projesini değerlendiriyor.

Pek çok kültürel etkinliğe gidiyoruz; sergilere, konserlere, film gösterimlerine, tiyatro ve hatta operaya… Giriyoruz, izliyoruz, dinliyoruz, çıkıyoruz. Peki, hiç o girip çıktığımız yapıya bakıyor muyuz? Şimdi şöyle bir düşününce çokça girip çıktığımız o yapılar hep tarihi mekânların dönüştürülmesiyle birer kültür sanat sığınağı olmuş: Pera Müzesi, Salt, Arter, İstanbul Modern, Sabancı Müzesi, Borusan Müzik Evi… Sıfırdan tasarlanmış yeni bir kültür yapımız neredeyse yok.

Gıcır gıcır yapılar genellikle kongre merkezleri, çok amaçlı bir şey salonları… Onları kültürel yapı saymalı mıyız? VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin dördüncü kitabı ‘Kültür Yapıları’ sayıyor. Kültür yapıları için tasarlanmış mimari projelerin dikkat çeken örneklerini bir araya getirmeye çalışan kitap; Türkiye’de 2000 yılından sonra üretilen müze, konser salonu, sergi mekânı, sinema ve tiyatro gibi kültürle doğrudan ilişkili yapılardan oluşan 49 projelik bir seçkiyi bol fotoğraflı şekilde önümüze koyuyor. Ama bunu yaparken kongre merkezlerine ağırlık vermese de eşit hak tanıyor. Kitapta Ankara Congresium, Mersin Kültür ve Kongre Merkezi, Libya Tripoli Kongre Merkezi, Bursa Atatürk Kültür Merkezi ve Merinos Parkı gibi yapılar yer alıyor.

Sekiz yıl önce bu zamanlar pek çok tiyatro oyuncusu ve sanatseverin çabası pek işe yaramamış görünüyor. O zaman Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin kongre merkezi çatısı altına girmemesi için; daha doğrusu kongre merkezi ile kültür yapısının farklı şeyler olduğunu anlatmak için çok dil dökülmüş, çok yazılıp çizilmişti. Bilmeyenler için şimdi Muhsin Ertuğrul Sahnesi yine orada ama kongre vadisi kapsamında…

HERKESİN KÜLTÜREL YAPISI KENDİNE

Kültür kurumu dediğimizde herkesin kafasında aynı resim belirmiyor. Bir ressam için sergi salonu, sinemasever için sinema salonu, müzisyen için konser mekânı, tiyatro ve opera izlemek isteyenler için de şartları sağlayan bir sahne kültür kurumu sayılıyor. Kitapta yer alan Mimarlar Odası İzmir Şubesi, İstanbul’daki Yapı Endüstri Merkezi, Ankara’daki Tai Konferans ve Kafe Binaları, yine Ankara’daki Meydanlar Müdürlüğü İşçileri Yapı Kooperatifi Apartmanı gibi yapılar isimleri öyle hissettirmese de kültür kurumu olarak karşımıza çıkıyor.

Yine de kitap Anadolu yakasındaki Süreyya Operası ve Moda Sahnesi’ni bize hatırlatıyor; Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi gibi yeni bir yapının detaylarına vâkıf olmamızı sağlıyor. Ayrıca İzmir Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi, Ankara Cer Modern, Bayburt Baksı Müzesi, Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi, İzmir Tarih Öncesi Yaşam Müzesi, Aydın Afrodisyas Ek Müzesi ve Ankara Ptt Pul Müzesi gibi yapılara dikkatimizi çekiyor. Libya, Azerbaycan ve Rusya’dan birer örnek barındıran kitabın editörlüğünü Banu Binat ve Neslihan Şık yapıyor.


