İstanbul'un meşhur Tophane semtinde 2010 yılında toplu galeri açılışı sırasında yaşanan baskın unutulup gitti fakat o tarihten sonra Tophane'de içten içe bir şeyler yaşanmaya devam etti. Bir yıl içinde iki galeri saldırısı daha oldu. Geçen sürede ne galeriler mahalle halkıyla kaynaştı ne de sular duruldu. Sadece semtin yapısı hızla değişti. Rant arttı, bundan da en çok mahalle sakinleri etkilendi. 2010 galeri baskınından bu yana semtteki değişimi tarafları dinleyerek anlamaya çalıştık.
Aslında çok değil, bundan 20 sene evvel Galatasaray Lisesi'nden aşağı kıvrılan yola, özellikle de belli bir saatten sonra pek girilmezmiş. Bir şey olduğundan/olacağından değil. Olsa olsa 1970'lerden kalma kabadayı efsanelerinden… Bir de belki caddenin ‘Boğazkesen' olan isminden. Tam o yola rahat rahat girilmeye başlandığı sıralarda İstanbul'da değişik bir şeyler daha oldu. Şehirde patlamaya hazır bir sanat ortamı, hatta küratör René Block'un deyişiyle bir ‘İstanbul mucizesi' yaşandı. Bu mucizeyi görünür kılan İstanbul Bienali, 1995'te Tophane'deki 1 No'lu Antrepo binasına uğrayarak gözleri semte çevirdi. Ama hareketlenme için bienal mekânlarından 4 No'lu Antrepo'nun müzeye dönüşmesi gerekti. Bu arada bir de yine aynı yıl yani 2004'te Cezayir Sokağı açılınca… İstiklal Caddesi'nde gezenler kendilerini birden Tophane'de buldu. Ama buralara gelip gidenlerin hiçbiri semtte kalmadı o zaman. Akşam olunca tramvaya binip evlerine döndüler en fazla.
Semtteki asıl değişim 2005'teki 9. İstanbul Bienali'yle başladı. 9. Bienal Antrepo binaları yanı sıra tam da Tophane'nin kalbindeki Tütün Deposu'na yerleşince ve dahası küratörlerden Vasıf Kortun mekânlar arasındaki yürüyüşü bienal deneyiminin bir parçası olarak düşününce… Sadece İstanbul'un değil dünyanın sanatseveri ve sanat profesyoneli Tophane sokaklarını arşınlar oldu. O ilk zamanlar iki taraf da durumdan hoşnuttu. Ama ne zaman ki sokaklarda turist turist dolaşanlar akşam olunca tramvaya binip çekip gitmedi; işiyle, gücüyle, atölyesiyle, çevresiyle semte yerleşmeye kalktı; huzursuzluk başladı.
2010 yılında henüz tatsızlıklar baş göstermemişken ama bütün galeriler de inci gibi dizilmişken gitmiştik Tophane'ye. Galeriler heyecanlıydı, esnafsa umutlu. 21 yıldır emlakçılık yapan Kenan Bey, “Kiralar arttı. 300'lük ev oldu 800.” demiş ve eklemişti: “Şimdiki kiracılar; yabancılar, yazarlar, sanatçılar… Galeriler açıldı, semt hareketlendi. Gerçi açılışlarda hareketlenme biraz fazla kaçıyor ya...”
“…açılışlarda hareketlenme biraz fazla kaçıyor ya...” lafını hiç ciddiye almamıştık o zaman. Meğer el altından bir uyarıymış. Zaman geçtikçe uyarılar el üstünden gelmeye başladı. İlki bu görüşmeden üç beş ay sonra Eylül 2010'da. Şimdi üçü de artık yerinde olmayan Outlet, Non ve Elipsis isimli galeriler taşlı sopalı, şişeli biber gazlı bir saldırıya maruz kaldı, beş kişi yaralandı, yedi kişi gözaltına alındı. Bu ciddi olayı takip eden birkaç yıl boyunca galeri açılışlarına polis eşlik etti. Sonra sonra sular duruldu ya da biz öyle sandık.
Hayat devam etti, Tophane'de yeni galeriler açıldı. Bunlardan biri Mixer, Mayıs 2014'te saldırıların yeni hedefi oldu. Görünen sebep ilk seferkine benziyordu; sergi açılışı sırasında galerinin kapısı önünde içki içilmişti. Üçüncü saldırı arayı hiç açmadı. Yine Boğazkesen'deki Daire Sanat Galerisi, geçtiğimiz Şubat'ta sergi açılışı sırasında bir arbedeye maruz kaldı. Bu kez saldırının nedeni bir çiftin öpüşmesiydi. Anlatılanlara göre en çok tekrarlan cümleyse “Sizi burada istemiyoruz”du.
Saldırıları aynı kişiler mi yaptı, hepsinin sebebi gerçekten sergi açılışlarında içki içilmesi ve sokağa taşmalar mıydı, yoksa durum ağzınızla kuş tutsanız da “Sizi burada istemiyoruz” muydu? Sergi açılışının ertesi günü ölüm tehdidi alan bir galeri sahibi, “İçki içilmesi değil içki içildiğinin bilinmesi, içki içen birilerinin diplerinde olması rahatsız ediyor onları.” diyerek ekledi: “Burası dünya değil sanki, kamusal alan değil. Onların öfkesi sonunda buradan gidecek olmalarına. Buralar AVM gibi olunca ne yapacaklar? AKP'ye güveniyorlar ama Tayyip onları da satar.”
Civarın en eskisi, 1998'den beri yerinden kıpırdamayan ve çok şükür ki herhangi bir olay da yaşamayan Galeri Apel'in sahibi, “Burada böyle şeyler hiç olmadı. Gene olmaz aslında, mahalleli birbirini korur. O saldırılar Tophane esnafıyla ilgili değil. Kendilerinde hak gören birtakım… Neyse.” diye sözü yarım bırakınca doğru Tophane esnafına.
Civarda doğmuş büyümüş otopark işletmecisi Cumartesi yoğunluğunun baştan savmacı etkisiyle bir çırpıda anlattı: “Tophane Cemaati diye bir şey var. Gençleri sağ görüşlü, birbirlerini tutar. Uyuşturucuydu, içkiydi iyi bakmazlar, taşkınlıkları sevmezler. Bir de şu var: Herkes evinde, işyerinde, kapalı kapılar ardında istediğini yapar. Ama dışarıda, göz göre göre içmek filan… Bunlar olmaz. Haklılar. Doğma büyüme buralılar. Bir yaşam tarzları var. Tophane ne Galatasaray'a ne Karaköy'e ne Cihangir'e benzer. Farklıdır.”
Sakın isim vermeyin, camı çerçeveyi indirirler diyen bir fırın sahibiyse en baştan özetledi: “Bir kere o ilk saldırı planlı programlıydı. Civardaki kameralar olaylar sırasında iş görmedi. Neredeyse 20 yıldır Tophane'deyim, benim bile hâlâ camım çerçevem iniyor. Burada bir grup var, esnafa hükmetmek istiyor.”
Hem Tophaneli hem galeri sahibi birine, Kumbaracı Yokuşu'nun dibindeki Türk ve İslam eserleri sanat galerisi Kumbaracı4'ün sahibi Bekir Mete'ye soruyoruz, nedir yani diye. Uzun uzun anlatıyor: “Doğma büyüme Tophaneliyim. Şimdi Cihangir'de yaşıyorum. Annem ve eşim başörtülü. Birtakım insanlar yoldan geçen başörtülü bir kadına “Size yol göründü artık…” diyebiliyor. Sokakta içilen içki bizi rahatsız ediyor. Boğazkesen, semt arası bir cadde. Taşkınlıklar hoş karşılanmıyor. Tophane insanı, gençleri diyeyim, Kabadayı kültüründen geliyor ama kesinlikle sanata karşı değiller. Tophaneliler örf adet bilmeyen, ikamet edenleri yok sayan ve onların yaşam alanını daraltmaya kalkanlara karşı. Tophane kendince düzgün bir yer. Burada ne hırsızlık olur ne sarkıntılık ne bir şey. Asıl derdimiz galeriler de değil. Burada 20 kadar hostel, apart otel var. Bir sürü taşkınlık. Çok rahatsız edici. Burası Kasımpaşa, Ümraniye gibi bir semt sonuçta. Cihangir fiyatlarını yakaladı o ayrı. 100 yıldır yaşayan aileler vardı, çoğu evini sattı. Niye? Çünkü dışarıdan gelenlerden rahatsız oldular. Asıl baskı Tophaneye. Tophaneliler gitsin istiyorlar.”