“Mimarlık mimarlara bırakılmayacak kadar önemli”

Kitaba bir de sergi eşlik ediyor. Mayıs sonuna kadar İstanbul Modern’de ziyaret edilebilecek serginin ismi ‘Dikkat! Kaygan Zemin’. Küratörlüğünü Yelta Köm’ün yaptığı sergi, ziyaretçilere bir mimarlık kültürü yolculuğu vaat ediyor. Sergide mimari kitaplar, mimarların kullandığı alet edevatlar ve pek çok enteraktif çalışma yer alıyor. Orada cevap bulamadığımız pek çok sorudan birini, mimarların sanat ve edebiyat alanındaki yetkinliğinin sebebini küratör Köm şöyle açıklıyor: “Mimarlığın ya da mimarların sanat alanına dair her noktada görünür olmaları, ya da çok kapsamlı olmalarını düşünmemiz çoğu zaman bir illüzyon. Bunda tabii alınan eğitimin de katkısı var, mimarlık eğitimi tek bir kaynaktan değil çoğu kaynak beslenen, başka alanlar ile ilişki kuran bir eğitim. Ama bu eğitim her alanda bir uzmanlık vermiyor, sadece fikir ve bakış açısı kazandırıyor. Bir de şöyle düşünüyorum, demek ki mimarlık tek başına yeterli de değil, o yüzden mimarlar başka alanlar ile ilişki kuruyor... Burada aklıma gelen bir söz var; “Mimarlık mimarlara bırakılmayacak kadar önemli.” Giancarlo De Carlo’nun.

Seramik ve kavramsal sanat

$
0
0

Geçen yıl ilgiyle takip edilen ve bu yıl ikincisi düzenlenecek olan İstanbul Seramik Sanat Günleri, 16 Mayıs Cumartesi günü saat 14.00’te, Atatürk Kitaplığı’nda Prof. Güngör Güner’in sunacağı konferans ve seramik sanatının başlangıç eserlerinin sergileneceği sergi ile başlayacak.

Konferansta seramik olgusu ile kavramsal sanatın nasıl ve ne zaman yapılacağı üzerine konuşulacak. Aynı gün 16.00’da İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu fuaye alanında Anadolu Üniversitesi Seramik ve Cam Bölümü’nün öğretim elemanlarının hazırladığı 30. yıl etkinlikleri karma sergisi açılacak.

Türk seramik sanatının bütün kuşaklarından 176 sanatçının katılımıyla seramiğin tüm adımlarının sunulacağı karma seramik sergisinin açılışı ise 16 Mayıs Cumartesi günü 18.00’de, Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi’nde (Maksem) gerçekleştirilecek. Prof. Güngör Güner, Yüksel Güner, Prof. Mustafa Ağatekin, Prof. Beril Anılanmert, Prof. Sevim Çizer, Prof. Pınar Genç ve Prof. Dr. Ateş Arcasoy’un sunum yapacağı Seramik Günleri Maksem’de 6 Haziran’da sona erecek.

Doğu’ya dokunabilir misiniz ellerinizle!

$
0
0

Bir fotoğrafa baktığınızda ne görmek istersiniz? Bir insan? Bir hikâye? Yüzlerce yıllık tarihini esirgemeden gösteren bir yapı? Öyleyse şimdi bir fotoğraftan bahsedelim: Mavi önlüklü 5 çocuk var bu fotoğrafta, okulun merdivenlerinde oturmuş bir yerlere bakıyorlar.