2010'daki olaylara adı karışan Tophane Haber internet sitesi yazarı Eyüp Güzel'in daha önce ve özellikle geçen ay yazdığı “Sanat galerileri kutsal mekânlar değildir” başlıklı yazısı da benzer şeylere vurgu yapıyor: “…Tophaneliler son yıllarda tahammülsüzleşmeye başladı. Esasında daha çok mahalle aralarında bit yeniği gibi türeyen ve yasal olmayan apart otellere karşı başlayan hoşnutsuzluklar, mahalleliyi rencide eden huzursuzluklar; ne olduysa yerini sanat galerilerine bıraktı. Sanata, sanatçıya karşı semt insanının büyük çoğunluğunun özel bir ilgisi yok. Semt insanının günlük geçim telaşı, yaşam standardı gibi nedenlerden dolayı bu alana, yani sanat ve sanatçıya karşı bir yakınlığı da yok. Fakat bu durum sanata ve sanatçıya karşı bir hazımsızlık, bir gereksiz görme ve reddediş değildi. Bilakis sanatın veya sanatçının kavramsal ve duygusal olarak semt insanındaki karşılığı bir saygı ve hürmet ifadesi olarak belirirdi. … Öte yandan… Tophane semtine gelen yerli-yabancı insanlar tarafından açılan apart oteller semtteki yerleşik yapıyla çatışıyor. Ailelerin yaşadığı mahalle aralarındaki apartman dairelerinde açılan bu otellere gelen müşteriler ne mahalle geleneğini tanıyor ne de buralarda yaşayan aileleri ve çocukları dikkate alıyor. Tüm mahalle sakinleri yaşanan ve son zamanlarda artmaya başlayan ahlaksızlığa “dur” demek için kolları sıvadı.”
Görüşmelere ara verip Tophane'yi dolaşalım şimdi; boş boş… Boğazkesen Caddesi değil ama ara sokaklar öyle eski ki… Semt eski eski kokuyor. Cafe değil de kahvehanelerde hep yaşlılar var. Esnaf da öyle, eskiden kalma gibi. Mini mini dükkânlar; marangoz, manav, kırtasiyeci, tesisatçı, bi şeyci, başka bi şeyci… Anadolu'nun minicik kasabalarında bile bakkallar tabelalarına market yazarken Tophane'de bakkal yazmışlar; üstelik aile bakkaliyesi. Sokaklarda Arapça konuşanlar, tespihli gençler var. Aralardaysa yepyeni şeyler; bir kere gerçekten bir sürü atölyeler, galeriler… Sonra bilmemne Rooms, Local Food House, Halls in Galata'lar…
Kafesçi Naci Sokağı'nın giriş çıkışında küçük demir kapılar var, üstelik kilitli… Sokağın içinde mini mini evler; ortasında asılı çamaşırlar, atılmış eşyalar, çocuk sesleri, kapı önü terlikleri… Tophane'de ne çok berber var! Karşı karşıya, yan yana irili ufaklı, gençli yaşlılı bir sürü berber. Bir de dernekler… Siirt bi şey derneği, Bitlis bi şey derneği, yardımlaşma bi şey derneği… Sayınca 8 dernek, 1 spor kulübü, 1 vakıf. Bir de bir sürü türbe ve dergâh…
Tüm bunları bir bilene, muhtara sormalı. Tophane'nin muhtarı da çok, yedi tane. İkisi Tophane semt konağının içinde; Hacımimi ve Kemankeş muhtarlığı. Kemankeş'inki, “Ben Tophane'ye bakmıyorum” diyor, kestirip atıyor. Hacımimi'ninki tonton, tatlı. Tophaneye bakıyor musunuz diye soruyoruz. “Oraya yedi muhtarlık bakıyor” oluyor cevabı. Boğazkesen'e? “Ona da üç muhtarlık bakıyor; numara kaç?” 78 diye uyduruyoruz, tutmuyor. Ona Firüzağa bakıyormuş. Bir iki şey sorsak diyoruz; “Duymuyor musunuz ezan okunuyor” diyor ve yanındaki diğer iki tontonla birlikte çıkıp gidiyor; cemaate karışıyor.
Cemaat; Karabaş Camii Cemaati. Çaprazında bir de derneği var ama tabeladaki ismi tam okuyamıyoruz, daha doğrusu o tarafa doğru düzgün bakamıyoruz. Hani yolda biriyle göz göze gelir de belli belirsiz gülümsersiniz; hiç de sorun olmaz. Ama nedense bu ve diğer Tophane derneklerinin önünde duran/oturanlarla göz göze gelmeme çabası içinde buluyoruz kendimizi. Sanki terslenecekmişiz gibi. Sanki birisi ‘ne bakıyorsun' deyiverecekmiş gibi. Caminin yanı, çay bahçesi. Kimsenin bize çay veresi yok. Bari parkın karşısındaki zincir marketten bir şeyler alalım. Bisküvi reyonunda küçük bir çocuk çarpıyor bacaklarımıza, pardon diyor hemen. Bir diğer ufaklık; masmavi gözlü; kasada sırada; durduk yere ‘ne bakıyorsun be!' diye çemkiriyor. Yok, abartmamışız.