Tam ortada duran çocuk gözlerini dikmiş doğrudan size bakıyor. 7 ya da 8 yaşlarında olmalı. Ayaklarında biri pembe, diğeri mavi iki farklı önü kapalı terlik; pantolonunun dizleri yırtık (moda icabı değil, zaruretten olmalı); boynunda muhtemelen abisinden kalma, kendisine oldukça büyük gelen bir yaka… Okulun tabelası bile bir şeyler söylüyor: “Ağrı Doğubayazıt Hallaç …öğr.tim O..lu”. Diğer fotoğraflar ise aynı çocuğu bir kaz sürüsünü kovalarken, henüz intihar(!) etmediyse bir eşeğin, katırın sırtına binmişken ya da derme çatma bir salıncakta sallanırken hayal etmemize, yani orada, o çocuk için bir çocukluk düşlememize yardım ediyor.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi, fotoğraf sanatçısı Kamil Fırat ile Milliyet foto muhabiri Ercan Arslan’ın “Doğu’ya Dokunmak” isimli kitabında bu fotoğraflar. AKFA Holding tarafından gerçekleştirilen “Yaşayan Kültürel Mirasımızın Korunması, Yayılması ve Gelecek Nesillere Aktarımı Projesi” kapsamında oluşturulan kitapta, bu iki fotoğrafçının gözünden Kars’a, Iğdır’a, Ağrı ve Ardahan’a bakıyoruz. Kâh büyülü Ağrı Dağı’na, İshakpaşa Sarayı’na, kâh sürüsünün başındaki bir çobana, gülmesinden utanarak elini yüzüne kapatan kız çocuklarına, terk edilmiş bir parka; bütün ihtişamıyla dağa, taşa, gökyüzüne, insana… O coğrafyada doğup büyüyenler çocukluklarını, oralarda hiçbir hatırası olmayanlar ise kendi içlerindeki doğuyu görebilir bu fotoğraflarda. Bu çalışmayı güçlü kılan özelliklerden biri ve belki en önemlisi, iki farklı ve güçlü fotoğraf stilinin bir araya gelmiş olması. Kamil Fırat siyah beyaz ve belli bir mesafeyi koruyarak yansıtmış hikâyesini. Ercan Arslan ise renkli, daha hareketli ve daha yakın... “Doğu’ya Dokunmak”ın bir diğer önemli yönü ise kitapla birlikte bu kapsamda açılacak sergilerin tüm gelirinin o topraklarda kurulacak bir Otizm Eğitim Merkezi’nde kullanılmak üzere Otizm Güçlü Aile Derne-ği’ne (OGAD) bağışlanacak olması.

Borges’in ‘Babil Kitaplığı’ gerçek oldu

$
0
0

Usta yazar Borges’in, muhtemel bütün kitapları içeren eserlerin yer aldığı kütüphaneyi anlattığı Babil Kitaplığı öyküsü gerçek oldu. Hayalî; kütüphanelerin başında gelen bu kitaplığı, Amerikalı yazar Jonathan Basile internette kurdu. Pek çok yazara, düşünüre ilham olan yazarın eşsiz kütüphanesi, ziyaretçilerini beklerken, tam da Borges’in tarif ettiği türden bir kitaplığın içine davet ediyor.

Cenneti bir tür kütüphane olarak düşleyen Jorge Luis Borges, edebiyatımıza hayali kütüphanelerin en meşhuru Babil Kitaplığı’nı armağan ettiği o benzersiz öyküsünde, şöyle kışkırtıcı bir cümle kurar: “Kitaplık’ta gelmiş geçmiş kitapların tümünün bulunduğu açıklandığında, ilk izlenim engin bir mutluluktu. İnsanlar, el değmemiş, gizli bir hazinenin sahibi gibi oldular.” Borges’in 1941’de yayımlanan ve Ficciones: Hayaller ve Hikâyeler kitabında betimlediği Babil Kitaplığı’ndaki her eser, onun tarifiyle, “boşluklar, nokta, virgül ve abecenin yirmi iki harfi”nden oluşuyor. Borges’in bu öyküsünden ilham alan Amerikalı yazar Jonathan Basile, muhtemel bütün kitapların yer aldığı bu muhteşem kütüphaneyi internette kurdu. Basile’in www.libraryofbabel.info adlı internet sitesi, Borges’in Babil Kitaplığı öyküsündeki tarifine uyarak, okuru bu kütüphanenin içinde görsel bir gezintiye çıkarıyor.

Borges, altıgen dehlizlerden oluşan bu kitaplığını şöyle tarif eder: “Her yanda beşer uzun raftan toplam yirmi beş raf, biri dışında duvarların tümünü kaplamaktadır, rafların yüksekliği, tavandan zeminedir, sıradan bir kitaplığınkini pek aşmaz. Açıktaki kenarlardan biri dar bir geçide, ilk geçidin ve ötekilerin tıpkısı bir başka dehlize açılır. Geçidin sol ve sağ yanında iki küçücük hücre vardır.” Borges’in pek çok yazara ve düşünüre ilham olan bu felsefi öyküsünün okura sunduğu derin anlamların içinden çıkmanın zorluğu bir yana, sunduğu o sonsuz evrenle bir nevi sözcüklerden bir dehlizin eşiğine götürüyor.