Tophane'de epey yaşamış bir genç kadın, Elif anlatıyor: “Ben çok rahattım. Geç kalacaksam, biri gelecekse, anahtarı bakkala bırakıyordum. Bakkal önemli. Evin her şeyini bilir, tuzun kalmadığını bile önceden anlar. Orada yaşayınca mahallenin kızı oluyorsun. Mahalle baskısına ramak kala bir durum… Gerçi evi tutarken emlakçısından tesisatçısına herkes “Abla buralar bekâr bayana göre değil. Keşke Fatih'te bakınsanız.” demişti ama sonra sonra alışıldı.
Bir başka genç kadın Asude de Elif'le aşağı yukarı aynı fikirde; o da mahalle baskısına ramak kala diyor: “Ben mahallede yaşarken kendi adıma hiç bir sorunla karşılaşmadım. Mini eteğimle de gayet rahat dolaştım. Ama bir gün elinde bira şişesi olan bir arkadaşımla yokuştan aşağı yürüyorduk. Mahallenin gençleri sokakta ayakta duruyordu ve biz hiç ses çıkarmamamıza rağmen “sessiz olun, burada aileler yaşıyor” diye bizi uyardı. Tabii biz içki şişesinden bahsettiklerini anladık, hiç cevap vermedik, geçip gittik. Orada olan şu; onların hayat tarzlarına ters gelen şeyler yapıyorsanız sizi önce uyarıyorlar, yani saygı bekliyorlar. Saygı gösterirseniz sorun çıkmıyor ama sana ne istediğimi yaparım derseniz başka… Çünkü orası onların mahallesi, herkes birbirini tanıyor, zaten çoğu da akraba. Sonuçta bir sokak yukarıda bir sürü bar var ve çıkıp kimseye niye burada içki içiyorsunuz diyen yok. … Medeniyet her şeyin özgür olması demek değil ayrıca. Mesela Amerika'da barlar ve evler dışında hiç bir yerde içki içemiyorsunuz çünkü yasak. Çünkü hiç kimse parkta ya da plajda çocuğunu dolaştırırken içki içen, sarhoş bir insanla karşılaşmak istemiyor. Tophane'de de çocuklar hep dışarıda. Gece on ikiye kadar oynuyorlar.”
Tophanelinin tek huzursuzluğu, öyle söylense de, içki değil elbette. Üzerlerinde; yıllar yıllar önce göç edip geldikleri, sevip benimsedikleri semtlerini terk etme ihtimalinin huzursuzluğu var. Zaten daha şimdiden eski ve bakımsız binalarda ucuza oturan pek çok Tophaneli, özellikle kiracılar, yerlerini yükselen kiraları karşılayabilen yazar-çizer takımına bıraktı. Emlakçıların camları kiralık ve daha çok satılık ilanlarıyla dolu. Ev sahiplerinden tesisatçı Furkan Bey, Fransız Sokağı'ndaki evini gürültü patırtıdan rahatsız olduğu için satıp Fatih'e taşındı çoktan.
Bu şey; yani vızır vızır eşya taşıyan kamyonlar; çok sık kullanılan o kelimeye denk düşüyor: Mutenalaşma. Kelimenin karşılığı şu: Kültür sanat işleriyle uğraşanlar, fazla paraları olmadığı için daha ucuz mahallelere gider, galerisini açar, sahnesini kurar. Onları para sahipleri izler; restoranlar, kitapçılar, butikler… Derken o mahalle artık dikkat çeker. Ortaya daha da çok parası olan yatırımcılar, müteahhitler çıkar. Kiralar yükselir, evler satılır, zincir marketler açılır; mahallenin eski sakinleri bu yeni yaşam standardını karşılayamaz olur; zaten artık kendini yabancı da hissediyordur; çeker gider.
Bu gerçeğe bir de Tophane'nin değerli koordinatlarıyla günün birinde Haliç'ten Tophane'ye uzanan bölgeyi dönüştürüp büyük bir alışveriş ve eğlence merkezi yapacak Galataport planları eklenince… Tophane sakinlerinde sanatı düşünecek hal mi kalır? Kaç yıl geçti; mahalleli öyle bienalin ya da galerilerin umduğu/sandığı gibi video falan izlemedi.
Galerilere girmek de öyle kolay bir şey değil ayrıca. Yaşam tarzınız, üzerinizdekiler, kullandığınız kelimeler belli. Sırf yol üstünde diye bembeyaz bir galeriye girer misiniz? Kapı ağzında kurulacak göz kontağına hemencecik hazır olur musunuz? Ayrıca kimi galerilerin kapısında zil var; onu çalar mısınız? Yeni Tophane'nin en eski sanat mekânı Tütün Deposu çalışanlarından Turan Bey anlatıyor: “Mahalleden biri gibiyiz ama aslında değiliz. Bize karşı hoşgörülüler ama ince bir çizgi var. Açılışlarda paravan koyuyoruz, mahalleyle ilişkiyi kesiyoruz. Diğer türlü çok rahatsız oluyorlar. Özellikle Ramazan ayları çok önemli. Mahalleden hiç kimse gelip de sergimizi gezmedi. Çocuklara atölye yapıyoruz, onlar geliyor ama büyükler ne yaparsak yapalım gelmez.
Sözü, ismini cismini vermek istemeyen bir esnafa bırakalım: “Galeriler bize sizin için iyi bir şey yapıyoruz diyor. Kimse de istiyor musunuz diye sormadı ama. Hepsi çok iyi insanlar, kimseye sözümüz yok da her şey biraz tepeden inme oldu, tıpkı Cumhuriyet gibi. Uyuşamadık.”
Konuşamadıklarımız, yaklaşamadıklarımız ayrı ama Tophane esnafı gayet cana yakın aslında. Sanki oturup konuşunca, güzel güzel anlatınca birlik olunacakmış gibi. Neden olmadığını/olamadığını M.S.Ü. Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Akay, İstanbulArtNews Mart sayısına anlattı: “…Ne yazık ki hoşgörünün siyasi irade tarafından bir kenara bırakıldığı bir dönemi yaşıyoruz ve bu güç gösterisinin zorla kabul ettirilmeye çalışılması sokaktaki ‘mahalle gruplarına' güven veriyor. Maalesef bu gerginliğin arkasında Türkiye'deki önüne geçilemez gibi görünen siyasi vaziyet yatıyor. …ikinci ve üçüncü olay Gezi direnişi sonrasına rastlıyor. Bu dönem zarfında Erdoğan'ın Türkiye'yi ‘milli irade' ve ‘bizden olanlar ve olmayanlar' şeklinde ayırmasının toplumda ve medya dünyasında yankı bulduğunu gördük. …Farklı görüşler ve yaşam biçimleri arasındaki ayrım artık hoşgörü sınırlarının dışına taşırılmış bulunuyor; emniyetin (özellikle de ‘yeni iç güvenlik yasasıyla') siyasileşerek bir tarafa ait olmaya doğru çağrılması iktidara yakın bazı güçlere de güven ve emniyet vermiş gözüküyor. …Siyasi otoriteyi ve gücü arkasına alan muhafazakar grupların kendi taleplerini uluorta ve kaba kuvvetle kabul ettirme cesaretini gösterdikleri bir döneme girdik. …Siyasi iradenin kendisini ‘milli irade' olarak görmeye başlamasıyla esneklik gidip yerine katı çizgiler yerleşti. Bugün katılaşmış, hoşgörüsünü kaybetmiş bir topluma doğru gidiyoruz. Ekonomik krizin de kapıda beklediği bu günlerde zor bir döneme girdik. Herkes seçimleri bekliyor; peki ama sokak güç gösterilerine doğru evrildiyse, buna nasıl dur denebilecek? …emniyet bugün güvenirliğini kaybetmiştir. Hukuka olan inanç da yitirilmiştir. …Peki böyle bir durumda kimden yardım gelecek? ...‘Ne yapmalı?' sorusunun cevabı yok gibi.”
Yine de sözü AİCA-TR üyesi gazeteci eleştirmen Evrim Altuğ'un temennisiyle bitirelim: “…Sanırız en doğru olan, tüm tarafların düzenli, saydam, tutarlı bir gelecek uğruna kayıt altına alınması gerekli ve karşılıklı maddi manevi çıkar içinde, bir arada demokratik mevcudiyet içinde yaşamasının gözetimini öne sürecek anlayışta bir toplantı trafiğinin ortaya koyulması. Böylece tüm unsurların birbirine eşit söz ve göz seviyesinde hitap etmesi, ortak ve yapıcı programlar çıkarması mümkün olabilir görünüyor. Tam da bu noktada, bölgede resmen yetkili muhtar, belediye meclisi veya başkanı gibi otoritelerden ise mutlak bir siyasal tarafsızlık ve kamu çıkarı için kesinlikle güvence alınması ve bu süreci yapıcı olarak hızlandıracak tüm STK'larla ortak çalışılması gerekiyor. Hele ki seçim arifesinde yapılacak bu olası toplantıların bölgenin ve karar vericilerin geleceğini doğrudan tayin edeceği inancındayım.”