Jonathan Basile, internette kurduğu Babil Kütüphanesi’ne bir gece yatağında uzanırken aniden karar verir. Birilerinin bu fikri gerçekleştirdiği düşüncesiyle araştırmaya koyulurken, kimsenin böyle bir ‘deliliğe’ girişmediğini fark eder ve uzun bir uğraş sonucunda kitaplığı kurar. Bu kütüphanede birbirinin tıpkısı iki kitap olmadığını söyleyen Borges’in Babil Kitaplığı’nı tarifi ise şöyledir: “Altıgenin duvarlarının her birine beş raf düşmektedir; her rafta genel düzenleri tıpkı, otuz iki kitap bulunur; her kitap, dört yüz on sayfadır; her sayfa kırk satırlık, her satır da yaklaşık seksen siyah harfliktir. Ayrıca her kitabın sırtında harfler vardır; bu harfler, sayfalarda yazılanları belirlemezler, yansıtmazlar.”

Babil Kütüphanesi’nin görsel hali

Boşluklar, virgül, nokta ve 22 harfin rastgele yan yana gelip anlamsız kelimeler bütününü oluşturduğu bu kitaplık, tıpkı Borges’in kurmaya çalıştığı o evren gibi tarifi mümkün olmayan kelimeler dizisini bir araya getiriyor. Bir başka deyişle, bu kütüphaneyi görsel bir hale dönüştürmüş Basile. Programlama tekniği kullanarak muhtemel tüm birleşimleri bir araya getiren yazar, okura istediği kelimeyi arama imkanı sunuyor. Borges’in altıgen kitaplık fikrinden görsel raflar oluşturan yazar, 410 sayfalık kitaplardan oluşan kütüphaneyi raf raf gezmeye çağırıyor. Basile Borges’in öyküsündeki “Onun varlığı için bir tek kitabın bulunma olasılığı yeterlidir.” sözlerini rehber edinerek, altı ay içinde bu projeyi hazır hale getirmiş. Site tüm muhtemel kitap sayfalarını bir araya koyarken, Borges’in Babil Kitaplığı’nı da görsel bir şekle dönüştürüyor. Site ilk ziyarette biraz kafa karıştıran bir ortam sunuyor fakat, koridorlarında bir süre gezdikten sonra epey anlam kazanıyor. Borges’in öykünün sonunda dile getirdiği gibi “Kitaplık sınırsız ve sarmaldır. Bir sonsuzluk yolcusu ondan geçerek hangi yöne giderse gitsin, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı bozuk-düzende yinelendiğini görecektir (ve böyle bir yineleniş, yeni bir düzene değişecektir: Biricik Düzen’e). Yalnızlığım, bu soylu umutla avunuyor.” Sitede uzunca vakit geçirmeden önce Babil Kitaplığı’nı okumak Borges’in bu hayali kütüphanesini daha kolay keşfetmeye yardımcı olacaktır.

Tiyatrocular, okuma tiyatrosunda

$
0
0

Görme engellilerle engeli olmayanları aynı atölyede buluşturan “Görmesen de Olur” yazarlık atölyesinde üretilen 11 oyun 9-10 Mayıs’ta Kadıköy Caddebostan Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek “Görmesen de Olur Okuma Tiyatrosu Festivali”nde ünlü oyuncular tarafından sahnelenecek.

Aralarında Bennu Yıldırımlar, Can Yaman, Deniz Türkali, Deniz Uğur, Kerem Alışık, Mine Tugay, Oktay Kaynarca, Sarp Levendoğlu, Songül Öden, Yeliz Şar gibi isimlerin yer aldığı festival, Kadıköy Belediyesi Engelli Merkezi, Tasarım Atölyesi Kadıköy (TAK) ve Tiyatro Laboratuvarı işbirliği ile düzenleniyor. Oyunlarla ilgili ayrıntılı bilgi www.tiylab.com’da.

Viewing all 7489 articles
Browse latest View live